Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Metafor

Editor
  • Content Count

    203
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Metafor


  1. Süleyman Demirel'i destekleme meselesiyle ilgili bir bilgi vereyim. Hüseyin Hilmi efendi'nin bu mevzudaki fikri şöyleydi:

    "Demirel, kendisinin müslüman olduğunu söylüyor, Ben müslümanım diyene kafir denilmez. O müslüman olduğunu söylediği için biz aksini söyleyemeyiz. Bir sürüye çoban da lazım köpek de. Eğer, müslümansa çobanımız olur, değilse, köpeğimiz olur."

     

    Ehli sünnetin bayraktarı olan bu iki önemli ve kıymetli şahsın arasında geçen hadiseye başka başlıklarda değinildiği ve yeteri kadar yorum yapıldığı için o konuya girmeyeceğim. Bu konunun da daha fazla uzamaması ve dozu istemeden kaçırıp işi fikir tenkidinden öfkeli ithama dökerek Hüseyin Hilmi efendiyi seven bizleri rahatsız edecek raddeye gelmemesi için başlığın kilitlenmesini talep ediyorum.


  2. Çok iğrenç ve çirkin bir fıkra, böylesine fıkra da denmez. Erkek düşüncesi de ne demek? İslami litaratürde yeri olan huri mefhumu ile sırf kafiye uyumu sağlanarak İslamla hiçbir alakası olmayan bir fıkraya mâl edilen bir saçmalığın erkek düşüncesi denerek ne kadar aşağılayıcı bir şekle getirildiğinin farkında mısınız? Değilsiniz ki, diyorsunuz. Bu fıkrada geçen adam, İslamın reddettiği yobaz tipinden başka bir şey değil. Tutup da bunu ekseri erkek düşüncesine mâl edemezsiniz. Cennette kendisine "huri" verilecek erkeğin, karısına "nuri" verileceğini duyunca kıskançlık krizine tutulup karısı cennete gitmesin diye dinin direği olan namaz ibadeti engellemesi ve cennete gidip de ne yapacaksın diye iğrencin iğrenci bir laf etmesi çerçevesi ile kurulu bir fıkra, çıksa çıksa islam ve islami mefhumlarla dalga geçmek isteyen birinin menfur ve münkir kafasından çıkabilir. Müslüman olarak lütfen neye güldüğümüze dikkat edelim. Din, espri mlazemesi olamaz, hele de böylesi hiç olamaz.


  3. Mehmet hocadan şahane bir hiciv:

     

     

    Atatürkçülüğü, Kemalizm'i bir din haline getirenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Çok şikayetçiler, Atatürkçülük elden gidiyor diye feryat ediyorlar. Çok sinirliler. Çok kederliler. Kahroluyorlar.

     

    Ellerinde büyük imkan var. Bu imkanı niçin kullanmıyorlar?

     

    Ağlamayı sızlamayı bıraksınlar, hemen işe koyulsunlar. Ülkemizde parti kurmaktan kolay bir şey yok. Parti kurmak izne bağlı değil. Beyanname veriyorsun, resmî makamları haberdar ediyorsun, o kadar.

     

    Kursunlar bir "Atatürk Partisi" (AP), açsınlar binlerce şehirde şubelerini. Kaydetsinler üye defterlerine on milyonlarca Atatürkçüyü.

     

    İlk seçimlerde yoğun bir propaganda kampanyası yapsınlar ve seçimleri, tarihte benzeri görülmemiş şekilde, yüzde 60'lık bir çoğunlukla kazansınlar.

     

    Geçsinler ülkenin başına ve ülkeyi Atatürk'çe idare etsinler.

     

    Bütün rüzgârlar onlardan yana esmiyor mu?

     

    Paraların pulların üzerinde Atatürk. Her yerde heykelleri, büstleri, resimleri var.

     

    Anayasa Atatürkçü bir anayasa, Partiler kanunu Atatürkçülüğü esas alıyor, okullarda Atatürkçülük din gibi okutuluyor.

     

    Üniversitelerin her bölümünde Atatürk devrimleri tarihi dersleri mecburî, Atatürk'ü Koruma Kanunu yürürlükte.

     

    Peki Atatürkçüler niçin Atatürk Partisi kurup da yüzde 60 oy alarak başa geçmiyor? Niçin muhalefet yapıp sızıldanıyor? Bu kadar pasiflik, bu kadar âcizlik olur mu?

     

    Bütün kozlar onlarda.

     

    Tükiye onların sâyesinde çağ atladı.

     

    Karanlıklardan aydınlıklara dört nala koşarak ulaştı.

     

    Yetmiş yılda yetmiş milyon genç yaratıldı her yaştan.

     

    Türkiye Japonya'yı geçti.

     

    Güney Kore, Tayvan bize hayran.

     

    İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre Atatürkçülükten ilham alarak kalkındı.

     

    Atatürkçülük sayesinde bu memlekette en geniş bir demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, din ve inanç hürriyeti, sosyal barış ve uzlaşma var.

     

    Atatürkçülük sayesinde fert başına düşen millî gelir 60 bin dolar.

     

    Atatürkçü üniversitelerin tam 27'si dünyanın en iyi 100 üniversitesi listesine girdi.

     

    Ataoto markalı, yüzde yüz yerli ve millî harika Türk otomobilleri New York, Londra, Paris, Berlin, Tokyo, Melburn, Viyana caddelerinde fink atıyor.

     

    Pozitif ilim dallarında tam kırk sekiz Nobel kazandık.

     

    İstanbul'da, yirmi milyonluk dev bir kütüphane yapıldı.

     

    Dünya bize hayran.

     

    İnsanlık bize hayran.

     

    Ey Atatürkçüler!.. Niçin bu fırsatları, bu imkanları kullanıp iktidar olmuyorsunuz?

     

    Niçin ağlayıp sızlayıp, feryad u figan kopartıp duruyorsunuz?

