Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Metafor

Editor
  • Content Count

    203
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Metafor


  1. bu arkadaşımıza da bir cevabım olucak..osmanlı padişahlarından kasıt önemli,,,

    ilk padişahların islamiyetle içli dışlı olmayan göçebelikten yeni feragat etmiş türkmenlerden oluştugunu bilmekteyiz..

    İlk padişahlar? Osmanlı devletinin ataları olan Selçuklu'dan aldığı miraslardan biri de İslamiyet değil mi? Selçuklu devleti dağıldıktan sonra ortaya çıkan beyliklerden biri Osmanlı'nın kökü olan Osmanoğulları beyliği İslamiyetle içli dışlı değil miydi? İlk Osmanlı padişahı olan Osman Bey'in Şeyh Edebali ile hemhal olduğu, Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e nasihati en bilinen tarihi gerçeklerdir.

    ilk padişahların islamiyetle içli dışlı olmayan göçebelikten yeni feragat etmiş türkmenlerden oluştugunu bilmekteyiz..

    İlginç bir iddia...


  2. Amin, amin, amin.

    Yalnız kardeşler, 'Üstaddan Dua' isimli yazıdaki Üstad'a ait olan iki şiir hariç, yazının diğer kısmı Üstada ait değil. Yani yazının tamamı Üstadın değil, Üstadın şiirleri ile başka bir yazıyı harmanlamışlar. Üstadın böyle bir yazısı yok.


  3. Hoca'ya Efgani'ci, Teymiyye'ci demek te biraz ağır/yakışıksız olur şahsımca.

    İmdi arkadaşlar, ve buyukdogu arkadaşım,

    Hayrettin Karaman kendisi İbn-i Teymiyye'yi, Mevdûdi'yi, Abduh'u müspet insanlar gibi gösteriyor. İbn-i Teymiyye'ye Hanbeli mezhebinde yetişmiş müçtehit diyor. Lütfen, rica ediyorum buraya tıklayalım ve okuyalım.

    Bu linkte yer alan yazının 22. satırında da "İbn Teymiyye, Muhammed Abduh gibi müceddid alimler" ifadesini kullanmış ve Teymiyye'yi alim kabul ettiğini belirtmiştir. Teymiyye'yi alim kabul eden biri doğal olarak onun kitaplarından, sapık fetvalarından da faydalanacaktır kitaplarında, yazılarında, makalelerinde. Hayrettin Karaman'ın güzel yazıları da olabilir, güzel tarafları da olabilir, amenna, ama Teymiyye'nin dini içten yıkan kafir olduğunu biliyoruz. Onu alim kabul etmek, din adamı sıfatını taşıyanlar için tehlikelidir (bizler için de tehlikeli tabi) , kendi adıma Teymiyye'yi kaynak alan bir din adamına ben menfi bakarım. Tabi bakmayan da ollur, tercih meselesi. Ama teymiyye sapık ve kafir. Böyle işte arkadaşlar.


  4. Bazı öğrenciler durduk yere öğretmenlere de vuruyor maalesef, sizin iş zor doğrusu. Bu durduk yere vuranları öğretmen veya müdüre şikayet edin diyeceğim ama ruh eğitimi ve terbiyesinden geçirilmedikten sonra şikayet etmek bataklıktaki sinekleri öldürmeye benzer. Bataklığı kurutmak yani cemiyet içindeki bu hummalı gidişatı durdurmak da hayli zor. Buradaki şikayet ve dilek kutusuna yazmakla şikayetinizden kurtulacağınızı sanmıyorum. Ailenizi ve öğretmenlerinizi de işin içine katarak bir çözüm arayınız ve durduk yere vurmaya meyilli birini gördüğünüz anda, tabanları yağlayınız.

    Şimdi tabi bir insanın durduk yere vurması, ruhi marazattan olabilir, bu öğrenciler muhtemelen büyütülürken aileleri tarafından durduk yere şiddete maruz edilmiştir ve ruh muvazeneleri bozulmuştur. Yoksa bir insan durduk yere niye diğerine vursun, değil mi? Günümüzdeki bozuk aile yapısını da düşünürsek, okullardaki öğrencilerin çoğunun böyle bir ailesi varsa, durduk yere karşıdakine vuran öğrenci sayısı da azımsanmayacak orandadır. Bilemiyorum ki ne yapsak.


  5. Türkiye Komünist Partisinin on beş yöneticisinin öldürülmelerinin yıldönümünde 1922 yılında, KUTV’un özerk tiyatrosu Nazım Hikmet’in bu kanlı olaya adanmış “15 yara” ve “28 ocak” adlı şiirlerini sahnelediler.

