Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Kalemdar

Admin
  • Content Count

    996
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by Kalemdar


  1. "Kalbin ölmesi, nefsin şehvetlerinin peşine düşmesinden ileri gelmektedir. Kişi, şehvetlerini terkettiği ölçüde, kalbi manevi hayata kavuşur. Hakkı hak olarak ancak, kalbi diriler duyup anlayabilirler. Kalbi (manen) ölmüş kimse bir şey işitemez ve anlayamaz. Bu hale işaret olarak Allah Teâlâ,

     

    "Resûlüm! Sen ölü olan kalplere hakkı işittiremezsin" buyurmuştur.(Rûm 30/32)

     

    İmam Muhammed b. Ali Bâkır (Rahmetullahi Aleyh)


  2. Şah-ı Nakşîbend (K.S)

     

    Biri sordu:

    - Sizin yolunuzda halktan kaçmak ve açık zikir yok... Ya neye dayanıyor tarikatınız?

    Cevap verdiler:

    -Bizim tarikatımız, zâhirde halk, bâtında Hak ile olmaya dayanır.

     

    ****

     

    Nakşilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesidir. Buna <<setr-i keramet>>diyorlar. Hakkın en büyük imtihanlarından biri, velîsi ve kulunu kerametle lûtuflandırıp, onun, keramet ve kendi zatı arasında neyi seçeceğine bakmaktır. Gaye Allah'tır keramet değil; ve Allah verdikçe, verdiğine kanmayıp onu istemek, onun rızasına yönelmek lâzımdır. Tarikatın en nazik geçidi... Bir çoğu bu geçitte yakalanıp, nesi var, nesi yoksa kaybetti ve iflâsa gitti.

     

    Çizgisi çizgisine , noktası noktasına şeriata bağlanmak ve ondan sonra şeriatın bâtınındaki gayeye ulaşmaktan ibaret bu yol, disiplinlerin en incesiyle, ilâhî rızadan gayri hiç bir murad tanımaz. Onlar için, Allahın ikramlarından birine takılıp kalmak da, kerametin son haddinde, kerameti peçelemekten, örtmekten büyük keramet tanımazlar.

     

    Başbuğ Velîlerinden 33 Syf: 92-93

     

     


  3. Selamlar,

     

    Msn toplantımızı dün itibariyle gerçekleştirmiş olduk. Toplantı yoğun ve etkin katılımın neticesinde oldukça verimli ve akıcı geçti. Toplantıya iştirak eden arkadaşlara ve sair sebeplerden ötürü katılamayan arkadaşlara da teşekkür ediyoruz. Bilindiği üzere kitap dağıtım projesi ve forumla alakalı sorunların gündeme getirilmesi maksadıyla bir araya gelmiştik. Arkadaşlarla birlikte Aksiyon Gerek adlı başlığın içerdiği talep doğrultusunda projenin adlandırılması, işlevi, işleyişi ve bu sürecin takibi gibi konular üzerinde konuşarak fikir alışverişinde bulunduk. Katılımcı arkadaşlarla ana hatlarını oluşturduğumuz proje için aramızda bulunamayan arkadaşların da fikirlerini alarak daha sağlam bir şekilde ilerlemeyi düşünüyoruz. Proje hakkında görüş ve önerilerinizi şimdilik bu başlık altında paylaşabilirsiniz.

     

    Alınan kararlar şu şekildedir.

     

    • Proje için isim belirlenecek,

     

    • Sticker bastırılacak,

     

    • Projede her il için sorumlu veya sorumlular belirlenecek. bunlar kişi veya kurumlar olabilecek. katılan illerde üstadın eserleri stickerlanarak dağıtılmaya başlayacak,

     

    • Katılan illerdeki sorumlular bir ekip oluşturacak ve hem projenin geleceğiyle ilgili kararlar alacak, hem de fikir paylaşımında bulunacak,

     

    • Proje için n-f-k.com forum kategorisi altında bir alt forum ve n-f-k.com domain i altında bir alt domain oluşturulacak,

     

    • Bir ilde kitap dağıtmak isteyenler ya kendileri kitabı alıp koordinatörün bilgisi dahilinde dağıtacak, yahut koordinatöre para gönderecek koordinatör bu parayla kitap alıp dağıtacak,

     

    • Koordinatör kendi göndereceği kitaplara proje için hazırlanan sticker 'ı yapıştıracak. kendi kitabını dağıtmak isteyenlere de stickerları ulaştırmakla mesul olacak,

     

    • Kitap alımı için gönderilen paraların dekontları, kitapların faturaları vesair makbuzlar taratılarak forumda yayınlanacak, belgelendirilecek,

     

    • Proje kapsamında alınan, verilen sarf edilen her şey kayıt altına alınacak,

     

    • Ayrıca tanıtımlar da Facebook sayfamızdan yapılacak.

     

    Saygı ve selamlarımızla..

    • Like 1

  4. Selamlar,

     

    Allah izin verirse bugün 21:30'da msn toplantısını gerçekleştireceğiz. Daha önce de forumla alakalı toplantılar düzenlemiştik. Msn toplantılarımız, hem forumdaki sorunların tespiti, giderilmesi, hemde tanışma, kaynaşma açısından oldukça faydalı, muhabbetli oluyor. Kullanıcıların soruları ve merak edilen meseleler anlık cevaplandırılıyor. Katılmak isteyen arkadaşları bekliyor olacağız.

     

    Saygı ve selamlarımızla..


  5. Selamlar,

     

    Üstad'ın, geçmişden günümüze alışılagelmiş roman türlerinden farklı, diğer romanlara nispetle aralarında derin fark uçurumları bulunduğuna ve bu derinliğin asla doldurulamayacağına inandığımız romanı, Aynadaki Yalan. Klişeleşmiş roman türlerinde, sık sık karşılaştığımız kelime hokkabazlıklarıyle uyandırılan suni heyecan, kof diyalektiklerden müteşekkil kuru akıcılık, ruhsuz, köksüz, gayesiz roman, Üstadın roman anlayışına taban tabana zıttır. Üstad'ın zaviyesinde roman, hakikatın sesi olmalıdır ve yine hakikat ölçüsüne sadık kalmak koşuluyla öteler aleminin kaygısını yüklenmeli ve bu şuuru aksettirmelidir. Aynadaki Yalan romanını diğer romanlardan ayıran en bariz hususiyetlerden biriside romanın ulvi bir keyfiyete haiz olması ve manevi bir misyon üstlenmesidir.

     

    Üstadın roman hakkında bahsi geçen fikirlerinden bir iktibas;

     

    "Halbuki roman, yerle göğü birleştirici mahiyetiyle insan ve toplum harekiyet ve seyyaliyeti içinde en ulvi ve münezzeh mânaya kadar ulaştırılabilir. Ve artık toprak üstü sefil mananın yerde bırakılması şartıyle mefhum ve mahiyetini değiştirerek Frenklerin ( Ekritür – Destine ) , Müslümanların da ( Alın yazısı – Kader ) dediği takdir kalemindeki hikmete yol arayabilir. O zaman karşımıza süfli mânasiyle roman değil, ulvî keyfiyetiyle İlahi sanat çıkar ve roman dize gelir. **(Kafa Kağıdı, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı / s. 7-14)"

     

    Ve Roman..

    Romanın başkarakteri olan felsefe öğrencisi Naci, adeta buhranlar anaforu içerisinde fikri ve ruhi derin sancılar çekmektedir. Uzun soluklu sancılarla kıvranan sıkıntılarla cebelleşen Naci, bir çıkmazın içerisindedir fakat bunun idrakinde değildir. Bütün hadiseler Naci'nin etrafında cereyan eder ve gelişmeler, karakterler onun etrafında şekillenir.

     

    Genel itibariyle karakterler; Naci, Belma, Mine, Hatçe, Ressam Abid, İmam ve Hüsmen Ağa'dan oluşmaktadır. Naci'nin gözünde Belma, beyni parçalayan bir ur olarak vasıflandırılırken Mine bir diş gıcırtısından ibarettir. Hatçe ise Naci'nin bulmak istediği erdirici özelliklere sahip ideal bir kadın tipi. Roman Üstadın Yılanlı Kuyu olarak nitelediği dünyada, tek kurtuluş yolu olan tasavvuf yolunun bulunmasına ve bu yolun arayışı içerisine girilmesinin zaruri olduğuna işaret eder. Yaratılış gayesinden yola çıkarak yaşam ile ölüm arasında bireye, topluma ve sosyal planda nizama, hayatın süfli ölçülerden sıyrılarak ahlaki, mantiki ölçülerde en güzeli ve en doğruyu bulma yolunda idame ettirilmesine kadar ne varsa her şeye değinilmiştir. Kur'an ve Sünnetin ışığında bu şaşmaz, sarsılmaz ölçüler yegane kıstas kabul edilerek dini, siyasi, iktisadi, içtimai mevzulara açıklık getirilmiş ve sorunlar bu minval üzerinden çözülmeye çalışılmıştır.

    Naci bir nevi Üstadın Sahte Kahramanlar adlı eserinde yer verdiği Özlediği Nesli sembolize etmektedir. Özlediği gençte aradığı vasıfları Naci'de temayüz ettirir. Bu vasıfları başlıklar halinde hatırlayacak olursak;

     

    1. Aşk

    2. Üstün Akıl ve Sır İdraki (Romanda sır idrakine çok defa atıfda bulunulmuştur.)

    3. Nefs muhasebesi

    4. Eşya ve Hadiselere Tahakküm ve Onları Tasarruf Mizacı

    5. Aksiyon Ruhu

    6. Gözü Karalık

    7. Fedakarlık ve Disiplin

    8. En Derin Merhamet İçinde En Keskin Şiddet

    9. Başta Samimiyet, Her Şubesiyle O'nun Ahlakı

    10. Zarafet ve Estetik

    11. Tek Ümmet Modeli Olarak Sahabiyi Almak

     

