Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Selmanbey

Mehmet Şevket Eygi

Recommended Posts

Vakıf Belası

 

 

Cumhuriyet'in ilanından sonra CHP oligarşik diktatörlük rejiminin kara günlerinde binlerce cami yıkılmış, satılmış, kiraya verilmiş, tahrip edilmiştir. Yine binlerce tekke, zaviye, medrese, taş mektep imarethane ve başka vakıf binası da yok edilmiş, satılmış, vakfiyesinden başka maksatlarla kullanılmıştır.

 

Yakın tarihte İslam Vakıflarına (Evkaf-i İslamiye) yapılan hıyanetin, zulmün, haksızlığın en büyüğü Ayasofya-i Kebir cami-i şerifinin İslam ibadetine kapatılmasıdır.

 

Cennetmekân Firdevs-âşiyan Sultan Mehemmed Han hazretleri Ayasofya ile ilgili Arapça vakfiyesinde mealen şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın ve meleklerin laneti, benim bu camimi camilikten çıkartanların, vakfımı bozacak olanların üzerine olsun!"

 

Cumhuriyet'ten sonra ülkemizde yapılan cami ve vakıf eserleri kıyımı üzerinde fikir edinmek isteyenler "Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı" adlı kitabıma bakabilirler. (Bedir Yayınevi, tel. 0212/519 36 18)

 

İstanbul'un sadece eski Eminönü kaymakamlığı bölgesinde 120 küsur caminin ismi vardır cismi yoktur. Bunca camimizi, medresemizi, dergahımızı, taş mektebimizi, imarethanemizi ve başka vakıf eserlerimizi yıkanlar, onların vakfiyelerindeki lanete mustahik ve layık olmuşlardır. Ya Rabbi, bu ne korkunç bir vebaldir.

 

Vakfedilmiş gayr-i menkullar (taşınmaz mallar) hayrat vakfı ve âkar vakfı diye iki büyük gruba ayrılır.

 

Yakın tarihimizde hadsiz hesapsız hayrat vakfı yok edilirken, onlardan kat kat fazla âkar vakfı da satılmış, yok edilmiş, kapanın elinde kalmıştır.

 

Tarihî Müslüman kabristanları da vakıf arazisiydi. Maalesef onların da çoğu yok edilmiştir.

 

Söylemeye hâcet yok, sadece Üsküdar'daki Selanik Dönmeleri mezarlığı titizlikle korunmuş, onun bir taşına bile dokunulmamıştır.

 

Camilerimizde, türbelerde, taş mekteplerde vakıf eşyası vardı. Yazma Kur'an-ı Kerimler, sedef kakmalı rahleler ve dolaplar, kıymetli, tarihî, müzelik kumaşlardan pûşideler, perdeler, seccadeler, mangallar, şamdanlar, kandiller... Onların da kısm-ı âzamı (hattâ tamamı) bugün yoktur, yağmalanmıştır.

 

Camilerden hangi menkul (taşınabilen, kolay çalınabilen) eşya gitmiştir?

 

1. Çok kıymetli sayısız hüsn-i hat levhaları çalınmıştır. Birkaç örnek vereyim: Boğaziçi Emirgan camii bundan otuz kırk yıl önce bir hat müzesi gibiydi. Şu anda bir tek levha yoktur... Sultan Abdülhamid-i Sani hazretlerinin yaptırdığı Yıldız camii hat şaheserleriyle doluydu. Şu anda bunlar sırra kadem basmıştır... Sultanahmet İshak Paşa camiinde 1980'li yılların başlarında dört nefis hat vardı. Sol duvarda Sami efendinin çividi mavi zemin üzerine zerendud bir levhası, onun yanında Reisülhattatîn Hacı Kâmil efendinin bir şaheseri. Karşıdaki sağ duvarda da iki orijinal hat vardı, hattatlarını hatırlamıyorum. Bunların dördünü de vakıf eseri uğruları çaldılar. Allah'ın laneti üzerlerine olsun, iki yakaları bir araya gelmesin... Vefa bozacısının bitişiğinde Halk Partisi devrinde kiraya verilip nalbant dükkanı yapılmış olan küçük camide (tekrar açıldıktan sonra) Muhsinzade'nin nefis mi nefis bir levhası vardı, şimdi yok... Çemberlitaş'tan Sultanahmed'e inerken Fuad Paşa camii hat müzesi gibiydi. Restorasyon yapıldı, tekrar açılınca baktık ki, bir tek levha yok!..

 

2. Yurdumuzdaki binlerce tarihî eski caminin zeminindeki halı ve kilimlerin bir kısmı çok kıymetliydi. Bunlar da, özel dokunmuş birkaç çok büyük cami halısı dışında hepsi yağma edilmiştir. İşin ağlanacak tarafı şudur ki, bunları canları gibi koruması gereken Müslümanlar korumamışlar, halı uğrularına kaptırmışlar, karşılığında anilin boyalı, rezil, çirkin, sanatsız, maddi kıymeti olmayan yaygılar almışlardır. Hem de "Oh, o eski paçavralardan kurtulduk, yemyeşil, kıpkırmızı, cascavlak makine halıları aldık, ne iyi oldu, ne güzel bir değiş tokuş yaptık!.." diyerek.

 

3. Camilerimizden, türbelerimizden çok kıymetli çini panolar ve karolar da çalınmıştır. Bunların bir kısmı dış ülke müzelerine ve koleksiyonerlerine satılmıştır.

 

4. Kıymetli şamdanlar, rahleler de gitmiştir.

 

Vakıf eşyası çalan eşkıya yangın çıkartmaktan da çekinmemiştir. Vakıfların Topkapı dışındaki deposu soyulduktan sonra izleri silmek, delilleri yok etmek için yakılmıştır.

 

Hangi tarihi vakıf binasında yangın çıkmışsa bilin ki, hırsızlar bir şeyleri götürmüştür ve izleri silmiştir.

 

Bendenizde Aksaray Pertevniyal Valide Sultan'ın türbesindeki eşyanın orijinal listesi var. Bunların hiçbiri bugün yerinde değildir.

 

Vakıf eşyası çalanlar lanet altındadır. Lanet korkunç bir şeydir.

 

Bu eserlerin muhafazasına dikkat etmeyenler de büyük günah işlemişler ve vebal altında kalmışlardır.

 

İstanbul'daki Ok Meydanı vakıf araziydi. Yağmalanmış, kapanın elinde kalmıştır.

 

Bir ara hırsızlar, camilerin, türbelerin, şadırvanların alemlerini (kısa "a" ile) apartıp sattılar.

 

Ölmüş ecdadımızın güzel yazılı mezar taşlarını çalıp sattılar.

 

Bu memleket medenî ve sanattan anlayan kafirlerin istilasına uğramış olsaydı, İslam mezarlıkları son devirde uğradıkları kadar yaygın ve yoğun tahribata uğramazdı.

 

En son Çarşıkapı yeraltı geçidinin önünde köşedeki camide duran zerendud levha çalındı.

 

Cağaloğlu Molla Fenari camiindeki Re'sül-hikme mehafetullah levhası çalındı.

 

Eski serseriler cami duvarına işemezlerdi.

 

Eski hırsızlar camileri, vakıf eserlerini soymazlardı.

 

Şimdiki hırsızlar para için analarını bile satıyor.

 

Bu satırları elim titreyerek, içim kan ağlayarak, gözlerim yaşararak yazıyorum.

 

Çalanlara ve çaldıranlara beddua ediyorum.

 

Lanet bedduasının ne korkunç ve dehşetli bir beddua olduğunu bilseler vakıf hırsızları, vakıf tahripçileri bu işleri yapmazlardı.

 

Ya Rabbi ne günlere kaldık!..

 

Camiden hoparlör, klima cihazı veya soğuk su makinesi çalınsa üzüntüden kendilerini yerden yere vuranlar, keder ve kahırdan çıldıranlar maalesef kıymetli bir hat, antika bir halı veya tarihî bir çini çalınınca pek heyecanlanıp üzülmüyorlar.

 

Bu memlekette yeterli sayıda kültürlü, sanatlı, medenî Müslüman olsaydı vakıf eserleri yağmalanmaz ve çalınmazdı. Çalınanların yerine yeni sanatlı eserler konulurdu.

 

Sultanahmed'in altında sahilde demiryolunun bitişiğinde birkaç yıl önce restore edilen 1500 yıllık (eskiden kiliseymiş) Küçükayasofya cami-i şerifine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Kadir Topbaş beyefendi büyük boy güzel bir hilye-i şerif levhası hediye etti. Bendeniz de onun karşısındaki duvara Hattat-ı şehîr Ali Toy üstadın nefis bir yazısını tezhibletip astırdım. Çalınan, yağmalanan, eşkıyanın eline geçen binlerce vakıf levhanın ikisinin yerine başka güzel levhalar konulmuş oldu. Ötekilerin yerleri boş kaldı. Kimin umurunda?

 

* (İkinci yazı)

 

 

Tasavvuf Haktır

Bir kimse ehl-i Tevhid ve ehl-i Kıble ise, yani kelime-i Şehadeti diliyle söylüyor ve iman ettim diyorsa ve namazı kılıyorsa onu tekfir etmek, yani küfürle suçlamak ve ona müşriktir demek büyük bir zulümdür.

 

Maalesef bu zulmü bozuk bir fırkanın sözde alimleri ve taraftarları yapıyor.

 

Bu bozuk bid'at fırkasının bağlıları tasavvufu inkar ediyor, tasavvuf ve tarikat Müslümanlarını şirkle (Allah'a ortak koşmakla) suçluyor.

 

Bende onların kitapları var. Açıkça "Tarikat evliyası evliyauşşeytandır!" diye yazmışlar. Böyle bir iftiradan Allah'a sığınırız.

 

Ehl-i Sünnet'in büyük alimlerinden ve temsilcilerinden Hüccetülislam İmamı Gazalî hazretleri "el-Munkizu mine'd-Dalâl" adlı kitabında, meşrebler ve cereyanlar içinde İslam'a, Kur'ana, Sünnet'e en uygun taifenin taife-i sufiyye olduğunu yazıyor.

 

Tasavvuf İslam ahlakı demektir. Tasavvuf ihlas, ihsan, mürüvvet, hilm, takva, vera demektir.

 

Hakikî tasavvufta İslam'a, Kur'ana, Sünnet'e, Şeriat'a aykırı hiçbir

 

şey yoktur.

 

Bir din alimi yamukluk yapsa, onun yamukluğu yüzünden fıkha ve Şeriata leke sürülebilir mi? Elbette sürülmez.

 

Bir tasavvufçu ve tarikatçi yamukluk yaparsa, onun yamukluğu kendine aittir, bu yüzden tarikata ve tasavvufa leke sürülmez.

 

Tasavvuf ve tarikat büyükleri, Peygamberden (Salat ve selam olsun ona) ve Selef-i Sâlihînden sonra İslam dininin en üstün temsilcileridir.

 

Onlar tahkikî iman sahibiydiler, namazı dosdoğru kılmışlar ve Resulullah'ın ahlakı ile ahlaklı idiler.

 

Oturarak, ayakta, uzanmış olarak zikr etmek caizdir.

 

23 HAZİRAN 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Medenî Toplum, Barbar Sürü...

 

Medenî ülkelerin halkının büyük kısmında çevre, tabiî düzen kavramı vardır. Fransa'da bazı vilayetlerin halkı oto yol yapılmasını istemez.

 

Çünkü oto yolla birlikte nüfus, yapılaşma patlaması olacak, tabiî düzen ve huzur bozulacaktır.

 

Bizde Hopa'ya Gürcistan sınırına kadar uzanan, denizin mavisi ile karanın yeşili arasına giren o çirkin sahil yoluna medenî halklar asla izin vermezlerdi. Yol yapılmasın mı? Ne münasebet, elbette yapılacak ama sahilde değil, yukarıdan geçmek şartıyla.

 

Şehirlerin çok yakınına çimento fabrikası yapılması doğru değildir. Birkaç yüz kişiye iş çıkar, onbinlerce kişinin sağlığını ve huzurunu bozar.

 

Küçük barajlar yapılacak, elektrik elde edilecek diye o güzelim ormanları, çalılıkları, vadileri, dereleri tahrip etmeye hiçbir medenî halk izin vermez.

 

Medenî ülkelerin ormanlarından, ormancılık ilmine uygun olmak şartıyla ağaç kesilir ama kesinlikle milyonlarca ağaç yapılaşma için kesilmez.

 

Bu kış sonu İstanbul'da binlerce ağaç kötü budandı. Medenî bir halk bu katliama izin vermez.

 

Bundan elli altmış yıl önce Boğaziçi'nde ve Marmara'da 300 çeşit balık tutuluyordu. Şimdi bu rakam 30-40'a indi. Niçin? Yamyamlıktan.

 

Benim çocukluğumda dere boylarında kunduzlar yaşardı. Şimdi onlar nerede?

 

Medenî toplumlar temiz hava içinde, güzel manzaralar, peyzajlar seyrederek yaşamak ister, tabiî düzenin bozulmasına razı olmaz.

 

Medenî ülkelerin halkları gökdelenlerde, sekiz on katlı heyula apartmanlarda değil, genellikle şirin bahçeli evlerde yaşar.

 

Medenî ülkeler ormanlarla, parklarla, sun'î (yapay) göllerle doludur.

 

Medenî ülkelerin ormanları içinden geçen oto yol kenarlarında yola geyik çıkabileceğini bildiren trafik levhalarına rastlarsınız.

 

Medenî halklar kırlık kesimde piknik yaptıktan sonra orayı terk ederken hiçbir çöp ve kir bırakmazlar. Pet şişeleri, kağıtları, zibilleri torbaya koyup çöp konteynerine atarlar.

 

Medenî ülkelerin parklarında vatandaşlar kabak ve ayçiçeği tohumu yiyip kabuklarını yere atmaz.

 

Hiçbir medenî ülkenin mâbedinde WC men women WC WC WC... One lira... WC WC hela tuvalet bir lira... gibi iğrenç ve öğürtücü levhalar ve reklamlar göremezsiniz.

 

Medenî ülkelerin dev şehirlerinde sabahleyin milyonlarca, akşamleyin milyonlarca vatandaş lüks arabalarda tek başına gurur ve kibir içinde sefihâne seyahat etmez.

 

Hiçbir medenî ülkenin halkı, kendi ana diliyle yazılı olup da 1928'den önce basılmış kitapları okuyamamak gibi rezil bir cahillikle malûl değildir.

 

Hiçbir medenî halk, şehrin en büyük camiinin ibadete kapatılıp müze yapılması kepazeliğine tahammül etmez.

 

Medenî toplumlar, yararlarına ve zararlarına olan şeyleri bilirler.

 

Medenî toplumlar tabiî (ekolojik) düzeni titizlik ve hassasiyetle korurlar.

 

Medenî toplumlar yeşili, ağaçları tahrip etmez.

 

Medenî toplumlar çılgın bir yapılaşmaya, betonlaşmaya izin vermez.

 

Medenî toplumlar yabani hayvanları, kuşları korur.

 

Medenî toplumlar çirkin binalardan nefret eder.

 

Medenî toplumlar para için, rant için her haltı yemez.

 

Medenî ülkelerin uluslararası temizlik ve şeffaflık notlarına bakınız. Yeni Zelanda, Norveç, İsveç, Finlandiya... 10 üzerinden 9 küsur, 8 küsur...

 

Bir ülkede temizlik ve şeffaflık notu beşin altındaysa bilin ki, orası medeni bir ülke değildir.

 

Öyle bir ülke bir İslam ülkesiyse orada İslam iyi bilinmemekte ve başarıyla uygulanıp yaşanmamaktadır.

 

Siz Peygamberin (salat ve selam olsun ona) karıncaları ve böcekleri bile korumayı ve gözetmeyi öğütleyen hadîslerini biliyor musunuz?

 

Peygamber bir keresinde ordusuyla Mekke ile Medine arasındaki bir yerden geçerken yolda yavrularını emziren dişi bir köpek görmüş, ashabtan birini vazifelendirip "Bu köpeğin ve yavrularının başında bekle, bizim ordu geçinceye kadar onlara bir şey olmasın" dediğini biliyor musunuz?

 

Haram yiyenler, rantçılar, nemacılar, faizciler, yeşili tahrip edenler, betona tapanlar, para ve zenginlik için her haltı yiyenler, vahşi hayvanları ve bitki örtüsünü katl edenler, denizleri, gölleri ve nehirleri kirletenler, mesire yerlerini çöplüğe çevirenler, gece yarısı çöp poşetini apartmanın beşinci katından sokağa fırlatanlar, burnunu sildiği kağıt mendili otomobil penceresinden yola atanlar, ülkeyi vatanı değil, çöplüğü sananlar soruyorum size siz medenî bir toplum musunuz, yoksa barbar sürüler mi?

 

* (İkinci yazı)

 

 

Hizmetler ve Tenkitler

Felsefeleri şu: "-Biz çok hizmet ediyoruz, sen bizi tenkit edemezsin..."

 

Cevap: Ben sizin hizmetlerinizi tenkit etmiyorum, bazı hatâlı inanç, düşünce, görüş ve metotlarınızı tenkit ediyorum. Tenkit ederken de şahıs veya topluluk ismi zikr etmiyorum.

 

Hangi konularda tenkit ediyorum? Tenkitlerim, zaruriyat-ı diniyeye aykırı inanç, fikir ve görüşlerle ilgilidir.

 

1. Kur'an çok açık ve kesin şekilde "Allah katında (makbul, geçerli, hak) din İslam'dır" diyor. Bunun aksi iddia edilemez.

 

2. Kur'an "İbrahim Yahudi ve Nasranî değildi. O hanif ve müslimdi" diyor. Bu devirde tek ibrahimî din İslam'dır. Başka ibrahimî dinler olduğunu iddia etmek büyük hatâdır, sapmadır.

 

3. Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona) insanları İslam'a dâvet etmeye başladıktan sonra onu yalanlayan, onu reddeden ve böyle ölen kimseler için necat ve Cennet yoktur. Aksini iddia etmek vahim bir sapmadır.

 

4. Kur'an çok açık bir şekilde "Kâfirlerin dost ve velî edinilmemesini" ihtar etmektedir.

 

5. Hiçbir Müslümanın dinden ödün vermeye hakkı yoktur.

 

6. Kelime-i Şehâdet bir bütündür. La ilahe illallah'tan sonra gelen Muhammed Resulullah kısmının söylenmesi, ilan edilmesi, cihan halkının Resulullaha imana, biata, itaate çağırılması şarttır.

 

7. Tevhid inancı ile Teslis inancı asla uyuşmaz ve bağdaşmaz. Binaenaleyh Teslisçilerle Müslümanlar arasında Allah'a iman konusunda ittifak ve uyum yoktur.

 

8. Peygamberlere iman konusunda Ehl-i Kitab ile Ehl-i iman arasında ittifak yoktur. Çünkü onlar, "Âlemlere rahmet olarak" gönderilmiş Son Peygamber'e (Salat ve selam olsun ona) iman etmiyorlar, onu Peygamber kabul etmiyorlar, onu tekzib ediyorlar.

 

9. Ehl-i Kitab ile aramızda, Allah'ın Kitabları konusunda da ittifak ve uyum yoktur. Çünkü onlar, Kur'an-ı Azimüşşan'a inanmıyorlar, onun İlahî Kitab olduğunu kabul etmiyorlar.

 

10. Mardin Kasımiye medresesinde çan sesleri içinde Ezan okunurken papazlarla birlikte havuz üzerindeki salaş Diyalog köprüsünden güle oynaya merasimle geçmek gibi tiyatrolar da İslam dini, Tevhid inancı ile kesinlikle bağdaşmaz.

 

Yukarıda açıkça beyan ettiğim on madde ile ilgili tenkitler başka konularda yapılmış olan hizmetlerin inkarı mânasına gelmez. Azıcık mantık okumuş kişi böyle düşünmez. Bendeniz Ehl-i Sünnet mezhebine mensup Müslüman bir yazarım. Elbette Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, zaruriyat-ı diniyeye aykırı hatâlı inanç, fikir ve görüşleri (terbiye, edeb, insaf ve adalet dairesinde) tenkit edeceğim.

 

Bu tenkitleri yaparken şahıs ve kurum ismi vermemem gerekir, tenkitlerim anonimdir.

 

Yaptığım tenkitlerin, uyarıların yanlış ve isabetsiz olduğunu iddia eden çıkarsa, cevabım şudur:

 

(A) Bendeniz kendi kafamdan yazmıyorum. İslam'ın temel inançlarını, zarurî dini hükümleri savunuyorum.

 

Buyursunlar büyük bir tv'de adaletli ve insaflı bir tartışma yapılsın. Buna icazetli Ehl-i Sünnet alimleri ile tenkit ettiğimiz tarafın temsilcileri katılsın. Gerekirse bu tartışmalar beş on celse devam etsin. Bilahare zabıtlar yayınlansın. (Böyle bir açık oturum mutlaka âdil bir noter vasıtasıyla idare edilmelidir.) Bakalım nasıl bir netice çıkacaktır?

 

Bendeniz hiçbir hizmeti inkar etmem.

 

Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete aykırı bir inanç, fikir, görüş görürsem, onları Ehl-i Sünnete göre tenkit ederim.

 

Tenkit ederken isim vererek, fitne ve fesat çıkartmaktan son derece çekinirim.

 

İki kere ikinin dört ettiğini söylemek, iki kere iki dört etmez diyenleri tenkit etmek için matematik ordinaryüs profesörü olmak gerekmez.

 

Haleb oradaysa arşın buradadır, buyursunlar milyonlarca halkın huzurunda bir açık oturum tertiplesinler ve tartışsınlar.

 

Lütfen çok rica ve istirham ediyorum, hepimiz din kardeşiyiz, bize taqiyye yapmasınlar.

 

Cenab-ı Hak cümlemize hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görmeyi nasib buyursun. Âmin

 

 

24 HAZİRAN 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bela ve Azap Gelince Kolay Kolay Gitmez

 

 

Kuralı unutmayın: Bir İslam toplumunun, bir Müslüman ülkenin başına bela ve azab gelirse kolay kolay gitmez.

 

Öyle musibetler, belalar ve azaplar vardır ki, sadece kötüleri vurmaz, genel gelir, kurunun yanında yaş da yanar.

 

Müslüman bir toplumun Allah ile yapılmış bir misakı, Allah'a ibadet edeceğine, O'nun emir ve yasaklarına uyacağına, O'nun göndermiş olduğu Resule (Salat ve selam olsun ona) iman, biat ve itaat edeceğine dair verilmiş sözü ve taahhüdü vardır.

 

Müslümanlar bu misaklarına, bu taahhütlerine riayet etmezlerse umumî bir bela, azap ve musibet gelir.

 

Hainlerin yanında sâdıklar da zarar görür.

 

Çünkü onlar emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını eda etmemişlerdir.

 

Çünkü onlar, halkı yeteri kadar bilgilendirmemiş, aydınlatmamış, uyarmamışlardır.

 

Çünkü onlar tağutla, deccal ve kezzablarla, Süfyanla yeteri kadar mücadele etmemişlerdir.

 

Birinci dünya savaşında bazı Araplar (hepsi değil) İslam devletine, Hilafet-i uzma-i islamiyeye ihanet ettiler, cezalarını gördüler.

 

Filistin Hilafet devletinin küçük bir mutasarrıflığı idi. Bağımsız bir devlet olarak yaşaması çok zordu. Nitekim önce İngiliz mandası oldu, sonra büyük kısmında İsrail kuruldu.

 

İslamiyete sımsıkı bağlı ümmet şuuruna sahip, uyanık Müslümanları tenzih ederek General Allenby işgal ordusunu sevinçle karşılayan beyinsizlere soruyorum:

 

Osmanlı "isti'mârından" kurtulayım, bağımsız Arap devleti kurulsun derken ne korkunç bir vartaya dûçâr oldunuz. Vatanınız elden gitti. Halkınızın bir kısmı mülteci oldu. Bin türlü kıyım, zulüm, rezalet, sefalet, zillet, esaret, zebunluk, ezilme ki sormayın...

 

Osmanlı devleti zamanında İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'da Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Libya milletvekilleri vardı. Şimdi Kudüs'te Yahudi bayrağı dalgalanıyor. Gazze dünyanın en büyük hapishanesi ve işkencehanesi oldu.

 

Şu Libya'nın haline bakınız. Kaddafi'nin son beyanı: "Kesinlikle çekip gitmeyeceğim. Çarpışarak öleceğim."

 

Bir İslam ülkesine bela, azab, musibet gelince kolay kolay gitmez.

 

İstanbul 1919'la 1922 arasında işgale uğradığı vakit bazı ilerici Müslümanlar familyalarını yanlarına alarak işgal kuvvetlerinin balolarına katılmışlardı. O tarihte Ankara rejimi çok sofu, Şeriatçı, dindar görünüyordu. Hatta "Men'-i Müskirat Kanunu" (alkollü içkileri yasaklayan kanun) çıkartılmıştı. Birtakım paşalar rakıyı, şarabı gizlice içmeye devam ediyorlardı ama halka dindar görünmeleri gerekiyordu. Karılarıyla birlikte balolara giden ilerici Osmanlılar aleyhinde Ankara Şer'iye Vekâleti (din ve şeriat işleri bakanlığı) zehir zemberek bir beyanname yayınlamış, memleket kurtulduğu ve İstanbul'u aldığımız vakit size çok ağır cezalar vereceğiz diye tehdit etmiştir... 1922'de Refet Paşa, Ankara Hükümeti adına İstanbul'u almış, son Halife-Padişah yurtdışına çıkmış, birkaç yıl sonra Türkiye Batı medeniyeti yollarında koşmaya başlamıştı.

