Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Eşref Bey

Editor
  • Content Count

    390
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by Eşref Bey


  1. Paylaşım için Allah razı olsun Kalemdar gönüldaş. Çok kıymetli bir paylaşım. Daha önce bu mersiyeyle karşılaşmak nasip olmamıştı. Bir kızın babasına yazabileceği en güzel şiir budur herhalde. Daha nasıl anlatılır ki Kainat Güneşi'nin dünyayı terkedişi.

     

    Selametle...


  2. Zamanında Türkçe okutulmasından ötürü, okutanları hala eleştirdiğimiz ezan şimdi de kürtçe okutulmuş. 70 yıl önceki yobazlığın lacivert hali. Yazık kürt kardeşler demokratik çözüm uğruna ırklarının yüceliğini(!) ön plana çıkararak esas olan maneviyatı ikinci plana atıyorlar. Bu faşistlik değilde nedir? Bu milliyetçilik ya da ırkını sevmek değil, yobaz faşistliktir. Atsız'ı görüşlerinden dolayı eleştirdim hep. Yanlış söylemlerini ısrarla reddettim. Şimdi bu Atsız'ın yaptığından daha da kötü bir milliyetçilik anlayışıdır.

     

    Yazık üzülüyorum arkadaş...

     

    Nereye gidiyoruz biz? Sormak lazım...

    • Like 1

  3. 20 Mayıs'ta Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde ilk kez Kürtçe ezan okundu.

     

    Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde BDP ilçe teşkilatının organize ettiği Demokratik Çözüm ve Barış Çadırı'nda 20 Mayıs günü Cuma namazında Kürtçe ezan okundu.

     

    27 Mayıs Cuma günü ise söz konusu çadırda, Suruç Belediyesi İmamı Abdullah Karsak tarafından kıldırılan Cuma Namazında devlete tepki gösterilen Kürtçe hutbede dini içeriğin yerine baştan sona siyasi içerik aldı.

     

    Kürtçe hutbede "devlet tarafından yapılan inkar ve imha politikalarının devam ettiği ve Şırnak'ta ölen 12 şehidin devlet tarafından inkar edilerek Kürtleri ve davasını yok saydığı' söylendi.

     

    HUTBE ÖNCESİ KÜRTÇE EZAN OKUNDU

     

    Hutbe öncesinde okunan ezan herkesi şaşırttı. Bütün dünyada ortak mesaj olduğu için Arapça orijinalinden okunan ezan Kürtçe okundu. BDP'nin Kürtçe hutbe uygulamasına sert tepki gösteren Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Yalçın Topçu, "Yakında Kürtçe ezan isterlerse şaşırmayın" uyarısında bulunmuştu.

     

    BDP il Başkanı: Devam edecek

     

    BDP Şanlıurfa İl Başkanı Müslüm Kaplan STAR'a yaptığı açıklamada, geçen hafta Kürtçe ezan okunmaya başlandığını belirterek, bundan sonra da devam edeceğini söyledi. Kaplan, "İbadetler Kürtçe yapılıyor. Kürtçe ezan da geçen hafta başladı. Bundan sonraki süreçlerde o toplumun ağırlıklı dili neyse o dilde okunmaya devam edecek" dedi.

     

    BDP eski Grup Başkanvekili ve Batman Bağımsız Milletvekili adayı Bengi Yıldız, Kürtçe ezandan haberi olmadığını söyledi. Yıldız, "Şimdi ilk kez sizden duyuyorum. BDP'de bu konu tartışılmamış, bununla ilgili alınmış bir karar yok. Nereden çıktığını anlamadım. Böyle bir şeye ihtimal vermiyorum" dedi.

     

    CHP 18 yıl Türkçe Ezan okuttu

     

    BDP'nin Kürtçe ezan uygulaması akıllara CHP'nin iktidar olduğu dönemde, 18 yıl boyunca zorunlu Türkçe ezan uygulamasını getirdi. Türkçe ezan 29 Ocak 1932'de fiilen, 18 Temmuz 1932'de de resmi genelge doğrultusunda okunmaya başladı. Sonraki günlerde evkaf müdürlüklerine Türkçe ezan metni gönderildi. Müftülüklere gönderilen genelgede ise ezanı Türkçe okumaları, buna uymayanların kesin ve şiddetli bir şekilde cezalandırılacakları bildirildi. Türkçe ezan okumayan imamlar Jandarma eliyle tutuklandılar, pekçok imam işkenceden geçirildi. CHP'nin bu uygulaması Demokrat Parti'nin 1950 yılında iktidara gelmesinin ardından Arapça ezan yasağının kaldırılmasıyla sona erdirildi.

     

    Kürtçe Ezan'ın sözleri şu şekilde

     

    Xwademazıni - Allah büyüktür (4 defa)

    Be vi tıXwadetınnani - O'ndan başka ilah yoktur (2 defa)

    Muhammed şandiyeXwade'ye - Muhammed O'nun elçisidir (2 defa)

    Varın nımejye- Haydi namaza (2 defa)

    Varın rıhatiye - Haydi felaha (2 defa)

    Xwademazıni - Allah büyüktür (2 defa)

    Be vi tıXwadetınnani - O'ndan başka ilah yoktur (2 defa)

     

    Zaman


  4. Kenan Evren'e verilebilecek en büyük ceza herhalde onu vicdanıyla başbaşa bırakabilmektir. Ama onda o vicdanda bulunmadığı için ne ceza verseler hafif gelir. Zaten bu yaşından sonra ceza çekecek hali de yok ya neyse... Şimdiye kadar yapılmalıydı bu. Yaptığını bugün bile mazur göstermeye çalışan bu adama ne sorarsan sor yine pişkinlikle diretip hakkını savunacaktır. O kadar mazlumun günahının ağırlığı altında ölürde kimileri ders çıkarır belki.


  5. Kardeşim öyle bir yerde bırakmışsın ki... Heyecanla devamını bekliyorum.

     

    Ömer Çetin ne kadar güzel bir şekilde anlatmış. Keşke bizim gibi keyfiyet ve liyakat yoksunu sürüngenlere de nasip olsa böyle sohbetler. Geçici ömrümüzün ötesini düşünmeden yaşayan bizlere çok yazık. Nefsi önümüzden kaldırmamız için bir Habil amcaya muhtacız.

     

    Büyük insanlar ve büyük sohbetleri. Rabbim onları yöremizden eksik etmesin.

    • Like 2

  6. Türk edebiyatına unutulmaz eserler katan Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in 'Metafizik evladım' dediği Hilmi Oflaz, ölümünün 13. yılında anıldı.