     

    Davranın, harekete geçin, Atatürk partisini kurun ve ülkeyi kendi idealleriniz, kendi ideolojiniz, kendi dünya görüşünüz, kendi doktrininiz yönünde güzelce idare edin. Geçmişteki başarılarınıza başarılar katın.

     

    Son seksen yılda Türkiye halkına o kadar iyilik yaptınız ki, halk AP'yi sevinçten ağlayarak bağrına basacak, kucaklayacak ve görülmemiş bir oy çokluğu ile iktidar yapacaktır.

     

    Bilhassa Kürt vatandaşlarımız böyle bir partiye âşık olacaklardır.

     

    Dersimliler sevinç, sürur ve mahzuziyetten baygınlık geçireceklerdir.

     

    Türkiye'nin Japonya'yı, Almanya'yı her sahada geçmesi, medeniyet yarışında en önde koşması azımsanacak bir şey midir? Bu fırsatı kullanmadığımıza doğrusu şaşılır.

     

    Evet beklemeyin artık, kurun şu partiyi ve ispat edin dünyaya demokratik gücünüzü.

     

    http://www.milligazete.com.tr/makale/makale-144681.htm


  4. Resmî tarihin, gerçek yüzünü göstermediği konulardan biridir bu. Birilerini putlaştırma adına olayları ters yüz edenlerin yaptığı tarih kıyımı, mâziyi bilmemek kadar kötü olan; mâziyi yanlış bilmek ve yanlış tahlil etmek üzerine kurulu nesilleri doğurdu. Kahramanlığı sahte olanlar kadar, sahtelikleri saklananlar da bir kaç kuşaktır devam eden papağanlığın, ezberletilmiş slogan kahramanlığının nasıl da arka planındaki müessiri oluyor. Ruhunda asırların kültür mirasını taşımak yerine, sahte kahramanların palavralarını tekrarlaya tekrarlaya robotlaşan bir neslin içindeyiz.


  5. ülkemizdeki insanlar bu zamanda üstadı en iyi hangi durumda tanıyabilirler..

    İnsanların Üstadla tanışma hikayelerine baktığımızda ya Üstadı bir şekilde kendileri keşfetmişlerdir ya da içine girdikleri bir ortamda, arkadaş çevresi sayesinde Üstadın kitaplarıyla tanışmışlardır. Yahut da başka bir seçenek olarak da aileleri vasıtasıyla Üstadı okumaya başlamışlardır. Üstadı, ailesi eliyle tanımayan ve kendisi de keşfetmemiş bir insana Üstadı tanıtmanın tek yollu kalıyor, o insana Üstadı sunmak. Kitaplarını, fikirlerini, şiirlerini, Üstada dair her şeyi sunmak, tanıtmak. Bunun da en kestirme yolu cemiyete hitap eden kurumları, bası-yayın organlarını, insanı içinde barındıran mekanları kullanmak.


  6. Ben izledim kardeş, elinize sağlık. Lakin biraz fazla yorumsuz olmuş, biraz yazı ekleseydiniz keşke. Üstadın bu kişiler, hadiseler, mefhumlar hakkındaki görüşlerini de ekleseydiniz, bilgilendirici ve bu insanlar hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilmeyen vatandaşlarımıza daha faydalı bir video olurdu. Misal, fötr şapka resmi geçerken Üstadın şapka kanunu hakkındaki fikirlerini ekleyebilirdiniz. :D


  7. Altınoluk: Büyük Doğu Yayınları olarak gelecekte yapmak istedikleriniz nelerdir?

     

    M. KISAKÜREK: Bilmiyorum; zaman ne getirecek, ne götürecek... Fakat, galiba "hiç"!.. Belki bazı "dışyüz" yeniliklerinin "sunuş" yeniliklerinin dışında hiç... Artık yapacağını "eser" yapacak... "Alıcı"nın idrakine bağlı olarak... Bir gün televizyonda, haberlerde görmüştüm. Kulağıyle kamyon çeken milletiz! Bu kulaklar Necip Fazıl'ı nasıl duysun?.. Bir konuda iddialıyım: İçinde doğup yetiştiği cemiyet babam Necip Fazıl'ın hayatı boyunca en büyük müşkülü olmuştur!..

     

    Büyük Doğu Yayınlarından, buna bağlı olarak da Mehmet Kısakürek Beyefendiden geleceğe dair "hiç"lik dairesinde dolaşmanın planlarının yapıldığını okumak beni hem şaşırttı, hem üzdü. Gelecekte yapmak istedikleriniz sorusu öyle özel ve kıymetli bir soru ki, bu soruya verilebilecek en dehşet cevap "bilemiyorum" ve "hiç" olsa gerek... Sadece Üstaddan kalan bir külliyatı basmakla üzerine düşen görevi yaptığını mı zannediyor Büyük Doğu? İsminin derin manasına ne kadar aykırı bir görüş bu. Büyük Doğu'nun Üstadın kitaplarını basmanın dışında, Üstadın daha fazla kişi tarafından tanınması, okunması ve anlaşılması için yapabileceği ve yapması gereken o kadar çok organizasyon var ki, 365 gün çalışsalar gene de yetiştiremezler. Cemiyetin içindeki nadanlara bakarak, cemiyetin büyük çoğunluğunu ihata eden şuursuz güruhu baz alarak Üstadı nasıl duysunlar, nasıl anlasınlar, nasıl okusunlar demek, düşman karşısında savaşmadan teslim olmak kadar acı ve bir o kadar da isabetsiz bir tutum. Büyük Doğu'nun ismiyle müsemma olacak şekilde projeler, organizasyonlar planmalası ve hayata geçirmesi lazım.


  8. Çok güzel bir proje, Allah muvaffak etsin. Bu proje Türkiye'de bir ilk. Şimdiye kadar sadece Üstadın kitaplarını baz alan bir kitap dağıtma projesi yapılmamıştır. Türkiye'nin böyle bir projeye ihtiyacı vardı. Projenin sadece buradaki gönüldaşlarımız tarafından değil, Türkiye'nin önde gelen firmaları, markaları, eğitim ve kültür gönüllüleri ve sağ medya tarafından da desteklenmesi isabetli bir davranış olurdu. İnşallah bu da gerçekleşir.

