Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mehmet

Admin
  • Content Count

    356
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by mehmet


  1. 9 armut, müridinde dediği üzre rastgele seçilmiş 3 erli gruplara ayrılır ve ilk tartma işlemi uygulanır. Bu tartma işleminde her iki kefe eşit ağırlıkta ise, ağır olan armut tartma işlemine tabi tutulmayan 3 lü gurup içerisindedir. Eğer bu ilk tartma işleminde kefelerden biri ağır basıyor ise ağır olan armut ağır olan kefenin içindedir. Böylelikle bir tartma yapılarak ağır armutun içinde bulunduğu grup belirlenmiş olur.

     

    İkinci tartma işleminde ise ağır olan armutun içinde bulundugu gruptan rastgele iki armut seçilir ve tartılır. Eşit tartım olması halinde dışarda kalan armut ağır olan armuttur. Eşitsizlik olması durumunda ise tabii olarak ağır basan kefe içerisindeki armut ağır armuttur.

     

    Böylece, yalnız iki kez tartma işlemi uygulanarak 9 armut içerisinden ağır olanı bulunmuş olur...


  2. CEMİYET VE İŞ

     

    (giriş-2. kısım)

     

    Tabiat plânı karşısında insanı tek ferd olarak tasavvur ve muhakeme etmek, akıl ve (realite)ye aykırıdır. İnsan için cemiyet, topluluk bir zaruret... Nasıl ki, tabiatta, cins ifade eden her şey aynı kanuna bağlı... Keyfiyette "tek"e, kemiyette "çok"a doğru gidiş... Bu inceliği, ağaç o harikulade mimarisiyle ne güzel abideleştirir! Köke doğru tekte toplanış, dallara doğru da çokta dağılışın sembolü ağaç... O halde kâinatta her tek, yani her keyfiyet, ifadesini çoklukta, yani kemiyette buluyor. İnsan dediğimiz en büyük keyfiyet de, eserini, memuriyetini, işini cemiyette gösterecektir.

     

    İnsan için cemiyetin zarurî olması bu noktadan...

     

    İnsan cemiyette çoğalınca, aynı nispette iş ve emek vahitleri de çeşit çeşit olduğuna göre, aralarında muazzam bir kargaşalık, nispetsizlik, uygunsuzluk başlar. Bu da, yaratılıştan, doğrudan doğruya hilkatten gelen bir zaruret...

     

    Bu nokta, dâvamızın, her şeyden önce teşhis ve tespiti gereken başlıca düğüm noktalarından biri...

     

    Şöyle ki:

     

    İş ve emek vahitleri arasında tam bir adalet ölçüsü, tevazün, eşitlik, denkleşme, insanda, gaye mefhumu gibi, varılması değil, ancak yaklaşılması mümkün bir ufuk çizgisidir ve önümüze bu aşılmaz barajı koyan bizzat hilkattir.

     

    İş ve emek vahitleri arasındaki tevazün dâvası, insanda ancak bir emel, bir hasret, bir ideâl olabilir; fakat visali imkânsız bir sevgili gibi, erişmesi muhal ve erişme iddiasındaki doktrinleri abes bilmek şaıtiyle...

     

    Bu hükmü, bütün bir tahlil ve terkip örgüsünden sonra laboratuar bedahatiyle sağlamlaştırmayı ileriye bırakarak, şimdi iş ve emek vahitlerini nihaî bir tesviyeye tabi tutmanın imkânsızlığı üzerinde bir misal verelim:

     

    Cemiyeti, hayalimizde, bütün emek ve ferd kadrosuyla küçültelim, basitleştirelim ve olanca faaliyeti, yalnız 10 çöpçünün günde birer somun ekmek karşılığı görecekleri iş protoplazmasına kadar indirelim... Bu 10 çöpçü, sabahın belli başlı saatinde kalkıp akşamın belli başlı saatinde yatmak üzere, her türlü adalet hesabı yerinde olarak aynı işi görseler ve 10 ekmeği gramı gramına paylaşsalar, bu kadar basite irca edilmiş bir misal içinde bile denkleşme gerçekleşebilecek midir? Hayır! Çünkü bahtına yokuşaşağı süpürmek düşen fertle, düpedüz veya yokuş yukarı süpürmek düşen insan arasında yine bir nispetsizlik doğacak ve ideal tevazünü bulmak, bu basit misalde bile, sunî altın yapıcılığı gibi imkânsızlığını ilân edecektir. Kâinatı tırnak törpüsüyle eğeleyip dümdüz hale getirmenin imkânı yoktur.