    Edebiyat çevrelerinin 'Hilmi abisi' Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in 'Metafizik evladım' dediği Hilmi Oflaz, ölümünün 13. yılında Çemberlitaş'taki Birlik Vakfı'nda gerçekleştirilen Hilmi Abi Sofrası'nda anıldı. Anma etkinliğine yazar Mehmet Niyazi, eski Kültür Bakanı İsmail Kahraman, Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel, Mümin Vatansever, Yurdakul Dağoğlu, Mükremin Atmaca ve Ekrem Ayyıldız'ın yanı sıra Oflaz'ın çok sayıda seveni katıldı. Oflaz'ı anma merasiminde konuşan yazar Mehmet Niyazi, Oflaz'ın, Necip Fazıl'ın 'azad kabul etmez kölesi' olduğunu ifade ederek, "Oflaz, Necip Fazıl evine giderken 'bir an evvel kavuşayım' diye minibüsün önüne binerdi, ayrılırken de 'en geç varabilmek' için minibüsün arkasına binerdi" dedi.

    Oflaz'ın işportacılık yaparak öğrencilere yardım ettiğini söyleyen Niyazi, Necip Fazıl'ın hapse girmesinden sonra işportacı tezgahını satarak 1,5 yıl Toptaşı Cezaevi'-nin kapısında Üstadı görebilmek amacıyla beklediğini anlattı. Niyazi, bu 1,5 yıllık bekleyişten ne Oflaz'ın arkadaşlarının ne de çocuklarının haberdar olduğunu ifade etti.

     

    Yeni Şafak


  7. Demokrasi Müzesi

     

    Yılın bugünleri gelince 27 Mayıs darbesini hatırlarım; milletimizin sevgilisi olan Menderes'in, idam gömleğiyle sehpaya götürülüşü gözlerimin önünde canlanır, "Silahların gölgesine sığınan efendilerinize ayaklarım titremeden idam sehpasına gittiğimi söyleyebilir misiniz?" cümlesiyle başlayan sözlerini duyar gibi olurum.

     

     

    Demokrasi, milletin iradesini ve vicdanını yönetime taşımaktır; darbe ise bunlara tahammül etmemektir.

     

    Bütün milleti karşısına almaktan endişe ettiği için hiçbir ordu sivil bir dayanak bulmadan darbe yapamaz. 27 Mayıs darbesini fişekleyen İnönü idi. O sırada Güney Kore'de huzursuzluk vardı; İnönü, bir konuşmasında mealen; "Türk milleti Güney Kore milletinden daha az şerefli değildir." diyerek, darbeyi tahrik etti. Meclis kürsüsünden "Sizi ben bile kurtaramam." demekle darbecilere moral verdi; oysa İnönü, demokrasinin eşitlik rejimi olduğunu bilecek kültüre sahipti. "Ben bile" derken ayrıcalığına vurgu yapmıyor muydu?

     

    27 Mayıs darbesinin bahanelerinden birisi Menderes'in diktatörlüğe yeltenmesidir. Diktatörlük, her şeyden önce mizaç meselesidir. Nazik bir insan olan Menderes'in diktatörlük düşündüğünü iddia etmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Ayrıca bizim gibi ülkelerde diktatörler askerler arasından çıkar; sivilden diktatör görülmemiştir.

     

    Bir başka bahane Menderes'in "Vatan Cephesi"ni kurup milleti ikiye bölmeye kalkışmasıdır. Menderes, Vatan Cephesi'ni durup dururken kurmadı; ona karşı muhalefet cephesi "Güç Birliği" oluşturmuştu; o da Vatan Cephesi'ni teşekkül ettirdi. Sebep olanı değil de, kendini savunanı suçlamak ne kadar vicdani ve hukukidir?

     

    Tahkikat Komisyonu'nun kurulması da darbenin sebepleri arasında sayılmaktadır; bu başka bir bahanedir. Meclisler istedikleri zaman, diledikleri konuda araştırma komisyonu kurarlar; vardıkları sonuçları Genel Kurul'a sunarlar. Niçin o dönemdeki Tahkikat Komisyonu darbe sebebi sayılsın da, diğerleri anayasal bir kurum kabul edilsin?

     

    Diğer bir bahane de İnönü'nün Himmetdede İstasyonu ve İstanbul Topkapı'da öldürüleceği iddiasıdır. Yassıada Mahkemesi'nde CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, verdiği ifadede; "Paşanın yanındaydım; ne böyle bir şeye şahit oldum ne de sezdim." dedi. Zaten ondan sonra bir daha İnönü ile yıldızları barışmadı; CHP'den ayrılmak zorunda kaldı.

     

    27 Mayıs darbesinin tetikçileri CHP ile basındı. Anamuhalefet partisi, gençleri sokağa döküyor, basın da bilmem kaç gencin öldürüldüğünü, kıyma makinelerinde doğrandığını yazıyordu. Suiistimal iddialarını da dillerinden düşürmüyorlardı. CHP'de bu suiistimal yalanları uyduruluyor, gazeteler de manşetlerine taşıyorlardı. Darbeden sonra ne öldürülen gençlerin cesetleri ne de kimlikleri bulundu. Belki de dünyanın en tarafgir mahkemesi Yassıada'da kuruldu. On yıllık Demokrat Parti icraatı didik didik edildi. Hiçbir suiistimal çıkmadığı gibi, on yıl başbakanlık yapan Menderes'in maaş almadığı anlaşıldı. Maaş çeki tahakkuk ettirilir, Menderes imzalar, Hazine'ye devredilirdi.

     

    Bizdeki darbeler dış desteklidir; dışarıda hazırlanır, basınımız ordunun hassas yönlerini göz önünde bulundurarak tezgâha koyar. 27 Mayıs darbesinin asıl sebebi Bağdat Paktı'dır. Paktın diğer üyeleri Irak ve Pakistan'da da darbe yapıldı. İkinci sebep ise hükümetimizin Kıbrıs'ta hak iddia etmesidir. Lozan Anlaşması'yla Kıbrıs'ı tamamen İngiltere'ye verdik. Dış Türklerden söz etmek tehlikeli bir durum haline getirildi, basınımız her gün durmadan buna vurgu yapardı. Menderes hükümetinin Kıbrıs'a sahip çıkması, dış Türkler tabusunun yıkılmasıydı. Bir başka sebep de Fransa'ya karşı bağımsızlık savaşını sürdüren Cezayir'e silah yardımı yapmamızın emperyalist ülkeleri ürkütmesiydi.

     

    Maalesef balık hafızalı bir toplumuz; çok çabuk unutuyoruz. Yassıada, Demokrasi Müzesi haline getirilirse faydalı olur. Müzenin Yassıada'da unutulmaması için Dolmabahçe'deki irtibat bürosunda bir prototipi kurulup halkın dikkati çekilmelidir. Milletimiz ünlü savcı Egesel'in 1957 seçimlerinde Demokrat Parti'den aday adayı olduğunu, seçilemeyince kin beslediğini bilmelidir. Tabii aynı zamanda Yassıada Mahkeme Başkanı Salim Başol'un, verdiği idam cezalarından dolayı Anayasa Mahkemesi başkanlığına getirilmekle ödüllendirildiğini de unutmamalıdır.

