Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Kalemdar

Admin
  • Content Count

    996
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by Kalemdar


  1. bina.jpg

     

    Teknoloji ilerledikte dünyada 800 metre uzunluğunda gökdelenler yapıldı. Fakat yeni teknolojiler mühendislere daha büyük ve akıllı binalar yapmalarına imkan tanıyor. Bu akıllı binaların yapımında özelilikle tıp ve elektronik alanında şaşırtıcı gelişmeleri beraberinde getiren nanoteknoloji kullanılıyor.

     

     

    BBC Focus dergisinde yer alan habere göre, işte dünyanın en uzun, en yüksek binaları ve gelecekte yapılacak olan benzersiz projeler:

     

    Ne kadar uzun?

     

    Japonya'daki Akashi-Kaikyo Köprüsü, 1991 metre uzunluğuyla dünyadaki en uzun asma köprüdür. İki tane 282 metrelik kulesi bulunan köprü, Richter ölçeğine göre 8.5 büyüklüğünde oluşabilecek depreme dayanıklı olarak inşa edilmiştir. Ayrıca saatte 290 kilometre hızla esen tayfunlara da dayanıklıdır.

     

    Bu köprünün bu kadar uzun olmasının sırrı merkezi asma açıklığı ile kablo destekli köprü yapılarının uzatılmasına bağlıdır. Yenilikçi yapı tasarımları bugüne kadar bizi esir almıştı. Ancak burada anahtar yeni materyallerde gizlidir. Diğer yapı alanlarının birçoğunda olduğu gibi karbon nanotüpler gelecek vaat ediyor. Halat gibi birbirine sarmalanan uzun teller eşsiz gerilme direnci ile hafifliği birleştiriyor.

     

    kopru.jpg

     

    Ne kadar yüksek?

     

    Akıllı çözümler gökdelenleri daha da yükseltebilir. 828 metre yüksekliğindeki Burç Halife, dünyadaki en yüksek binadır. Çevremizdeki mevcut teknolojiyle bu gökdelenleri ne kadar yükseğe çıkarabiliriz? Bir gökdelen güvenli bir şekilde binlerce insana ev sahipliği yapmak zorunda ve binanın ayakta kalmasının yollarını bulmak zorundayız.

     

    bina2.jpg

     

    Burada kilit nokta akışı kesmektir. Burç Halife, rüzgar akışını azaltmak için şeklini değiştirerek bunu yapıyor. İlk defa betonarme kütle üzerine çelik konstrüksiyonla devam edilen ilk bina özelliğini taşıyor. Ayrıca binanın cephelerine gelen rüzgâr yüklerini en aza indirmek için binanın hiçbir cephesi düz olarak tasarlanmamıştır. Köşeleri ise keskin değil, dairesel birleşimlerle yapılmıştır.

     

     

     

    Geleceğin süper projeleri:

    Mile-High Tower, Cidde - Suudi Arabistan: Kingdom Tower ya da "Mile High Tower" olarak bilinen kulenin 1,600 metre yüksekliğinde olması planlanıyor. Dubai'deki dünyadaki en yüksek bina olan Burç Halife'nin 2 katı yüksekliğinde olacak. Bina dengeleyici 2 mini kulesiyle devasa bir retro-style (eski zaman tarzı) rokete benzeyecek. Yan hareketleri azaltmak için, binanın kalbinde bilgisayar kontrollü ağır bir araç kurulacak.

     

    bina1.jpg

     

     

     

    Bakhtiari Dam, Zagros Dağları, İran: 315 metre yüksekliğinde güneybatı İran'da Huzistan eyaletindeki Bakhtiari nehri üzerine kurulan baraj dünyadaki en uzun barajdır. Zirvede 10 metre, temelde ise 30 metre genişliğinde olan baraj 3,1 milyon metre küp betondan oluşacak ve 4,8 milyon metre küp su saklayacak. Barajın üretim kapasitesi bin 500 megawatt olacak. Şu an inşaatına başlanmadı. Ancak İran, Çinli mühendislik şirketiyle gelecem ay anlaşma imzalamayı umuyor.

     

    baraj.jpg

     

    Pearl Nehri Delta Köprüsü, Hong-Kong, Çin: 48 kilometre gerginliğe sahip olacak dünyadaki en uzun deniz köprüsüdür. Köprü Hong-Kong, Çin ve Macau adasını birbirine bağlayacak. Kablolu köprü, viyadükler ve bir de tünelin bir arada olacağı köprünün altından gemiler geçecek. Yapının tüm parçaları 8 büyüklüğündeki depreme ve saatte 200 kilometre hızındaki tayfunlara dayanıklı olarak yapılacak. Yapımına 2011 yılında başlayacak olan köprünün 5 yıl içinde bitirilmesi umuluyor.

     

    kopru2.jpg

     

    Gotthard Base Tünel, İsviçre, İtalya: Geçtiğimiz Ekim ayında "Sissi" isimli dev sondaj makinesi kayanın son bölümüne geldiği zaman büyük bir mutluluk yaşanmıştı. Alplerin aşağısında 56 kilometre gerilime sahip olan köprü dünyadaki en uzun yer altı tüneli. İşçiler tünel inşaatı sırasında 23 milyon ton kaya çıkarttılar. Proje tamamlandığında (tahminen 2017) Zürih ile Milan arasına yüksek hızlı tren yerleştirilecek.

     

    tunel.jpg

     

    Zaman

    • Like 3

  2. Terör örgütü yandaşlarının Cizre'de imam hatipli öğrencileri diri diri yakma girişimine tepkiler devam ederken, Diyarbakır'da da benzer bir saldırı yaşandı. Yenişehir İmam Hatip Lisesi Devlet Parasız Yatılı Öğrenci Pansiyonu'na saldıran örgüt sempatizanları camları indirdi, yatakhanenin kapısını kırdı. Yurt müdürünün tedbirli davranarak önceden öğrencileri evlerine göndermesi büyük bir faciayı önledi.

     

    Cizre'de imam hatipli öğrencilerin kaldığı yurdu ateşe veren terör örgütü PKK yandaşları, bu defa Diyarbakır'da sahnedeydi. Hedef yine imam hatipli öğrencilerdi. Örgüt sempatizanları, BDP'nin desteklediği bağımsız milletvekili adaylarının mitinginden sonra 'Yenişehir İmam Hatip Lisesi Devlet Parasız Yatılı Öğrenci Pansiyonu'na saldırdı. Ana giriş kapısını kırarak içeri giren göstericiler, binanın içine ulaşmaya çalıştı. Ancak yurt görevlileri ve bir grup vatandaş, saldırganlara engel oldu. Bunun üzerine yatakhanenin bulunduğu arka tarafa geçerek tüm camları aşağı indirdiler ve yatakhanenin kapısını kırdılar. Tüm çabalarına rağmen içeri girmeyi başaramayan örgüt sempatizanlarından bazıları daha sonra pansiyona KCK'yı temsil eden sözde bayrak ve afişleri astı. 27 Mayıs'ta Şırnak'ın Cizre ilçesinde yaşananları dikkate alan yurt yetkililerinin benzer bir saldırı olabileceğini öngörerek öğrencilerin tamamını eve gönderdiği öğrenildi. Cizre'deki saldırıda atılan molotoflar sonucu biri ağır olmak üzere üç öğrenci yanarak yaralanmıştı. Terör yandaşları, bu olayın ardından ilçedeki Kırmızı Medrese'ye de taşlı saldırı düzenlemişti.

     

    Olay önceki gün BDP'nin desteklediği bağımsız milletvekili adaylarının mitinginden sonra yaşandı. Miting alanına bakan Yenişehir İmam Hatip Lisesi Devlet Parasız Yatılı Öğrenci Pansiyonu, yüzünü poşuyla kapatan bir grubun saldırısına uğradı. Pansiyonun ana giriş kapısını kırarak içeriye giren göstericiler, binanın içine ulaşmak istedi. Pansiyon görevlilerinin izin vermemesi üzerine terör örgütü yandaşları, yatakhanenin bulunduğu arka taraftaki tüm camları yere indirdi, demir kapıyı taşlarla kırmak istedi. Tüm çabalarına rağmen içeriye giremeyen yüzü kapalı grup, daha sonra pansiyonun önündeki bayrak direğine tırmanarak oraya terör örgütü PKK'yı da bünyesinde bulunduran KCK'yı temsil eden bayrak ve afişleri astı. Örgüt yandaşlarının saldırıda kullandığı taş, bıçak ve yabancı cisimler, dün sabah pansiyon çalışanları tarafından toplandı.

     

    BDP'nin İstasyon Meydanı'ndaki mitingi sonrası imam hatip öğrencilerine yönelik saldırı olabileceği ihtimalini değerlendiren Yenişehir İmam Hatip Lisesi Devlet Parasız Yatılı Öğrenci Pansiyonu yetkililerinin, öğrencilerin tamamını önceki gün evlerine gönderdiği belirlendi. Yetkililer, Şırnak'ın Cizre ilçesinde yaşanan olaydan dolayı böyle bir tedbir aldıklarını dile getirdi. Saldırıya karşı koymak isteyen bir pansiyon çalışanı, çevredeki vatandaşların araya girmesiyle kurtuldu. Pansiyon personeli, saldırıya engel olmak istediğini belirterek, "Ben tepki gösterince bana saldırdılar ve beni linç etmek istediler." diye konuştu.

     

    Terör örgütü PKK, Güneydoğu'da halkın çocuklarını dinî eğitim almaları için imam hatip lisesi ve yurtlarına göndermesinden son derece rahatsız. Halkın dindarlığından rahatsız olan örgütün üst düzey yöneticileri, Kürtlerin dininin Zerdüştlük olduğunu iddia etmişti. Terör örgütü yandaşları, Şırnak'ın Cizre ilçesinde imam hatip öğrencilerinin kaldığı yurda saldırmış, öğrencileri diri diri yakmaya çalışmıştı. Yurt saldırısından sonra yine Cizre'deki Kırmızı Medrese'ye bir grup PKK yandaşı tarafından saldırı yapılmıştı. Atılan taşlarla medresenin batı cephesindeki tüm camlar kırılmıştı.

     

    Yine yurt saldırısı: 200 öğrenciyi yakacaklardı Güneydoğu'da son günlerde yurtlara saldıran terör örgütü PKK yandaşları, Diyarbakır'da benzer bir saldırı daha gerçekleştirdi. Yenişehir ilçesi Şehitlik semtinde bulunan ve büyük çoğunluğu Diyarbakırlı olan 200'e yakın üniversite ve lise öğrencisinin kaldığı Mehmet Özyurt Yüksek Öğrenim Yurdu'na dün akşam örgüt yandaşları saldırıldı. Maddî hasarın meydana geldiği olaydan sonra polis, yurt yakınındaki çöp kutusunda atılmaya hazır molotofkokteylleri buldu. Ayrıca polisin yaptığı incelemede, yurdun önünden geçen caddede göstericilere ait olduğu değerlendirilen kan izlerine rastladı. Olay yerinde inceleme yapan Diyarbakır Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam, faillerin yakalanması için çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Yurt görevlileriyle görüşen Sağlam, yaralanan hiçbir öğrencinin olmadığını söyledi. Emniyet müdürü, ses bombasının saldırganın elinde patlamış olabileceğini kaydetti. Bu arada, bombalı saldırı anı yurdun güvenlik kamerasına da yansıdı. Simitçi kılığında saldırganla 3 kişinin yurdun önünde uzun süre keşif yaptıktan sonra ayrıldığı görüldü.

     

    Zaman


  3. 2855.jpg

     

    Malcolm X, SBS'de soru oldu!

     

    Böyle bir haber için dünyabizim olarak olsa keşke derdik. Hatta zaman zaman yalan haber bile yaptık. Ama bu gerçek bir haber! 4 Haziran 2011 tarihinde 8. Sınıf öğrencileri dünyanın en zenci SBS’sine girdiler.

     

    Kara değil, zenci! Hatta mü’min bir zencinin ferah yüzüyle karşılaştılar Sosyal Bilgiler sorularından 18. soruyu gördüklerinde. Belki çocukların çoğunluğu ilk kez görüyorlardı Malik Şahbaz adlı adamın suretini.

     

    O suret, göğ ekin gibi yere düşen bir adama aitti.

     

    O Suret, Hacc farizasını yapan bir adamın gördüklerini anlattığı duru bir bakışla mecz olmuştu.

     

    O suret, ezilen, aşağılanan, insan yerine konmayan Afro-Amerikan bir adama ait değildi! Ömrünü yakıp yerine Süleymaniye denli bir mabed gibi kendini yeniden inşa eden bir adama aitti. Malik el Şahbaz: Malcolm X. Evet, isminin sonuna X ibaresini koyan adama aitti. Çocukların çok iyi bildikleri bir lisanın harfidir X; bilinmeyen.

     

    Malcolm X, bilinen olmak için X’in altını kanıyla çizen adam.

     

    Vazgeçerseniz sizi çözüp atarlar!

     

    Bir SBS sınavında çocuklara adeta, “Direniş var yılgınlık yok!”; “Vazgeçerseniz, soruları çözmezseniz sizi çözüp atarlar!” demek için gelmişti. Çok uzaklardan geldi… Evet, bunalmış, sınavlarla at yarışına tutuşturulmuş gibi sürekli bir yerleri törpülenen çocuklara: “Korkmayın! Sistemler, okullar, eğiticiler sizin kalbinizdeki o köklü devleti, özgürlüğe mahkum/mecbur/aşık/tutkulu/yazgılı o devleti (yürek devleti) yıkamazlar!” demek için gelmişti.

