-
Content Count
524 -
Joined
-
Last visited
-
Days Won
11
Posts posted by Dervish
-
-
Hiç ihtimal veremiyorum bu söylentilere. Velev ki bu söylenenler doğru olsun. Nefsine esir düşmüş Allah kurtarsın diye dua ederiz. Ehl-i Sünnet, ilmi bilgisi sağlam birisi nihayetinde. Allah (cc) isterse kullarını bir münafıkla bile hidayete erdirir.
-
Müthiş bir tiyatro olsa gerek. Birkaç tiyatro gösterisinde rol aldım. Hemen hemen her hafta izlemeye giderim. Henüz Bir Adam Yaratmak'ı izlemek nasip olmadı İnşallah izleyeceğim. Hatta nasip olursa, ne zaman olursa olsun oynamayı da istiyorum.
- 1
-
Es-Selamun Aleyküm Hakk'a Tapan Türkler. Türkiye Yazarlar Birliği, Kahramanmaraş Şubesi'nde -her ne kadar layık olmasak ve bazı isimlerin bizi istemese de- tanışarak koyu bir muhabbet beslediğim necip bir abimdir Ali İlbey. Orada daha nice yazarlar var, niceleri vardı, niceleri arada bir uğramaktalar. Bunlardan bir tanesi de (Semerkand dergisini takip edenler bilir) Ali Yurtgezen Hocam'dır. Neyse efendim, bu mevzulara fazla dalmadan Ali İlbey'in bir yazısını paylaşmayı uygun buldum.
Alevîler “Dersim Katliamı”nı Sünnî Bir Cumhuriyetin Yapmadığını SöylemelidirlerDersim hâdisesini bir “katliam” olarak gören ve yakın tarihin “peçesini sıyırmaya çalışan” İslâmî görüşlü yazar, siyasetçi ve aydınların kalbî samimiyet ve inşirahına karşılık, Alevî milletdaşlarımız “Dersim Katliamını” Sünnîlerin yahut Sünnî Türklerin kurduğu bir cumhuriyet idaresinin yapmadığını açıklamakla mükelleftirler.
Evvel emirde Alevî milletdaşlar, CHP markalı Kemalist Cumhuriyetçi zümrelerle Sünnî Türk çoğunluğun arasında mahiyet farkı olduğunu kavramak mecburiyetindedirler.
Müslümanca bir cumhuriyet rejimine taraftar olan Sünnî çoğunluğa sahip Türkiye’deki Türkler ve Kürtler, devrin despot cumhuriyet rejiminin hukuk ve muhtevasına rıza göstermedikleri hâlde, bir yönüyle Dersim hâdisesine başına buyruk bir aşiret hareketi, kanunun icaplarına uymayarak asker ve vergi vermemek, merkezî idareyi zaafa uğratmak şeklinde bakmaları bir nakısa değil, tarihten gelen devlet aidiyetine sahip olmanın getirdiği bir bakıştır.
Bu bakış, Sünnîlerin, Dersim hâdisesini fikir, şekil ve insanlık yönüyle “katliam” olarak telakkî etmedikleri mânasına gelmez. Dahası totaliter cumhuriyet idaresinin Dersim’deki asayişsizliği halletme yolundaki tavır ve zihniyetini kabul edip vicdanlarına sığdırmış değillerdir.
Bunun böyle olduğunu, Kemalist rejimin, İslâmî cumhuriyet taraftarı olan Sünnî Türk ve Kürt çoğunluğun kanaat önderlerine karşı yapılan sayısız “tenkil” ve “tedip” hareketleri göstermektedir.
Alevî milletdaşlar, Sünnî Türk ve Kürt kanaat önderlerine yapılan zulüm, işkence, hapis ve sürgün gibi sindirme hareketlerinin, Kur’an-ı Kerim’in yasaklanmasının, câmilerin korkuyla girilen bir mekâna dönüştürülmesinin, ezan dilinin değiştirilmesinin, İslâm’ın varlığının Batılı değer ve kurumlara kurban edilmesi gibi “devrimci” cürümlerin ne mânaya geldiğini anlamaya çalışırlarsa, Dersim’deki katliamın sebep ve müsebbiplerinin zihniyetini ve kimler olduklarını doğru şekilde idrâk edeceklerdir.
ALEVÎLER, “MİLLETDAŞ” OLMAYI KUVVETLENDİRMELİDİR
Alevîlere “milletdaşımız” demem, “millet” kavramını İslâm dini üzere tutulan yolun, prensiplerin ve inancın dahilinde olan topluluk olarak anlayıp inandığım içindir. Milletdaş ifadesi, bin yıldır Türk, Kürt, Sünnî, Alevî isimleriyle İslâm medeniyet potasında “millete” dahil olanların birbirine hitabıdır.