    Nazım'ın şiirleri bile sahneleniyor. Geçenlerde de Orhan Pamuk denen yazar bozuntusunun Kar romanını sahnelemek için girişimde bulundular. Nerede sol döküntülü edebiyat var, hemen kıymete biniyor. Ellerinden gelse adamların horultusunu bile sahneleyecekler. Yeter ki sol yol alsın, yeter ki solun bayrağı dalgalansın! Hadi Üstadın bir eserini sahneleyin desek Üstadın adını duyar duymaz yüzlerini buruştururlar. Üstadın adını sahnelerde duyuracak gençlik nerede? Bu işe gönül veren insanlar yok değil elbette, hatta forumda da okuyoruz bu işle ilgilenen arkadaşların olduğunu, ama bu iş Türkiye çapında profesyonel sahada da kendini göstermeli.


  6. Tarihi değişik kaynaklardan okumak değil, doğru kaynaklardan okumak lazım sevgili dostum. Ortalıkta bir sürü değişik ve bir o kadar safsata dolu kaynak cirit atıyor. Elbette ki bir eleme yapacağız, elbette ki muteber olan kaynağı baz alacağız.

    Abdulhamid ve Akif meselesinde ise sanırım bizim bilmediğimiz şeyleri biliyorsunuz muhterem. Abdulhamid Han'ın herhangi bir konuda herhangi bir şekilde yaptığı bir hatası olabilir, ama bu eleştirilerinde haksızdır Akif, Abdulhamid Han bu ağır eleştirileri hak edecek bir şey yapmamıştır. Haklı bir tenkid olsa amenna derdik.

    Akif'in haksız bir şekilde Abdulhamid Han'a laf etmesi sizin açınızdan haklılık koltuğuna oturuyorsa, neden haklı olduğu hususunda da sizden malumat ve yorum isteriz. Kendi adıma ben, Akif'i bu meselede illa ki sonradan pişman olmuş olarak düşünmüyorum ki bence pişman da olmamıştır.

    Anlatın bakalım Abdulhamid neden bunları hak etmiş? Akif Yıldızdaki Baykuş'un ölmesini isterken neden haklıydı? İblisin ruhuna rahmet okutacak kadar ne yapmış yahu Abdulhamid Han? (Akif'in mübalaaları da bir başka oluyor canım, Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi derken de nasıl mübalaa yapıyordu, burada da iblisin ruhuna rahmet okuyacak kadar bezmiş Abdulhamidden)

    Acaba stratejik sebeplerden ötürü Yıldız sarayından çıkmadığı için mi Abdulhamid'e 'gölgesinden korkan ödlek' diyor Akif'imiz?

    Dönemin rejimini mertçe eleştirdi demek Akif? Üstadın tabiriyle ' O ne mübarek istibdattı'

    Bizi aydınlatmanızı bekliyorum sevgili dostum, aydınlanmaya ihtiyacımız var. Bizleri, bizlerin Ulu Hakan'ımız hakkında aydınlatın lütfen.

    Sevgi, selam ve saygılarımla


  7. Yazık, içim acıdı. Psikolojik sorunları var sanırım Çinli hanımefendinin. Kendini yerden yere attıran, feryad-u figan ettiren, gözlerinden dereler akıtan ruhundaki o hassas nokta ne idi? Bir insanın bu aşırılıkta patlaması, onda yılların sinirsel birikimini artık taşıyamadığını göstermesi açısından tıbbiyede bile misal olarak talebelere izlettirilecek derecede önem taşıyor. Bir vakıa bu olay, incelenesi bir ahval. Kendini bu kadar paralamamalıydı... Hem de kendi kaçırımış uçağı, uçak erken havalanıp da kadını orada bırakmamış. Tevekkül etseydi keşke. Vardır bunda da bir hayır deseydi. Belki bu uçak havadayken arızalanacak, belki bir dağa toslayacak ve belki de iniş takımları arızalanıp pistte sürüklenerek tepetaklak olacak ve içindeki insanlar ölecekti. Bu vesileyle kendisi bundan kurtulmuş olacaktı. Ama pardon, bunları düşünebilmesi için Müslüman olması iktiza ediyor. Belki Müslümandır, bilemiyoruz. Çin'in geneli Budist. Geçmiş olsun hanımefendiye, şifalar diliyorum.


