Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Horanta

Üye
  • Content Count

    133
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by Horanta


  1. Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte, içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam... Kendisine ayna olarak ötesine de şahit bulunduğum mânânın zâhiri şeklinde, Necip Fazıl'ın hakikati budur; ve o, bu çerçevededir ki "sembol şahıs"tır.

     

    "Sembol şahıs" meselesi nedir? Fikrî bir tecrit içinde Necip Fazıl'a bağlayarak sözkonusu eden ve getiren biziz. Ve hemen, dışın dış yüzünden, bunu şuna-buna bağlayan keşif(!) sahipleri zuhur etti!.. "Filân sembol şahıstır!"... Neyin sembol şahsı?.. Bekri Mustafa da sembol şahıs... Neyin sembol şahsı?.. Kafa çekmenin... Öyleyse, Necip Fazıl'ın temsil ettiği mânâyı çerçevelersek, mesele anlaşılır: Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte çağımızın nabzını yakalayan ve ideâli aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam... İslâm'a muhatap anlayışın dünya görüşünü örgüleştiren adam... Davanın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini, dost ve düşman kutuplarını işaretleyen, hedeflendiren, istikametlendiren; İslâm'ı eşya ve hadiselere tatbik edebilmenin "nasıl"ını çerçeveleyen adam... Bunun sembol şahsı!..

    • Like 1

  2. BDP bağımsızlarla meclise girecek.

     

    MHP nin de girmesi için yapılan bir çağrıdır bu.

     

    Kaset olaylarına gelince....

     

    Kim AK Partinin kasetleri olmadığı iddia edebilir ? Veya böyle şeyler yapmadıklarını...

     

    Sekreterini dereden geçiren vs...

     

    Onlar çok mu eksikler, yada çok mu fazlalar(olgunlar) ?!


  3. KASET SİYASETİ VE ZİHNİ SAVRUKLUK

    untitled-1(24).jpgMHP'de yaşanan kaset skandalları ile birlikte ayyuka çıkan "Kaset Siyaseti"ni sitemiz yazarlarından Av. Haki Demir Değerlendiriyor21.05.2011 / 10:48

    Kendilerini Farklı ülkücüler olarak isimlendiren bir gurubun, MHP yönetici kadrosu ile ilgili kaset arşivi, siyaseti teslim aldı. Mesele nasıl ele alınırsa alınsın, fikir haysiyetini zedelemeden tetkik etme imkanı sanki yok gibi

     

    Kamuoyunu ve siyaseti işgal eden bu mesele ile ilgilenmemenin bir yolu var mı? Bu yoğunlukta bir zihni işgal karşısında sükut etmek galiba mümkün değil. Kaset karşısında sükut etmek en doğru tavırdı ama hadisenin kamuoyunu ve siyaseti işgal etmesi karşısında sükut etmek yanlış...

     

    Bir taraftan fikir haysiyetini muhafaza etmek diğer taraftan bu kadar çok boyutlu ahlaksızlık karşısında kelam etmek zor bir bahis Zorluğu kolaylaştırıcı olan manevra, meseleyi pratiğin giriftliğinden çıkarıp, teorik mesele olarak ele almak. Gerçi bu meseleden hareket edilerek konu pratikten ne kadar tecrit edilebilir, emin değilim. Mümkün olduğunca tecrit ederek bazı tespitlerimizi ifade edelim.

     

    Meselenin üç boyutu var. MHP, kamuoyu ve Müslüman bakış açısı

     

    MHP boyutu

     

    Kasetlerin hiç yayınlanmamış ve hatta duyulmamış olması ihtimalini göz önüne alalım. Meseleyi teorik zeminde konuşmanın yolu sanırım bu

     

    Kadın ve aileden sorumlu genel başkan yardımcısı görevinde bulunan birinin, sahip olması gereken anlayış ve yaşaması gereken hayat ne olmalıdır? sorusunu, MHP yönetimi kendine sormaz mı? MHP, yönetici kadroyu seçerken, anlayış ve yaşayış ile ilgili hiçbir kıstas sahibi değil mi? Genel başkan yardımcısının, Rus Fahişeye genel başkanını eleştirmesindeki şahsiyet hafifliği dikkatlerden kaçacak cinsten bir şey midir? İnsanların mahrem hayatlarında neler yaşadıkları bir tarafa, fikir seviyeleri ve şahsiyet terkipleri, mahrem hayatlarında günah avcılığına çıkmadan anlaşılmayacak bir şey midir? Bir adamın, günah işlemesini anladık ve bunun peşine düşmenin de ayrıca ahlaksızlık olduğunu biliyoruz da, parti genel başkanı yapılacak adamın şahsiyetini tespit gerekmez mi? Bir kadını tavlamak için sahabeye hakaret edecek seviyede (çukurda) olan adamın, fark edilmesi için deha olmak mı gerekir?

     

    Günah işlemek için bir araya geldiği fahişeye, kendisinin bir şeyler olduğunu anlatmak ihtiyacını duyacak kişinin, akıl seviyesi, bir oturumda ve en fazla yarım saatlik sohbette anlaşılır. Devlet Bahçeli, bunu tespit edemeyecek kadar zihni zafiyetlerle malul müdür? Tespit etmişse, bu adamları o makamlarda tutmasının hususi kastı nedir? MHP kadroları bu seviyedeki insanlardan mı teşkil edilmiştir?

     

    Kaset hadiseleri olmasa, MHP üst yönetiminin ne kadar seviyesiz olduğunu kamuoyu fark etmeyecek. Zira ismi geçenlerin çoğunu hatırlamıyoruz bile Bu adamlarla yakın münasebet imkanı bulunmadığına göre, adamların seviyesi halk tarafından hiçbir zaman bilinmeyecek. Bu durumda nasıl bir tavır takınmalıyız? Mahrem hayat kısmını anladık da, adamın seviyesini görünce çıldırmamak elde değil. Bu seviyesizlik karşısında, MHP yanlışlıkla iktidar olsa bu milletin hali ne olur?, diye düşünmeyen var mı? Bu noktayı düşünmeden konuyu örtbas mı etmeliyiz?

     

    MHP için asıl vahamet, kadrolarının seviyesi, donanımı, ahlakı ve anlayışıdır. Millet için de bu husus birinci derecede mühimdir. Bu kadrolarla milletin önüne çıkıp oy istemek, nasıl bir ahlaki zafiyettir? Kasetleri yayınlayanların toptan istifa çağrısı, kaset meselesinden bağımsız olarak doğrudur. Ne var ki, kaset ile şantaj yaparak bu çağrıda bulunmalarının yanında yer almak kabil değil. Diğer taraftan, nasıl ortaya çıktığından bağımsız olarak da, bu kadar seviyesiz adamların bir partiyi yönetiyor olması, anlaşılır ve kabul edilir hadise değil.

     

    Kamuoyu boyutu

     

    Kamuoyu, bir taraftan büyük haber olduğu için ilgisiz kalamamakta, diğer taraftan ahlaksızlığa ortak olma endişesiyle kıvranmaktadır. Hakikaten çok ciddi bir paradoksa sıkışmış halde bocalıyor. Kaset, zina, ahlaksızlık boyutlarında dolaştığından dolayı da bocalamaktan kurtulamıyor. Oysa meselenin ahlaksızlık boyutunun dışında kalan seviyesizlik boyutu konuşulmalıydı. Bu kadar seviyesiz bir kadronun, bir partinin üst yönetiminde bulunması ve iktidara talip olması bir tarafa kanarya sevenler derneği yönetim kurulunu bile oluşturamayacak yetersizlikte bulunduğu gözlerden kaçtı. Meseleyi konuşmayanlar bu noktayı teşhis edemediği gibi konuşanlarda işin suyunu çıkardı.

     

    Siyasi kadroların fikri ve ahlaki seviyeleri tartışma konusu olmayacaksa, siyasi parti ile yaş günü partisi arasındaki farkı nasıl açıklayacağız?

     

    Müslüman bakış açısı boyutu

     

    İslam, mahrem hayata yönelik tecessüsü men eder. Müslümanlar, mahrem hayat ile ilgili araştırma yapmak bir tarafa, gözlerinin önünde cereyan etse, gözlerini başka tarafa çevirir. Fakat bu meselede Müslümanları ilgilendiren bir boyut var. Münafıklık alametleri

     

    Adam, Müslümanım dediğinde İslam hukuku ve İslam ahlakı, o adamın Müslüman olup olmadığını (hele de mahrem hayatını gözetleyerek) tespit etmeye müsaade etmez. İnsanların işledikleri günahlar bir tarafa fakat yalnız kaldığında veya aynı türden insanlarla bir araya geldiğinde İslamın mukaddes kıymetlerine hakaret ve küfür etme meselesi, münafıklık alametidir. Münafıklığın tespiti fevkalade zor olduğu için alametlerinden bahsediyoruz. Bir insanın münafıklık alametlerini taşıyor olması, Müslüman bakış açısının gözünden kaçmaz, kaçmamalıdır. Zira münafıklık, istismarın zirvesidir. Bahsi geçen adamların tamamı, kamuoyu önünde Müslüman olduklarını söylüyorlar. Kapılar kapandığında İslam ile ilgili neler söyledikleri bir şekilde ortaya çıktığında, münafıklık alametlerini taşıyıp taşımadıkları bizi doğrudan ilgilendirmeye başlar. Bahsini ettiğimiz hususun, yediği haltlar (günahlar) olmadığı anlaşılıyor olmalı

     

     

    Av. Haki Demir

     

    www.buyukdogu.net

     


  4. Hani demişti ya Üstad: "Gazete okuma oranının yüksek olmadığı bir ülkede yaşıyoruz.İyi ki yüksek değil.Yoksa bu Bab-ı Ali medyası müslümanları iğdiş edecek!"