1923 sonrasında “millet” yerine İslâmsız “ulus” kavramı ikame edilince, “milletin” parçası olan Alevîler Kemalist Türkçülüğün resmî ideoloji olarak dayatılmasıyla Sünnî Türk ve Kürtlerle birlik ve kardeş olma bağları da zayıflamış oldu. “Millet”den ayrı olmayı kimlikleri için kazanç zanneden Alevî aydınların iğvasıyla trajik kopuş daha da hızlandı.
İşte bu noktada Alevîler iki yanılgıya birden düştüler. İlki, Kemalist Türkçü Cumhuriyet zümrelerini, bu ülkenin bin yıldır hâkimi ve hâdimi olan, devleti kuran ve “millet” olmayı haketmiş Sünnî Türklüğün temsilcileri zannetmeleridir. İkincisi, Dersim hâdisesinde ayıkmaları ve tarihe doğru bakmaları gerekirken CHP markalı cumhuriyet despotlarının laikçilik yalanlarına inanmalarıdır.
“DERSİM KATLİAMINI” CHP’Lİ VE KEMALİSTLER DEĞİL, İSLÂMCI ÖNDERLER YAZDILAR
“Dersim faciasının” vukû bulduğu günlerde niçin Kemalist aydınlar, yazarlar ve siyasetçiler tepkilerini göstermemişlerdir? Devrin gazete ve dergilerini tarayıp dost ve düşmanın kimler olduğunu öğrenmelidirler. Hâdisenin akabinde en çok Sünnî âlim ve kanaat önderleri tepkilerini adam gibi dile getirmişlerdir. En başta Said Nursî Hz. leri ve Necip Fazıl gibi Sünnîlerin kanaat önderleri ceberrut CHP diktasından korkmadan bu mevzuun can damarına dokunmuşlardır.
.
“Mâna âleminde ondan (Hz. Ali r.a.) hakikat dersimi aldım” diyen Sünnî âlim olan Said Nursî Hz.lerinin despot cumhuriyet mahkemelerinden çekinmeden yazdıklarını Alevîler mutlaka okuyup Sünnîler hakkındaki kanaatlerini gözden geçirmelidirler:
“...Dersim faciası ki, hiç dünyada emsâli vukû’bulmuş, öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu katî ispat ediyor. Elbette öyle fevkalâde câni canavar memurlara bir Allah için söyleyin: Dersim’deki katliamın Türklükle, İslâmlıkla yahut Sünnîlikle ne alâkası var? Dersim faciasında binlerce mâsumları, ihtiyarları, kadınları hem öldürüp hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimali yüzünden o mâsumların yaktırılması, bir câni yüzünden yüz köyü harab eden, bir âsi yüzünden binlerce mâsumu mahveder...”
Necip Fazıl’ın Dersim için yazdıkları da bu istikâmettedir: “...birkaç yüz veya birkaç bin sergerdenin kanuna zıt vaziyeti, on binlerce saf ve masum Müslümanın çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, âlilin, ısırgan otu yolunur gibi doğranması... (...) Tenkil etmek değil, maalesef ezmek gibi bir kast yaşandığının apaçık olduğu...”
KEMALİSTLER “DERSİM KATLİAMINI” SÜNNÎLERİN ÜSTÜNE YIKMAYA ÇALIŞTILAR
“Dersim imhası”sının emrini verenlerin, bu şenî fiilin sorumlusu olarak Sünnîleri hedef göstermek için “laikliği, Sünnîlerin Alevîleri ezmesin diye yürürlüğe koyduklarına” dair pespayeliklerle dolu propaganda yaptıklarını Alevîler mutlaka öğrenip tavırlarını değiştirmelidirler.
Dersim hâdisesinden sonra, CHP ilkeleriyle aynîlik kazanan rejimin, Alevîleri “siyasî temsil ve inanç imkânı sunacağız” sözleriyle aldattıklarına ve Kemalist idarecilerin “kurtla bir olup kuzuyu yedikten sonra çobanla oturup ağlayan” zâlim olduklarına Türk ve Kürt Alevîler yürekten inanarak açıklamalı ve Sünnîlerin “millet” birlikteliğine dahil olmalarının tarihî bir zaruret olduğunu anlamaya çalışmalıdırlar.
Siyasî bir anlayış taşımadan ifade etmek isterim ki, Alevîler CHP’nin neyi olurlar? Bir kısım Alevîler niçin cellâtlarına tahabbüb ederler? Bu sualler üstüne düşünmedikçe Sünnîleri ve “millet” içindeki yerlerini anlamalarının gecikebileceği gibi huzur ve barışı da kendi elleriyle uzaklaştırmaya devam etmiş olacaklardır.
