Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Kalemdar

Admin
  • Content Count

    996
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by Kalemdar


  1. 27013.jpg

     

    Dokunmatikte Son Nokta

     

    ABD’deki Carnegie Mellon Üniversitesi ve Microsoft'tan araştırmacılar, insan vücudu da dahil olmak üzere bütün düz yüzeylerin dokunmatik ekran işlevi görmesini sağlayan bir projeksiyon cihazı üretti.

     

     

    İnsanlar yakın gelecekte avuçlarına yansıyan numaraları tuşlayarak cep telefonu görüşmesi yapabilecek ya da kâğıt üzerindeki web sayfasına girerek e-postalarını okuyabilecek.

     

    ‘OmniTouch’ adı verilen giyilebilir projeksiyon cihazı, omzun üzerine yerleştiriliyor. Cihazdan yansıyan ışınlar, el, kol, kağıt ve duvar gibi tüm düz alanları interaktif yüzeylere dönüştürüyor. Üzerinde bir derinlik algılayıcı kamera bulunan OmniTouch, parmak hareketlerini takip ediyor. Bu sayede kullanıcı, tablet bilgisayarlar ve akıllı telefonlarda olduğu gibi sürükleme ve tıklama işlemini istediği yüzeyde gerçekleştirebiliyor. OmniTouch’ı giyen kişi, düz yüzeyde beliren klavye, ekran ya da diğer tuşlara dokunabiliyor. Ekran, otomatik olarak yansıdığı bölgenin şeklini alabiliyor. Buna göre büyüyüp küçülebilen klavye ve tuşlar, kullanıcıya alan sıkıntısı yaşatmıyor.

    OmniTouch, omuzda kapladığı yer ve ağırlığı açısından şu an çok işlevsel olmasa da, sürekli geliştirilmekte olan bu yeni teknolojinin gelecekte gözlük ya da kulaklık içine yerleştirilebileceği belirtiliyor.

     

    Projenin mimarlarından bilim insanları Hrvoje Benko ve Andrew D. Wilson, araştırma sonuçlarını yarın California’daki bir teknoloji sempozyumunda açıklayacak.

     

    K


  2. Kızını eve geldiğinde cansız bulmuştu

     

    Mısırlı romancı Sahhar'ın Hz. Ebuzer'i anlatan romanı Türkçede. İnkılab yayınlarından çıktı.

     

     

    "Seni hak ile elçi gönderene yemin ederim ki, bu adam göklerde, yeryüzünde tanındığından daha çok tanınır" diye cevap vermişti Dihyetil Kelbi kılığına giren Cebrail. Rasulullah "Bu mertebeye neyle ulaştı?" diye sordu şaşırarak,

    “Yaşadığı zühd hayatıyla” dedi Cebrail.

    Birçok hadis rivayet etmiştir Ebu Zer. Muhaddis diye tanırız biz onu. Hayatımıza ışık tuttuklarına inandığımız güzide sahabilerden en yalnızı olarak tanıdım okuduğum yeni eserle.

     

    Mısırlı yazardan yeni roman

     

    Abdulhamit Cude es -Sahhar'ın Yalnız Sahabi Ebu Zer isimli romanını Ankara'daki Kitap Fuarından temin ettim. Sade, anlaşılır anlatımıyla yazar; Ebu Zer ile Rasulullah arasında geçen diyaloglara yer vermiş. Bir gün bıraktığım yerde bulamayınca kitabı, ilköğretim 5. sınıf öğrencisi olan kızımın elinde gördüm.

    "Anne ne güzel bir kitap. Ben de okuyabilir miyim?" dedi. Sanırım dış kapağı da cazip gelmişti kızıma.

    "Tabi kızım! Baksana gök ehli bile tanıyor bu güzel sahabiyi." dedim.

     

    İmtihan hoş geldi safa geldi

     

    Rasulullahın çizgisinden ayrılmadan koskoca bir ömrü zühd ile geçiren güzel insanın zor zamanları Peygamberimizin vefatıyla başlıyor. Ne tevafuk ki; aynı gün Ebu Zer'e bir kız çocuğunun doğduğunu haber veriyorlar. Doğan çocuğun kız olduğu için üzüldüğünü sanıyor karşısındakiler.

    "Haşa lillah dedi Ebu Zer. İnsanlar ölmek için doğarlar, harap olması için imar ederler. Fani şeyler için hırsa kapılır, kalıcı olanı terkederler. Sevilmeyen iki şey aslında ne güzeldir ölüm ve fakirlik.”

    Hayattayken Rasulullahın yanından, dizinin dibinden ayrılmayan Ebu Zer'e verilen öğütlere yer verilmiş romanda sık sık. Hatta Rasulullah:

    "Ey Ebu Zer dedi bir seferinde. Sen salih bir adamsın benden sonra senin başına bir sürü bela gelecek.”

    "Allah yolunda mı dedi Ebu Zer.” “Evet Allah yolunda." Bu cevapla kalbine bir serinlik ve selamet geldi.Salih bir mü'mine yakışır şekilde:

    "Öyleyse Allah'ın emrine merhaba; hoş geldi, safa geldi..

     

    Ölmek için doğduk

     

    Peygamberimizden sonra Ebu Bekir ve Ömer dönemlerinde çok fazla ayrılığa düşmemişti sahabi. Ganimet bütün müslümanlara olağan bir şekilde paylaştırılıyordu. Ebu Zer ganimetin müslümanlara doğru taksim edilmesi konusunda mücadelesini Muaviye döneminde verdi. Muaviyeyi tenkit ettiği bir hutbe sonrası kızının hastalığı aklına gelip hızlı adımlarla evine dönüyordu. İçinden bir ses ona "Mal ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır.." diye fısıldıyordu. Evine vardı, hızla içeri gidiğinde kızını yatağında cansız uzanmış görünce,

    "İnna lilllahi ve inna ileyhi raciun" dedi. Kureyş Müslüman olmadan önce Medine'de Peygamberimizle olduğu günü hatırladı. Kureyşliler Medine'ye saldırmışlar, oğlunu kaçırıp öldürmüşlerdi. Peygamberimiz onu teselli etmişti:

    "Allah'tan başka güç ve kudret sahibi yoktur. Ölmek için doğarlar, yıkmak için yaparlar."

     

    Son günler

     

    Ebu Zer ömrünün son günlerini Mekke'de geçirmek istiyordu.Mervan'ın da müsadesiyle Mekke'ye yakın konaklama yeri olan Rebeze'ye geldi. Hac zamanı haccını yaptı tekrar Rebeze'ye döndü.

    Hac mevsimi bitmiş yollar ıssızlaşmıştı. Ölümün yaklaştığını hissederek hanımına

    -Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu duymuştum. Sizden biriniz ıssız bir çölde ölecek, bir grup mü'min de onu bulacak buyurmuştu. Kalk ve yola çık bak, ölümümde birileri hazır bulunacak.

    -Hacılar gitti, dedi hanımı, yoldan kimse geçmez.

    Ümmü Zer evden çıktığında kum fırtınası çıkmıştı. Geri dönerek kimseyi göremediğini söyledi.

    -Hayır diyordu Ebu Zer, sen yine de gidip bak!

    Ümmü Zer kum tepeciklerinin üzerine tırmandı uzakta develerle seyahat eden üç kişi gördü, işaret etti yanına çağırdı onları.

    -Burada ölmek üzere olan bir adam var, onu kefenlemeye yardım edin.

    -Kimdir, diye sordular

    -Ebu Zer!

    -Rasulullah'ın arkadaşı olan Ebu Zer mi?

    -Anam babam sana feda olsun ey Ebu Zer deyip koştular yanına. İçeri girdiklerinde son anlarını yaşıyordu. Selam verdiler

    -Eğer kefen olabilecek bir elbisemiz olsaydı beni onunla kefenlemeniz benim için daha iyi olacaktı. Allah rızası için beni kefenleyin dedi. Birbirlerine baktılar. En genç olanı ticaretle uğraşıyordu, Ensardandı.

    -Şu hırkayla kefenleyeyim mi annem örmüştü, dedi.

    -Peki dedi Ebu Zer. Bu haldeyken son nefesini verdi, yıkanıp kefenlendi.

    O sırada Kufe'den dönen İbn Mesud da Rebeze'den geçiyordu. Cenaze namazını kıldırmak İbn Mesud'a nasip oldu. Namazın ardından ağlayarak:

    -Rasulullah'ın şu sözleri ne kadar da doğrudur

    "Yalnız yürüyeceksin, yalnız öleceksin ve yalnız haşrolunacaksın"

     

    Tebük Seferinde bir yalnız sahabi

     

    Tebük Gazvesi'nde, Allah yolunda cihattan geri kalmamak için bin bir güçlükle attığı adımların akabinde Rasulullah Ebu Zer'i kucaklayıp:

    -"Bana yetişmek için attığın her adıma karşılık Allah bir günahını bağışlasın"dedi.

    Onlar, gökteki yıldızlar gibiydi. Zühd ve sadakatları ile Rasulullah'ın övgüsüne, dualarına mazhar olmuşlardı.

    Rabbim gönüllerimizi, hayatımızı sönmeyen yıldızlarla parlatsın.

    Bir kez daha kendimi sorguladım bu eserle. Zühd ile barışık bir hayatın takipçisi olmak isteyenlere okumalarını tavsiye ediyorum.

     

    Rabia Önder bu yalnız yürüyüşe imrendi

     

    K.

    • Like 3

  3. Aleyküm selam,

     

    Evvela başınız sağolsun. Allah Teala babanızı ve cümle ahirete irtihal eden geçmişlerimizi rahmetine garketsin, kabirlerini piri nur eylesin. Sizlere de sabr-ı cemil ihsan buyursun. Duyarılılığınız, yorumlarınız ve müspet kanaatleriniz içinde ayrıca teşekkür ederiz.

     

    Beylerbeyi kardeşimizin de temas ettiği üzere, sair sebeplerden dolayı aramızdan ayrılan bir kaç arkadaşımız oldu. Bu durum beraberinde yönetim kadrosunda daralmayı getirsede dernek ve fasikül çalışmalarımızda herhangi bir menfi duruma sebebiyet vermedi. Sanaldan reele intikal eden çalışmalarımız yakın zamanda meyvelerini verecektir. Birlikte müşahede edeceğiz inşallah.

     

    Forumun durağanlığı ve işleyiş bazında meydana gelen aksaklıklar umumi manada muzdarip olduğumuz bir konudur. Durağanlığın sadece forum planında olduğunu hatırlatmakda fayda var. Foruma ilişkin bu aksaklıkların giderilmesi hususunda da gerekli tedbirleri alarak çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Yönetim olarak almış olduğumuz karara binaen "yönetici alım duyurusu" ilanını açmış bulunuyoruz. Burada bizimle hareket etmek isteyen gönüldaşlarımızı aramıza alarak hem çalışmalarımıza ivme kazandıracağız hem de arkadaşlar niteliklerine ve istidatlarına göre bizlere katkı sağlayacaklar. Tedbir mahiyetinde atılan bu adım yakındığımız durağanlığı gidermede ciddi manada önem arz etmektedir.Bu nedenle mesafeli duran kardeşlerimizi duyarlı olmaya davet ediyor, bu hayırlı davete icabet etmelerini, kayıtsız kalmamalarını rica ediyoruz.

     

    Mühim olan az ya da çok hızlı ya da yavaş çalışmaların istikrarlı bir şekilde idame etmesidir. Daima bizlerle birlikte olduğuna inandığımız, sadakat ve ciddiyet sahibi, fedakar gönüldaşlarımızın varolduklarını hissettiğimiz müddetçe, arzu ettiğimiz alanda muvaffak olmamız kaçınılmazdır. Zaman zaman yeise sevk eden koşulların zuhur etmesi ve zaman zaman da bizleri buhrana, karamsarlığa sevk eden sebeplerin meydana gelmesi halinde Üstadımızın, ihtar niteliği taşıyan ve mesuliyet atfeden mısraları kulaklarımızda, ruhumuzda ve bütün benliğimizde yankılanması temennisi ile tekrar edelim,

     

    Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!

    Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!

     

    Saygı ve Selamlarımızla.

    • Like 4

  4. Peygamberimizi öyle güldürmüştü ki...

     

    suheyb.JPG

     

     

    Süheyb-i Rumi nasıl da güzel bir sahabi. Efendimiz "Suheyb'i seviniz" buyurmuşlar. Çok şakacı imiş..

     

     

    Hazret-i Suheyb (r.a.) “Suheyb ne güzel kuldur!” iltifat-ı nebevisine mazhar olup onu ananların anlamalarına güzellik katan bir güzelliktir. Bu yazıyı “Hz. Suheyb’i sevelim.” diyesim geldiği için yazıyorum. Çünkü Hz. Suheyb (r.a.)’i sevmenin Allah’a ve ahirete inanmakla doğrudan bir âlâkası vardır. Bunu da bizzat Efendimiz (s.a.v.) hadîs-i şerifinde belirtmiştir: “Bir kimse Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, bir ananın evlâdını sevmesi gibi Suheyb’i sevsin.”