 

İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata hıyanet eden veya böyle hıyanetleri bütün gücüyle önlemeye çalışmayan; kendi öz İslam medeniyetini bırakıp, sefih ve sapık küfür medeniyetini benimseyen bir toplumun istikbali parlak değil, karanlık olur.

 

Hidayeti dalâletle değiştirenler dünyada rezil ve rüsvay, âhirette büyük zarara uğramışlardan olurlar.

 

Ne demiştim:

 

Büyük bela ve bir azap, musibet gelince artık kolay kolay gitmez.

 

Kaddafiler kolay kolay gitmez.

 

Bazen diktatörler ölür, onların hatırası ve ruhu daha şedit, beter, ekfer şekilde saltanat sürmeye devam eder...

 

Müslüman bir toplum "Din sadece bir vicdan işidir, dünyaya karışmaz" dedi mi, kısa zaman sonra belasını bulur. Allah hinleri zâlimlerle terbiye eder.

 

Azabın en şiddetlisi, ilim ve kültür sahibi olup da bildiklerini doğru bilgilerle amel etmeyenlere olacaktır.

 

Zamanımızda az veya çok haram menfaatler karşılığında dinlerini satan o bilenler yok mu...

 

Müslüman bir toplum ümmet şuurunu ve idrakini yitirip; hizip, fırka, cemaatçilik, parçacılık asabiyetlerine kapılırsa belasını bulur.

 

Benim cemaatim senin cemaatinden üstündür, benim şeyhim senin şeyhini döver... Öyle mi? Bela ve azap inince senin cemaatin mi, senin şeyhin uçuyor muydu uçmuyor muydu anlayacaksın...

 

Allahu Teala ve Tekaddes Hazretleri bize doğruyu da bildirmiş, bâtılı da... Kim hidayeti (doğru inançları, hükümleri, ahlakı) seçerse Mevlâsını bulur; kim de dalâleti (sapıklığı, bozukluğu, küfrü, bidati, günahı, isyanı, tuğyanı) seçerse belasını bulur.

 

Hilafet-i Uzma-yı İslamiye Allah'ın Müslümanlara ulu bir nimetiydi. Türkler bu mübarek müesseseye çok hizmet ettiler. 1924'te İslam'ın 101'inci son halifesi kovuldu ve Hilafet müessesesi tarihe karıştı. Elbette bunun hesabı sorulacaktır.

 

Boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkını soracak olan mutlak adalet sahibi Allahu Teala Hazretleri Hilafet-i

 

Kübrâ-yı Muhammediye'nin hesabını Türklerden sormaz mı?

 

Hilafeti kaldıran ve son halife Abdulmecid bin Abdulaziz Han hazretlerini aile efradıyla ve bütün Hanedan-ı Âl-i Osman mensuplarıyla birlikte tard eden kanun şöyle diyor:

 

"Hilafet Büyük Millet Meclisi'nin şahs-ı mânevisinde mündemic olduğu için..."

 

Merhum Adnan Menderes 1960'ta ülke iğtişaş ve kaynaşma içindeyken Meclis çatısının altında Demokrat Parti milletvekillerine hitaben şöyle demişti:

 

"Arkadaşlar!.. Millet size vekâlet vermiştir. Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz."

 

Yaa, öyle mi?.. Bu sözünden dolayı Adnan Menderes'i astılar.

 

Ahkâm-ı Şer'iye bir kere gitmeyegörsün. Geri gelmesi zordur.

 

Hilafet yıkılmayagörsün. İhyası zordur.

 

Tağûtî düzenin haram, necis, kirli rantlarıyla ve nemalarıyla beslenen, az veya çok dünya menfaati karşılığında İslam'ı satan kimseler, zenginleşmenin verdiği sarhoşlukla işin farkında değildir.

 

Qâlû Belâ gününde Allah ile yaptıkları ahd ü misaka ihanet edenler, haram ve necis para ve mallarla zenginleşerek iyi bir ticaret yaptıklarını sanmasınlar. Onlar korkunç bir zarar içindedir.

 

Yakın tarihimizde İslam ilimlerini okuyup öğrenmiş bazı ulema ve fukaha, zalimlere yağcılık yaparak canlarını koruyup selâmete çıktıklarını sanmışlardı. Zehî gaflet!.. Onlar İslam'ı ucuza sattılar, çok kötü bir ticaret yaptılar.

 

Hikayenin sonuna gelmedik... Macera devam ediyor... Bakalım ileride neler olacak.

 

Deccâliyet, Kezzâbûn, Süfyânîlik öyle kolay kolay gitmez...

 

Derin şer güçleri sonuna kadar direneceklerdir. Kaddafi'ler, hayatına ve servetine dokunulmaması garantisine rağmen uçağa binip Libya'ları terk etmezler.

 

Bir İslam ülkesinde haram yeme, şeytani şekilde zenginleşme, lüks, israf, sefahat, fuhuş zina, âşikâre fısk ve fücur, isyan ve tuğyan yaygın ise oradaki maddi kalkınma, yüksek binalar, köprüler, barajlar, limanlar, hava alanları, otoyollar, lüks otomobiller, Nemrûdî oteller ve lokantalar, kadın erkek birlikte denize girilen plajlar, aşırı konfor kerâmât değil, hep birer istidractır. (İstidracın manasını bilmeyenler muteber din kitaplarına müracaat etsinler)

 

Bin kere tekrar etsem azdır: Azap, bela, musibet, dünyevi ceza gelince kolay kolay gitmez.

 

Kaddafi gitmez, Maddafi de gitmez.

 

Deccallar, Kezzaplar, Süfyanlar, Ekferîler öyle kolay kolay pes etmez.

 

İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, tesettür nimetlerine küfranda bulunan Müslüman bir toplum, tövbe ve isyanlarında rücû' etmedikçe iflah olmaz, selamet sahiline çıkmaz.

 

Bozuk düzenin haram rant ve nimetlerine, cîfeye talip olan kilap gibi talip olanların gelecekleri nurlu değil, katrânîdir.

 

Bu yazımdan bir kişi, bir tek kişi mütenebbih olursa kendimi bahtiyar sayacağım.

 

Hiç kimse mütenebbih olmasa, bir nebzecik tek cılız bir iniltiyle vazifemi yapmış olur muyum acaba?

 

25 HAZİRAN 2011

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Bir Cuma Hutbesi Denemesi

 

 

 

Muhterem Müslümanlar!.. Hamdler, övgüler, senâlar âlemlerin Yaratıcısı, Mâliki ve Rabbi olan Allah'a mahsustur.Âlemlere rahmet ve insanlara en güzel örnek ve model olarak gönderilmiş Resûlullah Muhammed Mustafa'ya salât ve selâm olsun.

 

Onun bütün Ashabına, Etbâına, Ehl-i Beytine, Ezvâcına, Yârânına, bâhusus Hulefâ-i Râşidîne, Ebû Bekr Sıddiqa, Ömerü'l-Faruka, Osman Zinnureyne, Aliyyü'l-Murtazaya hayır dualar eder, Allah onlardan razı olsun deriz.

 

Üzerimize vâcib olan hamdele, salvele ve duadan sonra...

 

Ey Müslümanlar!.. İyi bilin ki, Hak ile bâtıl biz Müslümanlara kesin şekilde bildirilmiştir. Hakka tâbi olan Mevlâsını bulur kurtulur, bâtıla tâbi olan belâsını bulur, ebedî zarara uğrar, felâkete duçar olur.

 

Allaha ve Resûlüne iman edip İslam'ı din olarak kabul edenler bilsinler ki, Kur'an-ı Azimüşşan Allah'ın kadîm kelâmıdır ve biz Müslümanların düstur ve imamıdır. Kim ona, doğru şekilde anlamak ve yorumlamak şartıyla uyarsa kurtuluşa erer.

 

Kur'an'daki ilahî emirleri yerine getiren, ilahî yasaklardan uzak duran, ondaki ilahî öğütleri tutan aziz ve hür olur, böyle yapmayan zelil ve rezil olur.

 

Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünneti de bir tür vahydir ve Müslümanların ona uyması vacibtir. Tevâtür beyyinesi ile sâbit olan sahih hadîsleri inkâr eden, dinden çıkar.

 

Muhterem Müslümanlar!.. İslam hükümlerinin dört kaynağı Kitabullah, Peygamberimizin Sünneti, Ümmetin icmâı ve kıyas-ı fukahadır.

 

Şeriat Allahın Kitabından ve Peygamberin Sünnetinden çıkartılmış din hükümleridir. Bütün iyiliklerin, doğruların, güzelliklerin kaynağı Şeriattır. Şeriatı inkar veya tahkir eden dinden çıkar.

 

Kur'ana, Sünnete muhalif olan, ters düşen her şey bâtıldır.

 

Allah zinayı haram kılmış ve kötülemiştir.

 

Peygamber-i Zişan bu hükmü te'yid etmiş, zinayı kötülemiştir.

 

On dört asır boyunca gelip geçen bütün din imamları, mezheb sahibi büyük müctehidler, rabbanî alim ve fakihler, kâmil mürşidler, sâlih Müslümanlar, Allah dostları zinayı kötü görmüşler, büyük bir günah ve suç olduğunda ittifak etmişlerdir.

 

Riba Kur'an, Sünnet ve icmâ ümmet ile haramdır, büyük bir günahtır.

 

Kadın ve kızların tesettüre girmeleri, iffetli ve namuslu bir hayat sürmeleri farzdır. Tesettürün Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sabit kesin bir farz olduğunu inkar eden dinden çıkar.

 

Ey Müslümanlar!.. Beş vakit namaz, kesin farzların başıdır. Atalarımız asırlar boyunca bu farzı dosdoğru eda etmişlerdir. Yakın tarihimizdeki fitneler yüzünden Ümmet-i Muhammed'in büyük bir kısmı, belki de yüzde 90'ı bunu terk etmiştir. Bî-namazlık büyük ve vahim bir isyandır. Ümmetin alimleri, fakihleri, âqilleri, bilgeleri, güç ve imkân sahipleri halkın tekrar beş vakit namaza başlaması için hayırlı bir seferberlik başlatmalı, bugünkü yüzde 10'luk kılan oranını yüzde 50'lere ve daha fazlasına çıkartmak için en etkili şekilde çalışmalıdır.

 

Namazdan sonra dinimizin önemli ibadetlerinden biri zekâttır. Zekat malla, parayla yapılan bir ibadettir. Zamanımızda Müslümanların bir kısmı ya hiç zekat vermiyor, yahut tam olarak vermiyor; bir kısmı zekat veriyor ama Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun olarak vermiyor, zekat borcunu ödemiş olmuyor. Zekat yerli yerinde ve doğru dürüst verilmediği için Müslüman fakirler, miskinler, mülteciler mağdur oluyor. Bu hususta da, gerçek ve muhlis ulema ve fukaha Ümmet'i uyarmalı, bilgilendirmeli, aydınlatmalıdır.

 

Muhterem Müslümanlar!.. İslam dini, Kur'an, Sünnet ve Hikmet bizi Allahü Teala ile olan bütün işlerimizde ihlaslı olmaya çağırmakta, ihlasla işlenmeyen amel ve ibadetlerin kabul olmayacağını bildirmektedir. Ulema, fukaha, mürşidler, ziyalı sâlih Müslümanlar ihlas konusunda Ümmet'i bilgilendirmeli, aydınlatmalı, uyarmalıdır.

 

Sevgili Müslümanlar!..

 

Din elbette bir vicdan işidir ama sadece bir vicdan işi değildir. Din vicdanlara haps edilemez. İslam, Kur'an, Peygamber ve Sünneti hayata uygulanmak için gönderilmiştir.

 

Ferdî/bireysel ve toplumsal hayatta yapılan, işlenen her şeyle ilgili olarak dinin bir hükmü ve değerlendirmesi vardır. Mesela namaz kılmak farzdır. Namaz kılmamak haramdır.

 

Uyumak mübahtır. Sabah namazı vaktinde uyumak haramdır.

 

Mükelleflerin bütün işleri ef'al-i mükellefîn denilen sekiz sınıf fiilden birinin kategorisine dahildir.

 

Ey firâset sahibi Müslümanlar!.. Dinimiz ilahî din olduğu için onda kesinlikle reform, yenilik, değişiklik yapılamaz. İslam dini Avrupa standartları ve normlarına göre yorumlanamaz. Sevgili Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadîslerini AB normlarına, Feminizme göre ayıklamak korkunç bir ihanettir... Haçlıların ve Siyonistlerin istekleri doğrultusunda ılımlı bir İslam türetme teşebbüsleri bâtıldır.

 

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm ideolojisi ile ilahî İslam dini asla uyuşmaz ve bağdaşmaz.

 

Peygamberimizin risâletini ilanından ve İslam dinini tebliğinden sonra, bu risalet ve tebliği duyup işitip de inkar ve tekzib edenler ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.

 

Zamanımızda üç değil, bir tek ibrahimî din vardır ve o da İslam'dır.

 

Tevhid inancı ile Teslis inancı asla uyuşmaz.

 

Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamı, Kur'an-ı Kerimi, ilahî ve hak İslam dinini inkar edenler, kurtulmuşlar zümresinden değildir.

 

Müslümanların temel vazifelerinden biri de, Ümmet-i dâveti imana, İslam'a, Kur'ana çağırmak için en etkili ve en uygun şekilde gece gündüz çalışıp hizmet etmektir.

 

Muhterem Müslümanlar!..

 

İslam hem bir din, hem bir medeniyet, hem bir dünya nizamı, hem de bir hayat/yaşama sistemidir.

 

Müslümanlara, inandıkları gibi yaşamak hakkını ve hürriyetini vermeyen düzen ve sistemler zâlimdir.

 

İyi, uyanık, olgun, şuurlu, firasetli bir Müslüman bâtıl nizam, sistem ve düzenlerden razı olmaz, onları benimsemez.

 

Müslümanın dini İslam'dır, milleti İslam'dır, medeniyeti İslam ve Kur'an medeniyetidir, kültürü İslam kültürüdür, takvimi İslam takvimidir.

 

Müslüman anne ve babaların küçük çocuklarına özel din ve Kur'an dersleri verdirmeleri yasağı insan haklarına, milli kimlik ve kültüre aykırı bir zulümdür.

 

İngiltere gibi Hıristiyan bir ülkede isteyen Müslüman kadın doktorlar, kadın öğretmenler, kadın memureler, hattâ kadın polisler başörtülü hizmet verebiliyor da bizim ülkemizde niçin veremiyor?

 

Ey Müslümanlar!.. Bilmiyorsanız öğreniniz, Hıristiyan İngiltere'de Müslümanlar için Şeriat mahkemeleri vardır.

 

Türkiye bir İslam ülkesidir. Halkın büyük çoğunluğu Müslümandır. İnsan hak ve hürriyetlerinin temel maddesi din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak, çocuklarını kendi dinine göre yetiştirebilmek hürriyetidir.

 

Ülkemizde İslam'ın ve Müslümanların, militan ve bağnaz düşmanları vardır, egemen azınlıklar vardır, derin gizli güçler vardır. Bunlar Müslüman çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerini çiğnemektedir. Her Müslüman bu güçlerle yasal sınırlar içinde mücadele etmeli ve hür Müslümanlar olabilmek için var gücüyle çalışmalıdır.

 

Aziz Müslümanlar!..

 

Din, iman, İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, mukaddesat hizmetleri kutsaldır. Bu hizmetler sırf Allah rızası için ihlasla yapılmalıdır. Yaratanın rızasını kazanmak için yapılan kutsal din hizmetlerinin ücret ve mükafatı yaratıklardan istenmemeli ve beklenmemelidir. Dünyanın en kötü, en iğrenç, en rezil ticareti din ticareti, mukaddesat bezirganlığıdır. Sevgili Müslümanlar!.. Din sömürücülerinin tuzaklarına düşmeyiniz, onların yalanlarına inanmayınız, onlara para kaptırmayınız.

 

Mukaddes dinimiz rüşveti, her türlü haram kazancı, ribayı, haram yemeyi, lüksü, israfı, aşırı tüketimi, gururu, kibri yasak kılmıştır.

 

Yirmi bin dolarlık bir araba kendisine yetecekken, ihtiyacını görecekken, sırf nefsini tatmin, gurur ve kibrini beslemek, çevresine caka satmak için 100 bin dolarlık lüks araba alan haram bir iş işlemiş ve büyük günaha girmiş olur.

 

Ey Müslümanlar!.. Çok iyi bilmiş olunuz ki, bazı tv kanallarının yayınlarını Müslümanların seyr etmesi caiz değildir. Müslümanın evi, onun harîm-i ismetidir. Orada içki alemleri, fuhuş ve zina, iğrenç, azgın ve taşkın seks sahneleri, İslam'a kesinlikle aykırı çıplaklıklar, ahlaksızlıklar, iffetsizlikler, hayâsızlıklar, edepsizlikler sergilenemez, sahneye konulamaz. Televizyondaki bu gibi haram ve kötü yayınları evinizde çoluk çocuğunuza seyr ettirirseniz, yarın Mehkeme-i Kübrada bunun hesabının sorulacağından korkunuz. Ne cevap vereceksiniz?

 

Ey Müslümanlar!.. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) bin dört yüz yıl önce haber vermiş olduğu âhir zaman alâmetlerinin küçüklerinin tamamı, büyüklerinin büyük kısmı zuhur etmiştir. Ahir zaman fitneleri, kasırgaları, zelzeleleri ve pislikleri içinde yaşadığımızı unutmayalım. Cahiller ve gafiller sarhoş olmuştur. Para, mal, zenginlik, riyaset, ün, alkış hırsları gözlerini döndürmüştür. Seks azgınlıkları eski Sodom ve Gomore'yi geride bırakmıştır. Din konusunda cahillik karanlıkları çok koyulaşmıştır. Bu zaman gaflet zamanı değil, uyanıklık zamanıdır. Herkes kendisinin, ailesinin, çoluk çocuğunun, akrabalarının, hemşehrilerinin, din kardeşlerinin, vatandaşlarının, insanların imanını kurtarmaya baksın. İmanını kurtaranlar, ömrü ölümüne iman ile bitişenler kurtulacaktır.

 

Allah'ın rahmeti, selamı, bereketi, koruması üzerimize olsun... Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) ruhaniyeti bizi gölgelesin. Kur'ana ve Sünnete yapışalım. Allah'tan namaz ve sabır ile yardım isteyelim. En büyük düşmanımız olan nefs-i emmârelerimizle büyük cihad yapalım. Allah'ın yardımına nail olmak için Kur'anî, Nebevî, Şer'î vesilelere ve sebeplere yapışalım.

 

Rabb olarak Allah'tan, Nebi olarak Muhammed Mustafa'dan, Kitab olarak Kur'andan, Din olarak İslam'dan razıyız...

 

Kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teala'ya hamd ediyoruz...

 

26 HAZİRAN 2011

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

 

 

Nereye Sürükleniyoruz?

 

 

Türkiye nehri yatağından taşmış, büyük bir şelâleye doğru hızla akıyor... Seçimler bitecek, Meclis toplanacak, meseleler halledilecek, krizler yumağı çözülecek, memlekete huzur, iç barış, millî mutabakat (toplumsal uzlaşma) gelecek... Bütün bunların hayal olduğu anlaşıldı.

 

Türkiye'de, bildiğimiz (veya bilmediğimiz) satrançtan bin misli karışık, girift, büyük, dev bir satranç oynanıyor.

 

İdeolojik vesayet taraftarı egemen azınlıklar ile tarihî devamlılık, millî kimlik ve kültüre saygı ve riayet, çoğunluğun haklarının tanınması ve verilmesi, âdil hukukun üstünlüğü prensibi taraftarları arasında dehşetli bir satranç oynanıyor.

 

Bu memlekette (asıl kimliklerini bilsinler veya bilmesinler) bir buçuk milyon Kripto Yahudi, bir buçuk milyon da Kripto Hıristiyan bulunduğu realitesinden habersiz kimseler benim bu dediklerimi anlayamaz, beni komplo teorilerine inanan bir paranoyak olarak görebilirler.

 

Bendeniz bildiğini bilen, bilmediğini bilmek iddiasında olan bir hayalperest değilim.

 

Evet, Yahudiler 20'nci asırda iki Yahudi rejimi kurmuşlardır.

 

Bu ülkede iki tarih vardır.

 

İki kimlik vardır.

 

İki kültür ve medeniyet vardır.

 

Bu ülkede dehşetli bir tarihî bir ârıza ve kaza yaşanmıştır.

 

Tarihte hiçbir ülkenin başına, bizdeki kadar büyük bir kültür, kimlik ve medeniyet kazası ve ârızası gelmemiştir.

 

Halk yığınları bu ülkede seksen yıldan beri ideolojik bir eğitim çarkı içinde şekillendirilmektedir.

 

Bu ülkenin maarifi iyi ve vasıflı Türkiyeliler yetiştirmek için değil, resmî ideolojiye din gibi inanan robotlar ve zombiler yetiştirmek için çalıştı. Gerçi başarılı olamadı ama beyinlerde ve gönüllerde büyük tahribat yaptı.

 

1950'lerde böyle değildi ama artık Türkiye halkı, pek küçük bir azınlık dışında, dedelerinin ve atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan âcizdir.

 

Genç nesillere tarih diye kavağa tırmanan balık mavalları, ideolojik masallar okutulmuştur.

 

Lisede iyi okumuş bir Fransız kaç yüz yıl önce yaşamış Pascal'in, Voltaire'in, Montesquieu'nün kitaplarını okuyup anlayabilir.

 

Kültürlü ve tahsilli bir İngiliz Shakespeare'i okuyup anlayabilir.

 

Okumuş bir Alman Goethe ve Schiller'i okur ve anlar.

 

Lise mezunu bir İranlı, 13'üncü yüzyılda yaşamış Hâfız'ı okuyup anlayabilir.

 

Lakin lise bitirmiş, üniversitede okumuş, sözde parlak bir tahsil yapmış bir Türkiyeli, 1928'den önce basılmış en basit Türkçe kitapları okuyamaz, hele edebiyatımızın şâhikası Fuzulî Divanının (Latin harflerine çevrilmiş bile olsa) mânasını anlayamaz.

 

Çünkü resmî ideoloji brehmenleri, egemen azınlıklar, Kriptolar dilimizi kesmişler, korkunç bir lisan tahribatı yapmışlardır.

 

Onların eğitim sisteminde mantık bile okutulmaz.

 

Onlar, yakın tarihin en güzel ve sade Türkçesiyle yazılmış Ömer Seyfeddin hikayelerini bile anlamaz mürekkeb câhil nesiller oluşturmuşlardır.

 

Onlar, millî kimliğimizin ana ve temel unsuru olan Müslümanlığa savaş açmışlardır.

 

Onlar, birleşip toparlanamasınlar diye, çoğunluğu oluşturan Müslümanları bir sürü birbirinden kopuk, birbiriyle tartışan hizip, fırka, cereyan ve cemaate ayırmışlardır.

 

Onların Müslüman halka karşı siyaset ve stratejilerinin ilk maddesi böl, parçala ve hükmet olmuştur.

 

Baskı, zulüm, tehdit altında yaşayan, cahil bırakılan, kimlik ve kültürleri erozyona uğrayan Müslümanların büyük kısmı bu tuzağa düşmüştür.

 

Bütün bu tahribata, bütün bu topyekun beyin yıkama faaliyetlerine, bütün hıyanet ve sabotajlara rağmen halkımızın büyük kısmı dinine, imanına, dinî kimlik ve kültürüne oldukça bağlı kalmıştır ama güç, şuur ve vasıf bakımından büyük yıkım olmuştur.

 

Egemen azınlıklar, resmî ideoloji Brehmenleri en çok Ehl-i Sünnet ve cemaati yıkmak, erozyona uğratmak için çalışmıştır.

 

Bu maksatla meydana bir sürü reformcu, yenilikçi, değişimci, Fazlurrahmancı, ılımlı İslamcı, BOP'çu, Kemalist ilahiyatçı provokatör çıkartmışlardır.

 

Bu memlekette gerçek demokrasi olursa, resmî ideoloji özelleştirilirse, vesayet sistemine son verilirse statükocular, Sezarcılar, Kriptolar, iki kimlikliler, egemen azınlıklar büyük darbe yiyecekler, yerlere serilecek ve bir daha toparlanamayacaklardır.

 

Bu yüzdendir ki, seçimlerden sonra bir ölüm kalım savaşı başlatacaklardır.

 

Halk çoğunluğunun oylarıyla başa geçen iktidarın oynanan dehşetli satrancı çok iyi, çok mantıklı, çok hikmetli, çok soğukkanlı, çok hesaplı bir şekilde oynaması gerekir.

 

Bu satranç partizanlıkla kazanılamaz.

 

Bu satrancı bilge satranççılar kazanabilir.

 

Unutulmasın ki, Ermeniler Türkiye topraklarına kesinlikle dönmek istiyor.

 

Unutulmasın ki, Elen şovenler Megali İdea'dan vaz geçmemişlerdir.

 

Unutulmasın ki, agresif ve mutaassıp haçlılar, Evangelistler, misyonerler bu coğrafyada tekrar Teslis bayrağını dalgalandırmak emelini besliyor.