Tarihteki siyasî mülâhazalar yüzünden meydana gelen hâdiseleri konuşmanın lüzumsuz olduğuna inanan ve Muharrem Ayı’nın mânasınca ehl-i beyt’in ruhlarına duâ eden Sünnî bir Türk, yani “Hakk’a tapan milletin” bir mensubu olarak, Alevîleri “milletdaş” bilmenin kararlılığıyla şu samimi suallerimin anlaşılmasını istiyorum:
1- “Dersim Faciasının” müsebbipleri olan devrin Kemalist cumhuriyet idarecilerinin, Türkiye’nin Sünnî Türklüğüyle hiçbir zihnî, fikrî, imanî ve amelî bir bağının olmadığına inandıklarını söyleyerek, oluşmuş yargıların daha çabuk yıkılmasını sağlayabilirler.
2-“Dersim faciasının müsebbibi olan Kemalist cumhuriyet idaresinin bu denî tenkil eylemine Sünnî bir Türk Cumhuriyeti adıyla girmediğini Alevî milletdaşlarımız da tescil etmelidirler.
3-“Dersim katliamının” CHP fikriyatıyla, yani Altı Ok ilkeleriyle kurulan cumhuriyet devletinin aldığı karar neticesinde gerçekleştiğini, Alevî adıyla faaliyet gösteren bütün dernek, vakıf, cemevi gibi kuruluşlar “deklare” etmelidirler.
4-1937 yılı öncesi ve sonrasında cumhuriyet idaresinin, Alevîlerden daha çok, Sünnî geleneğe sahip bin yıllık millet-i hâkime’yi devlet ve medeniyet olarak temsil eden Türklüğe darbe vurmuş ve değerlerini “reddi-i miras” etmiş olduğunu âşikâre söyleyerek, Sünnîlerle daha fazla yakınlaşmaya yardımcı olmalıdırlar.
5-Altı Ok ilkeleriyle aynîleşen cumhuriyet rejiminin, Alevî ve Bektaşî dergâh ve ocaklarını kapattığı gibi, ülkenin asırlardır kurucu hâkim anlayışının dinî terbiye kurumları olan Sünnî tekke ve dergâhları da kapattığını kabul ederek, “Dersim Faciasının” Sünnî Türklerce tasarlanıp yapılmadığını, Dersim’in orta yerinde bir barış şenliği üslûbu içinde ilân etmelidirler.
6-“Millet”in bir parçası olarak Alevîliğin bir din değil, kendi ölçülerince bir tarikat, bir yol olduğuna inandıklarını söylemeleri, “millet” birlikteliğine yardım bakımından en kâmil bir açıklama olacaktır.
7-Aradaki bâzı ayırıcı perdelerin kalkması için, Hz. Peygamberimizin ehl-i beyti olan Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’ın yâdedilmesi hususunda Sünnîlerin son derece vecd ve samimiyet içinde olduklarını söylemelidirler.
TASAVVUF, ALEVÎLERİ VE SÜNNÎLERİ DAHA ÇABUK YAKINLAŞTIRIR
8-Bu ülkede ancak Alevî tasavvufunun Sünnî tasavvufla ortak yönlerinin olduğuna inanarak, tasavvufî kavram ve anlayış sâyesinde bir düşünce zemininin kurulabileceğini, ideolojik bakışın sertleştirdiği yargılardan tasavvufî terbiye ile uzaklaşılacağını, milletdaşlığın daha bir pekişeceğini, kırık kalplerin bu yolla daha çabuk tâmir edileceğini, böylelikle Sünnîlerle Alevîler birbirlerini daha samimi ve mânalıca dinleyip anlayabileceklerini oturup düşünmelidirler.
9-“Alevîlik, akaidi olmayan, fakat İslâm dairesi içinde inanç usul ve kavramlarının mesuliyeti kendilerine ait bir tarikat, bir yoldur” sözünü hüsnükalple kabul ederek, “millet” dairesi içinde yer almanın gerektiğini âcilen düşünmeye başlamalıdırlar.
10-Hz. Ali (r.a)’nin tasvirinin (İslâm’da tasvirin olmadığını, hususen halifelerin ve ehl-i beyt’in tasvirlerinin takvaca hiç hoş karşılanmadığını hatırlatırım) hemen bitişiğine M. Kemal’in fotoğrafını koymanın bir çelişki olduğunu, şâh-ı velâyet olan ve Hz. peygamberin hadisinde tazimde bulunulmasını buyurduğu bu mübârek halifeyi, asr-ı saadet düşüncesiyle irtibatı olmayan ve 20. asrın pozitivist fikirleriyle yetişen M. Kemal’le yan yana göstermenin abesliğini bir an önce kavramalıdırlar.
11-Sünnîlerin, İslâm akaidine uygun şekilde, Hz. Ali’yi şâh-ı velâyet ve ehl-i beyt’in tacidarı bilip, Muharrem Ayı’nda aşûre günü tertip ederek duâ ettiklerine yüreklerinin bütün gücüyle inanmalıdırlar.
