Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Mabed

Üye
  • Content Count

    114
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    16

Posts posted by Mabed


  1. Hep kadın şöyle olmalı, kadın böyle olmalı diyip duruyorsunuz.[/quote\]

    Modernizm karşısında erkek-kadın tüm Müslümanların değişimiyle birlikte ele alınmadığından bazı yorumlar sadece kadını hedef alır hale geliyor. Yani hep evin kızını görüyorlar, soruyorlar oğlanı soran, gören yok.Toplumun ahlak seviyesinin düşmesinde yalnızca kadınların çalışma problemi mi yatıyor? O kadınlara yol açan erkekler var bir defa.Babaları var, kocaları var, kardeşleri var.

    Mesuliyet var ortada.Kızını niçin ortaya çıkarıyor? Erkek, hanımının neden bu kadar gevşek davranmasına mani olmuyor? Evvela burada bir sıkıntı var. Mesuliyeti sadece kadınlara yüklemek bedavacılıktır.

    • Like 1

  2. Papazlar, Istanbulun fethedileceği dönemde kiliselerde

    melekler erkek mi, dişi mi, kadınlar Insan mı değil mi onu tartışıyorlarmış. Bizim yaptığımız da şu anda ondan farksız.

    Hasta ortada, teşhis belli 'reçete' nerede demek yerine hala teşhis üzerinde kafa patlatıyoruz


  3.  

     

    İffet mücahideleri

    Nurettin Yıldız

     

     

    Müslüman insanın, insan olarak ortaya koyduğu en açık farklardan birinin iffet olduğu tartışılamaz bir hakikattir. Müslüman erkeğiyle kadınıyla iffetlidir. İffet bilhassa kadın üzerinde çok daha açık bir farktır. Müslüman kadın iffetlidir. Üzerinde izlenebilen iffetli şahsiyeti onun karakteridir. Erkeklerin veya kadınların iffetten taviz vermeleri ve neticede de iffet sorunlu şahsiyetler olarak yaşamaları, yeryüzünü imar etmek için görevlendirilmiş bir ümmetin en öncelikli sorunlarından biridir. İffetin ağırlıklı yörüngesi kadındır. Bu ümmetin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem den sonraki en büyük fitnesi olan kadının iffetten taviz vermesi sadece kadın ekseninde kalabilecek bir sorun olamaz. Kadın, erkeğin de aslı olması açısından, kaybettiği değerlerinin bedelini kadın olarak kendisi ve erkek aynı anda ödeyecektir. Ne kadın tek başına düşünülebilir ne de erkek tek başına yaşama iddiasında bulunabilir. Birbirini tamamlayan iki parçadan biri için bütünlük iddiası olamaz.

    İffet:

    - Nefsin hayvanî isteklerine karşı kendini koruyabilmektir.

    - Şeriata aykırı olan şehevî isteklere karşı kişinin kendisini dengede tutabilmesidir. Şehvetleri tamamen köreltmeden ama onlara esir de olmadan yaşayabilmektir.

    - Nefsin haram isteklerine karşı kendini koruyabilmektedir.

    - Yeme ve cinsel şehvet konusunda aşırıya kaçmamayı becerebilmektir.

    - Helal ile yetinmek, haramdan uzak kalmaktır.

    Müslüman kadının iffeti, İslam’ın insan üzerindeki ilkelerinin ne denli korunduğunun göstergesidir. Kadının veya erkeğin iffetli olması, özellikle de kadının iffeti ile bilinirliği bir toplumda şu hususların aktif olarak bulunduğunu gösterecektir:

    İffetin korunması, Allah’ın haramlarının çiğnenmediğini gösterir. Başta zina olmak üzere haramların aşılmaması, kişiler ve toplum açısından Müslümanca yaşama, Allah’ın Şeriat’ını esas almaktan kaynaklanacaktır. Bu da İslam’ın yaşanan bir din olduğunu ispat eden delillerden biridir. Yükselen ezanlara rağmen ulu orta işlenebilen haramlar ise tam bir çelişkiyi gösterir. İslam’ın ezan iddiasının, ezana iman edenler arasında kimlik oluşturacak bir etkiye sahip olmadığı bu çelişkiden anlaşılabilir. Ya da, ezana iman edenler, haramları ulu orta işleyebilenlere karşı, engelleyici nitelikte bir güç sahibi olamadıkları da bu çelişkiden anlaşılabilir. İffeti dikkate alan bir anlayışın üstün tutulduğu toplum, bu çelişkinin yaşanmayacağı toplumdur. Adına `İslam’ takısı getirilebilecek toplum da o toplum olmalıdır. Böyle bir toplumun, iffet üzerindeki emellerini canlı tutan her kadın, sonuç olarak `İslam’ vasfının bir toplum üzerinde izlenmesine etki eden tutumuyla toplumun dinamiği durumundadır. İffetli kadın, haramlarla mücadele eden kadındır. Haramlarla mücadele de İslam’ı yaşamanın en belirgin örneklerindendir.

    İffet cihadında cepheler:

    En önemli cephe cinsellikle alakalı konulardaki cephedir.

    Onun ardından mide cephesi gelir.

    Bütün çeşitleri ile haramlardan korunmak da iffet uğruna yapılan mücadeledendir.

    Seviyesizliklere karşı seviyeli duruş da bir iffet mücadelesidir. Bu mücadele, bir Pazar yerindeki ilişkiden siyasete kadar insanın bulunduğu her yerde vardır.

    Dil iffetinden de söz edebiliriz. Meleklerin konuşulan her şeyi yazdığına inanarak konuşmak bu anlayışın ürünüdür.

    Bakarken göz iffetine sahip olmak mü’min insandan beklenendir.

    İffetin korunduğunun en belirgin göstergesi hiç şüphesiz, erkek kadın ilişkilerinde din kurallarının esas alınmasıdır. İffetin sadece halk arasında `namus’ olarak adlandırılan bölümü ile ele alınması yeterli değildir. Elbette iffet, namus konusu olarak bilinen düzeyi de ihtiva etmektedir. Onunla beraber kadını, kadın yapan, erkeği de erkek olarak şekillendiren ve cinsellik etrafında dolaşan her konu iffet konusu olmalıdır.