 

Unutulmasın ki, çok gizli BOP protokollerine göre Türkiye'nin mutlaka parçalanması gerekmektedir.

 

Seçimlerden sonra her yer güllük gülistanlık olacak, Yüce Meclis toplanacak, bütün anlaşmazlıklar halledilecek... Güldürmeyin beni...

 

Bu memlekette uzun yıllar boyunca inkâr rüzgarları ektiler, şimdi onların fırtınalarını, kasırgalarını, boralarını biçiyoruz.

 

Egemen azınlıklar öyle kolayca pes demez. Gerekirse iç savaş bile çıkartırlar.

 

Onların ekmeklerine bilerek veya bilmeyerek yağ sürülmemelidir.

 

Dehşetli satrançta falso yapılmamalıdır.

 

Gençlere çok acıyorum...

 

Bu hengâme içinde hırsızlık yapan, haram rant ve nemalar peşinde koşan, gayr-i meşru yollarla zengin olan, altın ve gümüş, Euro ve Dolar biriktiren gafillere acımak mı lazım, lânet etmek mi gerek bilemiyorum.

 

Gemi korkunç bir fırtınada bata çıka gidiyor, onlarsa haram servetler edinmek için her haltı yiyor.

 

Sultan Abdülaziz Han'ın kahpece şehid edilmesinden bu yana bu ülke ne büyük ahlar aldı. Şimdi onların acısı çıkıyor.

 

Halife-i Rûy-i zemin Sultan Abdülhamid-i Sâni tahtından alaşağı edilip hakaret içinde Selanik'e (Ah Selanik!) sürülmesinin âhı.

 

Hânedanın ahları.

 

İskilipli Atıf Efendinin âhı.

 

Erbilli Şeyh Esad Efendinin âhı.

 

Yıkılan, satılan, kiraya verilen, düzlenen binlerce caminin, mescidin, medresenin, vakıf binasının, taş mektebin, imaretin ahları.

 

Sadece Ayasofya'nın âhı bizi yakmaya yeter de artar. Düzlenen tarihî İslam kabristanlarının âhı.

 

Zikrullaha kapatılan dergâhların, tekâya ve zevâyânın âhı.

 

İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla asılan hocaların, şeyhlerin, dervişlerin, sülahının, mazlumînin ahları.

 

Erzincan'da şapka kanununu tenkit ettiği için asılan Şalcı Bacı.

 

Ah ya Rabbi, o kadar ah var ki, hangisini sayacağım.

 

Ahlar, fırtına olan rüzgârlar, inkârlar, zulümler, idam sehpaları...

 

"Her şey düzelecek, ufuklar çok pembe, gelecek çok aydınlık, her şey yolunda..."

 

Pardon, tekrar eder misiniz...

 

 

27 HAZİRAN 2011

 

 

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İcâzetli Ulema ve Fukaha Şûrası Kurulmalıdır

 

TÜRKİYE'de, (bu sayı yeterli değil ama) tahminimce bir iki bin icazetli Sünnî din âlimi, fâkih bulunmaktadır. Bunlar (nâdir istisnâlar dışında) elbette laik ve Kemalist rejimin baskısı ve kontrolü altındaki ilahiyat fakültelerinden çıkmadı. Bir kısmı dış ülkelerdeki İslam medreselerinde okudular, yetiştiler, icazet aldılar. Bir kısmı da, Kemalizmin bütün baskılarına, terörüne, sindirme hareketine rağmen ülkemizdeki medreselerde yetiştiler.

 

Vehhabî olarak yetişenleri bu sınıfa ve bu sayıya dahil etmiyorum.

 

Benim kasd ettiklerim akaitte İmamı Eş'arî ve İmamı Mâturidî'den birine bağlı olan ve Şeriat ahkâmında dört hak mezhepten birini taklid eden ulema ve fukahadır.

 

İşte bu icazetli Sünnî ulema ve fukaha bir dernek veya vakıf çatısı altında bir araya gelmeli ve ülkemizdeki dinî kaos ve anarşiye dur demelidir.

 

İcazetli Sünnî ulema ve fukahanın seçkinlerinden bir şûra ve fetva heyeti kurulmalıdır.

 

Bu hizmetlerde, ilahiyat fakültelerinde hocalık yapan Sünnî zevat da hissesine düşen vazifeleri yapmalıdır.

 

Kemalist vesayet rejimi, ilahiyat fakültelerindeki elemanlarına ve işbirlikçilerine şu misyonu vermişti:

 

1. İslam dininde reform yapılacak.

 

2. Dinde köklü değişim yapılacak.

 

3. Dinde yenilik yapılacak.

 

4. Şeriatsız ve fıkıhsız yepyeni bir İslam türetilecek.

 

5. Müslüman halk sekülerleştirilecek, yani din ile hayat birbirinden ayrılıp kopartılacak.

 

6. Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman'ın Tâtiliye (tarihsellik) mezhebi hâkim mezheb haline getirilecek.

 

7. Diyanet, Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılacak ve mezhepler üstü yapılacak.

 

8. Kemalizme uygun bir İslam oluşturulacak.

 

9. Yeni bir İslam Protestanlığı çıkartılacak.

 

10. Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB standartlarına, Kemalist ideolojiye ve Feminizme göre ayıklanacak. (BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" başlıklı ve Robert Pigott imzalı yazıyı veya Türkçe tercümesini (internette var) okuyunuz.)

 

11. Türkiye'deki Sünnî halk mümkün olduğu kadar fazla hizip ve fırkaya ayrılacak.

 

12. Farmason Afganî büyük bir din imamı (önderi) olarak gösterilecek.

 

13. Yeni naylon "müctehidler" çıkartılacak.

 

14. İslam'ın tek hak din olduğu inancı kırılacak, üç hak ibrahimî din vardır akımı çıkartılacak.

 

Bu planlar maalesef hayata geçirilmiş bulunmaktadır.

 

Müslümanlar onlarca büyük, yüzlerce orta, binlerce küçük hizip ve fırkaya ayrılmıştır.

 

Ortaya, bazıları küfre giden ve götüren bir yığın bozuk fetva ve ictihad konulmuştur.

 

Ümmet paramparça edilmiş, Müslümanlar birbirleriyle çekişmeye başlamıştır.

 

Halk ve gençliğin önemli bir kısmı, gerçek dindarlıktan uzaklaştırılmış, faydasız veya zararlı münakaşaların içine itilmiştir.

 

Dinde bid'atler çıkartılmıştır.

 

Sünneti yıkmak için yoğun faaliyet yapılmıştır.

 

Mezhepsizlik yangını körüklenmiştir.

 

İslam'ı, Tevhid'i, Kur'anı, Resulullahı, Şeriat-ı Ahmediye'yi red, inkar ve tekzib eden kafirler de Cennetliktir bozuk inancı ortaya atılmıştır.

 

Farmason Afganî'nin tezi olan "Her Müslüman Kur'andan kendi re'y ve hevasına göre hüküm çıkartıp ictihad yapabilir" yolu açılmıştır.

 

Televizyonlarda, basında seviyesi çok düşük dinî programlar tertiplenerek en mukaddes konular ayağa düşürülmüştür.

 

Birtakım reformculara milyonlarca dolarlık servetlere kavuşma yolları açılmıştır.

 

Reform, yenilik ve değişim konusunda çok yüksek telif ücretleri dağıtılmıştır.

 

Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkıp yerine yüzlerce ayrı ve birbirinden kopuk kiliselerden oluşan bir İslam Protestanlığı için hayli yol alınmıştır.

 

İslam'ı ve Ümmet'i içinden çökertmeye yönelik yıkıcı, tahrip edici faaliyetlere son verilmezse, Ümmet olarak geleceğimiz karanlıktır.

 

Bugünkü kaos, tefrika, çekişme ve anarşi içinde din ve iman kardeşliği kavramı yerlere serilmiş, çiğnenmektedir. Kimler tarafından? Maalesef bir kısım Müslümanlar tarafından.

 

İnternetteki e-maillerin bazısına bakınız: Kardeş olması gereken bazı Müslümanlar birbirlerini şirk ve küfürle itham ediyor.

 

Ülkemizde ve dünyada petro-dolarlarla taraftar kazanan bozuk bir mezhebe göre tasavvuf ve tarikat Müslümanları müşriktir, kafirdir.

 

Havada Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uymayan birtakım saçma sapan fetvalar ve ictihadlar uçuşuyor.

 

Düşünebiliyor musunuz, kaderi inkar edenler bile var.

 

Haramı helal, helali haram yapan bazıları kısa zamanda şöhret-i kâzibe sahibi oluyor.

 

Türkiye'deki Müslümanlık Ehl-i Sünnet Müslümanlığıdır. Bizde Şeriatın yanında, Şeriata uygun olan tarikat ve tasavvuf da vardır. Tarikat ve tasavvuf kanadını kestiniz mi, Türkiye Müslümanlığı çöker.

 

Bir İslam toplumunu çökertmek istiyorsanız, o toplumun fertlerini birbiriyle çekiştiriniz, aralarına nifak ve tefrika tohumları ekiniz. Âlim, fazıl, kâmil insanların müzakerelerinden hakikat nurları çıkar.

 

Câhillerin çekişmesinden ve tartışmasından is, pas, kurum oluşur.

 

Mukallid Müslümanlara "Al eline bir Kur'an tercümesi, bir de hadîs kitabı, sen de bol bol ictihad yap" denirse tefrika, tartışma, fitne, fesat baş gösterir.

 

Devlet-i Aliyye-i Osmaniye zamanında dinî konuların çocuk oyuncağı haline getirilmesine kesinlikle izin verilmezdi.

 

Dört hak mezhebe aykırı fetva ve ictihad yaptırılmazdı.

 

Ehl-i Kıble ve ehl-i Tevhid olan Müslümanlara kâfir ve müşrik diyen aşırılar ve azgınlarda hiç vicdan yok mu?

 

Teklif ettiğim icazetli ulema ve fukaha şûrası ve fetva heyeti kurulmazsa anarşi, kaos, fitne, fesat, nifak, şikak artarak sürecektir.

 

Tartışmalar, şirk ve küfürle suçlamalar yüzünden iman kardeşliği berhava olacaktır.

 

Sapıklıklar, dinde bid'atler ile gereği ve yeteri kadar mücadele edilemeyecektir.

 

Ehl-i Sünnet iyice sarsılacaktır.

 

Benden yazması...

 

25 Temmuz 2011

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yangın Var!

Allahü Teâlâ Peygamber, Kitab, Din göndererek bizi uyarmıştır. Biz Müslümanlar "Haberimiz yoktu, uyarılmamıştık" diyemeyiz. Böyle dersek yalan söylemiş oluruz.

 

Müslüman toplumun durumu dinî açıdan, din gözlüğüyle bakıldığında çok kötüdür.

 

Toplumda çok büyük kötülükler, günahlar, isyanlar vardır:

 

İzin verirseniz bunlardan 33'ünü saymak istiyorum:

 

1. Çok vahim itikat bozuklukları görülmektedir. Mesela: İslam'dan başka hak ibrahimî dinler vardır ve onların mensupları da, İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı yalanlamalarına rağmen Cennete girecektir mealindeki bâtıl iddia.

 

2. Beş vakit namaz halkın yüzde 90'ı tarafından terk edilmiştir.

 

3. Cemaat terk edilmiştir.

 

4. Eski Sodom Gomore'yi gölgede bırakacak fuhşiyyat, çeşit çeşit azgınlıklar, kumar, işret çok yaygın hale gelmiştir.

 

5. Toplumları çökerten lüks, israf ve sefahat çok artmıştır.

 

6. Riba alıp verme genelleşmiştir.

 

7. Gıybet ve diğer lisan afetleri genelleşmiştir.

 

8. İman ve İslam kardeşliği hemen hemen kalmamıştır.

 

9. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı yeteri kadar ve etkili şekilde yapılmamaktadır.

 

10. Halka yeteri kadar ve etkili şekilde nasihat edilmemekte, Müslümanlar uyarılıp bilgilendirilmemektedir.

 

11. Zekatlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre doğru dürüst yerli yerinde verilmemekte, sarf edilmemektedir.

 

12. İstanbul için söylüyorum: Cuma ezanı okununca işyerleri, Cuma namazının bitimine göre kapatılmamaktadır.

 

13. Ahlaksızlık, dinsizlik, densizlik, sarhoşluk, fuhuş sokaklara meydanlara taşmıştır.

 

14. Mübarek Ramazan ayında bile İslam'a ve Şeriat'a aykırı Ramazan Şenlik ve Etkinlikleri fütursuzca yapılmaktadır.

 

15. Din ve mukaddesat sömürüsü görülmemiş korkunç boyutlara ulaşmıştır.

 

16. Birtakım Müslüman ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

 

17. Zengin Müslümanlarla fakir Müslümanlar arasında uçurumlar meydana gelmiştir. Yardımlaşma ve paylaşma ahlakı çok zayıflamıştır.

 

18. Halka ve bilhassa gençliğe, öğrenilmesi ve bilinmesi farz olan ilmihal bilgileri doğru dürüst öğretilmemektedir.

 

19. Mü'minler birbirlerini yeteri kadar sevmemekte, hattâ bazısı bazısına düşmanlık etmektedir.

 

20. Ümmet-i Muhammed yüzlerce birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, cemaate bölünmüştür.

 

21. Beynelmüslimîn (Müslümanlar arasında) tartışmalar, çekişmeler, husumet ayyuka çıkmıştır.

 

22. Kur'ana iman ettik diyenlerin büyük kısmı Kur'anın kesin emirlerine uymamakta, Kur'anın kesin yasaklarından kaçınmamaktadır.

 

23. Biz Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ettik diyenler onun Sünnetine, buyruklarına, emir ve yasaklarına, öğütlerine uymamaktadır.

 

24. Halkın büyük kısmı ebedî kalınacak âhireti unutmuş, var gücüyle çılgınlar gibi fânî dünya için çalışmaktadır.

 

25. Halkı uyaracak, çekip çevirecek yeterli miktarda icazetli, gerçek, 'âmil, kâmil ulema, fukaha ve mürşidler kalmamıştır, yetişmemektedir.

 

26. Yeterli miktarda iman hizmetleri yapılmamaktadır.

 

27. Koyu ve yaygın gaflet ve cehalet vardır.

 

28. Ümmet-i Muhammed bir İmam-ı Kebir'den, bir Emirü'l-mü'minînden mahrumdur, böyle bir reis seçilmesi hususunda bir çalışma da yoktur.

 

29. Müslümanların arasına sürülerle casus, ajan, istihbaratçı, provokatör, yönlendirici sızmıştır.

 

30. Din (büyük ölçüde) elden gitmiştir.

 

31. Parçalar bütünle özdeşleştirilmiş; bazı cemaatler, tarikatler, hizip ve fırkalar din ile eşit hale getirilmiş, hattâ ondan da üstün görülmeye başlanmıştır.

 

32. Müslüman ve dindar geçinen bazıları, canımızdan daha çok sevmemiz ve hatırasını titizlikle korumamız gereken Sevgili Peygamberimize saldırılınca tepki göstermiyor, kendi din baronlarına en ufak bir tenkit yöneltilince kıyamet kopartıyor.

 

33. Müslümanlar kültür, medeniyet ve zihniyet bakımından medenî ve vasıflı Müslüman olmaktan büyük ölçüde çıkmış, bedevî ve kırsal kesim Müslümanı statüsüne düşmüştür.

 

Yukarıda saydığım kötülük ve noksanlardan biri bile Müslüman bir toplumu çökertip yıkmaya yeter.

 

Okur-yazar bir Müslüman olarak bu konuda sevgili kardeşlerimi uyarmayı vazife bilmekteyim.

 

Çok kusurlu bir Müslüman olduğumun bilincindeyim.

 

Şahsımla ilgili herhangi siyasî, mâlî, nefsanî bir talebim yoktur.

 

Yangını söndürecek güce ve imkana sahip değilim.

 

Yangın var diye bağırmaktan başka bir şey yapamıyorum.

 

Yangın var diye feryat etmemi yaygaracılık olarak görecekler çıkacaktır.

 

Bilhassa onların tıkaçlı kulaklarının dibinde bağırıyorum: Yangın var!.. Yangın var!..

 

* (İkinci yazı)

 

 

Telgraflar

* PKK terörü bitmez... Bitirmeye kalkanı bitirirler... Yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı... Silah ve cephane kaçakçılığı... Bitmez... STOP

 

* PKK İsrail Ermeni Haçlı AB... STOP

 

* Doğu ve güneydoğu Anadolu'nun nüfusu boşaltılıyor... Tabiat boşluğu sevmez... Buralara ileride başka nüfuslar mı ithal edilecektir?... STOP

 

* 3500 köy düzlendi... Ahalisi sürüldü.... STOP

 

* Sünnetsiz PKK şehitleri Kürt müdür?... STOP

 

* Cihad fi sebilillah Kur'anla Sünnetle icmâ ile farzdır... Onlar cihadsız yeni bir İslam türetmek istiyor... STOP

 

* Din piyasasında aşırı miktarda petrodolar var... STOP STOP

 

* Reformcu kısa zamanda meşhur olmak için saçma sapan bir ictihad yaptı medya ictihadın üzerine atladı ve reformcu çok meşhur oldu... STOP

 

* Tebdilhava iznine çıkan askerin hiç parası yoktu... Köyüne otostop yaparak giderken motosiklet çarpması sonucu öldü... Ailesinin çocuklarının cesedini köye getirtecek parası yoktu... STOP

 

* Manken olmak için evden kaçan 14 yaşındaki hoppa kıza bir hafta içinde tam 14 kişi tecavüz etti... Sonuncusu kızı randevuevine sattı... STOP

 

* Karım zina yapıyor aşığı şu anda evimde hemen gelin baskın yapın zabıt tutun diyen kocaya polis "Zina yeni Ceza Kanununda suç değildir bir şey yapamayız" cevabını verdi... STOP

 

* Ey öğretmenler yeni nesiller sizin eserinizdir eserinize iftiharla bakınız... İmza M. Kemal... STOP

 

* Türkiye'de din çok ilerliyor... On milyon liraya yapılan büyük camide sabah namazındaki cemaat on kişi... STOP

 

* Bir cemaat marşı yazdırdı ve besteletti... Ey Hocamız sen ne büyüksün... STOP

 

* Geçen Ramazan Silvan'da bir fakir iftar yemeği olmadığı için ağlayarak intihar etti... Zekat zekat zekat... STOP

 

* Müslüman vatandaş on yaşındaki çocuğuna yaz tatilinde din ve Kur'an dersi verdiremedi... Yasak... STOP

 

* Bodrum'da lüks bir restoranda bir şişe İspanyol şaraplı yemek 2500 yeni lira... STOP

 

* Şehit olan askerlerden birinin ailesi naylon bir çadırda yaşıyormuş... STOP

 

* Köprü güzergahındaki tarlalar ve arazi kısa zamanda on misli değer kazandı... Birileri köşeyi döndü... Stop

 

* Şişman zenginlere müjde... Lüks diyet tedavisi başladı... STOP

 

* Fuhuşla mücadele sürüyor hamamın namusu temizleniyor... STOP

 

* Yaklaşan depreme karşı hazırlıklar çok yoğun... STOP

 

02 Ağustos 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

İslam'da Yenilik Fitne ve Fesadı

 

 

 

 

 

Bütün akıllı ve samimî Müslümanların, Türkiye'de yeni bir İslam türetme plan, çalışma ve girişimlerine karşı çıkması gerekir.

 

Yeni İslam projesi büyük bir fitne ve fesattır.

 

Bu işin arka planında Siyonizm, global kapitalizm, emperyalizm, sömürgecilik, Haçlı lobisi vardır.

 

Yeni İslam hareketi bir nifak hareketidir.

 

Yeni İslamcılar cihadsız bir İslam istiyor.

 

Yeni İslamcılar, İslam'ın tek geçerli, makbul, hak din olduğu inancını kırıp, onun yerine üç ibrahimî din vardır bozuk inancını ikame etmek (yerine koymak) istiyor.

 

Yeri İslamcılar Kur'an hükümlerini, Sünnet öğretilerini ve Şeriatı bozuk ve sapık Feminizm ideolojisine ayarlamak ve uyarlamak istiyor.

 

Yeni İslamcılar Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam türetmek istiyor.

 

Yeni İslamcılar Ehl-i Sünneti yıkmak istiyor.

 

Yeni İslamcılar, gerçek İslam'ın yerine beşerî bir hümanizma ve ideoloji getirmek istiyor.

 

Yeni İslamcılar, ilahî İslam dinini Avrupa Birliği ve Batı medeniyeti norm ve standartlarına uygun hale getirmek istiyor.

 

Yeni İslamcılar evrensel İslam dininde reform, değişim, yenilik, tâdilat, tahrifat yapmak istiyor.

 

Yeni İslamcılar Ehl-i Sünnet imamlarını, ulema ve fukahasını bırakıp Fazlurrahman'ı veya ona benzer yoldan çıkmışları imam yapmak istiyor.

 

Açıklamaya hacet yoktur ki, bunların hepsi İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, hikmete aykırı korkunç bid'atlardır.

 

Müslüman kardeşlerimi elimden geldiği kadar bu konularda uyarmaya çalışıyorum.

 

Bu vazife öncelikle benim işim değildir.

 

Memleketimizde ne kadar gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek ziyalı Müslüman varsa bu konuda seferber olup halkı ve bilhassa gençliği uyarmalıdır.

 

İslam'a ve Ümmet-i Muhammed'e ait dinî meseleler sadece Müslüman alimler, fakihler, münevverler tarafından tartışılmalı ve müzakere edilmelidir.

 

Bu işe Siyonistler, Haçlılar, İsrail, ABD, AB ve diğer İslam dışı güçler karışmamalıdır.

 

İslam düşmanlarıyla işbirliği yapan, onların uydusu olan, onların direktifleriyle hareket eden, onlardan teşvik ve destek gören yeni İslamcıları kınıyor ve protesto ediyorum.

 

Yüce İslam dinini AB ve Feminizm norm ve standartlarına uydurmaya çalışmak bir ihanettir.

 

İslam'a ters düşen, İslam'a zıt, İslamla uyuşmayan ve bağdaşmayan bütün (evet bütün) mesele ve konularda İslam doğrudur, İslam haklıdır.

 

Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) haber vermiş olduğu üzere Kur'ana, Sünnete, Allah rızasına uygun İslam Ehl-i Sünnet İslamlığıdır.

 

Türkiye'de Ehl-i Sünneti yıkmak veya devre dışı bırakmak İslam'ı yıkmak mânasına gelir.

 

Dinini ve imanını kurtarmak ve korumak isteyenler İslam'da yenilik ve değişim hareketinden uzak dursunlar.

 

*(İkinci yazı)

 

 

Ramazan'da Ye Ye Ye

Geçersiz gerekçe ve bahanelerle Afganistan'a saldırdılar. Milyonla ölü, yaralı, ülke harap, halk perişan. Asıl gayeleri: O İslam ülkesinde İslamî bir rejim olmasın.

 

Yine düzmece bahane ve gerekçelerle Irak'a saldırdılar. Milyonla ölü, yaralı, milyonlarca mülteci, ülke üçe bölündü. Kan, ateş, gözyaşı. Yaşasın demokrasi.

 

Libya'ya savaş ilan ettiler. Sivilleri öldürüyorlar. Amaçları, Kaddafi gitsin, nisbeten iyi bir rejim kurulsun mu? Ne gezer. Orayı da bölmek istiyorlar. Hele, Kaddafi'nin yerine islamî bir düzen gelmesini hiç istemiyorlar.

 

Suriye'deki Nuseyrî rejimini yıkmak istiyorlar ama yerine Sünnî bir sistem gelmesini istemiyorlar. Gayeleri iç savaş çıksın; Sünnîler, Alevîler, Kürtler, Dürziler birbirine girsin. Suriye bölünsün parçalansın, BOP olsun.

 

Mısır için en büyük korkuları Müslümanların o ülkeye hakim olmaları.

 

Filistin ve Filistinliler 1948'den beri kan ağlıyor. Gazze'de bir buçuk milyon Müslüman bin eziyet ve işkence altında açık cezaevi hayatı yaşıyor.

 

Somali'de İslamî Şeriat mahkemeleri rejimi vardı. Habeşistan'ı oraya saldırttılar. Şimdi on milyon Müslüman açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Tarihin en büyük faciası yaşanıyor orada .

 

Emperyalistler Pakistan'ı da karıştırıp bölmek istiyor.

 

Türkiye'yi de bölmek istiyorlar.

 

Emperyalistlerin, sömürgecilerin, Haçlıların, Siyonistlerin gayesi İslam dünyasından güçlü ülke ve devlet olmamasıdır.

 

İslam dünyasında İslamî rejimler, düzenler, sistemler olmamasıdır.

 

İslam dünyasının daha da parçalanması, balkanlaşmasıdır.

 

Müslümanların birbirileriyle savaşmasıdır.

 

Müslümanlar bu oyunlara geliyor mu?

 

Hiç gelmez olurlar mı?

 

Bugün Siyonist ve diğer emperyalistlerin en büyük destekçisi ve işbirlikçisi bazı Müslüman ülkelerdir.

 

Müslümanlar Siyonizmi ve emperyalizmi trilyonlarca dolarla şu veya bu şekilde desteklemektedir.