     

    Ya, tek tek ve sınıf sınıf, her biri ayrı cinsten iş ve emek temsil eden milyonlar ve milyarlar arasındaki vaziyet?..

     

    Görülüyor ki, denkleşme imkânını aramaya doğru gittikçe cemiyet küçülüyor, basitleşiyor, mücerret iş verimini kaybediyor, ablaklaşıyor, yavanlaşıyor, posalaşıyor.

     

    Burada da bir sır var...


  3. İş onun rahmetini hayâl etmeye gelince, âlemde affedilmeyecek hiçbir şey gösteremem, bulamam, tasarlayamam.

     

    İş onun kahrını hayâl etmeye gelince de , bilmem ki, O'ndan habersiz tek nefes ebediyyen kahrolmak için yeter mi?

     

     

    Dostum; bahtiyarlığın en büyüğü, insan için, Allah'ın mahlûku olduğunu bilmekten gelen zevktir! O, hiç bir şeyle kayıtlı olmaksızın, sırf kendi ulûhiyetleriyle, bütün mahlûklarına ne kadar Rahimdir. Anne, Allah'ın hilkat sırriyle evlâdına bu kadar şefkatli olursa, ya Allah, Mahlûkuna nasıl olur?.. Bunu düşünmekten büyük saadet mi olur?..


  4. Verilen ile alınan toplanmaz... :)

    Yani işlem hatası var denilebilir. Şöyle bir örnekle açalım mevzuyu;

     

     

     

    Parmaklarımızı baştan sona doğru 1,2,3,...10 diye sayalım. Ve sonra 10. parmaktan geriye dogru 10,9,8,7,6 ya kadar gelelim. Toplam 5 rakam var (10,9,8,7,6) değil mi? Bu tek elimizdeki parmak sayımız olduguna göre ve diğer elimizde de 5 tane parmak olduguna göre toplarsak sonuç 11 çıkar ki o zaman da bu fazla parmak nereden peyda oldu diye kendimize sual yöneltmemiz gerekir...

     

    Anlaşıldıgını umuyoruz...


  5. Bir televizyon kanalında Necip Fazıl, Nazım Hikmet tartışması yapıldı. İki şairi de değerli insanlar savundu. Fakat iş çığırından çıktığı için ne dedikleri pek anlaşılamadı.

     

    Necip Fazıl Müslüman, Nazım Hikmet komünist bir şair. İkisi de dünya görüşlerini ilan etmekten çekinmediler, cesaretleri saygıya layıktır. Necip Fazıl için hadiste belirtildiğinden “Vatan sevgisi imandandır.” Yanlış bilmiyorsam, Kur’an’da üç ayette milletin önemi ve lüzumundan bahsedilir; “Kimse kavmini sevmekten kınanamaz.” hadisi gereğince de, Necip Fazıl, İslam’ın cevaz verdiği ölçüde milliyetçidir. Necip Fazıl her şeyi İslam’da arar; ona göre değerlendirir. Bunun için milliyetçilik ümmetin aleyhine bir tavır alıyor, bölücülüğe sebep oluyorsa, elbette ki Necip Fazıl buna karşıdır. Milletini koruduğu, kolladığı, onun medeni hamlelerine yardımcı olduğu ölçüde de devletine sahip çıkar. Fakat “Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa” diyerek soygun sisteminin amansız bir düşmanı olduğunu da ilan eder.

     

    Nazım Hikmet, komünist olduğu için vatan kavramı nezdinde fazla bir anlam ifade etmez. Çünkü toprağı vatan yapan millettir; millet ise bir üst yapı ürünüdür, sun’îdir. Ekonomik ilişkilerden ibaret olan altyapı değişince, kapitalist ilişkilerin ortaya çıkardığı millet de silinip gidecektir. İnandığı komünizme göre insanlığın huzuru da milletin silinmesine bağlıdır. Ama bu noktada Nazım’ı biraz çelişkili görüyoruz. Madem ki milliyet önemli değil, Sovyet Rusya’ya kaçınca, diğerleri nasıl eski soyadlarını devam ettirmişse, o da “Ran”ı devam ettirebilirdi; fakat o atalarının soyadı olan “Versanski”yi aldı. Devlet de millet gibidir; Marksizm’e göre insanlığın saadeti devletin ölümüne bağlıdır. Nazım da devletle, aynı zamanda rejimle mücadele etti. Mücadelesini milletimiz için değil, sadece ve sadece işçi sınıfı uğruna yaptı.