    Kadının bakışı, konuşması, giyimi ve onu erkekten farklı yapan her meziyeti iffetinin arandığı alan olmalıdır. Basit bir telefon görüşmesi üzerinden kadının iffet mücadelesi izlenebilir. İffetli bir kadın, herkesin rahatlıkla en azından sakıncalı veya ayıp görebileceği düzeydeki konularla iffetliliği belgelenirse bu düzey, İslam Düzeyi değildir. İslam, sıradan bir sistem olmadığı gibi ona iman edenlerin üzerindeki ilkelerinden biri de sıradan kurallarla belirlenemez. Müslüman kadının iffeti, yürüyüşündeki sadelik ve vakar ile anlaşılabilir. Konuşurken kullandığı kelimeler hatta kelime kullanma tarzı bile özenle seçilmiş olmalıdır. Bu da bir mücadeleyi gerektirmektedir. Kız çocuğu olarak doğduğu andan itibaren Müslüman bir hanımefendi olarak ortaya çıktığı zamana kadar iffet onun yaşam tarzı olmalıdır. Böylece Müslüman kadın, erkeklerin onun uğrunda meydanlarda yaptıkları cihadın ruhunu oluşturan kimliğini korumuş olur. Bu da onun cihadıdır. Biz buna, meydanlardaki cihadın alt yapısı da diyebiliriz. Kadın böylece, Uhud’dan Çanakkale’ye kadar bütün cihatların alt yapısı durumuna gelmiş olur.

    Hayâ, iffetle beraber kullanılabilecek en yakın kavramlardan biridir. Erkek veya kadın, her mü’min hayâyı imandan bir parça olarak görür. İmanını koruduğu gibi hayâsını korur. Hayâ gittikten sonra iman zarar göreceği için iffetin de anlamı kalmayabilir. Özellikle kadınların hayâyı koruması, tam anlamıyla insanı ve insan üzerinden dini korumadır. Hayâyı koruma ve hayâlı kalma mücadelesi veren kadının, şeytana karşı en önemli cephelerimizden birindeki mücahide olarak görülmesi kadar tabii ne olabilir?

     

     

    • Like 1

  4. Tazir hocam, ne diyebilirim ki size; yine taş gediğine oturdu. Üstüne tek heceli laf dahi edilemez.

    Üstad her defasinda ilk okunuyor etkisini nasıl yaratıyor hayret ediyorum! Ne çarpıcı ifadeler bunlar! Şimdi tüm yangın kadının evde oturmasıyla mi nihayete erecek? Tamam ilmek ilmek kendini, yavrusunu ve beyini işlesin.. Bu ulvi istidat salt evde oturmakla mi oluyor?yine ve hala kabullenmek zor geliyor.

    Emir telakki ederim üstadimin sözünü yalnız kadına biçilen rolün dört duvar arasi olmadığını zikreden de yine merhum ustadimizdir. Ben bocaladım şu an..

    İşlenilen amellere karşılık verilen mükafat veya ceza açısından kadın erkek arasında fark olmamakla birlikte iffeti ve hicabı muhafaza etmenin sosyal hayata dönük yüzünde cazibe merkezi olma sebebiyle kadının daha çok dikkat olması gerekir. Kadın sosyal yapıda İslamın kendisine verdiği değeri, itibarı, şerefi, haysiyeti ve onuru ayaklar altına alacaksa evet evinde yerli yerinde otursun. Bu onun şerefini alçaltmaz, aksine yükseltir. Günümüz toplumunda kadının sosyal-leşme sevdası kadını iyiden iyiye leşleştirmeye başladı zira.

    • Like 3

  5. Hımm.. Güya bunu hangi saikle yaptıkları belli; cemaatin mevcut kadrolaşmasını dağıtırken oluşacak diğer kadrolaşmaya da ket vurmak. Başbakan seçim öncesi cemaat okullarında okuyan kisilere "oralardan ayrılın" çağrısı yaparken sanırım gidişatın böyle olacağını biliyor ve önceden uyarıyordu. Ortada tam bir cinnet hali var. Yazık. Ben de oğlumu cemaat yurtlarına verdim. Tek amacım normal okullarda ahlakî çöküntü yaşamaması idi. Şu yaşanan süreçte aldık tabi. Ama benim oğlum cemaat okullarında okuduğu için "paralel" yaftası yer ise doğrusu ben buna isyan ederim. Aslında benim başından beri burada izah etmek istediğim durum bu idi. Toptan bir cadı avı var. Hükumet ile cemaat arasında yaşanan bu çatışmada olan temiz ve safi duygularla cemaat içindeki hizmet ve öğrenim yapan kişilere oldu, oluyor. Çok ağır vebal altındalar. Bir yanda gönül verdikleri, inandıkları, güvenlikleri Dinin bir cemaat. Diğer yada desteğini verdiği parti. Geçen eşim üst katta oturan emniyet görevlisi ile kapıda sohbet ederken önce birbirlerine "paralel misin" diye sormuşlar... Bu nasıl bir ayrışma ve kutuplaşmadır. Başbakana kızdığım hususlardan biri de bu idi. Meydanlarda bunlar "haşhaşi" diyerek tüm cemaat metbuularını farkında olmadan