 

İslam dünyasında trilyonlarca dolar var ama bu paraların İslam'a ve Ümmete yararı yok.

 

Emperyalistler, sömürgeciler ve onların işbirlikçilerinin siyaseti:

 

Böl, parçala ve hükm et.

 

Müslümanları birbirinden kopuk, bazısı birbirine düşman fırka, hizip ve gruplara ayır ve birbirleriyle çarpıştır.

 

Aman Müslümanların başına Şeyh/İmam Şâmil gibi biri geçmesin.

 

Aman yeni bir Salahaddin Eyyubî zuhur etmesin.

 

Aman Müslümanlar cihad yapmasın.

 

Aman Müslümanlar birleşmesin.

 

Emperyalistler İslam dünyasında tavşana kaç tazıya tut siyasetini uyguluyor.

 

Bütün İslamî hizip, fırka, grup, cemaat, teşkilatların içi sürüyle casus, ajan, provokatör, Lawrence, yönlendirici doludur.

 

Müslümanlar birleşmemek konusunda birleşmişlerdir.

 

İslam dünyasında kokuşma, rüşvet, haram yeme, kara ve kirli para ve malla zenginlik, lüks, israf kol gezmektedir.

 

Müslümanların bir kısmı açlıktan ölürken, bir kısmı tokluk sancıları içinde kıvranıyor.

 

Hıyanet hıyanet hıyanet.

 

Nifak nifak nifak.

 

Riya riya riya.

 

Şu Türkiyemize bakınız: Müstehcen neşriyat, fuhuş, zina, ahlaksızlığın ve azgınlığın her türlüsü, seks şehvet gırla gidiyor.

 

Artık şu İslam diyarında zina suç bile değil.

 

Bir yanda geçim sıkıntısı çeken milyonlar, öbür yanda lüks, israf ve sefahatin en iğrencine ve âdisine batmış sözde dindarlar.

 

Teravih namazlarında yarıdan fazlası boş camilerin gölgesinde Ramazan etkinlikleri ve şenlikleri.

 

Vur patlasın çal oynasın.

 

Ah o eski Ramazanlar, Şehzadebaşı'nda Direklererası tiyatrolarındaki Kantocu Şamramlar, Peruzlar, Kamelyalar.

 

Ah komik-i şehîr Kel Hasan nerdesin?

 

Ramazan açlık ayı, ye babam ye.

 

Lüks iftar sofrasında ordövrlerin, çorbaların, ön yemeklerin, ana yemeklerin, zeytinyağlı yemeklerin, böreklerin, tatlıların, turşu ve salataların, peynirlerin, dolmaların, dondurmaların, meyvelerin, salataların, zeytinlerin, sucuk ve pastırmaların, humusların, içli köftelerin, çayların, kahvelerin, şerbetlerin yekun sayısı 50'yi geçiyor.

 

Ye ye ye.

 

Ramazan açlıkla terbiye ayıdır.

 

Ye ye ye.

 

Ramazan'da zenginler aç kalacak ki, fakirlerin halinden anlasın, onları düşünsün.

 

Ye ye ye.

 

Bu Ramazan'da Ayasofya yine ve hâlâ ibadete kapalı.

 

Önemi yok, şimdi yeme zamanıdır.

 

Ye ye ye.

 

Altın tozuyla yapılmış bir porsiyon tatlı bin liracıkmış.

 

Ye ye ye.

 

Bu düzen kötüdür.

 

Ye ye ye.

 

İslam ilerliyor, Müslümanlar kalkınıyor.

 

Ye ye ye.

 

Eski mücahidler, yeni müteahhidler yiyin yiyin yiyin.

 

Bu hân-ı yağma sizin.

 

M.Ş.EYG.

11 AĞUSTOS 2011

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hacıbayram Camii'nde Vahim Bir Bid'at

 

Çağımızın büyük Ehl-i Sünnet âlimi dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi Büyük İslam İlmihali adlı çok faydalı ve değerli eserinde şöyle diyor:

 

"İmamın arkasında önce erkekler. Sonra erkek çocuklar, daha sonra kadınlar saf bağlar. Erkeklerin bu sıraya uyması sünnettir, kadınların (bu sıraya ) uyması ise farzdır."

 

Ankara Hacıbayram Camii'nde yatsı namazında caminin içine erkeklerin sokulmamasının, imamın arkasına kadınların yerleştirilmesinin fıkha aykırı vahim bir bid'at ve zorlama olduğunda hiç şüphe yoktur.

 

Niçin böyle bir uygulama yapılmıştır?

 

Niçin camideki kadın sayısını çoğaltmak için dışarıdan kadınlar taşınmıştır?

 

Böyle bir uygulamanın asıl ana sebebi nedir?

 

26 Şubat 2008 tarihinde BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" (yazarı: Robert Pigott), adlı yazıda, Türkiye'de, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir dinde reform yapılmak istendiği yazılmıştır.

 

Ülkemizdeki Sünnî İslam, ABD ve Feminizm normlarına göre biçimlendirilmek istenmektedir.

 

Diyanet Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılıp Fazlurrahman mezhebine göre ayarlanmak istenmektedir.

 

1930'lu yıllarda ülkemizde Arapça asıl Kur'an-ı Kerimin yerine Türkçesinin konulması yolunda bazı tecrübeler yaşanmıştı.

 

Hattâ o zaman Mısır'da bulunan ve TC tarafından kendisine bir Kur'an tercümesi ısmarlanmış bulunan merhum Mehmed Akif, tercüme metninin göndermemiş, dostu İhsan efendiye emanet etmiş, ben ölünce yakarsın diye vaziyet etmiştir. Nitekim ölümünden sonra yakılmıştır.

 

Din konusunda Kemalizm devri reform hareketleri hortlatılmıştır.

 

Koskoca cami... Yatsı ve teravih namazında erkekler içeriye sokulmuyor, onlara siz avluda kılın deniliyor... Caminin içine, imamın arkasında kadınlar dolduruluyor. Mevcut kadın cemaat yeterli olmadığı için dışarıdan taşınıyor...

 

Siz bir Müslüman olarak böyle bir uygulamayı normal mi görüyorsunuz?

 

"Kadınlar rahat etsinler diye böyle yaptık" açıklamalarını samimî mi buluyorsunuz?

 

Ankara Hacıbayram cami-i şerifi çok eski ve tarihi bir mâbedimizdir.

 

Avlusunda evliyaullahtan Hacıbayram veli hazretlerinin türbesi vardır.

 

Sanırım o camide böyle bid'atler çıkartıp uygulayanlar uyarılacaktır.

 

İnşaallah mânevî tokatlar şefkatli olur.

 

*(İkinci yazı)

 

 

Müslümanların Sekülerleşmesi

On milyonlarca Müslüman halk çok kötü şekilde sekülerleşti, yani dinden uzaklaştı.

 

Sekülerleşenler içinde beş vakit namaz kılanlar bile var.

 

Müslümana soruluyor, "bu gün ayın kaçı?". Miladî Efrencî tarihi veriyor. Hicrî İslamî takvimden haberi yok.

 

Müslümana saati soruyorsunuz, vasatî alafranga saati söylüyor; ezanî alaturka saatten haberi yok.

 

Bundan elli altmış sene önce herkes başı örtülü olarak namaz takkesiyle namaz kılardı, şimdi bu sünnete ve edebe riayet edenler çok azaldı.

 

Alafranga seküler Müslümanlar devrinde yaşıyoruz.

 

Müslüman hanımların çoğu başlarına bir bez örtmekler her şeyi yapabileceklerini zannediyorlar.

 

Müslümanların çoğu Sultan Abdulhamid'i seviyorlar, ona hayır dua ediyorlar lakin Sultan Abdulhamid bizim halimizi görse çok üzülür, çok şaşar, çok öfkelenirdi.

 

Müslüman kadın ve kızlar nâ-mahrem erkeklerle çok laubali, çok serbest şekilde konuşup gülüşüp sohbet ediyorlar. İslam dini ve şeriatı böyle bir şeyi kabul etmez.

 

Birkaç sene önce bir tesettür defilesi yapılmıştı. Bir hafta önce bilmem ne trikonun mayolarını teşhir eden mankenlere sözde tesettür elbiseleri giydirmişler, cehennemî bir musiki ile podyumda rap rap, tak tak yürütüyorlardı. Yüzden fazla elbise teşhir edildi, bunların içinde bir tek geleneksel İslamî kıyafet yoktu. Eşarp, tunik, pantolon, pardösü, tayyör...

 

Yahu böyle İslamî tesettür olur mu?

 

Japonlar hâlâ yer sofralarında yemek yer, yer yataklarında yatar, biz ise bu konuda Avrupâîleşmişiz.

 

Çocukluğumda, gençliğimde yakın zamanlara kadar Müslüman bir eve misafir gittiğimiz zaman evin hanımları görünmezlerdi. Çay ve kahve mi verecekler, kapıyı tıklatırlardı, evin beyi yahut delikanlı oğlu gider, tepsiyi alır, kendisi dağıtırdı. Şimdi yine böyle Müslüman evleri var ama sayıları çok azaldı.

 

Sokaklarda tesettürlü genç hanımlar görüyorum. Ellerinde bir dondurma külahı, şap şap yalaya yalaya yürüyorlar. Böyle bir şey Sultan Abdulhamid zamanında olsaydı kadınlara bir şey yapmazlardı ama onların velilerini (kocalarını, babalarını) zaptiye nezareti vasıtasıyla ta'zîr ederlerdi.

 

Şehir terbiye ve görgüsüne sahip, medenî, mürüvvetli Müslümanlar sokaklarda, çarşılarda, pazarlarda açıkta bir şey yiyip içmezler, bu çirkin adet bize Batı'dan gelmiştir.

 

Eski Müslümanlar çarşıdan, pazardan, kasaptan pahalı bir yiyecek maddesi satın aldıklarında bunu kapalı hasır zembillerle eve götürürlerdi, alamayanları ezmemek ve üzmemek için...

 

Türkiye'deki Müslüman erkeklerin çok büyük bir kısmının kılık ve kıyafetleri tamamen Avrupâîdir. Sokakta yürüyen bir insanın Müslüman olup olmadığını ancak keşif ve keramet sahipleri anlayabilir.

 

Müslümanlar için yakasız gömlekler, istanbulinler yapılsa ne iyi olur. Kışın kürklü kalpaklar, Müslüman bereleri modası çıkartılsa...

 

Sultan ikinci Mahmud zamanında Avrupa kıyafeti alındı ama şapka kabul edilmedi. Fes, Osmanlılığı temsil ediyordu. Gayr-i Müslim Osmanlılar bile militan küfrü temsil eden şapkayı giyemezlerdi. Devlet-i Osmaniye'nin son zamanlarında İstanbullu Rum avukat Yorğaki Efiminiyadis şapka giydiği iddiasıyla barodan atılmıştır.

 

Cumhuriyet ilan edilince İstanbul'daki Avrupa hayranı birkaç mürted şapka giydiler, polis onları yakaladı. Durumu Ankara'ya bildirdiler, "onlara bir şey yapmayın, zaten biz bu meseleyi kökünden halledeceğiz" cevabı geldi. (O zamanın emniyet müdürü Hüsamettin Ertürk'ün hatıralarında yazılıdır.)

 

Müslümanları sekülerleşme erozyonundan koruyup kurtaracak, yeniden İslam kültürüne kazandıracak seferberliği hangi şahıslar, hangi zümreler, hangi cemaatler başlatacaktır?

 

14 AĞUSTOS 2011

 

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ağlayabilsek Bari!..

 

 

İslam dünyası fâcialar ve felâketler yumağı. Bunlara alışmış ve kanıksamışız. Çok az üzülüyoruz, yeteri kadar tepki göstermiyoruz.

 

İniltilerimiz çok cılız. Halbuki çok şeyler yapabiliriz.

 

Suriye'deki Sünnî Müslüman kıyımına karşı bir milyon kişilik bir protesto yürüyüşü yapamaz mıyız? Yapabiliriz ama yapmıyoruz.

 

Ramazan, millet oruçlu, mevsim çok sıcak... Öyle ama Suriye'de sivil Müslümanlar öldürülüyor. Onlar ölürken bizim biraz yorulmamızın lafı mı olur.

 

Somali'de açlıktan ölme derecesine gelmiş on milyon Müslüman için yaptıklarımız yeterli midir? Yeterlidir diyen varsa gelsin, yeterli olduğuna dair Kur'an üzerine yemin etsin. Edebilir mi?

 

İslam dünyası parçalanırsa işte böyle olur.

 

Ümmet İmam'sız ve Emîr'siz kalırsa işte böyle olur.

 

İslam dünyasının zengin ve imkânlı kısmı, aç ve perişan kısmına yardım etse bütün Müslümanlar doymaz mı?

 

Ortadoğuda belki de bir trilyon dolar petrol ve sair paraları ABD'nin Siyonist bankalarında kenz edilmiş (istiflenmiş, yığılmış) vaziyette duruyor. Bu paranın bir kısmı ile Somali Müslümanlarına birkaç gemi dolusu yiyecek gönderilemez mi? Maalesef gönderilemez. Yeterli para var ama yeterli vicdan yok.

 

İslam dünyasında, uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine göre, 10 üzerinden 5 veya 5'in üzerinde not alan tek ülke yoktur. Üç sene mi ne oluyor, İsrail Gazze'ye saldırdığı zaman Türkiye'nin Müslüman halkı zavallı Filistinliler için yardım paraları toplamıştı. Bunlar yerine ulaştı mı? Maalesef ulaşmadığı iddia ediliyor... Hâlâ bankada bekliyormuş. İsrail göndermeyin demiş. Filistinlilerin o yardımlara ihtiyacı çok. Bari şu Ramazan'da ulaştırılsın.

 

Bendenizin fazla bir imkanım yoktur ama az da olsa yardım edebilirim. Vereceğim zekat veya sadakanın tamamının (100 dolarsa, 100 dolar olarak) mesela Somali'deki bir fakire ulaşması, eline verilmesi gerekir. Zekatın şartlarından biri de temliktir. Şu anda bunu yapabilecek teşkilatımız var mıdır?

 

Somali'deki facia sadece açlık değil. Orada Müslümanlar birbiriyle savaşıyor. Vehhabî/Selefîlerle tarikat mensubu Ehl-i Sünnet Müslümanları... Açlığa çare bulsak bile bu kardeş kavgasını nasıl durduracağız?

 

Filistin'deki, Somali'deki, Suriye'deki faciaları biliyoruz ama Arakan'dan haberimiz var mı?

 

Somali'de bir Yahudinin burnu kanasa bütün dünya ayağa kalkar. Orada on milyon Müslüman aç...

 

Türkiye'de lüks iftarlar gırla gidiyor.

 

Lüks iftarların aleyhinde yazdığıma, verip veriştirdiğime bakmayın, bazen kıramıyorum ve gidiyorum. Biri yüzüme tükürsün veya ben aynaya tüküreyim.

 

Yahudilerin Kudüs'te bir Ağlama Duvarı var.

 

Bizim Ağlama Duvarlarımız sayısız.

 

Gerekeni yapamıyoruz, bari ağlasak. Onu da yapamıyoruz.

 

Cemaati yürekten ağlatan bir vaiz bulunsa... Sultanahmed veya Süleymaniye camiine on bin Müslüman toplansa... Vaiz konuşsa, cemaat ağlasa, gözyaşları seller gibi aksa... Bu manzarayı tv kameraları yüz milyonlarca insana gösterse... Onlar da ağlasa... Belki bu gözyaşları, içimizdeki ve dışımızdaki kirleri ve pislikleri biraz temizler de kendimize geliriz.

 

Bu akşam Galatasaray mektebi mezunlarından bir grubun orta bir lokantada verdiği iftara davetliyim.

 

Bende vicdan kalmamış. Suriye'de kardeşlerim öldürülürken, Somali'de Müslümanlar açlıktan ölürken, Arakan Müslümanları kan kusarken, Gazzeliler Cehennem hayatı yaşarken ben nasıl ziyafetlere gidip güzel yemekler yiyebiliyorum?

 

Mutlaka en azından ağlamamız lazım. Bunca facia, felaket, afet içinde ağlamamak çok kötü.

 

"Bende-i mü'min olan çeşm ter ü giryan olur

 

Çeşmi giryan olmayan elbette bî-iman olur"

 

*(İkinci yazı)

 

Doğru, Hayırlı, Faydalı, Meşru Cemaat Hangisidir?

ÜMMET içinde elbette olumlu çeşitlilik, faydalı cemaatler, hakka götüren tarikatlar, hizmet grupları olacaktır ama......

 

Hiçbir cemaatin kendisini İslam ile özdeş görmesi kabul edilemez. Cemaatse cemaatliğini bilecek, kendisini İslam ile eşit görmeyecektir.

 

Cemaat bir parçadır, bütün değildir. Hiçbir cemaat bütün olma iddiasına sahip olmamalıdır. İyi, faydalı, düzgün, dengeli cemaat; Kur'an, Sünnet, icmâ-i ümmet dairesindeki bütün doğru cemaatleri kardeş kabul edecek, onlarla irtibatlı olacaktır.

 

Bir cemaat ne kadar güçlü, bol taraftarlı, etkili de olsa mutlaka Kur'ana, Sünnete, icmâya, Şeriata, zâruriyat-i diniyeye uymaya mecburdur.

 

İtikatta vahim bozuklukları olan cemaat iyi ve hayırlı bir cemaat değildir.

 

Hiçbir cemaatin dinî konularda, din sahasında bid'at çıkartmaya, bid'atli olmaya hakkı yoktur. Böyle yaparsa meşruiyet dairesinden çıkmış olur.

 

Müslümanlıkta esas ve temel olan ümmet şuuru ve asabiyetidir. Cemaat, hizip, fırka, grup asabiyeti var, ümmet hassasiyet, şuur ve asabiyeti yok. Onlarda vahim bir yoldan çıkış vardır.

 

Hiçbir cemaat, İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu temel inancına aykırı bir inanç çıkartamaz. İslam Allah katında hak din olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.

 

İslam'ın Allah katında geçerli, hak, muteber, makbul tek din olduğu Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir. Bunun aksine hiçbir inanç, görüş, düşünce kabul edilemez.

 

Hiçbir cemaatin "Bu devirde üç hak ibrahimî din vardır. Bunların üçünün mensupları da ehl-i necattır ve ehl-i Cennettir" demeye hakkı yoktur.

 

Hiçbir cemaat "İslam'ı, Kur'anı, Resulullah'ı inkar, red ve tekzib eden Ehl-i Kitab da kurtulmuşlar camiasındandır" bâtıl inancını yayamaz.

 

İslam'da üstünlük şu veya bu cemaate, hizbe, fırkaya, gruba, tarikata mensup olmakla elde edilmez, ancak takva ile elde edilir. Takva ise ilimle, irfanla, firasetle, ihlasla, salih ameller işlemekle, nefisle büyük cihad yapmakla, mürüvvet ve fütüvvetle olur.

 

Hiçbir cemaatin Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, hikmetin öngörmediği keyfî sözde hizmetler yapmaya hakkı yoktur.

 

Her hayırlı ve faydalı cemaat şu değerlere hizmet etmekle mükelleftir:

 

Kur'ana hizmet... Sünnete hizmet... Şeriata hizmet... Ümmete hizmet... İslam ahlakına hizmet...

 

Müntesiblerinin (bağlılarının, üyelerinin) itikatlarını tashih etmeyen, onlara çok dikkatli bir şekilde cemaatle namaz kıldırmayan, kadınlarının ve kızlarını tesettüre sokmakta ihmal ve tehâvün sergileyen, zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkıh ve Şeriata uygun olarak verdirtmeyen ve sarf ettirmeyen cemaatler hatâlı ve kusurlu cemaatlerdir.

 

Ehl-i Sünnet İslamlığında Peygamberan-ı izam hazeratından (aleyhimüsselam) başkaları mâsum değildir. Başındaki zatları mâsum, lâ yuhti (hatâ etmez) olarak kabul eden cemaatler ve tarikatler Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmış olur.

 

Bu ümmet, Peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olan Sıddiq ve Fâruk hazeratından bile hesap sormuştur. Hiçbir Ehl-i Sünnet cemaati başındaki muhterem zatı lâ yüs'el (kendisinden hesap sorulamaz) olarak göremez ve gösteremez.

 

Bugün ülkemizde çok şükür itikadı sahih ve düzgün, bid'atlerden uzak, Şeriata sımsıkı bağlı, ahlaklı, dürüst, faziletli cemaatler vardır ve İslam'a hizmet etmektedir. Kendilerine teşekkür borçluyuz.

 

 

15 AĞUSTOS 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müstehcen Seks ve Şehvet Azgınlıkları

 

1970'Li yıllarda medyada bu kadar müstehcen yayın, seks ve şehvet yoktu ama o günlerde Müslümanlar o müstehcen yayınları protesto ediyorlardı. Hattâ bu konuda ağır kitaplar yazılıyor, iktidara telgraflar çekiliyor, dilekçeler veriliyordu. Müslümanların gündeminde bu konu vardı.

 

Bugün 70'li yıllara göre korkunç, iğrenç, rezil bir seks, şehvet, müstehcenlik patlaması var ama çoğunluktaki Müslüman kesim bu konuda bir reaksiyon göstermiyor.

 

Yine 70'li yıllarda Müslümanların bir Ayasofya hassasiyeti (duyarlılığı) vardı. Şimdi o da yok.

 

Müslümanlar hassasiyetlerini niçin yitirdiler, niçin kötülüklere ve münkerlere gereği gibi tepki göstermiyorlar?

 

İslam dininin temel kurallarından biri de iyiliği desteklemek, emr etmek, kötülüğü kösteklemek, yasaklamaktır.

 

Müslümanlar bu işi üç şekilde yapar:

 

(1) Emir sahipleri fiilen, (2) Ulema, fukaha, ziyalı Müslümanlar lisan ve kalem ile, (3) Halk tabakası kalben.

 

Seks ve şehvet azgınlıklarını kışkırtan, toplumun ahlakını bozan, bilhassa gençleri dejenere eden müstehcen yayınlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata, hikmete, ahlaka aykırıdır. Tarihte nice toplumlar, kavimler, şehirler seks ve şehvet azgınlıkları yüzünden batmışlar, batırılmışlardır. Müslüman halkın bu kötülükle elinden geldiği kadar mücadele etmesi gerekir.

 

Dinî cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler, grup ve topluluklar; İslamî dergiler ve gazeteler; İslamî baskı ve güç grupları yasal sınırlar içinde müstehcen yayınlarla savaşmazlarsa toplumun bozulması kaçınılmaz olur.

 

Ülkemizde müstehcen yayınlardan bin kere daha korkunç ve yıkıcı bir kötülük vardır. O da genel, yoğun, yaygın kokuşmadır. Futbol şikeleri bunun en son örneğidir.

 

Müslümanların kokuşma konusunda da çok duyarlı olmaları ve bu kötülüğü protesto etmeleri gerekir.

 

Sevgili Peygamberimiz haber vermiş, uyarmıştır: Bir Müslüman toplum emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsa, yani iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak için çalışmazsa onun üzerine azab iner.

 

Müslümanları bu konuda haddim olmayarak uyarıyorum.

 

(Müstehcen kelimesi: Cinsel bakımından açık saçıklık, edebe ve ahlaka aykırılık; insanların şehvetlerini gayr-i meşru şekilde tahrik eden, bireylerin ve toplumun azmasına sebep olan, bir yığın sosyal kötülüğe ve ahlaksızlığa yol açan resimlerin ve yazıların yayınlanmasıdır. İslam medeniyetinin temellerinden biri iffettir. Bu kavram ve değer Avrupa medeniyetinde çok zayıflamış, hattâ kalmamıştır. İslam'da zina ağır bir günah ve suç iken Avrupa Birliği'nde değildir. Bugün ülkemizde homojen bir halk yaşamamakta, halklar yaşamaktadır. Bunların hepsi müstehcen yayınlar konusunda aynı çizgide değildir.)

 

12.08.2011

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hem Kur'an Hem İncil Okumuşlar

 

 

Herten Almanya'da 65 nüfuslu bir şehirdir. Burada Hacıbayram camii adında bir cami bulunmaktadır. /munsterditib.de/ sitesinde okuduğum bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum:

 

"HABER: Herten'de CIAK (Müslüman-Hıristiyan Çalışma Grubu) Toplantısı. Santa Barbara kilisesinde, Herten'de bulunan tüm cami ve kiliselerin görevlilerini ve cemaatlerini bir araya getiren bir toplantı yapıldı. Toplantıya Kur'an-ı Kerim ve İncil okunarak başlandı..."

 

Sitede sarıklı cami imamını, kendi özel kilise libaslarına bürünmüş olarak Katolik ve Protestan papazlarını bir arada gösteren fotoğraflar da yer alıyor.

 

Bu toplantıyı, cami imamının kiliseye gitmesini, orada Kur'anla birlikte İncil okunmasını bir Müslüman olarak garipsedim. Çünkü İslam'ın temel öğretilerine göre Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerindeki kutsal metinler tahrife, değişime uğramıştır.

 

Peygamberimizin gelişinden sonra önceki dinlerin hüküm ve şeriatları nesh edilmiştir.

 

Kur'an'a, Sünnete, icmâ-i ümmete göre Allah katında tek hak, geçerli, makbul din İslam'dır. Hıristiyanlar İslam'ın hak din olduğunu kabul etmezler, biz Müslümanlar da Hıristiyanlığın hak din olduğunu kabul etmeyiz.