     

    Üstad bir anlamda kötü bür huya, cehalete, umursamazlığa sevinmişti.

     

    Kocakarı imanı biraz da bu mevzuyu ilgilendirir.

     

     

    • Like 1

  5. 19.05.2011

     

    untitled-2(7).jpg

     

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in kızı Ayşe Kısakürek vefat etti.

     

    İstanbul'da vefat eden Ayşe Kısakürek'in cenaze namazı bugün ikindi namazını müteakip Eyüp Camii'nde kılınacak.

     

    Bu sabaha karşı vefat eden Ayşe Kısakürek hanımefendi 62 yaşındaydı. Üstad'ın 5 çocuğundan Zeynep Kısakürek ve Ömer Kısakürek ise daha önce rahmetli olmuştu.

     

    Ayşe Kısakürek Eyüp’teki aile kabristanına babası Necip Fazıl Kısakürek’in yanına defnedilecek.

     

    Kendisine Allahtan Rahmet diliyor.Ailesine ise Cenab-ı Haktan sabırlar niyaz ediyoruz.

     

    www.buyukdogu.net


  6. Mirzabeyoğlu İçin İmza Kampanyası Başlatıldı!

    486.JPG

    Fikre Özgürlük Platformu, başta Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere ,28 Şubat darbe sürecinde verilmiş bütün kararların iptal edilmesini ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasını istiyor.

    16 Mays 2011, 20:24

    kullanici.png Anadolu Haber BAŞTA SALİH MİRZABEYOĞU DAVASI OLMAK ÜZERE ,<br style="font-weight: bold; color: rgb(255, 0, 0); ">

    28 ŞUBAT DARBECİLERİNCE BRİFİNGLENMİŞ YARGI TARAFINDAN VERİLEN BÜTÜN KARARLAR İPTAL EDİLMELİDİR!<br style="font-weight: bold; ">

    28 Şubat Müslümanlara yönelik bir sürek avının başlatıldığı, halka karşı Topyekûn Savaş manşetlerinin atıldığı, Kelime-i Tevhidin suç unsuru sayılıp, örgüt bayrağı diye sergilendiği, Kuran Kurslarnın basıldığı, Çocuklara küçük yaşta Kurân öğretilmesin diye MGK toplantılarının yapıldığı, bunun için Sekiz yıllık kesintisiz eğitim dayatmalarının yapıldığı, başörtüsüne düşmanlık naralarının atıldığı, kısaca bütün İslâmi değer ve sembollere savaş açıldığı Allahsız ve ahlâksız bir darbe süreciydi.

     

    Amerika ve İsrail destekli yürütülen bu darbe sürecinde, ön cephede medya, onun hemen yanında da, 28 Şubat darbecilerinin BRİFİNGLEDİĞİ yargı yer almaktaydı.

     

    Bu dönemde binlerce Müslüman değişik bahaneler altında, kılıfına uydurulup, emir komuta zinciri içinde verilen brifingli yargı kararlarıyla mahkûm edildi.

     

    Artık bu kararların yeniden gözden geçirilmesi ve darbecilerin yargılanmasının zamanı gelmiştir diyen Fikre Özgürlük Platformu;

     

    15 Mayıs Pazar günü bu konu ile ilgili bir basın açıklaması yaparak, imza kampanyası başlattıklarını duyurdular.

     

    Fikre Özgürlük Platformu, 28 Şubat darbe sürecinde verilmiş bütün kararların iptal edilmesini ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasını istiyor.

     

    28 Şubat darbecilerince brifinglenmiş yargı tarafından verilen bütün kararlar iptal edilmelidir, hukuka ve adalete saygısı olan, kendisini demokrasi ile tarif edenlerin en öncelikli olarak yapmaları ve gündeme getirmeleri gereken konu budur diyen Fikre Özgürlük Platformu adına basın açıklaması yapan Şükrü Sak şunları söyledi:

     

    f_1_anadolu_haber.jpg

     

     

    BASIN AÇIKLAMASI

     

    Salih Mirzabeyoğlu; 28 Şubat sürecinde hukuksuz bir şekilde tutuklanıp, yine 28 Şubat darbecilerince BRİFİNGLENMİŞ yargı tarafından idama mahkum edilmiş, hukuktan edebiyata, şiirden hikâyeye, fizikten dile, matematikten resime, mitolojiden estetike, iktisattan ahlâka kadar 56 tane eserin altında imzası bulunan Müslüman bir Fikir adamıdır.

     

    Adil bir hukukun üstün olduğu ülkelerde asla yaşanmayacak bir haksızlığa maruz kalan S. Mirzabeyoğlu, amir-memur, ast-üst ilişkilerinin hukukta daha bir belirgin hâle geldiği, hukukun bütün kurum ve kuruluşlarıyla rafa kaldırıldığı, Müslümanlara yönelik sürek avının başlatıldığı bir süreç olan 28 Şubat sürecinde tutuklanmış, davasının İddianame ve Gerekçeli Kararı'nda da geçtiği şekilde, her ne kadar bir eylemi ve eylem talimatı olduğu tespit edilememiş olsa da idam kararı almıştır.

     

    Salih Mirzabeyoğlu tam 12 yıldır cezaevindedir. 12 yıllık cezaevi hayatının son 6 yılını tek kişilik hücrede geçirmekte, 11 yıldır da Telegram Zihin Yönlendirme- işkencesine maruz kalmaktadır.

     

    Bir fikir adamına yapılan işkenceyi önlemek; hükümetin en temel görevlerinden biri olsa da mevcut hükümet bu konuda son derece duyarsız bir tavır sergilemektedir.

     

    B4B_486.JPG

    <br style="font-weight: bold; "> Biz Fikre Özgürlük Platformu olarak;

     

    Müslümanlara yönelik Allahsız ve ahlâksız bir sürek avı başlatan 28 Şubat Darbecilerinin yargılanmasını

     

    Bu darbe sürecinde tutuklanan, mağdur edilen, yargılanan ve BRİFİNGLENMİŞ yargı kararlarıyla mahkum edilen bütün Müslümanlarla ilgili kararların iptal edilmesini

     

    Başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere verilen kararların kaldırılmasını

     

    Bu süreçte Haksızlığa ve adaletsizliğe uğrayan bütün Müslümanların haklarının iade edilmesini istiyoruz.

     

    Salih Mirzabeyoğluna 12 yıldır uygulanmakta olan Telegram işkencesi nedir;

     

    - Mevzuunda otorite olanlar tarafından da ifade edildiği üzere; 'modern

     

    bilim'in bir neticesi ve toplamı olup, çok veçhelidir.

     

    - Felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vd. disiplinler zaviyesinden izah bekleyen birçok hususiyeti vardır.

     

    - Hedef; insan iradesi olup, gaye; insan iradesini parçalamak, şahsiyetini ezmek ve onu tedricî olarak güdülmeye teşne bir nesne hâline getirmektir.

     

    - İşkencenin birçok çeşidi olup, isbatı en zor ve bu yüzden de en dayanılmaz olanı; elektro-manyetik dalgalarla yapılanıdır.

     

    - Elektro-manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat

     

    mantığıyla ispatlamak mümkün değildir.

     

    Telegram -Zihin Yönlendirme- işkencesini ispatlama külfetinin, son derece kolaycı ve zalimane bir tavır sergileyerek, işkenceye maruz kalan kişiye yüklenmesi, şu ân itibariyle reddi mümkün olmayan ve artık iyice avamîleşen mesele olmuştur.

     

    5D4_4120.jpg

     

    FİKRE ÖZGÜRLÜK PLATFORMU


  7. BDFO Kayseri Açılışı Gerçekleştirildi

    untitled-1(21).jpgBüyük Doğu Fikir Ocakları Kayseri Temsilciliği Açılışı Yoğun Katılım İle Gerçekleşti15.05.2011 / 10:17

    Büyük Doğu Fikir Ocakları'nın ilk temsilciliği düzenlenen bir program ile gerçekleştirildi. Kayseri ve çevre illerden gönüldaşlarımızın katılım gösterdiği etkinlik, Kur'an-ı Kerim okunması ile başlarken, Büyük Doğu Fikir Ocakları Kayseri il temsilcisi Sayın Av. Abdullah Özbek'in konuşması ile devam etti. Ahmet Ümit Bayram isimli gönüldaşımızın ney dinletisi ise programa renk kattı. Akabinde bir çok ilden gelen gönüldaşlarımızın da iştiraki ile karşılıklı sohbet şeklinde geçen program, iyi dilek ve hayır duaları ile sona erdi.