     

    Kitapların gönderileceği okullarda öğretmenler kadar, kitapların yer alacağı kütüphanenin görevlisine de çok iş düşüyor. Okulun kütüphanesine bilhassa kitap okumayı seven öğrenciler gideceği için, kütüphane görevlisinin o öğrencileri Üstadın kitaplarına yönlendirmek hususunda önemli katkıları olabilir. Kütüphane görevlileriyle de konuşmak lazım. Hatta okul kütüphanesinin duvarına kıymetli sitemizin adının yazılı olduğu bir afiş de asılsa ne güzel olur :) Sanırım okullara gönderilecek olan kitaplarda sitenin ismi yer alacak.

     

    Projeye destek vermek istediğimiz zaman elimizdeki kitapları hangi adrese yollayacağız, parayı hangi hesaba yatıracağız, kiminle irtibata geçeceğiz sayın yöneticiler?


  9. 1967'de ilk defa hacca gitmiştim. İyi ki, gitmek nasip olmuş da Mekke-i Mükkerreme'nin, Medine-i Münevvere'nin eski hallerini, eski evlerini, eski sokaklarını, eski insanlarını, Osmanlı'dan kalma eski binalarını görebilmişim. Onlar artık yok. Mekke'nin beton dev binalarla bir Las Vegas'a döndürüldüğünü üzüntü ve dehşet ile işitiyoruz, resimlerini görüyoruz.

     

    Her neyse... O ziyaretim esnasında bir gün Mescid-i Haram'da, bendenize bir kitap hediye etmişlerdi. 1954'te basılmış, "Soru ve Cevap Yoluyla Tevhid Bilgisi" (et-tevhid 'alâ Tarikati's-Sual ve'l-Cevab) başlığını taşıyan, Vehhabî yoluna göre ilmihal mahiyetinde bir eser. Bu kitabın 79'uncu sayfasında sualli-cevaplı şöyle yazılıydı:

     

    "234'üncü soru:Evliya (veliler) kaç kısma ayrılır?

     

    Cevap: İkiye ayrılır. Rahman'ın (Allah'ın) velileri. Şeytan'ın velileri.

     

    (.....)

     

    239'uncu soru: Tarikat ehlinin hükmü nedir? Onlar Rahman'ın evliyası mıdır, yoksa Şeytan'ın evliyası mıdır!.."

     

    Cevap: Hayır, onlar Şeytan'ın evliyasıdır!.."

     

    Tarikat ve tasavvuf büyüklerini, yüz milyonlarca Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble Müslümanın veli kabul ettiği kimseleri Şeytan Evliyası olarak ilan etmek büyük bir fitneye yol açmaz mı?

     

    Şah Muhammed Bahaüddin Nakşbend, İmamı Rabbanî, Celalüddin Rûmî, Hasan eş-Şazelî, Ahmed er-Rufâî... Hacı Bayram Veli, Şabanı Veli, Aziz Mahmud Hüdâyî... Şeyh İmam Şamil... Evet binlerce ve binlerce tarikat ve tasavvuf ulusunu, evliyasını Şeytan evliyası ilan ediyorlar. Bu kadar insafsızlık, bu kadar karakuşî mânevî idam hükmü olur mu?

     

    Bir fırkanın, bir grubun, bir azınlığın böylesine ağır bir hüküm vermeye hakkı ve selahiyeti var mıdır?

     

    İslâm dininde bir soruya cevap verilmesi için birtakım şartlar vardır:

     

    1. Ehl-i Sünnete mensup icazetli ulemâya, fukahaya, gerçek müftülere sorulacak.

     

    2. Onlar delilleriyle (gerekçeli olarak) cevap verecekler.

     

    Verilen cevaplar/fetvalar hep aynı mahiyette (müttefakun aleyh) olursa mesele yoktur, gerçek anlaşılmıştır.

     

    Cevap ve fetvalar müttefakun aleyh değilse, muhtelefün fih ise çoğunluğa bakılır. Her hâl ü kârda şirkle suçlanmaz, kâfir veya Şeytan evliyası denmez.

     

    İslâm adalet ve insaf ve i'tidal dinidir. İslâm hikmet (bilgelik) dinidir. Öyle sellemehüsselam bütün Tarikat evliyasını küfürle suçlamak adalete de, nasafete de, firasete de, hikmete de aykırıdır.

     

    Tarikat evliyası Şeytan evliyası olunca, onlara bağlanan, onları seven, onları mürşid kabul eden, onların dinî kitaplarını benimseyerek okuyan Müslümanlar da Rahman'ın yolunu değil, şeytan'ın yolunu seçmiş olacaklardır. Bu ise Türkiye'deki tarikat ve tasavvuf taraftarı ve mensubu Müslümanların dinden çıkmış olduğu mânâsına gelmez mi?

     

    Dünyada bir buçuk milyardan fazla Müslümanın büyük bir kısmı tarikata ve tasavvufa bağlıdır. Vehhabilere göre onlar Müslüman değildir.

     

    Sadece tarikat ve tasavvuf konusunda değil, itikad konusunda da Ehl-i Sünnet'i ağır şekilde suçlamaktadırlar. İmamı Eş'arî'yi ve İmamı Mâturidî'yi itikadda imam kabul edenleri sapık ilan ediyorlar. Kitapları ortadadır.