     

     

    06 Haziran 2011, Pazartesi

    • Like 1

  8. Cemaatin MHP Desteği Doğrulandı

     

    Geçtiğimiz günlerde İskenderpaşa cemaati adına açıklama yapan Muharrem Nurettin Coşan, 12 Haziran'da MHP'yi destekleyeceklerini belirterek, seçimde MHP'ye oy verilmesini istemişti.

     

    Coşan yaptığı açıklamada "Haydi! Yalnız bırakmayalım meydanda özgürlükler vaad edegelen arkadaşı. MHP'li kardeşlerim, barajı aşın da, sizinle birlikte, daha önce söz verip de yerine getiremeyenler için bir telafi fırsatı doğsun. Birleşsin güçler, def etsin akbabaları, şanımız yürüsün cihanda. Sefillere uşak olmayalım. Çünkü, kölesiyiz, Razı olsun âlemlerin Efendisi bizden." cümlelerine yer vermişti.

     

    Star Gazetesi Yazarı İbrahim Kiras, MHP'ye destek verip AKP'yi yerden yere vuran açıklamanın, korsan değil İskender Paşa Cemaati'ne ait olduğunun doğrulandığını yazdı.

     

    İşte Kiras'ın yazısının ilgili bölümü:

     

    Önceki gün, Türkiye'deki dini cemaatler arasında siyasetle dolaysız ilgisi bulunan nadir yapılardan biri olan İskenderpaşa cemaati adına bir duyuru yayımlandı. Cemaat mensuplarından önümüzdeki seçimde oylarını MHP'ye vermeleri isteniyordu.

     

    Erbakan'dan Özal kardeşlere kadar sağ siyasetin birçok önemli temsilcisinin yolunun geçtiği yerdir İskenderpaşa Dergâhı. Bu bakımdan ilgisiz kalınamayacak bir gelişmeyle karşı karşıyayız.

     

    Ne var ki hem bu cemaat bugünlerde eskisi kadar etkin durumda değil, hem de epeyce küçülmüş bulunan sempatizan çevresini doğrudan harekete geçirebilecek güçte değil. Bu yüzden de Nurettin Coşan'ın imzasıyla yayınlanan bildiri pek fazla ilgi uyandırmadı.

     

    Ama -özellikle sosyal medya üzerinden izleyebildiğim kadarıyla- cemaat içinde ve çevresinde ciddi tartışmalar başlattı. Haber duyulduğu anda büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. İnanmayanlar çoğunluktaydı. Hocamıza iftira diyenler vardı. Bildirinin cemaatin internet sitesinde yayınlandığı bilgisine bile site hacklenmiş olabilir tepkisi verildi. İlerleyen saatlerde Nurettin Coşan'a yakın kişilere ulaşıldığı ve bildirinin teyid edildiği bildirildi. O zaman kuşkular yerini derin bir hayalkırıklığına terk etti.


  9. Günümüzde ne sağ ne de solun kaldığı, kimin hangi partiye oy vereceğini bi türlü tahmin edemediğimiz bir dönem. Kimseyi tercihinden dolayı kınayamam ama şaşırttı doğrusu. Akp'ye belli başlı bir destek var ben ona alenen yapılıyor diye kızarken şimdi bunu duymak tamamen düşüncelerimi alt üst etti.

     

    Allah hayırlısını versin hakkımızda...


  10. O...

     

    Mısır seferinde, ne yalancı tarafından gösterdiği İslam muhabbetiyle, ne de düşmanı İngilizlerin hakim bulunduğu denizleri aşıp çıktığı topraklardaki zaferiyle mühim... O, Akka kalesi önünde uğradığı veba belasına karşı, gözyaşlarını buhar haline getiren bir iç yanışıyla hasta askerlerini zehirler, vebalıları korkusuzca eliyle okşarken asıl Napolyon'dur.

     

    Moskova bozgununda,kardan bembeyaz bir sahra üzerinde, beyaz atının sırtında geriye çekilirken, kara uzanmış, donmak üzere bir nefer görüp atından inen, ısıtıcı bir madde dolu matarasını neferin açık ağzına diken ve aynı neferin gözünü açıp İmparatorunu görür görmez selam vaziyetinde öldüğüne şahit olan Napolyon... Asıl Napolyon...

     

    Hiyanetine armağanolarak kendisine İsveç tahtı verilen Bernadot'un, Vaterlo seferinde Napolyon'a karşı tertiplenecek plan mevzuunda müttefik ordular kumandanlarına:

     

    -Siz ne diye, güya ilmi, fakat boş planlar peşinde koşuyorsunuz? Ben Napolyon'un generaliyim ve bu sıfatla hepinizden üstünüm! Taarruzunuzu öyle bir noktadan yapacaksınız ki, Napolyon oraya uzak yerde bulunsun... Yoksa bir bölüğün başında olsa, o bölüğü yok edebilir, fakat yaramazsınız!

     

    Diye anlattığı Napolyon... Asıl Napolyon...

     

    Ve herşeye rağmen, her büyük aksiyoncu ve cemiyet mimarında olduğu gibi, bellibaşlı bir ahlak, nizam, prensip, disiplin şiirine tutkun Napolyon...

     

    Onu sadece ruh aleminden iptidai bir madde halinde bütün hamle ve dava sahiplerine örnek bir aksiyoncu kabul ediyor ve Türk gençliğine, ilerdeki vazifeleri bakımından ders alınacak bir misal diye takdim ediyoruz! Napolyon'un bilmeden ve bir dünya görüşüne bağlayamadan yaptığını, aynı yapıcılık kudretiyle, bilerek ve en büyük dünya görüşü yolunda planlayarak yapacak kahramanlara yatak edici bir gençlik!


  11. Yeni Osmanlı mı geliyor onu bilemem. Lakin elbette istediğimiz de odur. Ben son senelere kadar hükümete destek çıkan bir vatandaşken nedense son iki yıldır vazgeçtim bundan. Her yapılan da bir amerika kokusu geliyor burnuma. Geçmişe baktığımız zaman hiçbir hükümet, başbakan yoktur ki ordan dayanak, destek almadan iş yapabilsin. Ama ben bu hükümetten bu işi bekliyordum. Nitekim Üstad'ın 'bu zübbeler bu kubbenin altına gelmedikçe, bu millet iflah olmaz' diyerek mevcut yönetici kadrosunu kastettiği sözü benim için bir ışıktı ama bu ışık söndü gözümde.