     

    Kayseri Temsilciliğinin açılışına, Bahçelievler Eski Belediye Başkanı Sayın Muzaffer Doğan, Furkan Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Saadettin Ustaosmanoğlu, Anadolu Yazarlar Birliği K.maraş Başkanı ve sitemiz yazarlarından Sayın Av. Haki Demir, Kayseri Vakıflar Bölge Müdürü ve İlçe Belediye Başkan Yardımcısının'da katıldığı programa, Malatya'dan, Büyük Doğu Fikir Ocakları Genel Başkanı Mehmet Kaya ve Yönetim Kurulu Üyeleri ile beraber, İstanbul, Düzce, Nevşehir, Yozgat, Konya, Kahramanmaraş ve Adıyaman'dan gönüldaşlarımız iştirak etmişlerdir. Etkinlikten Fotoğraflar aşağıdadır.

     

    Bizler de Büyük Doğu Haber olarak organizasyonun gerçekleşmesinde ve Kayseri temsilciliğinin açılmasında katkısı bulunan tüm gönüldaşlarımızı tebrik ediyor ve kutluyoruz. BDFO camiası ve Anadolu hakkında hayırlara vesile olmasını diliyoruz.

     

     

    FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ

     

     

    veya görüntülerin orjinal boy ve kaliteleri içinhttp://www.facebook.com/media/set/?set=a.165448243515615.40359.10000151

     

    • Like 1

  8. Büyük Doğu Fikir Ocakları Kayseri Temsilciliği Açılışı

     

     

    Büyük Doğu Fikir Ocakları Kayseri Temsilciliği 14 Mayıs'ta Açılış Yapacak

     

     

    Büyük Doğu Fikir Ocakları Kayseri Temsilciliğinden alınan bilgiye göre 14 Mayıs 2011 tarihinde saat 14:00'da Kayseri temsilciliğinin açılış programı tertipleneceği belirtildi.

     

    Kiçikapu meydanı, Özkar İş Merkezi Kat:6 No:604 Melikgazi - Kayseri adresinde gerçekleştirilecek açılışa tüm halkımızın davetli olduğu duyuruldu.

     

    Hayırlı olmasını diliyoruz.

     

     

     

     

    iRTİBAT TEL: 0532 6589708

    • Like 1

  9. anlaşılan artık duymazdan gelemedi karaman.bakalım nasıl kıvıracak.

     

    Üstadımız taa zamanında bu adamın notunu vermiş: "Haltettin" Karaman...Gözümüzde şüphelisin, demiş.

     

    Hala aynı oyunu yapıyor.Ben aslında şunu kastettim, yanlış anlaşıldım edebiyatı.

     

    Bütün ehli bidatın ortak noktası : Yanlış anlaşılmak.

     

    Hepsi "asıl" kendini gizler, deşifre olunca basar yaygarayı...

     

    Hakkınızdan Şeriat gelir, Haltetin, Mustafa islavoğlu, Kaşar Nuri vs...

     

     

     


  10. suriye-de-gece-avina-ciktilar.jpg

    Suriye'de gece avına çıktılar

    Suriye'deki kanlı olaylardan sonra gizli polis güçlerinin dün gece evlere baskınlar düzenlediği ileri sürüldü. [/url]24 Nisan 2011 Pazar - 09:23

    Reuters'ın muhalif kaynaklara dayanarak verdiği habere göre, sivil giyimli ve saldırı silahları taşıyan güvenlik güçleri, başkent Şam yakınlarındaki Gouta'da evlere baskınlar düzenledi ve tutuklamalar yaptı. Muhalifler, gösterilerin kanlı biçimde bastırılmaya çalışılmasının ve ardından tutuklamaların başlamasının, Devlet Başkanı Beşşar Esad yönetiminin olağanüstü halin kaldırılması yönünde attığı adımın gösterişten ibaret olduğunu ortaya koyduğunu öne sürüyor.

     

    Güneydeki Dera kentinde başlayan ve beşinci haftasında çeşitli kentlere yayılan gösterilere katılım, son iki günde doruğa çıktı. Güvenlik güçlerinin müdahaleleri de aynı şekilde şiddetli oldu ve iki gün içerisinde en az 128 gösterici öldü.

     

    Muhaliflerin Youtube'a koyduğu ve cuma günü çekildiği belirtilen bir video görüntüsünde, Şam'daki Abbasi Meydanı yakınlarında toplanan göstericiler, ''halk rejimin devrilmesini istiyor'' diye bağırırken silah seslerinin duyulmaya başlandığı görülüyor. Göstericiler ellerini havaya kaldırıp silahsız olduklarını göstermeye çalışırken silah sesleri yoğunlaşıyor. Bir gencin başından ve sırtından kan akarken yere düştüğü görülüyor. Çevresindekiler onu yerden kaldırırken, ateşin yeniden başlaması nedeniyle olduğu yere bırakıyor.

     

    İnsan hakları savunucuları, başkent Şam'a 10 kilometre mesafedeki Abada köyünde cuma günü yaralananların hastaneye gitmelerine, güvenlik güçlerince engel olunduğunu savunuyor. Bir din görevlisi de, Dera yakınlarındaki Nava kasabasındakilerin kendisine, güvenlik güçlerinin ayrım gözetmeksizin insanların üzerine ateş açtığını söylediklerini belirtti.

     


  11. disisleri-nden-suya-sabuna-dokunmayan-aciklama.jpg

    Dışişleri'nden suya sabuna dokunmayan açıklama

    Suriye'de yaşananlarla ilgili Dışişleri Bakanlığı'ndan açıklama geldi. Açıklamada sanki halk güç kullanıyormuş gibi rejime 'orantısız ve aşırı güç kullanma' çağrısı yapıldı.

     

    [/url]23 Nisan 2011 Cumartesi - 23:12

    HABER MERKEZİ / TIMETURK

     

    Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada "Suriye’nin çeşitli şehirlerinde 22 Nisan Cuma günü yaşanan olaylardan ve bu olaylarda aralarında güvenlik güçlerinin de bulunduğu çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesinden derin endişe ve üzüntü duyduk. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve yaralılara acil şifa diliyoruz" denildi.

     

    Bakanlıktan yapılan açıklamada şu görüşlere dile getirildi: "Dostumuz ve komşumuz Suriye’nin istikrarı, kardeş Suriye halkının esenliği ve refahı Türkiye için önceliklidir.

     

    Türkiye, Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın halkın meşru taleplerine karşılık verileceği ve bu amaçla bir dizi reformun uygulamaya konulacağı yolundaki açıklamaları ile bu yolda başlatılan çalışmaları ve şimdiye kadar atılan bazı adımları memnuniyetle karşılamış, reform sürecinde elinden gelen desteği vermeye hazır olduğunu Suriye’ye bildirmişti"

     

    Türkiye, Suriye’nin içinde bulunduğu bu hassas dönemde;

     

    Azami teenniyle hareket edilmesi, orantısız ve aşırı güç kullanımından kaçınılması, kitle gösterilerine karşı mukabele yöntemlerinin doğru seçilmesi,

     

    Reform çalışmalarının kararlılıkla sürdürülmesi, mümkün olan en kısa zamanda tamamlanması ve zaman kaybedilmeden yürürlüğe konulması,

     

    Açıklanan reformların lafzına ve ruhuna uygun olarak hareket edilmesi,

     

    Toplumsal barışın yeniden tesis edilmesi, olayları daha da tırmandıracak uygulamalardan kaçınılması,

     

    Olayların şiddet sarmalına dönüşmemesini teminen, sabır, aklı selim ve suhuletle hareket edilmesi çağrısında bulunmaktadır."

     


  12. İdam cezası geri gelirse önce müslümanları asarlar.Misal:Salih izet Erdiş.

     

    İdam kalkmasaydı mirzabeyoğlu asılacaktı.

     

    Sapıklara verilecek ceza bu sistemde mümkün değildir.adil de olmaz, tatmin de etmez.

     

    Ancak BD sisteminde başyüceliki devletinde adalet tecelli eder.Hepimiz bu sistemde olayın FAİL iyiz. ve mesulüyüz.

     

    Biz adam olsaydık bu tecavüzler ve cinayetler olmazdı.Ayşeler fatmalar satılmazdı.


  13. http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyas ... beri-36833

     

    'Üstad', genç Tayyipleri böyle yetiştirdi!

     

    Genç Abdullah Gül, 'üstad'ın yanında...

    “Öğrencileri hocalar gazlıyor” cümlesi son bir hafta içerisinde AKP’lilerden sık işittiklerimizden. 'Onlar', ilericiliğin üniversitelerde mevzi sahibi olmasına hiç katlanamadılar. Genç Tayyipler ve genç Abdullahlar böyle yetiştirildi!

     

    Pazartesi günü, son 60 yıllık Türkiye tarihinde sağcı iktidarların sağcı gençleri nasıl kullandıklarına soL’da yer vermiştik. 1945 yılındaki Tan Matbaası baskınından, 1977-1980 arasındaki büyük katliamlara kadar, birçok “provokasyon”da sağcı gençlerin nasıl kullanıldığını anlatmaya çalışmıştık. Bugün AKP’lilerin kendilerini protesto eden üniversitelilere karşı dillerinden düşmeyen “Darbeye ortam hazırlamak”, “provokasyon”, “gençlerin kullanılması” gibi karalamaların çok açık bir biçimde aslında Türk sağının geleneği olduğunu göstermeye çalışmıştık. (İşte 'onlar'ın gençlik hikayeleri...)