     

    Diyar- Rum’un öncüsü

    Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifte buyurmuşlar ki “İslâm’da önde bulunanlar dörttür. Ben Arab’ın, Suheyb Rum’un, Selman Faris’in, Bilal de Habeş’in önde bulunanıdır.” Hazret-i Suheyb, Musul civarında Nemr hanedanına mensub imiş. Bu sebeble er-Rumî veya en-Nemrî nisbesiyle anılır. Rum saldırısında esir düşer ve önce Benî Kelb aşireti tarafından sonra da azatlısı olacağı İbn Cüd’ân et-Teymî tarafından köle olarak satın alınır. Amcazadesi Hurman b. Elân da Hz. Osman’ın kölesidir.

    Hz. Suheyb’in Arapça telaffuzunda Acemcenin tesiri, dilinde de pelteklik olduğu ve Rumcasının Arapçasından iyi olduğu söylenir. Bu sebeple Hz. Ömer’in (r.a.) “...Kendini Araba nispet ettiğini görmekteyim. Hâlbuki senin dilin Acemcedir (Arapça’yı düzgün konuşamıyorsun)” ikazıyla karşılaşmış ve şu cevabı vermiştir: “...kendimi Araplara nispet etmeme gelince; Rumlar beni küçükken esir etti, ben de onların dillerini almış oldum. Ben küçükken Musul’da esir edildim. Daha sonra ailemi ve soyumu tanıdım.” diye cevap verir.

     

    menak-b.jpg

     

    “Suheyb kârlı bir alışveriş yapmıştır!”

     

    Hz. Suheyb sâbikîn-i evvelindendir. Müslümanlığını açıklayan ilk yedi kişiden biridir. (Bunlar; Hz.Peygamber, Hz.Ebû Bekir, Bilâl, Suheyb, Habbâb b. Eret, Ammâr b. Yâsir ve Ammâr’ın annesi Sümeyye idi.) Müslümanların sayısı yirmi ile kırk arasındayken Efendimiz’in hakkında “Gözbebeğimdir.” buyurduğu, cennetin kendisine müştak durduğu Ammar b. Yasir (r.a.) ile aynı gün Erkam’ın Evi’nde müslüman olmuştur. Müstad’afîndendir, yani ta’zib olunmuş sahabilerdendir. Çölde demirden zırh giydirilip işkenceye maruz kalmıştır. Müsned-i Ahmed’de Hz. Suheyb’in naklettiği uzunca bir hadis vardır. Bu hadiste sihirbaz yerine zahid bir kimsenin sözlerini dinlemeye başlayan ve sonra iman edip birçok kimsenin de hidayetine vesile olan bir çocuk anlatılır. Devrin zalim hükümdarının türlü türlü azaplarına rağmen dininden dönmeyen ve sebatı ile düşmanlarını bile hayrete düşüren kimseleri anlatan bu kıssa bizzat sahabinin de haline intibak etmesi sebebiyle manidardır.

    Hz. Suheyb (r.a.) en son hicret edenlerdendir. Onun hicrette önünü kesenlere okluğunu çıkarıp meydan okuduktan sonra onları önünden bir an önce def etmek için bütün malını vermesi “Suheyb kârlı bir alışveriş yapmıştır!” müjdesinin yanı sıra “İnsanlardan öylesi vardır ki; kendisini Allah’ın rızasına satar. Ve Allah kullarına çok merhametlidir.” mealindeki ayet-i kerimenin esbab-ı nüzûlüne dahil olmasına vesile olup şân-ı âlîlerini bir defa daha yüceltmiştir. Hazret-i Suheyb Kuba’ya vardığında bekar olan diğer sahabilerle Sa’d b. Hayseme’nin evinde kalmıştır. Ensardan Hâris bin Sımme’yle kardeş olmuş, Medine’de bir müddet Suffe’de kaldığı halde daha sonra Resulullah kendisine ev vermiştir.

    Hz. Suheyb havas-ı ashab-ı Resulullah’tandır. Birçok defa sitayiş-i celile-i Resulullah’a mazhar olmuştur. Sürekli Resulullah’ın yanında bulunduğu halde hadise çok önem verdiği ve hataya düşerim endişesi taşıdığı için hadis nakletmekten ictinab etmiştir; buna rağmen otuz hadîs rivayeti vardır. Niçin hadîs nakletmiyorsun diyenlere de: “İsterseniz gelin size Resûlullah’ın savaşlarını ve yanlarında bulunduğum sırada gördüğüm şeylerin hepsini anlatayım. Fakat, “Peygamber şöyle buyurdu” demeye gelince, ben onu yapamam.” cevabını vermiştir. Hz. Ömer’in de Hz. Suheyb’i çok sevdiği ve ona hüsn-i zanda bulunduğunu biliyoruz. Nitekim Hz. Ömer ölüm döşeğindeyken yeni halife seçilinceye dek namaz kıldırma hususunda vekil olarak Hz. Suheyb’i bırakır. Hz. Ömer’in cenaze namazını da Hz. Suheyb kıldırır.

     

    Şemaili ve Künyesi

    Riyazü’s-salihîn dersinde sabır babını okurken ravi olarak Suheyb Ebu Yahya b. Sinan b. Malik’e tesadüf ettiğimizde, hocamız “Henüz çocuğu yokken Efendimiz tarafından “Ebu Yahya” ile künyelenmiştir ve muzip sahabilerdendir.” diye açıklamada bulunmuştu. Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi hazretleri de “Ashab-ı Kiram Menakıbı” isimli kitabının ikinci cildinde Suheyb-i Rumî hazretlerinin şemailinden “kırmızı yüzlü, çok saçlı, boyu kısaya karib orta bir zat-ı fazilettir” diye söz ettikten sonra “latife-gu” (latife söyleyen, şaka yapan anlamına gelir) olduğundan bahseder. Hz. Suheyb bir gün Resulullah’ın huzurunda hurma yenilirken, gözleri ağrımakta olduğu halde meyvelerden tadar. Fahr-i Rüsul: “Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun yâ Ebâ Yahya?” buyururlar. “Ben gözümün ağrımayan tarafıyla yiyorum.” diye cevap verir. Hz. Resûlullah’ın bu latifeye azı dişleri gözükene kadar güldüğü rivayet edilmiştir.

    İstem Dergisi’nin 7. sayısında yer alan “Suheyb er-Rûmî, Hayatı, Kişiliği, Faaliyetleri” isimli makalede, Ömer Sabuncu’nun Hz. Suheyb’in şemailini aktardığı bölümünde “Suheyb” kelimesinin Arap lisanında “rengi siyah olan deride, saç ve sakalın kırmızı olması hali”ne denilen “es-sahabu”, “ve’s-suhbetu” ile aynı kökte olduğu vurgulanır. Hz. Suheyb’in teninin kırmızılığı dikkat çekecek derecede fazladır. Ayrıca saç renginin de aşırı derecede kırmızı ile karışık bir kızıllıkta olduğu da ifade edilir. Bu sebeplerden dolayı bu makalenin müellifi, Suheyb’e isminin teninin kırmızılığından dolayı verildiği kanaatindedir.

    Validelerimizden Ümmü Seleme’nin kız kardeşi Reyta bint Ebû Ümeyye ile evlendiği bilinen Suheyb’in Habîb, Hamza, Sa’d, Salih, Sayfî, Abbâd, Osman ve Muhammed adlarında oğulları olmuştur. Hicrî Şevval 38’de yetmiş üç yaşında vefat etmiş, Cennetü’l-bakî kabristanına defnedilmiştir. Cenaze namazını da Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) kıldırmıştır.

     

    Suleyha Şişman Hz. Suheyb’i sevelim diye yazdı

     

    K

    • Like 1

  5. arkadaşlar ben çile adlı şiir kitabını okudum başka önereceğiniz var mı Necip Fazıl dan..

     

    Selamlar,

     

    Yukarıdaki tavsiyeyi de göz önünde bulundurmak suretiyle; Çöle İnen Nur, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Bir Adam Yaratmak, O ve Ben, Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han, İman ve İslam Atlası, Türkiye'nin Manzarası adlı eserlerden yola çıkarak Üstadı farklı sahalar da tanımak adına arzu ettiğiniz eserden başlayabilirsiniz.

     

    Ayrıca yeni başlayanlar için forumda daha önce açılmış olan başlığa göz atabilirsiniz. Yeni Başlayanlar İçin

     

    Saygılarımızla...


  6. 05_Ekim_2011_14_56_11_8973504901.jpg

     

     

    İnsan ve Medeniyet Hareketi harekete geçti

     

    Bu yıl beşinci dönemine giren Kur’an İkliminde Müzakereler programı 9 Ekim Pazar günü saat 08:00’de başlayacak.

     

    Program, İnsan ve Medeniyet Hareketi’nin yeni genel merkezi Eyüp Bahariye Mevlevihanesinde icra edilecek.

     

    Her Pazar saat 08.00’de başlayıp, 10.30’da nihayete erecek program iki oturum halinde gerçekleşecek. Derslerin ortasında 15 dakikalık bir ara verilecek. Dersler Veli KARATAŞ hocanın yönetiminde Şerafettin KALAY, Mehmet Ali BÜYÜKKARA ve Hakan Talha ALP hocalarımızın müzakereleri ile gerçekleşecek.

     

    Kur’an ikliminde Müzakereler, “müzakere” yöntemiyle yürütülüyor. Bu yönüyle her bir ayetin ilmi arka planı tüm derinliği ile gün yüzüne çıkmış oluyor. Kürsüdeki her hocanın kendi üslubuyla ve farklı bir yönden konuya yaklaşıyor olması programa ayrı bir güzellik katıyor. Anlatılanlar dilbilimle, tarihi gerçeklerle, felsefi açılımlarla, günümüzdeki muhtelif yaklaşım ve değerlendirmelerle irtibatlandırılarak zenginleşiyor, nükteler ve anlam derinlikleri ile süsleniyor. Bu yönlerden bakacak olursak böyle bir tefsir çalışmasının temel niteliği bir vaaz-ü nasihat değil, ilmi ve bilimsel bir tarz olmasıdır.

    Kur’an ikliminde müzakereler programına katılmak Kitab’a yakın olmanın önemli bir basamağı. İlahi mesajı bir disiplin dairesinde ve derinliğine öğrenebilmek için bir zaruret. Nitekim bu çalışmayı takip ettikten sonra zaman zaman açıktan, zaman zaman da içten içe şöyle demekten alamıyor insan kendini: “Mushaf-ı şerifi öğrenme kastıyla okuduğumuz banca Latin harfli kitaplar, dinlediğimiz bunca kırık dökük sohbetler-seminerler, çektiğimiz bu kadar kaygı hep buraya (Kur’an ikliminde müzakereler programına) ulaşmamız içinmiş”

     

    Ve şimdi bütün bu söylenenlerin üstüne şunu ifade etmeliyiz ki:

    Bu ortama kendiniz gelin, aile efradınızı (küçüklü büyüklü tüm çocuklarınız dâhil) getirin, komşularınızı burayla tanıştırın, akrabalarınızı bu fırsattan uzak tutmayın, arkadaşlarınızla muhabbeti bu ortamlarda arttırın.

     

    Haberkültür


  7. e53ba3d6aa76778f470e27fdc44e72c5_1281867378.jpg

     

     

     

    Terazi / Kılıç / Gözyaşı: Halife Ömer

     

    Netlik onun duruşudur, mazeret bilmez.

     

    O, hayatı coşkuya taşıyan adam. Mazerete sığınmaz, tevile yeltenmez, kaçamak yollar aramaz. Doğrusuna sahip; yanlışına da. Öylesine gerçek Adı; Ömer bin Hattab

     

    O isminin yanına öyle bir sıfat kazanacaktır ki, adı anıldıkça adalet gelecek akıllara. İsmini kendi koyan adam o. İki yüzlülük onu gördüğünde kaçacak diyar arar. Mertlik ve gençlik onda yaşlanmayan vasıf. Cahiliye devrinde kızını toprağa gömecek kadar gözü kara.

    İslam insanı nerden alıp nereye getirir diye bakılacaksa, buna en iyi örneklerden biri Hz. Ömer‘dir. Mekke’nin cesur ve pervasız kabadayısı Müslüman olunca geçmiş hatalarını hatırlayınca, küçük bir hata yapınca, gözyaşı dökebilen kadife bir kalbe sahip oluyor.

    Peygamber’in duasına mazhar oluyor. İki Ömer’den biriyle güçlenmek için dua eden Peygambere Hattab’ın oğlu veriliyor. Ömer’in Müslümanlığı Mekke’nin rengini değiştirir. Gizli tebliğle süren Müslümanlaşma süreci onunla birlikte aleniyet kazanır. Çünkü o, korku bilmez. Müslüman olma vakası da ona hastır. Kız kardeşine son haksız şiddetini kullandığı an sonrası, ayetlerin belagatiyle diz üstü çöker.