     

    İster çağ gerisi fikir deyin, ister yobaz, geri kafalı ama söylediğim de kendimi haklı görüyorum. İslamiyet eğip bükmeye gelmez. Ama ben böyle bir hava sezmeye başladım. Her platformda, her mecliste dile getirdiğim milli şuur sözü burası içinde geçerli kanaatimce. Ha bu sözümden sonra beni bir kafatasçı olarak görmeyin. Ne yazık ki bütün politikalarımızın temeli olması gereken bu tohum atılmayı bekliyor hala. Kötü düşünmek istemiyorum asla. Zira abdestli namazlı insanlardır. Dillerinden olmasa da gönüllerinden Üstad kelamı düşmüyordur inşallah. Ama yine söyleyeceğim o ateşi göremiyorum ne yazık ki. Herkesin dediği gibi diyebilirsiniz. Bekleyin görün bu adamlar ne yaptığını biliyordur, elbetteki sonu güzel olacaktır. Ama daha ne kadar bekleyeceğimizi bilemiyorum. Görmek istiyorum artık.

     

    Söylemlerimi bir temele dayandırmak için Menderes'i örnek verdiğimi söylemişsiniz. Ama ben örnek teşkil etmesi açısından onları öne sürdüm. Neticede Bülent Arınç'ın söylediği gibi bunlarda Menderes hükümetinin devamıdır. Menderes'te iyi de olsa bir geçiş süresinin başakanıdır ve hatalarla dolu bir yönetimi olmuştur. İnşallah güzel günleri hep beraber görmek nasip olur.


  12. Aslında başlığı katletmek kesinlikle muradım değil yalnız yazmadan geçsem midemde ülser, migren çıkabilirdi. Kesinlikle ideolojinizi tenkid etmiyorum fakat bir kaç madde sıralarsanız yukarıda alıntıladığım kısma binaen memnun olacağım güzel kardeşim.Şöyle havada yumrukların uçuşmasına, kırmızı kartlara mahal vermeden anladınız ya..

     

    Elbette ki gönüldaş öyle sert tartışmalara girmeye, hakaret etmeye, kalp kırmaya hacet yok. Ben yukarda yazdığım eleştirim de hükümeti sadece bu tutumuyla eleştirdiğimi öncelikle belirteyim. Sonra konumuz uzamasın. Bu konuların çok tartışması yapılmıştır zaten. Başka yönden bakarsak benim eleştirim yalnız akp için değil menderes ve özal için de geçerlidir.

     

    Şimdi Menderes dönemine göz atarsak; kendisi çok iyi niyetli olan başbakan belki yakın çevresinin tutumu belki de gücünün yetmemesiyle Üstad'ın fikirlerini topluma ve yönetimine yansıtamamıştır. Neticesinde Üstad'da ilk dört yılda büyük beklenti içerisinde olmasına, Menderes'in katline şiir yazmış olmasına ve desteklerini sürdürmesine rağmen birçok makalesinde eleştirmiştir. Özellikle son dönemlerinde büyük hayal kırıklığı yaşamıştır. Ayrıca Menderes döneminde de hapislerde yatmıştır.

     

    Şimdi bugüne geldiğimizde başbakan için Üstad'ın yeri elbette ki apayrıdır. Ancak ben tam olarak bir fikir mirası göremedim. Ne yazık ki muhafazakar demokrat olarak kendilerini addeden parti muhafazakar kesime fazla birşey verememiştir diye düşünüyorum. Üstad'ı anlatmak tabi ki sadece onların işi değil. Bugün Büyükdoğu ne güne duruyor diye sormaktan kendimi alamıyorum elbette. Ama o ayrı bir konu. Benim üstünde durmaya çalıştığım yetiştiği çevreyi görmezden gelmeleri ve şimdi tam olarak ne yapmaya çalıştıklarını anlamamam. Bence bu Üstad'ın dünya görüşüne kesinlikle uymayan bir davranış.

     

    Yine söylemek istiyorum bu benim kanaatimdir. Burda niyetim iç politika,dış politika vs siyaseti tartışmak değildir. O şekilde bir yorum değil eğer size göre Üstad'ın fikirleri yansıtılıyor, o yolda gidiliyorsa bu çerçeve de örnekler ve cevap bekliyorum.

     

    Saygılarla...


  13. İktidarda ki partilerin Üstad'ın fikirlerini tam olarak yansıttığı kısmını çıkarırsak yazı güzel. Şikayet ettiği hususlar da haklı yazar. Lakin ben Üstad yılı ilan edecek birilerini göremiyorum. İnşallah olur da Üstad biraz daha tanınır. Keşke hakkında bir kitap ne bileyim bir film olsaydı. Biz O'na ayrılmış bir yılı bıraktık O'nu anlatan birşeyler olsun istiyoruz en azından ama nerdeee...


  14. Necip Fazıl'ın şiirimizdeki yeri

     

    Her büyük şairin şiir anlayışı ve şiirden beklediği farklıdır. Mesela Mehmet Âkif şiirde aruz veznini asıl kabul eder; sanatı sanat için yapmayı lüzumsuz bulur; yararlı olmasını ister.

     

    Sanatını milletimizin ayağa kalkmasında, kültür ve medeniyetimizin inşasında kullanır. Büyük bir tevazu ile "Şiirimde sanat arayan bulamaz." der ve ilave eder: "Benim mecazla, hayalle işim yoktur." Elbette ki şiirini kalıcı kılan sanatıdır; "Çanakkale Şehitleri", "İstiklal Marşı", "Bülbül" şiirlerindeki mecazları, hayalleri, şiirdeki diğer bütün unsurları kullandığını nasıl görmezden gelebiliriz. Fakat şiirinde en önemli gaye milletini, ümmetini dertlerinden kurtarmaktır: "Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir / Davransana! Bak el de senin baş da senindir."

     

    Yaşadığı yıllar gerçekten milletimizin en dramatik dönemidir; ama imanı ümitsizliğe engeldir. Bundan dolayı onun şiir anlayışını faydalı olmak ve ümit aşılamak tarzında özetlersek yanlış olmaz. Milletimizin ceddimize layık bir yere gelmesinde doğru olarak iki unsurun meczolmasını zaruri görüyor; ilim ve faziletli insan: "Çünkü milletlerin ikbali için evladım / Marifet bir de fazilet, iki kudret lazım."

     

    Ahmet Haşim'e göre şair, Mehmed Akif'in tam zıddında duran insandır: "Şair ne bir hakikat habercisi, ne bir belagatlı insan, ne de bir kanun koyucudur. Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında sözden ziyade musikiye yakın, ortalama bir dildir." Kanaatince şiirde önemli olan ahenktir; mana değildir, hatta bir adım daha atarak anlamı şiirin katli sayar: "Mana araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını ürperme içinde bırakan kuşu (bülbül) eti için öldürmekten farklı olmasa gerek."