     

    Bu “kullanma” ve “kullanılma” tarihi içerisinde sağcı gençlerin ‘Üstad’ belledikleri Necip Fazıl Kısakürek’in de yeri olduğunu kısaca belirtmiştik.

    AKP’lilerin son bir hafta içerisinde özellikle Mülkiye’ye karşı giriştiği saldırganlığın içeriği, ‘Üstad’ın sağcı gençleri “kullanmak” dışında “iyi yetiştirmiş” olduğunu da gösteriyor.

     

    Üniversite düşmanlığını ‘Üstad’dan öğrendiler!

    1934 yılında Nakşibendi tarikatına girmesi ve 36 yılında Celal Bayar’ın desteği ile çıkardığı Ağaç isimli dergi ile beraber Türk sağı içindeki kariyeri de başlayan ‘şair ve fikir adamı’ Necip Fazıl Kısakürek, 1945 yılındaki Tan Matbaası baskınından, 1952 yılında Hüseyin Üzmez’in (evet, küçük bir çocuğa tecavüz ettiği için şu an hapishanede olan Vakit yazarı Hüseyin Üzmez) gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı vurmasına, Kanlı Pazar’dan, 70’li yıllarda Türk sağının giriştiği kanlı katliamlara kadar birçok olayda sağcı gençlerin fikir babası Necip Fazıl Kısakürek olmuştu.

     

    1943 yılında çıkarmaya başladığı Büyük Doğu isimli dergi ve 1949 yılında kurduğu Büyük Doğu Cemiyeti ile sağcı gençleri “kullanmaya” ve “yetiştirmeye” başlayan Necip Fazıl Kısakürek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar birçok AKP’li bakan ve milletvekilinin de ‘Üstad’ı oldu.

     

    Bugün kendisinden bahsedildiğinde, AKP'lilerin gözlerinden yaşlar getirtecek kadar sevilen Kısakürek’ın, Büyük Doğu dergisinde dile getirdiği fikirler, AKP’lilerin amansız ilericilik düşmanlığının da nereden kaynaklandığını gösteriyor.

     

    “Üniversite muhtariyetinin kaldırılması…”

    Bugün AKP’lilerin Mülkiye’ye saldırışlarında Necip Fazıl Kısakürek’in üniversitelerle (üniversite ismi yerine külliye kelimesinin kullanılmasını istiyor) ilgili yazdıkları şu satırlardan ilham aldıkları belli oluyor:

     

    “Büyük Doğu âleminin Üniversitesine ait ana prensiplerin başında, Üniversite muhtariyetinin kaldırılması vardır. Bizim Üniversitelerimiz, hürriyet için hürriyeti anlamaz; gerçek hürriyeti hak ve hakikate tâbîlik olarak tanır ve devletin bağlı olduğu hak ve hakikat kutbu adına, bu kutbun tedrisî riyasetini temsil eden Maarif cihazına teslimiyeti ve onun emirleri çerçevesinde hareketi esas bilir. Böylece muhtariyeti, bir kere muhtar olduktan sonra, sekamet ve delâlette de muhtariyet felâketinden kurtarmakta, Büyük Doğu âleminin Üniversiteleri örnektir.

     

    … Bağlı bulunduğumuz mutlak hakikat kutbunun mutlak bir ölçüsüne uygun olarak tedrisat usulümüzde kız ve erkek karışık öğretime imkân olmadığı için, Üniversitelerimiz de, kız ve erkek Külliyeleri halinde ayrı olacaktır. Vatanın her köşesinde Üniversiteleri üretmek gayesine doğru gidilirken, kızların daha fazla ev kadını olarak yetişmelerini ve sadece ilim ve muallimliği tercih edenlerden bir zümrenin yetişmesini temin için, bellibaşlı bir merkezde bir-iki kız Üniversiteleri kurmak kâfidir.

     

    … Büyük Doğu Külliyesi, bir zamanlar kılıçla genişleyen ve fikir kılıcı kullanmaktan kendisini müstağni sayan İslâmın, tam günü gelmiş ve çığırı açılmış olarak, ruh ve ilim kılıcının bilendiği bir tezgâh olacak, bu tezgâhta ilim ve fen her çeşidiyle ve en cazibeli (ambalaj)lar içinde vitrinlerde ve raflarda istiflenecek; ve oraya sırf dış ilimleri kapmak için gelen İslâm dışı bir talebe, müslüman olmaksızın diplomasını kabul etmekten utanacaktır.” (İdeolocya Örgüsü, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları)

     

    Alıntılar çoğaltılabilir ancak sadece bu üç paragraf AKP’lilerin üniversitelerdeki ileri birikime, ilerici üniversitelilere ve ilerici akademisyenlere karşı nasıl “yetiştirildiklerini” özetliyor.

     

    'Üstad'ın da ‘Gençliğe Hitabe’si var: Halka değil Hakka inanan bir gençlik…

    1975 yılında MTTB’nin düzenlediği ‘Milli Gençlik Gecesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, ‘Gençliğe Hitabe’sini okur. Gecede, ‘üstad’ı dinleyenler arasında genç Abdullahlar ve genç Tayyipler vardır (bazı kaynaklarda, bu gece 'üstad'ı kürsüye Tayyip Erdoğan'ın çağırdığı iddia ediliyor):

     

    “… Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…

     

    Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında «Hakimiyet Hakkındır» düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…

     

    Emekçiye “Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!” ; Kapitaliste ise “Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!” ihtarını edecek… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik…" (Hitabeler, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları)

     

    Abdullah Gül’ün ‘üstad’a telgrafından…

    1969 yılında Abdullah Gül, MTTB İcra Kurulu Başkanı iken, Büyük Doğu dergisi ve Büyük Doğu Cemiyeti ile kendilerini “yetiştiren” Necip Fazıl Kısakürek’e aşağıdaki telgrafı çeker:

     

    “İslam davasının zerre tavizsiz müdafii Üstadımıza İslam davasının agora meydanlarında sağırların kulağını patlatacak gür seslilikte aksiyoneri Büyük Doğu Gençliğinin ruh gıdası mecmuanızı tekrar çıkarışınızdan dolayı size minnettarlıklarımızı arzeder, hangi şartlar altında olursa olsun hal neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildirir hürmetlerimizi sunarız. Yarın elbet bizim elbet bizimdir. Gün doğmuş gün batmış ebet bizimdir.”

     

    Necip Fazıl'dan gençlere armağan: Vahidüddin

    Son olarak, 'üstad'ın bir kitabını hatırlatalım. Bu kitap, Kısakürek'in, öğrencilerine sadece güncel meseleleri anlatmadığını, onlara 'tarih bilinci' de aşıladığını gösteriyor.

     

    Kitabın ismi: Vahidüddin. Alt başlığı: Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu. Basım Tarihi: 1968. Yani, 6. Filo'nun Dolmabahçe'ye demirlediği, buna karşı gençliğin büyük anti-emperyalist yürüyüşler düzenlediği tarih.

     

    Bu protestolar olurken, Necip Fazıl Kısakürek, Anadolu toprağını işgalcilere sunan Padişah Vahdettin'in hain olmadığını anlatıyor. Sadece bu kitap bile 'üstad'ın genç Tayyipleri nasıl "yetiştirdiğini" özetliyor.

     

    Emre Deveci (soL)