     

    Her kim akıl etmişse, çocuklara hakiki bir kahramanın resmini göstermiş oldular. Kendi külünden yeniden doğan bir Anka’yı, insan olmanın hiç de kolay olmadığını bilen bir sureti çocuklara bir kere olsun gösterenler iyi bir şey yaptılar. Ezberlenmiş şair, yazar ve öykücülerin üzerine ömrünün altını kanla ve sözle ve yazıyla ve samimiyetle çizen modern zamanların devrimci, derviş, samimi bir insanını gösterdiler. Ne de iyi ettiler! Malcolm X; bu ülkenin sağından soluna, politik ve inanç farklılığı olan her insanına gösterilebilecek nadir bir insan. Bir insan!

     

    Yerlilere değerlerinin kıymetini hatırlatan bir yüz. Yerliliğinden utananlara tokat gibi sözleri olan bir insan.

     

    Hacc ümmeti birleştirir!

     

    Haccın birleştirici, eşitlikçi, öz be öz kıyamet denemesi olan yönünü ten renginden dolayı aşağılanan bir insan hatırlatıyor bize. 18. Soru sadece Hacc değil, sıkıştırıldığımız kadrolu müfredat kahramanları olan yazar, çizer, şair, öykücünün sıradan ve banalleştiren dünyasından bizleri alıp “eşit olduğumuz bir dünyaya” götürüyor. Bu yüzden diyorum ki 18. sorunun tüm şıkları doğru kabul edilmeli. Hatta E şıkkı olarak: “Malik el Şahbaz, ne güzel baktın sen çocukların yüzüne!” diyorum ve dünyanın en zenci, en eşit, en sıra dışı, en kalıpkıran SBS’sine giren tüm çocukların 500 puan almayı hak ettiklerini düşünüyorum.

     

    Bu yüzleri tanıyın çocuklar!

     

    O çocuklar; Malcolm’ün yüzüne baktılar. 500 puan almasalar da, fen liselerine, anadolu liselerine girmeseler de üzülecek bir şey yok. Malcolm, eminim o bakışlarıyla çocuklara söyleyeceğini söylemiştir: ‘Muhammed Ali, Martin Luther King, Malcolm X tüm maçlarını ve sınavlarını DİRENEREK ve İNANARAK kazandılar. İnanmıyorsanız sınavı bırakın çocuklar!’

     

    “İnsanlar arasındaki tüm ayrımcılıkların kalktığı bu manzara, Allahın gücüne olan inancımı perçinledi.” diyor ya Malcolm, daha ne desin?! Ayrımcılıklar 18. soruları, adil imtihanları, sıra dışı sınavların sorularını çözen çocuklar kaldıracaklar.

     

    Malcolm çocuklara şunu da demiş olabilir:

     

    "Sevmek için mücadele et.

    Sevdiğini bir daha söyle..."

     

     

    Zeki Bulduk Dünyabizim.com

     

     


  4. vav1.jpg

     

    Enes b Mâlik (r a )’den rivâyet edildiğine göre, bir adam Rasûlullah (s a v )’e gelerek: Ey Allah’ın Rasûlü kıyamet ne zaman kopacaktır? Diye sordu Rasûlullah (s a v ), namaza kalktı ve namazını bitirince; “Kıyametin kopmasını soran kimse nerededir? Buyurdu Adam: Benim Ey Allah’ın Rasûlü dedi Bunun üzerine Rasûlullah (s a v ): “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu Adam: “Kıyamet için fazla namaz ve oruç hazırlayamadım fakat ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum” dedi Bunun üzerine Rasûlullah (s a v ) şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sende sevdiğinle beraber olacaksın buyurdu Müslümanların Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar başka bir şeye sevindiklerini görmedim ”

     

    Bu hadis sevginin, ilerleme yolunda ne kadar önemli olduğunu bir kez daha düşünmemizi gerektirmiyor mu? İyi bir evlat,iyi bir eş,iyi bir öğrenci en önemlisi de iyi bir kul olmak için sevmek… Ama her şeyi sevmek Yunus gibi ,kimseyi ayırmadan.Eğitimde en önemli unsur da bu. Öğrencinin en iyi anladığı ders en sevdiği öğretmeninden aldığıdır değil mi?

     

    En büyük öğretmen olan Allah Dostları da sevgili peygamberimizin (sav) yaşayış tarzını uygulayarak öğretmişler .Öğretmeye de devam ediyorlar,Allah’ı sevmenin çok lezzetli ve mutluluğun tek kaynağı olduğunu…

     

    Sevgide en temel özellik taklittir.

     

    “Kişi sevdiğiyle beraberdir!”Sözü aslında bu anlamı da içeriyor.Yani ona benzediğin sürece sevgini kanıtlamış olursun .Önce şeklen benzersin sonra özünü de anlamaya başlar hakikaten sever ve sevdikçe de madden olmasa bile manen beraber olursun.Tasavvufta buna “rabıta “ denir.

     

    Kuvvetli sevgi sebebiyle sâlikin, gıyabında bile şeyhinin huzurunda imiş gibi edeble davranması demek olan rabıta, Nakşbendilik'te özel bir anlam ve önem taşır. "Sadıklarla beraber olmak" (et-Tevbe, 9/119) emrine imtisal demek olan rabıta, aslında "şahsiyet transferi ve identifikasyon" gibi kavramlarla da açıklanabilir. Nitekim Yakub Çerhî kendisine intisab etmek isteyen bir müridine bu sırrı açıklamak için kendi ellerini göstererek:

     

    "Nakşibend hazretleri bu elleri tutup:

    "Senin elin benim elimdir. Her kim senin elini tutarsa benim elimi tutmuş olur" buyurdular. Öyleyse tut elimi, bu el Bahaeddin Nakşbend'in elidir." demişti. Râbıta ve silsile yoluyla bu el, Hz. Peygamber (s.a.)'e ve Hz. Allah'a uzanır. Nitekim Allah Teâlâ Kur'anı Kerim'inde Rasûlü'ne bey'at eden kimseleri kendisine bey'at etmiş sayarak Rasûlü'nün elini de kendisine izafe etmiştir." ( El-Feth, 48/10)

     

    Şah-ı Nakşbend hazretleri ve halifeleri "rabıta" konusuna ayrı bir önem vermişlerdir. Yakub Çerhi tarikat icazeti alacağı zaman Hacegan yolunun şartlarını baştan başa öğrendi. Rabıta şartını anlatırken şeyhi kendisine dedi ki: "Bu yolu öğretirken dehşet hissi vermemeğe çalış! Emaneti isteklilere ve istidadlılara ulaştırmaya bak. Çünkü emaneti ehline vermek de ilahi bir emanettir."

     

    Yakub Çerhi, müridlerini genellikle istidadlılardan seçerdi. Talib mürşidinin huzuruna bütün istidadını toplayarak gelmelidir. İstediği her kudretin yeri kendisinde mevcud olmalı ve iş hemen izne bağlı olmaktan ibaret kalmalı" diyerek mürşidlerin, müridlerin toprağında var olan madeni ve kabiliyeti ortaya çıkaran usta eller olduğunu anlatmak isterdi.

     

    Çerhi'nin emaneti teslim edeceği müridi ve halifesi Ubeydullah Ahrar'ı işaret ederek söylediği şu söz çok anlamlıdır: "Talib, mürşidine Ubeydullah gibi gelmeli. Meş'alesi hazır, yağı ve fitili tamam, iş bir kibrit çakıp ateşi tutuşturmakta..."

     

    Sadrımdakini Ebubekir’e ra aktardım

     

    Seviyorum, öyle kolay söylenecek söz değil deme ki. Sevmek her an huzurda olduğunu bilerek yaşamak, edebini muhafaza etmektir. Ne kadar uzak olsan da her an gözlendiğini bilmektir. Hata yapmaya meyyal olan nefsinin en büyük dizginleyicisidir, yani kişinin kurtuluşudur aynı zamanda. Sevmek, öyle huzur verir ki görmesen bile onun gönlünden geçen muhabbet sözcükleri bir anda senin gönlüne de akıverir.Çok karlı bir alışveriştir aslında.

     

    Sevgili peygamberimizin(sav) kendisini en çok seven,kimsenin inanmadığı zamanda bile en büyük destekçisi olan Hazreti Ebu Bekir için; “Sadrımda ne varsa hepsini Ebu Bekir’e ra verdim!”diye buyurması da buna işaret değil mi?

     

    M.Selim Yılmaz

    HaberKültür.Net

    • Like 1

  5. yaprak1.jpg?w=300

    Başucumda Ölüm

     

    Bir saat sonra ölüm meleklerinin geleceğini, canınızın alınacağını hayal edin. O an anlamını yitirecek olanların neler olduğunu düşünün. Tümü, yaşam boyunca en çok değer verdiğiniz dünyevi şeyler değil mi?... Nasıl da bir anda anlamsızlaştı hepsi?

     

    Acaba o an, Allah’ın huzuruna çıkmaya hazır mısınız? Gereği gibi kulluk ettiniz mi Rabbinize?Yıllar boyu çalışıp, sahip olduğu trilyonu çekmek için gittiği bankanın kapısında ölen birini konu etmişti bir gazete haberi...

     

    Dünya, ahiretle kıyas bile edilmeyecek kadar basit ve değersiz. Bunu vurgulamak içindir ki, dünya’ kelimesi, Arapça ‘dar, sıkışık, alçak’ anlamından türemiş. İnsanlar bu dar, düşük dünyadaki 60-70 yıllık ömürlerini çok uzun, tatmin edici, değerli zannederler, ama göz açıp kapama süresidir; ömür geçer. Ölüm yaklaşınca, insanlar yaşamın ne kadar kısa sürdüğünü kavrarlar.

     

    Denir ki onlara; "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"

     

    Derler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor. Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 112-115)

     

    Cahiliye, bilgisiz, bilinçsiz bir toplumdur. Bireyleri, yaşamlarını kesin gerçeklere ve akla dayandırmazlar. Boş/batıl inançlar, gerçek dışı zanlar, kısacası aldanış ve yanılgıyla yaşarlar. Yanılgıların biri de, ölüme ilişkindir. Ölüm, elden geldiğince düşünülmemeli, konuşulmamalı, hatta akla getirilmemelidir. Ölümü göz ardı ederek yapmak istedikleri; akıllarınca ölümden kurtulmaktır. Düşünmeyerek uzaklaştıklarını zannederler. Bu devekuşu mantığı, ölüm tehlikesini ortadan kaldırır mı? Tam tersi insan hazırlıksız yakalanır ve dolayısıyla daha büyük zarar görür.

     

    Cahiliyenin bu mantığı samimi inanan için asla geçerli değildir.

     

    Ölüm, yaşamdaki tek kesin ve açık gerçektir; o bunu yok sayarak sanal bir dünyada yaşamaz. Ölümü ciddiye alır, ciddi düşünür, ciddi konuşur, ciddi hatırlatır. "…Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8) ayetiyle uyarır…

     

    Ölüm göz ardı edilmesi gereken bir ‘bela/musibet’ değildir; ölüm yaşamın gerçek anlamını hatırlatan ve yoğun düşünülmesi gereken önemli bir olaydır. Samimi insan, neden tüm canlıların ölümlü olduklarını, Allah'ın neden belli bir sürenin sonunda insanın dünya hayatını sona erdirdiğini derin düşünür. Her varlığın ölümlü olması, Yaratan karşısındaki aczi ve zayıflığı gösterir. Herşeyin olduğu gibi, yaşamın sahibi de Allah'tır. Tüm yaratılmışlar Allah'ın dilemesi ile var olurlar ve yine O’nun dilemesi ile yaşamlarını yitirirler.

     

    (Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)

     

    İnsanın ölümü kendisinden uzak görmesi, kendisini cennet için yeterli zannetmesi, “nasılsa Allah affeder” deyip tevil yapması, “Allah büyük” dediği halde, gerçekte Allah’ın büyüklüğünün farkında olmaması demektir.

     

    Birçok insan ölümü görünce isyan eder. Yakını ölür, “zamansız öldü”, “içimde yaşıyor” der. Kaderi mi biliyor ki zamansız olsun ölüm? Ruh ve beden daha önce de ayrıydı, şimdi ayrılınca neden garip olsun? Ölümün geleceğini biliyorken kabullenemez ölümü, “hak etmedi, yakışmadı” der. Oysa felaketler, deprem, sel, ölüm hepsi haktır; çünkü Hak’tan gelir.

     

    Ölüm her an, her yerde, her şekilde gelebilir.

     

    Alınan nefesin geri verilebileceğinin garantisi yoktur. Bu yüzden her an ölecekmiş gibi davranmalıdır. Ölümü sık düşünmek insanın şuurunu açar; insan o zaman yaşamına Kur’an penceresinden bakar, Rabbinin sınırlarını ihlal etmeden yaşar. Dünya imtihan mekânıdır ve “…Her nefis ölümü tadıcıdır.” (Enbiya Suresi, 35)

     

    Ölüm boyut değiştirmedir. Ölüm sevgiliyi sevgiliye kavuşturan köprüdür. Yaşamı boyunca, nefsini hastalıklardan kurtarmaya çalışmış samimi insan için asla korkulacak bir olay değildir. Ölümle birlikte bir anda görüntüsü değişen mümin, -Rabb’inin dilemesiyle- cennet görüntüsünü izlemeye başlar.Bunca kanıt ve kesin bir gerçek olan ölüm varken, şeytanın etkisiyle tüm bunları unutarak, gaflet içinde sürdürülen bir yaşam, insanın sonsuz yaşamına mal olabilir…“Sana nasihat edici olarak ölüm yeter” Hz.Muhammed(sav)

     

    Fuat Türker

    HaberKültür.Net

    • Like 2

  6. yemen.jpg

     

     

    Başkent Sana'da hükümet kuvvetleriyle çatışan aşiret savaşçılarına silahlı çeteler destek vermeye başladı. Yemen Havayolları binası alevler içinde kaldı. Ölü ve yaralı sayısı ise bilinmiyor.