     

    Bendeniz yakın tarihte ülkemizde yaşamış bazı "mazanne-i kirama" (veli sanılan kimseye) yetiştim. Bunlardan biri Nakşibendî şeyhi Muhammed Zahid Kotku hazretleriydi.Abdestsiz yere basmazdı.Şeriattan ve Sünnet'i seniyyeden kıl kadar ayrıldığı görülmemiştir. Abdest bozduktan sonra, yeniden abdest alacağı zaman içinde taharetsiz olmamak için o birkaç dakikada teyemmüm yapardı. Ahlak-ı hamide (övülen, beğenilen ahlâk) sahibi idi. Büyük sayıda insanın hidayetine vesile olmuştur. 1970'li yıllarda Londra'dan Afrikalı (Gabonlu mu, Gambiyalı mı unuttum...) siyahî bir profesör İstanbul'a gelmiş. Sebeb-i ziyareti şu:Rüyasında "İstanbul'a git, şu zata intisab et..." demişler.Mânâ âleminde kendisine bir zat gösterilmiş, onu arıyor. Birkaç kişiye götürmüşler, Muhammed Zahid efendiyi görünce "Bana gösterilen kişi bu idi" demiş ve el alıp intisab etmiş. Bu rüya, bu hadise elbette bizleri bağlamaz ama duyduğum bir vak'a olarak ibret ve misal olsun diye zikr ettim.

     

    Osmanlı Hilâfet-i muazzaması ile Suudî Vehhabî devletini mukayese eder, kararınızı verirsiniz.

     

    Mehmet Şevket Eygi

     

    http://www.milligazete.com.tr/makale/tarik...yasi-139041.htm


  10. Bağlum için 70 bin EVLİYAULLAH ın yatağı diyor, bilgisi olan varmı bu konuda

     

    "Evliyalar diyarı olan Bağlum Beldemizin mezarlığında yatmakta olan Horasan’dan gelme Yakup Evliye, yine Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyalar merkez camii avlusunda türbeleri bulunmaktadır. Ayrıca yakın tarihimizin alimlerinden Asım Köksal hoca efendi, (Necip Fazıl Kısakürek’in üstadı) Abdülhakim Arvasi Hz. Ve isimleri bilinmeyen nice alimler ve ALLAH dostları merkez mezarlığında misafir edilmektedir."

    Kaynak: http://www.baglumlu.com/tarihce.asp


  11. Gençliğimde Cemalüddin Afganî'yi beğenirdim. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeyken, Ankara'daki Afganistan elçiliğine mektup yazmış, Afganî hakkında kitap istemiştim. Onlar da, eksik olmasınlar Afganistan'dan birkaç kitap getirtmişler, bendenize hediye etmişlerdi.

     

    Sonra Afganî hakkında malumatım çoğaldı, bende tereddütler başladı. Bir müddet sonra da onu terk ettim. Artık yıllardan beri Afganî'ye karşıyım.

     

    Onun bütün ansiklopedilerde yer alan ünlü bir şahsiyet olduğunu biliyorum ama kesinlikle onu bir İslâm önderi, bir uyanış lideri olarak kabul etmiyorum.

     

    Taqiyye yaparak Şiîliğini gizleyip kendisini Sünnî olarak göstermesini doğru bulmuyorum.Sünnîler Müslüman değil mi? Din kardeşi değil mi? Onları kandırmak elbette doğru olmaz.

     

    İran'ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde yine taqiyye yaparak kendisini Afgan gibi göstermiştir. Bu da bir aldatma değil midir? Müslüman, Müslümanları aldatır mı?

     

    Kaynaklar onun Mısır'da, "Kainat'ın Yüce Mimarına" inanan İngiliz mason locasına girdiğini ve sonra buradan atıldığını bildiriyor. Sebep: Hiç inancı olmaması imiş!..

     

    İslâm dünyasının bugünkü kaosunda, kargaşa ve anarşisinde Afganî'nin büyük miktarda tuzu biberi vardır.Klasik geleneksel Ehl-i Sünnet Müslümanlığına karşı, ictihadın yaygın hale gelmesini, herkesi ictihad yapması tezini ortaya atmıştır.

     

    Afganî, Sultan Abdülaziz zamanında İstanbul'a gelmiş, Darülfünun'da (Üniversitenin eski adı) bir konferans vermişti. Peygamberliği, çalışarak elde edilebilecek bir sanat olarak gösterdiği için de Osmanlı ulemâsının haklı ve yakıcı yıldırımlarını üzerine çekmişti. Osmanlı Devlet-i Aliyyesinin Şeyhülislâm'ı Hasan Fehmi efendi onu tekfir etmişti. Dersiam vekili Halil Fevzi efendi ise Afganî'ye karşı "es-Süyûfü'l-Kavati" isminde bir reddiye yazarak yanlış fikir, görüş ve iddialarını çürütmüştü. Bu konferans, Darülfünun'un kapatılma sebeplerinden biri olmuştur.

     

    Afganî'nin İslâm düşmanı Ernest Renan'a reddiye yazdığı söylenir durur. Reddiye yazmamıştır, adeta onu doğrulamşıtır.

     

    Kahire'de kaldığı yıllarda bir Müslüman mahallesinde oturmamış, Yahudi mahallesinde oturmuştur.

     

    Uyanık ve şefkatli padişah İkinci Sultan Abdülhamid Hân hazretleri Afganî'nin menfi bir şahsiyet olduğunu anlamış ve kendisine Teşvikiye'de bir konak vermiş, orada ev hapsinde (ama altın kafes içinde) yaşatarak mazarratına, fitne ve fesadına sed çekmiştir.

     

    Bugün elimizde, Afganî'yi mahkum etmeye yetecek miktarda kitap, ilmî makale, belge, sağlam bilgi bulunmaktadır. Bunların sentezinin yapılması, ortaya ciddî, âdil, tutarlı bir dosya konması gerekmektedir. Afganî hakkında kesin gerçekler şunlardır:

     

    1. Sünnî değildir, Şiî kökenlidir.Şiîliği de sosyolojik Şiîliktir.

     

    2. Afgan değildir, İranlıdır.

     

    3. Ateist olduğuna dair iddialar, karineler, büyük şüpheler vardır.

     

    4. Ehl-i Sünneti ve Cemaati temellerinden dinamitleyen fikirler, tezler, görüşler ortaya atmıştır.

     

    5. Yeterli ilmi, ehliyeti, icazeti olmayanların ictihad yapmalarını, ictihadın yaygın hale gelmesini teşvik etmiştir.

     

    6. İslâm dünyasında terörizmi, siyasî cinayetleri teşvik etmiştir. Nasirüddin Şah'ı Afganî'nin bir hayranı ve müridi katl etmiştir.