    • Like 1

  14. TÜRKLER’İN ÖNCÜ KUVVETİ: AKINCILAR İbrahim REFİK 12.12.2010 AKINCILAR Akıncı öncüdür. Bir savaşta ordudan dört-beş gün önde giderek keşif hizmeti görür. Düşman topraklarındaki araziyi hallac ederek orduya yol açar ve bu suretle düşmanın pusu kurmasına mani olur. Düşmanı maddî ve manevî şekilde yıpratır, güç kaynaklarını, ekonomisini hırpalar. Düşman ordusunu uğraştırıp, halka korku vererek paniğe düşürür ve mukavemet gücünü kırar, Esirler alıp gerekli mahrem bilgileri toplar. Nehirlerin geçitlerini tayin edip, köprü kurarak ordunun fasılasız akışını temin eder. Bu esâtirî kahramanlar Osman Gazi’nin yoldaşları maruf kumandanların çocuklarıdır. Yani devlet kurucularının neslindendir. Genellikle babadan oğula geçen bir meslek şeklinde devam eder. Akıncı Ocağına alınacak kişilere Akıncı Beyi karar verir. Divan bu işe karışmaz. Akıncı Ocağı Beyleri, fevkalâde selahiyetlerle yüklü, doğrudan Padişah’tan emir alan kimselerdir. Rütbeleri de Sancak Beyi derecesindedir. Akıncı ocakları serhad boylarının belirli yerlerinde bulunur. Bunların akın yapacakları yerler de kendi aralarında taksim edilmiştir. Her birinin karargâhı belirli bir şehirdedir; ya Estergon’da, ya Silistre’de ya da benzeri bir yerde… Her ocağın başında irsî şekilde bir bey bulunur. Bu beyler ya Malkoçoğlu, ya Mihaloğlu, ya Turhanoğlu, ya Evranosoğlu veya buna benzer devletin Söğüt’de kuruculuğunu yapmış ilk Osmanlılardan inmiş beylerdir. Bütün akıncıların isimlerini, eşkâlini ve tımarlı olanların da dirliklerini gösteren muntazam defterleri vardır. Bunların bir nüshası devlet merkezinde ve defterhane hazinesinde, öbürü şer’i mahkemelerde saklanırdı. Ölenlerin veya sakat kalanların yahut da akına gidemeyecek kadar kocayanların yerine oğulları geçer, bu olmazsa gönüllü olan yakın akrabalar tercih olunurdu. Yine ihtiyaç hasıl olursa Aydın, Saruhan, Menteşe yörelerinden gözü-pek, iyi binici ve silahşor Anadolu çocukları-itibarlı kefil gösterilmek şartıyla- ocağa alınırlardı. Akıncıların ekserisi Avrupa ve Balkan dillerini bilir, birçoğu bir veya birkaç dili anadili gibi konuşurdu: Macarca, Almanca, Sırpça, Yunanca, Latince, İtalyanca ve daha başkaları… Bundan dolayı Divan-ı Hûmayun’un gizli haber alma teşkilatını, ekseriye akıncılar ve leventler meydana getirirdi. Tarihçi Babinger akıncıların haber alma gücü ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: “Akıncılar dünyaca korkulan bir teşekküldü. Hayrete şayan derecede iyi düzenlenmiş bir gizli hizmet şebekesinin kolları. Osmanlı İmparatorluğu’nun dışında dahi dal budak salmıştı. Bilhassa Sultan Fatih’in İtalya’da malik olduğu haber alma teşkilâtı çeşitli İtalyan devletlerinin en yüksek çevresine kadar nüfuz etme imkânını bulmuştu.” Akıncılar, sefer zamanlarında onarlı teşkilat halinde bulunurlardı. On kişiye “Onbaşı, yüz kişiye “Yüzbaşı”, bin kişiye “Binbaşı” kumanda ederdi. Hepsi birden ise Akıncı Bey’ine bağlı idiler. Düşman topraklarında belirli yerlere geldiklerinde küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederlerdi. Her birliğin kolaçan edeceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılır, dönüşte birlikler, yine belirli yerlerde fakat evvelce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşirler ve birkaç birleşmeden sonra Akıncı beyinin nezaretinde Osmanlı topraklarına dönerlerdi. Bu durum, düşman ülkesini dehşet içinde bırakır, nerede ve ne zaman bulundukları ve bulunacakları hakkında yüzlerce şayia çıkardı. Evliya Çelebi, kendine has tatlı üslubuyla akıncıları şöyle anlatır: “Gaazîleri daima kılıcı belinde, tüfengi elinde adamlar olup, şeb-ü rûz (gece gündüz) silahları ile yatarlar. Hatta gusl eder (yıkanır) iken ve namaz kılar iken bile â’lât-ı silahları yanlarında amade dururlar… Kuşakları ekseriya “zünnâr” tâ’bir eyledikleri kınbend kuşakdır… Bir esir bulunca, onunla bağlarlar: bir kuyudan su çekseler kuşağı ile çekerler. Nice gaazî-ler, esir oldukdan sonra, kuşağını kemend edip düşman kal’alarından firar etmişlerdir…. Yoldaşlarını esaretten kurtarmak için her fedakarlığı yaparlar. Bir Alman zabiti: “Hây gidi Türkler hây. kendi adamlarını nice kurtarmıya gelirler, amma biz olsak, bizi kimse kurtarmayıp kürekde ölürüz” der”. Akıncıların silahları pala, mızrak, kılıç, kalkan ve atların eğerine takılan başı topuzlu bozdoğandır. Bazıları hafif zırh giyer, başlarına da kızıl börk takarlardı. Peçevî’nin anlattığına göre; ”börklerinin üstüne kendilerine görkemli bir görünüş kazandıran kurt başı vardı”. Ayrıca akıncılar kartal kanadı da takınır. Subaylar leopar ve kaplan postu giyerlerdi. Bunların yiyecek işleri de kendileri gibi hafifti: atlarının eğerlerine asılı birer küçük kuşhane ile işlerini görürlerdi. Çok zaman bu tencerede pirinç, kavurma veya koyun pastırması kavurarak yerlerdi. Akın sırasında bir ata binerler, yedeklerinde dört-beş at daha getirirlerdi. Bu atları da, Avrupa içlerine kelle koltukta kanatlandıklarında sıra ile binmek ve dönüşte ganimet malını taşımak için kullanırlardı. Akıncı beyi, seferden önce Padişah’tan veya Serdar’dan geri dönmeme emri de alabilirdi. Yahya Kemâl’in: “Dünyaya veda etdik atıldık doludizgin En son koşumuzdur bu asırlarca bilinsin Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden” dediği gibi akıncılık teslimiyeti ve canını fedaya and içmişlerin mesleğiydi. Fatih Sultan Mehmed, son yıllarında 25 kadar devletle birden tek başına savaşa girdiğinde akıncılardan çok faydalanmıştır. Venedik, Macaristan. Polonya ve Almanya gibi Osmanlı ile savaş durumunda bulunan Avrupa devletleri, akıncılarla yıldırıldı. Bu akınların ehemmiyeti hakkında bir fikir edinebilmek için, büyük akıncı beylerinden Mihaloğlu Gazi Alaaddin Ali Paşanın hayatı boyunca Tuna’yı kuzeye doğru tam 330 defa geçtiğini hatırlamak kâfidir. Ali Paşa, bu akınlardan birinde Macar kralının kızını esir almıştı. Mehtap hanım adını alan bu prenses, Ali Paşa ile evlendi ve Gazi Hasan Bey, Gazi Ahmed Bey, Gazi Mehmed Bey, Gazi Hızır Bey, Gazi Kara Mustafa Bey adlarındaki beş ünlü akıncı beyi, bu izdivaçtan doğdu. Bu beş kardeş de, Kanunî’nin ilk yıllarındaki çeşitli akınlarda şehit olmuşlar ve hiç biri yatağında ölmemiştir. Ali Paşanın yaptığı bu akınların çapını değerlendirmek için sadece 1473 Macaristan akınının sonuçlarını görmek yeterlidir; Varadin şehrinin zapt edildiği bu akında 18.000 akıncı, 60.000 esir ve 900.000 baş hayvanla geri döndü. Bu rakamlar, düşmanın iktisadî gücünün, sonuç bakımından da savaş kabiliyetinin ne derece kemirildiğini açıkça gösterir”. Yılmaz Öztuna’ da akıncıların Avrupa’daki