    Hz. Ömer’i bayır aşağı akan gür bir nehir sembolize edebilir. İslam’ın mert ve cengaver bir bedende hayat bulması, eşsiz bir havari olarak Peygamber’in yanı başında, eli kılıcının kabzasında durması Müslümanlar açısından büyük önem arzeder. O Müslüman olduğunda sokak, cadde müminleri tanımıştır. Hicret ederken de tek başınadır. Önce Kâbe’yi tavaf eder. Müşriklerin bakışı altında gür bir sada ile şiirini olur:

     

    İşte gidiyorum

    Hicret ediyorum

    Varsa çocuğunu yetim, hanımını dul bırakmak isteyen arkamdan gelsin.

     

    Netlik Ömer’in has duruşudur. Münafık alametlere ve kişilere karşı müsamahası yoktur. Hata da yapar, ancak hatasını anlama ve pişmanlığında samimiyet onun şiarlarındandır.

     

    Merhametini ve coşkusunu halifeliğinde dahi kaybetmeyendir.

    Çocuk sevmeyen kişiyi valilikten meneder. Torunlarını açlıktan avutmaya çalışan yaşlı kadına sırtında un götürüp çorba pişirir.

    Dicle kenarında bir kurdun kapacağı kuzunun hesabını kendi vereceğini belirterek, bütün çağlara yöneticilik dersi verir. Devlet işinin bir ayrıcalık statüsü olmadığını; aksine, uykuları kaçıran bir sorumluluk ve duyarlılık gerektirdiğini icraatıyla ortaya koyar.

    Halife görmeye gelenler, yamalı elbise ile at tımar eden Ömer’in halife olduğuna inanmada güçlük çekerler. Haklı olup yanına varan hakkını mutlaka alır. Güçsüzlerin gücüdür Ömer. Kimseye ayrıcalık tanımaz, adalet şiarıdır. “Adalet mülkün / varlığın temelidir” sözünü ancak o söyleyebilirdi. Gelecek zamanlara miras bırakılan bu söz, aynı zamanda hukuk felsefesinin özüne işaret etmektedir. Hz. Ömer, tersten destan yazan adamdır.

    Kudüs’ün fethi bir büyü bozumudur. Kudüs'te ne çığlık ne de korku ve endişe vardır. Halife Ömer ve yardımcısı, bir deveye nöbetleşe binerek Kudüs’e gelirler ve şehrin anahtarı ona verilir. Yaptığı konuşma ve insanlara tanıdığı haklar, tam da fethin biçimini parlatan muhtevaya haizdir.

    Dünyanın bir daha görebilmesi zor, bu muhteşem fethin fotoğrafını ressamlar nasıl çizmeli? Halife, yardımcı, anahtar ve deve…

    Kudüs’ün fethi tablosu, gücün Hakk’tan olması halini etkili ortaya koyan tablodur. Doğru sözü söyleyenin kim olduğuna bakmaz. Bir kadınla tartışıp kararını değiştirirken: “Ömer yanıldı, kadın doğruyu söyledi” diyebilme cesaret ve erdemine sahipti.

    Hazreti Ömer, hakimlere, haksızlık karşısında tavır alan herkese örnek ve önder olmuştur. O devlet yönetirken, nasıl hassas ve sorumlu olunması gerektiğini benzersiz icraatlarıyla ortaya koymuştur.

    Halife Ömer’e her yerde ve her zaman hesap sorabilirsiniz. Cesaret timsali Ömer hesap vermede kuzu gibi olmayı başaran, ancak iki yüzlülüğe, münafık tutuma karşı tavizsiz davranırdı.

     

    Merhamet ve cesareti istihdam etme ve yerli yerince kullanmada Ömer’in bir dengi var mıdır, bilinmez.

    Ahirette görüşmek için en çok merak edilen sahabelerdendir o. Belinde çekilmeye hazır kılıcıyla cesaret timsali, hanımından ve haklı olanlardan azar işitmeden sabır abidesi olur. Hz. Ömer, hayat anlama ve gerçekleştirmede yönünde çok zengin yaşamıştır. 23 yıllık mücadelede Hz. Ömer’in çok yönlü mücadelesi söz konusudur.

     

    Hz. Ömer, merhametin, cesaretin, pişmanlık ve tövbenin hakkını dolu dolu vererek, ümmetin hayranlığını kazanmıştır. Adaleti ve yöneticiliğiyle yekun insanlığın ilham kaynağı olmuştur.

     

    Ahmet Mercan gökteki yıldızları yazıyor / Dünyabizim

    • Like 1

  8. Liselerde Farsça da istiyoruz!

     

    Liselerde yabancı dil olarak sadece İngilizce görülüyordu. Son zamanlarda skala oldukça geniş, artık 8 dil daha var!

     

    Ortaöğretimde yabancı dil olarak genellikle İngilizce, Almanca ve Fransızca seçenekleriyle karşılaşırız. Oysa bunların yanı sıra İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Çince ve Rusça da hali hazırda liselerin seçmeli yabancı dil imkanları arasında bulunmakta. Yakın bir zamanda ise bu geniş yelpazeye Arapça da katıldı.

     

    Anadolu Liselerinde de Arapça

     

    Ortaöğretim Projesi kapsamında yabancı dillere yapılan ekleme ile artık liselerde öğrencilerin talebi üzerine Arapça da öğretilebilecek. Yani lise öğrencilerinin Arapça öğrenmeleri için illa İmam Hatip liselerinde okumalarına ya da özel kurslara gitmelerine gerek kalmayacak.

    Ayrıca bu şekilde Arapça öğretmenlerine de yeni iş imkanları doğmuş oluyor. Artık onlar da müfredatına yabancı dil olarak Arapça koymaya karar veren liselerde öğretmenlik yapabilecekler. Gerçi katsayı problemi kalkınca kayıt patlaması yapan İmam Hatip liselerinde de Arapça ve meslek dersleri öğretmenleri sıkıntısı yaşanıyor. Bu konuda yeni öğretmen alım döneminde daha fazla meslek dersleri ve Arapça öğretmeni alınması gerekiyor.

     

    Arapça dersini seçelim

     

    Her ne kadar bu seneden geçmiş olsa bile öğrencileri ve öğretmenleri yabancı dil olarak Arapça seçmeye davet ediyoruz. Liselerde genel uygulama olarak seçmeli dersleri de okul yönetimi belirler ancak öğrenciler bu konuda kararlı olursa istediklerini elde edeceklerdir.

    Hülasa, bu konudan haberdar olmayan öğrencileri, öğretmenleri ve dahi idarecileri Arapçanın liselerde yabancı dil olarak okutulması konusunda bir düşünmeye davet ediyoruz.

     

    Farşça da öğretilsin!

     

    Son olarak, temmennimiz ise, bu yabancı dillere Farsçanın da eklenmesi. Böylece kendi kültürümüzün kaynaklarına erişimimizinde daha kolay olması için bir alan genişlemiş olurdu belki.

     

    Şahin Gürçay imkan var gençler dedi / Dünyabizim.com

     

    var tmp; tmp = document.getElementById("news_content").getElementsByTagName("a"); for(i=0; i


  9. cini.jpg

     

     

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'den, 1880'li yıllarda yasadışı yollar Fransa'ya götürülen çinileri istedi.

     

    Başbakan Erdoğan, Sarkozy'nin geçtiğimiz Şubat ayındaki Türkiye ziyaretinde konuyu gündeme getirdi. Görüşmede, yurtdışına kaçırılan Türk eserlerinin genellikle Osmanlı sultanları tarafından hediye edildiğini ileri süren ülkelere göndermede bulunan Başbakan, şu ifadeleri kullandı: "Hiçbir Osmanlı sultanı atasının türbesinin çinisini satmaz, hediye etmez." Sarkozy, Başbakan'a, "Bu konuda bilgim yok. Arkadaşlarım araştırsın." cevabını verdi.

    Paris'teki Louvre Müzesi, Sevr Müzesi ile Paris Sanat Müzesi'ne bölüştürülerek sergilenen çiniler, Ayasofya'da bulunan II. Selim ve III. Murat türbeleri ile I. Mahmut kütüphanesine ait. Çinilerin, Fransız bir uzman tarafından söz konusu yerlerin 1880'li yıllarda yapılan restorasyonu sırasında çalındığı 2003 yılında belirlenmişti. Amerika'dan Başbakan'ın uçağında Herakles heykelinin getirilmesine eşlik eden Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, çinilerin ilginç hikâyesini şöyle anlattı: "1880'li yıllarda, Osmanlı Devleti Ayasofya bahçesindeki türbeleri bir Fransız uzmana restore ettiriyor. Bunun karşılığında da bedel ödüyor. Bedelin belgesi de elimizde. 2003'te ikinci restorasyon yapılıyor. Bu sırada türbeden iki adet çini düşüyor. Çininin arkasında da Paris'te üretildiği yazısı yer alıyor. Bu görülünce araştırma yapılıyor. Çinilerin tamamının Fransız uzman tarafından Paris'e izinsiz götürüldüğü, oradan da sahtelerinin getirilerek yerleştirildiği tespit ediliyor. Birçok kez eserleri geri istedik. Yazışmalar devam ediyor."

     

    Tarihî eserlerimiz geri dönüş yolunda

     

    Anadolu topraklarından çeşitli yollarla yurtdışına kaçırılan tarihi eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın takibiyle geri getiriliyor. Türkiye'ye 2000-2011 yılları arasında 4 bin 501 eserin iadesi sağlanırken, bu yılın 9 ayında Sırbistan, Almanya, İngiltere ve Amerika'dan bin 885 eser geri döndü. Son olarak Amerika'da Boston Güzel Sanatlar Müzesi'nde sergilenen "Yorgun Herkül'' heykeli Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın özel uçağıyla Türkiye'ye getirildi. British Museum'da bulunan kitabe ile Victoria Albert Müzesi'nde bulunan Eros heykeline ait başın da geri getirilmesi için çalışmalar sürüyor.

     

    Zaman


  10. 24045.jpg

     

    Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Projesi

     

    Hazırlıklar 2,5 yıl gizli olarak sürdürüldü. Sonuçta Türk sanayisi için milat sayılabilecek bir proje ortaya çıktı.

     

     

    Türkiye, ABD, AB ve Çin’in büyük yatırımlar yaptığı rüzgar enerjisinde dev bir adım atıyor. 121 akademisyenden bir kadro oluşturuldu. Sabancı Üniversitesi, TÜBİTAK, TAI, İTÜ, İstanbul Ulaştırma el ele verdiler. Hazırlıklar 2,5 yıl gizli olarak sürdürüldü. Sonuçta, 50 milyon lira bütçeli Milli Rüzgar Enerji Sistemi ortaya çıkarıldı.

    Son yıllarda ABD, Avrupa Birliği ve Çin’in büyük yatırımlar yaptığı rüzgar elektrik santralleri konusunda Türkiye tarihi bir adım attı. 2,5 yıldır gizlilikle sürdürülen hazırlıktan sonra Temmuz ayında onaylanan 50 milyon liralık dev bütçeyle tamamen yerli rüzgar türbini üretimi başladı. 121 akademisyenden oluşan dev bir kadroyla tasarım ve teknoloji geliştirme çalışmalarını yürüten ekip, önümüzdeki yılın sonunda 500 kilovat gücündeki ilk Milli Rüzgar Enerji Sistemi’ni (MİLRES) çalıştırmayı planlıyor.

    2014 yılında da 2 bin 500 kilovatlık büyük model bitirilecek. Bütçesiyle savunma projeleri dışında, Cumhuriyet tarihinin en büyük araştırma geliştirme projesi olan MİLRES’in Türkiye ekonomisine beş yıl içinde otomotiv sanayii kadar katkı sağlaması hedefleniyor. 2023 yılına kadar 20 bin megavat rüzgar enerjisi üretmek için 30 milyar doları rüzgar türbinlerine yatıracak Türkiye, bunun en azından 7.5 milyar dolarını kendi imkanlarıyla sağlamayı planlıyor. Kalanının ise yabancı markalarca karşılanacağı düşünülüyor.

    Bu organizasyonda, Enerji Bakanlığı’nın başkanlığında Sabancı Üniversitesi, TÜBİTAK, TAI, İTÜ, İstanbul Ulaşım görev alıyor. Üretimin tamamı yerel sanayicilere yaptırılacak. Böylelikle yerel rüzgar türbini yan sanayiinin temelleri atılmış olacak. Bunun haricinde, Sabancı Üniversitesi, araştırma geliştirme dışında sanayiyle işbirliği oluşturmak için Rüzgar Enerjisi Teknoloji Platformu (RETEP) adıyla sivil bir girişimi de başlatmış durumda. Sabancı Üniversitesi Rektör Danışmanı Cemil Arıkan, MİLRES Projesi’nin koordinatörü olan Sabancı Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği’nde görevli Doç.Dr. Mahmut Faruk Akşit, RETEP üyelerinden Heksagon’un Genel Müdürü Murat Oğuz Arcan, konuyla ilgili olası senaryolarını ve hedeflerini anlattı.