     

    7. İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak meşrû Halife Sultan Abdülhamid'i tahtından indirme planları yapmıştır.

     

    Bütün Ehl-i Sünnet ulemâsı, fukahası ona karşıdır.

     

    Büyük fakih, büyük alim Yusuf İsmail en-Nebhanî onu yermiştir.

     

    Keşif ve keramet sahibi mürşid-i kâmiller onun bozuk ve zararlı taraflarını Müslümanlara bildirmişlerdir.

     

    Afganî'nin içyüzü hakkında derli toplu bilgi edinmek isteyenler... "Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid'atleri Tenkit,C. 1" adlı kitaptaki makaleyi okumalıdır. (Bedir Yayınevi, 466 sayfa. 5 TL. Telefon: 0212/519 36 18)

     

    Afganî'nin menfi bir şahsiyet olduğuna dair Ehl-i Sünnet camiasında tevâtür derecesinde bir ittifak bulunmaktadır.

     

    Ülkemizde bazı reformcu, kendilerine göre müctehid, yeni bir İslâm türetmeye çalışan; biraz mutezile, biraz Şiî yenilikçiler Afganî'yi göklere çıkartmakta, onu büyük mürşid ve rehber ilan etmektedir. Ona yöneltilen tenkitler için "Afganî'yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar" denildiğini hatırlıyoruz.

     

    Bendeniz sövülsün sayılsın demiyorum. İlmin, sağduyunun, Ehl-i Sünnet İslâmlığının, sahih vesikaların, doğru bilgilerin ışığında Afganî'nin içyüzü açıklansın diyorum.

     

    Afganî efsanesi yıkılmalıdır.

     

    Bu yıkım işi yapılırken haksızlık, adaletsizlik yapılmamalıdır.

     

    Afganî, İslâm dünyasına bir ıslahçı, bir kurtuluş önderi, bir inkılâpçı olarak takdim edilmemelidir.

     

    Bu konuda Müslüman fikir ve kalem erbabı, taharet bezi edebiyatıyla değil, çok ciddî, daha çok sâkin, çok seviyeli ve ilmî seviyede tartışmalıdır.

     

    Onun, Allah'a inanan masonlar tarafından locadan atılması bile aslında yeterli bir delildir.

     

    Gariptir ki, Mısırlı Masonların locadan kaydını sildikleri Afganî için Türk Masonları övgü dolu bir makale yayınlamışlardır.

     

    Bir insanı mahkûm etmek için dosyasını bütünüyle ele almak gerekir. İşte bu yapılmıyor. Afganî hayranları, Afganî taraftarları bir tür avukatlık yapıyor, aleyhindeki iddiaları meskutün anh geçiyor.

     

    Lütfen Afganî'yi âdil bir şekilde ele alalım, inceleyelim...O zaman gerçekler gün gibi ortaya çıkacaktır.

     

    Ehliyetleri olmadığı halde bâtıl ictihadlar yapanlar onu çok seviyor, çok destekliyormuş. Bu çok tabiîdir.

     

    Sünnîlerin bu zatı sevmeleri, desteklemeleri mümkün değildir. Yeterli bilgisi ve sezgisi olanlar ne demek istediğimi iyi anlar.

     

    Afganî, Ehl-i Sünnet Müslümanlarına imam, önder, rehber, kılavuz olacak temiz bir şahsiyet değildir.

     

    Bid'atçiler ve Masonlar onu çok seviyor ve tutuyormuş.Bu bizi bağlamaz.

     

     

    Mehmet Şevket Eygi

     

    http://www.milligazete.com.tr/makale/afgan...yuzu-138458.htm


  12. Ta ki bir Allah dostunun sohbetine iştirak edip, İbn-i Teymiyye Abduh Seyyid Kutup hakkındaki ağzı kör yorumlarımıza O'nun kızdığını öğrenene kadar! Bırakın Allah dostları söylesin onların sapık oldugunu. Bizim bunları konuşmaya daha çok yolumuz var...

     

    O Allah dostunun ismini bize de lütfedin sevgili kardeşim, biz de dinleyip, feyz alıp istifade ederiz belki.


  13. Yazıyı bana ait sanmışsınız kardeşim, yazının sonundaki "Kaynak: Mehmed Akif; Sırat-ı müstakim, IV, sayı; 90, (17 Cemaziyelevvel 1328]" ibaresini göremediniz sanırım. Yazının kaynağı yazan yerin karşısındaki linkte de ifadeden belli olduğu üzre yazının yer aldığı site mevcut. O sitede de bu resim olduğu için ekledim.

    Sapık olan Efgani ve Abduh'un sevdalısı değilim. Aksine bunlara sevdalı olan Akif'in bu hususta nasıl bir yanlış içinde olduğunu işaret etmek istedim bu yazısı ve fikirleri ile.