    topun ucuna koyup fitili ateşledi. Başbakan yapılan ihanetin ne kadar içeriden ve derinden olduğunu biliyor. Söylemleri bu yüzden çok sert ve kararlı. Ülkesini iç ve dış düşmanlardan koruyamayan devlet, devlet değildir, amenna. Ama kurunun yanında yaşı da yakalım politikası doğru değildir. O okullarda okuyan gerçekten çok başarılı gençler var. Tahkir edici üslup ile kazanım yapamayız. Aksine daha da kaybederiz. Cemaat ablası bir arkadaşım var. Ortaya çıkan hukuk dışı ortam dinlemeleri ile elde edilen tapelere çok tepkili idi. Yapılan bu hükümeti alaşağı etme eylemini, Başbakanin şahsına gerekse ailesine yapılan ahlaksız saldırıları asla tasvip etmediğini ve bunu cemaatin değil cemaat içine yuvalanmış Kripto bir yapılanmanın yaptığını ve bunun onları da çok rahatsız ettiğini söylüyordu. Ne zamanki meydanlarda "bunlar haşhaşi" söylemi ile toptancı bir dil kullanildi o da oluşan kırgınlık ve savunma psikolojisi ile benimle konuşmaz oldu. Şimdi toplantılara ve Kuran cemiyetlerine yabancı almıyorlar. Bazen takılıyorum "kız hala mı beddua seansları devam ediyor, yeter da" diyorum, bana kızıyor. Yani iki tarafta keskin bıçak. Devlet baba yaramaz çocuklarını dövsün; ağzını, burnunu kırsın da bunu yaparken hukuki, insanî ve vicdanı bir dayanağa sırt vererek yapsın. Kişisel kızgınlık ve öfke ile yapılacak her nokta harekatı cemaatin daha çok pozisyon almasına sebep verecek ki bunun sonu kan davası gibi bir şeye dönüyor. Türkiye gibi fitneye oldukça müsait bir ülkede daha fazla gerileme oynamanın anlamı yok. Ne yapılacaksa sessiz ve derinden yapılmalı. Siyasiler sosyal yapı ile değil sosyal yapının içindeki tümörlü uzuv ile mücadele etmelidir. Kaldı ki yaşanan bu parti_cemaat kavgasının bilinçli ve stratejik bir plan olduğu kanaatindeyim. Tarihler öncesinden gavurun süregelen oyunu "böl, Parçala ve yok et" Cemaat_hükumet kavgasında içeride ne kadar Ergenekon, Balyoz davası tutkusu varsa çıkarıldı. Ne yani bu davalar boşuna mıydı? Çevik Bir, Hurşit Tolon, Doğu Perinçek vesairleri.. masum muydu? Elbetteki hayır. Cemaatci dedikodusu ile yerleri değişen polislerin, savcıların, hakimlerin yerlerine kimler geliyor? Ben sistemde bu kadar cemaatci olduğuna inanmıyorum. Ve dolgu malzemesi olarak gelenlerin partili olduğuna da inanmıyorum. Bence bu yaşananlar dünyanın en absürd kurgusu. Yanisi tavşana bak, tazıya tut derken ambarı kim yağmalıyor onun derdindeyim.

    • Like 1

  6. Hayli eğlenceli bir konu olmuş. Bir mesaj da benden olsun.

    Bu sene ağır şartlarda tutulan ramazan orucu, kimilerinde etkisini hala sürdürüyor. Abdülaziz Bayındır çalışma bakanlığını uyardı, " Memurlar kırk dakika fazla çalışıyor."

    • Like 2

  7. Bu resmi ilk gördüğümde oturdum bir temiz ağladım. Efendi hazretlerinin yıllar yıllar öncesi cami kürsüsünde söylediği bir söz geldi aklıma "siz Allah ile olun, Allah için olun; dünyaya, siyasete ve boş islere karışmayın. göreceksiniz padişahlar, Sultanlar o çok sevdiğiniz dünya pesinizden gelecek" bugün ve geçmişte bu söz ete, kemiğe büründü. Allah ondan razı olsun. Başımızdan ayırmasin.

    • Like 2

  8. Bu konu daha fazla kırgınlığa ve alınganlığa meydan vermeden kapayalim, lütfen. İstirham ederim. Ortada bir yanlış anlama veya anlamama da olabilir. Neticede karşınızdaki bir bayan size normal gelen üslup bize sert ve aşağılayıcı gelebilir ve bu da bizi gerebilir. Neticede forumda yeniyiz birbirimizi fikir ve üslup olarak tanımıyoruz. Askere giden ere bile bir kaç gün ültimatom gecerler yahu.


  9. bu topyekün genellemeyi nasıl başarabildiniz mabed arkadaşım?? erkeğinde harama bulaşmadan çalışamayacağı hususunu?

     

    kadın için haram ne ise erkek için de haram :) yapmayın lütfen burayı tekrar düşünün .(yazınızın çoğuna katılıyorum )

    Mevcut sistemde çalışan

    erkek ve kadın üzerinden bunu yorumlar isek ne demek istediğim anlaşılır galiba. Benim kast ettiğim kadının mahrem olduğu için çalışmasına karşı çıkanların işaret ettikleri "bakmak haram, tokalaşmak haram" gibi hükümler erkek için de haram. Sanki bu ahkam sadece kadınlar için varmış gibi algılanıyor. Hakan bey kadın ile toka yapmak normal. Hülya hanim bunu yapınca "anormal" oysa ki ıkisine de Allah kendilerini muhafaza etmelerini emir etmiş. Mesela kadın kuaförlüğü yapan erkek eleştiri konusu olmaz ama aynı şeyi kadın yapınca eleştiri konusu oluyor.

    Yoksa sizin anladığınız gibi erkeğe ait calisma ortamı, iş sahası tanzim etmek gibi bir söyleme sahip değilim, olmakta tam bir cinnet hali olurdu ki aksine bu ortam kadın için oluşturulmalı. Kadına cinsiyet bakımından haram olan ne ise karşı cinse dayalı olarak haram kılınmış. Dolayısıyla erkek için de Allah hududlar belirlemiş. Erkeğin çalışmasını mecburidir ve hatta ailesinin geçimini helal rızık peşinde koşarak temin edene Allah cennet vaad etmiştir. Gelgelelim

    kapitalist sistemin olumsuzlukları ve oluşturduğu devasa dejenerasyon sadece kadına değil erkeğe de zarar veriyor ama kadını fıtratı gereği daha fazla etkileniyor. Bana göre kadın, erkek çalışma ortamının aynı olmasi ruh ve ahlak dünyasında oluşturduğu derin izler aynı ama erkekte göze batmıyor. Eleştirdiğim tam olarak da budur.