    Naci karakteristik bakımdan bu faziletlere liyakat gösterir ve üzerinde taşıdığı vasıflarıyla özlenilen nesli hakkıyla temsil eder. Üstad romanında sır idrakine çok fazla atıfda bulunmuştur çünkü sır idraki asıl gayeye kapı aralayabilmek ve mesafe alabilmek bakımından temel istinad noktasıdır. Tasavvufda öyle mertebeler ve öyle konular vardır ki salt kuru akıl ile bu meseleleri kavrayabilmek mümkün değildir, yola tabi olan salik maddi ve manevi sırları idrak edebilmek, esrarın künhüne vakıf olabilmek için mutlak surette bir yol göstericiye muhtaçdır ve bir Mürşid-i Kamile intisap etmek zorundadır. "Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!" tabi olduğu veliye ithafen söylenen bu sözler belli bir safhadan sonra yedi başlı ejderha hükmündeki nefs-i emarenin esaretinden sıyrılarak, enaniyet mikrobunun kutlu vesileyle öldürülmesi ve asıl işi görecek ruhun devreye girmesini sağlamaktır. İzah üstü meseleler anlaşılabilir kavranabilir fakat izahı kabil değildir. Naci'den beklenen ve ona tevdi edilen vazife, bütün meselelere İslamın projektörleriyle bakması yorumlaması ve yaşamasıdır. Felsefe asistanlığı yaptığı üniversitede, "Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu" adlı eserin nüvesi, çekirdeği mesabesinde farz edebileceğimiz, İslam Tasavvufu ve İnsanlığın Beklediği Nizam adlı doçentlik tezini hazırlar. Bu tez yanlı profesörlerce kabul görmez ama bir müddet sonra batıda yoğun alaka görür. Ayrıca Üstadın, İdeolocya Örgüsünde heykelleştirdiği ulvi nizam Naci'nin tezinde de yansımalarını bulmaktadır. Tezin ihtiva ettiği hususlara kısaca değinecek olursak; "Kapitalizm ve Liberalizm (cemiyet haklarını) Sosyalizm ve Komünizim (ferdin hakkını) Materyalizm ve pozitivizm (ruhun hakkını) çalmaktadır. "Asırlardan bu yana insan, makine putu önünde kendi öz eserine mahkumdur. Akıl yoluyla kuru mantık kumkumaları ve kof diyalektiklerle meydana getirilen izm'ler, zulum, dalalet ve felaket sistemleri toplumu felce uğratmaktan başka bir işe yaramamıştır, tek ve biricik kurtuluş yolu ebediyet nizamı olan İslam'dır. Üstad Allah (c.c) demenin yasak olduğu dönemlerde zerre kadar tereddüt etmez, kişiliğinden, şahsiyetinden, duruşundan taviz vermeden yine Allah demesini bilmiştir, bu defa aynı gür seda ile Naci'nin sesinden hakikatı haykırmış romandaki tabiriyle pembeli, morlu, kızıl gazateleri karşısına alarak söyleyeceklerini onun ağzından söylemiştir. Romanı okuyanlar Naci'den yola çıkarak kahır ekseriyetle Üstadın biyografisi olduğunu öne sürerler. Yaşadıklarıyla, kendine münhasır dava anlayışıyla aynı parelellikte olduğu gerekçesiyle böyle bir kanaat oluşsa da bunu kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir intibanın oluşma nedeni Üstada ait fikirlerin Naci'nin düşünce dünyasında hayat bulmasından ileri gelmektedir ama Naci eşittir Necip Fazıl diyebilmek muhaldir.

     

    Eserde harikulade psikolojik tahlillere rastlamak mümkündür. Hayatın en önemli unsurlarından biri olan kadın iç ve dış yönleriyle ele alınmıştır. Naci genç ve alımlı olması hasebiyle Belma'nın ağına takılmıştır. Belma, Mine ve Hatçe üçgeninde gel gitler yaşar. Mine solcudur ona karşı pek alaka kesbetmesede zaman zaman gizli ve küçük temayüllerden kendisini alamaz, Mine'ye karşı hissiyat bakımından kendisini daima firenlemesini bilmiştir zaten polemikçi yanını diş gıcırtısı şeklinde yorumlar ve bu durum ona itici gelmiştir fakat o Mine'ye değil Mine ona meyyaldir. Naci kendisini Belma'ya daha yakın hisseder onunla psikoljik bir savaş içindedir. Kadında tuhaf, anlaşılmayan mistik bir halet-i ruhiye vardır. Üstad anlaşılamayan bu ruh halini şöyle çerçevelemiştir.

     

    Üstadın nazarında kadın prototipi

     

    "Dünyada harplerin en incesi, en girifti, strateji ve taktikte büyük kurmay dehâsına en muhtaç olanı, kadınla erkek arasındaki gizli savaş... *Kadın bir ufuk gibi kaçmayı, yaklaşıldıkça uzaklaşmayı, ama adım başında vaadetmeyi, derken vaadini geri almayı, peşinden tekrar caymış görünmeyi bilen, erkek de civa damlası misali parmaklarından kaçıcı bu yaratığı bayıltıp durdurmayı ve parmağına yapıştırmayı becerebilen..."

     

    Naci batıda rağbet gören tezi sebebiyle kendisi için düzenlenen baloya katılmıştır. Baloda nihayet peşinden koştuğu, sürüklendiği, beynini aklını her şeyini istila eden Belma'yı tesiri altına almayı başarmıştır. İşaret edildiği üzere "Parmaklarından kaçıcı bu yaratığı bayıltıp durdurmayı ve parmağına yapıştırmayı becerebilmiş" fakat ona hükmettikten sonra inancına uymadığı için onu elinin tersiyle itmiş, zihnini, ruhunu ondan arındırmış ve uzaklaşmasını bilmiştir.

     

    Mine ise "ya benim ol ya benimle ölürsün" diyecek kadar sevdiği Naci'yi sohbet evinde bulur, bir şekilde ikna eder arabasına alır ve birlikte boğaza doğru giderler, aniden kırdığı direksiyonla köprüden uçarlar Mine ölür, Naci kazadan sağ kurtulmuştur.

     

    Naci bunca hengamenin ardından askerlik vesilesiyle tanıştığı, ölmek üzere olan Hatçe'nin yanına gider. Hatçe'nin son isteği, Naci ile evlendikten sonra ebediyete evli olarak uğurlanmaktır, teklifi kabul eder ama ondan çok etkilenmiştir. Naci bir gece rüyasında gördüğü Hatçe'nin işareti ile cami cami dolaşıp erdiricisini aramaya koyulur ve Eyüp'de bulur. Naci, mecazi aşkdan geçerek hakikatın yolunu bulmuş Leyla'dan, Mevla'ya geçmeyi başarmıştır.

     

    Özetleyecek olursak; Eserde Üstadın hasretle andığı yolunu gözlediği, renk renk ve çizgi çizgi anlatmaya çalıştığı, özlediği neslin bir sülieti müşahede edilmektedir. Bu romanı davasını ve fikirlerini serdettiği eserlerinin, minyatürleştirilmiş hali olarak da telakki edebiliriz. Allah cümlemize Naci gibi muvaffak olmayı nasibi müyesser eylesin ve Üstadımızdan ebeden razı olsun.

     

    Dua ve muhabbetle…

    • Like 6

  6. Eşrefoğlu’nun saydığı dört mürşid-i kamil

     

    man-1.jpg

     

    Eşrefoğlu Rumi, “on yedi şeyhe yetiştim, her birine hizmet ettim. İçlerinden dört tanesi mürşid-i kâmildi” der ve onları sıralar..

     

    13. ve 14. yüzyıllarda, Anadolu ve Balkanların İslam nuruyla aydınlanması ve Türk adının İslam’la özdeşlemesinde büyük katkıları olan nice dervişler yaşamış. Bunlardan kimilerinin adı bizlere kadar gelmiş, kimlerinin adı unutulmuş gitmiş, kimilerinin adı hiç bilinmemiş. Adı bize kadar ulaşanlara baktığımızda, o büyüklerin şiirler yoluyla bize kadar ulaşabildiklerini görüyoruz. Yûnus Emre, Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumi hep bu şekilde bize kadar ulaşmış olan büyükler cümlesinden.

    Toprağın fethinden önce gönüllerin fethi gerekir düsturundan hareketle, önce gönül erlerini göndermiş büyükler, fethedilecek topraklara. Bu erler, halkın İslam’la tanışmasına, İslam’ı sevmesine yardımcı olmuşlar. Böylece yerli halk İslam’a kendi istekleriyle girmişlerdir. İşte Tarık Buğra’nın Osmancık, Kemal Tahir’in Devlet Ana romanları bu konularına değinen edebî eserlerdendir. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun eserlerini de unutmayalım.

     

    esrefoglu-abdullah-i-rumi-5001-68011-1.jpg

     

    Osmanlının kuruluş devrinde (1353–1469) yaşamış bir Allah dostudur Eşrefoğlu Rumi. Asıl adı Abdullah olan Eşrefoğlu, Mısır’dan Anadolu’ya göç etmiş bir aileye mensuptur. Medresede ilim tahsili görür ve bugünkü anlamda doçentlik seviyesine kadar yükselir. Gördüğü bir rüya üzerine tasavvufa meyleder. Önce Emir Sultan’a gider. Emir Sultan yaşlandığını söyleyip ölümünün yakın olduğunu belirterek kendisini Ankara’ya, Hacı Bayram hazretlerine gönderir. “Aradığını orada da bulabilirsin” der.

    Hacı Bayram Veli’ye intisap ederek 11 yıl hizmetinde bulunan Eşrefoğlu, hazretin kızıyla evlenerek damadı olur. Bir müddet sonra, Hacı Bayram Veli’nin işaretiyle, Abdulkadir Geylani’nin Suriye’de bulunan torunlarından Hüseyin Hamavî’ye intisap eder. Suriye’den dönerek İznik’e yerleşir. İlkin bir uzlet hayatı yaşayan Eşrefoğlu, daha sonraları insanları irşad etmeye başlar.

     

    Eşrefoğlu Rumi hazretleri hakkında piyasada bir menakıp kitabı var

     

    Eşrefoğlu Rumi’nin özellikle yazdığı şiirler çok önemlidir. Onu, Yûnus Emre’nin müteakibi olarak değerlendirenler bulunmaktadır. Gelgelelim Eşrefoğlu Rumi Türkçede daha çok Müzekkin Nüfus (Nefislerin Tezkiyesi) adlı kitabıyla tanınmaktadır. Ki bu güzel eser, yıllarca ülkemizde halk kitabı olarak basılmış ve İhyau Ulumid Din’in, Büyük İslam İlmihali’nin, Tenbihu’l-Gafilin’in, Envaru’l-Âşıkın’ın, Menakıb-ı Çehar-ı Yar-ı Güzin’in, Hz. Ali Cenklerinin, Kara Davut Şerhi’nin yanında kendisine yer edinmiştir kütüphanelerimizde. Müzekkin Nüfus sade bir dille İslam dinini anlatan bir kitaptır. Halkımız yıllar yılı bu eserlerden istifade ederek imanlarını kavi tutmuşlar ve amellerinde ihlâslı olabilmişlerdir.

    Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin hayatı hakkında pek fazla bir bilgiye sahip değiliz. Birçok mutasavvıf gibi, onun hakkındaki bilgilerimizi de hakkında kaleme alınmış menakıp kitaplarından öğreniyoruz. Hazret hakkında piyasada bir menakıp kitabı var. Günümüz Türkçesinde ilk olarak Bedir Yayınları tarafından basılan bu eseri, Abdullah Uçman hazırlamış. Rıza Tevfik uzmanı olarak nam salmış olan Uçman’ın nice titiz çalışmasından biri de bu menakıpname.

    Bursalı Mehmed Veliyyüddin namında bir zatın hazırladığı bu eser, Menakıb-ı Hazret-i Eşrefzade eş-Şeyh Abdullah er-Rumî el-İznikî adını taşıyor. Eseri, son olarak Mustafa Güneş hazırlamış, Sahaflar Kitap Çarşısı da 2006 yılında basmış. Kitabın önemli bir özelliği var. Hem orijinal eskimez Türkçe, hem eskimez Türkçenin latinize edilmiş hali, hem de sadeleştirilmiş metin bir arada bulunuyor kitapta. Böylece, gerek Osmanlıca bilenler, gerek bilmeyenler, hem halk, hem araştırma yapmak isteyenler kitaptan yararlanabiliyor.

     

    Topyekûn bir eğitim sistemimiz tasavvuf mayasıyla yoğrulsa…

     

    Menakıp kitabından öğrendiğimize göre, Eşrefzade’nin soyu Hz. Ali vasıtasıyla Peygamber Efendimize kadar ulaşmaktadır. Bu anlamda Eşrefoğlu bir seyyiddir. Eşrefoğlu Rumi, Hacı Bayram Veli hazretlerinin dergâhına kabul edildiğinde kendisine önce tuvaletlerin temizlenmesi görevi verilir. Daha sonraları dergâhın imamlığı görevini üstlenir.