     

    Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, sarayına yönelik gerçekleştirilen havan topu saldırısından hafif yaralı olarak kurtuldu. İktidar ve kabileler arası kanlı çatışmaların zirve yaptığı bir günde gerçekleştirilen saldırıda başbakan ve devlet başkan yardımcısının da hafif yaralandığı, ağır yaralı meclis başkanının durumunun ise kritik olduğu belirtiliyor. Saldırının Salih'le birlikte başbakan, meclis başkanı ve pek çok üst düzey yetkilinin cuma namazı kıldığı sırada gerçekleştiği bildirildi. Canlı yayında konuşma yapacağı açıklanmasına rağmen devlet televizyonu tarafından banttan verilen ses kaydında Yemen lideri Salih, güvenlik güçlerini kendisine saldıran yasa dışı kabilelere karşı harekete geçmeye çağırdı. Ali Abdullah Salih saldırı da 7 kişinin öldüğünü de belirtti.

     

    Haşid kabileler federasyonunun başındaki Sadık el Ahmar da yaptığı açıklamada saldırıyı kendilerinin düzenlediğini belirtti. Ahmar'a bağlı güçler geçtiğimiz ay sonundan beri başta başkent Sana olmak üzere pek çok kentte hükümet güçleriyle kanlı bir mücadele içinde bulunuyor. Daha önce Salih'i terk eden ordu birliklerinin de desteğiyle Ahmar'ın gittikçe güçlendiği ve son saldırı ile birlikte istediği an Salih'i devirebileceğinin mesajını vermeye çalıştığı ifade ediliyor. Devlet başkanlığına yönelik saldırı, hükümet güçlerinin dün sabah Sadık el Ahmar'ın kardeşi Hamit el Ahmar'ın, kabilenin üssü konumundaki El Hasaba bölgesindeki evini vurmasından sonra geldi. Saldırı sırasında ağır silahlar kullanılırken, Yemen Havayolları'na ait merkez bina ile dünkü saldırı sırasında Salih'in öldüğünü öne süren Sadık el Ahmar'a ait Süheyl Televizyonu'nun ofisleri imha edildi. Çatışmaların daha çok Salih taraftarlarınca kontrol edilen başkent Sana'nın güney mahallelerine de sıçradığı belirtiliyor.

     

    Dün ayrıca son günlerde hayatını kaybeden 50 kişi için düzenlenen törenlere on binlerce kişi katılarak Salih aleyhine tezahüratlarda bulundu. Bu arada Salih'in oğlu Ahmet'in başında bulunduğu özel birliklerin çatışmaların başlamasından itibaren ilk kez sokaklara inmeye başladığı ifade ediliyor. Yemen Savunma Bakanlığı, özel birliklerin isyancıların eline geçen bazı bakanlıkları kurtarma amacı taşıdığını duyurdu. Ocak ayında başlayan gösterilerden 135'i son 10 gün içinde olmak üzere şu ana kadar en az 350 kişi hayatını kaybetti. Başkent Sana ile birlikte güneydeki Taiz kentinde de hükümet ve muhalifler arasında kanlı çatışmalar devam ediyor. Hükümet birliklerinin göstericilerin üzerine ateş açması üzerine şu ana kadar onlarca kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Aynı şekilde diğer önemli bir kent Zencibar'ın ise El Kaide mensuplarınca kontrol edildiği ifade ediliyor. 33 yıldır 23 milyon nüfuslu Yemen'i idare eden Salih, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından geçtiğimiz ay üç kez önerilen teklifi son dakikada geri çevirerek mücadele kararı almıştı. Salih kendisi ve oğullarının yargılanmaması şartıyla öneriye olumlu yaklaşırken, sokaklar görevi bıraktıktan sonra da Yemen liderinin peşini bırakmayacaklarını belirtiyor. Sokakların bu tavrının Salih'in KİK kararını onaylamamasında önemli bir rol oynadığı ifade ediliyor.

     

    Zaman


  7. Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, 80 darbesinin mimarları Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'ya 12 Eylül öncesinin ve sonrasının kanlı olaylarını tek tek soracak.

     

    Darbe sonrasında ülkenin sivil yönetime geçtiği 1983 yılına kadar yaşanan tüm olaylar mercek altına alınacak. Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere ölüm, işkence ve diğer cezaevinde yaşananların yanı sıra tutuklamalar, faili meçhuller sorulacak. Arkasından darbenin getirdiği ortamda yaşanan ve bu süre ile de sınırlı kalmayan ihlaller gelecek. Savcıların darbeye zemin hazırlayan olayları ele almaları ve özellikle darbe öncesindeki 3 yılın üzerinde durmaları bekleniyor. Burada da kanlı 1 Mayıs, Maraş ve Çorum olayları, 16 Mart İstanbul Üniversitesi katliamı, Bahçelievler ve Balgat katliamları, demokrat üniversite hocaları, siyasetçi ve aydınların faili meçhul cinayetlerde öldürülmesi yer alıyor.

     

    Milli Güvenlik Konseyi üyesi iki isim, darbe emrini veren daha alt düzey askeri yetkililer ile darbe suçuna iştirak edenler, 'anayasal düzeni zorla değiştirmek'ten yargılanacak. Sanıklara hem darbe öncesi hem de sonrası sorulacak. Buna göre, darbe sonrasında 650 bin kişinin gözaltına alınması ve 250 bin kişiye işkence yapılması hatırlatılacak. İdam edilen 50 kişi sorulacak. Arkasından 30 bin kişinin işten atılması, 14 bin kişinin vatandaşlıktan çıkarılması, 300 kişinin kuşkulu şekilde ölümü, 171 kişinin işkencede ölmesi, 4 bin civarında öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işlerine son verilmesinin hesabı sorulacak. Savcıların 1977-1980 yılları arasında darbeye zemin hazırlayan olaylar olarak soruşturmaya dahil etmesi beklenen konulardan bazıları şunlar: 1 Mayıs 1977 Taksim, 16 Mart İstanbul Üniversitesi, Bahçelievler ve Balgat katliamları. Maraş ve Çorum olayları.

     

    Evren'in ifadesi evinde alınacak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 12 Eylül darbesine ilişkin soruşturma kapsamında, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in sağlık sorunları sebebiyle ifadesinin evinde alınmasına karar verdi. Evren'in ifadesinin hafta başında ya da salı günü, ikamet ettiği Merkez Orduevi yakınındaki askeri lojmanda alınabileceği kaydedildi. Öte yandan, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın ifadesinin nasıl alınacağının ise talimat yazılan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından belirleneceği belirtildi.

     

    Zaman


  8. 02_Haziran_2011_09_01_00_4875451922.jpg

     

    Bu ülkeyi bir arada tutacak yegane gücün maneviyat olduğunu bilen dünkü Abdülhamit düşmanları, bugün neye düşman acaba?

    Büyük Sultan Abdülhamit Han, Almanya’nın kurucusu Bismark’ın ‘Dünya siyasetine yüzde beşini ben biliyorsam, yüzde doksan beşini o biliyor’’ diyerek tarif ettiği büyük bir isim …Kimine göre, "Kızıl Sultan" kimine göre yatağın başında bir tuğla bulunduran gece kalktığında abdestsiz yere basmamaya gayret gösteren evliya bir zat...

     

    İş başına geldiği dönemin zor şartları, ayaklanmalar, askeri başarısızlıklar ve İttihat Terakki'nin sert muhalefetine rağmen otuz üç yıl tahtta kaldı. İlber Ortaylı bu dönemi "İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı" olarak değerlendirir.

     

    II.Abdülhamit Han, II.Mahmut’un açtığı, Abdulmecid ve Abdülaziz’in devam ettirdiği yenilikçi yoldan devam etti. Özellikle Osmanlı’nın geri kalmışlığını sadece askeri tedbirlerle degil, eğitimle yok edileceğini gördü.

     

    Tahta geçtiği yıllar itibariyle milliyetçi ayaklanmaların zirve yaptığı bir dönemdi.1829 Edirne Antlaşmasıyla Yunan, akabinde 1878 Berlin Antlaşmasıyla Sırp, Karadağ ve Romenler bağımsızlıklarını ilan etmişti. Topraklar birer birer elden gidiyordu.Ama işin garibi ‘bizim’ dediği Müslüman topraklarda kıpırdanmaların olacağını seziyordu. Bu bölgenin yer altı zenginliklerinde gözü olan İngiltere, bu bölge üzerinde ajanları marifetiyle ciddi çalışmalar yürütüyordu. II.Abdülhamit Han Hazretleri bu politikaya karşı ümmetçilik fikrine sarıldı, halifeligi de etkinleştirmeye çalıştı. Almanya’nın da desteğini alarak Berlin-Bağdat demiryolu projesiyle bölge halklarını kontrol altında tutabilirdi.Bu projesinin siyasi ayağıydı.

     

    Abdülhamit'in en önemli özelliklerinden biri de eğitime verdiği önemdi. O, kurtuluşun eğitimle olacağına inanıyordu. Bu nedenle büyük bir eğitim projesine girişti. Aşiret Mekteplerini açtı. 21 Eylül 1892 yılında açtığı bu mekteplerle Arapların meskun bulunduğu bölgelerde aşiret reislerinin ve bölgenin kabile başkanlarının çocuklarını alarak önce İstanbul’da eğitime başladı. Sonra ise Halep, Suriye, Musul, Basra, Diyarbakır,Trablusgarp, Kudüs ve Bingazi sancaklarından dörder talebe alındı. Bu talebelerde arana yegane şart 12-16 yaş aralığıydı.Sadece titiz çalışmalarla başta iki yıl olan eğitim süreci geçen zamanla beraber beş yıla çıkarıldı. Kuran, Hadis, Fıkıh, İlmihal gibi dini bilimlerin yanında Fransızca, Türkçe, Coğrafya, Devletler arası ilişkiler ve Siyaset,Askeri alanlarda dersler okutuldu. İlerleyen zamanlarda bölge halkının yoğun isteğiyle aşiret mektepleri ülke sathına yayılmayı başardı. Buradan mezun olanlar Harbiye ve Mülkiye mekteplerine girdiler. Ancak 1907 yılında derin güçler bu okulları çeşitli gerekçelerle Abdülhamit’e kapattırdılar.

     

    Bugün Aşiret Mektepleri’nin paydaşı olan İmam Hatip Liseleri de bir dönem kapatılmış ve etkisizleştirilmiştir. Bu ülkeyi bir arada tutacak yegane gücün maneviyat olduğunu bilen o günkü Abdülhamit düşmanları, bugün neye düşman dersiniz?

     

    U.Salih Özdemir

    Haberkültür.Net

    • Like 2

  9. 3sehir.jpg

     

    Üç büyük şehire dev projeler

     

    Başbakan Erdoğan, dün İstanbul'da üç büyük şehirle ilgili 18 proje açıkladı. Bazıları şöyle: Diyarbakır: 2 hastane, stat, havalimanı yapılacak.

     

    Dicle'ye yeni kent, Silvan'a baraj kurulacak. Diyarbakır-Ş.Urfa arası otoyol olacak. İzmir: Körfez'e köprü, Konak arasına 2,5 km'lik tünel yapılacak. Kent, İstanbul ve Ankara'ya otoyolla bağlanacak. İstanbul: İki yakaya 2 şehir hastanesi açılacak. Taksim'de trafik yer altına inecek. Yassıada ve Sivriada'da kongre merkezleri ve müzeler yapılacak.

     

    Diyarbakır'ın çehresini değiştirecek 7 proje

     

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul, İzmir ve Diyarbakır için hazırlanan projeleri açıkladı. Başbakan, 7'si Diyarbakır, 8'i İzmir ve 3'ü İstanbul'da olmak üzere toplam 18 projeye 12 Haziran seçimlerinin hemen ardından başlayacaklarını söyledi. Erdoğan, "Projelerimiz yerel projeler değil bu projeler öncelikle kendi iline sonrasında tüm Türkiye'ye katkı sağlayacak. Gerek yapımında gerek sonrasında milletimiz istihdam edilecek. İnşa sırasında çalışanlara ek olarak projeler tamamlandığında da yüz binlerce kişi iş ve ekmek kazanma imkanı bulacak." dedi. Projelerin tamamının 12 yılda tamamlanacağını aktaran Erdoğan, projeler üzerinde uzun uzun çalışarak en ince ayrıntısına göre planlama yapıldığını, açıklamaların bunların üzerine yapıldığını kaydetti. "Bizim sırtımızda yumurta küfesi var, birileri hesap kitap bilmeden sırtında yumurta küfesi olmadan sallayıp gidiyor. Adımlarımızı bilerek atıyoruz, gücümüzün ne olduğunu biliyoruz." diyen Erdoğan, Cumhuriyet'in 100. yılı olan 2023'e kadar bu projelerin tamamlanmasının planlandığını dile getirdi.