     

    Yahya Kemal'in dünü, bugünü, yarını hakkında düşüncelere sahip olduğu bir medeniyet anlayışı vardır. Bu yönünü gerektiği gibi analiz etmeyen şiirini anlayamaz. Medeniyetin vatanda kurulduğunu belirttikten sonra fikrini şöyle açıklar: "Vatan hiçbir zaman bir nazariye değil, topraktır. Toprak ceddinin mezarlarıdır. Camilerin bulunduğu yerdir." Medeniyetteki devamlılık unsurunu ünlü Süleymaniye şiirinde şu benzetmeyle anlatır: "Ta Malazgirt ovasından yürüyen Türk oğlu bu nefer miydi?" Osmanlı'da doruk noktasına varan medeniyetimiz gücünü yitirdi. Şiirinde o medeniyete özlemini derin bir hüzünle ifade etmektedir. Âkif'teki ümit, onda hüzne dönüşür.

     

    Nazım Hikmet'in hamurunda güçlü bir şiir özelliği bulunmaktadır. Çok genç yaşlarda ideolojinin dar kalıplarına girdiğinden maalesef lirizmini yeterince eserlerine yansıtamamıştır. Hayatını verdiği komünizm milliyeti, dini reddeder; her şeyi emekle, madde ile açıklar. Ne gariptir ki bu noktada ideolojisine ters düşmüştür: "Oğlumuzun gözleri böyle kuzey mavisi / Belki de bu yüzden bu ova bana / bizim ovaları hatırlatıyor / yahut da bu yüzden bu Leh türküsü / içimde, derinde, yarı aydınlık / uyuyan bir suyu kımıldatıyor / Lehistan'dan gelmiş dedelerimizden biri / gözlerinde karanlığı yenilginin / Saçları al kana boyalı." Milleti milletinden, dini dininden olmayan bir cemiyet ceddine kucak açmış. Ondan aldığı "Ran" soyadını bırakıp "Borzenski" soyadını almakla, ırkçılığı aşamadığını göstermiştir. Irkçılığı aşamayan, insanlığın türküsü olan şiiri gerektiği gibi söyleyemez.

     

    Necip Fazıl ise şiir anlayışını şöyle açıklar: "Şiir derin bir çiledir... Üstün bir nizamın sırrına ermeyenler onu başaramazlar. Bizce şiir mutlak hakikati arama işidir. Mutlak hakikat Allah'tır." Bu aynı zamanda kâinatın sırrına erişme gayretidir; söz konusu husus ne akılla, ne ilimle başarılabilir; akıldan ve ilimden öte bir şey gerekli olduğunu şu dörtlüğünden anlıyoruz: "Yalvardım gösterin bilmeceme yol / Ey yedinci kat gök esrarını aç / Annemin duası düş de perde ol / Bir asa kes bana ihtiyar ağaç."

     

    Bütün sanat dalları gibi şiirin de samimiyet istediğini üstadın şu çarpıcı ifadelerinde net bir şekilde görüyoruz: "Sırtına bal sürüp tavus tüylerinin üstünde yuvarlanan ve sonra tavuslar meclisine girmeye yeltenen meşhur karganın talihine güven yoktur. Böyle talihler, malik bulundukları hilkat ve tabiat ifadesinin dış planda taklitçisi sahte özenişlerle bilhassa şiir sahasında hemen enselenmeye mahkumdur."

     

    Üstadın yolu çetindir. Ne çare ki elindeki asa, sırtındaki heybeyle bu yolu aşmak zorundadır. Bütün engelleri aşması, ancak bütün zıtları bir araya getirerek ifadesini güçlendirmesiyle mümkündü. Dünyada şu zıtlarla bir vakıayı izah edebilen bir başka şair var mıdır: "Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, / Minicik gövdeme yüklü Kafdağı / Bir zerreciğim ki arşa gebeyim / Dev sancılarımın budur kaynağı."

     

    30 Mayıs 2011

    • Like 1

  15. üniversite kitapevi çok küçük, orada ayrıca bir salon var mı? bende katılmak isterim

     

    Yeni ismiyle Itır Akademi olan kitabevi, en son çalışmayla büyütülmüştür. Yeni bir salon yanında hizmete açıldı. Gelmek isteyen bütün gönüldaşları bekleriz...

    • Like 1

  16. Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun sezonu kapatmasının ardından başlayan tiyatro şenliğinde bugün sahnede Üstad'ın en güzel eserlerinden olan Reis Bey oynandı. Dışardan gelen tiyatro topluluklarıyla yapılan şenlikte Üstad'ın doğum yıldönümü olması dolayısıyla sergilenen oyunda salon ağzına kadar doluydu. Defalarca filmini izlediğim bu eserin canlı canlı oynandığını görmek ziyadesiyle mutlu etti tabi.

     

    Oyuncuların yüksek performansı bizleri bir hayli etkiledi. Keza oyunun sonunda ödül vermek için sahneye çıkan Azerbaycan Bakü Belediye Tiyatrosu müdürü "Bize aglamayı ögrettiler ki anlayabilelim" dedi. Tabi seyirci alkışı hiç eksik olmadı. Oyunda tek kötü taraf ise seyircilerin bazı sahnelerde ki incelikleri anlamayıp gülmeleri oldu ki onlara da bir şekilde Üstad'ı tanıtmak güzel oldu diye düşünüyorum.

     

    Bu oyundan dolayı Sivas Belediye Tiyatrosu'na teşekkür ediyoruz ve inşallah Erzurum'da Üstad'ın eserlerinin sahnelenmiş halini görmeyi çok istiyoruz.

     

    Son olarak;

     

    "Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz..."

    • Like 2

  17. Kitap okuma yarışması

    Kitap okumadığımızdan hepimiz dertliyiz. Geri kalışımızda en önemli unsur gördüğümüz bu konuda makaleler yazar, bir Müslüman olarak Kur'an'ımızın "Oku" emrinden söz eder; ama okumayı bir türlü sevemediğimizden yakınırız.

     

    Hâlbuki ilmihal kültürünün çocuklarıyız, yani kitap hayatımızın asli unsurudur; sonradan keşfettiğimiz bir meta değildir. Diğer alışkanlıklar gibi kitap okuma alışkanlığı da çocukluk yıllarında kazanılır. Hiç kimse ilmi, felsefi bir eserle okumaya başlamaz; okumanın zevkine varmamızda roman, hikâye, şiir etkili olur. Bu zevke erenin hayatından kitap eksik olmaz; belli bir mesleğe yönelirse kendisini ilgilendiren konulardaki eserleri de rahatça okur.