     

    SÜPER GÜÇLERİN RÜZGARLA YARIŞI

     

    Aslında, bir süreden beri rüzgar enerjisi gelişmiş ülkelerin gündeminde. Kömür, petrol gibi kaynakların küresel ısınmaya olumsuz etkileri ve rezervlerle ilgili tartışmalar, nükleerle ilgili malum kuşkular, doğalgazda dışarı bağımlılık gibi birçok etken rüzgarın işine yarıyor. ABD, Avrupa Birliği ve Çin başta olmak üzere pek çok ülke, önümüzdeki on yıl için oldukça büyük rüzgar yatırımı hedefliyor.

    Çin geçen yıl 16 bin 500 megavatlık dev yatırımıyla ABD’yi geçerek rüzgar enerjisinde dünyanın en güçlü ülkesi haline geldi. Bu iki ülkeyi Almanya ve İspanya takip ediyor. Çin 2020 yılında rüzgar kapasitesini 300 bin megavata çıkarmayı planlarken, Avrupa Birliği ise bu rakamı 213 bin megavat olarak açıklıyor. Kısacası yenilenebilir ve temiz enerji kaynakları arasında gösterilen rüzgara, dünyada da ilgi ve yatırım hızla artıyor.

     

    Kaynak: CNBC-e Business


  11. Selamlar,

     

    Hoca Ubeydullah Ahrar Hazretleri bu sözü en ileri bağlılarından Mevlana Seracüddin Kaasım Hazretleri için söylemişlerdir.

     

    Bu mübarek zat öyle kemal sahibidir ki Ubeydullah Ahrar hazretleri onun için "Mevlana Kaasımı bu dünyada kimse anlamadı.Kemal ve kadri ahirette zuhur edecektir! ve yine "Mevlana Kaasım üstün ahlak ve amel sahibiydi. Fena derecesine varmakta ve batınını yabancı nesnelerden temzilemekte misli yoktu. Bizim bundan sonra kimimiz kaldı ki?..." buyurumuşlardır. Lakabı "Hocanın gölgesi". Eteklerinin dibinden ayrıldığı hiç görülmemiş.

     

    Mevlana Cami Hazretleri, Mevlana Kaasım, Hacegan nisbetinde yağ içine doğranmış ekmek gibidir. Bütün mesameleriyle yağı emmiştir.

     

    Son olarak bu sözün evvelindeki hadiseyi iktibas edelim.

     

    Hoca Ubeydullah Taşkendi Hazretleri hasta yatağında... Mevlana Kaasım da Hoca Hazretlerinin hizmetinde. Birini tabip getirmek üzere Herat'a gönderiyorlar. Mevlana Kaasım, tabip getirmeye giden adama diyor ki:

     

    -Tabibi tez getirin! Benim Hoca Hazretlerini hasta görmeğe tahammülüm yoktur!

     

    Tabip geldiği zaman, Mevlana Kaasım'ın vefat ettiği haber alınıyor.Halbuki hasta, Hoca Hazretleriydi ve hizmetlerine bakan Mevlana Kaasım sıhhatte bulunuyordu.

    Sebebi öğreniliyor.

     

    Tabip beklenirken Mevlana Kaasım Hoca Hazretlerinin yatağı başına gelmiş ve demiş ki:

     

    -Sizi böyle rahatsız görmeye dayanamıyorum. Hastalığı üzerime çekeceğim ve kendimi size feda edeceğim.

     

    Hoca Hazretleri buyurmuşlar:

     

    -Hayır! Sen fakir bir adamsın ve geride bakmakla mükellef insanlardan sorumlusun! Böyle yapma!

     

    Cevap vermiş:

     

    -Ben bu hususta size danışmaya gelmedim.Ben buna karar verdim, Allah da kabul etti.

     

    Mevlana Kaasım hiç bir ihtar dinlemeden çıkıp gitmiş ve çok geçmeden, Hoca Hazretlerinin hastalığını üzerine çekmiş olmaktan vefat etmiş.Hoca Hazretleri de sıhhat bulup ayağa kalkmışlar ve gelen tabibe ihtiyaç kalmamış.. Mevlana Kaasım ihtizar halindeyken Hoca Hazretleri onun başucunda... Mevlana Kaasım gözleri tavanın bir noktasına dikili ve hareketsiz..Birden nazarını Hoca Hazretlerine çeviriyor ve o vaziyette son nefesini veriyor...

     

    Hoca Hazretleri buyuruyorlar:

     

    -Cenneti, bütün zenginlikleriyle gözlerini diktiği o noktadan Mevlana Kaasım'a arz ettiler. O, hepsinden yüz çevirip bize bakmayı tercih etti ve öyle öldü.

     

    Mevla şefaatlerine nail eylesin.

     

    Kaynak: Üstadın "Başbuğ Velilerinden 33" adlı eserinden iktibas edilmiştir.

     

    Dua ve muhabbetle...

    • Like 1

  12. 30_Eylul_2011_10_02_02_6876794696.jpg

     

     

    Sanki onlara uzak bir yerden seslenilir...

     

    Yüce Allah, kuluna şahdamarından yakın. Rabb'i bu kadar yakınken, insanın bu kadar uzak olması ne büyük yanılgı. Nefsinin bencil tutkularına takıldığı oranda insan şeytana yakın, Allah’tan ise o denli uzaktır. “Ben” diyen kişi zalimleşir, kendisine zulmeder, kendi elleriyle kendisini cezalandırır, mahveder ve ona kapılar açılmaz. Onların “... kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.” (Fussilet Suresi, 44)

     

    Oysa insan Rabbini aşkla sevmek için gelir dünyaya. Allah’ın rızasını yaşamaya, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya, Allah’a kul olmaya gelir.Ruhundaki sevgiyi öldürmüş insanın o ölüyü diriltmesi, o sevgiyi açığa çıkarması gerekli. İnsan, Allah aşkını ve Allah korkusunu hissetmeli. Bu duyguları içi titreyerek yaşayan insan dünyanın ve ahiretin tüm güzelliklerine kavuşur. Kalpten tam olarak Allah’a teslim olan insan, şeytanın kontrolünden çıkar; artık onu Rabbi yönetir. Gönülden teslim olmak, sürekli derinliği, mutluluğu ve güzelliği yaşamaktır…Güzel söz söylendiğinde Allah’a yakınlık artar. Güzel söz söylemek mümine özeldir. Sözün güzel olanını söyleyen insan Allah’ın tecellisini üzerinde görür. O’nun güzel isimleri insanda ne kadar tecelli ederse, kişi Rabb’ine o kadar yakınlaşır.

     

    İnsan, Rabbini zikretmediği, O’ndan uzak olduğu an zayıf düşer. Kur’an’da, “Allah’ın nuru”nun, isminin yüceltilmesine izin verdiği evlerde olduğu ifade edilir. Allah’ın

    Kendisi’nin anılmasına izin vermesi çok önemli. O zaman Allah, Kendisi’ni zikreden kuluyla birliktedir.

     

     

     

    30_Eylul_2011_10_02_49_7293054461.jpg

     

    İki kişi konuşurken üçüncüsü Allah’tır, üç kişi konuşurken dördüncüsü Allah’tır. O, sinelerin özündekini, gizlinin gizlisini bilir, her konuşulanı duyar, insanın her anını görür, içinden geçen her düşünceyi bilir. Uyanıkken, uyurken, yürürken, konuşurken, tek başına kaldığını zannettiği anda da Allah hep kulunun yanındadır.

    Allah, teslim olsun diye kuluna hastalık verir, bela verir. Bunların tümü Allah’ın lütfudur; Kendisi’ni hatırlatır. İmtihan zamanında hep Allah’ı hatırlar insan, Rabbine yakın olur.

    Ölümcül hastalığa yakalanmış ruh haliyle Allah’a yakın olmalı, sarsılmaz bir bağla bağlanmalı. O zaman ne evin, ne arabanın, ne de kariyerin önemi kalır. Samimi insan için Allah’a kul olmaya engel, yakınlaşmaya da bir sınır yoktur.

     

    Rabbine sığınan insan, hızla akan nehirde akıntıya kapılıp sürüklenmeyen bir yaprak gibidir. Ara sıra akıntının şiddetinden sarsılsa da, güçlüdür, sürüklenip gitmez. Allah ile kurduğu yakın ve kesintisiz bağlantı, ahirette de onu kıyamet gününün korkusundan ve sonsuz azaptan kurtarmaya vesile olur.

    Şeytanın vesveselerine, kışkırtmalarına uyan ve Allah’ı anmayan kişi ise şeytan nereye sürüklerse oraya gider. Bir nimet kaybı, eksiklik ya da zorlukla karşılaştığında, bunun Allah’ın imtihanı olduğunu düşünemez. Dünya hayatındaki sayısız güzellik ve nimeti kendisi için yaratanın Allah olduğundan ve ‘o gün’ kendisine ulaşan nimetlerin tümünden sorgulanacağından gaflettedir. Oysa yakın olmayı reddettiği Rabbine ‘tesbit edilmiş günde’ kavuşacak, dünyada neye çaba harcadığını düşünüp-anlayacaktır.

     

     

    Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulmuşlardır. Andolsun, siz ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş oldunuz. Hayır, bizim size bir kavuşma-zamanı tesbit etmediğimizi sanmıştınız değil mi? (Kehf Suresi, 48)

     

    Allah, Kendisiyle aramızda kesintisiz ve güçlü, kopmaz bir bağlantı kılsın. Kendisini hiç unutturmasın; uyurken de unutturmasın. Sonsuz gücünü hakkıyla takdir etmemizi, gücümüz yettiğince korkmamızı ve derin aşkla sevmemizi ilham etsin…

     

     

    Fuat Türker

    HaberKültür.Net


  13. Hacamat Yeniden Keşfediliyor

     

    Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) sünneti 'hacamat'a itibarı iade ediliyor. Hastalıklarından kurtulamayanlar çareyi hacamat yaptırmakta buldu. Özellikle Batı'da bu tedavinin yapıldığı merkez sayısı her geçen gün artıyor. Peki hacamat nedir, hangi hastalıkları tedavi eder?

     

    Çağımız insanının en büyük sorunlarından biri hastalıklardan kurtulamaması... Bu da insanları modern tıbbın dışında tedavi yöntemlerine sevk ediyor. Bunlar içinde en çok ilgi gören ve her geçen gün dünya tıp çevrelerince de tavsiye edilense 'kupa terapisi', İslam literatüründeki adıyla 'hacamat'. Öyle ki, temmuz ayında, NHI Doğal Sağlık Enstitüsü ve Sade Hayat derneğinin girişimleriyle İstanbul'da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın katılımıyla 'Uluslararası Kupa Terapisi Sempozyumu' bile düzenlendi.

    Kısacası; geçmişi insanlık tarihi kadar eski kupa terapisi (hacamat) tedavisinin itibarı iade ediliyor. Hacamat, Peygamber Efendimiz (sas)'in de uyguladığı, ümmetine de pek çok kez tavsiye ettiği bir tedavi yöntemi. Uzmanlara göre, iyileştirmediği bir hastalık yok. Peki nedir bu kupa terapisi (hacamat), nasıl yapılır, faydaları nedir?

     

    Vücut yeniden doğmuş bebek gibi...

     

    Kupa terapisi, yaş ve kuru olmak üzere ikiye ayrılıyor. Kuru olanı, ağrıyan bölgeye bardak/şişe çekme işlemine deniyor. O daha çok vücutta masaj etkisi yapıyor. Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifinde "Tedavi olduğunuz şeylerin en hayırlısı hacamattır." diye önemini vurguladığı vücuttan kan akıtılarak yapılan işlem 'yaş' olanı. Uygulama alanı daha fazla ve daha çok hastalığı tedavi ediyor. Çünkü işlem vücutta sağlığı koruma amacıyla atık maddelerin biriktiği belli noktalardaki tıkanıklık, kılcal veya ince damarlardan kirli kanın akıtılmasını sağlıyor. Hastalıklara sebebiyet veren bu kanlar atılıyor ve vücut işlemini yeni doğmuş bir çocuğunki gibi yerine getiriyor.

     

    Hipokrat kupa terapisini savunuyor

     

    Tedavinin geçmişi de hayli eski... Bu noktada bilgiyi Uluslararası Kupa Terapisi Sempozyumunu düzenleyenlerden Sade Hayat Derneği Başkanı Faruk Günindi'den öğreniyoruz.

    Kupa terapisi 5 bin yıldır dünyanın pek çok yerinde uygulanan bir tedavi şekli. Modern tıbbın babası Hipokrat bile tedaviyi anlatmış. Tedavinin Müslümanlar içinse ayrı bir yeri var. Çünkü, insanlığa 5 vakit namazın hediye gönderildiği Miraç'ta, Peygamber Efendimiz'e melekler, kupa terapisini tavsiye ediyor. Efendimiz (sas) bu olayı hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Miraç'tan inerken hangi melek cemaatine rastlasam, 'Ey Muhammed! Ümmetine hacamat olmalarını emret' dediler."

