-
Content Count
744 -
Joined
-
Last visited
-
Days Won
15
Posts posted by mukarrabin
-
-
farklılık ve lezzet...
ve mânâ...
ve mânâ...
henüz görmeden...
üstâd...
ruhun şâd olsun...
-
Rüzgarlı'da Bir Kadın
El açmış kadın,
Yaşlı mı yaşlı?
Sorulsa: "Adın?"
Kaçar telaşlı.
Kadın son demde,
Boğulmuş derde.
Ağlıyor kadın,
Bir iç çekerek.
Hâline bakın,
Öyle bakın tek.
Kadın efkârlı,
Yüreği hârlı.
Çekingen kadın,
Gözleri yerde.
Sorulsa: "Barkın?"
Ev, ocak nerde!
Kadın kimsesiz,
Bağırır sessiz.
Bekliyor kadın,
Bir şey bekliyor.
Birkaç paranın,
Yolun gözlüyor.
Kadın sabreder,
"Allah, Allah" der.
Bir garip kadın,
Bilmezler ki; kim?
Sorulsa: "Yarın?"
Der: "Allah kerim."
Kadın ümitvar.
Yarına çok var.
Zavallı kadın,
Hâli perişan.
Ölüme yakın,
Yaşamak bir zan.
Kadın diri mi?
Ölse yeri mi?
Ve yorgun kadın,
Derin yarası.
Sorulsa: "Varın?
Kefen parası.
Kadın ölecek,
Öyle giyecek.
Ankara, Ekim 2008
-
Cehalet
Cehalet bir kör kuyu, o karanlık bir zindan,
Söz anlamaz cahiller, kıyameti koparan...
İnsan
Anne katledilir mi, ey insan yüzlü davar?!
Ejderhalar halt etmiş, canavardan canavar...
2007
Deli
Mânâ için maddeyi, terkedenlermiş; deli!
Kulaklarında delik, deli deli küpeli...
İnsan
Kaşı etmez insanın birlik olsa yer ve gök,
Cibril`i dahi geçer, bir de sağlam olsa kök.
2007
Aşk ve Akıl
Muhabbet âleminde akıl kanatsız bir kuş,
Aşkın sokağı akıl için çıkılmaz yokuş...
2008
İnsan
Biraz toprak, biraz su; şaheserin hamuru,
Sanata baksana, ne hale sokmuş çamuru?!...
2007
Sondan Başa
Bu zamanın sonunda insan tersine döndü,
Şu imandan ihsana doğru seferler dündü
2011
-
(Üstâd'ın 'İbrahim Ethem' isimli tiyatro eserini okuduktan sonra karaladığımız satırlar...)
İBRAHİM ETHEM
Bir ses işitti gece, yıkıldı üstüne dam,
"Ne garib bir iş" dedi, damda gezen bir adam.
"Sen hem arayacaksın, gece ve gündüz her dem,
Hem de yatacaksın ha!" dedi, düşündü Ethem.
Ve nihayet anladı, O bulunmaz rahatta,
"O'na varılmaz" dedi, saraylarda hayatta.
Bulmak için vazgeçmek, herşeyden ve kendinden,
Bulanların ahvâli, soran olursa: "Neden?"
İbrahim; fakir sultan, üstünde eski bir çul,
İbrahim; zengin köle, İbrahim Allah'a kul.
Bugün bir bayram günü, bugün günlerden şölen,
Yabancı bir adamdı, o gün huzura gelen.
İnsanlar donmuş gibi, gelen ne de heybetli,
Getirdiği hakîkat, kıymetli mi kıymetli.
"Bu nasıl bir saray ki; birileri gelmede,
Saray kervansaray ki; diğerleri gitmede."
Ne uzun bir haber bu, yalnızca iki satır,
Bu haberi getiren, adamın adı Hızır.
İbrahim; yolculardan, sonsuzluğa seyreden,
ibrahim; bir kurtulmuş, şöhret denen perdeden.