    Burada hemen bir parantez açmakta fayda var. Tasavvufta nefislerin terbiyesi ve tezkiyesi, kibirden, riyadan ve ucuptan arınabilmesi için, sıkı perhiz ve tedbirlere başvurulduğunu görüyoruz. Örneğin Şah-ı Nakşibend hazretlerinin öğrencilerinden, daha sonra Nakşibendî yolunun büyüklerinden ve hazretin damadı olacak Alâeddin Attar hazretleri, Buhara sokaklarında elma satmıştır. Yine Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri, kadılık yaptığı Bursa sokaklarında ciğer satmıştır. Yine Nakşibendî yolunun Halidiyye kolunun serçeşmesi Mevlana Ziyaeddin Halid-i Bağdadî hazretleri de Abdullah Dehlevi hazretlerine intisap ettiğinde, helâların temizlenmesi görevi kendisine verilmiştir.

    Aynı manzarayla Eşrefoğlu Rumi’nin hayatında da karşılaşmak şaşırtıcı olmasa gerek. Nitekim Hz. Ömer, halife olduğu dönemde bir gün, eline aldığı su kırbasıyla insanlara su dağıtıyor. ‘Size yakışmaz, siz halifesiniz’ denildiğinde, ‘Nefsime bir kibirlenme geldi, onu kırmalıyım’ cevabını veriyor. Yine aynı şekilde Hz. Ömer’in sırtında un çuvalı taşıması da meşhurdur. Hele bu olayı Mehmed Akif’ten okumak ise başlı başına bir edebî ve dinî bir lezzettir.

    Tasavvufun kibri ezmek için, insanı böylesi kerih işlerle uğraştırması, elbette bir terbiye metodudur. Bugün, daha küçücük yaşlardaki çocuklarımıza kendisine güveni gelsin diye, türlü hokkabazlıklar ve şaklabanlıklar yaptırıyoruz. Kendisini göstermesini istiyoruz, egosunu şişirmeye çalışıyoruz. Benliğini okşuyoruz. Eğitim sistemimiz de maalesef bu yöne doğru deli dereler gibi akıyor. Akan dereler, önüne kattığını götürüyor. Geriye ne kalacak, bilemiyoruz. Tasavvuf bize eğitim konusunda da unuttuğumuz şeyleri hatırlatamaz mı acaba, bugünün insanının sayrılı ruhuna ilaç olamaz mı acaba? Topyekûn bir eğitim sistemimiz tasavvuf mayasıyla yoğrulsa ne olur acaba? Denemeden karar vermek zor olsa gerek.

     

    İçlerinden dört tanesi mürşid-i kâmildi

     

    Tasavvuf, insanın nefsini, kibrini, hasedini ve cimriliğini kıracak nadide bir yoldur. Eşrefoğlu Rumî de, ilmin kendisine verdiği büyüklükten tasavvuf yolundaki hizmetleri sayesinde kurtulmuştur, menakıpnamede geçtiğine göre.

    Eşrefoğlu Rumi, “on yedi şeyhe yetiştim, her birine hizmet ettim. İçlerinden dört tanesi mürşid-i kâmildi” der ve onları şöyle sıralar: Hacı Bayram Veli, Şeyh Hüseyin Hamavî, Akşemseddin ve Emir Sultan.

    Kitap sadece Eşrefoğlu Rumi’nin menkıbelerini anlatmıyor, hazretten sonra Eşrefîlik yolunun sürdürücüsü olan zatların da menkıbelerine değiniyor. Bu anlamda Eşrefoğlu Rumi’nin dergâhının ve türbesinin nasıl yapıldığını da bu eserden öğrenmemiz mümkün.

    Kitapta keşke hazretin şiirlerinden de bir güldeste yer alsaydı diyesi geliyor insanın.

     

     

    İsmail Demirel, “Allah, gönül erlerinin aydınlık yollarında yürüyebilen kullarından eylesin” diyerek okudu ve tavsiye etti

     

    Kaynak

    • Like 1

  7. Hadis okumayı tavsiye edermiş

     

    Mahmud Sami Ramazanoğlu

     

     

    Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s) Hocamızın hatıraları salih bir kul nasıl olunur'un güzel bir cevabı niteliğinde..Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendimiz son devirde yetişmiş, yüzüne bakıldığında Hakk'ı hatırlatan bir güzel insan... Güzel ahlakı, edebiyle, kitaplarıyla hayatımızda örnek teşkil etmesi gereken bir Hak Dostu

    Hukuk fakültesini birincilikle bitirmiş Mahmud Sami Efendimiz... Arapça, Farsça ve Fransızcayı da çok iyi biliyormuş. Talebesi olmaya çalışan bizlere, kendisini tanımamız için yol gösteren, Erkam Yayınları'nın basmış olduğu iki ciltlik Mahmûd Sâmî Efendi'den Hatıralar isimli kitapta merhum Mahmud Sami Efendimiz'in hayatını okuduğumda onun her anında sünnetlere gösterdiği özeni gördüm. Bu da O'ndaki Rasulullah (s.a.v) aşkını gösterdi bana. Her yönüyle insanlığa örnek Efendimiz (s.a.v)'in sünneti seniyyesiyle yaşayan bir zatı tanıdım. Kitabın her sayfasında rahmet damlaları düştü sanki ellerime Bazen de 'hayret Ya Hayy' dedirtti.

    Ramazanoğlu Efendimiz, Allah'ın her an kendisini gördüğü şuuru ile ayaklarını uzatarak oturmaya çekinirmiş. Hep dizlerinin üzerine otururmuş. Nasıl bir haşyet bu Ya Rabbi... Vefatında, Allah'a kavuştuğunda yine dizleri bükükmüş. Hayret ettim hatıralarını ve O'na dair bilgileri okudukça. Anladım ki bu kitabı okuyunca, Allah dostları Allah ile yüz yüze gibi yaşamışlar ve yaşıyorlar.

     

     

    Her bir hatıra üsve temsilcisi

    İnsanı yaşanmış hikâyeler her zaman kurgudan daha çok etkilemiştir. Filmler bile yaşanmış bir hikâye uyarlamasıysa daha çok gişe yapar. Bu okuduğum kitabın etkisi de bu nedenle fazlaca... Çünkü her bir hatıra birer üsve-i hasene...

    Mustafa Eriş'in derlediği Mahmud Sami Efendi'den Hatıralar beni bambaşka bir âleme götürdü ve koltuğumdan kalkana kadar o zamanda yaşattı. Geçmiş günlere götürüp günümüzün muhasebesini yapmama yardımcı oldu bu kitap Bizzat kendi hayatında yaşadığı hatıralar açık bir şekilde anlatılıyor çünkü Tevbe suresi 119. ayet-i kerimeyi hatırladım kitap sayfalarında çok kez. "Salih ve sâdıklarla beraber olun." buyruluyor. Salih ve sâdık olun değil

    İşte Allah bize salihleşmenin yolunu da ayetinde öğretiyor. Sırrı içinde saklı bir nevi Mahmud Sami Ramazanoğlu'yla beraber olanlar da hep O'na benziyor zamanla Seven sevdiğine benzer der ya hani büyükler, bu sözün tezahürünü gördüm kitapta

    Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendimizin hatıralarını okuduktan sonra bizzat yazmış olduğu, kaleme almış olduğu eserleri de okumamız bizlere çok büyük istifade sağlayacaktır.

    İslam'ı hassas yaşayan, kul hakkına girme korkusuyla yaşayan güzel zat

    Said Nursi Hz. ile de aynı zamanda yaşamış Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendimiz... Birbirleriyle karşılaştıklarında aralarında büyük bir muhabbetin zuhur ettiğini yanlarındaki kişiler farkedermiş.

    Şam'da yaşadığı süre içerisinde orada bulunan fakir talebelere de çokça yardım etmiş. Bir gün Şam'da Mustafa Alemdar kapısını çalmış, Sami Efendimiz hemen hadis okumalarından bahsetmiş. Çok etkilenmiş Mustafa Alemdar bu halden... Şam'a Sami Efendimizi Türkiye'ye davet için gittiğini tam kendilerine bildirecekken, bir ay sonra inşallah döneceği cevabını alıp mutlu olarak yanından ayrılmış.

    Mahmud Sami Efendimiz ticaretle uğraşmasına rağmen hiç bir zaman kulluğunu unutmamış. Büyüklerin tabiriyle 'el kârda gönül yarda' yaşamış. Her gün Erenköy'den Tahtakale'ye vapurla ve dolmuşla gidermiş. Yolculara ve çalışanlara sıkıntı vermemek için hep paralarını bozuk olarak öncesinden hazırlarmış. Bu, vapur jetonu satanların veya dolmuş şoförlerinin bile dikkatini çekmiş.

    İşte İslam'ı böylesine hassas yaşayan, kul hakkına girme korkusuyla yaşayan güzel zat Mahmud Sami Efendimiz... Ve o gün dolmuş ve vapur parasını karşılayacak kadar Allah ona lütfettiği için o miktar parayı şükür mahiyetinde infak edermiş. Hem fakiri gözetmek, hem şükür... Ne güzel bir anlayış...

    Çok da cömertmiş. Kendisine hediye edilen en güzel seccade, tesbih, halıları hemen aynı günü kimin ihtiyacı varsa infak edermiş. Kendisine biri bir avuç lokum verdiyse o üç avuç verirmiş. Birçok yolculuklarında fakir birini gördüğünde arabayı durdurur, hemen yardımına gidermiş. Yanındaki insanları göndermek değil, kendisi bizzat tevazu ve nezaket içinde verirmiş.

    O'nun terbiyesinden geçen Musa Topbaş Hocamız da yine ihtiyaç sahiplerine para infak ederken zarf içinde ve zarf üzerinde kime verecekse ismiyle yazarmış. Hatta isminin yanına da muhterem diye eklermiş. Paraları bile eski, buruşmuş, katlanmış şekilde değil, yeni olanlardan seçermiş. Bu nasıl bir incelik? Bu nasıl bir incitmemezlik? İşte salihler, diğer yandan da bizler...

    Peygamberimiz (s.a.v)'in ayak ucuna defnedilmek nasib oldu

    Sami Efendimiz ömrünün son beş yılını Medine'de geçirmiş. Vefatı da Medine'de gerçekleşmiş, Peygamber (s.a.v.) âşığı Sami Efendimiz dünyada ve ahirette O'na (s.a.v.) komşu olmuş. Her sohbetlerinde değinirlermiş 'nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz' hadis-i şerifine... O, sünnet-i seniyye ile yaşadı; Cennetül Baki'ye, kutlu topraklara defnedilmekte ona nasip oldu. Kabri Hz. Osman Zinnureyn'e ve Hz. Ebu Said el Hudri'ye yakınmış. Ayak ucunda durulduğunda Mescid-i Nebevi tam karşısına denk gelirmiş.

    Abdullah Sert Hocamız bu durumu şu cümleyle özetler: "Hayatında Peygamber'in ayak izlerinden yürüyen Sami Efendimiz'e Peygamberimiz (s.a.v)'in ayak ucuna defnedilmek nasib oldu."

    Ömrünün son zamanlarında eserlerinin basılmasını ve kütüphanelerde bulunmasını istemiştir Sami Efendimiz. Bu vasiyete binaen hayatını, hatıralarını öğrenmeye bu kitap ile başlayabiliriz. İşte hatıralarıyla kalplere aşı yapan bir gönül sultanı Sami Efendimiz...