     

    İkisi de sanatın değişik dallarında ürünler verdi. Tiyatro eserleri, denemeler, fıkralar, hatıralar yazdılar. Necip Fazıl’ın bir de tefekkür tarafından söz etmek gerekir. Ama ikisi de şair olarak temayüz etmiştir. Her ne kadar Necip Fazıl, “Verin cüceye, onun olsun şairlik” diyorsa da ikisinin de adı geçince hemen akla şairlikleri gelir.

     

    Nazım Hikmet Türkçeyi iyi kullanmıştır. “Salkım Söğüt”, “Bahr–ı Hazer”, “Karıma Mektup”, “Bugün Pazar” ve benzeri birkaç şiirinde bunu görüyoruz. Musıki ve ahenkle de sanatını beslemeyi bilmiştir. Ama ideolojisinin emrine verince sanatı yayvanlaştı, hatta sığlaştı. Zaman zaman işi proleter nutkuna çevirdi, materyalizmin vaizliği rolünü üstlendi. Gençliğinde yazdığı şiirlerle, sonra yazdığı şiirleri mukayese edersek, ilk ürünlerinin çok daha sanat değeri taşıdığına şahit oluruz. Şeyh Bedreddin Destanı’nda canlı mısralar, beyitler, parçalar var. Ne yazık ki ideolojisinin samyelinden tiyatro eserlerini de kurtaramamıştır.

     

    Necip Fazıl sanat dünyasına Baudelaire, Rimbaut, Hölderling, Kleist gibi hafakan şairi olarak girer. Diğer hafakan şairleri hayatta telef olurlar; Necip Fazıl ise “Kurtarıcım” dediği Abdulhakim Arvasi’nin iman telkinlerine tutunarak o akrep kuyusundan çıkar. Anlatmak istediğinde zıtları çok iyi kullanır. “Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim! Minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı! Bir zerreciğim ki arşa gebeyim! Dev sancılarımın budur kaynağı.” Her şairde doldurma beyitler, mısralar vardır; fakat Necip Fazıl da saf şiir Nazım’la mukayese edilemiyecek kadar çoktur. Dilimizi tarihte en iyi kullanan birkaç şairden biridir. “Bir Adam Yaratmak” piyesine belki dünyada ancak Shakespeare imza atabilir.

     

    Sanatın subjektif bir özellik taşıdığını da unutmamak gerekir. Kabaca hoşa gitme meselesidir. Şair olarak ne Necip Fazıl Nazım Hikmet’e, ne de Nazım Hikmet Necip Fazıl’a muhtaçtır. Birisi heceyi asıl alır, diğeri genellikle serbest yazar; vadileri de değişiktir. Ne gaye ile olursa olsun karşı karşıya getirilmeleri doğru olmasa gerek. Nazım Hikmet’in dili bizdendir; Necip Fazıl’ın hem dili, hem ruhu bizdendir.

     

    02.02.2002 MEHMET NİYAZİ

     

     

     

    http://arsiv.zaman.com.tr/2002/02/02/yazar...ehmedniyazi.htm


  6. ALİ ALMIŞ SANCAĞINI ELİNE

     

    Ali almış sancağını eline

    Çekilip giderler mahşer yerine

    Hasan'ı Hüseyn'i almış yanına

    Ah ümmetim diye ağlar Muhammed

     

    Kıyamet kopıcak canlar uyanır

    Kamil derviş mürşidine dayanır

    Yüzün yere koymuş Hak'ka yalvarır

    Ah ümmetim diye ağlar Muhammed

     

    Muhammed gelince mahşer yerine

    Dökülür toprağı sağı soluna

    Sorar ümmetlerin bir bir hali ne

    Ah ümmetim diye ağlar Muhammed

     

    Yunus eydür gelin kadrin bilelim

    Fırsat elde iken tevhid edelim

    Ruhu için çok salavat verelim

    Ah ümmetim diye ağlar Muhammed


  7. İSTEYEN YARİN TERKEDER VARIN.

     

     

    İsteyen yarin terkeder varın.

    Bulsa dildarın saklar esrarın.

     

    Bakmayan cana,erdi canana,

    Girdi meydana, terkedip ar'ın.

     

    Yar elin tuttu, birliğe yetti,

    Dost ile etti gizli pazarın.