“ŞÂH-I MERDAN ALİ” HATTINI CEMEVİ’NE HEDİYE EDEN SÜNNÎ ÖĞRETMEN
Taşra üniversitelerinin birinde adı İsmail olan öğretim görevlisi Sünnî bir Türk, “Türkiye’nin Toplumsal Tarihi” derslerinde tasavvuftan yola çıkarak Sünnîleri ve Alevîleri “millet” dairesindeki yerlerine oturtur ki, Alevî talebeler samimiyetle dinlerler ve hayret içinde “hocam, bu anlattığınız kavramlar bizim anlayışımızda da var” demekten kendilerini alamazlar. Bu dersler Alevî talebelerin kalbî istekleriyle hocanın bürosunda daha bir kuvvetle sürüp gider, Sünnî ve Alevî tasavvufunun benzer kavramları sâyesinde “dildaş” olup çıkarlar.
“Türkiye’nin Toplumsal Tarihi”ne cumhuriyet ideolojisi ve “argümanlarıyla” değil, tasavvuf ve medeniyetçi bir zaviyeden bakan Sünnî Türk öğretmen bu dostluğun sembolü olarak kendi hususî sanatıyla ebrû zemin üzerine yine ebrû ile simetrik bir şekilde, Şâh-ı Enbiya Hz. Peygamber (s.a.v)’ın Şâh-ı velâyet Hz. Ali’ye (r.a.) hediye ettiği Zülfikar’ın iki tasvirini yerleştirip, ortasına Kur’an harfleriyle “Şah-ı Merdan Ali” hitabını yazarak tablolaştırır ki, hakikatte ortaya İslâm hat ve motif sanatlarının numunesi bir eser çıkar.
Yanına çokça gelip giden Alevî bir talebeye “şu nâçiz hediyemizi İstanbul Cemevi’ndeki dedeye teslim et ve selâmımızı söyle” der. Hayatında en doğru bilgileri öğrendiği Sünnî bir öğretmenin elinden Cemevi’ne hediye edilmek üzere verilen eserin muhtevasını gören talebe kendinden geçer.
Hâsıl-ı kelâm; Hz. Ali (r.a)’nın yücelttiği “millet”in, yani İslâm’ın ve Hacı Bektâş-ı Veli’nin Makâlât’ındaki nasihatların yolunda yürüyen Alevîler kardeşimizdir, kardeş.
(Kaynak'tan yazarın diğer yazılarına da ulaşabilirsiniz.)
-
TBMM tutanaklarına bakmamız olayı aydınlatacaktır. En basitinden 1 örnek ben vereyim:
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ 5. Dönem 4. Yasama Yılı, 1. Birleşim, 01 Kasım 1937 Pazartesi günü Atatürk tarafından yapılan açılış konuşmasından 1 cümle:
Milletimizin layik oldugu yüksek medeniyet ve refah seviyesine varmasmi alikoyabilecek hi§ bir engel diisiinmege yer birakilmadigmi ve birakdmayacagmi huzurunuzda soylemekle bahtiyarmi
(Bravo sesleri, alkislar). Tuncelindeki icraatnniz neticeleri, bu hakikatin yakin ifadesidir
(Not: üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan kopyalayıp yapıştırdım. Daktilo yazısı olduğundan harfler bilgisayarda farklı görünebiliyor. Tam metni şurada: http://www.tbmm.gov....bmm05020001.pdf 3. Sayfaya bakmanız yeterlidir.)
İşin ilginç bir yanını da söyleyeyim. Tunceli Alevileri ilginçtirler. Kendilerine bu soykırım'ı yapanlara desteklerini sürdürmekte ısrar ediyorlar. Seyit Rıza'nın yaşını küçültüp oğlu Reşik Hüseyin'in yaşını büyütüp (16 yaşındaydı) pazar gece yarısından sonra jet bir kararla idam etmişlerdir.
-
İlk olarak hangisini okumanız gerektiğine dair bilgileri vermişler. En güçlü kalem ve medeniyeti, zihniyeti sağlam olduğundan bütün eserlerini okumanızı tavsiye ediyorum tabiki.
Eğer okumaya yeni başlayan birisi iseniz, bir tiyatro eseri olan "Bir adam yaratmak" adlı eserini tavsiye ederim. Oldukça kısa (150 sayfa civarıydı) ve çok akıcı bir üslubu var eserin. Bir kaç saatte bitebilir.
"Ne yapayım anne? Kestiniz incir ağacını..."
-
Enteresan olaylarla gelişen bir anı olmuş bu. Neyse ki Türkiye'de "seri katil" potansiyelinde bir taksici henüz anasının karnına zühur etmedi. İmamlık meselesi de bir hayli garip duruyor. Allah Allah.
Madem ki böyle bir başlık açılmış üstad Trra paşa tarafından, ufacık bir hikayede anlatmak bize düşer.