  8. İmdi, Nazım Hikmet denmiş, gayri meşru ilişki denmiş. Bunun söylenmesine vesile olan yazının linki verilen köşe yazarı bozuntusu da Üstada atılan iftirayı kullanarak bir şeyler gevelemiş.

    Nazım Hikmet'in küfür deposu fikriyatı olsun, yaşam tarzı olsun elbette ki bu memleketin sahipsiz, başıboş gençliğini menfi yönde etkilemişti. Üstadın İslam bayrağını açmasıyla da, ruhu köksüz ve temelsiz bırakılmak istenen bir milletin Allahın izniyle ayağa kalktığı bir gerçektir.

    Şimdi Nazım'ın Yaşam tarzıyla ilgili bir yazıyı paylaşalım. Ki bu yazıda yalan, dolan, iftira çamuru yok.

     

     

    NÂZIM Hikmet, kırk kadınla düşüp kalktı. Çok yakın arkadaşlarından Zekeriya Sertel, ondan bahsederken: ´Elbet hayatına birçok kadın karıştı´ diyordu. Bu kadınlardan sadece üçüyle nikâhlı yaşadı. Türkiye´deki son eşiyle, dayısının kızı, tek çocuğunun anası Münevver Hanım ile resmi nikâhları yoktu. Münevver Hanım, Memet´e hamileyken, Nâzım hapisteydi. Onu tam on yıl, büyük sıkıntılarla, çilelerle bekledi. Önce, lüzumsuz bir polis takibi altındaydı. Sonra, elinde avucunda bir şeyi yoktu. Ben, Münevver Hanım´ın, Nâzım Hikmet´e yazdığı mektupları, hep yüreğim kavrularak okumuşumdur.

     

    Doğrusu, onu öz ablam gibi severek kendime çok yakın bulmuşumdur. Nâzım Hikmet ´Memet´e Son Mektubumdur´ şiirinde diyor ki:

     

    ´Müşküldür / Babasız büyütmek erkek evladı / Ananı üzme oğlum / Ben güldürmedim yüzünü / Sen güldür /Anan /Anaların en iyisi, en akıllısı / Yüzyıl yaşar inşallah´

     

    Münevver Hanım, çok iyi bir anaydı ama, anaların en akıllısı değildi. Çünkü Nâzım´ın evvela çok kötü bir insan, kötünün kötüsü bir koca, çok kötü bir baba, çok kötü bir vatandaş olduğunu anlayamamıştı. Uzun yıllar sonra Varşova´da, aklı başına geldiğinde iş işten çoktan geçmişti.

     

    Bir başına kaçtı

     

    NÂZIM Hikmet, Demokrat Parti iktidarının 1950 yılında çıkardığı aftan istifade ederek dışarı çıkınca, Münevver Hanım ile çok az beraber oldular.

     

    Çünkü o, 1951 yılında Moskova´ya kaçtı. Çileli eşi, oğlu Memet ile birlikte İstanbul´da kaldı. Nâzım Hikmet kaçarken, karısını ve oğlunu pekâlâ yanına alabilirdi, ama almadı. 1951 yılında Moskova´ya yerleşince Dr. Galina isimli bir Rus kadınıyla on yıl kadar birlikte nikâhsız yaşadı. Günün birinde Vera´ya rastladı ve doktor metresini bırakıp Vera ile evlenmek istedi. Halbuki Vera evliydi ve bir de çocuğu vardı.

     

    Nâzım Vera´ya çok ısrarla, birlikte yaşamayı teklif ediyordu. Yazlığı, kışlığı, özel otomobili vardı. Geliri yerindeydi. Araya Vera´nın kocası girdi. Gelip Nâzım ile konuştu:

     

    - İki şartım var. Onları kabul etmezsen Vera´yı kat´iyyen boşamam, evlenemezsiniz! Vera´yı resmi nikâhla alacaksın ve haftada bir defa da benim evime gelmesine izin vereceksin!

     

    Nâzım Hikmet, ikinci şartı kabul edebilir miydi?