  10. Sayın Hâcegan aslında tam da muzdarip olduğum üslup sizde de mevcut; yafta, infaz ve ötekileştirme. Bir bayan olarak gerek tv gerekse sosyal mecralarda kullanılan üsluptan rahatsız olduğumu belirttim. Görüyorum ki hemen paralel yaftasını yapıştırmışınız. Ben 2004 yılından beri Akp ye oy veren biri olarak yaşanan tansiyondan, gerilim ortamından rahatsızım.Bunu dile getirmek neden beni paralelci yapıyor? Hangi

    mecra olursa olsun kullanılan atarı yüksek kavgacı dilden rahatsızım ve ben bunu bir müslümana yakıştıramıyorum. Ne öyle deve güreşi yapar gibi. Ortada ülke adına bir kriz var ise sen devletsin gerekeni yaparsın. Bunu meydanlara taşımanın, hadi taşıdın biz ve siz ifadeleri ile kutup geliştirmenin ne anlamı, ne faydası var? Bu insanlar düne kadar size destek olmuş, oy vermiş. Şimdi ideolojik kurban olmuşlar. Bir bunalım ve bocalama içindeler. Yüz yıllık kuramların bir anda yerle bir olmasını beklemek hatadır. Siyasi liderlerin üslubunu devlet ricali olma adına hadi hoş görelim. Ya kraldan ziyade kralcılara ne demeli? Bir Fatih Tezcan var ki evlerden ırak. Haklı davada nasıl haksız konuma düşülürün canlı örneği. Kim daha iyi laf çakıyor yarışması olsa bizim muhafazar gençler bayrağı açık ara göğüsleyecek hani. Sağcısı, solcusu, aydını, hocası herkes de aynı üslup, aynı kavga dili "benim, ben, ben, yalnız ben, yine ben" sert ve üstenci üslup hepsine sirayet etmiş.

    Ben prensip gereği Müslümanlarla uğraşmaktan kaçınıyorum. Kişilerle değil fikirlerle alakalıyım. Aksini görünce kabullenemiyorum. Tenkit edilecek olan kişiler değil yapılan yanlışlardır. Ama bizim muhabbet fedaileri olsun, muhafazakâr gençlik olsun korkunç bir üsluba sahip. Sürekli bir tekfir etme, sürekli it dalaşı. Müslümanlar dava ve fikri cephesinde keyfi olarak aleyhlerine cereyan edecek söylemlerde bulunmamalıdırlar. Ehemmi mühimme kurban etmemeli.Küresel hegemonların müslümanların omurgasına çöktüğü şu zamanda Müslümanları birbiriyle uğraşması beni üzüyor. Farklı düşünseniz de bu hikmetli bir duruş olmaz. Günümüz toplumunda her birey bilinçli veya bilinçsiz bir davaya ram olmuş, taraf olmuş, dar bir sahaya hapsolmus ve karşıt tarafdan kendini soyutlamıs. Bu önceden Müslümanlar ile Kemalistler arasında olunca iftihar meselesi idi ama şimdi müslümanlar arasında olunca.. Velhasıl insanların ideolojileri ile insanî ilişkileri karıştırılmamalı. Ne siyasi ne ideolojik görüş uğruna kalp kırıp, gönül yıkmamalı. Bu yüzden üslup illa üslup diyorum. Peygamberimiz bu hususta bize en iyi örnektir. Ve yine bir kissa ile bu konuyu kendi adıma kalıyorum

     

    Kralın biri, tüm akrabaları ile bir gemide olduğunu ve geminin battığını, akrabalarının tümünün boğulduğunu yalnızca kendisinin kurtulduğunu rüyasında görüyor ve uyanınca gördüğü rüyanın huzursuzluğunu yaşıyor. Rüyalardan anlayan ilim ehli bir alimi çağırtıyor. Alime gördüğü rüyayı anlatıyor ve yorumlamasını istiyor. Alim: Kralım üzgünüm! Size kötü haberim var: Siz yaşarken tüm akrabalarınızın ölümünü göreceksiniz diyor. Kralın gözlerinin önüne sevdiği eşi, çocukları ve tüm akrabalarının ölümü geliyor ve çok üzülüyor, bu kötü haberi verdi diye de vurun şunun boynunu diye alimi cezalandırıyor. Sonra bir başka alimi çağırıyor. Bu alim rüyalardan anlamakla birlikte hikmet ehli biri. Kral rüyasını anlatınca; kralım müjdeler olsun size! Siz akrabalarınız içinde en uzun ömürlü yaşayacaksınız diyor. Kral yaşamının uzun olacağını söylenince akrabalarının ölümlerini unutuveriyor. Çünkü insanın nefisler içinde en çok sevdiği kendi nefsidir. Habere sevinen kral, hikmet ehli alimi ödüllendirip gönderiyor. Halbuki iki alim de aynı şeyi söylemişlerdi. Ama biri cezalandırılmış, diğeri ödüllendirilmişti. Çünkü aynı rüyadan biri ölümü görmüş ve göstermiş, diğeri de hayatı görüp göstermiştir.


  11. Başkanın "dindar gençlik" söylemi giderek yerini "kindar gençlik" söylemine bırakıyor. Ne demek istediğimi sosyal platformlar da yapılan yorumlara bakarak anlamışsınızdır zannımca. Gerek paralel yapı gerekse muhalefet aleyhine kullanılan üslup çok rahatsız ve irîte edici.Muhafazakar gençlik bu ise vay bizim halimize. Partizanlık gözleri boyamış. Giderek kutuplaşan, kutuplaştıkça ayrışan bir topluma döndük. Yazık. Oysa ki Allah "kavli leyyini" telkin eder.


  12. Hiç bir erkek çıkıp da çağdaş düzen, günümüz çalışma şartları erkekler için uygun değildir; erkeğin çalıması caiz midir, değil midir demiyor.Niçin böyle başlıklar görmüyoruz..Günümüzde erkeğin de harama bulaşmadan çalıştığı söylenemez. Kadın için haram ne ise erkek için de o. Yoksa erkekler bayanları iş sahalarından çekmek kaydı ile mi kendilerini günahtan soyutluyabiliyorlar. İslamî bir sakınca var ise bu hem erkek hem de kadın için var, iki tarafında dikkatli davranması lazım. Kadına "fitne makinesi" gözüyle bakıp onu toplumdan soyutlamak, arındırmak, çözüm müdür? Kadını koyun gibi güdemezsin, dört duvar arasına mahpus ve mahkum ederek koruyamazsın.