  14. efganip2gr1.jpg

     

    “Doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Efgani’ye dair birkaç söz söylemek istiyorum. İçimizde merhumu görmeyen çoksa da zannederim işitmeyen, bilmeyen yoktur. Muhtemeldir ki sevgili okuyucularımız şu satırlarda Cemaleddin’in özel hayatına, ilmi hayatına, siyasi hayatına ait malumat göreceklerini zannediyorlar. Hayır öyle etraflı bir tercümehali ileride yazarız. Benim bugün yapmak istediğim şey varsa o da hazretin pak hatırasına sürülmek istenen bir lekeyi, bir bühtan pisliğini göstermek, onun mahiyetini, nereden geldiğini tetkik etmektir. Cemaleddin’in basılmış ve basılmamış bir çok risaleleri, makaleleri, konuşmaları varsa da merhumun en büyük en kalıcı eseri bence Mısır müftüsü Muhammed Abduh’tur. Evet, Şinasi millete en muazzam hizmetini Namık Kemal’i yetiştirmek suretiyle yerine getirdiği gibi Cemaleddin’de İslam alemine en kıymetli bir yadigar olarak merhum müftüyü [Abduh] bırakmıştır. Şeyh Muhammed Abduh ölmüş yüreklere gayret ruhu, şehamet ruhu üfleyen sihirli beyanı, o çoşkun feyzi hangi kaynaktan alıyordu? Şüphesiz büyük üstadı Cemaleddin’in düşüncelerinden. Cemaleddin’in İstanbul’a birinci gelişi Ali Paşa’nın sadrazamlığına rastlamıştı. Merhum Afganlılara mahsus o sevimli kıyafet içinde olarak Paşa’nın meclisine girer, en yüksek şeref mevkiini ihraz eder, kimsenin nail olamayacağı hürmeti görürdü. Bununla beraber Cemaleddin’i takdir eden yalnız Ali Paşa değildi. İstanbul’un bütün emirleri, vezirleri, büyükleri adetce, kıyafetce, dilce kendilerine bigane gelmesi icap eden bu zatın ilmine, diyanetine, alicenaplığına hayran olmuşlardı. Aradan altı ay kadar bir zaman geçince Cemaleddin, Meclis-i Maarif azalığına getirildi. Bu memuriyetinde maarifin yaygınlaştırılması için düşündüğü vasıtaları pervasızca söyledi ki arkadaşları bunun görüşüne iştirak etmiyordu. Zamanın şeyhulislamı bulunan zat Cemaleddin’in fikirlerini özel menfaatlerine aykırı gördüğü için fena halde kızıyor, zavallıyı gözden düşürmek için vesile arıyordu.

     

    1287 Ramazınında idi ki Darulfunun müdürü Tahsin efendi [Mösyö Tahsin] merhim Şeyh’den fenlerin ve sanatların teşviki yolunda bir konuşma yapmasını istemişti. Cemaleddin türkçesinin o kadar iyi olmadığını ileri sürererk mazur görülmesini istemişse de berikinin ısrarı üzerine muztar kalarak etraflı bir konuşma tertip etmiş, bununla beraber zemen ve zamana uygun olup olmadığın anlamak için önceden memleketin ileri gelenlerine göstermişti.

     

    Darulfunun açılacağı gün Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un emirleri, alimleri, eşrafı kamilen toplanmıştı. Şeyhulislam da cemaatın içinde bulunuyordu. Cemaleddin konuşma kürsüsüne çıkınca olanca dikkatini konuşmanın içinde kötüye yorulmaya müsait bir iki cümle yakalamaya hasretmişti.

     

    Cemaleddin konuşmasında diyordu ki;

     

    “İnsani kazanımlar canlı bir bedene benzer. İnsanoğlunun ürettiği sanatların her biri o bedenin bir uzvu mesabesindedir; mesela iktidar bir yönetim için, bedende iradenin merkezi olan beyin gibidir. Demircilik kol, çiftcilik ciğer, gemicilik ayak gibidir...”

     

    Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün uzuvları saydıktan sonra şu neticeyi veriyordu;

     

    “ İnsanoğlunun saadeti bu suretle teşekkül eder. Cismin hayatı ise ruh ile kaim olmasına nazaran bu cismin, yani insanoğlunun saadet ruhu ya nübüvvet ya da hikmet [felsefe/bilim/sanat] ile olur. Lakin bunlar başka başka şeylerdir. Nübüvvet [peygamberlik] bir ilahi lutüftur ki çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hak mahlukları arasında her kimi isterse bu lutfa mazhar kılar; “Allah peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir.” [En’am, 6/124] Hikmete [felsefe/bilim/sanat] gelince bu fikir üretmekle, bilgi öğrenmekle olur. Sonra nebi hatadan masumdur, halbuki filozof hataya düşebibilir. Bir de peygamberin hükümleri batıl vesveselerin hucümundan ilahi ilimle korunmuştur. Bunları kabul etmek imanın temel şartlarındandır. Filozofların görüşlerine gelince, bunlara tabi olmak kesinkes şart olmayıp, ilahi şeriata ters olmamak şartıyla ve akla uygun olanları kabul edilebilir...”

     

    İşte Cemaleddin’in nübevvete ait olmak üzere söylediği sözler bundan ibarettir ki İslam alimleri icmaıyla sabit olan hakikata tamamıyla uygun olduğu halde şeyhulislam, merhumdan intikam almak için “Cemaleddin nübüvvet bir nevi sanattır diyor” şaiyasını çıkardı, bunu teyid için de “nübüvveti sanatlara dair verdiği bir nutukta zikretti” dedi. Daha sonra camilerde vaizlere Şehy’in aleyhinde yürümelerini emretti. Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin sırf iftira olduğunu, hakikatın meydana çıkması için şeyhulislam ile muhakeme edilmesi lazım geleceğini söylediyse de kimseye dinletemedi. Mesele gazetelerin ağzına düştü, bunların bir kısmı şeyhulislamı, bir kısmı Şeyh’in lehinde idare-i kelam etti.

     

    Nihayet merhumun sevdiklerinden bır kısmı ona sabır ve sukunet tavsiye ettiler. Zaman bu gibi haksız şayiaları hükümden düşürür, hakikatı meydana çıkarır dedilerse de dini gayreti ilmi kadar yüksek olan Cemaleddin bir türlü duramadı. Herhalükarda şeyhulislamla muhakeme edilmesini ısrarla istedi. Sonuçta, ortalık durulunca kadar daha sonra isterse geri dönmek üzere İstanbul’u terk etti. Zavallı Cemaleddin her manasıyla mazlum bir halde İstanbul’u terk ederek Mısır’a gitmeye karar verdi.