    Sadrında derya olan insanlara satırlar yeterli gelmez vesselam. Rabbim hepimize bir nebze de olsa hayatından hayatımıza katreler nasip etsin inşallah

     

    Eslem Nilay Bozdemir yazdı

    • Like 1

  8. 463-1.jpg

    Osman Nuri Topbaş

     

     

    Osman Nuri Topbaş Hocaefendinin 40 soruya verdiği 40 cevap bir kitapta toplandı..

     

    Yaşadıklarımızla inandıklarımız arasına sıkışıp kaldığımız zamanlar olur. Böyle durumlarda da kafamıza takılan, kendimizce cevaplamaya çalıştığımız sorular vardır. Erkam Yayınları’ndan çıkan 40 Soru 40 Cevap kitabında Osman Nuri Topbaş Hoca’ya sorulmuş sorulara bakıp, çoğunun benim de aklımda olan sorular olduğunu görünce, dedim ki demek gençlerin dertleri ortak, bu yollarda hiç birimiz yalnız değiliz.

     

    Gönül ve zihin dünyamızı aydınlatmak için doğru soruları sormak

     

     

    40-soru-cevab-500x500.jpg

     

    Maddenin öneminin, enaniyetin, vefasızlığın arttığı; dinin şekilciliğe dönüşüp, güzel ahlakı, gerçeği görmeye, idrak etmeye çalışan gönüllerin azaldığı dönemdeyiz. İster istemez kulağımızın duyduğu, gözümüzün gördüğü şeyler var. Hal böyle olunca, İslam’ı hayatımıza uygulamak; sadece şeklen değil, ahlak olarak da İslam’ı yaşamak daha da zorlaşıyor. Bu noktada da –kitabın önsözünde de belirtildiği gibi- gönül ve zihin dünyamızı aydınlatmak için doğru soruları sormak ve bu sorulara doğru cevaplar almak gerekli. Genç dergisinde Osman Nuri Topbaş Hoca’nın, “Bir Soru Bir Cevap” köşesinde daha önce sorulmuş olan kırk soruya verdiği gönül ferahlatıcı kırk cevabı, bu ihtiyaca cevap vermekte.

     

    Genellikle İslam, hayat ve ahlak ilişkisiyle ilgili olan soruların cevaplarında Osman Nuri Topbaş Hoca ayetlerle, hadislerle, kıssalarla çok güzel açıklamalar yapmış her zamanki gibi. Bir kez daha kendini iyi yetiştirmenin, insanlar arası ilişkilerin, Allah rızasının, güzel ahlakın ve en önemlisi gerçek sebepleri fark etmenin önemi vurgulanmış bu cevaplarda. Peygamberin yolunda olmak, İslam’ın güler yüzünü temsil etmek hatırlatılmış. Hiç aklımda olmayan bu kitap, tam da zamanında karşıma çıkıp birçok konuda beni rahatlattı.

     

    Sözün özü; akıllardaki sorulara cevap, bildiklerimize destek, unuttuklarımıza hatırlatma olacak, görüldüğü yerde okunması, faydalanılması gerekli bir kitap 40 Soru 40 Cevap.

     

    A. Serra Uslu yazdı.

     

    Kaynak

    • Like 2

  9. Necip Fazıl neden uçakla git demiş ki?!

     

    mustafa-yazgan-1-1.jpg

     

    Mustafa Yazgan

     

    TYB İstanbul Şubesi Necip Fazıl’ın talebesi Mustafa Yazgan’ı misafir etti. Bir hatıralar geçidi sunuldu..

     

    Mustafa Yazgan Bey, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’le uzun yıllar teşrik-i mesai yapmış kıymetli düşünce ve aksiyon insanlarımızdan bir tanesi. Samimiyetinden ve vefasından olacak ki Üstad’ın güvendiği ve sevdiği isimlerden birisi olma şerefine kavuşmuş. Adeta bir vazife bilinciyle 18 yıl fahri olarak Üstad’ın emrinde çalışmış.

    Bülent Arınç Bey, Beşir Atalay Bey ve birçok ünlü simanın da üyesi bulunduğu Büyük Doğu Kulübü’nün Ankara başkanlığını yapmış. Üstadın Anadolu’nun çeşitli yerlerinde verdiği konferanslarında yanında bulunmuş ve birçok kere onun takdimini gerçekleştirmiş. Yani kısacası zor zamanlarda hak dava için çalışmış ve bunun bedelini de ödemekten geri durmamış.

    Örnek bir faaliyet oldu

    Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi geçtiğimiz günlerde Mustafa Yazgan Bey’i misafir etti. Mahmut Bıyıklı’nın sunumuyla çok güzel bir söyleşi gerçekleştirildi. Bizler de gençlik için numune-i imtisal olan böyle kıymetli şahsiyetleri dinlemekten büyük mutluluk duyduk. Böyle örnek şahsiyetlerin çağırıldığı hayırlı programları her zaman takdirle karşılıyor ve devamını diliyoruz. Ayrıca böyle şahsiyetleri gençlerle buluşturmanın önemli bir vebal olduğunu da buradan çeşitli kurum ve derneklere hatırlatmak istiyoruz. Yani açıkçası; biz gençliğe örnek olmayacak hafif meşrep kişilerdense böyle ağır dava adamlarını kürsülerde görmek istiyoruz. Bu bakımdan Türkiye Yazarlar Birliği’ne teşekkür ederiz.

    Fikir ve aksiyona devam

    Konuşmasına gençlerden fikir ve aksiyon hareketlerini devam ettirmelerini rica ederek başlayan Mustafa Yazgan Bey, kendisinin uzun süredir Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslara gittiğini söyledi. Karda kıyamette otobüslerle gittiği konferanslardan cebini parayla doldurup gelmediğini, Allah rızası için oralara gittiğini söyleyen Mustafa Yazgan Bey, bu işlerde ihlas olmadan hiçbir şey elde edilemeyeceğini, Rıza-yı Hak için olmayan işlerin bereketsiz olacağını ifade etti.

    Mustafa Yazgan Bey’in anlattığına göre Üstad Necip Fazıl, kendisinin konferanslara gittiğini duyunca; “Duydum ki konferansa gidiyormuşsun. Neyle gidiyorsun?” diye sormuş. Mustafa Yazgan Bey de; “Otobüsle” deyince; “Olmaz, uçakla gideceksin” demiş. Bunun üzerine Mustafa Yazgan Bey içinden; “Bu konferanslara öğrenciler kendi harçlıklarından yol paramı çıkartarak davet ediyorlar, nasıl onlardan uçak bileti isterim” diye geçirmiş fakat Üstad’a bu düşüncesini söyleyememiş. Daha sonra çalıştığı kurumun müdürü cumartesi pazarları konferansa gittiğini öğrenince on beş gün içinde görevine son vermiş.

    O yıllar fecaat dönemiydi

    Konuşmasının baş kısmında çocukluk yıllarındayken Türkiye’nin nasıl bir atmosferde olduğunu özetleyen Mustafa Yazgan Bey, bu konuda şunları söyledi: “Sene 1948, İslam’a karşı müthiş bir hareket var. Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör imzasıyla tamim yayınlandı, denildi ki; ‘Basında Allah’tan ve ahlaktan bahsetmek yasaktır, böyle bir yayına girişmiş olan dergilerin en geç bir haftaya kadar bu yayınlarına son vermesi rica olunur.’”

    Mustafa Yazgan Bey’in anlattığına göre o dönemlerde Müslümanların aleyhine birçok kirli oyunlar kurulmuş. Bir keresinde bir provokasyon düzenlemişler. Polis bir meczubu giydirip kuşatıp Sıhhiye’deki M. Kemal heykeline saldırtmış. Meczup kılıklı adam heykelin üstüne çıkmış ve elindeki çekiçle heykeli kırmış. Ertesi gün gazeteler “Ankara’da irtica” diye manşetler atmışlar. “Ticaniler atamızın büstüne saldırdı” gibi haberleri yaymışlar. Ticanilik adı altında ne kadar Müslüman varsa hepsine çeşitli zulümler yapmışlar.

    necip-fazil-kisakurek-71352-1.jpg

    O yıllarda irtica yaygarası yapan öğretmenler varmış

    O yıllarda Mustafa Yazgan Bey okula gittiğinde öğretmeni sürekli şunları söylüyormuş: “Çocuklar, cumhuriyet size emanet, mürteciler bakın gördünüz mü ne yapmış? Bu mürteciler cumhuriyeti yıkmak istiyorlar.” İşte böyle bir ortamda büyüyen Mustafa Yazgan Bey sürekli irtica yaygarası dinleyerek yetişmiş.

    O dönemde Mustafa Yazgan Bey’in bir nasibi varmış ki o da; babasının evlerine bütün dergileri almasıymış. Üstad’ın Büyük Doğularını sekiz-on yaşlarında okumaya başlamış. Sonra da Çöle İnen Nur adlı kitabını okumuş ve çok derinden etkilenmiş, adeta çarpılmış.

    Çocuğu kitap isteyince yüzünü buruşturan anneler var

    Burada şunu hatırlatmak isteriz ki dergi giren evlerle dergi girmeyen evler bir değildir. Bir çocuk hayırlı bir dergi giren bir evde yetişirse Allah’ın izni ile bunun bereketi görülür. Maalesef bu konu benim çok üzüldüğüm konulardan birisidir. Bir Müslüman okumasa bile, hayırlı bir yayın yapan bir dergiyi desteklemek amacıyla abone olmalıdır. Hiç olmazsa bu konuda çocuklarına örnek olmak için bunu yapmalıdır. Bir baba çocuğuna; “Benim babam parasıyla abone olarak İslamî içerikli bir dergiyi desteklerdi” dedirtebiliyorsa ne mutlu o babaya...

    Bir de annesine babasına; “Bir dergiye abone olalım” dediğinde ya da; “Bir kitap almak istiyorum” dediğinde asık bir suratla karşılaşan çocuklarımız var ki kitabın ve derginin önemini kavrayamayan anne babaları olduğu için Allah onlara yardım etsin.

    Üstad’la böyle bir atmosferde tanıştım

    İrtica yaygaralarının çokça yapıldığı bir dönemde üniversitede asistanken Üstad’la tanıştığını söyleyen Mustafa Yazgan Bey, Üstad’la tanışmasını şöyle anlattı: “Antep’te bir konferansın başında bir arkadaşımız beni Üstad’la tanıştırmak için odasına götürdü. Bana çok nazik bir şekilde davranan Üstad ile orada biraz sohbet ettik. Üstad; ‘Konferansın başında beni takdim eder misiniz?’ dedi. Bunun üzerine onun takdimini yaptım. Takdimim 15 dakika sürünce uzattığımı anladım ve hemen üstadı anons ettim. Daha sonra Üstad’ın bir huyu varmış, onu öğrendim. Üstad kendisini takdim eden takdimi beş dakikadan fazla uzatırsa hemen girer sahneye, elinden mikrofonu alır ve ‘teşekkür ederim’ dermiş. Bana öyle yapmadı. O günden sonra birçok kereler daha Üstadın takdimini yaptım.”mustafa-yazgan-3-1.jpg

    12 Eylül’ü yaşamayan bilmez

    12 Eylül darbesi olduğunda Mamak’a düştüğünü söyleyen Mustafa Yazgan Bey, cezaevi günleri ile ilgili şunları söyledi: “Allah bu memlekete bir daha 12 Eylülleri yaşatmasın. Ergenekoncuların ve darbecilerin ne menem adamlar olduklarını ancak biz biliriz. Yaşamayan bilmez. İdamlıkların olduğu yerde kalıyordum. Koridorun iki tarafında iki tane petrol bidonu vardı, temizlemişlerdi, biz onunla abdest alıyorduk. Yoğurt kaplarını gazete ile siliyorduk, onu demirin altından askere veriyorduk, o da o bidondan doldurup bize veriyordu. Bir gece saat 2’de uyuyoruz. Yastık yok, yorgan yok, çuval gibi bir şeyin için teneke kola kutuları, şişeler, marangoz artıkları doldurulmuş yatak diye bize verilmiş... Gece yarısı nöbet değişimi için bir gürültü kopardılar. Koridorun başındaki asker öbürüne bağırıyor; ‘Bu koridordaki su neyin nesi?’ diye. Ötekisi; ‘O buradaki Müslümanların abdest suyu’ diye bağırıyor. Öbürü; ‘Ben onların abdest suyunun içine bilmem ne yaparım’ diyor ve çok affedersiniz onun içine idrarını yapıyor. Biz o günden sonra artık duvarlara teyemmüm yaparak namazımızı kıldık. Bu asker Müslüman değil mi diye düşünüyorum.”