Şaşkınlardan da şaşkın, bu haller neyin nesi,
Ve açık açık duydu, "uyan" diyen bir sesi.
Zaman av zamanıdır, daha zamanımız var,
Tâ ki sesi ceylandan, o ân duyana kadar.
Avlanırken avlanan, kaç tane avcı vardır,
Artık avlanmak geçti, yalnız Avlayan vardır.
Ne şu gökler gürledi, ne de dereler taştı,
Oluk oluk boşalan, gözlerden akan yaştı.
İbrahim; âlem âlem, gezip duran bir derviş,
İbrahim; mâsivadan, köşe-bucak gizlenmiş.
Aşağılık ne çirkin, İbrahim'e ne güzel,
Alçaldıkça şu nefsi, yüceye çıkardı el.
O'nu tanıyan için, tanınmak bir eğlence,
Eğlencenin böylesi, ruhuna bir işkence.
Kendini tâ en dipte, diplerde görmek gerek,
Ondan sonra kapıdan, usulca girmek gerek.
Ciğerinin parçası, parça parça İbrahim:
"Ya onu, ya da beni" böyle dedi Sahibim.
İbrahim; aşk sırrına, ulaşan güzel âşık,
İbrahim; biliyor kalb, bu hususta daracık.
Çile, meşakkat çekti, nihayet bir kul oldu,
Arayıp durduğunu, O'na kullukta buldu.
"Fakirliği alanlar, nasıl aldılar" dersen,
İşte İbrahim Ethem, işin aslını öğren.
Kıymet derviş olmakta, şehir, ülke hikaye,
Bedavaya dervişlik, ticarette ne pâye.
Ne garib kıyafete, kıymet verip gidenler,
Ethem gibi garibler, sessiz sâkin giderler.
İbrahim; din ve dünya, iki âlemde sultan,
İbrahim; anka kuşu, şu Kaf Dağı'na uçan.
Ankara, Kasım 2008
-
Ruhunuza, gönlünüze afiyet...
Ne hoş olmuş...
Teşekkür ediyoruz...
-
TELKİN
Büyük babam kitap odasında ve bir sedirde… Sedire çömelmiş, gözlüğü gözünde, dırıltılı bir şarkı söyler gibi Fuzulî Divanını okuyor. Ben de odaya girip yanına sokuluyorum. Beni kürkünün içine alıp öpüyor ve sonra bir kâğıt çıkarıp üstüne birtakım yazılar yazdırıyor ve:
-Yaz bakalım şuraya; diyor, büyük babanın ismini yaz!..
Özene bezene, kâğıda bir "Hilmi" konduruyorum. Fakat sonundaki "ye" harfi biraz çarpık kaçıyor; bunu beğenmiyorum, büyük babam duruşumdaki tereddüdü anlıyor ve gülümseyerek ne yapacağıma bakıyor, "ye" harfinin kuyruğundan imza çizgisi gibi bir şey çekip düzeltiyorum ve kâğıdı uzatıyorum. Çirkinliği sezişim ve düzeltişim o kadar hoşuna gidiyor ki, beni göğsüne basıyor ve iftihar gözyaşları döküyor.
Yatakta da Büyük babamla beraberim ve hep kürkünün içindeyim…
İlk dinî telkinlerimi ondan aldım.
Yatakta ondan hep dinî menkıbeleri dinliyorum.
İşte, üçüncü katta, bizim yatak odamızın karşısındaki büyük yatak odasında, kocaman bir ceviz karyolada büyük babamın yanında ve kürkünün içindeyim. Hazret-i Ali'ye, onun misilsiz kuvvet şecaatine dair bir menkıbe dinlemiş bulunuyorum.
Soruyorum:
-Büyük baba, Hazret-i Peygamber mi daha kuvvetliydi, Hazret-i Ali mi?..
Beş - altı yaşındaki çocuk saffetinin içinden fışkıran bu sual, büyük babama hem çocuklara, hem büyüklere verilebilecek cevapların en güzelini verdiriyor:
-O kimseyle ölçülmez, O'nda peygamber kuvveti vardı.