     

    Maalesef diplomalılarımız genellikle ideolojik tiplerdir. Bütün doğruların düşüncelerinde, güzelliklerin telakkilerinde bulunduğuna inanırlar. Öğretmenlerimiz de bu zümreye dahil olduğundan çoğunlukla ideolojik kitaplar tavsiye ederler. Belli bir gözlükle dünyaya bakan, bütünlüğünü kavrayamaz. Sanata ideoloji girdi mi, tabiiliğini kaybeder, lezzeti kaçar. Sanatta telkin olmasına rağmen, bu tip yazarlar tebliğde bulunurlar; dolayısıyla kalemlerinden kötü ürünler çıkar. Bunlardan birini okumak zorunda kalan öğrenci eline aldığı romanın ilk sayfasını çevirirken ne kadar kaldı diye sonuna bakar. Ensesindeki saçları çekerek birkaç sayfa okur ve atar. Yine öğretmeninin tavsiyesiyle babasının verdiği harçlığa kıyarak bir roman daha satın alır, aynı serüveni yaşar; kitap okuyamadığı kanaatine varır; bir daha da eline almaz.

     

    Bizde savaşa gidenler dini, milli merasimlerle uğurlanırlar; giden dönerse gazi, ölürse şehit olacaktır. Gazi, şehit anası, babası, eşi olmak her kula nasip olmaz. Savaşlar birbirini kovaladığı için Anadolu dullar memleketi haline gelmişti. Batılı ve doğulu seyyahlar kadınımızın iffetini göklere çıkarmalarına rağmen, ünlü bir romancımız, çocuklarını dualarla askere gönderen bir köyü ele almakta, orada yaşayanları yerin dibine batırmaktadır. Cephede vatanı, namusu için çarpışanların eşleri, sağlık sorunu dolayısıyla askere alınmayan bir genci paylaşamazlar. Bir başka romancımız ise, bir askerine sığınan subayı ele alarak, halkımızı akla hayale gelmeyecek tarzda aşağılamaktadır. Bu tip romanları okumamakla milletimiz kendisine saygısını belirtmektedir.

     

    Van Öğretmenler Derneği'nin düzenlediği "Kitap Okuma Yarışması"nın sonuçları açıklanacağı büyük salonu pırıl pırıl öğrenciler, heyecanlı anne ve babalar doldurmuştu. Beni okuttukları kitaplar ilgilendiriyordu. Çünkü Peyami Safa'nın, "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"nu, Refik Halit'in "Sürgün"ünü, İstrati'nin "Sokak Kızı"nı okumak isteyip de yarıda bırakanla hiç karşılaşmadım. Bizde okunmaya değer kitaplar tanıtılmadığı için bir kenarda unutuluyor. İlköğretimde dünya çocuk klasiklerinden "Yürekdede ile Padişah", Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" , "Benim Küçük Dostlarım", "Mutlu Prens" ve benzeri çok önemli kitapları okutmuşlardı. Liseliler için ise listelerinde "Beyaz Gemi", "Faust", "Gülistan", "Gençlerle Başbaşa" gibi kitaplar yer alıyordu. Aytmatov'un "Beyaz Gemi"sini , Sadi'nin "Gülistan"ını, Oscar Wilde'ın "Mutlu Prens"ini okuyan çocuk, kitabın ne olduğunu tanır, okuma zevkini tadar.

     

    Takdimleri yapan o kadar başarılı idi ki, profesyonel bir spiker getirdiklerini zannetmiştim. Fevzi Demirağ adında bir öğretmen olduğunu öğrenince şaşırdım. Yarışmada mutlaka objektif ölçüler kullanılmış olmalı ki, hiçbir itiraz olmadı; sonuçlar ilan edilirken salon alkışlarla dolup taşıyordu. Başarılı öğrenciler madalyalar, çeşitli eşyalar, bilgisayarlarla ödüllendirildiler. Milli Eğitim Müdürü Ali İhsan Sayılır ile Vali Münir Karaloğlu okumanın önemini belirten veciz konuşmalar yaptılar.

     

    Van, görülmeye değer bir ilimizdir. Beni havaalanında karşılayan emekli öğretmen Suphi Ertaş ile öğretmen Mehmet Emin İnan günlerini bana ayırdılar. Van'ın tarihi yerlerini, Edremit, Gevaş ilçelerini dolaşırken Anadolu insanının konukseverliğindeki sıcaklığı yüzlerinden hiç eksik etmediler.

     

    Ertesi gün Van Öğretmenler Derneği Başkanı Adnan Şen bizlere Van'ın nefis kahvaltısını ikram etti. Şehitliği, göl kıyılarını dolaştık. Havaalanına Adnan Şen ve Fevzi Demirağ'la beraber geldik. Uçağa binerken bir gün önce tanıştığım insanlardan değil de yıllardan beri dost olduğum kişilerden ayrılıyormuşum gibi yüreğime hüzün doldu.

     

     

    23 Mayıs 2011, Pazartesi


  18. Ya bir ya da yok olacaksınız

     

    Özel bir organizasyon için İstanbul'a gelen Müslüman basketbolcu Kerim Abdülcabbar, Osmanlı hakkında şu değerlendirmede bulunmuş: "Dünyanın çeşitli yerlerinden insanlar devlet hizmetine girerdi; kriter başarılı olmalarıydı."

     

    Abdülcabbar, ABD'de ırkçılık probleminin olduğunu, Osmanlı Devleti'nde böyle bir problemin bulunmadığını belirtmiş. Ünlü basketbolcunun sözleri Prof. Neumark'ın hatıralarında geçen bazı olayları hatırıma getirdi. Almanya'da Yahudileri giyim kuşamlarından, tavır ve davranışlarından hatta şivelerinden teşhis etmek mümkün değildir. Fakat Almanlar, soyadlarından kimin Yahudi asıllı olduğunu bilirler. Devlet felsefeleri ırkçılık üzerine bina edildiğinden soyadı değiştirmek mümkün değildir. Bu nedenle komik hatta müstehcen soyadlarına çok sık rastlanır.

     

    Neumark Almanya'da doğmuş, büyümüş; Alman okullarında okumuştu. Belki Yahudi dilini bile bilmiyordu. Sinagoga gidip gitmediğini yazmıyor; gitmiyorsa büyük ihtimalle Yahudi asıllı olması da kendi hatırına bile gelmiyor, davranışlarını pek etkilemiyordu. Nazi fikriyatı devlet sistemine hakim olunca kendisine, "Sen Yahudisin, tehlikelisin!" denmiş, devlet hizmetinde bulunmasına son verilmiş.

     

    Almanya'dan dışlanan bu bilim adamlarının fizikçi, kimyacı, matematikçi olanlarını ABD aldı. Einstein, Eisenberg gibileri de bunların arasındaydı. Böyle bilim insanlarından mahrum olmayı göze almak cinnet değil de nedir? Almanya'dan kaçan tıpçı, hukukçu, iktisatçı bazı bilim adamları da ülkemize geldi. Bunlardan biri de Neumark'tı.