    Üstad’la Bağlum’a giderdik

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in mürşidine çok özel bir bağ ile bağlı ve ona vefalı bir insan olduğunu söyleyen Mustafa Yazgan Bey, bir gün Bahri Zengin, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan ve Erdem Bayazıt (Allah hepsine rahmet etsin) ile beraber Bağlum’a gittiklerini ve orada Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin mezarını ziyaret ettiklerini anlattı. Mustafa Yazgan Bey bu ziyaretten şu anıyı paylaştı: “O gün mezarın yanındayken Üstad bize dedi ki; ‘Gidin, karşı yolda bekleyin.’ Biz arkadaşlarla dediği yere gittik, kendisini yirmi beş dakika orada bekledik. Biraz sonra sendeleyerek yanımıza geldi, o arada biz arabaya binme telaşındayken bir arkadaşımız mezara tekrar gitti. O arkadaşımız bize Üstad’ın akıttığı gözyaşlarından toprağın çamur olduğunu anlattı.”

    “Özal Türkiye için bir kıymet” dedi

    Mustafa Yazgan Bey, Üstad ile olan son görüşmesini ise şöyle anlattı: “Üstad vefatından bir yıl önce, 1982 yılında bir gece saat 2’de beni aradı. ‘Yarın Ankara’ya geliyorum, kimseye haber verme, bir araba bul, beni karşıla’ dedi. Gittik onu karşıladık. O gün kendisi Çankaya’da Turgut Özal Bey ile bir görüşme yaptı. O görüşürken biz de arabada bekledik. Bir saat sonra geldi: ‘Müthiş bir insan, Türkiye için bir kıymet. Ona gereken şeyleri söyledim’ dedi. Bir de; ‘Semra Hanım benim şiirlerimi ezberden okuyor’ dedi.”

    Dursun Ali Taşçı teşekkür etti

    Son olarak dinleyiciler arasında olan Dursun Ali Taşçı Hoca’nın teşekkür mahiyetindeki konuşmasıyla program nihayete erdi. Dursun Ali Taşcı Hoca bu konuşmasında Üstad Necip Fazıl hakkında şunları söyledi: “‘Bir Adam Yaratmak” eserini geçen bir tiyatro eseri daha yazılmadı. Bize yabancıları çok büyütüyorlar ama hayır öyle değil! İnsan ruhunu ilgilendirmeyen hiçbir şey o kadar büyük değildir.”

     

    Aydın Başar haber verdi

     

    Kaynak

    • Like 2

  10. 121014-atlayiss.v2.jpg

    121014-felixhaber.standard.jpg

     

    Uzaydan rekora atladı, yere sağlam bastı!

     

    İnsanın en son teknolojiyi kullanarak fiziksel kapasitesini ortaya koyduğu en büyük denemelerden biri başarıyla gerçekleştirildi. Avusturyalı hava dalışçısı Baumgartner, yaklaşık 39 km yükseklikten Dünya’ya yaptığı atlayışı başarıyla tamamladı; 3 rekor geldi. Baugartner’in saatte 1.342 km hıza ulaşarak ses hızını geçtiği açıklandı.

     

    Avusturyalı hava dalışçısı Felix Baumgartner, balonla en yükseğe çıkan ve en yüksek mesafeden serbest dalış gerçekleştiren insan oldu. 'Korkusuz Felix'in, atlayıştan saatler sonra yapılan değerlendirmeler sonucunda ses duvarını geçtiği açıklandı.

    İlk olarak Pazartesi günü yapılması amaçlanan ancak şiddetli rüzgar nedeniyle ertelenen tarihi atlayış, dün akşam beklenenden de yüksek bir noktadan gerçekleşti.

    Baumgartner, helyum dolu balonun taşıdığı hava kapsülüyle yaptığı yaklaşık 2.5 saat süren tırmanışın ardından, TSİ 21.15’te stratosferden, yani atmosferin 50 km mesafeli ikinci katmanından Dünya’ya atladı.

     

    Baumgartner, insan bünyesini daha önce hiç maruz kalmadığı şartlarda en son teknoloji ve aylar süren çalışmanın birleşmesiyle üç rekora birden imza attı.

    Baumgartner, ilk olarak 39.045 metre yüksekliğe çıkarak, balonla yerden en yüksek mesafeye tırmanan insan unvanını kazandı.

    ‘Korkusuz Felix’ lakaplı Baumgartner, kapsülden yaptığı atlayışla, en yüksek mesafeden serbest dalış yapan insan oldu ve 52 yıl önce Joe Kittinger’in yaptığı 31 km mesafeli atlayışı tarihe gömdü.

     

    SES HIZINI 'DELDİ GEÇTİ'

    Avusturyalı hava dalışçısı son olarak, en hızlı serbest dalışı gerçekleştirdi. Korkusuz Felix’in atlayışı esnasında saatte 1124 km olan ses hızını aştığı belirtilse de (ilk bilgiler hızın saatte 1174 km olduğu yönündeYDİ) bu bilgi atlayışın hemen ardından doğrulanamadı. Redbull ekibi, atlayışın değerlendirmesini yaptıktan sonra bu konuda açıklama yapacağını belirtti. Uzmanlar, atlayıştan birkaç saat sonra yapılan resmi açıklamada, Baumgartner'in saatte 1.342,8 km hıza ulaştığını duyurdu.

     

    İki küçük not daha; Baumgartner'ın uzaya çıkışı 2 saat 21 dakikada, tarihi atlayışı ise toplam 9 dakika 3 saniyede tamamlandı. Baumgartner'in ses duvarını geçtiği serbest dalışı ise 4 dakika 20 saniye sürdü.

     

    TARİHİ GÜNDE TARİHİ ATLAYIŞ

    Baumgartner’in hafta başında yapılması amaçlanan ancak ertelenen atlayışı, tesadüf eseri uzay-havacılık alanında tarihi bir olayın yıldönümüne denk geldi. ABD’li pilot Chuck Yeager, X-1 uçağı ile 14 Ekim 1947’de gerçekleştirdiği uçuşla, ses duvarını uçakla delen ilk insan olmuştu.

    Baumgartner’in atlayışı, YouTube üzerinden 7.1 milyon kişi tarafından izlendi. İki saati aşkın hava tırmanışı boyunca kapsüldeki yüzde 100 oksijeni tüketen ve yerdeki komuta merkezinde kendisine yardımcı olan Joe Kittinger ile telsizden kontroller yapan Baumgartner, aynı zamanda Twitter’dan mesaj atmayı da ihmal etmedi.

    Baumgartner, 15 km mesafede -67 dereceye ulaşan hava sıcaklığına rahatlıkla karşı koyan kapsülüyle, beklendiği gibi 36.500 metreye değil, tam 39.045 bin metreye çıktı. Baumgartner, Kittinger’in talimatlarıyla son kontrollerini yaptı. Ana ve yedek paraşütün açma kollarını kontrol eden Baumgartner, kapsülün kapısını açmadan önce kapsül ile dış ortamın hava basıncını eşitledi.

    Korkusuz Felix daha sonra basınç giysisini şişirdi kapsülün kapısını açtı. Son olarak oksijen borularını kontrol eden Baumgartner, Kittinger’in atlayış için hazır olduğunu belirtmesinin ardından atlama pozisyonunu aldı.

     

    ‘MELEĞİM SENİ İZLEYECEK’

    Kittinger, atlamasından saniyeler önce Baumgartner’e telsizden, "Seni izleyen bir meleğim olacak" dedi.

    Baumgartner, Haziran ve Temmuz aylarında 20 ve 28 bin metreden gerçekleştirdiği atlayışlarda elde ettiği güvenin ardından aylar süren hazırlığını ortaya koydu ve boşluğa atladı.

    Yaklaşık bir dakika sonra en hızlı serbest dalış rekorunu kıran Baumgartner’in ses duvarını delmeyi de başardı. Atlayışı esnasında telsizle komuta merkeziyle irtibatta olan Baumgartner, en hızlı serbest dalış rekorunu kırmasının birkaç dakika sonrasında paraşütünü açtı ve çöl araziye sağ salim indi.

    Baumgartner'in kariyerinde 2 bin 500'den fazla paraşütle atlayış tecrübesi bulunuyor. Geçmişte Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’daki 451.9 metre yüksekliğindeki Petronas Towers ve Tayvan’daki 509 metre yüksekliğindeki Taipei 101 adlı gökdelenlerden atlayışlar yapan Baumgartner'in, Temmuz ayındaki 28 bin metrelik atlayışı 10 dakika 36 saniye sürmüştü.

     

    Kaynak


  11. 121011_moyan12.hlarge.jpg

     

    Nobel Edebiyat Ödülü Mo Yan'ın

     

    2012 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Çinli yazar Mo Yan kazandı. Kariyeri boyunca sansüre maruz kalan Mo Yan, gelmiş geçmiş en ünlü Çinli yazar olarak biliniyor.

     

    2012 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Çinli yazar Mo Yan kazandı.

    Nobel komitesi eserlerindeki "evham verici gerçeklik" nedeniyle Mo Yan'ın ödüle layık görüldüğünü belirtti.

    Amerikalı yazar William Faulkner'den esinlendiğini kabul eden, roman ve kısa hikaye yazarı Mo Yan, 1,2 milyon dolar para ödülünün de sahibi oldu.

    1955'te dünyaya gelen yazar, gelmiş geçmiş en ünlü Çinli yazar olarak anılıyor. Kariyeri boyunca sansüre maruz kalan Mo Yan'ın eserleri birçok kez korsan yollarla okurlara ulaştı.

    1987 yapımı 'Red Sorghum' adlı filme ilham veren iki romanıyla Avrupa ve ABD'de ünlenen Mo Yan, Franz Kafka ve Joseph Heller'e Çin'in verdiği cevap olarak niteleniyor.

     

    'Engel ve sansür edebi yaratım sürecini kamçılar'

     

    Sabit Fikir'in haberine göre; Mo Yan, Granta dergisinden John Freeman ile yaptığı röportajda romanlarında yer verdiği güçlü kadınlardan, deyim kullanımları ve sözcük oyunlarından, sansürün bir yazar için ne anlama geldiğinden bahsetmişti Yan. Zaman içinde yazdıklarının temalarının değiştiğine de dikkat çeken yazar, Red Sorghum romanını yazdığında 30 yaşına bile gelmemiş olduğunu, bu nedenle geçmişine baktığında daha duygusal davrandığını, oysa 40'lı yaşlarında yazdığı Life and Death Are Wearing Me Off romanında önceden hissettiği duygusallığın, yerini daha mantıklı bir düşünce yapısına bıraktığını söylemişti.