     

    Diyarbakır'a ağırlıklı olarak devletin bütün imkanlarıyla emniyette, sağlıkta, tarımda enerjide birçok destek sağlandığını anlatan Erdoğan, "Diyarbakır projelerini açıklamadan önce Ahmed Arif'in şiirinden bir iki mısra okumak istiyorum. 'Seni baharmışsın gibi düşünüyorum, seni Diyarbekir gibi, nelere nelere baskın gelmez ki seni düşünmenin tadı' diyor. Diyarbakır'da terör örgütü ve onun uzantıları olmak üzere bizim yatırımlarımız hep engellenmek istendi, terör örgütü ve ona sırtını dayayan BDP bölgeye yatırım gelmemesi için yoğun gayret sarf etti. Biz tüm insanımızı ayırt etmeksizin seviyoruz, Diyarbakır için hazırladığımız projeler Diyarbakır'ı tarihteki o yerlerine tekrar yükseltecek projeler. Diyarbakır'ı uluslararası bir turizm destinasyonu haline getirmiş olacağız." diye konuştu.

     

    İşte Diyarbakır için planlanan 7 proje

     

    Suriçi yenileme projesi: 5 kilometre uzunluğunda iki yerden yıkılmış olan Diyarbakır'ın tarihi surları onarılacak. Suriçi'ne eski zamanlarda olduğu gibi bugün de kapılardan girilmesi sağlanacak. Suriçi'ndeki 500 civarında sivil mimari örneği yapı aslına uygun şekilde inşa edilecek, çirkin görüntüden kurtarılacak. Yeni çehresiyle Suriçi, tarihi eserlerin görünür hale geldiği, tarihin gelecekle kucaklaştığı bir manzaraya kavuşacak. TOKİ kolları sıvadı, ilk planda yoğun gecekondulaşmanın olduğu bölgede hak sahipleri ile görüşmeler başlattı. Diyarbakır'da büyük bir kentsel dönüşüm gerçekleştirilecek. İlk planda Hz. Süleyman Camii ve çevresini kapsayan gecekondu bölgesinde hak sahipleri ile görüşüldü. 1.270 yeni konut için çalışmalar devam ediyor.

     

    Diyarbakır Havalimanı: Halen sivil uçuşlar için askeri havaalanı kullanılıyor. Proje ile askeri ve sivil havaalanı birbirinden ayrılacak.

     

    Dicle Vadisi projesi: Dicle Nehri'ne rağmen yeşil alan miktarının düşük olduğu Diyarbakır'a yeşil ile suyun birleştiği bir yaşam merkezi kurulacak. Nehir kenarına kurulacak bu kent ile kentsel yaşamın, eğitimin, sporun tabii bir bütün ile kucaklaştığı farklı bir yapı olacak. Yapılarda yöresel Diyarbakır bazal taşı kullanılacak, tek ve çift katlı olarak düşünülen yapılarda Diyarbakır iklimi dikkate alınacak. Taşıt, yürüme ve bisikletli ulaşım sağlanacak. Güvenli, modern bir yaşam alanı oluşacak.

     

    Diyarbakır-Şanlıurfa otoyolu: Edir-ne'den başlayan ve şu anda Ankara'ya ulaşan kesintisiz otoyolun kalan kesimi tamamlandığında Türkiye'yi boydan boya geçen bir yol ağı kurulmuş olacak. Ankara-Niğde etabı başlatılırken bu otoyola, Diyarbakır da dahil edilecek. Diyarbakır, Erzurum, Trabzon yolu da inşa edildiğinde Karadeniz'i Diyarbakır üzerinden Akdeniz ve Ortadoğu'ya bağlamak mümkün olacak.

     

    Silvan Barajı Projesi: 2 milyon 450 bin dekar tarım arazisinin sulanabilmesi hedefleniyor. Çiftçilerin bu sayede yılda 735 milyon lira ilave gelir elde etmesi bekleniyor. Yılda 102 milyon lira enerji geliri ilave edildiğinde baraj ile yılda 837 milyon lira gelir getirecek. 318 bin kişiye iş imkanı verilecek. 2 Dev Şehir Hastanesi: Kayapınar'da 1 genel 7 ihtisas olmak üzere bin 630 yatak kapasiteli hastane kurulacak. 120 yoğun bakım yatağı, 30 ameliyathane, kemik iliği ve organ nakil üniteleri bulunacak. Yenişehir'de ise 200 yataklı genel, 400 yataklı kadın doğum ve çocuk hastanesi olacak.

     

    30 bin kişilik stat: Diyarbakırspor'un kullanımı için yapılacak olan 30 bin kişilik bir stat, gençlere de açılacak.

     

    Taksim trafiğe kapanıyor meydan yayalara kalacak

     

    Daha önce Kanal İstanbul ve iki yeni şehir projelerinin açıklandığı İstanbul'a üç mega proje daha geliyor. Yapımı aşamasında birçok kişiye istihdam sağlaması beklenen girişimlerin 2023 yılından önce hayata geçirilmesi hedefleniyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, belediye başkanlığı döneminden beri hayali olan Taksim Meydanı'nın yeniden düzenlenmesi, Yassıada ve Sivriada'nın farklı bir çehreye kavuşturulması ile Avrupa ve Anadolu yakasına 2 şehir hastanesi kurulması konusunda start verildiğini söyledi.

     

    Projelerin detayları hakkında bilgi veren Başbakan Erdoğan, Avrupa yakasında Olimpiyat Stadı'nın yanına yapılacak toplam 2 bin yatak kapasiteli 1 genel ve 7 ihtisas hastanesinin ön yeterliliklerinin 18 Mart'ta tamamlandığını ve en kısa sürede sözleşme imzalanacağını dile getirdi. Erdoğan, Anadolu yakasında kurulacak hastane için ise il sağlık müdürlüğü ve belediyenin en uygun yer tespiti konusunda çalıştığını dile getirdi. Erdoğan'ın açıkladığı yeni projelerden biri Taksim Meydanı'nın araç trafiğine kapatılması olacak. Tarlabaşı ve Cumhuriyet Bulvarı'ndaki araç trafiği yer altına alınırken buralarda bulunan binalar aslına uygun olarak büyükşehir ve ilçe belediye tarafından restore edilecek.

     

    Atatürk Kültür Merkezi önü ve Taksim Anıtı önündeki araç yolları tamamen yer altına alınırken Taksim Meydanı yaya kullanımına açılacak, bin 131 metre uzunluğunda yer altı araç yolu inşa edilecek. Taksim gezi parkı ve Atatürk Kültür Merkezi önü İstiklal Caddesi'ne kesintisiz bağlanacak. 41 ağaç kesilecek, 15 ayda proje tamamlanacak. Başbakan Erdoğan, gezi parkının aslına dönüştürüleceğini, bu yüzden projede belki biraz aksama yaşanabileceğini belirterek şunları söyledi: "Gezi parkının bulunduğu yer aslında Taksim Topçu Kışlası idi. 1806 yılında inşa edildi. 1940 yılında mimari ve tarihi önemine bakılmaksızın yıkılmış. Yıkılan bu alana gezi parkı inşa edildi. Şimdi aslına uygun hale getiriyoruz. Taksim Topçu Kışlası'nı yeniden inşa ediyoruz. Altını Taksim için büyük otopark haline getireceğiz, Taksim'e farklı bir çehre kazandıracağız."

     

    Yassıada ve Sivriada'nın da yeniden ele alındığını belirten Başbakan Erdoğan, bu iki adanın İstanbul ve Türkiye'nin iki sembol adası haline geleceğini söyledi. Söz konusu adaların Genelkurmay Başkanlığı'ndan Hazine'ye devredildiğini anlatan Erdoğan, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devretmek suretiyle Yassıada'yı yaslı ada olmaktan çıkarıyoruz. Bütün ön proje çalışmaları yapıldı. Burada her iki adayı kongrelerin yapılabileceği bir yer haline getireceğiz. İdam edilen merhum Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun bıraktığı eserlerin sergileneceği müze kurulacak. Bu yaslı adayı demokrasi ve özgürlükler adası yapıyoruz." dedi.

     

    İzmir Körfezi'ne köprü, Konak'a tünel Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün açıkladığı üç şehre 18 projeden 8'i İzmir için planlanıyor. İzmir'in iki ucunu birbirine bağlayacak olan Körfez geçişi projesi bunlar arasında öne çıkıyor. Bostanlı ve Karşıyaka başta olmak üzere şehrin kuzeyinden gelenler en kısa şekilde güneye ulaşmış olacak. Başbakan Erdoğan, Konak tüneli projesiyle ise İzmir'in uzun yıllardır trafik için can damarı olan noktalardaki geçişlerin yer altına alınacağını kaydetti. 2 bin 500 metre uzunluğundaki Konak tüneli ile şehir içi trafiğinin rahatlatılmasının hedeflendiğini anlatan Erdoğan, İzmir için planlanan diğer projelerle ilgili şu bilgileri verdi: "Türkiye'nin son 8 yıldır sürdürdüğü demiryolu ve yüksek hızlı tren projelerinin kalbi İzmir olacak. Ankara, Afyonkarahisar, Uşak, Manisa, İzmir güzergâhında çift hatlı yüksek hızlı tren hattı iki etap olarak inşa edilecek. Bu etaplarda seyahat süreleri 3,5 saate inecek. İzmir böylece Ankara, İstanbul, hızlı tren hattı ile birbirine bağlanmış olacak. İzmir-Manisa arası ulaşımında 3 kilometresi tüp tünel olarak inşa edilecek Sabuncubeli Tüneli önemli yer tutacak. İstanbul, İzmir ve Ankara birbirine kesintisiz, konforlu şekilde otoyollarla bağlanacak. Metro hattı da artık metro ağı haline gelecek. Kentsel dönüşüm kapsamındaki 500 bin konut projesi içinde İzmir'deki kaçak binalar, gecekondu bölgeleri de var. İzmir'deki 1 milyon konutun 150 bini şu anda sağlıksız, bunlar kimseyi mağdur etmeden değişecek. Çandarlı limanı ile Kuzey Ege limanını Türkiye'nin en büyük lojistik konumlarından biri haline getiriyoruz. Kuzey Ege limanını dünyanın en büyük 10 limanı arasına girecek şekilde inşa ediyoruz. Bu liman demir ve otoyol bağlantıları ile İzmir'in markasını taşıyacak hayati öneme sahip olacak. Ayrıca Çeşme, Urla, İnciraltı, Karşıyaka, Bayraklı, Aliağa, Yenişakran ve Dikili'de toplam 9 yeni yat limanı kuracağız."

     

    İZMİR'İN 8 PROJESİ

     

    Körfez geçişi projesi

     

    Konak Tüneli

     

    İzmir hızlı tren projesi

     

    Sabuncubeli Tüneli

     

    İzmir otoyolları

     

    Şehir yenileme projesi

     

    Çandarlı limanı 9 yat limanı

     

    Zaman


  10. Amin ecmain nfkkfn kardeşim.

     

    Kanaat bitmek tükenmek bilmeyen en büyük hazine... Bizim için en makbul ve makul olan davranış biçimi azla yetinmek çoğa meyletmemektir. Fazlasını istemektense bize ihsan edilen nimetlerin şükrünü eda edebiliyormuyuz evvela bunların muhakemesi ve muhasebesi yapılmalı sonra neyi nasıl hangi hal ve vaziyette isteyeceğimizi gözden geçirmeliyiz.

     

    Kanaat eden aziz, kanaat etmeyen ise en bariz örneği ile Salabe misali sahabede olsa zelil olmaya mahkumdur. Şüphesiz ki burada çıkarılması gereken çok dersler vardır. Allah Teala' nın "Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzab 21) hitabının mazharı Risalet Penah Efendimizi dinlemenin örnek almamanın akıbeti salabeyi peygamberlerden sonra bu kadar yakınken en büyük insan olma devletinden mahrum bırakmıştır.

     

    Peygamber otağında, gölgesinin dibinde O'na hakkiyle biat etmediği için bir sahabe bu noktaya gelebiliyorsa bizim halimiz nice olur? Hangi sıfat ve hüviyete haiz olursanız olun O' nun (S.A.V) en ufak ihtarını gözardı etmeniz, kaale almamanız meseleyi kendinizce ele alıp yorumlayarak hareket etmeniz devrilmeniz ve helak olmanız için yeterli sebeptir.

     

    Cenabı Allah mal, mülk, makam mansıp, evlad-ı iyal vesair cümle arız ve tebelleş olacak bu menfi hal ve meziyetlerden bizleri muhafaza buyursun .

     

    Dua ve muhabbetle...


  11. Allah insanı “yaratılmışların en şereflisi” olarak yarattı. Bütün canlı-cansız varlıklar insanoğlunun emrine verildi. Peki, bizler bunların hakkını verebiliyor muyuz? Nefsimizin elinde oyuncak olduğumuzdan mıdır yoksa iki mercekten bakabildiğimiz olayların arkasındaki sebepleri göremediğimizden midir bilinmez, bir kirpiğimizin hakkını bile veremezken bize verilmeyenlerle ilgilenip onların peşine düşüyoruz. Neden verilmediğinin üzerinde bir an bile olsun düşünmeden. Neyin bizim hayrımıza olduğunu bilmeden.