 

Bugün dünyada üç hak ibrahimî din olduğu iddiası ve inancı Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ulema ile, Şeriat ahkamıyla asla bağdaşmaz.

 

İslam'ın temeli Tevhid inancıdır, Hıristiyanlığın temeli ise Teslis inancıdır. Tevhid ile Teslis birbiriyle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

 

Hıristiyanlar İslam'ın hak din, Hz. Muhammed'in (Salat ve selam olsun ona) Resulullah, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın vahy etmiş olduğu ilahî ve kutsal kelam olduğuna iman etmezler. Aksine red, inkâr ve tekzib ederler.

 

Biz Müslümanlar Allah'ın Tevrat ve İncil adında ilahî kitaplar göndermiş olduğuna iman ederiz ama bugünkü metinlerin gerçek Tevrat ve gerçek İncil olduğunu kabul etmeyiz. Tahrif, değiştirme, çıkartma olduğuna, kul sözü katıldığına inanırız.

 

1400 yıllık İslam tarihinde Müslümanlarla Hıristiyanların bir araya gelip de Kur'an ve İncil okudukları görülmemiştir.

 

Biz Müslümanlar İsa aleyhisselamı Allah'ın ülülazm Resullerinden olarak kabul ederiz, kendisini severiz.

 

Hıristiyanlar ise Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ve Hâtemürrüsul olduğuna iman etmezler.

 

Binaenaleyh Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkâr, red ve tekzib edenlerle diyalog yapılmaz.

 

Onlarla birlikte Kur'an ve İncil okunmaz.

 

Müslümanlar elbette Yahudilerle ve Hıristiyanlarla iyi geçinirler, bilhassa Hırıstiyan ülkelerinde onlarla iyi komşuluk yaparlar ama bizim ana vazifemiz, dâvet ve tebliğden ibarettir.

 

Herten'deki toplantıda İncil okunurken teslisle ilgili cümleler okunmuş mudur, bilmiyorum... Ben orada olsaydım ve Teslis inancıyla ilgili cümleler okunsaydı toplantıyı nazikçe terk ederdim.

 

Evet Tevhid ile Teslis asla ve kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

 

Bizi Ehl-i Kitab'tan ayıran temel fark şudur:

 

Biz "BÜTÜN" Peygamberlere iman ederiz. Onlar Son peygamber Muhammed Mustafa'ya iman etmezler; onu inkar, red ve tekzib ederler.

 

Biz Müslümanlar Allah'ın insanlığa göndermiş olduğu "BÜTÜN" kitaplara (orijinal, tahrife uğramamış sahih metinlerine) iman ederiz, onlar son ilahî Kitab olan Kur'ana iman etmezler.

 

Bizzat Batılı araştırıcılar Kitab-ı Mukaddes'te 50 bin yanlış bulunduğunu delilleriyle yazmışlardır.

 

Bible'ın ilk bölümlerinde Hz. Lût aleyhisselamın iki kızının babalarını sarhoş edip kendisiyle yattıkları ve gebe kaldıkları açıkça yazılıdır. Allah'ın muhterem nebisi. İsmet sıfatıyla sıfatlı Lût aleyhisselamı böyle bir iftiradan tenzih ederiz.

 

Lütfen internette "50 thousands errors in the Bible" kelimeleriyle arayın, on milyonlarca netice çıkacaktır. Birkaçını okuyun, meselenin künhünü anlarsınız.

 

*(İkinci yazı)

 

Müslümanlara Açık mektup

Aşağıdaki konu ve maddelere önem vermez, gerekeni yapmazsanız; iflah olmazsınız, kurtuluşa ermezsiniz, kendi vatanınızda Müslümanca haysiyetli bir hayat süremezsiniz, başınız beladan kurtulmaz, zillet ve rüsvaylık içinde sürünür durursunuz.

 

Birincisi: İmanını ve itikadını düzeltmek, Kur'an'a, Sünnete uygun hale getirmek.

 

2. Beş vakit namazı dikkatli ve titiz bir şekilde dosdoğru kılmak.

 

3. Farz namazları cemaatle kılmak.

 

4. Hizipçiliği, fırkacılığı, cemaatçiliği, tarikatçiliği bırakıp olumlu ve zenginleştirici çeşitlilik içinde tek bir Ümmet olmak.

 

5. Başınıza ehil, layık, vasıflı, güçlü bir İmam/Emîr seçip ona biat ve itaat etmek.

 

6. Bedevî Müslüman statüsünden çıkıp, medenî Müslüman olmak.

 

7. Din sömürüsünü ve ticaretini, dinî hizmetlerin zenginleşmeye ve benliğe alet edilmesini kesin şekilde önlemek.

 

8. AB'nin, Siyonizmin, ABD'nin, Haçlıların İslam işlerine karışmasını önlemek, onlarla bu konuda kesinlikle işbirliği yapmamak. Müslüman olmayanları dost ve veli edinmemek.

 

9. Allah ile olan bütün işlerde ihlaslı ve takvalı olmak, nifaktan kaçınmak.

 

10. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına dayalı güçlü, vasıflı, üstün İslam mektepleri kurmak.

 

11. Emanetleri (işleri, vazifeleri, memuriyetleri, mevki ve makamları, başkanlıkları) ehliyetli ve liyakatli elemanlara vermek.

 

12. Lüks, israf, sefahat, gurur, kibir ve gösterişten vaz geçip Kur'ana ve Sünnete uygun şekilde mütevazı bir hayat sürmek.

 

13. Zekatlarınızı Kur'ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde verip sarf etmezseniz.

 

14. İslam ahlakıyla ahlaklı olmazsanız.

 

15. Sabah namazlarında ve diğer vakitlerde camileri bayram namazlarında olduğu gibi doldurmazsanız.

 

16. Gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidler yetiştirip dinî konularda onları dinlemez ve dediklerine uymazsanız.

 

17. Karılarınızı ve kızlarınızı şer'î tesettüre sokmazsanız.

 

18. Lanetli riba muamelerinden el çekmezseniz.

 

19. Başta gıybet olmak üzere lisan âfetlerinden uzak durmazsanız.

 

20. Bazı ruhbanları erbab haline getirip putlaştırmaktan vaz geçmezseniz.

 

21. Büyük ve küçük cihad yapmazsanız.

 

22. Emr-i mâruf ve nehy- münker farzını bugün olduğu gibi terk ve tâtil ederseniz.

 

23. Cuma günleri ezan okununca dükkanlarınızı, iş yerlerinizi kapatmazsanız.

 

24. Zaruriyat-ı diniyede tartışmaktan vaz geçmezseniz.

 

25. Uzaktaki bir Müslüman ayağına diken battığında onun acısını yüreğinizde hissetmezseniz.

 

26. Hayatınızı Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye göre tanzim etmezseniz.

 

27. Sabah namazlarında leşler gibi yatar uyursanız.

 

28. Az, eksik, yetersiz amelleriniz size ucba ve gurura düşürürse.

 

29. Bolluk, refah, zenginlik, saçıp savurma, zevk u safa, lüks, israf, sefahat konusundaki gelişmelerin istidrac olduğunu anlamaz, bunları kerâmât olarak görürseniz.

 

30. Din sömürüsüne göz yumarsanız.

 

 

16 AĞUSTOS 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Genelevlerde Vesikalı Fahişe Çalıştırmak Düzenin Çok Büyük Ayıbıdır

 

 

 

 

Bugünkü düzenin/sistemin büyük ayıplarından biri, üzerinde TC başlığı bulunan "vesikalarla" birtakım kadınlara resmen fahişelik yapma izni vermesi, genelev adı verilen günah evlerindeki yasal fuhşu tanzim etmesi, koruması, bundan KDV ve gelir vergisi alması, bu günah evlerinin kapısında polis bekletmesidir.

 

Vesikalı fahişelik bir tür köleliktir.

 

Hiçbir medenî sistem/düzen böyle bir köleliğe razı olmaz, bunu yasallaştırmaz.

 

İslam dini böyle bir şeye izin vermez.

 

Gerçek İslam devletinde böyle bir kurum olmaz.

 

Yakın tarihimizde çok zengin Türkiye vatandaşı bir Madam vardı, genelevler imparatoriçesi idi.

 

Bu kadına, devlet büyüklerinin de bulunduğu resmî törenlerle vergi rekordmenliği ödülleri verilmiştir.

 

Bu kadının Atatürk akrostişli bir de şiiri vardır.

 

Ülkenin en lüks Rolls Royce otomobili bu kadının idi.

 

İslam dini kadının bu kadar alçaltılmasına, bu kadar köleleştirilmesine cevaz vermez, rıza göstermez.

 

Aykırı fikir ve görüşleriyle tanınmış bir ilahiyatçı, bugünkü ahlaksızlık, fuhuş ve rezillik tufanına karşı genelevler açılarak bunlar önlenebilir ve azaltılabilir mealinde bir çare ve çözüm bulmuş. Bu çare ve çözüm bâtıldır.

 

Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilişinden sonra Jön Türklerin Medine-i Münevverenin dış mahallelelerinden birinde gizli bir günah evi açtırdıklarını duymuştum.

 

Yine Osmanlı zamanını hatırlayan bazı ihtiyarlar, İttihadçıların Medine'ye borulu gramofon getirdiklerini, bu habis aletlerin çirkin gürültüsünün Harem-i Şerifin içine kadar sızdığını söylemişlerdi.

 

Devletimiz uluslar arası kadın haklarıyla ilgili sözleşmelere imza koymuş ve kadınları fahişe olarak çalıştırmayacağı konusunda taahhütte bulunmuştur.

 

Bugünkü resmî vesikalı, KDV'li, gelir vergili, polis korumalı fuhuş:

 

Evrensel insan haklarına ve haysiyetlerine aykırıdır.

 

Kadın haklarına aykırıdır.

 

İslam'a aykırıdır.

 

Ahlaka aykırıdır.

 

Bilgeliğe aykırıdır.

 

Laiklik laiklik deyip duruyorlar. Böyle bir şey laikliğe uygun mudur değil midir, bu sorunun cevabını bizzat laikler versin!

 

"Ahlaksızlığı ve fuhşu önlemek veya azaltmak için genelevler açılabilir" diyenleri protesto ediyorum.

 

Böyle giderse ülkemizin büyük bir kısmı açık bir geneleve dönecektir.

 

Zinayı suç olmaktan çıkarttılar...

 

Turizm patlasın diye her kötülüğe göz yumanlar var.

 

Kadın haklarından bahs edip duran çağdaşlar, Kemalistler, ateistler, laikler bugünkü resmî ve yasal vesikalı, KDV'li, korumalı fuhşu kötülemezse onları iki yüzlü, yalancı, sahtekar ilan ediyorum.

 

İnsanın olduğu yerde günah olur ama günahlar hiçbir zaman yasallaştırılmaz, meşru hale getirilmez, yapılması için vesika verilmez., ondan KDV alınmaz.

 

*(İkinci yazı)

 

Bu Gemi Nereye Gidiyor?

Jön Türklerin baskısıyla Sultan Abdülhamid anayasayı yürürlüğe koyunca Selanik ve İstanbul bir anda tımarhaneye dönmüştü. Yaşasın hürriyet, yaşasın meşrutiyet, yaşasın müsavat ve uhuvvet sesleri göklere yükseliyordu. Bir kısım insanlar delirmiş gibiydi. Herkes bir altın çağ başladığına inanıyordu. Pıtrak gibi yeni gazeteler dergiler yayınlanıyor, sansürsüz deli dolu yazılar kaleme alınıyor, nutuklar atılıyor, konferanslar veriliyordu.

 

1911'de İtalya Trablusgarp vilayetimize saldırdı.

 

1912'de, bizim meşrutiyet sarhoşluğumuzdan ve Jön Türklerin gaflet ve hıyanetinden yararlanan Balkan devletleri saldırdı, Rumeliyi kaybettik.

 

1914'te devlet birinci dünya savaşına sokuldu.

 

1918'de teslim olduk.

 

1922'de son Padişah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, Osmanlı devleti battı...

 

1908'den sonra İstanbul haberle, dedikodu ile iddia, isnat, yalan dolan, entrika ile kaynıyordu.

 

Kâmil paşa... Said Paşa... Ferit Paşa...

 

Ayan azası Filan Paşa... Vüzeradan Falan Paşa... Sabık Bahriye nazırı Feşmekan Paşa...

 

Matbuatta (basında) dehşetli polemikler yapılıyordu... İstanbul'da üç gazeteci öldürülmüştü...

 

Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa...

 

Yaver-i Hazret-i Şehriyarî M. Kemal Paşa...

 

Siyaset dedikoduları içinde Fısıltı gazetesinde o günün magazin haberlerine de yer veriliyordu: Yâver M. Kemal Paşa kerime-i Hazret-i Padişahî Sabiha Sultan'a tâlib olmuş ama Sultan ona varmamış.

 

Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler...

 

Günde yirmi dört saat yoğun dedikodu ve kulis...

 

Paşalar, vezirler, sefirler, Darülfünun müderrisleri, ayan azaları, mebuslar, ulema, kıssisler...

 

Heccavlar, karikatüristler.

 

Sayılamayacak kadar çok türedi, yeni yetme, kokuşma zengini.

 

Birinci dünya savaşında bulgur ve vagon spekülasyonlarıyla zenginleşenler. Kara ve kirli servetler.

 

Otuz bir Mart hadisesinden sonra Yıldız Sarayı'nın yağma edilmesi. Yağmaya iştirak eden paşaların listesi 1919'da yayınlanmış bir İkdam nüshasında ilan edilmiştir. Kıymetli bir pandantifi hangi paşa almış?

 

Sultan Abdülhamid zamanında tam 33 yıl topluma püskürtülemeyen bütün irinler, muzahrafat, pislik, kazurat seller, tufanlar gibi akmıştı.

 

Kazım Paşa... Salih paşa... Münir Paşa... Şu Paşa, bu Paşa, o Paşa... Paşa vü temaşa...

 

Birinci dünya savaşı kaybedilince üç ünlü paşamız Alman denizaltılarına binerek yurt dışına kaçmışlardı.

 

Devlet batmıştı.

 

Halk kırılmıştı.

 

Ülke harap olmuştu. Yunan İzmir'e çıkmıştı.

 

Aradan bir asır geçti. Dedikodular bitmedi. Paşaların yerini generaller aldı.

 

Gazetecilerin adları değişti.

 

Konular değişti ama dedikodular yoğun mu yoğun.

 

Hırsızlık, hortumlama, kokuşma yine hükümferma.

 

Belki eskisinden daha fazla.

 

Eskiden Rumeli teröristleri, Sandanskiler vardı. Şimdi Rumeli elimizde değil, doğru ve güneydoğu bölgesinde terör kasırgaları esiyor.

 

Şu sözde sofu Müslümana bakınız: İlmihalini bilmez, Haliç'teki Simon balıklarının kaç yüzgeci olduğunu bilir.

 

Karı iki saat uğraşmış nefis dolmalar sarmış. Ocağa koymuş, tv başına koşmuş, dedikoduları içer gibi dinlerken yemeği ocakta unutmuş, yanmış!

 

General Atılgan tutuklandı... General Saldıray sorguya çekildi...

 

Kamer Genç kükredi... Şu sayın esti gürledi... Bu sayın ateş püskürdü...

 

Tencere dibin kara!... Senin dibin benimkinden daha kara... Hah hah hah, kapkara mapkara...

 

Alçaklar hamiyetsizler...

 

Gericiler ilericiler...

 

İrtica tehlikesi var, otobüse kısacık şortla binip bacaklarını uzatan genç kız rahatsız edildi.

 

Generaller, gazeteciler, bürokratlar, milletvekilleri, politikacılar, iktidar, muhalefet...

 

Bir kör döğüşüdür gidiyor.

 

Hanefi Avcı... Haliç'te Simon balıkları... Bu balıklar pullu mu pulsuz mu? Al mı mor mu?

 

Hah hah hah...

 

1908 Meşrutiyetinden sonra gemi skandallar, fesatlar, yoğun dedikodular, çekişmeler, tepişmeler, siyasî kavgalar içinde 1918'da karaya vurmuş, dağılmıştı.

 

Yeni gemi şimdi yoğun dedikodular, polemikler, çekişmeler, tepişmeler, itiş kakış, karşılıkla söz düelloları, ağır ithamlar, yalanlar dolanlar, ağır suçlamalar, sen ben kavgaları, tencere dibin kara, hainler, hamiyetsizler, verip veriştirmeler içinde bir yere doğru bata çıka ilerliyor.

 

Bu gemi nereye gidiyor?

 

Selamet limanına mı, felaket kayalıklarına mı?

 

 

 

17 AĞUSTOS 2011

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ramazan'da Fitneciler

 

Ramazan denince ne gelir Müslümanın hatırına?.. Oruç gelir, namaz gelir, ezan iftar sahur teravih gelir. Nefsini açlık ve susuzlukla terbiye... Dua niyaz... Günahlardan tövbe... Fakirlere ve miskinlere (hiçbir şeyi olmayan) yardım gelir... Zekat, fıtır sadakası, hayır hasenat gelir... İlim irfan, vaaz nasihat gelir... Zikrullah gelir... İhlas gelir... Öteki dünya gelir, hesap kitap gelir...

 

Ülkemizdeki milyonlarca Müslüman böyle ulvî düşünce ve hatıralarla oruç tutuyor. Ramazanları mübarek olsun, Allah ibadetlerini kabul buyursun... Amin âmin âmin...

 

Maalesef bazıları bunları pek düşünmüyor veya ikinci plana atıyor ve Ramazan denince birtakım dünyevî etkinliklere, şenliklere yöneliyor. Camide yatsı ve teravih kılınırken onlar vur patlasın çal oynasın gel keyfim gel oh kekâh Ramazan şenlikleri yapıyor.

 

Bazıları Ramazan denince açlığı, tevazuu, alçak gönüllüğü hatırlamıyor, lüks ve israflı iftar ziyafetleri tertipliyor. Lüks ve israf insanı (o farkına varmasa da) gurura, kibre götürür. Gurur ve kibre kapılan Mevlâ'sını değil, belâsını bulur.

 

Ramazan barış, kardeşlik, vifak ve ittifak ayıdır.

 

Ramazan insanlık, insaf, ahlak, fazilet, hikmet ayıdır.

 

Bazıları Ramazan'da bir sürü fitne ve fesat çıkartıyor.

 

Bu bazılarının bir kısmı bozuk Müslümandır, bir kısmı ise dinden çıkmışlardır.

 

İslam'da teravih namazı yokmuş... Peygamber teravih namazını yasaklamışmış... Buyurun size iki fitne.

 

Açın muteber ve güvenilir fıkıh ve ilmihal kitaplarını, onların hepsinde teravih namazı diye bölüm bulursunuz.

 

Dinde olmayan bir kurum ve değer din kitabında anlatılır mı? Var ki anlatılıyor.

 

Yoktur diyenler fitnecidir.

 

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Ashabına Ramazan'da teravih (gece) namazı kıldırmış, sonra farz olur da ümmetim kaldıramaz diyerek yalnız kılmış.

 

Peygamberimizin vefatından sonra, din tamamlandığı, artık farz olma ihtimali kalmadığı için Hz. Ömer cemaatle kıldırmış.

 

Hem Peygamber ne demiş:

 

"Benim ve Râşid Halifelerimin sünnetine uyunuz."

 

İşte biz teravih kılarak hem Efendimizin, hem de Râşid halifelerinin sünnetine uyuyoruz.

 

Şu nev-zuhur reformcu ilahiyatçılar mı İslam'ı daha iyi biliyor, anlıyor, uyguluyor, yoksa Hazret-i Ömer Fâruk mu?

 

Başka Ramazan fitneleri de var:

 

Toplumu gerecek, Müslümanları töhmet altında bırakacak, sosyal barışı yıkacak asparagas haberler...

 

Sözde otobüse binen kısa şortlu, seksî kız rahatsız edilmiş. Müslümanlar tahammülsüzmüş.

 

Yalan yalan yalan...

 

Hepsi uydurma, hepsi düzmece, hepsi yalan dolan.

 

Maksat fitne fesat çıkartmak.

 

Gencecik bir kızın toplu taşıma vasıtasına kısacık şortla girip ayaklarını uzatıp teşhircilik yapması ayıptır. Hiç kimsenin vatandaşların cinsel duygularını tahrik etmeye hakkı yoktur.

 

Müstehcen kıyafetler, seksî provokasyonlar bir tür şiddet hareketidir.

 

Müslüman halkın, yasal sınırlar içinde bunları protesto etmesi gerekir ama halk uyuşturulduğu, pısırık hale getirildiği için bunu bile yapamıyor.

 

Asıl provokasyoncular mübarek Ramazan'da böyle asparagas haberler yayınlayan Selanik medyacıları ve benzetilmişlerdir.

 

Otobüste genç delikanlılar var, onlar kısa şortlu, çıplak bacaklı bir kızın müstehcen, aşırı seksî, kışkırtıcı kıyafetinden elbette rahatsız olurlar.

 

İffet ve hayâ denilen ahlakî bir değer vardır... İffetsizler ve hayâsızlar yoktur deseler de vardır...

 

Ramazan'da teolojik fitneler çıkartan,

 

Müstehcen ve provokatif kıyafetler sergileyen,

 

Teşhircilik yapan,

 

Çoğunluğun din ve mukaddesatına saldıran,

 

Sosyal barışı dinamitleyen kötü ve aykırı niyetli sahte ilahiyatçıları, kötü medyacıları protesto ediyor ve Allah'a havale ediyorum.

 

Müslümanları da yasal sınırlar içinde tepki vermeye çağırıyorum.

 

Müslümanların tepkisizliği de çok büyük bir fitnedir.

 

*(İkinci yazı)

 

Uzun Tutukluluk Müddeti

Birtakım gazetecilerin, subayların, yazarların iki sene, üç sene tutuklu olarak cezaevinde bekletilmeleri doğru mudur?

 

Elbette doğru değildir.

 

Peki niçin böyle oluyor?

 

Bizim hukuk ve yargı sistemimiz böyledir de ondan.

 

Bunların hukuku, yargıyı, siyaseti aşan gaybî boyutları vardır.

 

CHP oligarşisi, Selanikliler, Kemalistler, darbeciler yıllar boyu Sünnî Müslümanları ezdiler, onlara kan kusturdular.

 

Uyduruk Yüce Divanların zalimâne ve celladâne kararlarıyla halkın göz bebeği bir başbakanı ve iki bakanını astılar.

 

Elde bin kesinleşmiş mahkeme kararı olmasına rağmen suçsuz Nurcuları yine mahkemeye verdiler, yine tutukladılar.

 

CHP oligarşisi, Kemalistler, egemen azınlıklar, Selanikîler âdil yargı prensiplerine riayet etmediler.

 

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini ayaklar altına aldılar.

 

Korkunç işkenceler yaptılar.

 

Şiddet içermeyen en mâsum dini inançları, fikirleri, görüşleri, uygulamaları suç saydılar ve cezalandırdılar.

 

Tutukluluk kurumunu ceza kurumuna döndüren onlardır.

 

Sonra rüzgar tersinden esti onlar için.

 

Men Dakka dukka oldu.

 

Etme bulma dünyası.

 

Çalma kapıyı çalarlar kapını.

 

Sen Adnan Menderes'i asar mısın, asanları alkışlar mısın?

 

CHP zamanında, darbeler devrinde böyle konforlu cezaevleri de yoktu.

 

Ben Gerede cezaevinde iken ziyaret gününde İstanbul'dan saatlerce otobüs yolculuğu yaparak gelen yakın dostlarıma görüşme izni vermemişlerdi de zavallılar ağlaya ağlaya geri dönmüşlerdi.

 

Sağmalcılar cezaevinden başka bir cezaevine nakl edilirken bileklerimi bir zincirle sıkıca bağlamışlar, zincire bir kilit takmışlar, mahkum arabasındaki tahta sıralarda oturan 25 mahkuma müşterek sevk zinciriyle bağlamışlardı. Ne bir yudum su, ne bir lokma ekmek, ne ilaç, ne de tuvalet ihtiyacını görmek.

 

Bendeniz nisbeten ucuz atlatmıştım yine. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun çektiklerini bir nebze anlatsam üzüntüden kahrolursunuz.

 

Hayır beni yanlış anlamayınız. Tutukluluk müddeti uzasın da uzasına taraftar değilim.

 

Sadece men dakka dukkaya dikkat çekmek istedim.

 

Dün mâsum, suçsuz Müslümanlara... Bugün darbe zanlısı Kemalistlere...

 

Müslümanlara attıkları bumeranglar döndü dolaştı kendi başlarına çarptı.

 

Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste.

 

 

18 AĞUSTOS 2011

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu Toplum Bu Kadar Ahlaksızlığı Kaldırmaz!

20 AĞUSTOS 2011

- - - - -

 

Müstehcenlik konusunda artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Türkiye bu kadar ahlaksızlığı, edepsizliği, seks serbestliğini, seks provokasyonunu, seks terörünü, fuhşu kaldırmaz.

 

Bazı günlük gazeteler ve bazı tv'ler genelev yayın organı haline dönüşmüştür.

 

Bütün hürriyetlerin sınırı vardır.

 

Müstehcen yayın, seks terörü konusunda medyaya sınırlar konulmalıdır.

 

Biliyorum, yaygara kopartacaklar ve "Basın hürriyeti kısıtlanıyor, medya gemleniyor!..." diye feryat edeceklerdir.