Uçak tecrübem bir elin parmaklarını geçmez. Şehirlerarası seyahatlerimi genellikle şehirlerarası terminal işletmelerinin değnekçilerinin şahsımı yönlendirdiği firmalara ait otobüslerle yaparım. Yine böyle bir yolculuk esnasında daha önceden dizüstü bilgisayarıma yüklediğim "Beyaz Piramitler"i inceleyen çeşitli fotoğraflara, yazılara bakayım dedim. Yanımda oturan orta yaşını henüz geçmiş bir amca "Yeğenim hele şu iddaa sonuçlarına bir baksana" diye buyruk verdi. Mobil modeme sahip olmadığımı, bu otobüsün de wi-fi desteğine sahip olmadığından bakamayacağımı anlatmaya çalışırken şöyle bir tepki verdi: " Senin bilgisayar bozuk tamire yollat". Olabilir beyamca diyip olayı geçiştirdim.
Bir süre sonra otobüs yine bir terminale girdi yolcu indirip bindirmek için. Kısmet bu ya, binen hiç yok inen çok. Yanımdaki Hightower'ımsı moloztaş amca pek rahat edemediğinden kalkıp başka bir koltuğa oturdu ki bu çok isabetli bir karar oldu. Benim de boyum uzun olduğundan pek bir rahatladım.
Beyaz Piramitler hakkındaki yazıları okuduktan bir müddet sonra yorulmaya başladım tabi. "Yeni aldığım şu kulaklığı bir deneyeyim" dedim kendi kendime. Taktım kulaklığı. O an her ne kadar da Terk-i dünyâ, terk-i ukbâ, terk-i hesti, terk-i terk moduna girmemi sağlayacak müzikler dinlemeyi geçirdiysem de içimden, ani bir kararla bu isteğimden vazgeçtim. Pek te adedim olmadığı üzere hard rock dinlemeyi tercih ettim. Böylece kulaklığa verdiğim 35 TL'nin boşa gidip gitmeyeceğini anlayacaktım.
Zıngırtı başladığı anda bende büyük bir hayal kırıklığı meydana geldi gece yarısını geçen o melankoni saatlerde. Moralim pek bir bozuldu. 3.5 TL bile edemeyecek bir kulaklığa nasıl oldu da 10 katı bir para verdiğimi anlamaya çalışıyordum. Kendimi bir de teknolojik ürünlerinden anlayan biri olarak tanırdım. Ses çok uzaktan geliyordu çünkü. Hem bilgisayarda hem de kulaklıkta son ses açmıştım.
Kısa bir süre sonra etrafımdakilerin bana baktıklarını gördüm fakat anlam veremedim. Çünkü müziğin sesini ben pek fazla duymuyordum ki o insanların duymalarına imkân yoktu. Eee, Ne diye bakıyorlardı bana? Nur yüzüme mi? Hiç te öyle bir sıfata sahip değildim. Host efendi di yanımdan bir kaç defa geçerken gözlerimin taa içine baktı. Ben ise hem moral bozukluğuyla hem de sinirle içimden birkaç küfür savurdum denyolara(!)
Az sonra tekrardan kulaklığın, kulaklıktaki ses ayarlarıyla oynama ihtiyacı duydum. Çevirdim bir tarafa. İşte o anda soğuk bir ter dökmeye başladım. Ses ayarlarıyla oynamama rağmen seste herhangi bir değişiklik yoktu. Pardon! Girişlerini takmamışım bilgisayara kulaklığın. Ses direk o hayvani bir ses sistemine sahip olan dizüstü bilgisayarımdan çıkıyormuş da 35 TL verdiğim kaliteli kulaklığım dış sesi olabildiğince engelliyormuş. Ani bir hamle ile kapattıp bilgisayarımı da gözlerimi de renkten renge girerken. İşte o otobüs firmasıyla bir daha yolculuk etmeye gönlüm razı olmadı aynı host ile karşılaşırım diye. Bir postmodern darbeye de ben maruz kalmıştım. Bütün hayıflanmamda bundan ötürüdür.
-
Kamu vicdanı rahatlamıştır biraz belki.
-
Serdar Tuncer'in en sevdiğim şiirlerinden birisi:
Ve Aşk...
Kerem kendi suretini görmeden
Sen artık aslı-na bürün demişler
Ferhat doğduğu gün isim vermeden
Bu çocuk ne kadar şirin demişler
Üniversitede bölüm klübümüzün yaptığı organizasyona katılmışlardı kendileri. Çok hoş bir programdı. Zaman zaman gözlerimiz hüzünden; zaman zaman gülmekten yaşardı.
-
Geldikleri gibi giderler B)
-
Sözlük
-
İyi gelişmeler bunlar. İlk kuran kursu tecrübem geldi aklıma. Rahmetli, demirden sopasıyla vurmuştu elime bir tane. Ben de elimi kanatarak abdestim bozuldu bahanesiyle kaçıp yıllarca Kur'an Kurslarının, öğreticilerinin yanından bile geçmedim. Mevzu bu değil. Şu aşağı fotoğraftaki adam King yav.