     

    Türkiye´de iken Şeyh Bedrettin Destanı isimli şiirinde şöyle seslenmişti:

     

    ´Hep bir ağızdan türkü söyleyip / Hep beraber sulardan çekmek ağı / Demiri oya gibi işleyip hep beraber / Hep beraber sürebilmek toprağı / Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek / Yârin yanağından gayrı her şeyde / Her yerde, hep beraber diyebilmek için...´

     

    Nâzım Hikmet, deli dolu bir komünist olduğu için yârin yanağından başka, her şeyin yoldaşlar arasında ortak olmasını istiyordu. Ama Moskova´da, Vera´nın nikâhlı kocası İvan, karısından boşansa bile, onun ballı incirlere benzeyen dudaklarına ve yanaklarına, Nâzım ile birlikte ortak olmakta ısrarlıydı. Peki bu Türkiyeli şair şimdi ne yapmalıydı? O, çok kötü bir koca, çok kötü bir baba, çok kötü bir vatandaş, çok kötü huylu bir adamdı. Vera´nın kocasının iki teklifini de kabul etti.

     

    Kötü koca, kötü baba

     

    VERA ile resmi nikâh kıydırdığında güzel karısı yirmisekiz yaşındaydı. Kendisi de ellisekiz yaşına girmişti. Aralarında 30 yaş farkı vardı. Zekeriya Sertel, Nâzım Hikmet´in Son Yılları isimli kitabının 259. sayfasında aynen şöyle yazıyor:

     

    - Bir gün kendisine evliliğin nasıl gittiğini sorduğumda bana şu cevabı vermişti... Bilmediğin kadar mutluyum ben demişti. Görmüyor musun be! Gençleştim be! Yahu Zikri (Zekeriya) şu yeni Sovyet kuşağı yok mu, alabildiğine serbest. Mesela bizim Vera, istediği zaman, bana sormadan çıkar gider. Günlerce gelmez. Nereye gider, niçin gider, nerde kalır bana söylemeye bile lüzum görmez!

     

    Nâzım Hikmet, beş yıl kadar süren son evliliğinde sarı saçlı, mavi kirpikli güzel Vera´ya göz kulak olamadı Yatakları da, odaları da ayrıydı...

    Şimdi tabii olarak soracaksınız ´Münevver Hanım ne oldu, Memet ne oldu´ diyeceksiniz. Nâzım´ın, oğlu Memet için yazdığı şiirler, gerçekten güzeldir, okuyanı hüzünlendirecek bir hasretle yüklüdür.

     

    1960 temmuzunda Münevver Hanım ile Memet de Türkiye´den kaçırıldılar. Önce Polonya´ya (Varşova´ya) götürüldüler. O tarihte Nâzım Moskova´daydı ve Vera ile evliydi. Varşova´ya getirilen Münevver Hanım´a ve oğlu Memet´e Nâzım kat´iyyen sahip çıkmadı. Ana oğul, bir başlarına Varşova´da kaldılar. Nâzım 3- 4 yıl içinde, dayısının kızıyla, oğlunun iyi yürekli anasıyla, çok çileli eski karısıyla, sadece iki defa görüşebildi. Yanlarında 3- 4 gün bile kalamadı. Tekrar Moskova´daki hovarda karısına döndü.

     

    Nâzım Hikmet, sadece çok kötü bir koca değildi; kötünün kötüsü bir babaydı da. Onun, çok kötü bir vatandaş olduğunu da haftaya yazacağım!

     

    Kaynak


  9. NAZIM HİKMET PUTU

     

    Nâzım Hikmet üzerine birkaç yazı yazdım. Türkiyeli komünistler ve Nâzımperestler, âdeta kudurdular. Çünkü putlarına dokundum. İlkel insanlar, putlarına dokunulmasına katiyyen tahammül edemezler. Köpüren ağızlarla sövmeye başlarlar.

     

    Kütüphanemde üçyüzseksenbeş şiir kitabı var. Nâzım'ın bütün şiir kitapları onların arasında. Ayrıca onun: Kan Konuşmaz ve Yaşamak Güzel Şeydir Kardeşim romanlarını da gözden geçirdim. 1980 yılından itibaren, yeni Türk Cumhuriyetlerine on defa gidip geldim. O cumhuriyetleri anlatan yüzbir TV programı hazırladım ve sundum. Oralarda, soyumuzun şairleriyle, yazarlarıyla, fikir ve sanat adamlarıyla Nazım Hikmeti de konuştum.

    Azerbaycan'da bana dediler ki:

     

    "Nazım, yedi yaşında öldürülen bir Japon kızına şiir yazdı. Onun ağzıyla dünyaya seslendi. İyi mi etti? Elbette iyi etti. Ama buraya geldiği zaman, biz ona anlattık ki, Lenin ve Stalin de 140 bin Azerbaycan Türkü'nün öldürülmesine göz yumdular, emir verdiler, üzerimize Ermenileri ve Rus ordularını saldılar. Bizim nice şairlerimiz, yazarlarımız, âlimlerimiz Stalin'in zulmüne uğradı. Bunları bir bir Nazım'a anlattık. Ama o bizim büyük felaketimiz için değil bir şiir, bir mısra bile yazamadı. Niçin? çünkü Japon kızını Amerikalılar, bizim 140 bin canımızı da Ruslar öldürdüler. Nazım Hikmet Rus?un kanlı zulmüne çıt çıkaramadı.