tesirleriyle alâkalı enteresan bilgiler verir: “Akıncının Orta Avrupa vicdan ve muhayyilesinde bıraktığı tesir, müthiş ve efsanevidir. Akıncılardan korunmak için Avrupalılar hususî dualar okurlar. Bu “akıncı duaları” Avrupa şiirinde ayrı bir tür teşkil eder. 1930 yılında bile Avusturya’da ağlayan çocukları “sus, Türkler geliyor!” cümlesiyle korkutmak adeti devam ediyordu. Viyana’daki St.Stephan katedralinin çan kulesinde 1534′de ihdas edilmiş. Osmanlı akmalarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyanalı’lara haber vermekle görevli bir memuriyet, ancak 1956′da Viyana Belediye meclisince ”artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından ve bu görevin lüzumu olmadığı için “ilga olunmuştur.” DELİLER Hudud ve hududa yakın yerlerde bulunup serhad kulu denilen kuvvetler arasında, iri yarı, şecaat ve cesaretleriyle eşsiz ve akıncılara benzeyen bir hafif atlı sınıfı daha vardı ki, harikulade cesaretlerinden dolayı bunlara “Deli” adı verilmiştir. Bazı tarihlerde bunlara “delil”den galat olarak deli denildiği yazılmış ise de ekser tarihçilere göre pervasızca hasma saldırmaları, gözlerini budaktan esirgemeyerek hayatını önemsemeyişleri kendilerine bu lakabın verilmesine sebep olmuştur. Bu Delibaşı sınıfı; “Kalpaklarımız Emir el Mü’minin Hazreti Ömer (ra)’in çizmesinin koncuğudur, ocağımız da O’na mensubdur” diyerek ocaklarının pirini Hz. Ömer kabul ederlerdi. Deliler, fevkalâde cesaret ve atılganlıkları ve korkunç kıyafetleriyle hasımlarına tufan kesilip daima galip gelirlerdi. Bunlarda esas âkide ve iman, başa yazılanın mutlaka zuhura geleceği kanaati olduğu için hiçbir tehlikeden kaçınmazlardı. Deli askeri sınıfı 1689′da ihdas edilen Müslüman olmuş gençlerden teşekkül etmiş olup ve tamamıyla Rumeli halkındandı. Akıncıların silahları bunlarda da vardı. Başlarında benekli kurt derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir başlık bulunurdu. Şalvarları, kurt veya ayı derisinden olup tüyleri dışarıda idi. Ayaklarında, burunları sivri, arkasında uzun serhadlik denilen mahmuzları olan çizmeler giyerlerdi. Atları da çok hızlı ve dayanıklıydı. Hizmet ettikleri sınır beyinden veya Beylerbeyinden aylık alırlardı. Delilerin elli-altmış kişisi bir bayrak sayılır, böyle birkaç bayraktan oluşan birliğe delibaşı komuta ederdi. Eğitimini bitiren adaylar, yeminli bir merasimle deli başlığı giyip, ağa çırağı olur. yeminini tutmayıp, kanunlara ve törelere uymayanların başlığı alınıp, ocaktan atılırlardı. Sir Adolphas Slade, 1828-29 Osmanlı-Rus savaşı’nda görmüş olduğu delileri şöyle anlatır: “Kelefçe meydan muharebesinde Türk süvarisini gördüm. Deli denilen Türk akıncı süvarileri “Allah Allah” diye bağırarak atlarını Ruslar’ın üzerine sürdüler. Kale düzeni halini almış Rus birlikleri, bu taaruza tahammül edemeyip dağıldı.İki saat süren bu taaruzda Türk süvarisi, âdeta spor yapıyor gibiydi. Rus piyade birliklerinin acziyle eğleniyor, Türk piyadeleri ise muharebeye karışmayıp âdeta seyrediyordu.. Deliler atlarına çok hakimdirler. Günlerinin çoğu at üstünde geçerdi. Eğitimleri sert ve çok disiplinlidir. Atlarını daima muharebe sahasının şartlarına göre terbiye ederler. Eğitimde atını alevlere bürünmüş fıçılara, silah ateşine, domuz ayaklarına doğru sürer ve düz duvardan aşırırlar. Onun için bunların atlan muharebe meydanına girince ürkmez. Deliler, atlarını sürmedeki maharetleri kadar dört nala giderken nişan almaları ve vurmaları ile de meşhurdurlar. Çok keskin nişancıdırlar ve cirit atmada üzerlerine yoktur. Hiçbir süvari bunlarla teke tek dövüşemez, mağlup olur. Deli birlikleri 100 yarda (91 metre ) gibi kısa bir mesafede baskın tarzında taarruz eden nadir dünya süvarilerinden biridir. Bu kabiliyetin engebeli arazide ne kadar ehemmiyet taşıdığı aşikârdır. Nitekim Kelefçe muharebesinden sonra Rus süvari subaylarıyla konuştum; Türk süvarileri karşısında niçin aciz kaldıklarını sordum. Arazinin Rusya’da bile alışmadıkları derecede engebeli olduğunu, atların böyle arazide hareket edemediklerini, meşhur Kazak süvarilerinin bile bunlara yetişemediğini söylediler. Gördüğüm Türk süvarileri muharebe meydanında ellerindeki mızrakları havaya atıp tekrar tutarak atlarını dört nala sürüyorlar ve yörük atları üzerinde, uçan kuş sürüleri gibi ovaya akıyorlardı. Dolu dizgin at süren bu gözü pek insanların bazen kalpakları başlarından uçuyor, cepkenlerinin yenleri yaprak gibi açılıyor, yağız atlarının kuyrukları rüzgarda dalgalanıyor ve ölüme göz kırpmadan ilerliyorlardı. Derken Rus süvarileri ile mızraklaşma başlıyor, ölüyor veya öldürüyorlardı. Bu akın birden bir hengame halini alıyor, dalgalanıyor, karışıyor, naralar yeri göğü inletiyordu. Süratle dönüyorlardı. Fakat ricat taktikleri çok şaşırtıcıydı; öylesine ki, kendilerine tevcih edilmiş Rus toplarını hayal kırıklığına uğratıyorlardı. Açıkta Türk süvarisini karşılayamayacağını anlayan Ruslar, bu defa müstahkem tabyaların arkasına sinerek Türk süvarisini beklemeye ve onları müstahkem siperlerin önünde kırmaya karar verdiler. Türk süvarisi bu defa da taarruza geçmekten çekinmedi. Ölümden zerrece korkuları olmadıkları aşikârdı. Rus siperlerine doğru yaklaştılar. Siperlere az kala atlarını dizginleyip bir an siperlerin ardındaki Rus Kazak süvarilerine hakaretler savurup, onları kızdırarak siperlerinden çıkartmak istiyorlardı. Siperlerin önünde bir an kalıp çekiliyorlardı. Çekilirken de kafalarını atlarının altına soktukları için isabet almıyorlardı. Âdeta şehir meydanında cirit oynuyorlardı. Bu yaptıkları artık süvariliğe bile sığar şey değildi, tam manasıyla at cambazlığı idi.” Kaynak: YenidenErgenekon KAYNAKLAR: l.Nuri Paşa. Mustafa; Netayic ül-Vukuat III-IV cild Türk Tarihi Kurumu Yay. Ankara/1988. 2.Öztuna. Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi IX cild Ötüken Yay. İstanbul/1983. 3.Purgstall, Baron Joseph Von Hammer; Osmanlı Tarihi I. cild İkra-Okusan Yay. İstanbul/1989. 4.Sertoğlu. Mithat; Osmanlı Tarih Lügati Enderun Kitabevi İstanbul-1986. 5.And. Metin; “XVI.yy’da Eyalet Askerleri ve Deliler” Hayat Tarih Mecmuası. Mayıs 1970, sayı: 4. 6.Öztuna, Yılmaz; “Türk Akıncıları ve Akıncı Ocağının Sönmesi” Hayal Tarih Mecmuası. Haziran 1978. sayı;5. 7.Yakıtal, Emin; -Yakın Çağda “Deli” veya “Deli”ler Türk Dünyası Tarih Dergisi. Temmuz 87. sayı: 7. 8.Yeşim. Ragıp Şevki; “Akıncılar” Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1968, sayı: 4 9. “Tarihî Dinamikler” Sızıntı Dergisi. Ağustos 1989 sayı: 127. http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=902&B=turklerin-oncu-kuvveti-akincilar