    Anavatanı Çin'in geliştiğini ve ilerlediğini, ancak bu esnada ahlaki değerlerdeki çöküşü ve doğaya verilen zararın da arttığını söylediği röportajda, son 30 yıldır ülkesinin geçirdiği değişimleri kitaplarında yazdığını ve edebiyatın önündeki engellerin ve sansürün edebi yaratım sürecini kamçıladığını da belirtmişti.

     

    Çinliler Mo Yan hakkında ne düşünüyor?

     

    Offbeatchina.com sitesinin görüşüne göre, Nobel Edebiyat Ödülü Çinliler için adeta bir takıntı haline gelmiş durumdaydı. Nobel'i ülkelerinden birinin mutlaka almasını istiyorlardı; ancak buna rağmen, Mo Yan'ın Nobel alma olasılığına karşı, negatif görüş bildiriyorlardı.

    Mo Yan'ın Çin'de, hiç yoksa çok tartışmalı bir figür olduğu çok açık. Kendisi, ülkesinde yasaklı bir yazar. Ancak, öte yandan, baskıcı tutumuyla bilinen Çin aleyhinde tek bir kelime etmişliğini bile bulmak mümkün değil.

    SabitFikir olarak, halk onu sevmiyor desek, abartmış olmayız herhalde. Nobel'i alma olasılığı kulaktan kulağa konuşulmaya başlandığında, internet üzerinden yapılan oylamalarda Çinlilerin çok büyük kısmı kendisine karşı oy kullandı. Hatta Nobel'i kazandıktan hemen dakikalar sonra Çin'den yayın yapan İngilizce kaynaklar, kendisinin Nobel'i almak için yeterli olup olmadığını tartışmaya ve elbette sonunda negatif görüş bildirmeye başladılar.

    Oysa, söylediğimiz gibi, Mo Yan, Çin'e karşı hiçbir zaman hiçbir kötü söz etmedi. Weibo.com'un aktardığına göre, bir seferinde "Çin'de romancılar üzerinde hiçbir sansür ve baskı bulunmadığını" dahi açıklamıştı.

    Frankfurt Kitap Fuarı'nda Çin'in konuk ülke olduğu sene, Mo Yan'ın muhalif yazarlar Dai Qing ve Bei Ling'in yanına oturmayı reddetmişliği de vardı. Kendisine, Çinli entellektüel ve insan hakları savunucusu Liu Xiaobo'nun 11 yıllık cezası sorulduğunda ise, bu konuyla ilgili çok şey bilmediğini ve söyleyecek hiçbir şeyi olmadığını belirtmişti.

    Mo Yan, ayrıca Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu Mao'nun 1942 yılında yaptığı ve Çin'de kültür ve sanatın nasıl olması gerektiğine dair görüşlerini bildirdiği ünlü Yan'an konuşmalarını elyazısı ile kağıda aktarmış ve bu tavrı "Bir 'diktatör'ün konuşmasını bu şekilde kopyalaması özgürlükçü biri olmadığını gösterir" yaklaşımıyla eleştirilmişti.

    Geçen yılki Nobel Edebiyat Ödülü'nü İsveçli şair Tomas Transtromer kazanmıştı.

     

    Favori Murakami'ydi

     

    Dünyanın en büyük bahis şirketi Ladbrokes'un verdiği oranlara göre kazanması en muhtemel isim Haruki Murakami olarak görülüyordu. Ladbrokes'un bu yılki tahminleri arasında ayrıca Suriyeli şair Adonis, Hollandalı yazar Cees Nooteboom, Britanyalı yazar Ian McEwan ile söz yazarı Bob Dylan bulunuyordu.

     

    Kaynak


  12. Allah (c.c) Kuran ve Peygamber

     

    Dalgın bir vaziyette düşüncelerin beynimde fırtınalar estirdiği bir anda kulağıma gelen ses irkilmeme sebep olmuştu. Hırpani, yorgun, bitkin ve çehresinde hüzün okunan, mimikleriyle adeta acıyı resmeden, saçına sakalına ak düşmüş adam, elinde telefonla sağa sola bakınarak ilerliyor ve telefonun diğer ucunda kendisini dinleyen yeğenine yüksek ama hüzün dolu bir sesle şunları söylüyordu: “Yeğenim düşenin dostu olmaz biliyor musun? Yeğenim bu dünyada şu üç şey dışında her şey boş ve yalan: Allah, Kuran ve Peygamber. Anlıyor musun? Yeğenim düşenin dostu olmaz biliyor musun, Yeğenim bu dünyada şu üç şey dışında her şey boş ve yalan: Allah, Kuran ve Peygamber. Anlıyor musun? Yeğenim Allah’ta Kuran’ın da bunları söylemiyor mu?” Bunları üç defa beklide daha fazla tekrar ediyor, hep aynı şeyleri adeta kürsüden hitap eden hatipler gibi defaatle tekrarlıyordu. Kendisinin ve yeğeninin dışında herkesin duymasını istercesine, kelimelerin de tonlamalarına dikkat ederek telaffuz ediyor aynı sözleri durmaksızın yineliyordu. Bazı şeylerin tekrarı usanç verebilirdi ama tekrarlar bilgileri tazeler ve onların kalıcı olmalarını sağlardı. Belki o adam bundan habersizdi ama sonuçta doğru olanı yapıyordu. Hem doğruları söylüyor hem de doğru bir metod uyguluyordu. Tekrarların tesirinden olsa gerek, bir an duraksadım ve karamsar bir tablo çizdiğim zihnimde, bu sözlerin ışığında içinde bulunduğum ikilemden kurtuldum. Adam, sanki bir münadi gibi gaipten hakikat fısıldıyordu. Hiç bir şey baki değildi, ebedi değildi, üzülmeye, ezilmeye, rencide olmaya değmezdi. Asırlardır hüküm süren imparatorluklar, savaşlar, hükümdarlar, sultanlar zamanın dipsiz kuyusunda yok olup gitmişti. Evet hiçbir şey zaman mefhumuna karşı mukavemet gösteremezdi, zaman her şeyi kuşattıktan sonra çelik dişlileri arasında öğütüyor, yutuyor ve yok ediyordu. Mısırlılar mumyalarıyla, piramitleriyle zamana karşı meydan okuyorlardı ama nafile… O ihata ettiği her şeyi aşındırıyor, eskitiyor, yontuyordu. Bir *mütefekkirin ifadesiyle; “Allah’ın üzerimize attığı bir ağ…” idi zaman. Zaman, dünyanın içerisinde olmasına karşın dünyayı da eskitiyor, dünyayı bile yaşlandırıyordu. Acaba zaman, dünyanın da ötesinde mi idi? Altı milyar yaşında olan dünyanın da vadesi dolacaktı elbette. Her şeyi ardında bırakarak ilerleyen bir tek o idi. Sırf bu dünya için söyleyebilriz ki; artık hüzünlerin, ıstırapların, hasretlerin, ve sair yaşanmışlıkların yerini koca bir yokluk ve hiçlik alacaktı. Doğru, dürüst ve erdemli yaşamaktı önemli olan. Öteler aleminin gereklerini yerine getirmekti aslolan. Kesinlikle adam haklıydı. Her şey yalandı; Allah, Kuran, Peygamber ve onların bize bildirdikleri dışında….

     

    * Mütefekkir: Necip Fazıl Kısakürek (R.Aleyh)

     

    Kalemdâr.

    • Like 3

  13. Aleyküm selam,

     

    Hoşgeldiniz. Görüş ve temennileriniz için teşekkür ederiz. İnşallah istikametinizde sarsılmaz bir istikrar yakalayarak, hedeflerinizi gerçekleştirmek noktasında muvaffak olursunuz. Vazifemiz istikbalin düşünce adamlarını yetiştirmek değil, gençleri, bu minval doğrultusunda mücerret fikrin mimarı ve genç dimağların hamurkarı olan Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i tanıtarak eserlerine kanalize etmektir.

     

    Selam ile...


  14. neset-ertas-1.jpg

    Neşet Ertaş

     

    Bozkırın Neşet'i, babası, ağabeyi, yetimi, sesi, sözü havalandıranı, oy anam oy, bir can, bir can u dili, Avşar illerinin sessiz delikanlısı, Anadolu’nun haldaşı söz ustası Neşet Ertaş da sırlandı.

     

    90’ların sonu ve 2000’lerin başı benim neslim için sıkıntı günlerin yaşandığı günlerdir. Bu günler birkaç nesil için sıkıntının hüküm sürdüğü, her şeyin zorlandığı yıllardı. Polis baskınları, sıkıntılar üstüne sıkıntılar… Yeni dostlarım sıkıntı içindeydi. İmam-hatipli arkadaşlarım sıkıntı içindeydi.

    O dönemde kader beni Bihmed ile buluşturdu. İki can var orda: Hamza Meral ve Anadolu delikanlısı göynü yanık Oymacı Bekir Usta. Okul için İstanbul’dan her dönüşünde gecenin bir saati iki can beni orda beklerdi; sabaha kadar sohbet devam ederdi ve Neşet Ertaş ile dinlenirdik. Ah o günler ne güzeldi. Menfaatle henüz tanışmamıştım. Yaşım 18 idi.

     

    neset-ertas-a-vefa-borcu-odenecek-o.jpg

     

    Neşet Ertaş kimimizin sevdiğine hasretinin dildeşi

     

    “Yazımı Kışa Çevirdin” dedi mi görmeliydiniz o anı. Kimsede derman kalmazdı. Sıkıntı günlerinin ne olduğunu sıkıntıyı bilen bilir. Muharrem Ertaş’ın gariban oğlu, babası gibi Bekir Ustanın derdini dile getirmişti. Bir adam ki 20 yıldan fazladır memleketine, dünyaya merhaba dediği yere uğramasın da yolu Neşet Ertaş’tan geçmesin.

    Efendim, bizlerin tarihi göç tarihidir. Yeryüzünde gurbeti duyandır insan dediğin. Bilir hasreti, yanar göynü. Hele “Mühür Gözlüm”e ne demeli. Kim sevmiş de mühür gözlüsü için yanmamış. “Mühür gözlüm seni elden, sakınırım kıskanırım, yağan kardan esen yelden sakınırım kıskanırım ey.” Gel de sevdiysen dayan ey can.

    Neşet Ertaş kimimizin çocukluğu, kimimizi gençliği, kimimizin sevdiğine hasretinin dildeşi. Onun gibi bir dildeş daha değer mi toprağımıza? Zaman hükmünü verecek elbet. Biz de şahit olur muyuz, onu da kader diyecek. Sevgiliye sorulan zor sorudur, “Neredesin Sen?” “Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor” demesi yeter. Kaç sinede kaç yara var acep? Ben sayısını unuttum sinesi yaralıların.

     

    neset-ertas-288916.jpg

     

    Yalan dünya bu, zorumuş meğer çilesi

     

    Anne dedem Aşık Zarrafi’ye hasret idi bu göynüm. Onun hasretini giderdiğim tek insandı Neşet Ertaş. Sesinde ve nefesinde dedem rahmetlinin hatırası vardır. Vefat haberini aldığımda içimden dedeme Fatiha ile bir selam ettim, “bekle” dedim, “bekle, senden bir ses daha Rabbine kavuştu” dedim. Dedem dağların sessiz sesi, Neşet Ertaş bozkırın sessiz sesi.