     

    Hadislerde hacamata dair her bilgi var

     

    Hacamat ile hadis-i şerifler bunlarla sınırlı değil. Hadislerde, hacamatın nerelerden ve hangi tarihlerde yapılması gerektiğine kadar ayrıntılı bilgi yer alıyor. "Kafa hacamatı yaptırmak 7 derde şifadır: Cinnet, baş ağrısı, cüzam, maraz, uyuklama, diş ağrısı, baş dönmesi." hadis-i şerifi buna örnek. Şu anda İslam dünyası, tedaviyi, bu hadisler doğrultusunda uyguluyor. C-7 diye adlandırılan omuz, baş, kürek kemikleri ve kalp hizası, bel ve kuyruk sokumu, ayak bileklerini kapsayan bu noktalar, bugün dünyadaki bilim adamlarının da kupa terapisi için tavsiye ettiği yerler. Çünkü bu 7 bölge, vücutta atıkların toplandığı yerler ve hastalıklar bu noktalarda kendini belli ediyor.

    Faruk Günindi, bu C-7 bölgenin dışında da terapi uygulanabileceğini söylüyor ama bazı bölgeler hariç. Mesela kafa çukuru. Uygulanırlığı 20. yüzyılda azalan ancak son birkaç yıldır tekrar gündeme gelen bu tedaviye dair günümüzde yapılmış tek akademik araştırma İngiltere Kupa Derneği'nin Genel Sekreteri Dr. Kaleem Ullah'a ait. Faruk Günindi'nin anlattığına göre, Kaleemullah'ın araştırmaya başlama hikâyesi ilginç. İngiltere'de tıp fakültesinde öğrenci olduğu yıllarda omuzunda bir ağrı başlar Ullah'ın. Okuduğu okuldaki pek çok profesörün kapısını çalar şifa bulmak için. ama nafile. Bir gün ev arkadaşı, "Sen doktor adayısın böyle şeylere karşı çıkarsın ama sana bir şey önereceğim. Bence hacamat ol." der. O da arkadaşının tahmin ettiği gibi karşı çıkar hacamata, fakat yine de yaptırır ve ağrısı geçer. Tedavi karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Ullah durumu hocalarına anlatır. Ve okuduğu bölümün başkanı, yüksek lisansını bu alanda yapmasını tavsiye eder. Böylece, konuya dair ilk akademik araştırma ortaya çıkar. Ullah, araştırma yapmakla kalmaz ve tedavi merkezleri açar.

     

    Tedavinin faydaları kanıtlanmalı

     

    Tedavinin Türkiye'de yayılmasını sağlayan ve modern öğelerle birleştirip üzerine araştırmalar yapan kişiyse Norveçli doktor Aidin Salih. Aidin Hanım, Türkiye'de bu alanda pek çok uzman yetiştiren biri. Tedaviye dair bir kitabı da var: Gerçek Tıp. Müslümanlığı bile İbn-i Sina'nın kitabında okuduğu 'hacamat tedavisi' sayesinde seçiyor. Aidin Hanım, tedavi için oldukça net fikirlere sahip. "Günümüzde iki yaşındaki çocuğa dahi hacamat uygulanmalı." diyor. Nedenini ise şöyle açıklıyor: "Bütün hastalıklar beslenme şeklimize bakıyor. Modern çağda da insanların ne yiyip ne içtikleri belli değil ve konsantre-hazır gıda tüketimi oldukça fazla. Haliyle vücut daha çok kirleniyor ve daha çok hastalık ortaya çıkıyor. İlaçlar da vücuttaki bu kiri temizlemiyor. Hacamatın önemi, kirlenen vücudu kan alarak temizlemesinden geliyor."

     

     

    Bursa'da kupa terapisi uygulayan hekimlerden Orhan Ali de, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olmuş. Kupa terapisiyle sırt ağrısından kurtulmak için tanışmış ve nasıl yapıldığını öğrenmiş. Ona göre, kupa terapisi modern tıbbın çare olamadığı hastalıkların çaresi. Çünkü, ilaçlar sadece hastalığı dindiriyor. Ama kupa tedavisinde hastalıkların sebebini ortadan kaldırıyorsun. Çünkü kupa ile alınan kan vücudun bütün yükünü çeken bağ dokusunu boşaltıyor ve yeni kan üretme mekanizmaları harekete geçiyor.

    Kupa sempozyumunda 40 kişi üzerinde yaptığı araştırmalarla, terapinin ağrıya etkisini araştıran hemşire Nuray Sağırlı ise tedavinin öneminden çok, bunu kanıtlayacak imkânların olmadığına değiniyor. Sağırlı, "Artık modern tıppın kupa terapisini görmezden gelmemesi gerek. Çünkü onlar görmese de hastalıklarına şifa bulmak isteyenler eninde sonunda yolunu bu tedaviyle kesiştirecek." diyor.

    ***

    Neyi tedavi eder

     

    Kanser, kısırlık, diyabet, yumuşak doku romatizması, felç, fibromiyoloji, gut, doğum lekeleri, karpal tünel sendromu, osteoporoz, sırt ağrısı, diğer ağrılar, kronik yorgunluk, gerginlik, zona, hıçkırık, romatoit artrit, nörodermatit, kronik astım ve bronşit, zatürre, kurdeşen, kabızlık, hemoroit, yüz spazmı, akut yüz felci, lezyonlar, öksürük, meme iltihabı, deri iltihabı, sedef, hipertansiyon, egzama, şizofren... vb.

    ***

    Kupa terapisi için dikkat edilmesi gereken kurallar

     

    Tedavinin İslam'a göre, bir uygulama adabı var. Mesela, tedavi hicri ayın 17., 19., 21. günlerinde yapılır. Çarşamba, cuma ve cumartesi günleri uygulanmaz. Özellikle sonbahar ve ilkbahar aylarında daha çok faydası vardır. Terapi uygulanacağı gün hastanın, kanı sulandırıcı gıdalar tüketmemesi gerekir. Ayrıca tedaviyi yapan ve yaptıranın abdestli olması lazım. Tedavi öncesi ve sonrasında bir şey yenmemesi gerekir.

    ***

    Mehmet Kartallı (44 yaşında, ziraat mühendisi): Sırt ağrım için yaptırdım. İlk günde geçti. Vücudumdan 50 kilo ağırlığı atmış gibi hissettim. İnanın bu kadar fark edeceğini tahmin etmemiştim. Uykularımda da dinlenmeye başladım. Benden sonra ailede herkes hacamat oldu. Özellikle kızlarım memnun kaldı, çünkü sivilceleri geçti.

     

    Halime Ulucan (37 yaşında, ev hanımı): Kalp kapağımdan doğuştan rahatsızdım. Nefes almakta zorlanıyordum. Bir yerden bir yere gitmek işkenceydi benim için. Bir de şiddetli migrenim vardı, 2 saatte bir hap alıyordum. Tedavinin ardından migren ağrılarım geçti. Hap kullanmıyorum ve nefes almam kolaylaştı.

     

    Nafiye Hepgezerim (35 yaşında ev hanımı): Psikolojik sorunlarım vardı. Uzun yıllardır depresyon ilaçları kullanıyordum. Ve hep uyuyordum. Hacamat mutlu olmamı sağladı. Rahatladım, her şeyi dert etmemeye başladım.

     

    Nurten Çarkçı (56 yaşında diş hekimi): Mesleğim gereği hep ayakta durmak zorundayım. Ve ayak bileklerim çok ağrıyordu bu yüzden. Bileğimi dairesel hareketler yaparak geçici olarak rahatlatmaya çalışıyordum. İlaçlarsa ağrıyı kesiyor, etkisi geçince yeniden başlıyordu. Bel, diz, bilek hacamatlarından sonra hareket ederken ağrı çekmemeye başladım.

    ***

    Bilinen faydaları

    Kılcal damarlardaki tıkanıklığı açar.

    Kan ve dokulardaki gaz ve toksinlerin atılmasını sağlar.

    Kaslardaki sertliği ve ödemi çözer.

    Kan üretiminden sorumlu organları (kemik iliği, karaciğer, dalak) uyarır.

    Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, vücuda direnç kazandırır.

    Ağrıları giderir, hastalıkları önler.

    Bel tutulması, eklem ağrısı, baş ağrısı, bel-boyun fıtığı ve kireçlenmeye bağlı ağrıları giderir.

    Kaygı bozukluğu, depresyon ve korkulara karşı etkilidir.

    Dalak ve karaciğer hastalıklarını tedavi eder.

    Tansiyonun dengelemesine yardımcı olur.

    Zehirlenmeye karşı etkilidir.

    Büyü ve sihire karşı etkilidir.

    Aklı, hafızayı ve anlayışı artırır.

    Migreni giderir.

    Çıban, sivilce, kist ve tümöre iyi gelir.

    Enerji ve key (canlılık) yollarındaki akımı düzenler.

    Kan damarlarının tıkanmasını önler.

    Dikkati artırır.

     

     

    Zaman

    • Like 1

  14. İncil tahrif edilen bir kitap olduğu için alıntı yapılan kısma asla ve kat'a itibar edemeyiz. Yazar görüşünü tasdik ve terkip mahiyetinde incili referans noktası olarak göstermeye yelteniyorsa yazarı da kaale almamız mümkün olmayacaktır. Meseleyi daha sağlıklı ve makul bir çerçevede değerlendirebilmemiz için bahsi geçen yazarı ve eserini paylaşmanız gerekmektedir.


  15. 25780.jpg

     

     

    İlk atom bombası Anadolu’ya atıldı!

     

    Devir değişti. İktidar el değiştirdiği gibi edebiyat da el değiştiriyor.

     

     

    ‘Edebiyatta bir fetret devri yaşıyoruz’ hükmüyle birilerini çarpmak, birilerinin 50’li-60’lı yıllarda kalmış zihinlerini tokatlamak istiyorum. Evet, böyle bir şey var, üzgün değilim; çünkü bizim lehimize bir demlenme bu, gelen atlara-vapura biz bineceğiz ve tomar tomar varaklarla vardığımız kıyılardan döneceğiz. Bu son cümleyi fazla duygusal bulabilirsiniz, değil genç dostlarım değil, sadece özlemi çekilen günlerin ümit dolu ifadeleri bunlar. Realite bunlar, pazarcı sözleri değil. Coşkuya, ilhamı ötelerden bize getirecek rüzgâra hepimizin ihtiyacı var.

     

    Neler yaptılar bize?!

     

    Gerçekten yıllarca kendi eserlerimizi okuyamadık, çünkü birkaç şair-yazardan başka okuyup beslenebileceğimiz kimse yok. Alfabe değişikliği ile öz-metinlerimize ulaşma şansımız elimizden alındı. Latin alfabesinin çocuklarından kimleri okuyalım; Marksizm, materyalizm kaynaklı, toplumculuk kaymaklı, Batı kakmalı metinleri mi! Hayır, onlar bizim tadımızı tuzumuzu taşımıyor, bize ait değiller. Onların dili, imgesel anlamda zihin işleyişi yerli ve Müslüman değil. Cumhuriyetin ilk şair-yazarları üzerine düşünelim bir, hangisinde beklenen derinliği-boyutu bulabiliyoruz. Onların meyveleri, köksüzlükleri nedeniyle yenilecek cinsten değil, acı hatta zehirli, yazık edildi bir nesle, hayır hayır birkaç nesle, onlara kobay muamelesinde bulunuldu. Yoksa karşımızda, belki de koca bir Cahit Sıtkı belirecekti, Orhan Veli bu denli yavan olmayacaktı belki de. Dönemi ve sanatkârların doğum tarihlerini düşünürseniz benzeri talihsiz örneklerin ne kadar çok olduğunu göreceksiniz. II. Yeni şairlerinin bocalamasının altında da Cumhuriyet öncesine ulaşamayışları vardır. Sezai Karakoç, çocukluk yaşlarında öğrendiği Osmanlıca ile bu yağmadan bir nebze kendini kurtarmıştır. Bize ne yazık ki acımadılar, dostlarım, belki sizin romanınız, benim şiirim daha büyük olabilirdi, aslında ilk atom bombasını alfabe değişikliğiyle Batı bizim üzerimizde sınadı, Hiroşima çok daha sonra. Hem bizim kaybımız çok daha fazla.

     

    Artık değişti roller

     

    Edebiyatta bir fetret devri yaşıyoruz, dedim, dedim evet, geçmişi referans alarak dedim. Bütün yeni ve büyük devrimler-oluşumlar, bir kısırlığın ardından dünyaya gelirler. Batılılaşmanın fiilen başladığı Tanzimat döneminden bugüne kalan ve ağız tadıyla okuyacağımız doğru dürüst eserimiz yok. Hep bocalama. Batılılaşma yolundaki ham meyveleri ancak Cumhuriyet sonrası topladık, cevizi kabuğuyla yemeye çalıştık, Hindistancevizini kuru kafa sandık. Bu doğaldı, İslamiyet’i kabulümüzün ardından da uzun yıllar, taaa ki Yunus’a ve Divan edebiyatına kadar etkileyici eser ortaya koyamamıştık. Bugün, siyasette olduğu gibi sanatta da iktidar el değiştirmekte.