     

    Arif ol ey dil, olagör kamil,

    Ben deyen gafil, utanır yarın.

     

    Aşk ile dolan, arayıp bulan,

    Nefsini bilen, bildi Gaffar'ın.

     

    Gel Hüdai'den al haber erkan,

    Hakk'ı isteyen koysun inkarın.


  8. GÖNÜLLER SULTANI, CELVETÎ PİRİ

    AZİZ MAHMUD HÜDAYİ

    - KADDESALLAHU SİRRAH -

    (1541 - 1628)

     

     

    Şerefli Koçhisar'da doğdu. Çocukluğu Sivrihisar'da geçti. Medrese eğitimini istanbul'da tamamladı. Edirne, Mısır, Şam ve Bursa'da Kadılık ve Müderrislik yaptı. Bursa'da Üftade Hazretleri'nin müridi ve halifesiydi. İstanbulda halka şeyh, sultanlara mürşid oldu. Üsküdar'da vefat etti. Külliyesi içinde bulunan bu türbeye defnedildi. Eserleri,Sohbetleri, Şiirleri, Vaaz ve nasihatları ile padişahtan herkese yol gösterdi. Devrini idrak ettiği sekiz padişahtan bilhassa Sultan III. Murad ve I. Ahmed'in saygısını kazandı.

     

    Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazdı. Zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak ebediyet alemine göçtü.

     

     

    Sevenleri için şu duası meşhurdur: "Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin."


  9. Dünkü Üstad'ı anma programında, Mehmet Niyazi'den dinlediğim, Üstad ve nazım arasında geçen bir olayı, hafızamda kaldığı kadarı ile sizlerle paylaşmak istiyorum.

     

    Bir edebiyat toplantısı sırasında Nazım sahnede şiir okur ve akabinde oturan topluluk içinde bulunan Üstad'ı sahneye davet eder ve Üstad'a şöyle bir teklifte bulunur:

     

    -Birtane ben kendi şiirimden okuyayım, bir tane de sen kendi şiirinden oku.

     

    Üstad kendi şiirini okumayı pek doğru bulmadığını söyler ve Nazım'ı kendi silahı ile vurmanın tadını hissedercesine teklife teklif ile karşılık verir:

     

    -Ben senin şiirinden bir tane okuyayım sen de benimkilerden bi tane oku

     

    Nazım bu teklifi kabul eder ve başlar Üstad'ın 'Ölünün Odası' şiirini kendine has üslubu ile okumaya. Şiir biter salonda bir alkış patlar. Sıra Üstad'a gelmiştir. Üstad nazımın sonu 'in-çık, çık-in" şeklinde biten şiirini düz bir şekilde okur ve bitirir. Salonda derin sessizlik....

     

    Üstad nükteyi patlatır, noktayı koyar;

     

    -Bak nazım! Benim gibi adam senin şiirini okuyor da yine de bişey olmuyor.


  10. Sayın n-f-k Fan ın görüş ve dileklerine katılmamak elde değil. Hakikaten gidilmesi-görülmesi icab eden bir program oldu. Gelmeyenler çok şey kaçırdı diyebilirim.

     

    Bizlerin bu faaliyetten haberdar olmasına vesile olan ve fiili olarakda organizasyonun içinde bulunan, değerli nevbahar kardeşime, Kadıköy İmam Hatip Lisesi Mezunlar Derneği mensuplarına ve tüm emeği geçenlere, ayrı ayrı teşekkür eder, sonsuz şükranlarımı sunarım.

     

    Saygılarımla,


  11. Bazen

     

     

    bazen;

    yıldızları süpürürsün, farkında olmadan

    güneş kucağındadır, bilemessin

    bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür

    ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın

    koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın

    uçar gider, koşşan da tutamazsın...


  12. Gazel

     

     

    Yazanlar peykerim destimde bir peymâne yazmışlar

    Görüp mest-i mey-i aşk olduğum mestâne yazmışlar

     

    Bana teklîf-i zühd etmezdi idrâk olsa zâhidde

    Yazıklar kim anı âkil beni dîvâne yazmışlar

     

    Değildir gözlerinde sâye-i müjgânı uşşâkın

    Hatın resmin beyâz-ı dîde-i giryâne yazmışlar

     

    Benim âşık ki rüsvâlıkla tutdu şöhretim şehri

    Yazanlar kıssa-i Mecnûnu hep yâbâne yazmışlar

     

    Nice zâhirdir ey Nef'î sözünden dildeki sûzun

    Yazınca nüsha-i şi'rin kalemler yâne yazmışlar

     

    Nefi


  13. -"Bu piyes, bir "Crise-Intelectuelle", "bir fikir buhranı"nı çerçevelemek gayretinde... Apaçık ve yapayalnız hiç bir tezi yok... Fakat içiçe bir çok tezleri ve başlı başına bir kaç ana tezi var...