     

    İşte size “Allah’ım bilmediğim bir şeyi Sen’den istemekten yine Sana sığınırım.” duasının ne anlama geldiğini anlatan bir ibret öyküsü:

     

    Sa’lebe Medineli Müslümanlardandı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile sürekli hemhal oluyor, vahyi ilk ağızdan dinliyordu. Ancak bir zaafı vardı. Sa’lebe mala ve mülke karşı aşırı derecede hırslıydı. Zengin olmak istiyordu.

     

    01_Haziran_2011_08_26_20_8475305438.jpg

     

    Nihayet bir gün huzura çıkarak şöyle dedi:

     

    - Ya Resûlallah! Allah’a dua et de zengin olayım.İnsanları bütün zaafları, kabiliyetleri ve karakterleriyle tanımada eşsiz olan Nebiler Serveri (aleyhi’s-salatü ve’s-selam) Sa’lebe’nin bu isteğine şöyle cevap verdi:

     

    - Şükrünü yapabildiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.Sa’lebe, bu nasihatin tesiri altında kalmıştı. Ancak zengin olma tutkusu onun yakasını bir türlü bırakmıyordu. Tekrar Peygamberimize müracaat etti:

     

    - Ya Resûlallah! Dua et de zengin olayım.Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu defa şöyle buyurdu:

     

    - Ben senin için kâfi bir örnek değil miyim? Allah’a yemin ederim ki isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp geleceklerdi, fakat ben kabul etmedim.Ancak Sa’lebe talebinde ısrarcıydı:

     

    - Seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki eğer beni zengin ederse fakir fukarayı koruyacak, her hak sahibine hakkını vereceğim.Salebe’nin bu kadar ısrarına dayanamayan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

     

    - Rabbim! Sa’lebe’yi istediği mala kavuştur, diye dua etti.Sa’lebe bundan sonra koyun alarak otlatmaya başladı. Koyunları sürüler tutacak kadar çoğaldı. Daha evvel hiçbir namazında cemaati kaçırmayan Sa’lebe, artık sadece öğle ve ikindiyi cemaatle kılabiliyordu. Diğerlerini koyunlarının ardında, bazen de kaza olarak kılıyordu.Sa’lebe’nin kısa zamanda bereketlenip çoğalan koyunları Medine yakınlarına sığmaz oldu. Sürülerini otlatmak için sulak yaylalara gitmek zorunda kalan Sa’lebe, artık öğle ve ikindi namazlarına da gelmiyor, sadece cuma namazlarında mescitte görülüyordu. Nihayet koyunları, ona Cuma namazını da unutturdu.

     

    Bir gün Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): ”Sa’lebe görülmüyor, nerededir?” diye sordu. Sahabe:

     

    - Koyun aldı. Koyunları buralara sığmaz olduğundan şimdi vadilerde, sürüsünün ardında dolaşıyor, dediler.Bunun üzerine Nebiler Sultanı:

     

    - Yazık oldu Sa’lebe’ye! buyurdu.Bu sırada zekât emri geldi. Sa’lebe mallarının zekâtını almak üzere gelen görevlilere:

     

    - Bu malları ben kazandım. Neden başkasıyla paylaşayım! diyerek onları eli boş çevirdi.Haberi duyan Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) çok üzüldü ve: “Yazık oldu Sa’lebe’ye!” sözünü tekrarladı. Sa’lebe, önceden “Zengin olursam zekâtımı vereceğim.” diye yemin etmişti. Fakat sonra bu yemininden dönüp zekâtını vermeyince kaybedenlerden oldu.

     

    A.Hümeyra Karaman

    HaberKültür.Net

    • Like 1

  12. Gençler artık 'internet dili'yle konuşuyor

     

    İnternette kullanılan kısaltmalar, yarı Türkçe yarı İngilizce cümleler, liseli gençlerin konuşma diline de yansıyor. Stayla, haci, artiz, amip, mal, aşkitom, apaçi gibi kelimelerle konuşan gençleri en çok etkileyen internet ve diziler. Edebiyat öğretmenleri, bu ifadelerin sınavlarda bile kullanılmasından şikâyetçi.

     

    Liseliler, müzik ve giyim tercihlerinin yanı sıra kendi dilini de oluşturdu. Gençlerde özellikle de kızlarda artık ünlü harflerin kullanılmadığı internet dili hâkim. Facebook, Twitter, MSN ve kısa mesajlar hayatımızda farklı ifadeleri de ortaya çıkardı. Kesmeler, kısaltmalar, yüklemsiz cümleler ya da yarı Türkçe yarı İngilizce kurulmaya çalışılan cümlecikler. 'Ciks olmak' yakışmak anlamına gelirken 'pampa' en yakın arkadaşı niteliyor. 'Stayla', 'haci', 'artiz', 'amip', 'mal', 'aşkitom', 'aşkem', 'apaçi', 'duygusal ergen', 'atar yapmak', 'gideri olmak' ve daha niceleri. Gençlerle sağlıklı bir iletişim kurabilmek için bu hitap şekillerini mutlaka bilmek gerekiyor. Bu lisanı kullanmayan veya bilmeyen ise gençlerin deyimiyle 'apaçi', 'koyun' oluyor.

     

    Lise 1'e giden 4 kişilik bir kız grubu. Bir kafede oturmuşlar, bir yandan fast food yiyecekler yeniliyor diğer yandan muhabbet ediliyor. Sesleri o kadar yüksek ki kafenin her yerinden duyuluyor. İçlerinden biri yanındakine sürekli 'pampa' diğeri ise ona 'amip' diye karşılık veriyor. Konuşmalar esnasında hiç duymadığımız kelimeler havada uçuşuyor. Bazılarının ne manaya geldiğini tahmin etsek de kimi sözcüklere akıl yürütemiyoruz. Örneğin stayla. Daha sonradan öğrendiğimiz 'Ezik, sefil' anlamına gelen stayla'yı kız öğrencilere soruyoruz. 'Bunu nasıl bilmez?' yüz ifadesiyle şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyorlar. Yanlarına oturuyoruz. Tanışıyoruz isimlerini söylüyorlar. Ebru, Tuğba, Elif ve E.Y. Acaba E.Y. liseli dilinde ne demek diye yine düşünmeye başlıyoruz. E.Y., Esra Yıldırım demek. Esra, ad ve soy ismini her zaman kısaltarak söylüyormuş. "Niçin bu şekilde kullanıyorsun?" sorusuna "İsmimin tamamı çok uzun. E.Y. daha çok hoşuma gidiyor, hem de daha havalı. Artık arkadaşlarım da bana bu şekilde hitap ediyor, onlar da alıştı." cevabını veriyor. Sadece Esra değil, okul ve çevresindeki birçok arkadaşı da isimlerinin sadece baş harflerini kullanıyormuş.

     

    Yine bir arkadaş ortamı. Bu sefer kafe değil ev. Bir yandan ders çalışan diğer yandan birbirlerine değişik şekilde hitap eden liseli kızları gözlemliyoruz. En çok kullandıkları kelime 'aşkem'. Birbirlerine bu şekilde sesleniyorlar. 'Aşkem' aşkım sözcüğünden türetilmiş. Onlar, "Kelimelere devrim geçirtiyoruz. Harf değişikliği yaşayan kelime kulağa daha hoş geliyor." diyor.

     

    Gençlerin kendi dillerini oluşturmasındaki en büyük etken ise Facebook ve diziler. Gençler, sosyal paylaşım sitelerinde kelimeleri kısaltıyor, ünlü harfleri kullanmıyor. Ayrıca sanal ortamda paylaştıkları videolardan yeni yeni sözcükler öğreniyorlar. Dizilerde fenomen haline gelen karakterlerin sözlerini de günlük yaşamlarına aktarıyorlar. Bu dili öğrenmeyen, bilmeyen gençler ise küçük görülüyor. Üst sınıfındaki bir kişiyle konuşurken 'atar yapmak' kelimesinin anlamını bilmeyen ve "O ne demek?" diyen Eda, şöyle konuşuyor: "Bunu da mı bilmiyorsun?" diye alaycı bir bakış fırlattı. Beni ezdi. O gün yerin dibini girdim. Liseliysen bu dili bilmek zorundasın. Yoksa 'koyun', 'apaçi' derler. Öte yandan gençlerin aralarında kullandıkları dil her hafta değişiyor. Bazı sözcükler popülerliğini yitirirken diğer bir kelime o haftaya damgasını vuruyor. Liseli kızlar arasında bu hafta 'aşkom', 'kalp yağsın sana' moda.

     

    Gençler bu dili sınavlarda dahi kullanılıyor

     

    Gençlerin dili, günlük konuşmalarına o kadar yansıyor ki nerde, kime, nasıl hitap ettiklerinin farkına bile varmıyorlar. Sosyal paylaşım sitelerinde 'Ok', 'ok by', 'haci' terimlerini sıklıkla yazan gençler, günlük dillerinde de anne babalarıyla bu şekilde konuşuyor. Kimi ebeveyn bu duruma alışmış. Gençlerin dili, derslere de aksediyor. Birçok liseli, farkında olmadan sınav kağıtlarına da o şekilde yazıyor. 22 yıllık edebiyat öğretmeni Veysel Cüvelek, öğrencilerin kelimeleri yazarken ünlü harfleri kullanmayı unuttuklarını söylüyor. Gençlerin daha hızlı iletişim kurmak için bu yöntemi kullandıklarını belirten Cüvelek, gençlerin akranları haricindeki kişilerin anlamadığı ve farklı sözcüklerle konuştuklarını ve yazdıklarını ifade ediyor.Edebiyat öğretmeni Gönül Ulu ise öğrencilerin sıklıkla 'g' yerine 'q'yu ve gülümsemeyi simgeleyen 'xI)é' işaretini kullandıklarını belirtiyor.

     

    Liseli sözlüğü

     

    Oki: Tamam

     

    Ok: Okey

     

    Manyak olmak: Çok güzel

     

    Otlamak: Ders çalışmak

     

    Atar yapmak: Tavır

     

    Kop gel: Düz gitmek

     

    Mal: Hayvan

     

    Apaçi: Ortama aykırı kişi

     

    Cadde kızı: Süslü

     

    Tikican-Mikican: Konuşma ve giyim tarzıyla farklı olan

     

    Bb: Bay bay Hg: Hoş gelmek

     

    Hb: Hoş bulmak

     

    Mujuks: Mucuk

     

    Ciks olmak: Yakışmak

     

    Ayık olmak: Adam ol

     

    Tescilli süzük: Salak

     

    Artiz: Artist

     

    Beyin bedava: Çalışmak

     

    Kalp yağmak: Sevenlerinin çok olması

     

    Aşkem-Aşkom: Aşkım Atarcı gençlik: Tavır yapan.

     

    Zaman


  13. Muazzam ve mukaddes mekan Eyyüp Sultan..

     

    Toplantılarımızın ana merkezini oluşturan nurun âlâ nur mekan, daha avlusunun eşiğine basar basmaz sizi sarıp sarmalayan ve kuşatan hoş geldin dercesine kucaklayan maverai bir iklim.. Merkezinde Eba Eyyup El Ensar-i diğer adıyla Halid bin Zeyd Hazretlerinin türbesi.. Ve etrafında halkalanan yanına sokulmak, aynı hizada olmak ona yakınlaşmak istercesine hiç değilse onunla aynı mekanda anılmak isteyen ve bu devleti en büyük paye addeden binlerce kabir ehli... Onlar için ne büyük saadet ve bizim için ne büyük nimet...

     

    Ve bu manevi atmosferin çatısı altında sizleri mütebessim çehrelerle bekleyen, Üstada karşı sevgi saygı ve muhabbet duygularını bünyelerinde billurlaştırmış bir grup genç. Ardından doyumsuz sohbetler, latifeler ve fikir alışverişleri için istikamet, mahut adres. Bu esnada gözlerimiz toplantıya geleceğini umduğumuz birilerini aramakta, o da olsa ne güzel olurdu dediğimiz kişi. Ve telefon çalar. Bu ses onun sesidir. Mazeret bildiriminde bulunan hüzün dolu bir ses: "Görevimden ötürü gelemiyor arkadaşlara selam ve muhabbetlerimi sunuyorum". Bu incelik ve hassasiyet abidesi nazik davranış bizleri ziyadesiyle mutlu etmiştir.

    Gerek bizim gayretimizle gerekse yurdumuzun muhtelif yerlerinde Üstad adına bir çok toplantı ve anma etkinliklerinin tertiplenmiş olması, vefatının üzerinden yirmisekiz yıl geçmesine rağmen Üstad’ın anılması, onun dava ve aksiyon planında ne denli etkin ve emsalsiz bir şahsiyet olduğunun ayrı bir göstergesidir.

     

    Toplantıya iştirak etme nezaketini gösteren, gelmek isteyip de sair nedenlerden dolayı gelemeyen kardeşlerimize teşekkür ediyor müteakiben düzenleyeceğimiz toplantılara katılmalarını ümit ediyoruz.

     

    Dua ve muhabbetle...

    • Like 2

  14. 26586.jpg

     

    Üstadın tamamlanmamış oyunlarıÜstad'ın bilmediğimiz, okumadığımız iki oyunu daha var: Kumandan ve Sır. 25 Mayıs 2011 Çarşamba 17:00

     

    Necip Fazıl Kısakürek.. Birkaç sözle anlatılamayacak fikir ve aksiyon insanı. Üstad'ın oyunları denilince, şüphesiz ilk aklımıza gelenler Bir Adam Yaratmak, Püf Noktası gibi birbirinden değerli oyunlar. Ama onun, ömrü vefa etmediği için yahut farklı nedenlerle yarım bıraktığı oyunları var. Oldukça ilginç bir öykü üzerine kurulmuş, farklı sahneleme teknikleri gerektiren, şüphesiz yine çok kıymetli oyunlar bunlar.