    Ama kadını ahlak, inanç ve edep ile donatabilirsiniz, yoğurabilirsiniz. Bunlardan mahrum olan kadını veya insanı dört duvar, dört kalıp arasına da koysanız hiç bir faydası yoktur. Ancak yozlaşma yoğunluğunu Hızlandirmis olursunuz.. Böyle bir yozlaşma da karşı cinsin payı ve ortaklığını yok sayamayız.Bir cinste yozlaşı görüyorsanız, bu yozlaşıda öbür cinsin ortaklığını görmezden gelmeyiz zira. Bu kısır bi döngü. Burada eleştirilecek olan çağdaş düzen ve kapitalist sistemin kadınları calismaya teşvik ve mahkum etmesidir. "kadın çalışmasın" diyerek kestirip atamayiz. Kadın ille de çalışacak ise kendine ihtiyaç duyulan lokal sahalarda çalışmalıdır.Burada bizim eleştirileceğimiz sistemdir. Fakat bizim kadına dönük alerjimiz tutuyor ve direk kadını hedef tahtasına koyuyoruz. Ataerkil bir toplumun mensupları olaraktan bu örselemeyi pek de güzel yapıyoruz. Güzel ülkemin şartları düzelmeden kadınlar kapitalist sistemin kucağından alınamaz. Kadın kapitalist sistemin kucağından alınmadikca da sistem değişmez. Neresinden bakarsanız bakin elinizde kalan bir durum. Kadının ihtiyaç dahilinde çalışma ortamı bellidir. Çağdaş olmayan zamanda kadınlar çalışmıyor muydu? Günümüz zemininde bu konuyu çatışma ortamına çeken önce kadının sonra erkeğin tavrıdır. Kadın, erkekle aşık atıp onun dahil olduğu her alana müdahil olmamalı. Içindeki feministe dur demeli. Erkekle eşit olma, üretken ve idealist kadın, lüzumsuz başarı odaklanmaları ve sosyal statü gibi bir sürü saçma istek ve mazeretten uzak durmalı.

    Mesele aslında çalışıp çalışmamak değil; mesele klas ve vakur duruşa sahip olmaktır.Ama şahsi kabulüm kadın ille de çalışacaksa da "evinin kadını, çocuklarının anası olacaksın" kutsal prensibine uygun çalışmalıdır :)8 toplumda yer edinmeden önce toplumun atomu olan yuvasın da, evinde yer edinmelidir. Kadının erkekleşmesine, erkeğin kadınlaşmasına, kreş mahsulû çocuklara da Hayır diyorum.


  13. Garip Bir Yazı

     

     

    Türkiye'de "Kurtarılmış bölgeler" var mı?... Ben sen o biz, vatanın bazı bölgelerine gidip rahatça gezemiyor, tatil yapamıyorsak, var gibi geliyor bana.

    Sanırım terörün merkezi Kandil dağında değil, Türkiye'nin içinde.

    Konvansiyonel ordularla gerilla savaşı kazanılabilir mi?

    ABD Vietnam'da kazanabildi mi?

    PKK terörü bitirilebilir mi?

    Bitirebilseydi, 1984'ten beri geçen 27 yıl içinde bitirilmiş olmaz mıydı?

    Türkiye'deki terör... Ermenistan... Tel-Aviv... AB... ABD...

    Büyük Ermenistan...

    Büyük Kürdistan...

    Eretz İsrail (Büyük israil)...

    Küçük Türkiye... Küçültülmüş Türkiye...

    Bir buçuk milyon Kripto Yahudi...

    Bir buçuk milyon Kripto Hıristiyan...

    Büyük Selânik...

    Sünnetsiz PKK "Şehitleri"...

    Türk ordusu için üretilmiş olan MKE mermileri PKK'nın nasıl eline geçmişti?

    PKK terörünün gölgesinde yapılan yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti.

    Bir ara helikopterlerle taşınan uyuşturucu...

    Sıfırdan başlayıp kısa zamanda doların mültimilyoneri olanlar.

    Silah kaçakçılığı.

    Beyaz işi.

    Kürtler dağa çıksın diye insan pisliği yedirilen köy halkı.

    Yerle bir edilen, halkı sürülen 3500 köy...

    O köyler bizim köylerimizdi.

    İslam medreselerini, tasavvuf tekkelerini yıkarsan, yasaklarsan, yerine PKK Zerdüştiliği gelmez mi?

    Büyük Kürdistan kurulursa şu anda hızla boşalan, boşaltılan bölgelere Ermeniler göç edecek.

    İsrail Türkiye'yi parçalamaya ahd etmiştir.

    Bölücü Kürt hareketi "Made in Israel"...

    Haçlı dünyası Türkiye'yi yeniden bir Hıristiyan ülke haline getirmek istiyor.

    Türk hava kuvvetleri Kandil'i bombardıman ederken, PKK yurt içindeki hedefleri vurmaya devam ediyor.

    Her gün yeni şehitler.

    Bu şehitlerin içinde bir bakanın, milletvekilinin, generalin, umum müdürün, kodamanın, holding sahibinin, süper zenginin, ünlü bir gazetecinin, bir süper starın çocuğu var mı?

    Asılarak şehid edilen şeyh devlete karşı değildi, dinsizliğe, Moiz Kohen Türkçülüğüne, Süfyaniliğe, Tağut'a karşıydı.

    Ey Selanik!.. Ektiğin tohumlar meyvelerini verdi. Rüzgar ekmiştin, tayfun biçiyorsun şimdi.

    Yurtta sulh, cihanda sulh...

    Ne yurtta, ne cihanda barış var...

    Eski ahlar...

    Sultan Abdülaziz'in ahı...

    Sultan Abdülhamid'in ahı...

    Sultan Vahdettin'in ahı...

    Son Halife'nin ahı...

    Hanedan-ı Osmaniye'nin ahları...

    İskilipli Âtıf Hocanın ahı...

    Sürgünde ölen Abdülhakîm Arvasî'nin ahı...

    Çile, eziyet, hapis, sürgün, eziyet içinde yaşayan Bediüzzamanın ahı.

    Kiraya verilen, satılan, depo, işyeri, ahır yapılan, kimisi yıktırılan binlerce cami ve mescidin ahları...

    İbadete kapatılan Ayasofya'nın ahı...