     

    Evvelâ san'atkâr nedir? Bütün imkânların erişilmez müntehası, gayelerin gayesi, kemâllerin kemâli, mâverâların mâverâsı olan Allah'a doğru, sonsuz bir tekâmül yolunda giden insanoğluna mahsus ibdâ nevileri içinde en zengin ve en güzel hissenin üzerine oturmuş mahluk... San'atkâr bir mahluktur, fakat yaratmak cehdinde bir mahluk!.. Onun bir eseri, bir de kendisi vardır. İşte san'atkâr, çok defa, yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan tâ kendisidir.

     

    Bu piyeste san'atkâr, bir yemişin, gizlice olurken ve bir maddenin toprak altında pişerken geçirdiği göze görünmez vücuda geliş safhaları gibi mahrem hayatı ve iç planı içinde, resmedilmek istenmiştir. Buna mukâbil, o her insan gibi sadece bir insandır. Bir hayat ve kadere sahiptir. Bu eserde san'atkâr yaratmak istediği tipe öz eliyle çizdiği kaderin kuyusuna düşmüş, o tip tarafından istilâ edilmiş, eserine, yalnız hayatiyle de iştirak etmiş gösteriliyor.

     

    Piyesteki sanatkar tipine sorarsanız Allah sonsuzluktur. Ve kendisi, her ne olursa olsun, nihayet bir mahduttur, bir adettir. Adetler sonsuzlukla yarış edemez. O farkına varmadan sonsuzklula yarışa kalkmış, hududunu zorlamış, kendisinin dışına çıkmak isterken, nagihan kendisine, hem de o zaman kadar hiç tanımadığı asıl kendisine rast gelmiştir. Onca insan kaderi, arşın ta üstünde, bize, onu kendimiz idare ediyormuşuz gibi, namütenahi bir rahatlık ve serbestlik hissi verecek kadar ince bir sanatla idare ediliyor.

     

    İnsan, mesut körlük içinde hayatını doldurup gidiyor.

     

    Piyesteki sanatkar bu mesut körlüğü zedelemiş, yaratma cehdi içinde şaşkınlıkla yasak mıntıkaya girmiş, peçesine el sürülmez sırları ürkütmüş ve itikadınca birdenbire Allah’ın hükümranlığı ve emriyle karşılaşmıştır.

     

    Bu emir şudur;*Yazdığı eseri yaşasın, yaratmak dilediği adam kendi olsun!*

     

    Hülasa:Biz sade yaratmak istediğimiz tipin yaratılmış olan kendisi değil, bazen aynı hayat ve kadere sürüklenen meczubuyuz da. Çok defa yazdıgımızı yaşarız. Bu fikir mihveri etrafında halkalanmış ve birbirine geçmiş olan tezleri şöylece toplayalım ve gözlere, dikkat edilmesi icab eden noktaları karalayalım.

     

     

    1- Eser ve eseri karşısında insan...

    2- Allah ve Allah karşısında insan...

    3- Ölüm ve ölüm karşısında insan...

    4- Cemiyet karşısında insan...

    5- Kadın karşısında insan...

    6- Bâzı dost ve aile münasebetlerimizde, gözlerimizden sanki bir perde kaldıran bir buhran gözlüğünden seyrettiğimiz gizli dünya, cinnet dünyası ve bunun doğruluk derecesi.

    7- Cemiyette bazı faaliyet nevilerini temsil eden cüce tipler, rolleri, ruh hâletleri, kıskançlık ve gayızları, hareket noktaları ve tarzları."

     

    Hülasanın hülasası, birçok mücerret ve müşahhas mefhumlar ve hadiseler karşısında, aksiyonları, tali ve fikirleri ile sanatkar, yani mütekamil insan.

     

    Bu eserimi bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinden bağlı oldugum eserler biliyor ve öylece bildirmek istiyorum…

    Ona olan zaafım, üstünde fazla konuşmamı yasak ediyor. zaten hadiselerin sırrını, kaba saba formüller içinde harcamağa, ulu orta dogmalar yapmağa düşmanım.