     

    Moskova bir gecede bir milyon Ahıska Türküyle Kırım Türkünü yerlerinden yurtlarından etti. 500 bin Özbek kardeşimizi katletti. Nazım bu cinayetler karşısında ağzını açamadı. Çünkü çok korkaktı. O Türkiye'de 12 yıl hapis yattı. Burada da 13 yıl göz hapsinde yaşadı. Sonunda: 'Ben eşeklik etmişim' dedi ama iş işten geçtikten sonra...

    Nazım milletimizin, dilimizin dinimizin, vatanımızın en kanlı düşmanı Stalin'e secde etti. Stalin de onu adam yerine koymadı. Nazım'ı, evinin içinde bile göz hapsinde tuttu. Bize karşı kullandı."

     

    Nâzım Hikmet üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Oyuncuların maksatları şiir değildir, edebiyat değildir. Maksatları, Nâzım Hikmet vesilesiyle, gençlerimizi Komünizm çıkmazına çekmektir. Türkiye'yi yeni baştan 1980 öncesine sürüklemektir. Yeniden beşbin gencimizin kanına girmektir.

     

    Çeşitli zaaflarına rağmen, Nâzım Hikmet 24 ayar bir komünistti de. Eğer o, Komünizmin 1990 yılındaki gümbür gümbür yıkılışını görseydi ya bir kalp krizinden ölüp giderdi veya derhal intihar ederdi. Öylesine mükemmel bir komünistti. Şu mısraları, onun Piyer Loti şiirinden alıyorum:

     

    'Bıktık be bıktık/İçinizden biri/Can verebilecekse bile/Açlıktan ölen öküzümüze/Burjuvaysa eğer/Gözükmesin gözümüze.'

     

    Basitliği, bayağılığı, iptidâiliği görüyor musunuz?

    Peki Nâzım Hikmet, fakir bir aileden mi geliyor? Bin kere hayır! O bir paşa torunu. Dedesi Nâzım Paşa, Boğaziçi burjuvazisinden. Babası Hikmet Bey, Süreyya Sineması Müdürü. Annesi Celile Hanım, yıllarca Paris'te yaşayan bir sosyete güzeli. Dahası var: Nâzım'ın Polonya'da yaşayan, bugün de Borjenskilerolarak bilinen akrabaları, Polonya burjuvazisinin kalburüstü kişileri. Ama Nâzım Hikmet, burjuvazi düşmanı, fakir fukara edebiyatçısı ha?

    Nâzım Hikmet zihniyetiyle yaşayanlar, millî birliğimizin ve bütünlüğümüzün amansız düşmanlarıdırlar.

     

    DÜŞÜNDÜKÇE

    Yavuz Bülent BÂKİLER

    02 Şubat 2009 Pazartesi


  10. Üstadın 'Doğru Yolun Sapık Kolları' isimli kitabı da bu mevzua dair yazılmış bir kitap. İslam tarihinde baş gösteren ilk sapıklıktan başlar ve günümüze kadar seyir gösteren sapıklar tarihini ele alır. Üstadın bir kitaba önsöz yazması bence o kitaba ayrı bir kıymet kazandırır. Ki bu kitapta Üstadın bu sapıklara dair yazdıklarından da iktibaslar yapılmıştı.

    • Like 1

  11. Hatalarıyla sevmeyelim, hatalarını kabullenmeyelim. Hatasını neden sevip kabulleneceğiz. Hata sevilip kabul edilir mi? Hatalarıyla, sevaplarıyla sevelim lafını oldum olası yanlış bulmuşumdur. Lafım size değil bu arada. Genel kanaatimi söylemek istedim. Cemil Meriç'in Jurnal'inde anlattığı kadınlarla ilgili bazı hatıraları vardır. Safi reddi iktiza eden şeylerdir onlar. Sanki normal bir şeyi anlatıyormuş gibi anlatıyor, anlatmasa daha iyi olurdu. Sonra kadın hakkında ulvi düşünceleri yoktur kendisinin okuduğum kadarıyla. Üstadın 'kalıp değil fikir' telakkisine rağmen sanki Cemil Meriç, fikir değil bir kalıp olarak baktığı olur kadına. Bu yönünü de bilmek, irdelemek lazım. Okudukça daha derin tahlillerde bulunabilirim ama şimdilik okuduklarım kadarıyla, bu meseleye bir noktadan değinmek istedim. Bunu ulvi fikriyat çemberinde tahlil edebilecek arkadaşlarımız buyursunlar.