    Ezan-ı Muhammedî'nin ahı...

    Yok edilen, düzlenen, arazisi kapanın elinde kalan tarihî İslam kabristanlarının ahı.

    Elifba'nın ahı.

    Mecelle'nin ahı.

    Çarşaf ve peçenin ahı.

    Kapatılan binlerce tekke, dergah ve zaviyenin ahları...

    Zalim İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla asılan mazlumların ahları.

    Faili mechul cinayetlere kurban gidenleri ahları...

    O kadar çok ah var ki...

    Bunca ah yangınını söndürmenin tek çaresi:

    İslam'ı ilan etmek...

    Ona da güçleri ve cesaretleri yetmez.

    Öyleyse bitmeyen savaşa devam...

    Yurtta sulh cihanda sulh...

    Moiz Kohen Tekin Alp...

    Yanmaya devam...

    Hem kendini yaktın hem bizi...

    *(İkinci yazı)

    Ordu ve Devlet Düşmanlığı

     

    Ordu bir kurumdur...

    Ordu bir hükmî şahsiyettir...

    Ordu bir cevherdir...

    Çok basit bir misal vereyim: Ordu billur bir sürahi gibidir. İçine süt konulur, bal şerbeti konulur, memba suyu konulur...

    Yahut içine şarap konulur, rakı konulur, bira konulur, başka haram bir sıvı konulur...

    İçine şarap konuldu diye sürahi kırılmaz, sürahiye düşmanlık edilmez

    Ne yapılır: Şarap dökülür, sürahi temizlenir şartlanır...

    Ordusuz devlet olmaz, ülke olmaz, halk olmaz.

    Devlet de ordu gibidir.

    Rejim, düzen, sistem kötü diye devlet düşmanlığı yapılmaz.

    Devlet kötü, o halde batsın diyen kişi, içinde bulunduğu geminin batmasını, uçağın düşmesini isteyen adam gibidir.

    Devlet dursun, kötü düzen/sistem değişsin, yerine iyisi, âdili gelsin.

    İslam'da devlet idarecilerine beddua etmek yoktur. Islahları için dua edilir.

    Beddua edersen ve bedduan tutarsa, gemi batar, uçak düşer ve sen de yok olursun.

    1970'lerde, 80'lerde birtakım radikal İslamcılar yoğun bir devlet düşmanlığı yapıyorlardı. Devlet kötü, bu devlet batsın!..

    Aradan 30/40 yıl geçti, onların çoğunun artık sesleri solukları çıkmıyor.

    Eski mücahitlerin ekserisi müteahhit oldu. Kötü dedikleri devletin rant ve nemalarıyla semirdiler, zenginleştiler.

    Lütfen devlete sövmeyiniz.

    Muhalefetiniz bozuk ve kötü düzen ve sisteme karşı olsun.

    Geminin batmasını, uçağın düşmesini istemeyiniz.

    Kaptanlara kızıyorsanız, ıslahları için dua ediniz.

    Uçağın kaptan pilotuna kızıyorsanız, onun da ıslahına dua edin.

    Dinsizler ordu Peygamber ocağı değildir diyecek...

    Ben de bir Müslüman olarak ordu Peygamber ocağıdır diyeceğim.

    Bugünkü haliyle mi? Elbette değil.

    Orduyu Peygamber ocağı olarak görmek istiyoruz.

    Bunun için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.

    Vaktiyle çocuklarını askerî mekteplere (Subaylıkta, astsubaylıkta iyi para yok diye) yazdırmayan, en istidatlı gençleri çok para var diye doktorluğa ve mühendisliğe yönlendiren kısa görüşlüler yüzünden bugünkü hallere geldik.

     

    30 AĞUSTOS 2011


  14. Bayramlar,milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir. Hep bir arada, sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle, Ramazan Bayramınız mübarek olsun!

    • Like 2

  15. Üstad Sesinden Dünya Bir İnkilâp Bekliyor.

     

     

     

     

     

    Dünya Bir İnkılap Bekliyor Aziz gençlik! Ve Türkiye'nin düne kadar perisan -vaziyeti karsısında acıların en derinini çeken mustarib mü'minler!

    Sizi bağların en sağlamı bu ıstırap hâldaslığı içinde muhabbetle selâmlarım. Sizi böyle bir baslangıçla selâmladım.

    Çünkü, çok çetin bir dâva karsısındayız. Bugün dünya, bütün bu gördüğünüz medeniyet dedikleri kesiflerin kivrantısını temsil eden devlerle, o devlerin hâlâ yüzlerce sene arkasından gitmeye çalısan, çırpınan cücelerden ibaret bir âlem...

    Devler kıvranıyor, cüceler çırpmıyor! Ve tarihin en büyük iman devini temsil eden Türk, bugün cüceler dünyasının en mustarip cücesi hâlinde kendisini toparlamaya çalısıyor. Kendi kendimizi, böylece pençemizi bağrımıza atarak ve ciğerimizi kanatarak görelim; aynanın karsısına geçmeyi bilelim.

    Hadislerin en büyüklerinden biri: «Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz!» Ne gariptir ki, bu devler ve cüceler, ama kıvranan devler ve çırpınan cüceler dünyasında, yi ne dünyanın beklediği en büyük inkılâp iste bu cücelere düsüyor!

    Ve biz( böyle bir noktadan harekete memur bulunuyoruz. Yani, öyle bir hasta ki, dünyaya devayı getirmek zorunda üstelik... Bir siirimde söylediğim gibi: Eyvah, eyvah Sakarya, sana mı düstü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..»

    Evet, dünya bir inkılâp bekliyor! Nerede kalmıs Türkiye?.. Konusmamızın ismi de bu... Dünya bir inkılâp bekliyor!

    Bütün beseriyet... Çünkü, beseriyet o noktaya geldi ki, ne kadar müessesesi varsa bitti, eridi, pörsüdü, tükendi, bir tek eksiği kaldı: Basında ve sonunda eksiğin ismini tes-bit edebiliriz. Bütün hakikatiyle islam...

    Dünyanın beklediği inkilâp, üç daire halinde...Dış daire dünya, içindeki daire İslam Alemi onun da içinde Türkiye...Asıl Türkiye...Merkez Türkiye...