King, şunu dışarda yapsan ? Camiye çok yakışmamış gibi duruyor.
-
Site sakinleri. Her birimiz edebiyatın bir dalı olan şiirlerden belli miktarlarda haz duyarız. Sıklıkla okuduğumuz şiirin biçimsel ve anlamsal özellikleri sizce nasıl olmalıdır?
Çoğu insan ömründe bir defa olsun şiir yazmıştır. En azından yazmaya kalkmıştır. Bunu yaparken nelere dikkat ettiniz, edersiniz?
Günümüzde aruz ölçüsü ile şiir yazmaya çalışmak acemi şairler için imkansız olsa gerek. Peki hece ölçüsü? Postmodern bir anlayışla, biçimsel olarak ölçüsüz, kafiyesiz şiirler ne derece şiirdir? Şiirde aranacak olan en önemli şey anlam mıdır? Neden?
Şu şiir örneklerine bakalım. Hece ölçüsüne gayet uyuyorlar. Anlamsal olarak bir şey verebiliyorlar mı? Bu şiirlerden sonra postmodern birkaç şiiri aklımıza getirelim. Kafiyesiz, ölçüsüz ama anlamı derin.
Hangisi daha makbul? Karar veremedim ben :)
Neden geldiğimi sordum kadereNasıl sorarsın ki dedi kahpece
Tamu biletimi kesmişler vay be
Işığı görmeden vazgeçtim bile
--------------------------------------
Nerede aldın sevincimiÇaldırdım sana benliğimi
Unutturdun bana kendimi
Göm mezarına gençliğimi
-
İşaretlediğim seçenekler şu şekilde:
Televizyon ve gazete ağırlıklı olmak üzere interner haber sitelerinede baktığım oluyor. Ama ayaklı gazeteler bayağı iş görüyor bu konuda. SMS'lerle ya da Kampüste, servislerde filan çok şey duyuyorum.
Haber TV'leri ağırlıklı tabi. Gazete ise özel olarak aldığım bir gazete yok. Sabahki manşetlere göre değişiyor.
İnternet Haberciliği olarak ise başta Haber7 olmak üzere Haber Türk, yerel haber sitelerine bakıyorum.
-
Şu an yaşadığım durumdan nefret ediyorum bende. Nezle oldum yine akıyor burnum :) ne zaman düzeleceğim yav? İçtiğim sigaranın bile tadı kalmıyor hastayken. Bir de vize dönemi. Çok dertliyim of.
- 1
-
Dedemin bir sözü vardı; kendi itizi hah'ın begine değiştirmeyin (kendi köpeğinizi yabancının ağasına değiştirmeyin).
-
Yanlış oy verenlerin oyunu geri alıp tekrar oy verebilme hakkı bulunuyor sanırım.
Saygılarımla...
O hakkımı kullanmak istiyorum zaten ama nasıl yapabileceğimi göremedim. Sanırım öyle bir hak izinlerde verilmemiş :)
-
Yanlış oy verdim, pardon :)
19-25 olacaktı benimki.
-
Allah rahmet eylesin.
-
Biliyorsunuz Kaddafi de diğer bazı İslam ülkelerindeki diktatörler gibi bir süre Türkiye'de eğitim görmüş birisi. Bahriyeliydi sanırım. Darbeci zihniyetle dolu bir insan :)
Hatta derler ki, Türk Ordusu'ndaki arkadaşları rütbe aldıkça kendi kendine de rütbe veriyormuş manyak :D
-
Bir arkadaşımın bu konuda yazdığı güzel bir yazı var.
Daha gösterime girmeden oldukça ses getirmiş, izlenilmeden nefret söylemi bulundurduğuna dair imaj sahibi olmuş, kurtlar vadisi fanları tarafından merakla beklenen bu film geçtiğimiz cuma günü tüm türkiye’de gösterime girdi. Filmin konusu Polat Alemdar’ın Marmara Gemisine operasyon düzenleyen adamı öldürme arzusundan ibaret. Moshe adlı karakteri Behzat Ç. dizisinden tanıdığımız Erdal Beşikçioğlu canlandırıyor. Açıkçası filmdeki performansından etkilenmemek elde değil. Bunun dışında Necati Şaşmaz 2 ya da 3 mimik kullanarak atlattığı bu filmde memati (gürkan uygun)’un performansı da yabana atılacak cinsten değildi. Filmde asıl dikkat çeken unsur hollywood ayarındaki aksiyon sahneleriydi. Cidden oldukça başarılı olan bu sahneler filmi sıkılmadan izlemenizi sağlayacak nitelikte.Filmin konusunu incelediğimiz zaman ise hayal kırıklığına uğramamanız içten bile değil. Filmin neredeyse konusu yok. Marmara Gemisi operasyonuna dair filmin başındaki 1-2 dk’lık görüntüden başka film içinde marmara gemisi’ne dair hiçbir söz geçmiyor. Filistin’lilere uygulanan zulmler belli bir adama bağlanmış. moshe adındaki komutan mı yoksa başka bir şey mi olduğu belli olmayan şahıs kafasına göre filistin topraklarına girip halka zulüm uyguluyor ve polat da bunun öcünü almaya çalışıyor.