Büyük babamın "O'nda Peygamber kuvveti vardı." sözünü, hecesi hecesine hiçbir ân unutmadım.
Allah büyükbabama rahmet eylesin...
-
Eyvallah kardeşim...
Büyüklerin sözleri kıymetli...
İnşaallah istifade edenlerden, nasiblenenlerden oluruz...
-
müthiş... Devam...Dua...
-
Geçersin
Geçersin a gönül, geçersin bir gün,
Bir bakarsın bir an olur geçersin.
Geçilmez sandığın dağdan bir külün,
Üstünden bir duman olur geçersin.
Hissin, bir muhâlin olmaz muhâli,
Ve halin; kararsız bir suyun hâli.
Bir kaza bekleyen emir misâli,
Ansızın bir tufan olur geçersin.
Neden geçilmez ki, neden ve nasıl?
Nihayet delirir çıkmazda akıl.
Bir cinnet anında gelir son fasıl,
Ve yer ile yeksan olur geçersin.
Bir seraba doymuş gibi kanarak,
Bir vehme bir ömür vardım sanarak,
Bir hayal peşinden yalnız yanarak,
Herkese bir nişan olur geçersin.
Ankara, Temmuz 2010
-
Gelenler
Ne zaman aynada kendimi görsem,
Gözümün önüne bir resim gelir.
Bir adam, tutuşan resimde sersem,
O sersem adamı yeresim gelir.
Çare değil tuz buz olsa aynalar,
Üstümden üstüme gelir binalar,
Bir cam kırığında, taşta manalar,
Manadan maddeyi deresim gelir.
Akıl, derdi olan için vesile,
Mesele, aynada saklı mesele,
Saklı da aşikar bir nur silsile
Halkaya gönlümü veresim gelir.
Bir masum bebeğin sırrı ifade,
Şu cömert çocuklar gibi azade,
Ne varsa, gönülden bile ziyade,
Ruhumu yoluna seresim gelir.
Ecel, diriye gam, ölüye düğün,
Dün soldu, açmamış yarınlar ölgün,
Bugün, olmasa da mutlaka bir gün,
Erilmez olana eresim gelir.
Bilmek yetmiyor ki bilinmez hali,
Anlamak, anlamak lazım ahali,
Yükseklerden uçan kartal misali,
Alnımı, göğsümü geresim gelir.
Göresim, göresim gelir bulanı,
Yoktan bir yere bir yoku alanı,
Her şeyin zatına bir el olanı,
Aynasız ve gözsüz göresim gelir.
Ankara, Mayıs 2011
-
Geçelim
Karanlık geceden haydi geçelim,
Kim bilir geçilmez belki bir daha.
Ererken, siyaha kefen biçelim,
Göz alan, aydınlık bir hoş sabaha.
Göçelim, çelenler aklı çelmeden,
Bir defa ölelim vakit gelmeden,
Ezelden gözsüzler yolu delmeden,
Gidelim, varalım güzel Allaha...
Ankara, Mayıs 2011
-
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!
ruhun şâd olsun...
-
Mesele kendini kaybetmek...
Ama bu alelade bir kaybetmek değil...
Öyle bir kaybediş ki; gerçeği buluş ise noktalanacak bir kaybediş...
Ademoğlu kendini kaybettiği ân, kendini bulacaktır...
Ortada kendi namına bir zerrecik bir şey görmese de...
Ve sonra da Dost'ların ulaştığı makam...
Gören; O... Tutan; O... Yürüyen; O... Ve de konuşan; O azze ve celle...
Benim gibiler için en büyük saadet; bir Dost'un kapısına bağlı kalmaktır...
Bulduk...
Mevlâ kaybedilenlerden eylemesin...
Ruhunuza afiyet...
Alakalı veya değil...
Düşündürdü...
Muhabbetle...
-
Her şey; O'ndan...
Ve her şey de; O...
O'ndan olmayan ne var.?..
O'nun dışında bir şey mi var?...