     

    İyi ve kötü, söyleyemediğimi, iyi veya kötü eserim söylesin!

     

     

    NECİP FAZIL KISAKÜREK/ 1977


  14. BU AYAKLAR BENİM DEĞİLDİR ALIN

    bir kızın saçları seni görmek kadar sana benziyordu

    seni duymak kadar avuntulu

    tutsandı arkama yaslanacaktım bu ayaklar benim değildir alın

    mutsuz ve parasız yaşantılardan beri gemiler ayaksızlandılar bilmelisiniz

    salt bir o değil, tut ki siz her şeyden sonra yaşamadığınız

     

    SEN'li bir deniz görüyorsam, senli pencereler kadar güzel

    en iyi ussuzlanmalıyım

    kimselere soramıyorum

    bakışların ellerince uzak

    sen bir kez daha yoksun ya, korkmalarını ürkütüyorum işte

    oysa tutarı yok denize varmalarım

     

    KALKIP bir iki kadehten sonra seni düşünmeye varıyorum

    sarhoşluğum artıyor gibi

    kalkıp kentleri birleştiriyorum haritalardan yerinden

    bunu yaptım mı benim ahır dağlarıma denizler büyüyor

     

    ELİN YOK YA, ellerimde küçülmeler dökülmeler daha bilmem

    EN uygarlığım gülüyor

    tuttuk en gidip gelmeli yerlerinden günahlar

    kim ne derse desin sen miydin

    bak boş pencerelerini ıslansındı,

    denize mavi mi gerek bırak yıldız oynayalım

    en güzeline varsay ama en güzeline seni yakmak

    yıldızlar yine gelebilirken

    bak gitmelerine kansındı, avutsundu

    SEN GÖZLERİNE IRAK OLMANIN

     

    9 Ekim '958

     

     

    Vefatının 20. yılında, çağdaş şiirin büyük isimlerinden Cahit Zarifoğlu'nu rahmetle yad ediyoruz.


  15. Estağfurullah efendim.

    Tamam kibir fena illettir lakin kendini hicvetmeğin doruk noktasına ulaştığı ve yazma kabiliyetinizin açıkça zuhur ettiği bir şiir, bizim kendinize haksızlık ettiğiniz görüşüne vasıl olmamıza neden oldu.Eğer şiirinizin başlığı yalnızca başlık değilse, kararınızı gözden geçirmenizi umuyoruz.

    Selametle...


  16. Necip Fazıl hakkında, birçok kişinin merak ettiği sorulardan ikisini Murat Kayacan, “N. Fazıl’ın Zaaflarını Dillendirmek İfsattır” başlıklı yazıma yorum olarak aktarmış. İlk önce bir yorum olarak cevap vermeyi düşündüm. Ama yorum biraz uzayınca, müstakil bir yazı olmasının biraz daha mantıklı olacağını düşündüm. Hem böylece çok daha fazla kişi okuyacaktır.

     

    Belirteyim ki bu sorulara daha ayrıntılı bir cevap vermek isterdim. Ancak bugünlerde yaşadığım yoğunluk, buna izin vermedi. Fakat ileriki günlerde niye olmasın?

     

    M. Kayacan’ın soruları şunlar:

     

    “N Fazıl, Mevdudi ve Erbakan kadar ümmetçi midir ve onlar hakkında söylediklerine tövbe etmiş midir? Sezai Karakoç N. Fazıl'ın en iyi ihtimalle "fantezi kahve oyunları" na para yetiştireceğim diye maddi sıkıntı çekmiş midir?”

     

    1.soru için;

     

    Necip Fazıl'ın Mevdudi ve Erbakan hakkında söyledikleri, iki farklı merkezden çıkmıştır. Öncelikle bunları ayırmak gerekmektedir.

    Mevdudi konusunda söyledikleri, "İslam"ı koruma adına sarf edilmiş altın sözlerdir. Ve bu, tövbeyi gerektirecek bir şey değil, aksine İslam'ı kabullenişindeki samimiyete ve büyüklüğe kanıttır.

    Erbakan konusuna gelince, Üstadın zamanında aktif olup da onun eleştirilerine muhatap olmayan siyasetçi hemen hemen yoktur. Bu, onun, siyasetin içinde olduğunun kanıtıdır ve “üstad”lık belirtisidir. Büyük Doğu fikrinin uygulama alanı bulması için, bu bir gerekti ve N. Fazıl da bu gereği, gözü kara bir şekilde gerçekleştirdi. Erbakan’a söyledikleri de, Milli Görüş ruhu içerisinde büyük emeği olan bir adamın (yani kendisinin) söylemleridir; bir düşmana yöneltilen ifadeler değil.