Kurtlar Vadisi Filistin filminin bir diğer eleştirilen yönü olan nefret söylemi iddialarının boş olduğu filmi izleyince ortaya çıkıyor. Kurtlar Vadisi ekibi bu filmde hassas davranmış ve yahudilerle zulüm işleyenleri ayırmayı iyi becermiş. Filmde hiçbir şekilde yahudi düşmanlığı öne çıkmamakla birlikte filmde öne çıkan tek kadın oyuncu yahudi asıllı bir abd vatandaşıdır. Bu karakter israil zulmünü eleştirip asıl yahudiliğin böyle olmadığı konusundaki vurguları yerinde. ayrıca bu karakterin büyük babasının polonya’da hitler tarafından katledilmiş biri olması da haksızlığa uğramanın, haksızlığı savunma argümanı olarak kullanılmayacağını iyi bir şekilde vurguluyor. filmde nefret söylemi olarak algılanılmayacak, fakat rahatsız edebilecek bir nokta ise “kötü” karakterin isminin moshe olması. Bildiğiniz üzere bu isim musa isminin yahudi versiyonudur. Peygamber olan hz. musa’nın isminin katliam işleyen bir yahudiye verilmesi şık olmamıştır. Bunun tersi olsa ve katil bir müslümanın ismi “muhammed” olarak lanse edilse türk toplumunun nasıl galeyana geleceğinden hepimiz eminiz.
İyisiyle kötüsüyle kurtlar vadisi filistin izleyicilerin önüne çıktı. Bu filme dair spoiler vermek neredeyse imkansız olduğu için bu yazımda hiçbir uyarı koymadım. senaryoda hiçbir şey yok. Fakat çok kaliteli aksiyon sahneleri var. Filmi izlerken kesinlikle sıkılmıyorsunuz. Ayrıca nefret söylemi iddialarını çürüttüğü için de kurtlar vadisi filistin önemli bir sınavdan da başarıyla geçmiş oldu.
http://www.libersite.com/?p=979
Okumanızı istedim sadece :)
- 1
-
Sevgili günlük :=)
Tekrardan hicranlıyım.
Henüz kaç ay oldu ki? 12 Şubat'ta Kahramanmaraş'ın kurtuluş gününde 5. ayımızı doldurup 6. ayımıza gireceğimizi söylüyor telefonumdaki not defterim. (Ardından o meşhur 14 Şubat...Gerçi ben pek sevmem böyle günleri aklımda tutmayı. Nasıl kalıyor bende anlayamadım daha). Günler öncesinden haber veriyor bana. Gerçi o not defteri bana unutmak zorunda kaldığım bir çok şeyi hatırlatıyor. İyi ki zamanında bolca not almışım oraya. Durun, konu bu değildi, ne diyordum ben? 12 Şubat diyordum 5. ayın biteceği dönemi diyordum.
Hâla öyle bir fırsatımız var mı ki? Nelerden vazgeçmiştim halbu ki. Tek kalemde nasıl da silip atmıştım bir çok şeyi. Merak ediyorum, hatırlayamadığım daha nelerden vaz geçmişimdir acaba, hangi hayallerimi, hangi umutlarımı, hangi fırsatları gömmüşümdür kalbimin mezarlığına.