  15. Sen benim ifadem ve hızımsın

     

     

    Doğrudur, Necip Fazıl bazılarının “mensup olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü“ tespit etmiştir. Bu tespitinden dolayı da saldırıları daima üzerine çekecektir.

    05 Kasm 2010, 10:40

    Anadolu Haber

     

    Habererk’dan Afşin Selim, “Çiledeki İnsan Necip Fazıl” isimli bir kitabı da bulunan değerli yazar dostumuz İhsan Kurt ile Necip Fazıl’a dâir bir mülâkat gerçekleştirmiş.

    İhsan Kurt. 1956 Yozgat doğumlu. Çeşitli alanlarda, değişik yayın organlarında yazılarına yer verilen yazar, şu ana kadar 27 kitap yayımlattı. İlk nesir yazısı Ortadoğu Gazetesi’nde, şiirleri ise Millet ve Hergün Gazeteleri, Çağdaş Genç Şairler ve Şiirleri Antolojisi’nde görüldü. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi’nin 6.cildinde kendisine yer verildi. Konuyla irtibatlandırılması açısından, İhsan Kurt’un, “Çiledeki İnsan Necip Fazıl” isimli bir kitabının olduğunu da hatırlatmış olalım. Yazı hayatına halen devam eden İhsan Kurt ile Necip Fazıl’a dâir bir mülâkat gerçekleştirdik. İstifadenize sunuyoruz. Afşin SELİM / habererk.com Necip Fazıl, 1975’de, Milletlerarası İslâm Talebe Teşekkülleri 3. Genel Konferansı’nda diyor ki: “Benim ve hamurunda parmak izlerim bulanan yepyeni ve dipdiri mukaddesatçı Türk Gençliğinin ırkçılık ve kavimcilik diye bir dâvâsı olamaz!” Necip Fazıl’ın, ırkçılığı dâvâ edinmediğini bazı konferanslarında ve eserlerinde özellikle belirtmesine rağmen, niçin ısrarla ırkçılıkla itham ediliyor sizce? Üniversitelerde psikoloji, psikolojik danışma ve rehberlik hocalığı yaptım yıllarca. Bu uzmanlık alanımdan hareketle diyebilirim ki Necip Fazıl’ı “ırkçılıkla” suçlamanın gerisinde bazı şuuraltı birikimler ve aynı zamanda bu birikimlerden kaynaklanan kinler ve başka hesaplar yatmaktadır. Nasıl ki Necip Fazıl’ın “bir dönemini” (1934 öncesi hayatı) “büyük şair” olarak ya da “şair olmadığı” dönem olarak kabul edenler olmuşsa aynı çarpık anlayışların ya da değerlendirmelerin iki ayrı02_Kasim_2010_11_34_47_4149896503.jpg kolu zamanımızda da düşüncelerini sürdürmektedirler. Bunlardan birisi güya “İslamcılık(!)” adına bunu yaparken, diğeri de “izmlerin” herhangi bir versiyonu adına Necip Fazıl’a “ırkçılık” damgasını vurma kolaycılığını göstermektedirler. Bunu yaparken ne doğrudan Necip Fazıl’ı anlama ne de eserlerini hakiki anlamda okuyup irdeleme gibi bir zahmete girmeyenler kafalarındaki şablonu şaire kimlik olarak giydirmektedirler. Hoş, okusalar da pek bir şey değişmeyecektir, bir kere düşüncelerini önceden belirlemişlerdir. Bu arada, malûm konu hakkında Büyük Doğu Yayınları’ndan bir açıklama yapıldı: “Necip Fazıl, Taraf yazarının mensub olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü, olduğu gibi tespit etmeyi zaruret bilmiştir” diye… Fakat söz konusu yazıdan sonra saldırıların arttığına şahit olduk. Özellikle “köşeci” diye tabir edilen kalemlerden, yazıya iştirak edenler oldu. Eleştiri bir yana, Necip Fazıl’a aşağılayıcı ifadeler kullanıldı? Oldum olası magazinleşmeye, magazinleşenlere, bir fikri, hangi kulvarda olursa olsun bir tefekkür adamını magazine, güncele, hadi ifade ettiğiniz tabirle “köşeci”lerle tartışmanın yanında olmadım. Çünkü bunlar bir fikrin, bir düşüncenin, bir sanatın kendisini tartışmak yerine bunları üretenlerin kişiliklerine yönelik hakaretlerle ortalığı bulandırmaktan medet umarlar. Bir fikri, düşünceyi tartışmakta, eleştirmekte dayanakları ve güçleri olmayanlar hazımsızlıklarını doğrudan o fikrin sahibinin şahsiyetine yöneltirler. Zamanımızda da öyle olmuyor mu? Görseli ve basılısıyla bu gün de medyada dayanağı olan hangi fikir ya da fikri temeller tartışılıyor? Tartışılabiliyor mu? Yoksa “dedim”, “dedin”, “dedi” gibi dedi kodular mı avaz avaz dile getiriliyor? Yani o “köşeci” dediklerin açıkça “köşe kapmaca” oyunlarını, saldırganlıklarını “fikir” sanabiliyorlar… Doğrudur, Necip Fazıl bazılarının “mensup olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü“ tespit etmiştir. Bu tespitinden dolayı da saldırıları daima üzerine çekecektir. Necip Fazıl’ın, geneli itibariyle, milliyetçilik anlayışının ırkçılığa yatkın olabilmesi mümkün mü, ya da elverişli bir zemin hazırlamış mı buna? Şairin kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, böyle düşünenler olsa olsa “kaba softa ham yobazlar”dır. O, eserlerinde nasıl bir “milliyetçilik”, nasıl bir “İslam” anlayışı olduğunu gayet açık ve anlaşılır olarak ortaya koymuştur. Fikirlerinden alıntılar yaparak bir savunmaya geçmeyi uygun görmediğim gibi, gerekli de görmüyorum. Sorunuzun muhtevasında ifade edilen şekilde düşünenler doğrudan onun eserlerine müracaat edebilirler. Ancak eserleri okumaya çalışırken kendilerini “peşin yargılardan”, “ön kabullerden” uzaklaştırmaları gerekir. Yoksa Necip Fazıl ne yazmış olursa olsun bunlar yine kendi anlayışları doğrultusunda düşünceleri cımbızla çekeceklerdir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan Osman Yüksel Serdengeçti’ye, Tanpınar’dan Nurullah Ataç’a, Mirzabeyoğlu’ndan Aziz Nesin’e, Çetin Altan’dan Ziya Osman Saba’ya, Ataol Behramoğlu’ndan, Haydar Ergülen’e varana değin, hakkı ve emeği teslim edilen Necip Fazıl, nasıl oluyor da, ırkçılık yapmakla suçlanıyor hocam? Söyledik… Zavallılar düşünce zahmetinin gereklerini külfet saydıkları gibi “fikir üretme”, “anlamaya gayret gösterme” 02_Kasim_2010_11_35_45_2297632098.jpgcehdinden de çok uzakta bulundukları için “ırkçılık”ta takılıp kalıyorlar. Bunlar biraz da “Türk’ten Türk’ü seven, ama İslam’dan asla taviz vermeme çabası içinde çile çeken bir şair nasıl çıkıyor?” hayretinin şoku içinde olanlardır. Hangi ideoloji ve düşüncede olursa olsun konuya biraz böyle bakanlar her dönem olmuştur, şimdi de olacaktır elbette. Avni Özgürel bey’in tespitiydi zannedersem… Gazetecilerin aydın addedildiği bir ülke burası demişti. 60 civarında eseri bulunan bir yazarın, bir nevi cımbızla sökülen cümlelerini, gazete ve internet köşelerinde üstünkörü polemik konusu yapmak, gayri ahlaki bir durum olsa gerek? Necip Fazıl’ın savunduğu ve aynı zamanda Türk Milletinin çoğunluğunun da inandığı değerlere doğrudan saldırmayı göze alamayanların sıkıntılarıdır bunlar. Aslında doğrudan dertleri Necip Fazıl ve onun gibiler değildir. Onların bir “insan” olmalarından dolayı eksikliklerinden kaynaklanan bazı tespitleri kendi amaçları doğrultusunda şekillendirdikten sonra saldırı dayanaklarını çoğaltmak istemeleri de bu köşecilerin her zaman yaptıkları bir davranış kalıbıdır. Aslında dünden bugüne pek değişen bir şey olmamıştır. Son yüzyıl içerisinde benzer teraneler, maalesef dozajını artırarak, dolayısıyla seviyelerini de giderek düşürerek ahlaki zafiyetlerini zenginleştirme çabası içerisindedirler. Açıkça fikir, sanat bunların hiç umurunda olmamış, bundan sonrada olmayacaktır. Çünkü hangi adla olursa olsun önemli olan köşelerini ya da koltuklarını korumaktır. Düşmanına, “sen benim ifadem ve hızımsın” diyerek sesleniyor, Necip Fazıl? Zıtlıklar her zaman kötü, hatalı olarak değerlendirilemez. Değerlendirilse dahi ondan iyi ve doğruyu çıkarma gayreti ortaya konursa mesele farklılaşacak, bazen zenginleşebilecektir. Çünkü ona, yani zıtlıklara, çelişkilere ve hatta saldırılara nereden baktığımıza göre anlam kazanırlar. Bunun için Necip Fazıl da “düşmanını” olumsuz bir unsur olarak değerlendirmek yerine onu kendisini ifade etmesine, hızının artmasına, bir anlamda gelişmesine yarayan bir faktör olarak değerlendirmektedir. Özellikle fikirde, düşüncede yeni ufuklar aralayabilmek, pörsümeyen, eskimeyene sahip olabilmek için de bazen belki düşmana değilse de “karşı” olan, “karşıt” olan fikirlere ihtiyaç doğabilir. Necip Fazıl’ın ifadesinde olduğu gibi doğabilmektedir de… Seveni çok olmakla birlikte, sevmeyeni de çok olan bir yazar Necip Fazıl… Bir şiir mısraından, bir köşe yazısından, bir nüktesinden ziyade; tespitlerini, teşhislerini ve meseleler karşısında sunduğu tedavi yöntemlerini bir bütün olarak okumadan sevmek yahut okumadan sevmemek, trajikomik değil mi? Birçok alanda böyle yapılmıyor mu? Aslında yılların, asırların süzgecinden geçmiş bir söz de işaret edilen durumu çok güzel ifade eder. “Okumadan âlim, yazmadan kâtip” denmesi hiç boşa olmadığı gibi, gelecek açısından, benzer çarpık değerlendirmeler için de mesaj veren bir sözdür bu. Sonra malum Bektaşi fıkrasını da hatırlatır… Maalesef bu tür insanların çoğu beynindeki zincirleri kıramadan ayak bileklerindeki zincirlerden boşanmışlardır. Cahilliğin cesaretinin yanında peşin yargılarının esareti sağlıklı düşünme durumunu dumura uğratır bu kişilerin. Bütünü görme ve idrak etme kabiliyetlerini aslında hiç kazanamadıkları için durumları Gazali’nin âmâlarından da beterdir. Türkçemizdeki “bakar kör” tabiri bu tür yaklaşımları olanları çok güzel ifade