    Şimdi ben de size sorayım: Abdülhamit mevzuunda M. Akif’in tavrı, ne kadar İslami veya İslamdışı idi? M. Akif kesinlikle pişman da olmadı o ulu hakana söylediklerinden. “Pişman oldu” söylentileri, bizim İslamcıların Akif’i kurtarma çabalarından başka hiçbir şey değildir.

    Akif’in pişman olmaması yani tövbe etmemesi, onu küçülttü mü? Elbette hayır. Bu konuya da böyle bakmakta ciddi yarar vardır. Tabi ki bu yarar, bizedir; Üstad’a ya da üstadlara değil.

    Afgani, Abduh, Mevdudi… gibi isimler, işin esası “şaibe” dolu hayatların sahipleridir. En barizinden Afgani, Mısır’daki mason locasının kurucusudur. Bu adamların ümmetçiliği ne kadar samimi, orasını galiba su götürür. Bu isimlerin ümmetçiliğinin toplamı, Necip Fazıl’ın ümmetçiliğinin milyonda biri bile edemez. Çünkü onda, mezkûr isimlerin ilim ve akıllarının çok çok üstünde olan “samimiyet ve ihlâs” mevcuttur.

    Erbakan’ın ümmetçiliği ile N. Fazıl’ınkini nasıl kıyas ettiniz, doğrusu anlayamadım. Erbakan bir fikir lideri değildir ki. O, İslam adına hizmet eden birçok oluşumun mensuplarını bir araya toplayan bir çatının lideridir. Değil mi ki bugün Milli Görüş içerisinde tasavvufa gönül vermiş birini de görebiliriz bir selefiyi de.

     

    Özetle bunlar, N. Fazıl’ın kesinlikle zaafları değildir. İslam adına “dert” sahibi olduğunun kanıtıdır. Bu ise “büyük”lüktür. Benim, yazımda, dillendirilmesini ifsat olarak gördüğüm zaaflar, kişisel, sadece sahibini bağlayan zaaflardır. Bunu böyle görmem ise, o büyük adamın millet nazarındaki değerine “halel” gelebileceği kaygısını taşımamdan dolayıdır. Çünkü bu “halel”, hakikat itibariyle Müslüman şuurlara gelmiş olacaktır. Bu da kutlular kutlusu bir medeniyetin mirasçısı olan her Müslüman Türk ferdi gibi beni de ciddi oranda üzmekte ve düşündürmektedir.

     

     

     

    İkinci soru için;

     

    Sezai Karakoç, yüzyılın en içten en dertli ve en Müslüman mütefekkirlerindendir. Bu sözleri söylememize sebep, onun yaşamı, yazdıkları ve konuştuklarıdır. Karakoç’un üzerinde en fazla durduğu dört isimden biri N. Fazıl’dır. Hiçbir zaman ondan bir “düşman” gibi bahsetmez; aksine ona duyduğu sevgi, ay gibi aşikârdır.

    Oysa Karakoç, Müslüman camia içerisinde saydığımız birçok ismi, üzerini çizecek kadar şiddetli bir şekilde eleştirmektedir.

    ***

     

    Belirtmeliyim ki sorduğunuz soru, daha baştan sağlam ve sağlıklı bir soru değildir. Bir adamın “fantezi kahve oyunları”na para yetiştireceğim diye yoksul düşen bir kişi, aklen ve ruhen sorunlu demektir.

    Böyle bir şey yok!

    Karakoç’un Büyük Doğu çıkarken Üstad’a maddi ve manevi yardım ettiği doğrudur. Ancak sadece Karakoç mu? Süleyman Hilmi Tunahan, Menderes ve Nakşi birçok isim… Bunların hepsi N. Fazıl’ın fantezilerine mi hizmet etmiştir; yoksa kutlu bir medeniyeti yeniden diriltmek için var olan Büyük Doğu’ya mı?

    Burada saydığım ve sayamadığım isimler, bu kadar aptal olmasa gerek.

    Karakoç’un çektiği maddi sıkıntıyı, Necip Fazıl da çekmiştir. Bu insanlar, koca bir medeniyeti dert edinen insanlardır. Sorunuzun altından çıkan anlama göre; ne Karakoç aptal bir adamdır ne de N. Fazıl sömürücü biri.