 

Müstehcen yayınları kısıtlamak basın hürriyetinin ihlal edilmesi değildir.

 

Hiçbir gazetenin, tv'nin, derginin seks terörü yapmaya hakkı yoktur.

 

Müstehcen yayın yapanlar basın hürriyetini kötüye kullanan kötü niyetli kimselerdir.

 

Türkiye, halkının büyük kısmı Müslüman olan bir ülkedir. Bizim kültür yapımız bu kadar ahlaksızlığı, fuhşu, zinayı, müstehcen yayını, seks kışkırtıcılığını hazmetmez (sindirmez).

 

AB standartları dediler ve Ceza Kanunundan zina suçunu kaldırdılar.

 

Diğer şehirleri bilmem, İstanbul'un bazı bölgelerindeki ahlak bozukluğu had safhaya gelmiştir.

 

Sultanahmet camiine gidiniz. Oturulmaz levhaları bulunmasına rağmen ulu mâbedin mermer merdivenlerinde bir yığın çıplak turistin oturduğunu göreceksiniz. Bunların içinde, iç çamaşır giymediği için en mahrem yerleri, avret-i galizaları görünenleri vardır. Mukaddes caminin içi Kapalıçarşı'ya dönmüştür. Müslümanlar huzur içinde namaz kılamamaktadır.

 

Cami böyle olursa ana caddeleri, meydanları, toplu taşıma vasıtalarını düşününüz.

 

Turist gelsin camiyi gezsin ama aşırı çıplak, aşırı seksî kıyafetle gelip gezmesin.

 

Her şeyin bir kuralı vardır.

 

Otobüslerde, parklarda, meydanlarda, sokağın ortasında herkesin arasında birtakım laubalilerin sarılıp öpüşmesi ahlaka aykırıdır.

 

Bazıları değildir diyecektir.

 

İslam ahlakına, Türkiye ahlakına aykırıdır.

 

Ateistlerin, çağdaşların, Saylanîlerin, Selaniklilerin ahlaksızlık saymaması bizi ilgilendirmez. Biz bu ülkede çoğunluktayız, bizim millî kültürümüz ve kimliğimiz vardır, bizim kendi normlarımız, ölçülerimiz, kıstaslarımız, kuramlarımız vardır. Halkın istediği olacaksa, çoğunluğun millî kültür ve kimliğe dayalı isteklerinin yerine getirilmesi gerekir.

 

On sene kadar önce Bursa'da Ulucami'ye gitmiştim. O tarihî ve kutsal mâbedin içi de yürekler acısıydı. Başı açık, göğsü açık, kolları açık, etekleri kısa kadınlarla doluydu. Cami kadınlar hamamına dönmüştü. Ulucami'deki bu açık saçık laubali kadınlar turist değil, yerliydi. Valilik, belediye, müftülük, dinî cemaatler gerekeni yapmamışlardı.

 

Hiçbir haysiyetli Müslüman toplum bu kadar

 

*Müstehcen, rezil, ahlaksız yayınlara,

 

*Sultanahmet camiindeki rezilliğe,

 

*Zina ve fuhuş patlamasına,

 

*Edep ve ahlaka aykırı davranışlara

 

Tahammül etmez.

 

Bu gibi ahlaksızlıkları, yasal sınırları içinde ve şiddete baş vurmadan en sert şekilde protesto eder.

 

Cumartesiyi pazara bağlayan bir gece güvenlik tedbirlerini alarak Beyoğlu'na çıkınız ve rezaleti görünüz. Orada sabaha kadar süren bir çılgınlık vardır. Seks seks seks... İçki seller gibi...

 

Her toplumda ahlaksızlık, fuhuş zina, edepsizlik olur bu kadar olmaz.

 

Bu kadar olursa toplum batar.

 

Nasıl batar?

 

Sodom ve Gomore gibi batar.

 

Evet efendiler, evet sayın bayanlar ve baylar, evet sorumlular!.. Türkiye bu kadar ahlaksızlığı, bu kadar fuhşu, bu kadar zinayı, bu kadar seks serbestliğini çekmez, kaldırmaz.

 

Televizyon dizilerindeki seks ve zina sahnelerinde kadın ve erkek aktörlerin arasında yastık var mı, yoksa kameraların önünde gerçek seks mi yapıyorlar tartışmalarını duymuşsunuzdur.

 

Evet bıçak kemiğe dayanmıştır.

 

Ey Müslümanlar!.. Sözüm sizedir: Kur'ana, Sünnete, İslam'a, Şeriata, ahlaka, fazilete, iffete aykırı bunca fuhşiyata, seks azgınlıklarına, çıplaklığı, rezilliğe ses çıkartmaz, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsanız başınıza gelecek bir musibetten, tepenize inecek bir âfetten, gazaptan korkunuz.

 

*(İkinci yazı)

 

 

Karayılan Tamtamları

Tamtamlar çaldı, Karayılan yakalandı, Karayılan yakalandı, yakalandı, dı dı dı!..

 

Meğerse yakalanmamış...

 

İyi ki, yakalanmadı... Yakalansa ne olacaktı? İmralı'ya hapsedilemez. Küçük bir adaya iki imparator olmaz... Başka bir ada bulmak gerekecekti... Konforlu bir hapishane, kara, deniz, hava koruma kuvvetleri ... Muayyen günlerde gelen avukatlar... Bir yığın tantana. Karayılan eskiden Kandil dağından emir veriyordu. Yakalansaydı adasındaki hapishaneden emir verecekti.

 

Karayılan yakalansa terör bitecek mi?

 

Asıl iş bataklığı kurutmak.

 

Öcalan'ı yakalayıp İmralı'ya atmakla ne kazandık?

 

Yahut ne kaybettik?

 

PKK bataklığının suyu nereden geliyor?

 

Bu işin içinde Ermeniler var, Kripto Ermeniler; Siyonistler var, iki kimlikli Kripto Yahudilerimiz var. Daha kimler var? Terörün gölgesinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti yapanlar... Silah ticareti yapanlar...

 

Bataklık sadece PKK tarafından mı meydana getirildi?

 

Sen 3500 Kürt köyünü düzle, tahrib et, ahalisini sür.

 

Sen kendi vatandaşlarına insan pisliği yedir.

 

Sen Diyarbakır hapishanesinde korkunç ve vahşi işkenceler yap.

 

Sen milyonlarca vatandaşın temel insan haklarını çiğne.

 

Sen Türkleri ve Kürtleri kardeş yapan İslamî bağları tahrip et.

 

Sonra da kabahatin tamamı PKK'da olsun.

 

Bataklık mevcut oldukça terör sürecektir. Bir Karayılan Kandil dağındaysa bir sürü yılan başka dağlarda, vadilerde, ovalarda, büyük şehirlerdedir.

 

Yılanların hepsi de Kürt değildir.

 

Türkü var, Yahudisi var, Ermenisi...

 

Şu anda Karayılan'ın yakalanmaması belki de daha az zararlıdır.

 

Evet, Öcalan yakalandı da ne oldu?

 

Başımıza belâ oldu.

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sabah bunu okuduğumda cız olmuş yüreğim bir parça daha cızz etti frown.gif

Çünkü bu bir müslüman'ın feryadı, bir müslüman'ın can simidi'ne (Hz. Kur'an ve Sünnet-İ Seniyye) sarılış çağrısı, uyarısı!

 

Ey Müslümanlar!.. Sözüm sizedir: Kur'ana, Sünnete, İslam'a, Şeriata, ahlaka, fazilete, iffete aykırı bunca fuhşiyata, seks azgınlıklarına, çıplaklığı, rezilliğe ses çıkartmaz, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsanız başınıza gelecek bir musibetten, tepenize inecek bir âfetten, gazaptan korkunuz.

 

Çok değerli büyüğümün yazılarını hergün takip ediyor ve nasiplenmeye en azından kalbimi malayani hallerden ve irademi nefsime kaptırmaktan bir parça olsun hocamın yazıları sayesinde men ettiğimi söyleyebilirim (Allah ondan katbe kat razı olsun).

Değerli hocamın her yazısı bir feryad! nasıl feryad olmasın ki? Merhum Zarifoğlu'nun hani bir tarifi varya şöyle ki; "İmanın en küçük zerreciği bir vakit namazını kaçırdığında yüreği cız edendir." İşte yüreğinde bir parçacık İman taşıyan İnsan olan insan Türkiye'nin, İslam aleminin bu ahvaline nasıl feryad etmez! nasıl dur demez! nasıl göz yumar en azından nasıl buğzetmez?!

Rabbim bizlerin basiretini, feasetini, aksiyon şevkini ve hizmet aşkını ilelebet en yüksek derecede diri kılsın.

Rabbim bizleri razı olduğu kullarından etsin. Rabbim bizlere merhamet etsin, affetsin (amin).

 

 

 

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Orduya Hürmet

 

 

Liseyi 1952'de bitirdim, aynı yıl üniversitede okumaya başladım, 1956'da diplomamı aldım, yine 50'li yıllarda dergicilik yaptım, yazı yazdım, kısa bir süre için memur oldum, Erzurum'da yedeksubaylık yaptım.

 

Bendeniz 1950 ile 1960 yılları arasındaki Türkiye'yi çok iyi hatırlayan bir kimseyim.

 

O tarihte Kemalist vesayet vardı ama askerî vesayet yoktu.

 

Ordu kışlasındaydı, siyaset arenasında değildi.

 

Ordu, siyasete karışmazdı.

 

Ordu, derin ve gizli bir siyasî parti gibi hareket etmezdi.

 

Ordu, sivil iktidara itaat ederdi.

 

Ordu, dindarlığı bir suç olarak görmezdi.

 

Ordu, Ankara İlahiyat fakültesinde üniformalı öğrencilerini moral subayı, din hizmetlisi olarak yetiştirirdi.

 

Askerî birliklerin bazısında camiler vardı, ezan okunurdu; hafız olan, yeterli din bilgisine sahip olan bir er mihraba geçer, bazen birlik kumandanı da arkasındaki safta yer alır cemaatle namaz kılınırdı. Kimse buna itiraz etmezdi.

 

O uğursuz 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bütün dengeler bozuldu ve bugünkü buhranlara geldik.

 

28 Şubat post modern darbesinden sonra her şey zıvanadan çıktı.

 

Dindar subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, bütün hakları çiğnenerek atıldı.

 

Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetleri ayaklar altına alındı.

 

Din bir tehdit ve tehlike olarak gösterildi.

 

Terör fırtınaları estirildi.

 

Bütün bu yapılanlar insan haklarına, adalete, insafa, vicdana, bilgeliğe, millî kimlik ve kültüre aykırı idi.

 

Vatana, halka, devlete büyük zararı oldu.

 

Çok şükür ordu konusunda normale dönüş başladı.

 

Ordumuz halkın ve devletin ordusudur.

 

Ordu, Kemalizm ideolojisinin değil, Türkiye'nin ordusudur.

 

Ordu yeni nesiller için bir mektep olmalıdır.

 

Orduya eksik giren tam, ham giren olgun, cahil giren bilgili, yaramaz giren uslu çıkmalıdır.

 

Ordu, ülkenin hakim dini olan İslam'a hürmet etmelidir.

 

Ben bir Müslüman olarak orduyu Peygamber ocağı bilirim.

 

Ordunun mânevî kimliğine toz kondurmam.

 

Lakin orduyu âlet edenleri, insan haklarını çiğneyenleri, orduyu herhangi bir ideoloji uğrunda kullananları sevmem.

 

Peygamber ocağı olan ordumuza saygılarımı sunuyorum.

 

*(İkinci yazı)

 

Dinî Kaos ve Anarşi

Bugün Türkiye'de Sünnî halkı ve bilhassa Sünnî gençliği Ehl-i Sünnet Müslümanlığından kopartıp bid'at fırkalarına çekmek için çok yoğun bir faaliyet görülüyor.

 

Bilhassa genç nesiller onlarca fırkaya ayrılmıştır.

 

İnanç konusunda vahim bozukluklar ortaya çıkmıştır.

 

Ümmet birliği parçalanmıştır.

 

Düzinelerle cemaat, tarikat, grup arasında irtibat yoktur.

 

Müslümanların müşterek bir İmamı/Emîri yoktur.

 

Ümmet içinde üniter bir hiyerarşi yoktur.

 

Ümmet kurumları yoktur.

 

Korkunç, iğrenç, rezil, kusturucu bir din ve mukaddesat sömürüsü vardır.

 

Hizip fanatizmi ve militanlığı yapılmaktadır.

 

Birtakım ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

 

Dinin temel direği olan beş vakit namaz ya tamamen terk edilmiştir, yahut hafife alınmaktadır (tehâvün).

 

Kutsal Kur'anın yorumu ayağa düşürülmüştür, cahiller re'y ve heva ile tefsir yapıp yanlış hüküm çıkartmaktadır.

 

Resulullah Efendimizin (salat ve selam olsun ona) Sünneti inkar edilmekte, kaynak olarak kabul edilmemektedir.

 

Derin şer güçleri Müslüman yığınları dünyevîleştirmek, sekülerleşmiş sürüler haline getirmek için cehennemî ve ifritî propaganda yapmaktadır.

 

Tesettür adı altında Şeriata aykırı şeytanî kıyafetler sergilenmektedir.

 

Bazı aykırı ve bozuk ilahiyatçılar Teravih namazını bile inkar etmektedir.

 

Şer güçleri AB, BOP, ABD, Siyonizm normlarına uygun yeni ve değişik bir İslam türetmeye çalışmaktadır.

 

Müslümanların harim-i ismetleri olan evlerindeki fitnevizyonlardan günde 24 saat fuhuş, içki, müstehcen yayın, günah, isyan, tuğyan, küfür, fısk ve fücur pislikleri akıtılmaktadır.

 

Türkiye'de medya özgürlüğü olmasına rağmen Ehl-i Sünnet Müslümanları yeteri kadar savunma yapmamaktadır.

 

Bir kısım İslamcılar İslam davasına ihanet etmiştir.

 

Dün bozuk ve sapık dedikleri düzenin haram nimetlerine saldırmışlar, Cehennem ateşi servetler edinmektedirler.

 

Din garip kalmıştır.

 

Lüks, israf, fuhşiyyat tufanı her yeri kaplamıştır.

 

Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın ve Peygamberî Ahlakın yasak kıldığı, kötü gördüğü günahlar açıkça, küstahça işlenmeye başlamıştır.

 

Halk yığınları nasihatsiz ve uyarısız kalmıştır.

 

Bir kısım güçlü ve zengin Müslümanlar kâfirleri dost ve velî edinmişlerdir.

 

Müslüman kesimde yeteri kadar ve etkili emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmamaktadır.

 

Müslümanlar, çoğunlukta oldukları bu vatanda esir, zelil, zebun vaziyete düşmüşler; ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci, sömürge yerlisi statüsünde yaşamaktadırlar.

 

Müslümanların temel insan hakları, kendi aczleri, gayretsizlikleri, cebanetleri yüzünden ayaklar altına alınmaktadır.

 

Cuma ezanı okununca dükkanların, lokantaların, iş yerlerinin kapatılmasını yasaklayan bir kanun olmadığı halde dindar Müslümanlar, Kur'anın emrine uymayarak dükkanlarını kapatmamaktadır.

 

Sabah namazında ve diğer vakitlerde camiler yetim ve garip kalmıştır.

 

Zekatlar bile Kur'anın, Sünnetin, şeriatın, fıkhın öngördüğü şekilde doğru dürüst verilmemekte, sarf edilmemektedir ve bu yüzden nice Müslüman fakir ve miskin sürünmektedir.

 

Farzlar terk edilirken, haramlar işlenirken tuzu kuru bir kesim akın akın turistik umre seyahatleri yapıp lüks otellerin üst katlarından Kâbe-i Muazzama seyri yapmaktadır.

 

Bütün bu anarşi ve kaostan kurtulmak, Kur'an ve Sünnet yoluna girmek, Şeriat ile amel etmek, ahlaklı ve doğru Müslümanlar olmak için yapılacak ilk iş bütün Sünnî Müslümanların ihtilafları ve tefrikayı bırakıp Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde birleşmeleri ve yerlerini almaları gerekmektedir. Başka yol ve çare yoktur.

 

Bugünkü kaos, anarşi, tefrika, fitne fesat, her kafadan ayrı ses çıkması, nifak şikak, devam ederse kurtuluş olmaz, murtuluş olur.

 

Müslümanları kimler uyaracak?

 

Kimler bilgilendirecek?

 

Kimler kurtuluş yoluna çağıracak?

 

21 AĞUSTOS 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Deprem Katilleri

 

Çürük binalar inşa eden, bu binalar depremde yıkılan yahut deprem falan olmadan durup durduğu yerde yıkılan müteahhitler katildir.

 

Böyle binalara oturma ruhsatı verenler katildir.

 

Deprem bölgesinde, kanunların ve nizamların izin vermemesine rağmen bin türlü alavere dalavere ile fazla kat çıkılmasına izin verenler katildir.

 

Depremde yıkılacak çürük binalara af çıkartanlar katildir.

 

Deprem beklenen bir bölgede, ilk depremde yıkılacak ve içindekilere mezar olacak binalarda oturulmasına izin veren, göz yumanlar katildir.

 

İlk şiddetli veya orta şiddetli depremde yıkılacak binalarda çoluk çocuğuyla umursamazca oturanlar intihara niyet etmişlerdir.

 

Fay hattının tam üzerine bina yapımına izin verenler canidir.

 

İstanbul'da on binlerce binanın zemin katlarındaki kolonlar kaldırılmış, geniş mekanlar açılmış; dükkanlar, lokantalar, pastaneler, iş yerleri yapılmıştır. Bunlar ilk şiddetli zelzelede çökebilir, çökecektir. Bunları yapanlar, bunlara izin verenler, bunlara göz yumanlar bir tür katildir, canidir.

 

12'nci yıldönümünü idrak ettiğimiz büyük 17 Ağustos zelzelesinde on binlerce bina yıkıldı, kimisi yassıkadayıf gibi çöktü, kimisi yana yattı, elli bin vatandaş öldü, büyük facialar oldu. (Gerçek ölü sayısı 50 bindir...) Bunca facianın, ölünün, yıkılan binanın suçlusu olarak Veli Göçer adında bir müteahhit tutuklandı, hapse mahkum edildi. Böylece adalet yerini buldu. Adalet adalet adalet!... Ah adalet!..

 

İstanbul büyük depremini bekliyor.

 

Marmara bölgesi büyük depremini bekliyor.

 

Deniz kumuyla yapılmış çürük binalar yıkılmayı bekliyor.

 

Kaçak katlı binalar yıkılmayı bekliyor.

 

Alt katlarındaki kolonlar kaldırılmış binalar yıkılmayı bekliyor.

 

Deprem kuşağında depreme dayanıklı olarak yapılmamış bilcümle binalar yıkılmayı bekliyor.

 

Bütün deprem uzmanları koro halinde büyük olacaaaak diye bağırıp duruyor.

 

Bilinçaltımızda küllenmiş deprem korkusu var ama aldırmıyoruz.

 

Japonya'da sık sık deprem oluyor, orada bütün tedbirler alınmıştır. Bardaklar bile depremde kırılmayacak şekilde muhafaza edilmektedir.

 

Son tsunami felaketinde Japon halkının sabrı, metaneti, disiplini, ahlakı, feragati, azmi, fazileti bütün dünyayı hayran bıraktı.

 

Biz Japonlar gibi miyiz?

 

İstanbul halkı için bir "Deprem Andı" metni yazılmalıdır. Herkes her sabah bu metni okumalıdır. Milyonlarca nüshası görülecek yerlere asılmalıdır.

 

"Ben bir İstanbulluyum... Yaklaşan büyük depremi bekliyorum... Tedbirsizim... Hazırlıksızım... Vurdum duymazım... vs vs..."

 

*(İkinci yazı)

 

Haram Kazanç ve Zenginlik Felâket Getirirİman edenlerle iman etmeyenler arasındaki temel farklardan biri helal ve haram kazanç kavramıdır.

 

Mü'mine göre Allah ticareti helal, ribayı haram kılmıştır.

 

Helal ticaretten elde edilen gelir ve servet (zekat ve sadaka verilmek ve azgınlık yapılmamak şartıyla) hayırlıdır, bereketlidir, uğurludur.

 

Bir adam ribayla Karun kadar zengin olsa o servet onun için belâdır, âfettir, felakettir, ateştir, uğursuzluk kaynağıdır.

 

Allah ribadan başka şeyleri de yasaklamıştır.

 

İçki... Kumar... Yasal veya gizli, vesikalı veya vesikasız, KDV'li veya KDV'siz karı satmak, halka zararlı gıda maddeleri yedirmek, dana eti diye domuz eti, hileli ve mağşuş mallar...

 

Adam turistik otel yaptı, içinde içki satılıyor. Geliri haramdır.

 

Vitrine nefis döner bulunur diye yazdı ama döner nefis değil, berbat, onun kazancı da haramdır.

 

Malının kusurunu söylemeden sattı, ticareti haramdır.

 

Türkiye'de turizm patlaması var, her yıl ülkemize birkaç on milyon turist geliyor ve bundan büyük gelir elde ediliyor. Bu turistlerin bir kısmı temiz insanlar. Bir kısmı ise İslamî ölçülere göre ahlaksız. Bu turistler içiyor, zina yapıyor, bin türlü çıplaklık ve ahlaksızlık sergiliyor. Onların yaptıkları sadece İslam'a değil, kendi dinlerine göre de günahtır, ayıptır ama aldırmıyorlar.

 

Bu tür turistlerden ve turizmden kazanılan para haramdır ve ne kazananlara, ne ülkeye, ne devlete bu kazançtan bir hayır gelir.

 

İçki konusunda sadece içen değil, sâkilik yapan da günahkardır.

 

Faize aracı olan, faizin kâtipliğini yapan da günahkardır.

 

TC vesikalı, KDV'li, yasal ve açık fuhşa rıza gösteren herkes günahkardır.

 

Ülkemize dış ülkelerden bir ordu kadar fahişe geliyor, bunlar yoğun fuhuş yapıyor, bol para kazanıyor, bazısı fuhuş çetelerinin eline düşüyor, bir genel rezalet ki, sormayın.

 

Devlet bunları bilmiyor mu sanıyorsunuz?

 

Müslüman bir toplumda ahlaksızlık sereserpe açık hale gelirse.

 

Yaygın, genel ve yoğun olursa.

 

Tabiî görülürse.

 

Yüzde iki üç sınırını aşar yüzde elli olursa.

 

Memlekete bir meyhane-i kübraya dönerse.

 

Turizm sektöründe döviz gelecek diye her halt yenirse.

 

Müstehcen neşriyat azdıkça azarsa.

 

Milyonların seyrettiği dizi filmlerin zina sahnelerinde oyuncular kameralar önünde gerçekten çiftleşirse.

 

On milyonlarca vatandaş, çoluk çocuk hepsi bunları izlerse.

 

Bazı kısa etekli donsuz turist karıları Sultanahmet camiinin merdivenlerinde sere serpe oturur, bilmem nerelerini fütursuzca teşhir ederse.

 

Böyle bir ortamdaki gelir bolluğu ve servet uğur değil uğursuzluk getirir.

 

Saadet değil, felaket getirir.

 

İlgilileri, sorumluları, halkı uyarıyorum.

 

 

22 AĞUSTOS 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müslümanın Beğendikleri ve Beğenmedikleri

 

MÜSLÜMAN neleri beğenir, neleri beğenmez? Beğenilecek, kabul edilecek, inanılacak şeyler ile beğenilmeyecek, kabul edilmeyecek, inanılmayacak şeylerin birkaçını maddeler halinde sıralıyorum:

 

(1) Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile zina çirkin, kötü bir suç, büyük günah ve ahlaksızlık olarak görülmüştür. Müslüman zinayı beğenmez. Beğenirse dinden çıkar. Müslüman, yeni Ceza Kanunu'nda zinanın suç olmaktan çıkartılmasını kesinlikle beğenmez, doğru bulmaz, bunu en azından kalben kötüler.

 

(2) Müslüman tesettürü beğenir, çıplaklığı ve avret teşhirini kötü görür.

 

(3) Müslüman Kur'anda, Sünnette, Şeriatta kesin olarak iyi görülen her şeyi beğenir ve doğru bulur; kötü görülen hiçbir şeyi beğenmez ve doğru bulmaz.

 

(4) Müslüman israfı sevmez. İsraf büyük bir günahtır. Her şeyin en iyisi Müslümana layıktır diyerek israf eder ve bu israfı beğenirse dinen çok kötü bir duruma düşmüş olur. Kur'an "İsraf edenler şeytanın kardeşleridir" buyurmaktadır.

 

(5) Müslüman beş vakit namazı sever ve beğenir. Namaz kılınmamasını beğenmez ve doğru bulmaz. Hür ve mukim erkeklerin, şer'î bir özür bulunmadıkça farz namazları cemaatle kılmalarını beğenir, kılmamalarını beğenmez ve doğru bulmaz.

 

(6) Müslüman, mü'min bir kardeşinde beğenilmeyecek, sevilmeyecek bir günah görürse o kardeşine düşmanlık etmez, sadece ondaki günahlara ve kötülüklere karşı olur.