     

    1933 yılı... Memleketimiz çok fakir; milletimiz savaşlardan çıkmış; eli iş tutan insanımız az. Okuma yazma oranımız çok düşük. Üstelik Neumark'ın muhatap olacağı insanlar Müslüman; onların da fanatik olmasından ürküyor, çünkü İslamiyet hakkındaki düşüncesi peşin hükümlerle yoğrulmuş. Onu kabul eden bir başka devlet de yok. İlk gün göreve başlamak üzere endişeli bir şekilde üniversiteye gider. Üniversitenin bahçesine adım atınca soldaki postaneyi görür; oraya yönelir. Çalışanlar arasında bir zenci görünce şaşırır. Kartını yazarken zenciyi ve çalışma arkadaşlarının ona nasıl davrandığını izler. Yanındakilerle şakalaşarak, gayet dostane bir muameleye tabi tutularak çalıştığını görür. Neumark rahat bir nefes alır; kartını, "Demek ki bu topraklarda ayrımcılık yok, ben de burada yaşayabilirim." diye sevinerek yazar.

     

    Bu konuda Batı'nın ölçüleri ilkeldir. İnsanları kaderlerinden dolayı dışlayabilir, yeteneklerini önemsemeyebilir. Kendisinden olmayanı düşman kabul eder. Avrupa'nın bu hastalığını, ABD de farklı bir şekilde devşirmiştir. Hepsi de yabancı oldukları için beyazlar kendi aralarında pek ayrımcılık yapmadılar ama ayrımcılığı kendi renklerini taşımayan zencilere yönelttiler.

     

    Osmanlı'nın ölçüsü İslamî idi. Anne-babamızı, milletimizi seçmekte en azından beşeri ölçülerimize göre hür değiliz, bunlar bizim kaderimizdir. Allah'a inanan bir insan, onun takdir ettiği kadere nasıl düşmanlık besler?

     

    Batılıların aklı başında, vicdan sahibi olanlarının kurtulmak istediği ayrımcılığı bu topraklara taşımak vebal değil midir? Kader beni Sakarya'nın Akyazı ilçesinde dünyaya getirdi. Abdülhamid Han zamanında kanallar açıldığı için bu bölge bataklıktan kurtulmuş, göç almaya başlamış. Müslüman olan pek çok kavim yaşamaktadır; hiçbirini ayrı milletler olarak görmeyiz. Amcamıza gösterdiğimi hürmeti yaşlı bir Boşnak'a, Çerkez'e, Kürt'e gösteririz. Rahatça kız alıp veririz. Bu dokuyu bozmaya kimin ne hakkı var? Sosyal bünyemizi dinamitleyenlere Batı'nın kucak açması neden aklımızı başımıza getirmiyor? Sorulsa, bütün yetkililerinin teröre karşı olduklarını söyleyecekleri Belçika'da Sabancı'nın katillerinin kollarını sallayarak dolaşmaları bizlere çok şey anlatmıyor mu?

     

    Ne gariptir ki ırkçı olan Avrupa'nın dinî körlüğü yoktur. Yüz binlerce Boşnak, gözlerinin önünde şehit edilirken sadece seyretmediler; katillere yardım ettiler. Bu zavallıların onlara göre Müslüman olmaktan başka suçları var mıydı? Avrupalı, dininden ve kültür havzasından olmayanı düşman görür. Müslüman olduktan sonra Türk ile Kürt'ün hiçbir farkı yoktur. Bugün onların değirmenine su taşıyanlara yardım edebilirler. Onlardan umdukları bitince, onlara duydukları dostluk da biter. Tarih bize bunu anlatıyor.

     

    Varlığımızın teminatı ecdadımızın şu sözünde gizlidir: Ya bir olacaksınız ya da yok olacaksınız.

     

     

    16 Mayıs 2011, Pazartesi


  19. Esselam'ı ilk dedem vermişti bana!

     

    Necip Fazılın kalemi bizlerin bilmediği hayatı anlatmış; çünkü ona göre Ogittikten sonra hayat, bir deri, bir kemik kalmış.

     

    Şiir okuyamıyorum, dediğimde şiir olmadan olmaz demişti; sonra bana kocaman bir liste yapıp kolilerden kitaplarını sundu. Ne kadar çok kitap vardı. İstediğimi seçebilecektim ama yardım istedim. Sonra dur bakalım deyip kitapların arasına daldı. Bir, iki, üç derken, bak bunu bilirsin dedi. Baktım ama bilmiyordum. Utanmış olmalıyım ki eve gelince önce onu karıştırdım. Adet üzere sondan başa bir tarama yapıp yatağa yöneldiğimde, aklımda dedelerim vardı. Biliyordum, küçük bir çocuk olsaydım da asla ikisi de bana bu kitapları, uykudan önceki masallar yerine okumayacaklardı ama hayal ya bu... Ya öyle olsaydı?

     

    Zerzevatçının kelimeleri

     

    İyi şiir demişti zerzevatçının bile kullandığı kelimelerle yazılır ama Derinliğini kastederek, cümlenin gerisini üç noktalı bir gülümsemeyle bırakmıştı. Okurken sıkça bunu düşündüm. Evet, şiir okuyamıyordum bu kesin ama okuduklarım bana, bir sahneden yankılanan sesler gibiydi. Her şey çok bildik ama her şey ardında sakladığı derin sükûnlarda gizleniyordu.

     

    Fil tarihi, işte oluş, sene bir!

     

    Bindörtyüz şu kadar evvel, gene bir!

     

    Vahyin ilk oku!

     

    1960 1961 yılları arasında hapishanede yazılmaya başlayan mısralar, kendi ifadesi ile: 1972 Ramazan ayında ve ötesinde, belki daha yakıcı bir çile dürtüsüyle tamamlandı. Necip Fazılı biraz da tedirginliğe iten bu mısralar, benim bildiğim kadarı ile bu tedirginliğe yol açmadı ve eserleri arasında ön sıralarda yer almadı. Ancak gerçek şu ki: Bir siyer çalışması denilebilecek bu kitap, şairin kaleminden olunca, bana bir kez daha kişi en iyi bildiğini yapmalıymış dedirtti. 63 levha şeklinde hazırlanmış ve her bir bölümde peygamberin hayatı mısralara serpiştirilmiş. Peygamberin şekli mukaddes şekil başlığında ele alınırken; sahabeler, 101 Hadisten seçmeler, Kuran ve Hadis başlıklarında da tanımlamalara gidilmiş. Necip Fazılın coşkusunu, özlemini ve imanını bulabildiğiniz her bir bölümde akıp giden mısralar arasında durup düşünmek gerekiyor; Çünkü ilk emri herkes biliyor ikra diye ama

     

    ikra, vahyin ilk oku;

     

    ikra, bir emir: Oku!

