Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nur_yolcusu_duygu

Üye
  • Content Count

    106
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by nur_yolcusu_duygu


  1. Necip Fazıl'ın Büyük Doğu yazıları kitaplaştı

     

     

    Necip Fazıl Kısakürek'in pek çok müstear isimle Büyük Doğu dergisinde kaleme aldığı yazılardan bazıları kitap sayfalarına taşındı. Büyük Doğu Yayınları'nca 'Vesikalar Konuşuyor', 'Büyük Doğu Cemiyeti', 'Bediüzzaman Said Nursi' ve 'Nasrettin Hoca' adlarıyla yayımlanan dört kitapta Necip Fazıl'ın siyasî ve sosyal meselelere dair metinleri yer alıyor.

     

    Büyük Doğu Yayınları, Necip Fazıl Kısakürek külliyatına yakın zamanda sessiz sedasız dört yeni kitap daha ekledi. Necip Fazıl tarafından 1983 yılında kurulan ve bugüne kadar merhum şairin Bütün Eserleri'nin yayımını sürdüren yayınevi, Necip Fazıl'ın Büyük Doğu dergilerinde yayınladığı yazılardan bazılarını dört kitapta topladı. Suat Ak editörlüğünde hazırlanan kitaplar Vesikalar Konuşuyor, Büyük Doğu Cemiyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Nasrettin Hoca adlarını taşıyor. Yayınevinden gelen bu habere en çok, birçok kez kapatılan, yayını durdurulan, birden çok ilk sayısı olan Büyük Doğu dergisini eline alıp okuma imkânı bulamayan yeni nesiller sevinecek gibi.

     

    Yirmi yedi yıl evvel bu dünyadan ayrılan Necip Fazıl, sadece Sakarya Türküsü, Zindandan Mehmed'e Mektup, Beklenen gibi en çok bilinen şiirlerinin yer aldığı Çile adlı şiir kitabının şairi değildi. Dönemin siyasî ve sosyal olaylarına da kayıtsız kalmayan Necip Fazıl, Büyük Doğu'da yer yer kendi ismi ile çoğu zaman çeşitli müstear isimlerle yazılar da kaleme aldı. 'Büyük Doğu'lardan Derleme' isimli seriden çıkan kitaplar arasında en dikkat çekeni 'Vesikalar Konuşuyor', Üstad'ın dergide 'Dedektif X Bir' müstearı ile yazdığı yazılardan oluşuyor. Kitaptaki her biri bir vesikaya bağlı yazılarda, "Türk cemiyetinin sahip olduğu bütün kıymetlerin ve maddi-manevi değerlerin Cumhuriyet tarihi boyunca belli zümre ve şahıslar tarafından nasıl istismar edildiği" anlatılıyor. 'Büyük Doğu Cemiyeti'nde Kısakürek'in siyasî ve sosyal mücadelesi içinde önemli bir yeri olan Büyük Doğu Cemiyeti partisinin 'oluş ve olamayış' süreci, kendi kaleminden naklediliyor. 'Bediüzzaman Said Nursi' isimli kitapta, Necip Fazıl tarafından Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatı ve eserlerinin anlatıldığı bir yazı ile Büyük Doğu dergisinde yayımlanan Nur Risaleleri'nden bölümler yer alıyor. 'Nasrettin Hoca'da ise Necip Fazıl, bir 'güldürücü'den çok milli bir kahraman olarak gördüğü Nasrettin Hoca'dan menkıbeler ve fıkralar aktarıyor. Kitabın sonuna eklenen 'Gülebilsek' ve 'Ağlatan izah' bölümlerinde Hoca'nın hikayelerine birer cümlelik notlar düşen Necip Fazıl'ın kaleme aldığı küçük küçük mizahi hatıralar yer alıyor. YAVUZ ULUTÜRK İSTANBUL ZAMAN


  2. gerçekten Türk milletinin bu günü tatil olarak benimsemesi ve bir hristiyan gibi o günü eğlenme (ve binbirtürlü gayrihelal yerlerde) günü ilan etmesi utanç verici, bir Osmanlı torunu olarak, bir Türk milleti olarak en baştada Ümmet-i Muhammed olarak utanç verici birşey... cahilliklerine veriyoruz ve üstaddan bu sözleri yazan arkadaşları tebrik ve teşekkür ediyorum...


  3. Evet, Dersimde yaşananlar iğrenç şeyler, savunulur bir tarafı yok, ama 33 askerin ortada hiçbir durum yokken karakolları basılarak Seyyid Rızâ'nın emriyle öldürülüp üstüne üstlük yakılmasından sonra bu olayın yaşandığını unutmamak gerek.

    Açıkça söylemek gerekirse bu olaydaki amaç bir soyu kırmaktır, Dersim Soyunu. Oyüzden Soykırımda diyebiliriz aslında.

     

     

    teşekkür ederim bu ayrıntıyı bilmiyodum gerçekten


  4. Muhsin Batur "Anılar ve Görüşler" adlı hatıratında Kayseri 19. Piyade Alayı'nda staj görürken Dersim'e gidileceği emrinin geldiğini anlatır.

     

     

     

    Trenle Elazığ'a giderler, oradan Pertek'e. Tam isyan günleridir. Heyecanla size açıklayacağı çok önemli şeyler olduğunu düşünüyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Çünkü Muhsin Batur, Dersim'de iki ayı aşkın 'özel görev' yaptığını söyledikten sonra ağzına susturucu takar ve şu acı itirafta bulunur: "Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum."

     

    Ne demek şimdi bu?