     

    Kumandan o denizaltından hiç çıkmadı

     

    Bu oyunlaran birincisi “Kumandan”. Bu oyunda olay, bir denizaltında geçer. Ana karakterler ise, sağlam karakteri ve ağırbaşlı hareketleri ile çevresinden takdir toplayan Yüzbaşı ve her zaman Yüzbaşı'nın gölgesinde kalmış, zaaflarından kurtulamamış olan Teğmen. Bir görev esnasında, denizaltı bozulur. Yardım çabaları her defasında sonuçsuz kalmıştır. Artık sadece 3 saatlik oksijene sahip olan denizaltındaki görevliler panik olurlar. Yüzbaşı onları sakinleştirmeye çalışır. Teğmen ise, ölüm karşısında sağlam bir duruş sergileyemez. Üstelik Yüzbaşı'nın bu durumda daha sakin olmasını sağlayan Allah inancı konusunda da daha önce neredeyse hiç düşünmemiştir. Oyun esnasında, bir önceki gün yaşananlara da parça parça tanık olur seyirci. Teğmen'in nişanlısı ve kız kardeşi Yüzbaşı'na hayrandırlar. Öyle ki, nişanlısı nişanı atar, Yüzbaşı'na olan aşkını itiraf eder.

     

    Bu yönüyle Kumandan, bir yandan olay örgüsüyle izleyiciyi meraklandıran, bir yandan da insan olmanın getirdiği zaaflarla dalga geçen bir oyun.

     

    Müjde, Allah var!

     

    Denizaltında adım adım ölüme giden insanlar yardım haberi beklerken, Yüzbaşı kadere iman etmiş bir halde, isyandan ve panikten uzaktır. Yanında “Allah! Allah!” sözleriyle çaresizliğini dile getiren insanları uyarır. Gündelik yaşamda bu kadar içten söylenmeyen “Allah” sözü, Yüzbaşı'na göre bir müjde niteliğindedir. “Müjde!” der insanlara. O anda en büyük müjdeyi kurtulma haberi sayan insanların şaşkın bakışları arasında ekler: “Allah var! Bu! Dünyanın en eski ve en yeni haberi! Kavrayamadınız mı? Her ân yeniden öğrenmişçesine öğrenin: Allah var! Hâlâ mı kavrayamadınız? Allah var diyorum! Şimdi öğrenmiş gibi öğrenin! Müjde Allah var!..”

     

    Oyun, flashbacklerde Teğmen'in nişanlısının Yüzbaşı'na aşkını itiraf ettiği yerde kalır. Son sahnede Teğmen, Yüzbaşı, Teğmen'in kızkardeşi ve nişanlısı bir odada, hesaplaşma halindedirler. Dolayısıyla, denizaltındakiler kurtulacak mı, nişanlının hali ne olacak, Yüzbaşı ve Teğmen'in kızkardeşi arasında başlayan ilişki nasıl bir nihayete erecek, bilmeyiz.

     

    26587.jpg

     

    Sırrın sırrı

     

    İkinci yarım kalmış oyun olan “Sır” ise, tam anlamıyla bir sır. Oyunda, bir Başyücelik Devleti ve bu devletin Başkomutanı görülür. Başkomutan, çok gizli bir iş için, aynı zamanda damadı olan Yüzbaşı'yı uzaklara göndermek üzeredir. Geride kendi öz kızını ve henüz doğmamış olan torununu bırakma pahasına damadını yollayacağı bu görev, devletin bekası için gereklidir. Üstad, bu oyunda farklı bir tarz da denemiş. Oyunun başında gördüğümüz Koro, Yeşiller gibi sembolik anlatımların dışında, kesik baş gibi seyirciyi sarsacak iddialı görseller de mevcut. Oyunun sonu hakkında bir fikir yürütmek oldukça zor.

     

    Bu görev hepimize

     

    Üstad'ın gençliğe bir emanet olarak bıraktığı yazılarını biliyoruz. Ama biraz da bilinmeyen yazıları görmek olsa gayemiz. Üstad'ı sadece birkaç şiiriyle anmasak, vasiyetinin detaylarındaki gizli kaygısını görsek örneğin... Ya da Üstad'ın oyunları deyince akla sadece birkaç oyun gelmese… Tamamlanmamış oyunlar, arada kaybolup gitmese. Basılsa bu oyunlar, dramaturgisi yapılsa. İşin ehli isimler toplansa ve tamamlamaya çalışsalar bu oyunları... Üstad'ın söyledikleri bir değil, beş değil. Biz, az duyulmuş, ama kıymeti asla az olmayan diğer sözlerini de görsek.

     

    Dünyabizim.com


  15. 28_Mayis_2011_07_04_30_2967035175.jpg

     

    İnsan başına gelen iyi şeyleri kendinden, kötü şeyleri de hep başkalarından bilir.Ne kadar tuhaf değil mi? Biz hep haklı diğerleri hep haksız (!) İnsanın imanı arttıkça tevazusu da artarmış. Meyve veren ağacın dallarının yere eğilmesi gibi. Allah dostlarının büyüklüğü kendilerini daima kusurlu, eksik görmelerinden geliyor. Bizim küçüklüğümüz de kendimizi daima kusursuz görmemizden… Sebeplere takılıp Müsebbibi göremeyişimizden yani tevhidi bilemeyişimizden…

     

    Arifler Sultanı Bayazid-i Bistami Hazretleri;

     

    "Tevhid nedir?" diye soranlara şöyle cevap verirdi:

     

    - Tevhid yakindir. Yakin ise mahlûkatın her türlü hareketini Allah'ın fiili olarak bilmek ve ef'alinde O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsan Rabbını tanıyıp bu tanıma duygusunda istikrara erince tevhide erer. Bunun anlamı fiillerinde O'nun hiç bir ortağı yoktur, demektir.

     

    Bu anlayış sebebiyle o şöyle münacatta bulunurdu: "Ya Rabb, benliğimi aradan çıkar, ben seninle oldukça en büyük benim. Nefsimle oldukça en küçük benim." Bu düşüncelere sahip birini seven ve yolundan giden başına gelenlerden dolayı başkalarını suçlayabilir mi? Biz bilmiyoruz, ama bilmek için de yeterince çaba harcamıyoruz. Bize yol göstermek isteyenlere de engel oluyoruz.

     

    O Bâyezid ki, Ca'fer-i Sâdık'ın rûhâniyetinden "üveysî" yolla terbiye gördü.

    O Bayezîd ki, cezbesi istiğraka, sevgisi aşka varan ve tevhid konusunda konuşan sûfîlerdendi. O Bayezîd ki , çağdaşları O'nun ilm-i tevhid ve ilm-i hakikata dair söylediklerini anlayamadıklarından çeşitli ithamlarda bulundular ve onu yedi defa memleketinden ayrılmaya mecbur bıraktılar. Fakat her defasında işleri bozuldu, başlarına belalar geldi. Bunun üzerine onun büyüklüğünü anlayarak hürmet göstermeye başladılar.

    Ariflerin, Allah için Allah’ın kullarına yol göstermekten başka yaptıkları hiçbir şey yok ve tek beklentileri de Allah’ın rızası. Bu uğurda tüm ezalara ve cezalara katlanmışlar kimseye, anlayamadığı için hor gözle dahi bakmamışlar. Başıma geldiyse güçlenmem için bir fırsattır bu imtihan demişler. Her olumsuz olayda bir hayır görmeye çalışmışlar. Bu yüzden de hep hayra erdirilmişler. Yani hiçbir zaman Rablerini itham altında bırakmamışlar. Madem yolu kendi başımıza bulamıyoruz. Öyleyse yol göstericiyi bulup sımsıkı bağlanmamız gerekmez mi? Bir an önce emniyete ermek için…

     

    Beyazıd-ı Bistami Hazretleri, Mürşid olacak kimseyi tanımak için şöyle bir ölçü koymuştu: "Kendisine gökyüzünde uçma veya bağdaş kurma kerameti verilen kimseye hemen kalkıp aldanıvermeyin. Önce onun emir ve nehiy çizgisindeki yerine, şer'i hududa riayetteki durumuna bakın."

     

    Kendisi de keramet izharından kaçınır ve bunun kendisi için manevi düşüşe vesile olmasından korkardı. Şöyle anlatırdı: Bir gün Dicle kenarı kenarına vardım, nehrin iki yakası bana yol vermek için birleşti. Ben yemin ederek "Buna aldanmam" dedim. Çünkü, halkın yarım akçeye geçtiği yoldan otuz yıllık amelimi zayi ederek geçmek istemezdim. Bana Kerim lazım, keramet değil!

     

    Halkın hali ve ariflerin ahvali arasındaki farkı şöyle belirtirdi: "Halkın ahvali vardır, fakat arifin bir tek hali bile yoktur. Çünkü arifler suretten geçmiş, sirete yönelmiş ve onların varlıkları Hakk'ın varlığında fena bulmuştur. İnsanların Allah'a en yakın olanları insanlara en müşfik olanlarıdır.

     

    Zahidlerin dünyadaki arzusu keramet, ahiretteki istekleri makamat, ariflerin dünyadaki istekleri imanla yaşamak, ahiretteki temennîleri afv-i ilahi'ye kavuşmaktır, buyurmuştur. Bize düşen de Allah’ın her dönemde bizim gibi cehalet ırmağında boğulanlara kurtuluş için gönderdiği arifleri bulmak ve muhabbetle hizmet edip izlerini takip etmek! Gerisi lafı güzaf…

     

    M.Selim Yılmaz

    HaberKültür.Net


  16. prof-kara-muhammed-ve-muhabbeti-anlatti-1.jpg

     

    Prof Dr Mustafa Kara Hocamıza kültür dünyamızın iki yıldızı Necip Fazıl ve Nurettin Topçu'yu karşılaştırması yapmasını istedik. Ve sorduk:

     

     

    Nurettin Topçu da Necip Fazıl da aynı tasavvufi damardan beslenmelerine rağmen farklı bir portre çiziyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

     

    Evet, aradaki meşrep farklılığını anlatması açısından bir hatıramı paylaşayım. Bir gün duyuru yaptılar, 'N. Fazıl filan yerde konuşacak.' diye. Tabi biz o zamanlarda onun takipçisiyiz; N.Fazıl nerdeyse biz de ordayız. Gittik o gün; salondaki bütün sıralar doluydu. Necip Fazıl geldi, dedi ki, "Nerde bu millet?" Aslında millet orda ve bütün sıralar dolu fakat onun istediği, sıralardan da ziyade salonun tamamen dolması. Dedi ki, "Ben bu kişilere konuşmam, haftaya doldurup geleceksiniz." Bir hafta sonra tekrar gittik; hakikaten her yer tıka basa doluydu. Ve o da oturdu, gönlünce konuştu. Şimdi bu fotoğrafın bir tarafı. Nurettin Topçu da sohbetler, seminerler yapıyordu. Fakat bırakın öyle izdihamı aramak falan, alkışlamasınlar diye cümlesini bitirir bitirmez hemen diğer cümleye geçiyordu. Bu kadar rahatsız oluyordu alkışlanmaktan. İşte bu iki fotoğrafa baktığımızda ikisi de farklı bir mizac. İşte fıtrat denilen şey bu; aynı bilgiyi dahi alsanız, o sizin fıtratınıza göre şekilleniyor. Yani, bu iki mizacın da mürşitleri ayrı; biri Abdulhakim Arvasi, biri Abdulaziz Bekkine. Bu ikisinin mürşitleri dahi aynı olsaydı; mizacları yine farklı olacaktı.

     

    Mahmut Bıyıklı

    HaberKültür.Net


  17. Yusuf Kaplan’ın sunduğu Düşüne Taşına’da bu hafta, Cumhuriyet döneminde İslâmî düşüncenin, sanatın ve duruş’un temellerini atan ve ufuklarını gösteren üstad Necip Fazıl Kısakürek’in düşüncesi, sanatı, bize üflediği Büyük Doğu ruhu çeşitli açılardan mercek altına alınıyor. “Büyük Doğu, Türkiye’nin düşünce ve sanat hayatında ne tür bir öncülük üstlendi? Necip Fazıl’a bugün neden mevta muamelesi yapılıyor? Türkiye’nin medeniyet iddialarını ve rotasını yitirdiği bir yokoluş mevsiminde Necip Fazıl 4-5 kuşağın yazarlarına, sanatçılarına, edebiyatçılarına, düşünürlerine ne tür bir ruh üfledi?

     

    Necip Fazıl’ın mirasını ve ufkunu hakkıyla kavrayabildiğimiz ve yeni ufuklara taşıyabildiğimiz söylenebilir mi? Necip Fazıl’ın açtığı koridordan yürüyen, ektiği tohumlardan beslenen, yeşerttiği filizlerden ilham alan yeni kuşakları nasıl yetiştirebiliriz? Hepimize eskimez, pörsümez ve her dâim taptaze bir ruh üfleyen Necip Fazıl’ı, sanatını, düşüncesini geleceğin ufuklarına nasıl taşıyabiliriz?