     

    denildiğinde, en azından bende iş biraz değişiyor ya da hiç düşünmediğim geliyor aklıma semanın mavi bir mendil oluşunu.

     

    Esselam drama olsun!

     

    Uzunca bir süreye yaydığım bu okuma eylemi bittiğinde aklımda yine dedelerim oluşu nasıl bir sorun bilemiyorum ama bence bu kitap, baharı yaşamak isteyenlere inat kış geceleri toplanıp okunan, sonra canlandırılan, yaşanan ve hissedilen bir kitap olarak okunmalı. Her gece bir bölümü yayılmalı odanın bir köşesine ve özellikle çocuklara sesin renklerinden yüzün soluklarına taşınarak anlatılmalı her bir levha. Necip Fazılın Esselam adlı kitabı, belki de çocuklar için drama olarak hazırlamalı ve sunmalı, yıl sonu hazırlamaya mecbur oldukları süslü ve gürültülü dramalar yerine.

     

     

     

    Fadime Türkölmez hatırlattı


  20. Tomurcuk derdinde tohum ekti çağa

     

    Düşlerde soluklanan muhkem kale; Büyük Doğuya nazır. İman, fikir ve mücadele; muhteşem Çileye hazır.

     

    Son Peygamber kılavuz, sonsuzluk kervanına zamanı utandıran halvetiyle katıldı, Çöle iz bıraktı. Buhrandan öte ızdırap, ümitsizlikten öte hakikatti o. Aşkını korkusuna peçe, korkusunu aşkına perde yaptı. Uhrevi bir kıraattı.

     

    Aynalara yonttuğu suretinde bir zerrecikti o. Tek nefesi bile surda gedik açmaya yetti. Yaşadığı çağın her anına ses, düşmanlarına dahi muhatap olma şerefi verdi.

     

    Davasını iki kelimeye sır, iki kutba sınır saydı: Sevgi dorukları ve nefret gayyaları.

     

    Yokluğu ebedi helakete, belhüm edale kurbağa dillerine gömdü. Nefsine diz çöktürdü. Kendine hâkim, davasına mahkûm bir gündüzdü.

     

    Şiire ölçü giydirdi

     

    Gökyüzünden habersiz uçurtmasının diyetini dahi ödedi. Her yağmurda iplik iplik nedamete, sicim sicim imana durdu. Ötelerden gelen haberlere teslimiyet besteledi, ruh soludu. Şiire ölçü giydirdi mana dokudu. Bir ayete tefsir, bir duaya teslim, bir davaya temsil oldu.

     

    Sistemler üstü fikrini, Allaha yönelmiş zikrini vasiyet buyurdu. Tomurcuk derdinde tohum ekti çağın bağrına.

     

    Bir ırmağa karışır gibi Peygamber Efendimize, bir denize dökülür gibi ismi Celile çağladı sözünü.

     

    Bir ömür secdede Allaha hamd etme makamına yürüdü.

     

     

     

     

     

    Bedrettin Kara üstadı andı


  21. Seccaden kumlardı.../ Devirlerden, diyarlardan/Gelip göklerde buluşan / Ezanların vardı!.. diye başlar Arif Nihat Asyanın Naat adlı şiiri ve ben bu şiiri ne zaman okusam her seferinde ürperirim. Türk şiirinde yazılmış en güzel naatlerden biridir benim için.

     

    Bu şiir için böyle düşünürüm ya yine de bazı sebeplerden dolayı da ısınamazdım Arif Nihat Asyaya. Belki de onu sahiplenen insanlarla ilgili bir şeydi belki... Net olarak isimlendiremiyorum şimdi ama bildiğim, bu hali yaşayan tek ben değildim. Arif Nihat Asya neymiş meğer!

     

    Bir bakan, bir müdür

     

    Tek parti iktidarının her şeye muktedir olduğu yıllardan bir yıldır 1943. Hasan Ali Yücel, kendilerini ısıtan, milleti üşüten Batı penceresini ülkeye açan Millî Eğitim Bakanıdır. Valinin bile devlet demek olduğu, devletinse her şeyi yaptığı yıllar yani.

     

    Cumali Ünaldı Hasannebioğlunun anlatımıyla olay şöyle cereyan eder: Hasan Ali Yücel, kudretli Millî Eğitim Bakanıdır. Yolu Malatyaya düşmüştür. Hazır Malatyaya gelmişken, adını duyduğu bir lise müdürünü teftiş etmek ister ve haber gönderir lise müdürüne. Müdür, Arif Nihat Asyadır.

     

    Yıl 1943, aylardan mart, yollar çamur

     

    Lise müdürü, aldığı emir gereğince bisikletine atlar ve Bakanın yanına gider. Yollar çamurdur, çamur şairin paçalarına bulaşmıştır.

     

    Paçaların neden çamur?!

     

    Yolculuk biter, Lise Müdürü Bakanın yanına çıkartılır. Müdürün sırtında bir pardösü vardır, elleri pardösüsünün cebindedir.

     

    Bakan, yanında şehrin valisi ve diğer bürokratlarla beraber elleri cebinde karşısında duran Müdürü tahkir etmek amacıyla sorar:

     

    -Paçaların neden çamur?

     

    İçinde şiir fırtınaları kopan şair-müdür, ellerini cebinden çıkarmadan ve hiç sarsılmadan şöyle der:

     

    -Benim paçalarım neden sizin ağzınızda?!

     

    Bu cevaptan sonra kendisine ne dendiğini anlayan Hasan Ali Yücel o gün Arif Nihad'ı görevden alır.

     

     

     

    Fikri Özçelikçi şaire rahmet dileyerek yazdı

     

     

    Kaynak: dünyabizim.com


  22. Burdayım, bitanem :D

     

    Kardeşim, Ayasofya şiirini çok güzel yazmışsın. Ayasofya şiirin gönlüme işledi. Masa başında oturmasam gözlerim muhakkak uzaklara uzun uzun dalardı. Şiiri okuduktan sonra farkında olmadan başımı hafif kaldırıp uzaklara bakayım derken gözlerim duvara tosladı :) Şiiri okurken Ali Ulvi Kurucu tadı bıraktın. Biraz daha şiire yoğunlaşırsan çok güzel ürünler verirsin Allah'ın izniyle kardeşim. Şöyle aruz vezniyle akıcı, vurucu şiirler gider sana.

     

    Lise hazırlıkta yazdığımız şiirler geldi aklıma :D Sol kulağım çınlıyor sanki, tamam sustum :D

     

     

    Kardeşim şimdi lisedeki şiirleri karıştırma onlar orda kalsın :D Biz yine şiire devam ederiz Allah onlara verdiğinden birazda bize nasip ettiyse burda paylaşırız. Ben senin gözlerini yine dağlara taşlara toslatırım :D

×
×
  • Create New...