Çok söylemek istiyorum; "ben seni hiç sevmedim ki" diyebilmeyi. Sonra devam etmek istiyorum;
Ben seni hiç sevmedim kiYorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim
Bir çiçeğe gülmeni bir güle benzemeni sevdim
Bir de yıldızları sevdim
Eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular
Ben seni hiç sevmedim ki
Beni yola koduğunda ayrılmayı sevdim
Kurşunları sevdim beni vurduğunda
Ağlamayı sevdim unuttuğunda
Yalnız olduğumu anladığım da
Ayakta kalmamı sevdim
Yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda
Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği
Su gibi özledim temmuz güneşinde sesini
İkindide yağmur gibi
Geceleyin rüzgar gibi sevdim seni sevdiğimi
Ben seni hiç sevmedim ki
Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim
Menekşeyle konuşmanı
Nisana hatırlatmanı
Baharın bir adının da yalnızlık olmadığına
Düştüğüm zaman kanayan yanlarımı
Ve tuhaflığımı yürüdüğüm zaman
Sakız satan çocukları
Yeni çıkan şarkıları
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
Ben yangını sevdim
Yandığım zaman böyle işte
Ben seni hiç sevmedim ki
Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine
Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde
Alemin ortasında kimsesizliğin sesinde
Buğusunda sabahın
Acımasızlığında bir ahın
Ağlayan yüzende insanın
Hep ferahlatan gücüyle duanın
Korkutan yanıyla narın
İncirin zeytinin ve kalbin üstüne
Gülün üstüne
Tutunduğum umudun üstüne
Senin üstüne
Hepsinin üstüne
Ben seni hiç sevmedim ki
Gittiğin zaman
Gitmeni sevdim
Evreni sevdim geldiğin zaman
Kalmanı sevmedim
Ürküyordum sana alışmaktan
Yine de sevdim gülümsemeyi
Mendilimi sallarken seni götüren trenin arkasından
Kırlara ilk kar düştüğü zaman
Ölümün ne güzel olduğunu sevdim
Seni içimde öldürdüğüm zaman
Ben seni hiç sevmedim ki
Yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim
Bir çiçeğe gülmeni bir güle benzemeni sevdim
Bir de yıldızları sevdim
Eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular
Ben seni hiç sevmedim ki
Beni yola koduğunda ayrılmayı sevdim
Kurşunları sevdim beni vurduğunda
Ağlamayı sevdim unuttuğunda
Yalnız olduğumu anladığımda
Ayakta kalmamı sevdim
Yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda
Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği
Su gibi özledim temmuz güneşinde sesini
İkindide yağmur gibi
Geceleyin rüzgarı sevdim seni sevdiğimi
Ben seni hiç sevmedim ki
Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim
Menekşeyle konuşmanı
Nisana hatırlatmanı
Baharın bir adının da yalnızlık olmadığını
Düştüğüm zaman kanayan yanlarımı
Ve tuhaflığımı üşüdüğüm zaman
Sakız satan çocukları
Yeni çıkan şarkıları
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
Ben yangını sevdim
Yandığım zaman böyle işte
Ben seni hiç sevmedim ki
Ben sevdim mi
Adam gibi severim.
Adam gibi seviyorum. Adam gibi sevmiştim demek zorundayım. Dil ile değil, gönül ile. Nasıl, nasıl başaracağım?
Ha bir ara bir yerde okumuştum kalmış hafızamın saklı köşelerinde: Aşk iki kişinin karşılıklı oynadığı bir oyundur. İyi olan her zaman kaybeder. Ben, iyi olmaya devam edeceğim! Hak etmese de, hak etmeslerde...
Son olarak senin gibilere;
Zaman ola devran döne sen de çekesin.
Yitiresin umudunu heder olasın.
Aşka düşe kahrolasın candan bıkasın.
Ömrün boyu bir kez olsun gülmeyesin.
-
Hazır eliniz değmişken özel mesaj kutusunu biraz daha büyültebilirseniz çok hoş olur.
Ben bu değişikliği hiç sevemeyecem galiba. Ahh ah nerede o eski ipb sürümleri :) Nerede benim "Yardımcım" ?
-
Yazmıyayım yazmıyayım diyorum da dayanamadım.
Şimdi Yavuz Bülent Bakiler denen yazar, kaleme aldığı ilk mesajdaki yazısıyla kendisinin yazar mı olduğunu kanıtlamış yoksa çok ince düşünebilen bir tarih bilgini olduğunu mu ima etmiş ya da araştırmacı olduğunu mu dillendirmiş? Kendisinin ilk defa bir yazısını okudum, inşallah bu yazısı sadece bir kazadan ibarettir. Yoksa çok yazık!
E be efendi, Kazım Karabekir Paşa, Atatürk'ü sevse ya da sevmese ya da saygı duymasa ve bunu kızı dillendirse ne değişecek? Boş laf bunlar. Yazmış, yazmış ama boş yazmış. Yeter artık Atatürk'ü şu çok severdi, bu sevmezdi, şu şunu düşünürdü demeyi bıraksın bu yazarlar.
Atatürk'ün yaptıklarına bakın, söylediklerine bakın. Kazım Karabekir Paşa'nın saygısına bakmayın ey entel dantel sürüsü!
-
Reyhan Hanım tamamen haklı yazdıklarında. Fakat sadece bir noktada yanılıyor :) O kurulacak köprü sadece yaya trafiğine açık olacak. Hoş o köprü üstünde "omuzuma çarptı burnunu kırdım bende hakim bey" türünden vakalar olmayacağının garantörü yoktur.
İşte bir ülkede kurumlar başka, kurallar başka, halk başka oldu mu, Reyhan Hanım'ın hayali olan bir Türkiye...Çokca düşünsek te "evet" demek ihtimali çok düşük ama imkânsız da değil.
Seçkin Beyitler
in Diğer Şairler
Posted · Report reply
Her gelen mestân u rindân ise gelsin türbeme.
Gelmesin sofi vü zâhid tard u ib'âd eyleyin.
Harput Divanı'ndan.