     

    Ne var ki, Dersim'e düzenlenen "sükût suikasti", yani susarak suikastte bulunmanın istisna değil, kural olduğunu öğrenince şaşırmak olağanlaşıyor. Üzerlerindeki ağır baskı ve terör yüzünden herkes susmuş. Basında ise bir tek "Son Telgraf" gazetesi Doğu vilayetlerinde huzursuzluk olduğunu yazmaya yeltenmiş ya, derhal kapısına kilit vurulmuş.

     

    Neyse ki konuşan birisi vardır. O kişi, Onur Öymen'in konuşmasından 60 küsur yıl önce kalemiyle gider Dersim'deki acıların üzerine. Cumhuriyet'in bir tabusunu tek başına yıkmaktadır.

     

    Necip Fazıl Kısakürek, "Büyük Doğu"da yayınladığı yazılarını "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabına almasa belki bizim nesil de Dersim faciasından çok geç haberdar olacaktı.

     

    Yalnız Necip Fazıl'ın farkı şu: Olayı 'din özgürlüğü' kapsamında ele almış. Yani Alevi, Kürt şu bu gibi ayrımların üzerine sünger çekerek Dersim'de hedefin, bölgenin "bir türlü sulandırılamayan koyu İslamî rengi"nin ortadan kaldırılması olduğunu iddia ettikten sonra şunu eklemiş:

     

    "Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde (...) din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz."

     

    Dersim faciası hakkında kimse, hele 'sağcılar' konuşmadı diyenlere inat, Necip Fazıl cesurca ortaya çıkıp kulaktan kulağa fısıltı halinde aktarılan rivayetleri dergisinin alnına kazımıştır. İşte o insanı insanlığından utandıran anlardan birkaçı.

     

    Elazığ Ortaokulu'nda okuyan iki çocuk, tatillerini geçirmek üzere memleketleri Hozat'a döndüklerinde hayatlarının ilk zehrini tadıyorlar. İkincisini tatmak için fazla beklemeleri gerekmeyecek, evlerinde babalarının öldüğünü gören çocukların ağlama seslerine yetişen jandarmalar, "Sizi de onun yanına götüreceğiz" diye sürükleyerek dışarı çıkartacaklardır. Çocuklar babalarının cenazesine gittiklerini zannederken yolda süngülenerek öldürülürler. Gerçekten de babalarının yanına gönderilmişlerdir!

     

    Bir başka sahne: Bir köy, etrafına çalı yığılarak yakılmaktadır. Teker teker tutuşturulan evlerin etrafında yangını seyredenler, dışarıya kaçmak isteyenleri cehenneme iteklemekle görevlidirler. Alevlerin arasından kaçan birisi, onlara haykırır: "Durun, ben köyden değilim, öğretmenim. İzin verin, kimliğimi ispatlayayım." Yapılan işlem kaba ama basittir: Bir kalasla tekrar alevlerin içine itmek. Genç yanarken çalı yığınlarının gerisinde bekleyen "âmir" keyifle sigarasını tüttürmeye devam etmiştir.

     

    Üçüncü olay, 200 kadın ve çocuğun cesetlerinin buğday sapları üzerinde cayır cayır yakılmasıdır. Öldürülenler arasında izinli olarak köyüne gelmiş olan Rüstem adlı bir asker de vardır. Ne dediyse dinletememiş, dört çocuğu ve seksenlik anasıyla birlikte kurşunlanmış ve yakılmıştır.

     

    Bir de Hozat'ın Zımbık köyünde geçen bir olay vardır. Bu, Necip Fazıl'ın deyişiyle trajedi üstadı Shakespeare'in hayal gücüne bile taş çıkartacak olayda, erkekleri tamamen doğranmış bir köyün 100 kadar kadın ve çocuğu süngülenir. Öldürülen kadınlardan biri de gebedir. Nasılsa saklanmayı başarmış birkaç kadın köye döndüklerinde ölü yığınlarının arasından bir çocuğu fark ederler. Rahmi delinen kadının ölümünden sonra doğan bu kılıç artığı çocuğu alıp büyütürler. Süngü bebeğin topuğunu yaralamıştır. O tarihlerde sağ olan kız, topuğunda o yarayı taşımaktadır.

     

    Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli adlı bir genç ise Elazığ Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra görev yeri olan Trakya'ya gönderilmiş, evlenip barklanmış ve çoluk çocuğuyla tatil yapmak için köyüne dönmüştür. Bu sırada Dersim harekâtı başlamış, genç öğretmenin köy halkı, kendisi ve çocukları da içinde olmak üzere doğranıp cesetleri yakılmıştır.

     

    Nihayet korkunçlukta sınır tanımayan, kelimelerin kifayetsiz kaldığı taç olay:

     

    Mazgirt'in Tersemek bucağı halkı aynı şekilde hunharca doğranırken bir hayır sahibi, 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Ancak durumdan haberdar olan operasyon ekibi, çocukları saklandıkları yerde bulur. Emir verilir; öldürüleceklerdir. Ne var ki, bu katliamı işlemeye kimse yanaşmaz. En katı yürekliler bile savunmasız masumlara karşı silah kullanamayacaklarını söyler. Nihayet içlerinden bir 'babayiğit' çıkarak dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işini bitirir.

     

    Arkasından ekliyor Üstad: "Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur."

     

    Bir emekli orgeneralin anlatmaktan kaçındığı sırları Necip Fazıl'dan öğrenmişti Türkiye.

     

     

     

     

     

    28 Kasım 2009 tarihli Zaman Gazetesi köşesinden...

×
×
  • Create New...