     

    Tarihi mayalayan adamlar

     

    Cumhuriyet sonrası Mehmet Akif, Yahya Kemal –çekingen-, Necip Fazıl –çok cesur-, Sezai Karakoç ve devamında Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu gibi ustaların özverili çalışmaları ile fetreti fethe çevirmenin ilk adımlarını attık. Cahit Zarifoğlu’nun konuşmalarını okurken rastladığım şu cümleler beni oldukça sarsmıştı: “Bizlerden gelecekler vardır. Hamurlarını biz yapıyoruz şu anda. Yıllardır ve yıllarca da. Eminim bizi küçümseyecekler o gelecekler. Belki bizi çeşitli yönlerde fazla Batılı bulacaklar; tekniğimizi, deyişimizi. Ayaklarının altında dizili sağlam taşlarda, eğilip baksalar (imzamızı görebilirler de görmeyebilirler de) bakışları ileri olacaktır onların; varsın olsun, gururlu güvenli gidecekler. Bizlerin, edebiyat tarihi yönünden, bir oluşumun öyküsü yönünden değeri olabilir.” Bence o uzak gelecek, geldi işte, atalarımızın ve zamanın değerini bilelim, artık minicik bir hataya dahi müsaade etmeyelim.

    Hicretin nasıl da fethe dönüştüğünü zaten İslam tarihinden biliriz. Şeyh Galip’ten sonra edebiyat topraklarımızdan ayrılmak zorunda kalmıştık; yukarıdaki üstad-ustaların rehberliğiyle 80 sonrasında kendi evimize dönmeyi başardık ve artık gelecek nesiller bu özgür topraklara doğacak.

    Fetretten sonra büyük fetihler gerçekleşecektir, bizim gençlerimiz ötelerdeki adalardan anne karnını gemi gibi kullanarak bize katılmak için gelmektedir. Ufka dikkatle bakın. Onlara şimdiden el sallayın.

     

    Dünyabizim.com / Zafer Acar gün değişti artık dedi


  16.  

    Kable’r-refik ayne’t-tarik

     

    Fenâdan bekâya gidenlere Hû diyelim Hû...

     

    “kable’r-refik ayne’l-tarik” dedik, yoldaşımızı aldık yanımıza,yolu güzel eyleyip bir Cuma serinliği ve esenliğinde düştük yola, Fatih’ten, okuduğumuz fatihaları ihlas ile bir edip makamında ceddimiz Mehmet Han’ın Hû dedik boyun büktük destur aldık ayrıldık.

     

    Bilenler bilir, bilmediğiniz yerde gezmek isterseniz bu işi yürüyerek yapmalı, zira modern dünyanın hizmetkarı arabalar bizleri zaman mefhumunun dalgınlığında hareket ettirirken, sadece yol üstü manzaraları çeşnilerle sunar asıl tadı bize vermez, oysa bir haziran sıcaklığında Fatih’ten çıkmış Merkez Efendi mezarlığına aheste adımlarla giderseniz yolda ne güzelliklerle ve bilmediğiniz nice hikmetlerle karşılaşırsınız, geniş caddelerin, kuzey cephelerinde binaların alamadığı güneşin gölgesinde yürümek için karşıdan karşıya geçerken, ucu bucağı kesilmez bir ipin ortasında kalmış ve neresinden kessem diye düşündüğünüz o kaosun içinde kalırsınız, ara sıra ardınızca yapılan acı firen seslerine korna sesleri karışır ve araç içinden olmadık azarlar yersiniz ama karşıdasınızdır artık, şimdi hemen yanınızdaki büfeden bir ufak su alıp biraz içtikten ve yüreğinizdeki hızlı çarpan korkuyu da dindirdikten sonra nerede kalmıştık diyerek yolları sohbete şahit kılarak yolculuğunuza devam edersiniz, Köprü altı tüneli, ışıklı kavşak, belediye otobüsleri, uzun ve dar geçit, hızlı akan trafik ve hisar kalıntıları arasında açmış adını bilmediğim çiçekler. Bir şeyi ilk görmenin heyecanı nasıldır bilirsiniz ya işte ben o heyecanı fethin yadigarı o canım viranelerde bulamadım öylesine yozlaştırmış ki şehir onları, o taşlar ki zamanı dondurmuş güzelliğini yitirmiş, üzerine yazılan sahte aşkların iki yalancının adını taşımaktan içinden ok geçmiş kalp deliklerinden,yanında yöresinde bulunan kırışmış biraz şişesinden derme çatma kurulmuş baraka evlerden, ve sadece öylesine kalmış olmaktan utanır olmuş ya gel yık beni dese hem unun hem tarihin vicdanını rahatlatmak için yıkardım ellerimle, varsın suçlu ben olayım mazimin ruhu rahat olsun bana yeter.

     

    Yol ilerledikçe konuşma uzadıkça yoruluyor insan, çöküp kalıyoruz bir kaldırım taşına koca İstanbul’da küçük bir noktada bulunmuş olmak bile bilmem nedendir yetiyor mutlu olmak için insana, insanoğlu da işte böyle bir şey büyük hedefler uğrunda koşar koşmasına ama mutlu olması için küçük bahaneler arar ve yetinir kendi kendine, sonrasında yine uçmak üzere şehvetin ve hırsın ekmeğini doğrar çorbasına.

     

    Merkez Efendi mezarlığına geldiğimizde işte şimdi huzurun nabzının attığı kalbe girmiş olduk, öylesine güzel öylesine bizden ki… Divan edebiyatında servi ölümü ve ölümsüzlüğü ifade eder bize işte Divanın hayattan kopuk bir edebiyat olmadığının ab açık ispatı, sıra sıra dizilmiş servi ağaçlarının kendilerini okşayan o latif rüzgarla birlikte zikirlerini duymak hissetmek, kıpırdayan sade yapraklı ağaçların bu ritme uyuşunu izlemek, şadırvanda abdest alan çocuklarının bir birleri ile şakalaşmaları görüp de bu manzaradan hoşnut olmamak elde değil. Hayat ve memat;gül ile servi kabristan içindeki serviler öleceksin derken, kabirler üzerinden açmış güller kırmızı yanaklarını size doğru edalı bir tebessümle bükerek hayattasın diyor bu ulvi mekanda.

     

    İşte o güllerden bir tanesi de daha kabrine yeni gelmiş bir misafirin, gülün yolunda yaşayan yolculuğunda gül ile güle güle denilen bir güzide insanın göğsünde açmış. Ellerimizi semaya Erbakan Hocamızın kabri başında kaldırıyoruz ve yokluğunda duyduğumuz yalnızlığının hüznü ile Rahmana onun ve bizim için dua ediyoruz, hocamızın kabri başında emanet aldığımız selamları da teslim edip, ayrılıyoruz.

     

    12_Eylul_2011_10_22_15_4580652118.jpg

     

    Çok ilerlemeden aşağı da o çocukluğumdan itibaren aşina olduğumuz sesin kabrinin bulunduğunu öğrenip Timurtaş Uçar hocamızı da ziyaret edip kabrine su döküp selam verip çok da uzağında olmayan Nurettin Topçu hocamıza ve ailesine kısa süreli misafir olup ayrılıyoruz.

    Geldiğimiz yönden ama farklı yollardan yolculuğumuza devam ediyoruz, Mevlana Kapıdan geçerken bu ihtişamın karşısında daha fazla dayanamayıp elimde olmadan tebessümler sarf ederek seyrediyorum. Ve bir daha ki gelmeme beklide onu böyle sağ bulamam diyerek bir resim çekiniyorum flaş patladığında o da en az benim kadar heyecanlı idi.

     

    Kapıdan girip sola dönerek ilerliyoruz, bir yanımız da yüzyıllık ihtişamın surları bir yanımız da daha dün kurulmuş bir şehrin utanç verici evleri, ve boynu bükük sefalet. Daracık yollar ve kapı önlerinde oturmuş çay içen muhabbet eden insanlar, sokaklarından bir yabancının geçmesine pek de alışkın olmadıklarını göstererek bakıyorlar bize.

     

    Cemi’ pirân geçmişlerimiz için Hû diyelim Hû…

    Fanilerin böylesine hırçın ve yabancı bakışlarının yanında hemen ötede sağda muhabbetle bizi bekleyen bir makam var. Dedim ya size yayan gezmek gerek diye işte karşımızda bize tebessüm eden mermer taşında Ciğerci Baba yazan bir gönül eri bulunmakta. Bir tanıdığa rast gelmiş gibi yıllardır görüşmüşüz gibi candan bir selam veriyoruz Ciğerci Baba’ya. Etrafı yerden biraz yüksek çevrilmiş duvarla birbirine sıkıca girmiş evlerin arasında kendisine sanki sonradan gelen ve fazlalık yapan oymuş gibi zar zor yer bulan bu iki üç mezar içinde yeşil sarıklı sonradan yazıları beyazla boyanmış ehl-i kuburlar…

     

    Hû erenler…

    Fatiha’nın aminini söyleyip ayrılacaktık ki liseden kalma alışkanlığım bırakmadı beni hemen eğildim okumak için mezar taşında yazılanları, tam da işte bul hal içinde biri çıkıp geliyor hemen yandaki evden meğer Ciğerci Babanın kapı komşusu imiş ama pekte hoşnut değildi zira bize birazda kızarak “kardeşim bu adama ne okuyorsunuz bu adam Müslüman değil ki.” Dedi biran da şok olmuştuk neye uğradığımızı şaşırdık öylece kaldık. Neyse ki arkadaşım hemen uyandı “neden” dedi, adam öylesine emin kendinden bakın dedi bizi haznenin içine soktu ve kabir taşının üzerinde ki Davut yıldızını gösterdi, bu işaret ney dedi, Yahudilerin işareti bu adam Yahudi dedi. Biraz rahatlamıştık zira ufak çaplı bir yanılgı ile karşı karşıya idik, çünkü oradaki süsleme işaretini daha sabah başka bir türbenin duvar kağıtlarında görmüştük. Kusura bakmayın belki sizi hayal kırıklığına uğratacak ama bu bir Müslüman kabridir dedim bu sefer o sordu “neden” çünkü daha ilk kelimede ele veriyor kendini :El-Baki Hüve-l Baki diyordu bize.

    Sonrasın zaten kim olduğu alenen çıktı ortaya:

     

    Tarikat-ı Kadiriyyeden Şeyh El Hâc Muhammed Efendi hulefasından Şeyh Ahmed efendi imiş.

     

    Adam kabullenici ve şaşkın tavrını tekrar asabiyete vurarak cevap verdi “e madem böyle biriymiş de niye devlet buraya bakmıyor burayı restore edipte düzeltmiyor, bak ben hemen şurada oturuyorum ama hiç haberim yoktu.” Dedi sessizce yanımızdan ayrılıp tahta kapıdan gösterdiği evine girdi,

    Biz mutluluğun dozunu biraz daha arttırarak, gittiğimiz yerleri yayan gezmeye devam ettik…

     

     

    Sefa Toprak

    HaberKültür.Net


  17. BAZI ÇAMURLAR TUTMAZ!

     

    28493.jpg

     

    Shakespeare da ırkçıymış, hımm!! Necip Fazıl'a ırkçı demek, onun neden sevildiğini anlayamamaktandır biraz da..

     

    Bir dehayı karalamak kolay mı

     

    Beyaz perde bu sefer de “Shakespeare bir sahtekâr mıydı?” sorusuyla zihinleri kurcalıyor. Biz de cevap olarak aynı soruyu tersten soralım dedik…

     

    Taraf Gazetesi'nin köşe yazarlarından Roni Margulies bundan tam bir sene önce tartışma yaratan 'Dünyayı Yahudi güdüyor!' başlıklı yazısında Necip Fazıl Kısakürek'in sözde ırkçılığına değinmiş, yazarın yüze yakın kitabından sadece konuya uygun birkaçına göz gezdirip bu kitaplardan yine konuya uygun bazı alıntılar yaparak Necip Fazıl'ı "azgın bir ırkçı", hatta bir "yaratık" ilan ettikten sonra, kimi liselere, meydanlara, caddelere, kültür merkezlerine yazarın isminin verilmiş olmasına itiraz etmişti. İtiraz gerekçesiyse, bir köşe yazısı içinde geniş fakat yazarın bütün eserleri içinde çok az yer tutan birkaç sözden ibaretti. Necip Fazıl gibi engin bir denizi kıyılardan anlamaya ve anlatmaya çalışmak ise çerçeve seyrinden öteye geçmezdi.