  12. ...//(edit:mehmet) ehl-i_ kalender kardaşımıda ondan kovdunuz demi. Yazıklar olsun ne diyim.

    Asıl sana yazıklar olsun. Meseleyi anlayamıyor da, nereye çekiyorsun. Alakasız bir sorunun ne şekilde rencide edici olduğu gün gibi ortada. Sen ya ne dediğinin farkında değilsin, ya da üslubunu, lafını bilmezin tekisin! Millete attığın iftiraya bak, terbiyeni, ahlak seviyeni gör!


  13. Teşekkürler, klasiğin ötesine geçemese de bu tarz programların yapılması ve insanlara sunulması, Üstadın tanıtılması açısından önem arzediyor. Böyle programlar sayesinde Üstadla tanışanların da sayısı az değil. Bazen radyodan kulağa gelen Üstadın kendi sesinden bir şiir, bazen de böyle bir tv programı.


  14. Yapılan tavsiye ve müspet yorum üzerine ben de Tarafeyn programını izledim. Köşe yazarlarının karşıt görüşlü yazılarına da yer verilmiş. Gerçekten güzel ve seviyeli. Arşivin tamamını izleyeceğim. Okuyan da iyi okuyor hani, diksiyonu güzel. Tavsiyeniz için ben de teşekkür ederim ışığadoğru. Başka tavsiyelere de açığız. Bekir Coşkun-Engin Ardıç bölümünü özellikle tasviye ederim. Hatta linki de burada verelim, isteyenler hemen seyretsin: http://tvnet.tv.tr/default.aspx


  15. Bilmeceyi çözdüğünüz için teşekkürler. Menderes 1961 yılında asılmış olsa da, Üstadın bu mevzuda yazdığı şiirler 64-65 yıllarına kadar uzanyor. Menderes hayattayken de ona yazdığı bir şiiri var Üstadın. Şurada: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...ic=2096&hl=

    İdamından sonra yazdıkları arasında bir de Zeybek şiiri var. Ki o şiiri Üstad, Çile kitabının Kahramanlar bölümüne almıştı. Onu da buraya tıklayıp okuyabilirsiniz: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...ic=2092&hl=


  16. Şiirin adından da belli olduğu üzre, bilmece kalıbına dökülerek yazılmış bir şiir. Sanat dalları arasında ele aldığı mevzuyu gizlemeyi en güzel ve estetik biçimde başaran şiir türüne şahane bir misal yazmış Üstad. Bilmeceyi çözmek de bize düşüyor.


  17. Güzel bir yazı. Yazının başında anlatılan hatıra da gerçekten ders verici. Ama maalesef Hekimoğlu İsmail de İbn-i Teymiyye'yi sevenlerden, övenlerden, İslam âlimi belleyenlerden. Bir yazısına rastlamıştım. Linkini vereyim, mâlumumuz, insanın kıymeti, kimleri sevdiğine bağlıdır, Teymiyye'nin de sapıklığı, kafirliği ortadadır:

    http://arsiv.zaman.com.tr/2000/02/11/yazarlar/5.html


  18. Açıklamalar için Allahu teala razı olsun. Ehl-i bidat'in çizgilerini, renklerini bilen insanlar, onların yazılarını gördükleri, okudukları, inceledikleri anda teşhis koyabiliyorlar. Reklamı yapılan site ehl-i sünnete değil, ehl-i bidate hizmet ediyor. Tabi Tarık kardeşimin de zikrettiği gibi konuyu açan üye de bu fikriyatta olduğu için bunun beyanını yapması kendi çapında normaldir. Bir şeyi merak ettim. Konuyu açan üye acaba Üstad Necip Fazıl'ın Hazret-i Muaviye'ye, şiiliğe, aleviliğe bakışını biliyor mu? Herhalde bilse gelip burada konu açmazdı. Ben de bu üyeye acizane Üstadın Hz. Ali / İlim Beldesinin Kapısı kitabını okumasını tavsiye ederim. Mevzuyla alakalı olduğu için forumda gördüğüm bir konunun linkini de vereyim:

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=1413

    Selamletle.

×
×
  • Create New...