-
"Ötesi olmayan köy"den kasıt; ölümdür...(Dünya hayatını ruhsuz olarak yaşamış ve bu hayata bütünü ile maddî pencereden bakmış ve hayatını böylece noktalamış olan bedbahtlar için kabir de ayrıldıkları dünya itibari 'ötesi olmayan köy'dür... Dünyaperestler için dünyadaki son durak...)
Ve "Geri dönüşsüz firkat" da yine ölümdür... (Ruhsuz(!) zevatın ölümü ile başlayacakları hakîki hayattan bir bölüm olan (kabir hayatı) artık maddî hayata bir daha asla (O dilemedikçe) açılamaz bir kilit vurmaktadır. Bu cihetle ölüm; nasibsizler için bir daha dünya hayatına dönemeyecekleri kesin bir ayrılık ve kat'i bir vedâdır...)
-
Rakipsiz Sanat
Ve perde... diye bir ses,
Ve on karış bir surat.
Ey gerçekten de gerçek,
Huzurlarda hakikat.
Ötesi olmayan köy,
Geri dönüşsüz firkat.
Yankılanan çığlıklar,
Delicesine feryat.
Bozulmayan gelenek,
Ve yıpratılmış hilkat.
Şaşkınlığa tek sebeb,
Paramparça bir fıtrat.
Gereksiz gerekçeler,
Şey, ama ve de fakat.
Külahın kulak asmaz,
İstersen ona anlat.
Yıkılır dünya başa,
Yıkılır gökler kat kat.
Sağır olunan çağrı,
"Kurtarın beni, imdat!"
Uykusundan uyanır,
Ve horlayanlar; tezat.
Sırası gelen gider,
Bu iş böyledir, dikkat.
Boynu büyük gerçeklik,
Demek bitermiş hayat.
İnanmak istemeyen,
Kabristana bir göz at.
Kimisi için korkunç,
Afat üstüne afat.
Kimisine bir müjde,
Azat, ebedi azat!"
O bir kapıdır, kapı,
Hemen ardında necat.
Çıkışı olmayan yol,
Girene saklı fırsat.
Anahtarsız bir kilit,
Bir kördüğümdür memat.
Uğraşanlar habersiz,
Sayfa dürüldü, heyhat!
Öğüt almak istersen,
İşte sana nasihat.
Aldanılan bir nimet,
Haber verilen sıhhat.
Sanatkârdan habersiz,
Sanatçı(!) kimi zevat.
Binbir farklı çeşitle,
İşte rakipsiz sanat.
Arasalar bulunmaz,
Asla onsuz bir lügat.
Gerçi bir lügat var ya,
Yaşayanlara inat.
Bir de ebedî olmak,
İstemeyene ispat.
Ebedîlik tâcı ki,
Sorana yasak sıfat.
Konuşur içinden genç;
Söylenenler ne bayat.
Göz kırpar bir ihtiyar;
Kapat, perdeyi kapat.
Ankara, 2008
-
Papaz kılığına bürünen bir müslüman camiye girer... Vakit akşam namazı vaktidir... Müslüman papaz(!) cemaatin şaşkın bakışları arasında mihraba doğru ilerler. Cemaat, papaz kıyafetleri ile mihraba doğru ilerleyen adamı görmenin şaşkınlığını kısa bir sürede atar. Birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından kendilerine gelen cemaat tam Papaz'a(!) müdahele edecektir ki; müslüman Papaz'ın(!) müezzin olan arkadaşı oturduğu 'müezzin mahfili'nde ayağa kalkar ve kâmet getirmeye başlar. Cemaatte tekrar bir şaşkınlık... Müezzin efendi; onca yıldır tanıdıkları, bildikleri Müezzin Efendi kâmet getirmektedir... Cemaatte müthiş bir afallama... Ve nihayet kâmet bitince Papaz(!) Efendi cemaatin hayret dolu bakışları arasında, safların sıkı ve düzgün olmasını rica eder ve namaz kıldırmak için "Allahuekber" der... Ama artık cemaatin içinden birisinin (yalnızca birisinin) daha fazla dayanacak hali kalmamıştır. Şaşkınlık hissinin eşlik ettiği öfkeli bir ses tonu ile kolundan kavradığı Papaz(!) Efendi'ye:
"Ya hû be adam!... Sen deli misin?... Nasıl olur da bize namaz kıldırmaya kalkarsın? Bu ne cür'et?..." der. Zaten bunu duymayı arzu eden Papaz(!) Efendi yüzünde hafif ve de görebilenler için acı bir tebessüm hâli ile sâkin sâkin cevap verir:
"Niyeymiş canım!... Hem senin memleketinde kim kendi işi ile meşgul oluyor ki!..."