     

    Necip Fazıl’ın düşüncesinin, sanatının ve aksiyonunun anlaşılması ve genç kuşaklara aktarılması konusunda devlet, sivil toplum kuruluşları ve bizzat düşünce, sanat ve edebiyat ortamının aktörleri üzerilerine düşeni hakkıyla yerine getirebiliyorlar mı?” sorularına cevapların arandığı programın konukları ise, Şair Şaban Abak, yazar Mustafa Miyasoğlu, Büyük Doğu’nun hukukî macerasına avukat olarak tanıklık eden Muhammed Emin Özkan ve felsefeci-şair Mahmut Kaya.

     

    Medeniyetimizin yeniden silkinip ayağa kalkması için bedel ödeyen, önümüzü açan ve hakikat bayrağının göndere çekilmesi sürecinde surda sarsılmaz bir gedik açarak gelecek kuşaklara öncülük eden üstad Necip Fazıl’ın düşüncesinin, sanatının ve ufuklarının masaya yatırılacağı Düşüne Taşına, 26 Mayıs Perşembe 23:30’da TVNET’te.

    • Like 1

  18. sercanpolat_nfk.jpg

     

    ''Ne azap ne sitem bu yalnızlıktan/ Kime ne aşılmaz duvar bendedir/ Süslenmiş gemiler geçse açıktan/ Tanırım gittiği diyar bendedir'' dizelerinin sahibi, Türk Edebiyatı'nın usta kalemlerinden Necip Fazıl Kısakürek, vefatının 28. yılında sevenleri tarafından özlem ve saygıyla anılıyor.

     

    Necip Fazıl'ın vefatının 28. yılı dolayısıyla AA muhabirinin sorularını cevaplayan Mehmet Kısakürek, babasının Heybeliada'daki Bahriye Mektebi'ni ve eski ismiyle İstanbul Darülfünunu ( niversitesi) Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdiğini söyledi.

     

    Kısakürek, babasının Avrupa'ya eğitim için gönderilen ilk Cumhuriyet öğrencileri arasında yer aldığını ve bu kapsamda Paris'e giderek, Sorbon niversitesi Felsefe Bölümünde eğitim almaya başladığını kaydetti.

     

    Ancak Kısakürek'in, Sorbon'daki öğrenimini yarıda bırakarak yurda döndüğünü aktaran Mehmet Kısakürek, şunları kaydetti:

     

    ''Babam, ilk şiirlerini, 1923'de Yeni Mecmua'da yayınlandı. 1928 yılında, henüz 24 yaşındayken 2. şiir kitabı 'Kaldırımlar'ın yayınlanmasıyla birlikte, birden şöhretin zirvesine çıktı. Çeşitli bankalarda çalıştı ve müfettişliğe kadar yükseldi. 1934'de bir akşam, çalıştığı bankadan evine dönmek için bindiği 'Şirket-i Hayriye' vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan, o güne kadar hiç görmediği, bir daha da görmeyeceği 'Hızır' tavırlı bir adam ona, Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin adresini verdi. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu da alarak Eyüp sırtlarına çıkar. Belki 3, belki 5 saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kalır ve bir daha bırakmamacasına o 'Büyük Zat'ın eteklerine yapışır.

     

    Daha sonra Ankara niversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Koleji'nde hocalık yaptı. Fikir sahasına da uzandığı ve kendi deyişiyle 'sosyal mücadele'ye atıldığı 1943'den ölümüne kadar, 'anlaşılmadan benimsenmek' ile 'tanınmadan dışlanmak' arasına sıkışan bir yalnızlık kesitinde yaşarken, her iktidar döneminde suçlandı, sorgulandı, yargılandı, defalarca hapis yattı. 1960 ihtilali öncesinde hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararları toplamı 101 yıla ulaştı.

     

    1936 yılında 'Ağaç' ve 1943-1978 yılları arasında Büyük Doğu dergilerini çıkardı. Bütün şiirlerini topladığı 'Çile' ile 1934'de yaşadığı büyük ruh buhranının sahne eseri ve Türk Tiyatrosu'ndaki ilk büyük dram örneği 'Bir Adam Yaratmak' başta olmak üzere, çok çeşitli türde 100'ün üzerinde eser verdi. 25 Mayıs 1983'de hayata veda ederek, doğduğu gün olan 26 Mayıs Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi.''

     

    -''ZAMANIN, NECİP FAZIL FİKRİYATININ LEHİNE İŞLEDİĞİ KANAATİNDEYİZ''-

     

    Mehmet Kısakürek, Necip Fazıl'ın, Türk fikir ve sanat hayatının en doğurgan kalemlerinden biri olduğunu belirterek, ''İlk kitaplaşmış eseri 'Örümcek Ağı'ndan son eserine kadar topyekun eser sayısı 120'ye yakındır'' dedi.

     

    Kısakürek, babasının, 1974'te, daha önce ''Örümcek Ağı'', ''Kaldırımlar'', ''Ben ve Ötesi'', ''Sonsuzluk Kervanı'', ''Çile'' ve ''Şiirlerim'' başlıklarıyla yayınlanan şiir kitaplarını, yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta, ''Çile''de topladığını belirterek, ''Böylece bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatı'na, 'şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu' diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğindeki şu ifadeye yer verdi: 'İşte şiir kitabım bu, hepsi bu kadar ve bu kitaba gelinceye dek başka hiçbir şiir, bana, adıma ve ruhuma mal edilemez!''

     

    Necip Fazıl'ın, 17 sayılık Ağaç dergisi ile 1943-1978 yılları arasında çeşitli tarih periyotları içinde çıkarmış olduğu Büyük Doğu dergisinin, 550 sayılık bir külliyat olarak kütüphane arşivlerinde mevcut olduğunu ifade eden Kısakürek, şöyle devam etti:

     

    ''Günlük makale yazdığı gazetelerin arşiv kayıtlarında ise binlerce yazısı mevcuttur. Necip Fazıl'ın eserleri üzerindeki çalışmalar, Büyük Doğu Yayınevi çatısı altında yapılmaktadır. Bizzat Necip Fazıl tarafından 1973 yılında kurulmuş bulunan yayınevi, üstad'ın vefatından sonra, her şeyi yeni baştan ele almayı gerektirici yeni durum içinde tarihi bir vazife üstlenmiş ve ilk yayınladığı 'Hikayelerim' kitabıyla yola çıkmıştır. Büyük Doğu'nun 1983 sonrası yayın faaliyetinin temel amacı, Necip Fazıl'ın vasiyetine bağlı olarak, gerek o tarihe kadar kitaplaştırılmış eserlerini, gerekse başta Büyük Doğu ve Ağaç Dergisi olarak çeşitli dergi ve günlük gazetelerde yayınlanmış bütün yazı ve tefrikalarını ve ayrıca elimizde mevcut eser dosyaları ile konferans kayıtlarını neşretmekten ibarettir. Bu doğrultuda, 1973 öncesi basılan ve birçoğu editör zafiyetleri sebebiyle tamamlanmaktan mahrum olan üstadın kitapları, ciddi bir arşiv taramasına bağlı karşılaştırmalar yapılarak ikmal edilmiş ve orijinallarına uygun şekilde basılmıştır.

     

    Ayrıca babamın bıraktığı dosyalar, yazmış olduğu dergi ve gazetelerdeki eser tefrikaları ve kitaplaşmamış bütün yazıları ve ayrıca konferans kayıtları, ait oldukları konu ve yazım türüne göre tasnif edilerek kitaplaştırılmıştır. Bütün bu çalışmalar neticesinde, üstadın 116 eseri basılmış vaziyettedir ve çalışmalarımız devam etmektedir.''

     

    Büyük Doğu Yayınevi'nin şimdiye kadar yapmış olduğu faaliyetlerin katkısıyla, Necip Fazıl'ın eserlerinin üzerindeki ilmi ve fikri çalışmalarda da dikkate değer bir yoğunluk gözlemlenmekte olduğunu ifade eden Mehmet Kısakürek, ''Gerek dergi özel sayıları ve fikri etütler, gerekse çeşitli üniversite çatıları altındaki tez çalışmaları kemiyet bakımından artış göstermektedir. Arzumuz, bütün bu çalışmaların zaman içerisinde içerik bakımından daha keyfiyetli olduğunu görmektir. Zamanın, Necip Fazıl fikriyatının lehine işlediği kanaatindeyiz'' diye konuştu.

     

    Haber 7


  19. ZİKİR

     

    Zikre devam etmek kişiyi Allah’a (c.) yaklaştırır. Allahuteala’ya yakınlığımızın şuur düzeyinde olabilmesi için zikrin faydalarını İbni Kayyim’in tespit ettiği şekilde bilmekte fayda vardır. İbni Kayyim, zikrin faydalarını şöyle sıralamıştır:

     

    Zikir Allahuteala’yı razı eder.

     

    Zikreden, şeytanı kovar.

     

    Zikir kalpten gam ve kederi giderir.

     

    Kalbi ve bedeni güçlendirir.

     

    Kalbe sevinç ve ferahlık verir.

     

    Zikir, kalbi ve yüzü nurlandırır.

     

    Rızkı çeker ve bolluğa sebep olur.

     

    Zikredene zikir, heybet ve tatlılık verir.

     

    Kula, İslam’ın ruhu olan Allah sevgisini kazandırır.

     

    Murakabe duygusunu ve ihsan makamını kazandırır.

     

    Kişiyi Allah’a yöneltir.

     

    Kulu Allah’a yaklaştırır.

     

    Zikir, kalbi diriltir ve gafletten uzak tutar.

     

    Kul, zikirle marifetullah’a ulaşır.

     

    Zikredeni, Allah’tan korkutup sakındırır.

     

    Zikir ruhun ve kalbin gıdasıdır.

     

    Kalbi paslardan arıtıp cilalar.

     

    Hataları silip yok eder.

     

    Kulun, Allah katındaki derecesini yükseltir.

     

    Allah’la ünsiyet/dostluk meydana getirir.

     

    Vahşet ve yalnızlık duygusunu yok eder.

     

    Kula Allah’la olan dostluğunu hatırlatır.

     

    Dünyada ve ahirette Allah’ın gazabından korur.

     

    Zikredenin üzerine sekinetin inmesine vesile olur.

     

    Allahuteala’nın rahmeti zikir sebebiyle kulu kaplar.

     

    Zikredeni melekler kuşatır.

     

    Dili her türlü zararlı sözden meşgul eder.

     

    Zikir, zikreden kişiyi Allah katında yüceltir.

     

    Zikir, zikredeni ve zikredenle birlikte oturanı mutlu eder.

     

    Kul, zikir sebebiyle kıyamet günü hasretten emin olur.

     

    Allah’a yalvararak ve ağlayarak yapılan zikir, zikredeni Allah’ın koruması altına almasına neden olur.

     

    Zikri çokça yapmak suretiyle kul, Allahuteala’nın çeşitli lütuflarını elde eder.

     

    Yüce Allah zikredene çok sevap verir.

     

    Faziletinin büyüklüğüne rağmen en kolay ibadettir.

     

    Zikir cennet fidanıdır.

     

    Zikir, kişiyi Yüce Allah’ı unutmaktan emin kılar.

     

    Kendisini zikredeni Allahuteala lütfundan mahrum etmeyeceğine garanti vermiştir.

     

    Zikir, insanın tüm vakit ve hallerini kapsayabilen her halükarda yapması mümkün olan bir ibadettir.

     

    Taatlerden zikrin benzeri yoktur.

     

    Zikir, kul için dünyada bir nurdur (ki, onunla hak ile batılı ayırt eder), kabrinde ve kıyamet gününde de onun için bir nurdur.

     

    Zikir nedeniyle kişinin davranışları ve sözleri nurlanır.

     

    Zikir velayetin fermanı ve velayet yolunun başıdır.

     

    Kalbin ihtiyaçlarını giderir, eksiklerini yok eder.

     

    Zikir, kalbi tamamen Allah’a yöneltir. Allah’tan gayrısının etkilerini ve Allah’tan gayrısı sebebiyle meydana gelen dağınıklığı giderir.

     

    Kalbin kederi ve tasası zikirle yok olur.

     

    Kalbi uyuşukluk ve gaflete karşı uyarır.

     

    Zikir, sahibine yüce hâller ve mârifet meyveleri bahşeder.

     

    Zikir, insanı Rabb’ine yaklaştırır.

     

    Kulun lisanında Allah’ı zikretmenin ıslaklığı devam ettikçe, Allah katında o mahlukatın en şereflisidir.

     

    Zikir, kalp katılığını giderir.

     

    Allah, kendisini zikreden kuluyla beraber olur.

     

    Allah’ın nimetlerini çeker ve Allah’ın intikamını savuşturmakta zikir gibisi yoktur.

     

    Zikredene Allah rahmet eder, över, melekler de salât ve dua eder.

     

    Zikir meclisleri meleklerin de bulunduğu cennet bahçeleridir.

     

    Tüm ameller ancak zikri ikâme etmek için meşru kılınmıştır.

     

    Salih amel işleyenlerin en faziletlileri Allah’ı çokça zikredenlerdir.

     

    Zikre devam etmek mali ve bedeni taatlerin çoğalmasına neden olur.

     

    Zikir, kişinin Allah’a taatinin devamına yardımcı olur.

     

    Zikir her zorluğu kolaylaştırır.

     

    Zikir, zikreden kişinin bedenine ve kalbine güç verir.

     

    Zikredenler, ahiret için salih amel yapmada en önde olan kişilerdir.

     

    Melekler, zikredenlere istiğfar eder.

     

    Zikir kulla cehennem arasında bir engeldir.