     

    Necip Fazıl ile Shakespeare

    Necip Fazıl'ı anlamak, daha iyi anlamak, ağlar gibi anlamak için, yazarın 'Bâbıâli', 'Kafa Kâğıdı', 'O ve Ben' ve özellikle de 'Cinnet Mustatili/ Yılanlı Kuyudan' gibi otobiyografilerini mutlaka okumak gerekir. Denebilir ki başka çok az sayıda kalem, âdeta bir kamera nesnelliğinde, bir yazarın hayatını bu kadar gerçekçi, etkili ve derinlikli bir dille kâğıda yansıtmıştır. Eğer kişi önyargısız bir okursa, Necip Fazıl'ı da pekâlâ severek ve anlayarak okuyacak, onun neden Shakespeare gibi bir deha sayıldığınacevap bulacaktır. Şimdi Necip Fazıl ile Shakespeare'in isimlerinin birlikte anılmasına da içerleyenler olur, fakat nedense buna pek karşı gelmezler. Çünkü Shakespeare de tıpkı Necip Fazıl gibi cımbızla alınmış birkaç satırından ötürü ırkçı olmakla suçlanabilir, bu yüzden yok sayılmak, hatta isimsizleştirilmek istenebilir.

     

    Shakespeare'i isimsizleştirmek

    Tiyatroya ilgisi olsun olmasın, kime sorsanız “Shakespeare” ismini bilir. Ortalama bir okur bile onun eserlerinden birini okumuş, bir oyununu ya da oyunundan uyarlanan bir filmi izlemiştir. Aramızdan biri çıkıp da “Shakespeare diye biri aslında yoktu!” dese, birçoğumuzun vereceği tepki ortaktır: Gülüp geçeriz! Ancak, bugüne kadar pek alıcı bulmamış bu iddia sayısız sinema salonunda tek bir ağızdan dile getirilirse içimizde şüphe uyandırması olasıdır. '2012' ve 'Yarından Sonra' gibi felaket filmlerinin yönetmeni Roland Emmerich, işte bu asılsız söylentiyi komplo teorisine varan provokatif bir söylemle beyaz perdeye taşıyor. Filmin ismi de manidar: 'Anonymous', yani “anonim”, “yazarı bilinmeyen”. Filmin afişindeki slogan ise en az ismi kadar kışkırtıcı: “Shakespeare bir sahtekâr mıydı?” Sahtekâr, ırkçı, yaratık… Tanıdık geliyor, değil mi? Ne de olsa, Shakespeare'i sahtekârlıkla suçlayan zihniyet, Necip Fazıl'ı ırkçı ilan eden zihniyetle aynı. Shakespeare'i isimsizleştirmek bilgisayar efektleriyle dünyanın sonunu getirmek kadar kolay mı, birlikte izleyip göreceğiz…

     

    Onur Özgüner yazdı / Dünyabizim.com


  18. 05_Eylul_2011_16_05_04_4616205096.jpg

     

    Şairler ehl-i haldirler

     

    Kâmil ruh, bir tezat âlemine atılmışlığının farkındadır…

     

    Şâir demek öyle ehl-i hâle

    İrâs-ı nakîsedir kemâle

    Ziya Paşa

     

    Mana ölmez; zaman, mana hamurunu çoğalttıkça çoğaltır. Oysa maddenin kudret ve şevketi, günbatımı gibi üful eder; kaybolur gider. Mana renksiz ve şekilsizdir; doğduğu bünyeden renk ve şekil alır. Manaya renk ve şekil isnat etmek onu sınırlamak, dar bir alana hapsetmek, kronolojik zamanın içerisinde gömmektir.

     

    “Benden asırlarca sonra bu gazel, Hazreti Yûsuf kıssası gibi meşhur olacaktır. Çünkü gönül toprak altında çürümez. Ben bunu gönülden söyledim, ciğerden değil.” (Mevlâna)

     

    Kâmil ruh, bir tezat âlemine atılmışlığının farkındadır. Varlıkla yokluk arasında gidip gelen ruh, ekşiyle tatlıyı, hüzünle kederi, nefretle aşkı, inançla inkârı, hareketle sükûnu, velhasıl hayatı bütün renkleriyle teke indirgeyecek, birini ötekinden sadece bir tanım vasıtası olarak tefrik ederek çokluk pınarından birlik suyu içecektir. Orada mana kırık aynadaki sûret değildir. Cân aynası sırlanmıştır. Öte yandan o artık daima hayran ve daima mest bakışlara sahiptir. Her şeyde güzeli görmek, her güzelde o güzelliği seyretmek!

     

    Kemâle ulaşmış şâir, Kaf Dağı’na çıkmıştır; âlemi oradan temâşâ etmektedir. Güneşin doğuşuyla yenilenen ve gurubuyla sır olan hayata tanık olmaktadır. Engin dağların zirvelerinde dört mevsim sabır ve metanetle varlığını korumasına mukabil eteklerinde sel ve şelâleye tahvîl olan karın bütün renklerini hafızasına nakşetmektedir. Eriyen kar tanelerinin geride bıraktığı çiğdemi dağın sahibi mahlûkattan ve çobanlardan ilkin o koklamaktadır. Dereleri, çayları, ırmakları, nehirleri ve nihayet denizi, okyanusu bütün sırları ile o bilmektedir. Damlaları çoğaltarak değil, tevhide çıkartarak tanımak ve anlamak ona nasip olmuştur. Fırtınaları da sükûneti bildiği gibi bilmekte, sulhu da savaşı da aynı gözle görmekte, doğuma da ölüme de o gözle bakmaktadır. Bu sebeptendir ki o, daima terkip yapar. Dil, vezin ve kâfiye kaydından uzakta, biçim ve biçemin zorladığı alanın fevkinde gürül gürül akan duru ve saf bir sudur onun şiiri. O içtiği âb-ı hayâttan mest olmuş; kurduğu sükûnet adasına konuk olanlara da bu sudan ikram etmektedir.

     

    Kemâle ulaşmış şâir, mânâdan mânâya koşan bir seyyahtır. Onun için söz değil, sözün ihtiva ettiği enginlik esastır. Esasen gök kubbede söylenmedik sözün kalmadığını da bilir. Bu sebepten o, tükenmiş bir malzemeyi yeni bir damar ve yol bularak çoğaltma merakında değildir. Söz değil, mana esastır. Mana da her dem yeni bir dona bürünür. Zira yokluk âleminde oluş, akan nehirlerdeki damlalar gibi anbean devam eder.

     

    Bilal Kemikli

    Haberkültür


  19. 01_Eylul_2011_12_40_17_1558954120.jpg

     

     

    Tüm Müslüman ülkelerde bayramla solunan bu kardeşlik duygusu, umulur ki daha da güçlenir ve namazla saf tutan müminler, kurşunla kaynatılmış gibi, bir arada, gerçek anlamda kardeşliği yaşarlar…

     

    Asıl Bayram...

    Müslümanlar'ın inkarcı görüşlere karşı onurlu bir mücadele içinde olmak yerine birbirleriyle çekişmeleri güç ve vakit kaybıdır. Allah, “çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi 46) buyurur ve inananları bu konuda uyarır.

     

    Bediüzzaman iman sahiplerinin, ihtirasları ve düşmanca taraf tutmaları nedeniyle kuvvetlerinin hiçe ineceğine ve az bir kuvvetle ezilebileceklerine dikkat çeker. Ve şöyle devam eder: “Sosyal hayatla alakanız varsa, 'Mümin mümin için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren taşları gibidir' yüksek prensibini, hayat prensibi yapınız. Dünya sefilliğinden ve ahiret sıkıntısından kurtulunuz.”Günümüz dünyasında açlık, yoksulluk, parasızlık en önemli sorunların başında gelmektedir. Yönetimdeki ve ekonomideki aksaklıklar, savaşlar, baskıcı yönetimler insanların yoksulluk çekmelerine neden olmaktadır. Bütün bunlar yaşanırken, Müslümanların bir araya gelmemeleri, dahası bunu istememeleri çok büyük yanılgıdır. Aralarında mezhep, görüş ve uygulama anlamında çeşitli farklılıklar olsa da bu, “…birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. (Hucurat Suresi,13) ayetiyle bildirildiği gibi tanışıp kaynaşmaları içindir. Farklı olmaları birbirlerinin din kardeşi oldukları gerçeğini değiştirmez. Vicdanlı Müslümanlara düşen, Kur’an ahlakı gereğince bu kardeşliği korumak ve güçlendirmektir.

     

    Bugün Müslümanlar arasında ihtilaf konusu olan konularda fikir birliğine varılamaması nedeniyle tartışma ve çatışmalar yaşanmaktadır. Oysa ihtilaf yerine aklın ve vicdanın yol göstermesiyle ittifak olmalı, kanlı ideolojiler yok edilene kadar fikir mücadelesi sürmelidir.Çarpık görüşlerin yeryüzünden tamamen kalktığını, ancak terör, anarşi ve zulümler durduğunda anlayabiliriz. Hala masum insanlar katlediliyor ve birçok yerde zulümler devam ediyorsa, kanlı ideolojilerin taraftarları iş başında demektir.Dünyanın her köşesindeki her sorun, deccali/şeytani yöntemlerle değil, rahmani yöntemlerle çözülür. Yeryüzünde Allah’ın sistemi, şeytanî sistemin yerini almadıkça ızdırabın, acının önüne geçmek mümkün değildir.

     

    Vicdanlı insanların yükü ağır

     

    O halde öncelikle yapılması gereken, tüm Müslümanlar arasında birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun yeniden hayata geçirilmesidir… Ve vicdanlı insanlara düşen görev çok açıktır; ”fitne kalmayıncaya kadar” mücadele etmek...

     

    Peygamberimiz (sav), "Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça asla dalalete düşmeyecek ve sapmayacaksınız; Kur’an ve sünnetim" sözleriyle Müslümanlara uymaları gereken yolu gösterir.

    Sorunların çözümü, bütün Müslümanların onun ışığıyla aydınlanan bu yola uyması, birlik olmasıdır. Allah'ın ipine sarılmak, Allah’ın buyruğudur; namaz ve oruç gibi bir buyruktur. Namaz kılmamak nasıl büyük bir yanılgı ise, İslam âleminin birleşmesini istememek de büyük bir yanılgıdır.Son dönemde uluslararası toplantı ve konferanslarda, İslam dünyasındaki sorunların üstesinden gelmenin tek yolunun İslam toplumlarının ve İslam ülkelerinin ittifakından geçtiği yönünde sıklıkla açıklamalar yapılmaktadır.Birlik olmaları yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın çektiği sıkıntılara -Allah'ın izniyle- son verecek, dünya barış, huzur ve mutluluğa kavuşacaktır. Böylece Kur'an ahlakının güzelliklerinin yaşanmadığı hiçbir yer kalmayacaktır. Bu Allah'ın vaadidir ve O’nun dilemesiyle gerçekleşecektir:"Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile." (Saff Suresi, 9)

     

    Bayram Sabahları

     

    Bayram günleri insanlar büyük hazlar yaşarlar. Sabah kılınan bayram namazları, Rabb’lerinin huzurunda saf tutan müminlerin kardeşliklerinin göstergesidir. Sabah namazıyla başlayan Allah’a yakınlaşma ve kardeşlik ruhu… İslam ruhunu kıyamete kadar devam ettirecek olan, işte budur…Tüm Müslüman ülkelerde bayramla solunan bu kardeşlik duygusu, umulur ki daha da güçlenir ve namazla saf tutan müminler, kurşunla kaynatılmış gibi, bir arada, gerçek anlamda kardeşliği yaşarlar… Bayram, tüm İslâm dünyası için hayırlara ve birlik yönünde önemli gelişmelere vesile olsun.

     

    Barış, huzur, dostluk mutluluk verecek, ruhumuzu coşkuya açacak, tam bir bayram sevinci yaşatacak olan İttihad-ı İslam... İşte İslam Aleminin asıl bayramı budur.

     

    Fuat Türker/ Habertürk


  20. Ah perdeler bir kalksa

    Kutbul aktab Mahmut Sami RAMAZANOĞLU Hazretlerinden bir sohbet ziyafeti

    Yakîne Eren Tûl-i Emeli terk eder

     

    Hâlıkının Allah olduğunu bilip de O'na kulluk etmeyen, Râzıkının Allah olduğunu bilip de huzur ve güven içinde bulunmayan, dünyanın geçiciliğini bilip de ona itibar eden, ateşin facirlere yuva olduğunu bildiği halde ondan ürpermeyen, cennetin ebrarın yurdu olduğunu bilip de oraya girmek için amel etmeyen kimse aldanmıştır. Zünnun-ı Mısri ks demiştir ki, "Yakîne eren tûl-i emeli terk eder. Tûl-i emeli terk eden zühde erer; zühd hikmete, hikmet de her işin sonunu düşünmeye götürür ki ahiret imanı, bu iman ve tefekkürün kemal halidir.