Mayıs 2008
-
İşte gerçek...
Ve gerçeği ihlas ile dillendiren bir adamın hikayesi...
Dinleyen kim olursa olsun...
Bu hikaye birazda onun...
Belki tamamen onun...
Eyvallah...
-
Üstâd'ın ruhu şâd olsun...
Hakîkat bu idi...
Bilinmese de...
İnkar edilse de...
-
(Üstâd'ın "Esselâm" isimli şiir kitabını okuduktan sonra karaladığımız satırlardır...)
ESSELÂM
Varlığın sebebi bir Nur,
Nur, billûr, O'nun nurundan.
Her şey yok olsa, O durur,
O ki; O, Yok Olmayan'dan.
İfadeler şaşkın kalır,
O'nu nasıl anlatsın hârf.
Sonsuz mânâ, sırlı satır,
Ve Allah imzalı bir zarf.
O'nun sevgisinde zirve,
Ve aşk... Her, her bir zerresi.
Ve zirve... Belâda zirve,
Her zerresinde; "O" sesi.
O yürüdü ve Rûh kaldı,
Değer, akılüstü değer.
Sidre'de Rûh kalakaldı,
Kıymeti ölçsün ölçenler.
Neyi andım, O'nu andım,
O'ndan parçacıklar; varlık.
O'nsuz her şey eksik, yarım,
O'nu bilir her parçacık.
Nur üstü nur, nur üstü nur,
Ve muhatabı; hitâbın.
Ve sahibi; yalnız O'dur,
O, zamanüstü kitâbın.
O'ndan evvel bir hiçti var,
Ne kelam vardı ne kalem.
Hakîkat; O var diye var,
Bütün onsekizbin âlem.
Ankara, Kasım 2008
-
birbirinden güzel şiirler...
ruhunuza afiyet...
-
Deli
Mânâ için maddeyi, terkedenlermiş; deli!
Kulaklarında delik, deli deli küpeli.
-
Başlıktaki diğer şiir çalışmaları:
Rakipsiz Sanat
Geçelim
Gelenler
Ölünce
Rüzgarlı'da Bir Kadın
Bir Var
Başa Dönmek
Dua
Geçersin
Kimse Görmesin
Ruh Depremi
Yâr Gülmesi
Mâverâ
Kür Pınar
Sac Ayağı
Kaldırımdaki Adam
Sonsuzluk
Lânetli Nesil
Vicdansızlar
İhtiyar
Şems'in Âh'ı
Dâvet
Ateşten Gömlek
Kapı Aralık
Tezat
Zaman
Vedâ
Ten Kafesi
O'nun İşleri
Aşkın Şârabı
Ocak Manzarası
Rahmet
Perdeler
Bayram
Yokluk Kapısı
Bekleyiş
Güya
Namaz!
Günbatımı
Konuk
Nazar
Tatlı Zehir
Eskiler
İç içe
Devir
Meçhul Kelime
Bir Adam
İbâre
Anne ve Ölümü
Hüner
Korkusuz Korkak
Çağır
Bekliyoruz
Kadın
Anla
Gölge
Müjde
Varılmaz
Beklerim
-
Metin Yüksel
in Serbest Kürsü
Posted · Report reply
Dava için can verenlere ne mutlu..
Nasib...
Ruhu şâd olsun...