     

    Üzerinde zikredenler nedeniyle dağlar, ovalar Allah’a şahitlikte bulunurlar ve bu güzel insanlarla birbirlerine karşı övünürler.

     

    Zikir kul için münafıklıktan emandır.

     

    Allah’ı zikrin kapsamına onu isimleri ve sıfatlarıyla anmak, ona sena etmek, onu layık olmayan her türlü eksiklikten tenzih etmek, ahkamını tebliğ etmek, emir ve yasaklarını hatırlamak, hatırlatmak girmektedir. Zikir çeşitlerinin en faziletlisi ise Kur’an-ı Kerim’i okumak suretiyle yapılandır. Sonra Allah’ı (c.) anmak, ona övgüde bulunmak ve diğer dua çeşitleri gelir. Muhammed Suresi’nin 19. Ayetinin kapsamına ise; tevhid, tevhid’in kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’le hemhal olmak, dua ve istiğfarda bulunmak, muhasebe ve murakabe yapmak ve ölümü sıkça düşünmek suretiyle zikrin bütün kısımlarını hayata dönüştürmenin referansları girmektedir. İnsan hakkıyla zikir görevini yerine getirdiğinde Yüce Allah onun gönül gözünü açar, firaset ve basiret sahibi bir mümin olur.

     

    Kaynak :Yediulya/ Dr. Mehmet SÜRMELİ


  20. Hepimiz için bir “O ve Ben” vardır

     

    Çocukluğumda ve ilk gençliğimde , masal gibi bir rüya ikliminden topladığım karanlık ve karışık haberlerin , apaydınlık ve dümdüz gerçeğini bana sen verdin…

     

    Şimdi bırakacak mısın beni? Bir solucan gibi toprak üstünde sürünmeye…Bilip de cahil , anlayıp da unutkan , görüp de kör, duyup da hissiz kalmanın felaketine düşmeyeyim…” Böyle belirtmişti, mürşid-i kamili olan Abdülhakim Arvasi Hazretlerine olan bağlılığını… Necip Fazıl “O ve Ben” adlı eserinde, yaşadığı tüm zorlukları ve bu zorlukları hangi muhabbet pınarından içerek atlatabildiğini içtenlikle yazmış…

     

     

    21_Mayis_2011_12_49_50_3430597186.jpg

     

    Hayatını, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ni «Tanıyıncaya Kadar» ve «Tanıdıktan Sonra» diye iki ana bölüme ayıran Necip Fazıl, Efendisine doğru kendisini cezbeden hâdiseleri de mânâlandırdığı otobiyografik eseri olan «O Ve Ben»i 1975 de şöyle takdim etmiştir:

     

    «Bu eser, dünyaya gelişimden bugüne kadar en hususî renkleri, çizgileri ve sesleriyle hayatımın hikâyesi ve asıl Onu tanıdıktan sonra mânasını anlamaya başladığım vücut hikmetinin bende tecelli eden yakıcı ifadesidir. Bu bakımdan, kendilerini görünceye kadar malik olabildiğim bir buçuk esere nisbetle bugün 60 cildi aşan ve hepsini birden o nura borçlu bildiğim eserler arasında, şimdikini, baş köşeye oturtulması lâzım ve en mahrem iç ve dış iklimlere doğru bir belirtiş olarak takdim ederim.»

     

    İnsan büyüdükçe tevazusu nasıl da artıyormuş!

     

    Eserin sonunda şöyle dua ediyor büyük yazar :”Allah’tan af istiyorum.Allah’ın sevgilisinden ve bütün silsiledeki büyüklerimizden suçlarımın bağışlanmasını istiyorum. Efendim! Ölünce de ayak ucunda bir yer verirsen yanına uzanmak istiyorum.

     

    Benim avuçlarımdan süzülen , işte o kaynaktan aldığım sudur; ve bu suyun eğer bulanık bir tarafı varsa nefsime , nurani özü de O’na aittir. Bu günün, yeşillikler ve pırıltılar içinde suyu arayan ceylan gençliği ! O nur pınara koşun!...”

     

    Büyük üstadın da anladığı gibi mürşitsiz insan ,insanlığın kemaline vakıf olamaz.Doğru, ancak anlayandan öğrenilir. Ben de ne zaman Necip Fazıl’ın bir eserini okusam içimde coşkun bir ırmağın aktığı hissine kapılırım.Okyanusa ulaşmaya çalışan , bazen delicesine gürül gürül akan , bazen de yorgun ve yolunu şaşırmaktan korkan . Ama sonunda hep bir el tutar elimden bazen şefkatle ,bazen öfkeyle yoğrulan…Hedefinden şaşmaya meyyal olan nefsimin perçeminden kavrayan…

     

    Sanki Necip Fazıl’ın sancılı arayışı gibi. Sanki tüm insanlığın nura doğru akışını arzular gibi… Bu eser, içinde “arayışın “ sancısını çeken herkesin büyük bir zevkle okuyacağı bir kitap.

     

    M.Selim YılmazHaberKültür.Net


  21. nfk.jpg

     

     

    Necip Fazıl'ın konferansları artık CD'de

     

     

    Edebiyatımızın büyük ustası Necip Fazıl Kısakürek'in bir zamanlar Anadolu'yu karış karış gezerek verdiği konferanslar dijital ortama aktarıldı.

     

    1963 yılından Kısakürek'in vefat ettiği 1983'e kadar farklı mekanlarda verilen konferanslar, önümüzdeki günlerde CD ortamında yayınlanacak. Kısakürek'in konferanslarının bir kısmı daha önce kitaplaştırılmıştı. CD'lerde yer alacak kayıtlar ise ilk kez yayınlanıyor.

     

    Büyük Doğu Yayınları Yayın Sorumlusu Suat Ak, CD'lerin haziran ayı başında piyasaya çıkacağını söylüyor. Necip Fazıl'ın bazı konferansları 7-8 saati buluyor. Konferansların bir kısmı hitabet özelliği taşıyor. Suat Ak, "Bunlar arasında Ayasofya, Mehmet Akif ve Mehmetçik hitabeleri var. Aynı zamanda Tiyatro ve Tesiri adlı bir konferans var. Bu konferans daha önce kitaplara girmedi. Kitap olarak da okuyucuya sunulacak. Böylece Necip Fazıl külliyatına bir eser daha kazandırmış olacağız." diyor.

     

    Üstad Necip Fazıl'ın CD'lerde yer alacak konferanslarından bazıları şunlar: Dünya Bir İnkılâp Bekliyor, İman ve Aksiyon, Tarihte Yobaz ve Yobazlık, Tarihte Biz, Özlediğimiz Nesil, Yolumuz Halimiz Çaremiz.

    • Like 3

  22. Tomurcuk derdinde olan meyvalı ağaç... Üstad Necip Fazıl...

     

    Kalbim bir çiçektir, gündüzler ölgün;

    Gelin, gelin, onu açın geceler!

    Beni yâdedermiş gibi, bütün gün

    Ötün kulağımda, çın, çın, geceler!

     

    (1930)

     

    “Çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydiniz, yatağınızı yorganınızı satardınız

    26 Mayıs 1904 perşembe günü sabaha karşı İstanbul Çemberlitaş’ta dede yadigârı bir konakta doğdu. Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanogullarindan daha eski bir boy olan Dülkadirogullarının 'Kisakürekler' soyuna mensubiyetini belgeleyen bir şecereye sahipti. 'Yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehsetli bir korku' olarak tarif ettiği ruhi haletlerinden velud bir şair ve sıkı bir müslüman doğması takdir edilmişti. O da en güzel şekilde boyun eğerek güzel kaderine ihtişamlı bir suret verilmesine himmet etti. Çünkü ezelden himmet ehline hizmetli bir fıtratı vardı. Mücahiddi de… Nerelerde okumadı ki… Fransiz Papaz mekteplerine gitti. Kumkapi'daki Amerikan kolejlerinde gezindi. Büyük Resit Pasa Numûne Mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi bu cevval zekâlı talebeye mesken oldu. Ve 'Ne oldumsa bu mektepte oldum' dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu tezhip ettiği 'Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Sahâne'ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Metafizik arayışlarına ilk bu sıralarda rastladı. Istanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi 'ne girdi sonra. İyi hallerinden Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümünün de nasiplenmesi gerekiyordu ki yolu Paris’e düştü. Nefis serzenişleri sebebiyle helozonik tablolar arzetti Parsili günleri. Sonra şiire verdi kendini. Osmanlı Bankası ve bohemik hayat çalkantıları onu hep kaldırımdan aşağıda yürümeye sevketti. 18 aylik bu askerlik macerası ve ardından 'Ben ve Ötesi' geldi… Arûs-ı şöhret peçesini kaldırmıştı artık. 1934'de bir aksam, çalıştığı bankadan Bogaziçindeki evine dönmek için bindigi 'Sirket-i Hayriye' vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayirmayan Hızır as tavırlı bir adam, ona, kâinat çapinda bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi. Sonra o eteğe bir yapıştı; pir yapıştı. İlk ‘pîr’li eseri 'Tohum'u yazdığında takvimler 1935 senesini gösteriyordu. Büyük ruh çilesinin sahnelik destanı 'Bir Adam Yaratmak' ve adı 'Büyük Dogu Marşı' olarak kalan destansı şiir geldi ardından. Çile ise 1939 mahsulüydü.

     

    'Başımızda kulak istiyoruz' Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmında ve Robert Kolej'in sonsınıflarına Edebiyat Hocalığı yapti. 1941 senesinde, ‘Bâbanzâde'lerden Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nin torunu Fatma Neslihan Hanimefendi ile evlendi; beş güzel çocuğu oldu. Büyük Dogu Mecmuasi'nin ilk sayısını 17 Eylül 1943’te güneş başak burcundayken çıkardı. Kovulmalar, sürülmeler, kırılmalar, dağılmalar… Asıl çile şimdilerde doluyordu. Başına çok işler açan 'Başımızda kulak istiyoruz' nükteli sözünün iradı, 'Sır' isimli piyesinden dolayi 'Milleti kanli ihtilale teşvik' suçlamasıyle mahkemeye çıkarılması 'Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden Istimdat'ından sonra başına gelenler, Borazan mizahı çıkarması tarihi,1946-47… Otel odasına taşınacak kadar bütün mal varlığını davalardan halas olmak için harcadı ve nihayet 28 Haziran 1949’da Büyük Dogu Cemiyeti'ni kurdu. Ama davaların ardı arkası kesilmedi. 1952’de 'Müdafalarim' çıktı. 27 Mayis 1960 ihtilali, milletinin bahtıyla birlikte Büyük Dogu'nun da kapatılma tarihi oluyordu aynı zamanda. Birkaç ay sonra kendisinde oksijen fazlası görülmüş olmalı ki 1.5 yıl medrese-i yusufiyyede tebdil-i hevası uygun görüldü.

    '16_Mayis_2011_01_05_34_8564416766.jpg

     

    Zeybeğin Ölümü'ne ağlayan adam 1964'te Büyük Dogu'nun 11'inci devresini açtı. Adnan Menderesin aziz hatirasi için kaleme aldigi ve derginin 1'inci sayisinda neşrettigi 'Zeybeğin Ölümü' şiirinden dolayı takibata uğradı. 1965'te 'Din esasina bağlı cemiyet kurmak' iddiasiyle yargılandı. 'Hükümetin Manevi Sahsiyetini Tahkir' suçlaması ile yine gündemdeydi. 27.12.1967 tarihli Büyük Dogu Dergisinde dönemin Başbakanı'nın kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınladı. Bir de üstüne ‘Süleymanname’ kaleme aldı. 'Vahidüddin' eseri de inanılmaz gerekçelerle 1,5 yılının daha nemli duvarlar arasında geçmesine vesile oldu. Fas’tan gelen rütbeli teklifleri düşünmeye bile gerek duymayarak “vatanım da vatanım” diye diye yaşadı ve uğurlandı. Suçlandı, sorgulandı, yargılandı; 1983’te yine bir ihtilal sonrasında ardında 64 adet kallavi eser bırakıp bütün hesabını dünyada görmüş olarak sahife-i âmâlini hoşça dürdü. Böyle hayata böyle memat 25 Mayıs 1983’te 79 yaşında vefat etti. Prof. Dr. Osman Özsoy, Necip Fazıl'ın ölüm anını şöyle anlatıyordu: "Tam 26 yıl önce yine gizemli bir Mayıs gecesinde, takvimlerin 25 Mayıs 1983 gece yarısını gösterdiği saatlerde, hastalığının ilerlediği dakikalarda yatağından hafifçe doğruldu, ela gözlerini pencereden dışarıya çevirdi, derin karanlığa baktı Ne gördü bilinmez; ateşin verdiği etki ile kırmızıya yakın pembeleşen dudakları hafifçe kıpırdadı ve "Demek böyle ölünürmüş!" dedi. Kimbilir belki de o an, ölüm meleğinin evine teşrifini gördü. Nitekim bu sözlerinden hemen sonra şahadet getirerek son nefesini verdi"

     

    Şöyle tarif ederdi kaderi:

     

    “Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı

    Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı”

     

    Niye bilmem, birden çok özlediğimi hissettim Üstad’ı. Belki masal kahramanlarımızın bize nasihat eder olmamamasından artık… Rahmetle minnetle muhabbetle anıyoruz; Umduğuna nail olduğunu umuyoruz….

     

    Haberkültür Yavuz Gencer

    • Like 1
×
×
  • Create New...