     

    Ebu Türab en Nahşebi anlatıyor: Çölde azıksız sefer eden bir delikanlı gördüm. Kendi kendime dedim ki: "Eğer bunun yanında yakîn azığı yoksa muhakkak helâk olur. Kendisine: Ey delikanlı! Böyle yerlerde azıksız mı gezersin? dediğimde cevaben: Ya şeyh! Kaldır başını! Allah'tan başka bir şey görüyor musun? dedi. Ben de: Sen bu mertebeye erdikten sonra istediğin yerde istediğin şekilde gez" dedim.

     

    Perdeler kalkınca iman îkâna erer

     

    Varlık hicabında kalmanın zilletinden kurtulan, uhrevi işlerde yakîne ermenin tadını tadar. Gözlerinden hicab kalkıncaya kadar iman eder, hicab kalktıktan sonra yakîne erer. Hz. Ali ra "Perdeler açılmış olsa yakinim artmaz, zira ben devamlı yakin içindeyim." demiştir. Çünkü varlık perdesinden sıyrılanın uhrevi işleri müşahede etmesini bedeni hicapları perdeleyemez. Perdelerin açılmasıyla iman mertebesinden îkân mertebesine ererler.

     

    Kur'an'ın yol göstericiliğiyle hidayete erip gabya iman edenler, namazlarını dosdoğru kılanlar, kendilerine verilenlerden infak edenler, Hz. Muhammed as'a ve ondan evvelkilere inzal olunanlara iman edenler, ahirete yakinen iman edenlerin ta kendileridir. Bunlar gerek dünyada gerekse ahirette, dünya işlerinde ahireti, ahiret işlerinde dünyayı iç içe ve yakînen müşahede ederler. Ahireti dünyadan ayrı ve uzak görmedikleri için ahirete iman mertebesinden, îkân mertebesine yükselirler. Allah Taala bu hususta: "Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün çok keskindir." 50/22 buyurmuştur.

     

    Felah üç mertebedir

     

    Gabya iman, namaz ve infak ile başlayan seyir, öncekilere ve sonrakine ve ahirete yakînen iman ile kişiyi felaha götürür. Felah üç mertebedir: İlki: Hevasına ve dünyanın geçici süslerine tabi olmamak, şeytanın vesvese ve fitnelerine kapılmayarak nefse karşı muzaffer olmaktır. İkincisi: Küfürden, dalaletten, bid'at ve cehaletten, imanın elden çıkmasından, cehenneme müstahak ve cennetten ve cemalden mahrum olmaktan kurtulmak; Üçüncüsü ise: Ebedi mülkte, hüznü olmayan sevince, ihtiyarlığı olmayan zindeliğe, hesabı olmayan nimete, perdesi olmayan görüşmeyle bakaya ve Cemalullah'a kavuşmaktır. Beyzâvi Tefsiri'nde naklolunduğuna göre Necmüddin Daye ks demiştir ki: "Bu ayet-i celilede hideyetin "hüden" şeklinde nekra olarak gelmesi, her bir mertebenin hidayetini içine almak içindir. İlk beş ayette vasıfları sayılan "muttakî"lerden her biri, Rablerinden bir keşif, bir nur, bir sırr, bir lutf ve bir hakikat üzeredirler ki Allah'ın enbiya ve evliyasını nimetlendirdiği kemal, zat ve sıfatına, ebedi ihsanına nisbetle bu nimetler ummandan bir katredir."

     

     

    Bakara Suresi Tefsirinden alınmıştır. Haberkültür.com

    • Like 1

  21. RABITA MURAKABEYE GÖTÜRÜR

     

    Rabıtası kuvvetli olan ihvanın şeytan semtinden bilegeçemez. Rabıtalı olan insanın kalbi zikirli olur çünkü.İhvan daima mürşidiyle beraber bulundu mu, hem letaifleri çabuk çabuk geçer, hem de şeytan semtine uğrayamaz.Unutursa, istila eder girer kalbinin içine. Küçükgünahlarda ısrar, büyük günahlara kapı açar. İlacı,seherde çekilen evraddır. Derslerimiz, nefsin mertebelerinigeçmek içindir. Yerine getirilmemesi münafıklık alametidir. İlim, sünnete riayet, ibadette ısrar dersleri kolaylaştırır.

     

    Fıkıh ile hadis öğren

    Nefsini yıkmaya davran

    Mürşide binde bir uğran

    Sakal altı sualdir bu

     

    Seher vaktinde yapılan derslerde büyük ikramlar olur.Üstadımız Sami Efendi Hazretleri (k.s.), "Bizim ihvanımız H.z. Peygamber'in (s.a.v.)koruması altındadır" buyururlardı.Rabbimizin "kulum" dediği vasıfta insan olmadan kendimizi olduk piştik diye kabul edemeyiz. Mürşidine rabıtası kuvvetli olan ihvanın işi çok kolaylaşır. Rabıta murakabeye götürür; Rabbimizin yaratışındaki sırları tefekküre sevkeder ve buradan hikmet meyveleri devşirtir. Benlik şişesini kıracağız. Yedi kat semayı yok bileceğiz. Nedir murakabe? Hesap korkusu taşıyacağız.

     

    Sami Efendimiz Hazretleri kutbul aktabdı. İnsanların ve cinlerin halifesi idi. Öyleyken üzerlerinden hiç eksilmeyen bir mahzuniyetleri vardı. Bütün üstadlarımız, manevi bir ocaktır. Biz ancak ocağın etrafında ısınıyoruz. Ocağın üzerine oturmamız lazım. Bir gün evladımız bize "Bu derslerin sonu nereye kadar varacak" diye sordu. "Oğlum! İbadet ölene kadardır" dedim. Bizim evladımız eşyanın konuştuğuna muttali olur biiznillah. Ama esas olan "kulluk" sırrına ermektir. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri (k.s.) "Bitkilerle, hayvanlarla konuşur hale gelseniz dahi derslerinize devam edin" buyurmuşlardır. Efendimiz (s.a.v.) bir beşerdir ama taşlar arasında yakut gibidir. Ladikli Hacı Ahmed Ağamız, "Mahmut Sami Efendi Hazretlerinin evlatları arasında hayvan sûretinde olan kimse görmüyorum" buyurur. Bu nimet, her yol ehline nasip olmaz. Hayvan sûretinde olmamak ihlâsa bağlıdır. Akşam ile yatsı arasında 100 defa "Sühhanallah ve bihamdihi" deyin buyurmuştu Sultanımız. İbadetlerimize ihlâs tuzu biberi ektiğimizde o ibadetleri mizan bile tartamaz. İhlas yoksa, sadece yorulduğumuzla kalırız.

     

    İhlâs ile amel nasıl olur, derseniz; samimi ibadet başkalarının derdiyle dertlenmekle hasıl olur. Mahallemizde köyümüzde evlenmemiş kız çocukların halleri gözümüzde uyku koymuyor. Gönül kırmayan, insanlarla muamelelerinde af yolunu seçenlere ihlâs elbisesi giydirilir. Niye? Diliyle "la ilahe illallah" deyip nefsinin hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında kuldan bilip de tasdikini bozmadığı için ameli Allah için halis olur.Ebu Cehil yolundan gidenlerin ise amellerinde ihlâs, samimiyet bulunmaz. Canı gönülden Allahımızı zikretmezsek kafamızda şeytan dolaşır. Ne kendimize ne çoluk çocuğumuza faydamız olur. Zikrullah şifaul kulûbdur. Kalpde Cenabı Hakk'ı zikir, kalbi emrazdan izale için, hasetten, dünyadan, kibirden, buhülden, adavetten de, hırstan, tama'dan kurtulmak için aynı şifadır. "Ez-zikru hayrum mines-sadaka" Zikir sadakadan da efdaldir,

    buyrulmuştur. Şeytan Beni ademin kalbine icrayı nüfûz için istila eder. Lâkin kalp Cenab-ı Allah'ı zikredince mecburen geri çekilir, unutursa da istila eder.Mevla bizi zat-ı Kibriyasını her nefeste hatırlayan ve amellerini şeytana kaptırmayan kulları arasına dahil etsin

    inşallah.

     

    Hamd olsun alemlerin Rabb'ı olan Allah'a.


  22. kandil44.jpg

    Genelkurmay Başkanlığı'ndan hava harekatıyla ilgili açıklama...

    TSK, Çukurca saldırısının ardından başlayan hava harekatında 100'e yakın PKK'lının öldürüldüğünü duyurdu. Terör örgütünün 'Siviller öldürüldü' iddialarına da yanıt verdi.

     

    Genelkurmay Başkanlığı, Hakkari-Çukurca'daki PKK pususunda verilen 9 şehidin ardından başlayan hava harekatlarında 100'e yakın teröristin öldürüldüğünü duyurdu.

     

    Türk Silahlı Kuvvetleri'nin açıklamasında "Irak'ın kuzeyi ve Kandil dağı bölgesinde 17-19 Ağustos 2011 tarihlerinde, Türk Hava Kuvvetleri uçakları ile hava harekâtı ve karada konuşlu ateş destek vasıtaları ile ateşle taarruz icra edilmiştir" denildi.

     

    Türk Hava Kuvvetleri uçaklarının 20 Ağustos 2011 tarihinde, Metina, Zap, Avaşin-Basyan ve Hakurk bölgesinde tespit edilen 13 hedefi, 21 Ağustos 2011 tarihinde, Kandil, Gara, Zap ve Metina bölgelerinde tespit edilen 4 hedefi, 22 Ağustos 2011 tarihinde ise Zap, Hakurk, Avaşin-Basyan ve Kandil bölgesinde tespit edilen 7 hedefi vurduğu belirtildi.

     

    17-22 Ağustos 2011 tarihlerinde yapılan harekatla ilgi açıklamada şu ifadeler yer aldı:

    132 HEDEF

    -132 hedefe, 102 sorti ile, modern ve klasik mühimmatın kullanıldığı başarılı taarruzlar gerçekleştirildi.

    HAREKATTAN ÖNCE 24 KEŞİF SORTİSİ

    - Hasar kıymetlendirmesi ve hedef tespiti maksadıyla 24 sorti keşif uçuşu icra edildi.

    349 HEDEFE TOPÇU ATEŞİ

    - Ateş üslerinde konuşlu topçu birliklerince 349 hedef yoğun olarak ateş altına alındı.

    SİVİLLERE DİKKAT

    - Ateş altına alınan hedefler, ayrıntılı bir analiz sonucu tespit edildi, defalarca doğrulandı ve sivillerin yaşadığı meskun mahal olmadıkları kesinlikle tespit edildikten sonra hedef listesine dahil edildi.

    9 UÇAKSAVAR

    - Harekâtta; 73 barınak, 6 sığınak, 18 mağara, 8 depo, 14 tesis/bina, 1 cephanelik, 9 uçaksavar mevzii, 3 kontrol noktasının etkili olarak vurulduğu belirlendi.

    'KÖYLERİ CANLI KALKAN YAPTILAR'

    - Bu aşamada etkisiz hale getirilen terörist sayısını kesin olarak ifade etmek mümkün olmamakla birlikte, elde edilen ilk bilgilerden; hava taarruzunun teröristler üzerinde baskın tesiri yarattığı, 90-100 teröristin etkisiz hale getirildiği, 80'den fazla yaralı teröristin bölgedeki hastaneler ve köylere taşındığı, çok sayıda terörist ile temasın kesildiği, çok sayıda teröristin yerel sivil halkın bulunduğu köylere kaçarak halkı canlı kalkan olmaya zorladığı öğrenildi.

    ÖRGÜT BÖLGEYİ KAPATTI

    - Hava harekâtı icra edilen bölgelere basın mensuplarının ve yerel halkın girişinin bölücü terör örgütü tarafından engellendiği, bu hususun bölgedeki gerçek zayiat ve hasarı gizlemeye yönelik olduğu, temas kurulamayan teröristlerin ise örgütten kaçmış olabilecekleri değerlendirilmektedir.

    ÇUKURCA'NIN FAİLLERİ

    - 19 Ağustos 2011 tarihinde, nokta istihbaratına dayalı olarak yurt içinde icra edilen hava harekâtında 5 teröristin etkisiz hale getirildiği ve etkisiz hale getirilen teröristlerin 17 Ağustos 2011 günü Hakkari-Çukurca karayolunda 9 güvenlik görevlisinin şehit edildiği eylemi düzenleyen gruba mensup oldukları öğrenildi.

    BİLGİLENDİRME DEVAM EDECEK

    - Harekâta ait kesin değerlendirmelere ulaşıldıkça kamuoyu ile paylaşılacaktır. Bu bakımdan bilgi ve belgelere dayanmayan, ayrıca Genelkurmay Başkanlığınca teyit edilmeyen haberlere itibar edilmemesi önem arz etmektedir.

     

    - Irak'ın kuzeyi ve yurt içi bölücü terör örgütünün faaliyetleri açısından yakından izlenecek, hava ve kara operasyonlarına devam edilecektir.

     

    Kaynak/Haber5

×
×
  • Create New...