  16.  

    Camilerde Sandalya, Tabure Fitnesi ve Bid'ati

     

     

    PROF. Osman Özsoy'un "Burası câmi mi, ortopedi servisi mi?" başlıklı yazısını (haber7.com) okudum... Bendeniz sona erdi sanıyordum, meğerse camilere kiliselerde olduğu gibi sıra/sandalye koyma fitnesi, dışarıdan tabure getirtme suretinde devam ediyormuş.

     

    Bu işin kendi kendine olmadığını kesin şekilde bilmemiz gerekir.

     

    Dinimizi değiştirmek, dinde yenilik yapmak, İslam'ı AB ve Feminizm standartlarına ayarlamak isteyen birtakım gizli, derin ve sinsi güçler mi yaptırıyor bu camilere sandalye doldurma işini?

     

    Eskiden camilerde bugünkü gibi sandalyede namaz kılma yoktu. Sağlığı, secde etmesine mâni birkaç kişi oturarak kılardı. Sonra ne olduysa oldu, camilere sandalye, tabure, sıra doldurma modası, adeti ve furyası çıkartıldı.

     

    Diyanet'in muhterem fetva heyeti buna karşı çıkmasaydı belki de bugün camilerin arka mekanı kiliseler gibi sıralarla, sandalye ve taburelerle dolmuş olacaktı.

     

    Biliyorsunuz memleketimizde, "İslam'ın tek hak, makbul, geçerli" din olduğu kesin inancını yıkmaya yönelik açık veya gizli sinsi bir faaliyet ve propaganda vardır. Bir ara "Allah katında din İslam'dır" mealindeki ayetin Cuma hutbelerinde okunmaması için dışarıdan baskı yapılmıştı.

     

    İslam'ın Allah katında tek hak ve makbul din olduğu kesin Kur'an ayetleriyle sâbittir.

     

    Sünnet de böyle söylüyor.

     

    Bu konuda icmâ-i ümmet vardır.

     

    İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancını reddeden, "başka hak ibrahimî dinler de vardır, onların (İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı inkar, red ve tekzib eden) mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bâtıl inancına sahip kimseler Ehl-i Sünnet akaidine göre dinden çıkarlar.

     

    Benim kuvvetli zannım, camilere sandalye, tabure ve sıra konulmasını isteyenler bu taifedir.

     

    Prof. Osman Özsoy'un makalesinde, Bartın'da teravih namazına giden kadınların ellerinde tabureler bulunduğu yazılı. Demek ki, Fetva Kurulunun kararından sonra, camiler sandalye ile doldurulamayınca, taburelerinizi alın da öyle gelin telkini yapılıyor.

     

    Secde etmeye gücü yettiği halde secde etmeden namaz kılanın namazı sahih olmaz. Fıkhımız böyle diyor.

     

    Bütün Ehl-i Sünnet hocalardan, imamlardan, müftülerden çok rica ediyorum:

     

    Camilerdeki sandalye, tabure ve sıralar çıkartılmalıdır.

     

    Camilerimiz kilise değildir.

     

    Secde edemeyenler yerde oturarak, ayaklarını uzatarak namaz kılabilir.

     

    Camilerin sandalye ile doldurulmasında bir bit yeniği vardır.

     

    Bu işte Diyalogçuların olduğu kadar Fazlurrahmancıların (Tarihsellik, Tâtiliye mezhebi) parmağı olduğunu sanıyorum.

     

    Bütün Ehl-i Sünnet hocaları ve Müslümanları bu çirkin bid'ati kötülemelidir.

     

    "Camilere bol miktarda sandalye konulsa ne olacak..." demeyelim. Bu bid'ati yaygın hale getirebilirlerse ardından başka bid'atler sökün edecektir.

     

    Camilere dışarıdan tabure ithaline de izin verilmemelidir.

     

    Böyle bir bid'at kökleşirse kaldırılması çok zor olur.

     

    Diyalogçuların, Feministlerin, Fazlurrahmancıların, Reformcuların, dinde değişim ve yenilik isteyenlerin Diyanet'i ele geçirmek için sinsice ve yoğun şekilde çalıştıklarına, kadrolaştıklarına dair haberler alıyorum.

     

    Siyonistler, Haçlılar, Avrupa Birliği, Feministler; Şeriatlı Ehl-i Sünnet İslamlığını kovmak, onun yerine (ABD'nin, AB'nin, Siyonizmin, Haçlıların, sekülaristlerin işine gelecek) ılımlı, light, fıkıhsız, cihadsız, sulandırılmış, ilahî hak din olmaktan çıkartılıp beşerî bir hümanizma ve ideoloji haline dönüştürülmüş) yeni bir din, bir İslam Protestanlığı türetmek ve üretmek istiyor.

     

    Dinimizi koruyalım.

     

    Dinimize bid'at sokulmasına izin vermeyelim.

     

    Uyanık olalım.

     

    (Diyanet'in "Din İşleri Yüksek kurulu" camilere sandalye konulması aleyhinde fetva vermiştir. Lütfen bunun metnini internetten çıkartıp okuyalım. Din İşleri Yüksek Kurulu'nu bu kararından dolayı tebrik ediyor, selam ve hürmetlerimi sunuyor ve ellerinden öpüyorum. Derin ve sinsi bid'at ve reform güçleri bu yüzden kurula diş bilemektedir.)

     

    *(İkinci yazı)

     

    Emanetler ve Ehliyet

     

    İSLAM'IN temel kurallarından biri de emanetlerin ehil olanlara verilmesidir. Emanetler ehil olanlara verilmezse emanete hıyanet edilmiş olur.

     

    Bazı dinî cemaat, tarikat, grup, fırka, hizip ve klikler emanetleri ehil olanlara değil, kendilerinden olan ehliyetsizlere veya az ehliyetlilere vererek İslam'ın bu temel prensibini ihlâl ediyor.

     

    Emanetler nelerdir?

     

    Başkanlıklar... Makamlar mevkiler... Memuriyetler... Vazifeler... İşler... Hizmetler...

     

    Şu anda ülkemizde çok hızlı, çok yoğun, çok genel bir kadrolaşma faaliyeti vardır.