 

(7) Müslüman gıybeti çok kötü bilir ve onu asla beğenmez ve savunmaz. Bir kişiye gıybet etme denilse, "Ben gıybet etmiyorum, bu yaptığım tenkittir" dese dinini tehlikeye sokmuş olur. Şarap içen bir kimseye içme denildiğinde, bu üzüm suyudur, içmek caizdir demesi gibi.

 

(8) Müslüman kötü, bozuk, zâlim bir düzene ve sisteme iyi demez, eskisine göre daha iyi de demez.

 

(9) KURAL: Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, Şeriatin iyi, mâruf, doğru dediği her şey güzeldir.

 

(10) KURAL: Kur'an'ın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, Şeriatin kötü, münker, çirkin dediği her şey kötüdür.

 

(11) Büluğa ermiş ve kuvve-i şeheviyeleri galeyanda olan kız ve erkek çocukların birlikte okutulmasını Müslüman beğenmez.

 

(12) Kimlik kartlarında Müslüman oldukları yazılı bulunan birtakım kadınlara TC başlıklı resmî fahişelik vesikaları vererek onlara "yasal" fuhuş yaptırmak, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi almak, fuhşun yapıldığı genelevleri polisle korumak beğenilecek bir iş değildir. Müslüman bunu beğenmez.

 

(13) Zerre kadar vicdanı, insafı, adaleti, hikmeti olan bir Müslüman, ülkenin en büyük tarihî camiinin, vakfiyesinde "Bu camiyi camilikten çıkartanların üzerine Allah'ın laneti olsun" yazılmasına rağmen, camilikten çıkartılmasını, orada namaz kılınmasının yasak edilmesini asla beğenmez, doğru bulmaz.

 

(14) Müslüman hırsızlığı, rüşveti, devlet ve belediye bütçelerinin hortumlanmasını, ihalelere fesat karıştırılmasını; haram, kirli ve kara kazançlarla zengin olunmasını asla doğru bulmaz, beğenmez. Bu düzen bozuktur, böyle bozuk düzenlerde haram yenir mealindeki fetvalar şer'î değil şeytanîdir. Şeriatin haram dediği bir şeye helaldir diyen kafir olur.

 

(15) Akıl teklif için şarttır ama iyinin kötünün, doğrunun yanlışın, güzelin çirkinin kaynağı akıl değil, nakildir/nasstır yani Kur'an ve Sünnettir. Aklın güzel, iyi, doğru bulduğu; Kur'anın ve Sünnetin doğru bulmadığı şeyler güzel, doğru ve iyi değildir.

 

*(İkinci yazı)

 

İftiralar Yalanlar

 

İYİ bir Müslüman olduğumu hiç iddia etmedim ve etmiyorum. İyi bir insan ve vatandaş olmaya çalışıyorum ama bunda başarılı olabiliyor muyum, bu hususta da bir iddiam yoktur.

 

Kendi halinde okur yazar bir kimseyim, elim kalem tutuyor, inançlarıma ve ideallerime hizmet için yazılar yayınlıyorum. Yirmi senedir Millî Gazete'de fahrî olarak yazıyorum. Profesyonel gazeteci değilim, elli küsur senelik yazı hayatım var, çok ses getiren günlük bir gazete bile çıkarttım ama sarı basın kartına bile sahip değilim.

 

Ömrüm boyunca milletvekiliği, herhangi büyük veya küçük bir başkanlık talep etmedim.

 

Mal beyanım da ortadadır. Oturduğum bir daire, tek katlı tuğladan bir bağ evi, kitaplarım, kiralık bir yerde hizmet veren küçük bir yayınevim... Ticaretle bizzat meşgul olmuyorum. Altı aydır dükkanıma bir kere uğramadım.

 

Hîn-i hâcette lazım olacak birkaç bin lira dışında birikmiş param, banka hesabım, servetim yoktur. Bankamatik, çek defteri kullanmam.

 

Bazıları aleyhimde yalanlar, iftiralar uyduruyor.

 

Din tahsili yapmamışım, kendimi büyük din alimi görüyormuşum... Ben nerede, din alimliği nerede... Ehl-i Sünnete göre iki kere iki dört eder kesinlikteki dinî gerçekleri, bilgileri, hükümleri yazmak din alimliği taslamak mıdır?

 

Tesettürü savunmak için din alimi mi olmak gerekir?

 

Bendeniz Büyük İslam İlmihali gibi muteber ve güvenilir kitaplardaki bilgileri kendi üslubumla, tarz-ı beyanımla tekrarlayıp duruyorum.

 

Fetva vermekten çok korkarım.

 

Namazı inkar eden kafirdir demek fetva değildir. İki kere ikinin dört ettiğini söylemektir.

 

Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam'dır demek de fetva veya şahsî inanç ve görüş değildir. Dinimizin iki kere iki dört eder gerçeklerindendir.

 

Zamanımızda üç hak ibrahimî din vardır, bunların bağlıları Cennetliktir diyenlere karşı çıkıyorum. Çünkü onların dediği iki kere iki, eder beş demek kadar saçmadır.

 

Şeriat Kur'andan ve Sünnetten çıkartılmış hükümlerdir, Şeriatı tahkir eden kafir olur diyorum. Bu da fetva değil, çok mantıklı bir sözdür. İsim vererek Filanca böyle dedi, kafir oldu dersem o zaman fetva vermiş olurum ki, böyle bir şeyden Allah'a sığınırım.

 

Kelime-i Tevhid iki cümleden oluşan ayrılmaz bir bütündür, Lâ ilahe illallah deyip de Muhammed Resulullah dememek olmaz, ikisi birden söylenecektir diyorum. Bu da benim görüşüm değildir, on dört asırlık bir icmâdır.

 

Bugünkü Kitab-ı Mukaddes, Tevrat, İncil nüshaları Allah'ın inzal etmiş olduğu kutsal metinler değildir, zamanla tahrifata uğramıştır dediğim vakit fetva mı veriyorum, ictihad mı yapıyorum? Hayır hayır... Hıristiyanların bir kısmının bile kabul ettiği bir gerçeği beyan ediyorum.

 

Ben aydın mıyım, ziyalı bir vatandaş mıyım? Hâşâ!.. Böyle bir iddiam yok, aydınlık taslamaktan hayâ ederim. Yukarıda beyan ettiğim üzere okur yazar bir Müslümanım, o kadar. Okur yazar olduğuma yemin etsem başım ağrımaz. Hergün birkaç saat kitap okurum, yazı yazarım.

 

Fazlurrahmancılığa karşıyım.

 

Tasavvufa ve tarikatlere taraftarım; tarikatçiliğe karşıyım.

 

Mason, yalancı, taqiyyeci, aldatan Afganîye karşıyım. Onun izinden giden ye yine ikisi de mason olan Abduh'a ve Reşid Rıza'ya karşıyım.

 

Cahillerin ve yetersizlerin re'y ve heva ile Kur'an yorumlamasına, hüküm çıkartmasına karşıyım.

 

Allah'a noksan sıfatlar yakıştıran bozuk mezhep ve fırkalara karşıyım.

 

Din istismarı yoluyla zengin olunmasını din sömürüsü olarak görüyorum ve buna kesinlikle muhalifim.

 

Dinin ve mukaddesatın riyaset, şöhret, alkış, benliğini tatmin, zenginleşme vasıtası yapılmasına çok karşıyım.

 

Cemaatçiliğe karşıyım.

 

Mezhepsizliğe, telfik-i mezahibe karşıyım.

 

Bu gibi konularda Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî, İsmail Yusuf en-Nebhanî, Mekke Şâfiî Reisüluleması Ahmed Zeynî Dahlan gibi büyük ulemaya tâbiyim.

 

"Allah gerçek bir Janus'tur" (iki çehreli bir Roma putu!) dediği için Ali Şeriatî'ye çok karşıyım.

 

Allah'ı bir puta teşbih eden kişiyi tenkit etmek, ona karşı olmak için din alimi ve fakih olmak gerekmez.

 

Dinde reformculuğa, dinde değişim ve yeniliğe, light/ılımlı İslam türetmeye, BOP'çuluğa, Kemalist İslam'a, ABD İslam'ına, Fazlurrahman'ın tarihsellik mezhebine, Feminizme uygun İslam çalışmalarına, hadîslerin AB normlarına göre ayıklanmasına karşıyım.

 

Bendeniz Ehl-i Sünnet itikadında ve mezhebinde bir ilmihal Müslümanıyım. Elim kalem tuttuğu, bir miktar kültürüm olduğu için ilmihal bilgilerini yazıyorum. Bundan iftihar ederim.

 

İlmihal bilgilerini yazarken, nakil ve anlama yanlışı yapmazsam, yanılmam. Çünkü bunlar bütün Ehl-i Sünnet ulemasının üzerinde ittifak ettiği temel bilgilerdir.

 

Hür ve mukim erkeklerin farz namazları, şerî bir özürleri bulunmadıkça cemaatle kılmaları gerekir derken nasıl yanılabilirim? Açın bütün fıkıh kitaplarını bakın, hepsi böyle yazıyor.

 

Ümmet birliğine, Hilafete, Şeriata taraftarım.

 

İtikaden Mâturîdiyim, mezheben Hanefîyim, meşreben bütün turuk-i aliyyenin muhibbiyim.

 

Dinde her türlü bid'ate, yeniliğe, değişikliğe muhalifim.

 

Müslümanım ama İslamcı değilim.

 

Bid'ati, yanlış yorumu, hatâlı inancı kendisini dinden çıkartmayan bütün Müslümanlar kardeşimdir.

 

Bana iftira eden, gıybetimi yapan, hakkımda yalan konuşan bütün Müslümanlara (namaz kılıyorlarsa) hakkım helâl olsun. Namaza başlarlarsa yine helal olsun.

 

Namaz kılmıyorlarsa işleri zordur. Biran önce başlarlarsa iyi olur.

 

Hem namaz kılan, hem gıybet ve iftira edenleri uyarmak lazımdır.

 

Herkese selam ve hürmetlerimi arz eder, Müslüman olmaları şartıyla düşmanlarım dahil herkesin ellerinden öperim.

 

 

23 AĞUSTOS 2011

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Camilerde Sandalya, Tabure Fitnesi ve Bid'ati

 

 

PROF. Osman Özsoy'un "Burası câmi mi, ortopedi servisi mi?" başlıklı yazısını (haber7.com) okudum... Bendeniz sona erdi sanıyordum, meğerse camilere kiliselerde olduğu gibi sıra/sandalye koyma fitnesi, dışarıdan tabure getirtme suretinde devam ediyormuş.

 

Bu işin kendi kendine olmadığını kesin şekilde bilmemiz gerekir.

 

Dinimizi değiştirmek, dinde yenilik yapmak, İslam'ı AB ve Feminizm standartlarına ayarlamak isteyen birtakım gizli, derin ve sinsi güçler mi yaptırıyor bu camilere sandalye doldurma işini?

 

Eskiden camilerde bugünkü gibi sandalyede namaz kılma yoktu. Sağlığı, secde etmesine mâni birkaç kişi oturarak kılardı. Sonra ne olduysa oldu, camilere sandalye, tabure, sıra doldurma modası, adeti ve furyası çıkartıldı.

 

Diyanet'in muhterem fetva heyeti buna karşı çıkmasaydı belki de bugün camilerin arka mekanı kiliseler gibi sıralarla, sandalye ve taburelerle dolmuş olacaktı.

 

Biliyorsunuz memleketimizde, "İslam'ın tek hak, makbul, geçerli" din olduğu kesin inancını yıkmaya yönelik açık veya gizli sinsi bir faaliyet ve propaganda vardır. Bir ara "Allah katında din İslam'dır" mealindeki ayetin Cuma hutbelerinde okunmaması için dışarıdan baskı yapılmıştı.

 

İslam'ın Allah katında tek hak ve makbul din olduğu kesin Kur'an ayetleriyle sâbittir.

 

Sünnet de böyle söylüyor.

 

Bu konuda icmâ-i ümmet vardır.

 

İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancını reddeden, "başka hak ibrahimî dinler de vardır, onların (İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı inkar, red ve tekzib eden) mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bâtıl inancına sahip kimseler Ehl-i Sünnet akaidine göre dinden çıkarlar.

 

Benim kuvvetli zannım, camilere sandalye, tabure ve sıra konulmasını isteyenler bu taifedir.

 

Prof. Osman Özsoy'un makalesinde, Bartın'da teravih namazına giden kadınların ellerinde tabureler bulunduğu yazılı. Demek ki, Fetva Kurulunun kararından sonra, camiler sandalye ile doldurulamayınca, taburelerinizi alın da öyle gelin telkini yapılıyor.

 

Secde etmeye gücü yettiği halde secde etmeden namaz kılanın namazı sahih olmaz. Fıkhımız böyle diyor.

 

Bütün Ehl-i Sünnet hocalardan, imamlardan, müftülerden çok rica ediyorum:

 

Camilerdeki sandalye, tabure ve sıralar çıkartılmalıdır.

 

Camilerimiz kilise değildir.

 

Secde edemeyenler yerde oturarak, ayaklarını uzatarak namaz kılabilir.

 

Camilerin sandalye ile doldurulmasında bir bit yeniği vardır.

 

Bu işte Diyalogçuların olduğu kadar Fazlurrahmancıların (Tarihsellik, Tâtiliye mezhebi) parmağı olduğunu sanıyorum.

 

Bütün Ehl-i Sünnet hocaları ve Müslümanları bu çirkin bid'ati kötülemelidir.

 

"Camilere bol miktarda sandalye konulsa ne olacak..." demeyelim. Bu bid'ati yaygın hale getirebilirlerse ardından başka bid'atler sökün edecektir.

 

Camilere dışarıdan tabure ithaline de izin verilmemelidir.

 

Böyle bir bid'at kökleşirse kaldırılması çok zor olur.

 

Diyalogçuların, Feministlerin, Fazlurrahmancıların, Reformcuların, dinde değişim ve yenilik isteyenlerin Diyanet'i ele geçirmek için sinsice ve yoğun şekilde çalıştıklarına, kadrolaştıklarına dair haberler alıyorum.

 

Siyonistler, Haçlılar, Avrupa Birliği, Feministler; Şeriatlı Ehl-i Sünnet İslamlığını kovmak, onun yerine (ABD'nin, AB'nin, Siyonizmin, Haçlıların, sekülaristlerin işine gelecek) ılımlı, light, fıkıhsız, cihadsız, sulandırılmış, ilahî hak din olmaktan çıkartılıp beşerî bir hümanizma ve ideoloji haline dönüştürülmüş) yeni bir din, bir İslam Protestanlığı türetmek ve üretmek istiyor.

 

Dinimizi koruyalım.

 

Dinimize bid'at sokulmasına izin vermeyelim.

 

Uyanık olalım.

 

(Diyanet'in "Din İşleri Yüksek kurulu" camilere sandalye konulması aleyhinde fetva vermiştir. Lütfen bunun metnini internetten çıkartıp okuyalım. Din İşleri Yüksek Kurulu'nu bu kararından dolayı tebrik ediyor, selam ve hürmetlerimi sunuyor ve ellerinden öpüyorum. Derin ve sinsi bid'at ve reform güçleri bu yüzden kurula diş bilemektedir.)

 

*(İkinci yazı)

 

Emanetler ve Ehliyet

 

İSLAM'IN temel kurallarından biri de emanetlerin ehil olanlara verilmesidir. Emanetler ehil olanlara verilmezse emanete hıyanet edilmiş olur.

 

Bazı dinî cemaat, tarikat, grup, fırka, hizip ve klikler emanetleri ehil olanlara değil, kendilerinden olan ehliyetsizlere veya az ehliyetlilere vererek İslam'ın bu temel prensibini ihlâl ediyor.

 

Emanetler nelerdir?

 

Başkanlıklar... Makamlar mevkiler... Memuriyetler... Vazifeler... İşler... Hizmetler...

 

Şu anda ülkemizde çok hızlı, çok yoğun, çok genel bir kadrolaşma faaliyeti vardır.

 

Birileri:

 

Diyanet kadrolarını,

 

Polis teşkilatını,

 

Millî eğitimi,

 

Yargıyı,

 

Üniversiteleri ele geçirmek istiyor.

 

Ben bir Müslüman olarak bütün temel müesseselerde düzgün Müslümanların bulunmasını isterim.

 

Ancak bir şartla: Emanetlerin ehil olanlara verilmesi.

 

Bunun tek çaresi de, her sahada ehliyetli eleman yetiştirmektir.

 

Bir de şu husus var: Türkiye'deki Müslümanlar çeşitlilik içindedir.

 

Bütün temel kurumları, emanetleri, makam ve mevkileri tek bir cemaatin, tarikatin, hizip veya fırkanın ele geçirmesi doğru değildir.

 

Ehliyete riayet etmek şartıyla dağılım ve paylaşım olması gerekir.

 

Şu veya bu cemaate veya tarikate mensup olmak haklı ve meşru bir tercih sebebi teşkil etmez.

 

İlle de ehliyetli, liyakatli olacak.

 

Bütün Müslümanlar kardeştir. Şu veya bu kardeşliğe mensup olmak bu kardeşliği zedelememelidir.

 

Türkiye Müslümanlarının hepsi bir meşrebe sokulamaz.

 

Olumlu meşreb farklılıkları geniş bir rahmettir ve zenginliktir.

 

Nurcu, Süleyman Efendi bağlısı, Nakşiliğin şu veya bu koluna mensup, Kadirî, Büyük Doğu'cu, Şucu Bucu Ocu... Bunların hepsi muhteremdir ama iş emanete gelince öncelikli olan, önemli olan emanetlerin ehline verilmesidir.

 

Polis teşkilatı bizim hizip veya fırkanın eline geçsin.

 

Yargı bizim elimize geçsin.

 

Üniversiteler bizim elimize geçsin. Bütün temel müesseseler bizim kontrolümüzde olsun.

 

Millî eğitim bizim elimizde olsun...

 

Bu düşünce, bu strateji, bu siyaset yanlıştır.

 

Müslümanlıkta paylaşım vardır, işbirliği vardır, iş taksimi vardır.

 

Diğer cemaatler, tarikatlar, hizip ve fırkalar dışlanamaz.

 

Onlara üvey kardeş gözüyle bakılamaz.

 

Emanetler, makamlar, mevkiler, memuriyetler hep bir cemaatin mensuplarına üleştirilirse ileride fitne ve fesat çıkar.

 

Müslümanlar, kadrolaşma konusunda sekter zihniyeti bırakıp Ümmet şuuru ve birliği içinde hareket etmelidir.

 

Ümmet, İslam dâvası, İslamî hizmetler bir cemaatle sınırlandırılamaz.

 

Emanetlerin tevdiinde, ehliyetten önce bizim cemaate mensup olması şartı ön planda tutulursa hizmetler aksar, ileride telafisi çok zor bozukluklar olur.

 

Benden hatırlatması.

 

 

24 AĞUSTOS 2011

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Garip Bir Yazı

 

 

Türkiye'de "Kurtarılmış bölgeler" var mı?... Ben sen o biz, vatanın bazı bölgelerine gidip rahatça gezemiyor, tatil yapamıyorsak, var gibi geliyor bana.

Sanırım terörün merkezi Kandil dağında değil, Türkiye'nin içinde.

Konvansiyonel ordularla gerilla savaşı kazanılabilir mi?

ABD Vietnam'da kazanabildi mi?

PKK terörü bitirilebilir mi?

Bitirebilseydi, 1984'ten beri geçen 27 yıl içinde bitirilmiş olmaz mıydı?

Türkiye'deki terör... Ermenistan... Tel-Aviv... AB... ABD...

Büyük Ermenistan...

Büyük Kürdistan...

Eretz İsrail (Büyük israil)...

Küçük Türkiye... Küçültülmüş Türkiye...

Bir buçuk milyon Kripto Yahudi...

Bir buçuk milyon Kripto Hıristiyan...

Büyük Selânik...

Sünnetsiz PKK "Şehitleri"...

Türk ordusu için üretilmiş olan MKE mermileri PKK'nın nasıl eline geçmişti?

PKK terörünün gölgesinde yapılan yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti.

Bir ara helikopterlerle taşınan uyuşturucu...

Sıfırdan başlayıp kısa zamanda doların mültimilyoneri olanlar.

Silah kaçakçılığı.

Beyaz işi.

Kürtler dağa çıksın diye insan pisliği yedirilen köy halkı.

Yerle bir edilen, halkı sürülen 3500 köy...

O köyler bizim köylerimizdi.

İslam medreselerini, tasavvuf tekkelerini yıkarsan, yasaklarsan, yerine PKK Zerdüştiliği gelmez mi?

Büyük Kürdistan kurulursa şu anda hızla boşalan, boşaltılan bölgelere Ermeniler göç edecek.

İsrail Türkiye'yi parçalamaya ahd etmiştir.

Bölücü Kürt hareketi "Made in Israel"...

Haçlı dünyası Türkiye'yi yeniden bir Hıristiyan ülke haline getirmek istiyor.

Türk hava kuvvetleri Kandil'i bombardıman ederken, PKK yurt içindeki hedefleri vurmaya devam ediyor.

Her gün yeni şehitler.

Bu şehitlerin içinde bir bakanın, milletvekilinin, generalin, umum müdürün, kodamanın, holding sahibinin, süper zenginin, ünlü bir gazetecinin, bir süper starın çocuğu var mı?

Asılarak şehid edilen şeyh devlete karşı değildi, dinsizliğe, Moiz Kohen Türkçülüğüne, Süfyaniliğe, Tağut'a karşıydı.

Ey Selanik!.. Ektiğin tohumlar meyvelerini verdi. Rüzgar ekmiştin, tayfun biçiyorsun şimdi.

Yurtta sulh, cihanda sulh...

Ne yurtta, ne cihanda barış var...

Eski ahlar...

Sultan Abdülaziz'in ahı...

Sultan Abdülhamid'in ahı...

Sultan Vahdettin'in ahı...

Son Halife'nin ahı...

Hanedan-ı Osmaniye'nin ahları...

İskilipli Âtıf Hocanın ahı...

Sürgünde ölen Abdülhakîm Arvasî'nin ahı...

Çile, eziyet, hapis, sürgün, eziyet içinde yaşayan Bediüzzamanın ahı.

Kiraya verilen, satılan, depo, işyeri, ahır yapılan, kimisi yıktırılan binlerce cami ve mescidin ahları...

İbadete kapatılan Ayasofya'nın ahı...

Ezan-ı Muhammedî'nin ahı...

Yok edilen, düzlenen, arazisi kapanın elinde kalan tarihî İslam kabristanlarının ahı.

Elifba'nın ahı.

Mecelle'nin ahı.

Çarşaf ve peçenin ahı.

Kapatılan binlerce tekke, dergah ve zaviyenin ahları...

Zalim İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla asılan mazlumların ahları.

Faili mechul cinayetlere kurban gidenleri ahları...

O kadar çok ah var ki...

Bunca ah yangınını söndürmenin tek çaresi:

İslam'ı ilan etmek...

Ona da güçleri ve cesaretleri yetmez.

Öyleyse bitmeyen savaşa devam...

Yurtta sulh cihanda sulh...

Moiz Kohen Tekin Alp...

Yanmaya devam...

Hem kendini yaktın hem bizi...

*(İkinci yazı)

Ordu ve Devlet Düşmanlığı

 

Ordu bir kurumdur...

Ordu bir hükmî şahsiyettir...

Ordu bir cevherdir...

Çok basit bir misal vereyim: Ordu billur bir sürahi gibidir. İçine süt konulur, bal şerbeti konulur, memba suyu konulur...

Yahut içine şarap konulur, rakı konulur, bira konulur, başka haram bir sıvı konulur...

İçine şarap konuldu diye sürahi kırılmaz, sürahiye düşmanlık edilmez

Ne yapılır: Şarap dökülür, sürahi temizlenir şartlanır...

Ordusuz devlet olmaz, ülke olmaz, halk olmaz.

Devlet de ordu gibidir.

Rejim, düzen, sistem kötü diye devlet düşmanlığı yapılmaz.

Devlet kötü, o halde batsın diyen kişi, içinde bulunduğu geminin batmasını, uçağın düşmesini isteyen adam gibidir.

Devlet dursun, kötü düzen/sistem değişsin, yerine iyisi, âdili gelsin.

İslam'da devlet idarecilerine beddua etmek yoktur. Islahları için dua edilir.

Beddua edersen ve bedduan tutarsa, gemi batar, uçak düşer ve sen de yok olursun.

1970'lerde, 80'lerde birtakım radikal İslamcılar yoğun bir devlet düşmanlığı yapıyorlardı. Devlet kötü, bu devlet batsın!..

Aradan 30/40 yıl geçti, onların çoğunun artık sesleri solukları çıkmıyor.

Eski mücahitlerin ekserisi müteahhit oldu. Kötü dedikleri devletin rant ve nemalarıyla semirdiler, zenginleştiler.

Lütfen devlete sövmeyiniz.

Muhalefetiniz bozuk ve kötü düzen ve sisteme karşı olsun.

Geminin batmasını, uçağın düşmesini istemeyiniz.

Kaptanlara kızıyorsanız, ıslahları için dua ediniz.

Uçağın kaptan pilotuna kızıyorsanız, onun da ıslahına dua edin.

Dinsizler ordu Peygamber ocağı değildir diyecek...

Ben de bir Müslüman olarak ordu Peygamber ocağıdır diyeceğim.

Bugünkü haliyle mi? Elbette değil.

Orduyu Peygamber ocağı olarak görmek istiyoruz.

Bunun için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.