     

     

    01 haziran 2007

     

    http://www.siyasetinsesi.com/index.php?isl...azar&id=481


  17. Türkiye, bir kez daha bölünmenin(!) eşiğine geldi. Türkiye'nin gazeteciliği kendinden menkul, Sharon Stone sever-başörtüsü savar genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, İstanbul'daki bir lisede kız öğrencilerin namaz kılmasından yola çıkarak, bölücülük yapmayı başardı.

     

    Üstelik bunu öylesine aymazca, cahilce yaptı ki. Bir yandan "biz kimsenin dini özgürlüğüne karşı değiliz" derken aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmedi. "Namaz kılın ama..." ile başlayan cümleleri çok duydu bu halk. Bunun başka versiyonları da şöyle oluyor. "Benim dedem de hacıydı ama...", "Ben de ara sıra dua ederim ama...", "Biz de Allah'a inanıyoruz ama..."

     

    Bu "ama"lardan sonra ne geleceğini tahmin edersiniz herhalde. Hep aynı hoyrat dar bakış açısı, hep aynı "öteki"ni aşağılayan, küçük gören yaklaşım. Türkiye'nin en büyük gazetesi(!) olma iddiasındaki bir gazetenin yayın yönetmeni, üç tane masum kız çocuğunun namazından rejim krizi çıkarıyorsa, bu ülkenin adam olma ihtimali giderek zayıflamış demektir!

     

    Özkök, "Niye bu lisede küçük bir mescit yok, niye bu kızcağızlar ibadetlerini bodrum katlarındaki izbe, sakil yerlerde yerine getiriyor?" diye soracağına, "Lisede nasıl toplu namaz olur?" diyerek çemkiriyor.

     

    Cahil ama cahilliğinin farkında değil. Hâlbuki gazetesinde dini yorumlar yazan yazarına sorsaydı, namazın toplu kılınmasının Peygamberimizin sünnetlerinden biri olduğunu öğrenebilirdi. Biliyorum, namaz ibadetinin İslam'ın 5 şartından biri olduğunu, Peygamber Efendimizin namaz için "Gözümün nuru namaz" dediğini falan hatırlatmanın bir faydası olmayacak Ertuğrul Özkök'e. Belli ki Özkök, hayatında namaz hiç kılmadığı gibi, namaz kılan insan da görmemiş. Hâlbuki birçok yerde Özkök'ün standartlarına göre gayet modern giyimli, başı açık genç kızların, camilere ya da mescitlere giderek başlarını kapattıktan sonra namazlarını kıldıklarına tanık oluyoruz.

     

    Bu insanlar, sistemin kendilerine dayatması sonucu, işlerinden, okullarından olmamak için bir yandan gayet modern(!) şekilde giyinirken, diğer yandan da namazlarını, Allah'a olan kulluk borçlarını ihmal etmemeye çalışıyor. Belli ki, o lisede namaz kılan kızlar da, muhtemelen teneffüs saatinde kimseye gösteriş yapmadan, kimsenin gözünün içine yaptıkları ibadeti sokmadan, gayet mütevazı bir şekilde namazlarını kılmışlar. Bunu takdir etmeyi bile beceremeyen ey Ertuğrul Özkök, sıra, liseli kızların namazına mı geldi?

     

    Sen neden gidip Sharon Stone'un bacaklarındaki selüliti ya da Türk şaraplarından aldığın keyfi anlatmaya devam etmiyorsun? O köşe babanın malı ya... Böyle devam et. Ama gölge etme yeter, bu ülkenin insanı hakikaten senden ve senin gibi binlerce yüzlü fetbazlardan sıkıldı. Aslında sen senin gibi müslüman mahallesinde salyangoz satan adamlar daha fazlasını hak ediyorsun ama...

     

     

    NUH GÖNÜLTAŞ

    http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=138173


  18. Eline sağlık cihat kardeşim. Güzel bir psikolojik tahlil örneği olmuş. Devamıda gelir inşallah.

     

    Ayrıca burada belirmek istediğim bir diğer hususta, site üyelerimizden gelen edebi açıdan gayet seviyeli ve ilk örnek olma özelliği gösteren eserleri okumaktan aldığım hazdır. Bu mevzuda emeği geçenlere ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

    Saygılarımla....

×
×
  • Create New...