    “Gönül Dağı”m yaralandı efendim. Sevdiklerimiz bir bir sırlanıyor hüküm gereği. Yalan dünya bu, zorumuş meğer çilesi. Doyulur mu doyulur mu, canana doyulur mu, doyulmaz elbet. Şimdi can u cananı ile baş başa. Allah rahmet eyleye, bozkırın sesine bizden de bir Fatiha ersin inşallah.

     

    Zeki Dursun, derinini susturarak yazdı...

     

    Kaynak

    • Like 1

  15. 12378533.jpg

     

    Tûtî İhsan Efendi isimli bir genç, tasavvufa alâka duymaya başladığı sıralarda, yaşadığı şehir olan Kumanova (Makedonya)’ya nadiren gelen bir şeyhin meclisinde bulunur ve onun tesiri altında kalır. Fakat hiç bilmediği bu mânevî cazibeye birdenbire kapılmaktan korkar. Bu hususta danışmak için babasının amcası olan ve Köstendil (Bulgaristan)’de adeta uzlet hayatı yaşayan Ankâzâde Halîl Efendi’ye mektup yazmaya karar verir. Böylece bu zâtla mânevî irtibatı başlamış olur…

     

    Kırk Mektup, işte Ankâzâde Halîl Efendi’nin Tûti İhsan Efendi’ye yazdığı bu cevabî mektuplardan oluşuyor. İradesiyle gelip talepte bulunan mürîd ile ona hizmet eden mürşidin remizleri olmuş bu iki isim üzerinden edep, erkân, tasavvuf, tarîkat, intisab, derviş çeyizi, mürîdlerin halleri, seyr ü sülûktaki mertebeler gibi hususların aktarıldığı, esasında birçok mektubun ve mürşidâne sohbetin hulâsası niteliğindeki bu kitap, bugünün meselelerine ve mânevî müşküllerine de çözümler getiriyor.

    • Like 2

  16. 611x395_internet5_4f264a176d585.jpg

     

    Fikir ve Sanat Eserleri Kanun Tasarısı’nda, internet ortamında müzik, film ve e-kitap paylaşanlara ağır yaptırım öngörülüyor.

     

    Facebook’ta müzik paylaşana 50 bin lira ceza veren tasarı, Ekim ayında TBMM'ye geliyor.

    Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yenilenen “Fikir ve Sanat Eserleri Kanun Tasarısı” yürürlüğe girdiğinde, facebook, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinden müzik, film, e-kitap ve makale paylaşmanın cezası artacak.

    Milliyet'in haberine göre Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanun Tasarısı’nda değişiklik yapılmasını öngören taslağın 20 Eylül’de AB temsilcilerinin görüşüne sunulacağını sunulacağını ve ekimde TBMM gündemine getirilmesinin hedeflendiğini kaydetti. Günay, “İzinsiz müzik, film, e-kitap indirmenin ve paylaşmanın tabii ki karşılığı olacak” dedi.

     

    EN AZ BİN LİRA CEZA KESİLECEK

    Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürü Doç. Dr. Abdurrahman Çelik yeni düzenlemenin Fransa ve ABD’de iyi sonuçlar verdiğini söyledi. Düzenlemenin Adalet Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğü. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, meslek birlikleri tarafından oluşturulduğunu anlatan Çelik, şunları söyledi:

     

    KİŞİ ÜÇ KEZ UYARILACAK

    “En son 2004’te değişen kanunda önemli değişikliklere gidirildi. Facebook, twitter gibi sosyal paylaşım ağlarıyla film, e- kitap, makale, müzik paylaşımında bulanan ya da bir kişinin paylaşımını alıp tekrar paylaşan kişiler ilk önce uyarılacak. Kişi üç kez uyarıldıktan sonra paylaşıma devam ediyorsa bin ile 50 bin TL arasında ceza ödeyecek. Türkiye’de en çok 18-24 yaşlarındaki kişiler internetten film, müzik paylaşımında bulunuyor. Veliler çocuklarının ne yaptıklarını bilmedikleri için uyarıda bulunamıyor. Bu nedenle amacımız insanları cezalandırmak değil bilinçlendirmek. Fransa’da sistem uygulandığında uyarılanların yüzde 95’i bir daha eser paylaşmamış.”

     

    KORSANA KARŞI ROBOT YAZILIM

    “Tasarı için yeni bir sistem de oluşturuldu. Meslek birliklerinin oluşturduğu veri tabanlarının bulunacağı sistemde, her bir eser içinde de özel bir kod olacak. Robot yazılım, bu kodlara sahip herhangi bir eserin başka bir bilgisayara gönderilmesi veya paylaşılmasını anında tespit edecek. Sistem internetten indirdiğiniz e-kitap ve filmi mail yolu ile paylaşımınız dahilinde devreye girecek ve paylaşan kişi ceza ödeyecek.”

     

    SAVCILARA TAM YETKİ GELİYOR

    Çelik tasarıdaki bir diğer değişikliği de şöyle anlattı: “Filminiz vizyona girmeden, çalındı ve internette paylaşılmaya başladı. Hemen mahkemeye başvurabiliyorsunuz. Bu işlem önceden de vardı fakat süreç uzundu. Yeni tasarı ile savcılara anında müdahale yetkisi verildi. Artık savcı eserin paylaşımını anında durdurabiliyor” dedi.

     

    EMEKLİLERE ÖZEL ÖDENEK

    Tasarısı kapsamında emekli sanatçıların da unutulmadığını dile getiren Çelik, “Yeni tasarı ile emekli sanatçılarımıza özel bir ödenek açılacak. Telif Haklarına Yıl boyunca gelen gelirin yüzde 10’u emekli sanatçılarımız için harcanacak. Sanatçının nelere ihtiyacı olduğu saptanacak, ihtiyaç doğrultusunda ev kirası, gibi bir çok gider karşılanacak” dedi.

     

    OTOMOBİLDEKİ KORSANA CEZA

    Kişilerin araçlarında internetten indirilen müziklerden oluşturulan albüm bulundurmasının da suç sayılabileceğini dile getiren Çelik, “Siz bedelini ödeyerek parça indirebilirsiniz. Fakat internetten indirdiğiniz parçalarla yaptığınız albümü bir arkadaşınıza veremezsiniz. Bir trafik çevirmesinde aracınızda doldurma albüm bulunuyorsa albümü size veren kişi ceza ödeyecek” diye konuştu.

     

    Kaynak


  17. Kurtuluş İslam Birliğindedir

     

    İslam âlemi bugünkü parçalanmış, bölünmüş, irili ufaklı millî devletlere ayrılmış şekliyle kalırsa kesinlikle hürriyetini, haysiyetini, kimlik ve kültürünü muhafaza edemez; bir esaretten başka bir esarete, zilletten zillete duçar olur.

    Kurtuluş çaresi Müslümanların birleşmesidir. Nasıl bir birleşme? Ütopyaları bırakmalı ve gerçekçi ve pragmatist olmalıyız.

    Türkiye'nin parçalanmasını kabul etmemeliyiz.

    Irak'ın bugünkü parçalanmış durumunu kabul etmemeliyiz.

    Parçalayıcı, bölücü, Müslümanları birbirine düşürücü BOP planlarını kabul etmemeliyiz.

    Bir anda büyük birleşme hayaldir.

    Önce, meselâ, Esed'siz bir Suriye ile vesayet rejimi boyunduruğundan kurtulmuş Türkiye gümrük birliği yapmalı, pasaport ve vizeleri kaldırmalıdır.

    Aynı şey Kaddafi diktatörlüğünden kurtulmuş Libya ile de olabilir. Türkiye, Suriye, Libya...

    Bağımsız devletler kalsın ama para birliği olsun... Devletlerin üzerinde İmamet-i Kübra müessesesi olsun, bir tür İslam ülkeleri commonwealth'i kurulsun.

    Hiçbir üye devlet ötekilerine ağabeylik, vasilik, velilik taslamasın.

    Bu birliğe zamanla Pakistan, Tunus, Sudan katılabilir. Birlik büyüdükçe üye olmak isteyenler çoğalacaktır.

    ABD, İsrail, AB ve İslam düşmanı emperyalist devletler ve kuruluşlar böyle bir birliği kabul etmezler. Önlemek için gerekirse savaş çıkartırlar...

    Birleşme konusunda, mutlak kudret sahibi Allahın yardımını kazanmak için sahih imana, ihlasa, ibadete, en geniş manasıyla büyük ve küçük cihadlara, ahlaklı ve faziletli olmaya tevessül edilmesi gerekir.

    Bugün İslam dünyasında korkunç bir kokuşma vardır.

    Korkunç hıyanetler vardır.

    Bunların mutlaka izalesi gerekir.

    Müslüman devletlerin başına Şeyh Şâmil, Emîr Abdülkadir, Nureddin Zengi, Salahaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmed gibi büyük sultanların, İmamların, Reislerin geçmesi gerekir.

    Türkiye'deki Kriptolar, iki kimlikliler böyle bir birleşmeyi önlemek için ellerinden gelen her türlü kötülüğü ve engellemeyi yapacaktır.

    Müslümanlar Allahın rızasını kazanabilirlerse, ilahî tevfik ve nasra kavuşur ve emellerine nail olur.

    Böyle bir fütuhata fıskla fücurla, nifak ve şikakla, haram yemekle, hortumculukla, haram rant yemekle, ribacılıkla, o biçim TC vesikalarıyla nail olunmaz.

    Osmanlılar 1300'de iki küçük şehirle işe başladılar. Onlarınki devlet bile değildi. Pek küçük bir uç beyliği idi. İki buçuk asır içinde bir cihan devleti kurdular. Çünkü ihlaslı idiler... Kur'ana,. Sünnete, Şeriata hizmet niyetine sahip idiler... Âdil idiler... Âbid idiler... Mücâhid fi sebilillah idiler... Âmirine bi'l-ma'ruf ve nâhine 'âni'l-münker idiler... Allah da onlara zafer verdi. Allah Kur'anda sâdık, âbid, doğru, sâlih kullarına zafer vaad ediyor...

    Münafıkların, fâcir ve fâsıkların, hainlerin, abede-i denânir ve derâhimin zâhirde keramet gibi görünen bazı halleri gerçekte istidractır. Onlar imtihan ediliyor. Sonları iyi olmaz.

    Ya birlik, ya da esaret ve zillet içinde sürünmek...

    * (İkinci yazı)

     

    Yazılarım Vurucu mu?

     

    Bazıları yazılarımı şiddetli, beni sivri dilli buluyor. Bendeniz aynı kanaatte değilim.

    1960'lı yıllarda, bugünkülere nispetle çok vurucu yazılar kaleme aldığım sırada çok vurucu, İslam'ın fedakar ve ihlaslı savunucusu merhum avukat Bekir Berk "Yahu biraz diri yazılar yaz, nedir bu uyku ilacı gibi makaleler!.." demişti.

    Yunus Emre "Şehre varam, feryad ü figan koparam..." demiş.

    Onun zamanında bugünkü âhir zaman fitneleri ve fesatları yoktu. Ya bugün şehre gelip baksa, ne pislikler görecek, ne feryatlar kopartacaktı.

    Ekranlarından necaset akan tv'ler... Nereye akıyor bu necasetler? Evlerin içine...

    Genelev bülteni gibi müstehcen yayın yapan bazı gazete ve dergiler...

    Fuhuş, kumar, içki... Yalan dolan aldatma...

    Riba/faiz ... Lüks israf sefahat...

    Yunus Emre'nin şehrinde bir tek İslam kadını bile başı açık gezmiyordu. Hattâ gayr-i müslim kadınlar da başlarını örtüyordu.