Vaktiyle çocuklarını askerî mekteplere (Subaylıkta, astsubaylıkta iyi para yok diye) yazdırmayan, en istidatlı gençleri çok para var diye doktorluğa ve mühendisliğe yönlendiren kısa görüşlüler yüzünden bugünkü hallere geldik.

 

30 AĞUSTOS 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

İhlâs Olmadan ne İbadet olur, ne Cihad, ne Hayır Hasenat...

 

 

İyiMüslümanlık her şeyden önce İslam'ı iyi bilmek, doğru anlamak, doğru yorumlamak demektir. İyi bildiği İslam'ı hayata dosdoğru uygulamak demektir.

Bazı şeyler ticarete, benliğe, dünya menfaatlerine âlet edilmez.

Bu şeylerin başında İslam gelir.

İslam'ı ticarete, şahsî menfaate, zenginleşmeye, benliğine âlet edenler...

Karı satanlardan daha alçaktır.

Eşkiyalığın en iğrenci din ve mukaddesat bezirgânlığı yapmaktır.

İslam yücedir, yeryüzünde ondan yüce başka bir kurum yoktur.

En şerefli ve üstün hizmet İslam'a, maddî menfaatsiz, ihlasla yapılan gerçek hizmettir.

Maddî menfaat var, ihlas yok, böylesi hizmet değildir, din sömürücülüğüdür.

İslam nasıl yaşanır, nasıl hayata uygulanır? Bunun birinci örneği Peygamberdir. O, İslam'ı insanlığa ücretsiz, parasız öğretti.

Eline maddî imkan geçtiğinde hepsini dağıtır ve bazen kendisi aç kalırdı.

"Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için saklayacağım birkaç dinar dışında hepsini sadaka olarak dağıtırım" derdi.

İslam dini faizi haram kılmış, helal ticareti teşvik etmiştir. Müslümanlar ticaret yaparak, üreterek, çeşitli dünyevî hizmetler görerek para kazanabilir, zengin olabilir.

Kur'an'a ve Sünnete uygun şekilde zekat vermek, sadaka dağıtmak, hayır hasenat yapmak, (bütün bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için ihlâsla yapılırsa) en büyük sevap ve mânevî kazanç kaynaklarıdır.

Allah, ihlâsla yapılmayan ibadetleri kabul etmez.

İhlasla yapılmayan hayır hasenatı kabul etmez.

Hattâ, insanlar kendisi için "Yahu bu ne kahraman ve yiğit mücahitmiş" desinler diye sözde cihad yaparken zâhiren şehid olanın bile şehitliği geçerli değildir.

İhlâssız din aliminin, ihlassız hayırsever zenginin, ihlassız mücahidin yeri Cehennemdir. Peygamber böyle buyuruyor.

Gerçek Müslüman parayı sevmez. Parayı taparcasına sevenler mecâzi mânada müşriktir.

Gerçek Müslüman:

Namazı Allah için kılar.

Orucu Allah için tutar.

Zekatı, Allah Kur'an'da nasıl beyan buyurmuşsa Allah için verir ve sarf eder.

Gerçek Müslüman Allah için cihad eder.

Allah için hayır hasenat yapar.

İbadetlerinde, hayır hasenatında, cihadında, şehid veya gazi oluşunda Allah'ın rızasından başka bir şey gözetmez.

Gözeten münafık ve müraî (riyakâr) olur.

Hem dinime hizmet ederim, hem de din ve iman ticareti yaparak köşeyi dönerim... Niyeti böyle olan ne alçak ve düşük kimsedir.

Gerçek din alimleri din ilimlerini, Kur'an nurlarını, Sünnet hikmetlerini, Şeriat hükümlerini Allah'ın rızasını kazanmak için öğretirler, yayarlar.

Onlar te'lif ve tercüme ücreti almak, zengin olmak, dünyalık kazanmak, mal mülk edinmek, lüks ve konforlu bir hayat sürmek, halkın itibar ve rağbetini celb etmek için ilmî faaliyet yapmaz.

Gerçek âbidler (ibadet edenler), gerçek din alimleri, gerçek mücahidler, gerçek hayırsever zenginler yaptıklarının mükafatını fâni ve sebatsız dünyada değil, ebedî kalınacak yer olan âhirette almak isterler.

Gerçek muvahhid (tevhid eri) ihlâslıdır.

Bu dine en büyük zarar sahte mücahitlerden, sahte hayırseverlerden, sahte din alimlerinden, sahte hizmetkarlardan gelmektedir.

İhlas kesir kabul etmez, ya yüzde yüz tam olur, ya olmaz.

Din ve mukaddesat ticaret, zenginlik, benlik, riyaset, makam mevki, ün ve alkış elde etmek için kullanılırsa İslam toplumu sarsılır ve yıkılır.

İhlassız âbidler, mücahitler, hayırsever zenginler, hizmetkârlar İslam'ı anlayamamış kişilerdir.

Allah Kendisine yapılan ibadetlerde ve diğer işlerde ortak kabul etmez.

 

*(İkinci yazı)

 

Müslümanlığın Esası

 

1. Müslüman, miladî 571 yılında Mekke'de doğmuş, 632 yılında Medine'de vefat etmiş olan Resulullah Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selleme, insanlığa tebliğ etmiş olduğu Kitabullah'a iman eden, getirdiği ilahî dini benimseyip kabul eden kimsedir.

2. Kur'an'a, Resulullaha, onun öğretilerine öğrenip iman eden kişi Allah'ı en doğru şekilde, kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olarak öğrenmiş, tanımış olur.

3. Kur'an'da "Allah'a, Resûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz" buyrulmaktadır. Din konusunda kendilerine itaat edilmesi gereken kimseler bir ucu Resulullaha ulaşan silsileli icazetlere sahip gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidlerdir.

4. Allah Kur'an'da Resulullah'a itaat edilmesini kesin şekilde emir buyurmuştur. Resulullaha itaat etmeyen Allah'a itaat etmemiş olur.

5. İslam'ın en doğru uygulamasını Peygamber yapmıştır.

6. Peygamber'den sonra Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn yapmıştır. Onlara Selef-i Sâlihîn denir.

7. Selef-i Sâlihînden sonra, tarih boyunca çeşitli zamanlarda ve çeşitli coğrafyalarda İslam'ın çeşitli yorumları ve uygulamaları olmuştur. Bunlar içinde aslına en yakın, Kur'an'a ve Peygamberin sünnetine en uygun uygulama Osmanlı uygulamasıdır.

8. Peygamber mucizevî şekilde haber vermiştir: "Ümmetim (benden sonra) yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Biri dışında bunlar Cehennemlik olacak..." "Kurtulacak olan fırka hangisidir?" sorusuna "Benim ve Ashabımın yolundan gidenler" cevabını vermiştir.

9. Peygamberin ve Ashabının yolundan gidenler Sünnet ve Cemaat ehlidir. Ehl-i Sünnetin muttaqi ve muhlis alimleri, fakihleri, müfessirleri Kur'an'ı en doğru şekilde anlamış ve yorumlamıştır. Peygamberimizin sülalesinden gelen ve onun yolundan giden sâdat-ı kiram her devirde İslam bayrağını yüceltmiş, ilâ-i kelimetullah etmiş, Müslümanlara yol göstermiş, hidâyet rehberi olmuştur.

10. Peygamberin Sünneti İslam dininin hükümlerinin ve yüce Şeriatın ikinci kaynağıdır.

11. Peygamberin Sünnetini inkar edenler doğru yoldan çıkmıştır.

12. Allah'a noksan sıfatlar yakıştıranlar doğru yoldan çıkmıştır.

13. İslam bütün mü'minlere istikameti (doğruluğu) emr eder.

14. İslam adalet dinidir.

15. Müslümanlar tek bir Ümmettir. Allaha iman ederler, namazı kılarlar ve mâruf ile emr edip münkerden nehy ederler.

16. Kur'anla, Sünnetle ve icmâ-i ümmetle sabittir ki, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam'dır. İslam'dan başka hak ve makbul din yoktur.

17. İslam'da hiçbir eksiklik ve noksanlık yoktur. Eksiklik, kabahat, hatâ Müslümanlardadır.

18. İslam, Batılıların anladığı dar mânada bir din değildir, o bir medeniyettir ve barıştır.

19. İslam'da dünyevî ve uhrevî ayırımı yoktur.

20. Tarih boyunca Müslümanların zaman zaman geri kalması ve hezimete uğraması bazen İslam'ı iyi anlayıp iyi yorumlamamaktan, bazen de iyi anladıkları halde hayata uygulamamaktan kaynaklanmıştır.

21. Müslümanların kurtulması İslam'ı anlamakta, yorumlamakta, hayata uygulamakta, ahlakta, cihatta; Ashab'a, Tâbiîne, Tebe-i Tâbiîne benzemekle ve onlar gibi yapmakla olabilir.

Mehmet Şevket Eygi

05 EYLÜL 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

İsrail İle Ticari Münasebetlerimiz Devam ediyor

 

EKONOMİ Bakanımız, İsrail ile Türkiye arasındaki ticarî ve iktisadî ilişkilerimizde hiçbir değişiklik olmadığını resmen beyan etti. (Ayrıntılarını internetten öğrenebilirsiniz.)

İsraille ticaretimizin hacmi her geçen gün biraz daha artıyormuş.

İsrail'e karşı boykot ilan edilecekse, işe ticaretten başlanması gerekmez miydi?

Elçi gönderilmiş, yerine ikinci kâtip bakacakmış... Lakin ticaret tam gaz. Buna boykot denir mi?

İsrail nüfus ve yüzölçümü olarak küçük bir ülke. Lakin arkasında büyük güçler var. ABD, AB, global dünyanın derin güçleri, NATO...

İsrail'in elinde nükleer silahlar var. İki yüz civarında atom bombasına ve füzeye sahipmiş.

1948'den bu yana Arap dünyası İsrail ile yaptığı bütün savaşları kaybetti.

İsrail'in zayıf tarafları yok mu?.. Olmaz olur mu, hem de yığınla.

Bir kere İsrail'in kendi içinde sosyal barış ve mutabakat yoktur. Orada çoğunluk Sefarad'tır, Eşkenaz egemen azınlık çoğunluğu ezmektedir.

Orada halkın bilemediniz yüzde 15'i dindar Yahudididir, yüzde 50'den fazlasının dinle fazla ilgisi yoktur.

İsrail halkı, kendi dinine ve şeriatına aykırı bir sürü büyük günah işlemektedir.

İsrail ekonomisi ve finansı 15 kadar ailenin elindedir.

İsrail'de ahlak çok bozuktur.

Genel ve yoğun bir kokuşma hakimdir orada.

Arapların nüfusu hızla artarken, Yahudilerinki o nispette artmamaktadır.

İsrail, yıkılmaya mahkumdur. Niçin?

Zalim olduğu için.

İsrail'in yıkılacağı kehaneti bana ait değildir. Neturei Karta cemaati hahamları böyle söylüyor.

Bu hahamlar neler diyor:

Siyonizm küfürdür, Hz. Musa şeriatına aykırıdır.

Beklenen Mesih zuhur etmeden İsrail devleti kurulduğu için büyük ve ölümcül bir günah işlenmiştir.

İsrail devleti, Yahudi dinine ve şeriatına göre küfürdür. Bu devlete itaat edilmez, vergi verilmez, kanunlarına itaat edilmez, onun ordusunda askerlik yapılmaz.

Filistin ülkesi Filistin halkınındır.

Filistin ülkesi tekrar Filistinlilerin hakimiyetine girince, orada istedikleri kadar Yahudiyi barındırmaya, geri kalanını sürmeye hakları vardır.

Evet bunları ben söylemiyorum, başları şapkalı, sakalları uzun, zülüflü, redingotlu Neturei Karta hahamları söylüyor. İnanmayan internetten İngilizce veya başka büyük bir Batı diliyle arasın okusun.

Türkiye'de resmen 20 bin kadar Musevî vatandaşımız yaşıyor. Bunların yanında bir buçuk milyon Kripto bulunmaktadır.

(Konuyla doğrudan ilgisi yok ama bizde bir buçuk milyon da Kripto Hıristiyan vardır.)

Kripto Yahudilerin ve Kripto Hıristiyanların kaçta kaçı entegre olmuştur, bu konuyu bilen yok.

Bizde aslen/köken itibarıyla Müslüman olup da Yahudileşmiş vatandaşlar vardır.

Peygamberimizi bunlar için "Ümmetimin Yahudileri" buyurmaktadır.

Onlar haram kazanç elde eder, haram yer, haram işler yapar, riba/faiz işlerine bulaşır. Onlar Kur'anın yap dediklerini yapmaz, yapma dediklerini yapar.

Türkiye'de İsrail meselesinin içyüzünü, Türkiye-İsrail münasebetlerinin içyüzünü, Türkiye'deki dıştan Müslüman görünen, gerçekte ise Kripto Yahudi olan zümreyi kaç kişi bilir? Elli kişi çıkar mı dersiniz? (Ben biliyorum iddiasında değilim, sadece konu başlıklarını biliyorum.)

İsrail ile iktisadî ve ticarî ilişkilerimiz kesilmeden hiçbir boykotun kıymeti yoktur.

İsrail problemi ne zaman halledilir?.. ABD'nin, AB'nin desteği kalkınca...

Bir de işin teolojik boyutu var: Müslümanların beklediği Mehdi çıkınca, Melhame-i Kübra ve diğer korkunç savaşlar cereyan edince, Ortadoğu ve dünya altüstü olunca, yer yerinden oynayınca...

İsrail yıkılır ama dünya da yeniden taş devrine döner.

Müslümanları sevindirecek ve ümitlendirecek bir husus var: İslam dünyasında Mehdi'nin hakimiyetinde bir Altın Çağ başlayacaktır.

Bugünkü gürültülere, propagandalara fazla kulak asmayınız.

 

*(İkinci yazı)

Çok Kaygan Bir Yoldasınız

 

MAŞAALLAH birkaçınız çok iyi İngilizce biliyor. Yüzde yirminiz iyi İngilizce... Siyaset, iktisat, sanat, din, İslam dünyası, Medeniyetler çatışması, Marting Lings... Böyle konular dilinizden düşmüyor... Yüzde 60'ınız devamlı namaz da kılıyor. Çoğunluğunuzun hanımları başörtülü... Bir kısmınız Müslüman, bir kısmınız İslamcı... Somali, Arakan, Afganistan, Moro Müslümanları, Tataristan'da İslam, Sancak bölgesi ne olacak?.. Daha bunlar gibi düzinelerce konudan bahs ediyorsunuz.

Güzel de, niçin bazı itikad ve ilmihal konularında derbeder ve laubalisiniz?

Selefîlik diye bir laf edip duruyorsunuz? Siz bu Selefiliğin içyüzünü biliyor musunuz?

Hoca, din imamı, üstad bellediğiniz kimselere bakıyorum, içlerinde aykırı kişiler var.

Yahu azılı Farmason Afganî'den din imamı mı olur?

Bazınızın inançlarında ne bozuk maddeler var. Kur'an, Yahudileri İslam'a çağırmıyormuş... Hıristiyanları İslam'a çağırmıyormuş... Böyle hezeyanlara siz nasıl inanıyorsunuz?

Baş hocanız aykırı ve reformcu bir ilahiyatçı. Sizin kültürlü Müslüman oluşunuz nerede kaldı?

Bilmediğiniz yok ama İslam'da cadde-i kübranın Ehl-i Sünnet olduğunu iyice öğrenememişsiniz.

Bid'atçi adamlardan bahs edip duruyorsunuz, bir kere bile Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî'den bahs ettiğiniz yok.

Namaz kılanlarınızın yüzde biri bile başında imame/takke olduğu olduğu halde kılmıyor. Niçin namazın edeb ve sünnetini ihmal ediyor, hafife alıyorsunuz?

Niçin Ehl-i Sünnet çizgisini bırakıp sekter çizgilere sapıyorsunuz?

Demek ki, çok veya az İngilizce bilmekle, İslamî jargonla, Moro Müslümanlarının mücadelesinden haberdar olmakla, Martin Lings'le, Heidegger'le Meidegger'le iş bitmiyormuş.

İslam'ı icazetli Sünnî ulema, fukaha ve mürşidlerden öğrenmek gerekiyormuş.

Siz Heidegger'i, Martin Lings'i, R. Guenon'u, Garaudy'i, F. Fanon'u okumaya devam edin ama dininizi, ilmihalinizi onlardan öğrenmeyin. Aykırı ilahiyatçıları da imam (önder) kabul etmeyin. İlmihal bilgileri icazetli alim ve fakih Ömer Nasuhi Bilmen'in "Büyük İslam İlmihali"nden veya o ayarda güvenilir ve muteber kitaplardan öğrenilir.

Çok kaygan bir yolda ve meşrebtesiniz. İnşaallah ayağınız kaymaz.

Selam ve hürmetlerimle.

 

(İnşaallah bu mektubumdan dolayı bana darılmazsınız.)

 

*(Üçüncü yazı)

 

Eğitim Fâciası

 

Medyada eğitim konularından bahs edilmemesi, aydınların (daha doğrusu kendilerini aydın sananların) eğitim krizi üzerinde durmamaları, halkın bu konuda aydınlatılmaması çok üzücü ve korkutucu bir ihmaldir.

Şu anda Kemalist ideolojiyi, sekülarizmi, çağdaş hayat tarzını, ülkemizdeki bozuk düzen ve sistemi ayakta tutmak için çırpınan millî eğitim sistemimiz tam bir iflas manzarası arz etmektedir.

1928'den bugüne Türkiye'de atalarının Türkçe tarihî mezar taşlarını okuyamayan on milyonlarca vatandaş yetiştirilmiştir.

Bizim Kemalist eğitim sistemimiz sözde mecburî din eğitimi veriyor ama bu da bir aldatmacadan ibarettir.

Rejim, açılan özel okullara da müdahale ediyor ve millî kimlik ve kültüre dayalı güçlü ve etkili bir tahsil verilmesini engelliyor.

Okullarımızda yazılı, edebî, zengin Türkçe okutulmuyor ve öğretilmiyor.

Okullarımızda gerçek tarih kültürü verilmiyor.

Okullarımızda doğru dürüst mantık okutulmuyor.

Okullarımızda sanat kültürü verilmiyor.

Okullarımızda bilginin yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilmiyor.

Ve Türkiye bu müflis (iflas etmiş) çağ dışı eğitim sistemini tartışmıyor, yerine gerçekten millî bir eğitim sistemi kurulması için çırpınmıyor.

Doğrusu ümit kırıcı bir durum.

 

 

Mehmet Şevket Eygi

 

07.09.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müslüman Uyan Uyan Uyan

Müslümanlar imanlarını canlarından daha kıymetli bilmezlerse, Can imanlı giderse kurtuluş ve ebedî saadet olur ama iman giderse canın da kıymeti kalmaz, ebedî felaket ve zarar olur demezlerse,

İmanlarını korumak için her gayreti göstermez, her fedakarlığı yapmazlarsa,

İmandan sonra İslam'ın ikinci şartı olan beş vakit namazı koruyup dosdoğru kılmazlarsa,

Namazdan sonra en temel ibadet olan zekâtı Kur'an'a, Sünnete, Şeriata uygun şekilde vermez ve sarf etmezlerse,

Allah ile olan işlerde ihlaslı olmazlarsa, nifak ve riyaya düşerlerse,

Ebedî kalacakları âhirete yönelik olmazlarsa,

Hayatlarını Kur'an'a, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun bir şekilde yaşamazlarsa,

Kur'an ve Peygamber ahlakına uymazlarsa,

Allah'ın yapın dediklerini yapmaz, yapmayın dediklerini yaparlarsa,

Başlarına bir İmam-ı Kebir, bir Emirülmü'minîn seçip ona biat ve itaat etmezlerse,

Ezan okununca hür ve mukim erkekler farz namazları cemaatle kılmazlarsa,

Ümmet şuuruna ve birliğine sahip olmazlar; hizip, fırka, cemaat asabiyeti bataklıklarına saplanırlarsa,

Parayı, zenginliği, lüks meskenleri, lüks binitleri, lüks ve israflı bir hayatı Allah'tan ve Resulü yolunda yapılan cihattan daha fazla severlerse,

Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batınca Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hissetmezse,

Allah'a, Resulüne ve Müslüman emir sahiplerine itaat etmezlerse,

Komşusu aç iken kendisi tok olarak sabahlarsa,

Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazlarsa,

Cahiller ve fasıklar Kur'an'ı kendi re'y ve hevaları ile yorumlarsa,

Resulallah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetini ve hadîslerini hafife alırlar veya büsbütün terk ederlerse,

Kafirleri taklid eder, onlara benzer, onlar sıçan deliğine girse, taklitçi Müslümanlar da girerse...

Yukarıda sayılan kötülükler yapılırsa bilin, âgâh olun ki:

Nimetler zâil olur,

Emanetler elinizden alınır,

Zillete duçar olursunuz,

Esir ve zebun olursunuz,

Büyük şehir elinizden gider,

Küffar size galebe çalar,

Büyük mâbette ezan okunmaz, namaz kılınmaz...

Ey Müslümanlar!

İmtihan olunuyorsunuz.

Nimetlerin kıymetini bilmiyorsunuz.

Elde hürriyet, fırsat, imkan, para varken din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat için dosdoğru ve hakkıyla çalışmıyorsunuz.

Sabah namazlarında camilere gidip cemaatle namaz kılmıyorsunuz.

Lüks otomobillerinizle keyif sürüyorsunuz ama o nimetlerin şükrünü, onlarla Allah'a ibadet etmeye giderek eda etmiyorsunuz.

Bol gelirler, zenginlikler, süslü ve lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks dabbeler, lüks sofralar, lüks giysiler nice Müslümanı dünya sarhoşu etmiştir.

Ayık olanlar sarhoşları ayıltmaya çalışmıyor.

Dünya sarhoşları "Durumumuz çok iyidir, istikbalimiz parlaktır, gelecek toz pembedir, hep iyiye gidiyoruz" diyor.

Gaflet gaflet gaflet!..

Uyku uyku uyku...

Şeriat elden gitmiş, din ve iman tehlikede, biz oh kekâh keyfimize bakıyoruz.

Günah, isyan, tuğyan, fısk ve fücur ayyuka çıkmış, aldırdığımız yok.

Dini bozma, yeni bir İslam türetme sapıklıkları almış yürümüş, bize ne...

Bu uyku, bu rüyalar bir gün bitecek, ölüm gelip çatınca herkes uyanacak.

Lakin o zaman iş geçmiş olacak.

Müslüman!

Uyan uyan uyan...

*(İkinci yazı)

Kısa Zamanda Ünlü Olmak İçin

Kısa zamanda meşhur olmak isteyenlerin yaptıkları:

* Dinî bir konuda saçma sapan, delice bir iddiada bulunur, mesela "1400 senedir Müslümanlar yanıltıldı, aldatıldı, İslam'da Teravih (=Ramazan'da kılınan gece) namazı diye bir namaz yoktur, Peygamber bunu yasaklamıştır" diye bir hezeyan savurur. Selanik medyası bu haberin üzerine mal bulmuş magribî gibi atlar ve bizim naylon müctehid bir günde meşhur olur.

* Yahut mübarek Ramazan günü bir iki şişe berbat şarap alırlar, bir ayyaşın kabrine giderler. Peylenmiş fotoğrafçılar hazır beklemektedir. Yalancıktan ağlayarak şarap şişelerini açarlar ve "Ey yoldaş, mezarından kalk da memlekete ne hale geldi bak" diyerek şarapları kabrin üzerindeki küçük oluklara dökerler. Flaşlar patlar, bir gün sonra Selanik gazeteleri ve tv'leri haberi verir. Bir yığın alkış, bir sürü tepki ve lanet. Gelsin şöhret-i kâzibeler.

* On dokuz yaşındaki bir genç kız kısacık daracık küçücük şortu ile otobüse biner, bir yığın provokasyon yapar ve sonra kendini mağdur gösterir. Neymiş gericiler bu kıyafeti protesto etmiş, çıplaklık ve seksîlik hürriyetini engellemiş. Yalandır ama senaryo Selanik medyasının yaygaraları sayesinde tutar ve bizim kısa şortlu çok terbiyeli ve iffetli kızımız bir anda hem ünlü olur, hem münlü olur. Ünlüyü anladık da münlü ne demektir? Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.

* Adam profesördür. İlim, irfan, araştırma, ciddî kitap konusunda ortaya fazla bir şey koyamamıştır. Yeterli üne sahip değildir. Nihayet canına tak eder ve bir gün "Ey Müslüman ahali! İslam'da kader yoktur, şefaat yoktur, Buharî'de mevzu hadîs vardır. Sizin inandığınız ilmihal İslam'ı hurafedir. Ben size Kur'an İslam'ını anlatıyorum. Benim peşime düşünüz" diye öyle bir haykırır ki, yer yerinden oynar, Bütün Selanik medyası adamı alkışlar, saçmalıklarına büyük yer verir. Otuz yılda ilim yoluyla elde edemediği şöhrete birkaç gün içinde sahip olur.

Böyle adamların bir kısmı sadece şöhret-i kâzibe elde etmekle kalmaz aynı zamanda para ve imkana da kavuşur.

Meşhur olmanın, dikkatlerini üzerine çekmenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri de Zemzem Kuyusuna işemektir.

"Bevval-i çeh-i Zemzem'i lânetle anar halk,

Sen kendini Kâbe gibi hürmetle benâm et."

mehmet şevket eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...