eder. Beğenilir yahut beğenilmez, netice itibariyle, Türk düşünce hayatının şekillenmesinde katkıları olan bir mütefekkirden bahsediyoruz, değil mi? Şüphesiz… Şairin kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, Necip Fazıl’ın yanında diğer okunanları da “anlar gibi 1219058851muzafferdeligoz_nfazil.jpgolmak” yerine “anlamak” çabasının gösterilmesiyle mümkündür bunlar… “Şair” diye Necip Fazıl’a sadece “hamasi” bakanların da onun mütefekkir tarafını görmeleri mümkün olmadığı gibi, bir bütün olarak anlamaları da beklenemez. “Düşünce” gibi bir gailesi olmayanlar Şairin düşünce hayatına katkıları konusunda da pek kafa yoracaklarını sanmıyorum. “Türk düşünce hayatı” yerine artık Türk güncel hayatı, Türk magazin hayatı, Türk komplo hayatı, günü kurtarma hayatı vs. başını alıp gitmiştir. “Türk düşünce hayatı” şimdilerde “Zümrüdü Anka kuşu” gibi… Ulaşmak zor olduğu gibi, ulaşmak isteyenleri de çok azaldı. Kaldı ki Necip Fazıl ve Türk düşünce hayatının şekillenmesine katkıları… Zihinlere yapılan çok çeşitli saçma sapan bombardımanlar karşısında bunu akıl etmek bile, düşünce hayatı açısından umut var olmak demektir. Çünkü Necip Fazıl ile ilgili yazılmış olan mevcut yazılar, kitaplar bir bütün olarak incelenmeye çalışıldığında, bir çoğunda “ya hep, ya hiç”, “ya övgü, ya yergi” gibi değerlendirmelerin ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum da şairinden kaynaklanan değil, değerlendirmecilerden kaynaklanan eksiklilerden dolayı Necip Fazıl’ın Türk kültür hayatına katkıları hususunda sınırlı bilgilere ulaşabilmekteyiz. Kendisinin talebelerinden olan Mustafa Miyasoğlu aktarmıştı… Fransa’daki Sorbonne ÜniversitesiFelsefe Bölümünde ders veren Henry Bergson, ki filozoftur kendisi, Necip Fazıl’ı daha o dönemlerde cins bir beyin olarak tespit ediyor? Katılır veya katılmayız. Ölçüleri olanların değerlendirmeleri düşünce ve anlama hassasına sahip insanları her zaman düşündürür. Aslında önemli olan “Batıdan ayetler!” getirme ihtiyacını hissetmeden ki bizde filozof var ise bunların Şair hakkında ne düşündükleridir. Maalesef birçoğu Şairi birkaç şiiri ile ya över ya da yerer. Oysa Necip Fazıl sadece “Sakarya Türküsü”, sadece “Kaldırımlar”, sadece ”Canım İstanbul” ve benzeri değildir. Bizde öncelikli olarak ya ölçüyü kaçırdığımızdan ya ölçüleri eksik belirlediğimizden ya da tamamen ölçüsüzlükten dolayı Necip Fazıl gibi benzer birçok “cins” kafaların ürettiklerini anlamakta ve anlatmakta sıkıntı çekebiliyoruz. Yalnızca şair olarak adlandırılıp geçiştirilmesi de, kusurlu bir yaklaşım tarzı o zaman? Çünkü romanları, tiyatro oyunları, hikâyeleri, tarihî ve fikrî eserleri yazmış birisi kendisi… Elbette… Diğer sorulara vermeye çalıştığım düşünceler içerisinde de bu sorunun cevabını bulabilirsiniz. Arık bu raddede bu sorunun tartışılması bile abes kaçar. Sadece Necip Fazıl’ı bir bütün olarak çok iyi ve dikkatli okuyan herkesin görebileceği bir hususu belirtmek isterim. O, bazı eserlerinde, şiirlerinde aynı düşüncelerini farklı şekillerde tekrar ederek bir mesaj vermek ister gibidir. Tarih, geleneklerle devam etmekte olan bazı yaşama şekilleri, çarpıklıklarımız, değer addettiklerimiz, hassasiyetlerimiz, madde ve mana kavrayışımız ve de küçük amaçlar/ büyük hedefler bir bir işaret edilmiştir. Frekans yüksekliğinden kaynaklı mı acaba, Necip Fazıl tastamam anlaşılamıyor gibi? Yirmi yıl önce kaleme almış olduğum kitabıma “ÇİLEDEKİ İNSAN Necip Fazıl” adını vermemde de bu hassasiyet var zaten. Hatta daha sonra çıkan, çıkarılan “itibar Kitapları”nda(!) dahi lütfen adı bile anılmayan, görmezlikten gelinen bu kitabımız da 02_Kasim_2010_11_36_47_5206567645.jpggaliba Necip Fazıl gibi anlaşılmamıştır. Necip Fazıl gibi “cins kafaları” anlamak biraz da onun, onların “çilesini” anlamakla başlar denirse pek de büyük bir iddia olmasa gerek. Aslında “Necip Fazıl anlaşılamıyor” değil anlamak istenilmiyor da olabilir. Amiyane tabirle “birilerinin işine öyle geldiği için” bu yolun seçilmesi de saldırganlığın, aşağılamanın ayrı bir çeşididir çünkü… İkincisi özellikle kendilerini herhangi bir hizbin emrine vermiş olanlar veya o hizip gruplarının içinde olanlar ya da bir “fikri sabitleri” bulunanlar Necip Fazıl’ı anlamakta elbette sıkıntı çekeceklerdir. Şırınga edilen düşüncelerine takılan at gözlükleri onları Necip Fazıl’ı anlama ufuklarına götüremeyecektir elbette. Aslında bu diğer tefekkür sahibi olanlar için de geçerlidir. Üçüncüsü Necip Fazıl’ı sadece bir uzmanlık alanının sınırlı bilgisiyle de anlamak kolay değildir. Çünkü Necip Fazıl’ı anlamak; hepsinden azar da olsa, biraz tasavvuf, biraz psikoloji, biraz felsefe, biraz sosyoloji, biraz tarih bilmekle başlar. İşte bu “birazlar” arttıkça ümit ediyorum Necip Fazıl daha iyi anlaşılacaktır. Necip Fazıl’ı bir şahıs olarak değil de, şahsında örgütlenen bir fikrin ıstırap numunesi olarak adlandırabilir miyiz? Zaten Necip Fazıl’a yapılan saldırıların sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıyor mu? Sanırım “İslamcı” olarak adlandırılan camianın bazı yayın organlarında da, Necip Fazıl’a yönelik bir sansür uygulanıyor? Bilirsin ki bir “işporta gözlükçüler” bir de sağlıklı gözlük sattıkları varsayılan “optikçiler” var. Neticede her ikisi de “satıcı”dır. Yani sattıklarından her ikisi de az veya çok bir kâr sağlarlar. Bunlar mevcut durumdan bir kazanç elde edemediklerinde herhalde başka kazanç alanlarına yönelebilirler. Hatta böyle bir tercih yapanlar eski mesleklerini de kötüleme, daha ileri bir basamak olarak “yok sayma” davranışları gösterebilirler. Arif olan anlasın. Gelelim sadede… Tabii ki o söylediklerin “liboşların” kocaman kocaman fotoğraflarını vitrinlerinde sergilerken, kitaplarını basarken “Necip Fazıl da kim oluyor !..” Daha düne kadar başta din olmak üzere bütün değerlerime küfredenler ve küfredenlerin çocukları adını “…..cı” koyduklarınız, Şairin “marka Müslümanları” dediği kişiler tarafından inadına gündemde tutulmaya çalışılıyor. Maalesef02_Kasim_2010_11_40_26_6708185077.jpg sadece devir ve devran değişmedi, o “…..cılar” da değişime uğradı. Anlayacağın yeni bir tür geçim alanlarına kaydılar, yeni “sembol” isimler peşindeler artık. Kasalarını dolduracak isimler, pazarlayacakları isimler… Necip Fazıl, özellikle “Türklük” vurgusu itibariyle rahatsızlık veriyor olabilir? Malûm “Türk’ün tarihi misyonu” üzerine tespitleri mevcut… Burada bize bir görev düşüyor mu bilemem… Hani son yıllarda moda haline gelmiş bir söz var ya. Ben de işaret edilen vurgudan rahatsızlık duyanlar için bu sözü kullanacağım; Bu durum onların sorunu… Birileri rahatsız oluyor diye Necip Fazıl’ı mezarından kaldırıp, “Üstat, eserlerinden şu ‘Türk’ü ve Türk’e ait ne varsa siler misin?” mi diyeceğiz? Bu bizim için dert değil, dert edinenler düşünsün! Çünkü bunların zaten hiçbir zaman Necip Fazıl’ı anlamak gibi bir çabaları olmamış, niyetleri belli olduğu için de bundan sonra da olmayacaktır. Günümüzde, her iki olgunun da, yâni Türklüğün ve İslâmlığın çatıştırılması ve ayrıştırılması modalaştı galiba? Fikir imal etme peşinde olmayanlar, bu yeteneğe ulaşamayanlar, fikri zenginliklerden bihaber olanlar, seçme hakkı olarak “güdümlülüğü” tercih edenler dünden bugüne hep çatıştırma ve ayrıştırma peşinde koşmuşlardır. Çünkü bu anlayışın zihni yapısının gerisinde “şuuraltı” denilen örtüyle örttükleri her türlü fikrin yanında her konudaki tevhide bayrak açmak gizlenir. Aslında bu durum dün de vardı, bu günde var. Belki son çeyrek yüzyılda çatıştırma ve ayrıştırma eylem planında daha çok yaşanır olmaya başlamıştır. Hocam, Necip Fazıl’a ve günümüzdeki hâl ve gidişata dâir son sözlerinizi alabilir miyiz? Zamanımız fikrin, tefekkürün, düşüncenin ne derseniz deyin zamanları olmaktan dışlanmaya doğru itilmektedir. Magazinleşmek, magazin peşinden gitmek, hep güncelin peşinden sürüklenip, günceli tartışmak ilim, fikir ya da sanat sanılmaya başlanmıştır. İşte bu “sanılar” giderek yaşama ve yaşatılma imkânı bulduğu için her alanda olduğu gibi düşüncede de asıl olan, deruni olan, köklü olan, has olan hiçbir pazarda müşteri bulamamakta ya da çok az müşterisi çıkmaktadır. Önce bu beladan nasıl kurtulabiliriz, bunun çarelerinin aranması gerektiğini düşünüyorum. Teşekkürler.Asıl ben teşekkür ediyorum.


  16. başörtüsü yok mu ?

     

    öyle bir şey ki...münafığı da ortaya çıkarıyor, mümini de...

     

    az kaldı, biraz daha sabır...

     

    üniversitede olur, lisede olmaz.

     

    ilköğretimde hiç olmaz, provakatörlüktür...

     

    kamusal alanda olmaz, memurda hiç olmaz...

     

    Cemiyete çekilen kadın ha örtülü ha örtüsüz ayrı dava...

     

    da...

     

    ekonomik atılımlar ahlaki çöküşleri engellemiyor...herkes ahlak kültürü nü ikame etme/koruma peşinde...

     

    savaş bunun savaşı...

×
×
  • Create New...