     

    İşte merhumun ne zaman bahsedilse “ilmine, faziletine, siyasetine söz yoksa da ne yazik ki mulhid [dinsiz] idi, nübüvvete inanmazdı” derler ki anlamadan, dinlemeden söylenen bu sözlerin nereden çıktığı görülüyor...”

     

     

    Kaynak: Mehmed Akif; Sırat-ı müstakim, IV, sayı; 90, (17 Cemaziyelevvel 1328]

     

    ---

    *Yazının kaynağı: http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Mak...4&Kat_id=34


  15. onculer.jpg

     

     

    "İslami Mücadelede Öncü Şahsiyetler"

     

    Kitapta İbn Tumert, İbn Teymiyye, Kadızadeliler Hareketi, Muhammed Bin Abdulvehhab, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza, Ebu'l Kelam Azad, Hasan el-Benna, Mevdudi, Seyyid Kutub, Malik Bin Nebi, İmam Humeyni, Ali Şeriati gibi şahsiyetlerin biyografileri, düşünceleri, mücadeleleri, öne çıkan yaklaşımlarının analizleri yer alıyor.

    Ekin Yayınları, bu şahsiyetlerin bizlerin anlam dünyasındaki yerini; vahyi tecrübenin ortak hakikatlerinin ortaya çıkışına ve farklı çağ ve dönemlerde yaşamış olmalarına rağmen vahyin merkezde olduğu bir din algısı, dünya görüşü ve yaşam biçiminin tesisi için ıslah, ihya ve tecdid çabalarına güçleri oranında katkı sağlamış olmaları olduğunu kitabın önsözünde belirtiyor.

    Kaynak: http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Mak...6&Kat_id=34

    **

     

    Malik Bin Nebi isminin kimlerle birlikte anıldığına bak, ne olduğunu anla!


  16. İslâm dünyasında genç ve heyecanlı bir kesim, son kırk yıl boyunca hayaller ve ütopyalar peşinde koştu, İslâmî bilgeliğin ışığında gerçekçi olamadı. Müslümanları oyalayan doktrin ve sistemlerin başında aktivizm gelir.

     

    Aktivizm, bir tarifine göre "Şiddete taraftar ve yönelik doktrin ve sistemdir."

     

    Pakistan'da bir İslâm cumhuriyeti kurulmuştu ama gerçek ve ideal bir İslâm cumhuriyeti değildi.

     

    Mevdudî ve arkadaşları siyasî bir parti kurdular. Onlar için şiddete taraftardılar demeyeceğim. Yasal sınırlar içinde çalıştılar ama o İslâm cumhuriyetinde onların İslâm partisi yıllar boyunca başarılı olamadı, iktidara geçemedi. Halbuki seçimler hür idi.

     

    Mısır'daki aktivist Müslümanlar şiddete başvurdular. Onlar da başarılı olamadı.

     

    Şu anda Basra körfezinden Atlantik sahillerine kadar geniş Arap dünyasında bir tek gerçek İslâm devleti yoktur.

     

    Mısır'ın anayasasında "Devletin dini İslâm'dır" yazıyor ama gerçekte öyle midir?

     

    Aktivistlerin edebiyatı kuvvetliydi ama planları programları, doktrin ve sistemleri değildi.

     

    İslâm fıkhının ahkam-ı sultaniye denilen; devlet işleriyle, hilafet ve halife ile ilgili bir bölümü vardır. Burada "Hurucu 'ale's-sultan" faslı bulunur. Aktivistler, geleneksel fıkha bağlı olmadıkları için onun bu bölümündeki hikmetlere önem vermediler ve başarısız oldular.

     

    İslâm aktivizmi Pakistan'dan, Mısır'dan Türkiye'ye sıçradı. 1970'li, 80'li yıllarda radikal Müslümanlar denilen hızlı, aksiyoncu, az veya çok şiddete yönelik ve dönük gruplar oluştu.

     

    İran'da Humeynî devrimi olunca Türkiye radikalleri çok ümitlendiler. Sünnîlik ile Şiîlik arasındaki temel farklılığı bilseydiler bu kadar ümitlenmezlerdi.

     

    Suudî Arabistan'da hakim olan İbn Teymiyecilik, selefîlik, Vehhabîlik aslında aktivist bir zihniyete sahiptir. İbn Teymiye Moğollarla savaşmak üzere ihvan grupları oluşturmuştu. Muhammed ibn Abdilvehhab, kâfir ve müşrik ilan ettiği Müslümanlara karşı Vehhabî ihvan hareketini kurmuş ve bedevîler ve çapulcular bu yolla hayli ganimet toplamışlardı.

     

    Aktivist Müslümanlar genellikle geniş ve derin bir siyaset, âmme hukuku, sosyoloji kültürüne sahip değildir. İslâm'a bakışları da İbn Teymiye'nin, Muhammed ibnAbdilvehhab'ın gözlüğü iledir.

     

    Elbette samimî idiler. Lakin samimî olmak yanılmamak için bir garanti değildir.

     

    Türkiye'deki aktivist, radikal, hızlı, harekete ve (bazen) şiddete yönelik İslâmcılara bakalım: Nereden nereye geldiler?.. Otuz kırk sene önce ateşli nutuklar atan, cihad edebiyatı yapan, tavizsizliğin ve ihlâsın kahramanları gibi görünen birtakım Müslümanlar şu anda bozuk ve kirli dedikleri sistemin haram nimetlerini, necis rantlarını devşirmekle meşgul değiller mi?

     

    Örnek aldıkları merhum Seyyid Kutub, diktatör Abdünnasır'dan af dilememiş ve idam sehpasına gülerek gitmişti.

     

    Bizim nice Seyyid Kutubçumuz kutsal dâvâlarını satmadılar mı?

     

    Türkiye'deki Müslüman aktivistlerin bir kısmı büyük çelişkiler içinde oldular. Hem Humeynici, hem Vehhabî sempatizanı olanlarını gördük.İki zıt nasıl bir araya gelir?..