    Onun kentinde fısk fücur günah vardı ama mahkemelerde kadılar Şer'-i şerife göre hüküm veriyorlardı.

    İslam medreselerinde ilim öğretiliyor, icazetli ulema yetiştiriliyordu.

    Tekkelerde zikrullah yapılıyordu.

    Kötülükleri telafi edecek iyilikler de vardı.

    İş, ticaret, alış veriş, üretim hayatını tanzim eden ahîlik teşkilatı, fütüvvet ahlakı vardı.

    O zamanlar sabah ezanları okununca camiler ve mescidler doluyordu, Müslüman halk leşler gibi uyumuyordu.

    Şehirde günah işleniyordu ama serhat boylarında fütuhat yapılıyordu.

    Yunus Emre talihliymiş, bugünkü kötülükleri görmedi.

    Bendeniz çok hassas, çok vicdanlı, çok gayretli bir Müslüman sayılmam. Öyle olsaydım feryad ü figanımdan, hıçkırıklarımdan zemin ü âsümanın titremesi gerekirdi.

    Hatırlıyor musunuz, Bursa Emniyet Müdürü beyefendi birkaç ay önce ne demişti: "Geceleri Kültür Park açık bir fuhuş alanı oldu, her çalının altında bir çift sevişiyor..." Bendeniz konu ile alakalı acı bir yazı kaleme almaktan başka ne yapabildim...

    Aaaah Yunus Emre talihliymiş, hiç olmazsa onun zamanında bugünkü İslamcılar yoktu.

    Dinde reformcular, dinde değişimciler, dinde yenilikçiler yoktu.

    Bir kadın müftü yardımcısının, Sahih-i Buharî'de geçen bir hadîs için, "Peygambere söyletmişler..." sözünü duysaydı Yunus kimbilir ne kadar üzülür, feryad ederdi.

    Müftülerin kadın yardımcıları olduğuna kimbilir ne kadar şaşardı.

    Hayır muhterem okuyucularım hayır... Hayli sakin bir insanım maalesef, yeteri kadar şiddetli, vurucu, uyarıcı yazılar yazamıyorum.

     

    Merhum Üstad Necip Fazıl sağ olsaydı kimbilir ne ateşli makaleler yazardı.

     

    16.09.2012

    • Like 1

  18. Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi yada cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk'ın hiç bir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk.Ya tam ortasındasındır, merkezinde yada dışındasındır, hasretinde.

     

    Şems-i Tebrizi / Aşk-ı A-lâ / 40 Kural

    • Like 1

  19. Selamlar,

     

    Toplantıya katılan arkadaşlara teşekkür ediyoruz. Katılmak isteyipde sair sebeplerden ötürü katılamayan arkadaşlar inşallah bir sonraki msn toplantısına iştirak ederler. Toplantıda bugüne kadar yapılan çalışmaların verimliliği, forumun işlevselliği üzerinde durulmasının yanısıra ilerleyen dönemlerde hedeflenen çalışmaların belirlenmesi ve bu hedeflerin nasıl gerçekleştirileceği yönünde de fikir alışverişinde bulunuldu. Forumumuz ve yapılması gerekenler adına verimli, muhabbeti katılımı bol güzel bir toplantı oldu. Toplantı esnasında alınan kararlar bu başlık altında paylaşılacaktır inşallah.

     

    Dua ve muhabbetle...

    • Like 1

  20. 1951-42-1-1.jpg

     

     

    Necip Fazıl Üstadın Rapor 1’de çıkamadığı ilan edilen Büyük Doğu dergisinde kimler yokmuş ki!

     

     

    Büyük Doğu dergisi… Necip Fazıl Kısakürek’in 1943 ile 1978 yılları arasında zorlu şartlar altında ancak zaman zaman çıkarabildiği, bugün okuduğumuz birçok yazar ve fikir adamı için okul görevi gören müthiş bir ana dergi. Derginin tıpkı basımları bu aralar Star gazetesi tarafından da Cumartesi günleri okurlara hediye edilmekte.

    Üstad Necip Fazıl’ın sahaftan bulduğum 15.2.1976 tarihinde basılmış Rapor 1 isimli süreli kitabında ilginç bir ilan gördüm. Büyük Doğu dergisi ile ilgili bir ilan, gerçekten çok ilginç. İlanda 7 Ocak 1976 tarihinde çıkacağı ifade edilen bu Büyük Doğu dergisi, kitabın 3. sayfasında “çıkmayan Büyük Doğu’nun ilân ve kadrosu” spotuyla yer alıyor. Derginin kadrosu adeta Türkiye’nin gelecekteki sanat ve düşünce ve ilim hayatının büyük isimlerinin bir dergide toplandığını gösteriyor.

     

    fotograf-1.jpg

     

    Büyük Doğu’nun kadrosu

     

    İşte “ALFABE SIRASİYLE KADRO:” Abdullah Saraçoğlu, Abdurrahman Şeref Lâç, Ahsen Batur, Ali Biraderoğlu, Ayhan Songar (Prof.), Bahri Zengin, Bekir Oğuzbaşaran, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, Durali Yılmaz, Emin Bilgiç (Prof.), Erdem Beyazıd, Ergun Göze, Fethi Gemuhluoğlu, Hasan Seyithanoğlu, İbrahim Eken, Kadir Mısıroğlu, M. Akif İnan, Mehmet Soyak, Mustafa Müftüoğlu, Mustafa Miyasoğlu, Mustafa Yazgan, Necip Fazıl Kısakürek, Nevzat Yalçıntaş (Prof.), Nuri Karahöyüklü (Prof.), Nuri Pakdil, Osman Turan (Prof.), Rasim Özdenören, Recek Doksat (Prof.), Reşat Aksoy, Sabahattin Zaim (Prof.), Saffet Solak (Prof.), Sezai Karakoç, Selçuk Özçelik (Prof.), Süleyman Yalçın (Prof.), Taha Üçışık, Tahir Büyükkörükçü, Zübeyir Yetik.

     

    Bu kadroda muhafazakârı da var, İslamcısı da var, ilim adamı da var, hocası da var, siyasetçisi de var, edebiyatçısı da var, tarihçisi de var.

    İşte çıkmayan, çıkamayan bir Büyük Doğu dergisinin kadrosu ve bu duruştan, bu çıkamayıştan öğrendiklerimiz… “Güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler”, güzel insanlar güzel dergiler çıkardılar, güzel insanlar öncülerimizi güzel bir araya getirmişler, kelimenin hakkını vererek dergilerini seçkin kalemlerin derlendiği bir ocak kılmışlar... Ve bize o güzel insanların yazdıkları ve yaşadıklarından beslenmek bir yükümlülük olarak kaldı.

    Ne mutlu ki Büyük Doğu çığırını açmış Üstad Necip Fazıl.

     

     

    Yavuz Selim Güneş yazdı.

     

    Kaynak


  21. Arakan'daki vahşeti anlattılar

     

    Müslümanların öldürüldüğü ve göçe zorlandığı Arakan’a girmeyi başaran İHH ekibi ve gazeteciler, yaşadıklarını anlattı. İHH gönüllüsü Sait Demir, 'Arakan’daki durumun vahametini kucağınızda küçük bir çocuk öldüğünde çok iyi anlıyorsunuz' dedi. Türkiye Gazetesi muhabiri Osman Sağırlı ise, 'Dünyadaki bütün mülteci kamplarını dolaştım ancak böyle bir zulüm görmedim' ifadelerini kullandı.

     

    Yüzbinlerce müslümanın göçe zorlandığı ve katledildiği Myanmar’ın Arakan bölgesine yardım götüren aralarında gazetecilerin de bulunduğu İHH İnsani Yardım Vakfı ekibi Türkiye’ye döndü. İHH Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyen gönüllüler ve gazeteciler, Myanmar izlenimlerini anlattı.

     

    Basın toplantısında konuşan İHH Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Oruç, Arakan’da Müslümanlara yönelik katliamın devam ettiğine dikkat çekerek, “1982 yılından itibaren vatandaşlıkları iptal edilen Arakanlı Müslümanların yaşadığı coğrafyada yüzbinin üzerinde insan evinden uzaklaştırıldı. 96 yılından itibaren bölgeye sürekli gidip geliyoruz. Ekip olarak 3 haziran sonrasında yine bölgeye gittik. İHH’nın iki ana amacı vardı. Bir tanesi Bangladeş sınırına kaçan Müslümanlara yardım etmek diğeri orada yaşananları bölgeye ilk defa giden gazeteci arkadaşlarımın katkılarıyla dünyaya duyurmaktı. Dünya bu objektiflerden Arakanlıların ne yaşadığını bir kere daha görmüş oldu. Şu an dünyada ve Türkiye’de ciddi bir Arakan gündemi oluştu” dedi.

     

    Bölgeye giden ekipte bulunan İHH gönüllüsü Sait Demir ise, yaşadıklarını basın mensuplarıyla paylaştı. Arakan bölgesinde yaşanan şiddet olayları sonrası binlerce Müslümanın Bangladeş’e göç ettiğini hatırlatan Demir, şöyle konuştu: “Bangladeş Müslümanları kabul etmek istemedi çünkü zaten ülkelerinde yüzbinlerce mülteci açlık sınırında yaşıyor. Ülke açlıkla boğuşuyor. Bölgeye gitmeye çalışan mültecilerden bazılarını gazeteci arkadaşlar gördü. 5 gün boyunca yürümüşler nehir yolculuğu yapmışlar ve Bangladeş’e girmeye çalışıyorlar”

     

    Arakan bölgesindeki durumun içler acısı olduğunu ifade eden Demir, şunları söyledi: “Arakan’daki durumun vahametini kucağınızda küçük bir çocuk öldüğünde çok iyi anlıyorsunuz. Katliam uzun yılardır devam ediyor. Mülteci kamplarında insanlar açlıktan öluyorlar ama dünya hâla sessiz.”

     

    Bölgeye giden gazetecilerden Fatih Er ise yaşadıklarını şöyle anlattı:

    “Biz sadece buz dağının görünen kısmını duyurduk. Öldürülen insanları değil ölümden kaçan insanları haberleştirdik. Duygusal birisi değilim ama o mültecilerle çekim yaparken de haberi yaparken de ağladım. İnanılır gibi değil. Bir çok sorunlu bölgede çalıştım mülteci ne demek iyi bilirim ama bu insanlar bizim bildiğimiz umuda kaçan mülteciler değil ölümden kaçan mülteciler.”

     

    Arakan’da bulunan gazetecilerden Türkiye gazetesi muhabiri Osman Sağırlı da, işi gereği 110 ülke dolaştığını ve dünyada görmediği mülteci kampının kalmadığını anlatarak şöyle konuştu: “Gördüğüm ölülerin sayısını toplasanız bir şehir mezarlığı dolar ama böyle zulüm görmedim.

     

    Yıllardır dünyada oynanan filmin başka bir ülkede tekrarı. Birleşmiş Milletler (BM) denen bir gerçek var dünyada. İnsan hakları temelli bir kuruluş olduğu halde yine sessiz kaldığını görüyorsunuz. Arakan'da katliam yok diyorlar. Ben rakamlarla bir şey söyleyeyim. Burma’nın yüz ölçümü 657 bin kilometrekare ve nüfus 48 milyon. Bangladeş’inki ise 144 bin kilometrekare ve nüfus 145 milyon. Aklı başında insanın düşünmesi lazım madem bu ülkede katliam yok böyle anormal bir göç olur mu.”

     

    Kaynak

×
×
  • Create New...