     

    Cemalüddin Afganî'yi (aslında İranîdir) kılavuz kabul edenlerin akıbetleri elbette hayr olmayacaktı.

     

    Aktivistlerin büyük hatâlarından biri de tashih-i itikad meselesine önem vermemeleri, dikkat etmemeleridir. Sünnî kontekst içinde, itikadın sahih olması maddesi birinci maddedir.

     

    Bir darbe yaparız, iktidarı ele geçiririz ve arzu ettiğimiz İslâm devletini kurarız... İslâm devleti kurmak bu kadar kolay ve ucuz mudur?

     

    İslâm'ı iyi bileceksin ve iyi anlamış olacaksın. Fıkıh bileceksin, ahkam-ı sultaniye bileceksin, hurucu 'ale's-sultan hükümlerini bileceksin.İslâm tarihini bileceksin. Müslümanların niçin geri kaldıklarını bileceksin... Âmme hukuku bileceksin...Daha çok şey bileceksin... İlim, irfan, engin kültür, ahlâk, fazilet....

     

    Aktivist gruplar devlet ile rejim arasındaki farkı bile ayırt edemediler ve yıllar boyu devlet yıkılsın tamtamları çaldılar.

     

    Şiddete yönelik olmak mânâsında aktivizm İslâm dünyası ve Türkiye Müslümanları için iyi bir sistem ve metod değildir.

     

    Yakın tarihin acı tecrübeleri artık bu gerçeği hepimize iyice öğretmiş olmalıdır.

     

    Müslümanların en büyük problemi medeniyet meselesidir. İslâm dünyası İslâm medeniyeti ile medenîleşecek, kurtuluş ondan sonra gelecektir.

     

    Yakın tarihte Müslümanlar el-Cezire televizyonunu ve internet gazetesini kurdular ve dünya çapında bir başarı kazandılar.El-Cezire hepimize örnek olmalıdır. İslâm dünyası bu gibi kurumlar ve bu gibi başarılarla yükselir, zilletten izzete, esaretten hürriyete geçebilir.

     

    Dünya çapında ve karşıtlarımızınkilerden daha vasıflı ve güçlü üniversiteler, yine çok güçlü ve vasıflı okullar, çok güçlü araştırma kurumları, çok yüksek bir sanat...

     

    İslâm dünyasının belini büken en büyük zaaf bedeviliktir.Zihniyette ve kültürde bedevilik...

     

    İslâm'ın bir necat ve salah doktrini vardır. Bunu bilmeden ve uygulamadan, "Bir darbe yaparız, iktidarı alır, İslâm devletini kurarız..." hayalleri ile bir yere varamayız.

     

    Müslümanlar İbn Teymiye'nin, Afganî'nin aktivizmi ile bugünkü duruma geldiler.

     

    Bunun alternatifi vardır: Gazalî'lerin, Muhyiddin Arabî'lerin, Abdülkadir Geylanî'lerin, Mevlânâ'ların, İmamı Rabbanî'lerin ve benzerlerinin yolu... Şeyh/İmamŞamil'lerin, Emîr Abdülkadir Cezâirî'lerin yolu...

     

    İslâm'ı insanlığa yaymak için kılıç yolunu mu seçelim, gönül yolunu mu?

     

    İslâm'da elbette cihad fi sebilillah vardır. Bunu inkâr eden dinden çıkar. Çünkü cihad Kitab ile sünnet ile icmâ-i ümmet ile farzdır. Lakin cihadın üstünde ilim ve irfan olması gerekir. Kur'ân'ı iyi bilen, Peygamberi (Salat ve selâm olsun O'na) ve Sünnetini iyi bilen, Selef-i Sâlihîn'i iyi bilen sâlih ve fâzıl önderler ve rehber kadrolar olacak ki, hakkıyla cihad yapılabilsin.

     

    Hindistan'da Ekber Şah adında zalim, dinsiz, ekfer bir sultan vardı. İmamı Rabbanî hazretlerinin bu zalime nasıl muhalefet ettiğini ve sonunda Allah'ın kendisine nasıl başarı verdiğini dikkatle okuyup öğrenmeliyiz.

     

    Kur'ân'a, Sünnete, icmâ-i ümmete, hikmete uymayan metodlarla, bir sürü bid'atle necat ve i'tila (kurtuluş ve yücelme) bulamayız.

     

    Bir kamyonete patlayıcı madde dolduracak, bunu kalabalık bir yerde patlatacak. Bir yığın suçsuz, zavallı insanı öldürecek. Kundaktaki bebekler, iki büklüm ihtiyarlar, torunun elinden tutmuş bir nine, alışverişe çıkmış kadınlar...Her yer masum ve suçsuz insanların cesetleriyle dolu...Buna cihad denilebilir mi?

     

    Gerekiyorsa, şartları varsa, hikmete uygunsa cihad yapılabilir...

     

    Rastgele, körü körüne cihad ve aktivizm yapılamaz.

     

    Vaktiyle çoğu Mason ve Dönme olan Jön Türkler ve İttihadçılar da Cihad-ı Mukaddes ilan etmişlerdi.Sonunda ne oldu? İmparatorluk battı. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.

     

    28 AĞUSTOS 2009

     

    Mehmet Şevket Eygi


  17. Forumda bu mevzularla ilgili pek çok başlık açılmıştı. O başlıkların linklerini vereyim size. Hem Üstadın hem gönüldaşların fikirlerine ve mevzu ile ilgili yorumlara, bilgilere ulaşabilirsiniz.

     

    Üstad Ve Mehmed Akif: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...pic=2058&hl

    Mehmed Akif Hitabesi: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=102&hl

    Akif'in Mahkemesi: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...pic=2059&hl

    Mehmet Akif’in Abdülhamid Karşıtlığı: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...pic=7807&hl

    Mehmet Akif Ve İslamiyet Anlayışı: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...ic=8447&hl=

×
×
  • Create New...