     

    Birileri:

     

    Diyanet kadrolarını,

     

    Polis teşkilatını,

     

    Millî eğitimi,

     

    Yargıyı,

     

    Üniversiteleri ele geçirmek istiyor.

     

    Ben bir Müslüman olarak bütün temel müesseselerde düzgün Müslümanların bulunmasını isterim.

     

    Ancak bir şartla: Emanetlerin ehil olanlara verilmesi.

     

    Bunun tek çaresi de, her sahada ehliyetli eleman yetiştirmektir.

     

    Bir de şu husus var: Türkiye'deki Müslümanlar çeşitlilik içindedir.

     

    Bütün temel kurumları, emanetleri, makam ve mevkileri tek bir cemaatin, tarikatin, hizip veya fırkanın ele geçirmesi doğru değildir.

     

    Ehliyete riayet etmek şartıyla dağılım ve paylaşım olması gerekir.

     

    Şu veya bu cemaate veya tarikate mensup olmak haklı ve meşru bir tercih sebebi teşkil etmez.

     

    İlle de ehliyetli, liyakatli olacak.

     

    Bütün Müslümanlar kardeştir. Şu veya bu kardeşliğe mensup olmak bu kardeşliği zedelememelidir.

     

    Türkiye Müslümanlarının hepsi bir meşrebe sokulamaz.

     

    Olumlu meşreb farklılıkları geniş bir rahmettir ve zenginliktir.

     

    Nurcu, Süleyman Efendi bağlısı, Nakşiliğin şu veya bu koluna mensup, Kadirî, Büyük Doğu'cu, Şucu Bucu Ocu... Bunların hepsi muhteremdir ama iş emanete gelince öncelikli olan, önemli olan emanetlerin ehline verilmesidir.

     

    Polis teşkilatı bizim hizip veya fırkanın eline geçsin.

     

    Yargı bizim elimize geçsin.

     

    Üniversiteler bizim elimize geçsin. Bütün temel müesseseler bizim kontrolümüzde olsun.

     

    Millî eğitim bizim elimizde olsun...

     

    Bu düşünce, bu strateji, bu siyaset yanlıştır.

     

    Müslümanlıkta paylaşım vardır, işbirliği vardır, iş taksimi vardır.

     

    Diğer cemaatler, tarikatlar, hizip ve fırkalar dışlanamaz.

     

    Onlara üvey kardeş gözüyle bakılamaz.

     

    Emanetler, makamlar, mevkiler, memuriyetler hep bir cemaatin mensuplarına üleştirilirse ileride fitne ve fesat çıkar.

     

    Müslümanlar, kadrolaşma konusunda sekter zihniyeti bırakıp Ümmet şuuru ve birliği içinde hareket etmelidir.

     

    Ümmet, İslam dâvası, İslamî hizmetler bir cemaatle sınırlandırılamaz.

     

    Emanetlerin tevdiinde, ehliyetten önce bizim cemaate mensup olması şartı ön planda tutulursa hizmetler aksar, ileride telafisi çok zor bozukluklar olur.

     

    Benden hatırlatması.

     

     

    24 AĞUSTOS 2011

     

     


  17.  

    hayrettin-karamana-reddiye-hayrettin-karaman.jpg<

     

    Gündem futbol şikeleri, Ergenekon, özerklik iddiaları, terör gibi musibetlerle uğraşırken biz de Ehl-i sünnet inancına ve Ehli sünneti savunanlara pervasızca saldıranlara karşı mücadele etmekteyiz.

     

    Bu mücadeleyi verenlerden biri de Arifan Dergisi yazarlarından Ali Eren Hocaefendi. Arifan Dergisi 2011 Temmuz sayısından bazı kısımlarını yayınlayacağımız yazıda, Hayrettin karaman’ın içine düştüğü buhranı yazan Ali eren, çok derin tesbitlerde bulunuyor. işte o yazı:

     

    Dedelerimiz, “suç samur kürkünde olsa kimse üstüne almaz.” Demişler. Zamanımızdaki bazı sözüm ona hocalar da öyle. Hem suç işliyor hem de işledikleri suçu kabul etmiyorlar. Madem işledikleri suçun arkasında durmayacaklar, baştan yapmasalar ya. Olmaz! İlle de yapacaklar.

     

    Bir de diretmeleri var: Onlar istediklerini yazıp istediklerini söyleyecekler ama kimse onları tenkit etmeyecek. Niçin? Çünkü onlar hata yapmazlar. Onlar ne söylerler ne yazarlarsa doğrudur. Öyle ya canım, yapsa yapsa eski alimler hata yapar. Bunlar ise “La yüz el amma yef al”dirler.

     

    Hem yanlış yapıyorlar hem de sözlerinin arkasında dur(a)mıyorlar. Duramamak şöyle dursun, bir de kendilerini tenkit edenleri suçluyorlar.

     

    İyi ama bir insan ortaya bir şey atarsa, itiraz edilince ya müdafaa eder veya hatasını kabul edip susar değil mi? Hayır! Bunlarda o yok. Bunlarda varsa yoksa kendilerini tenkit edenleri suçlamak ve hakaret etmek.

     

    Değerli okuyucular! İşte buna katmerli hata derler.

     

    CÜBBESİ SARIĞI KIYAFETİ DIŞA VURAN AKILSIZ, MÜNAFIK, CAHİL…

    Buyurun huzurlarınızda Hayrettin Karaman.

     

    5/5/2011 tarihli “iftira kampanyası” başlıklı yazısından anlaşıldığına göre, bayağı sıkıntı içinde… Sıkıntı haliyle bakın neler yazmış:

     

    “Tarihte ve günümüzde müslümanlar en büyük zararı, kılığı, kıyafeti, cübbesi, sarığı, dışa vuran davranışları bakımından kendilerinden olan veya görünen, ama ya münafık, ya akılsız, ya cahil, ya ahlaksız insanlardan ve guruplardan gördüler.”

     

    Kurnaz profesör “tarihte ve günümüzde” diye başlayıp “münafık, akılsız, cahil, ahlaksız” diye suçladığı insanları “kılığı, kıyafeti, sarığı, dışa vuran davranışları bakımından müslümanlardan olan veya görünen” kimseler olarak tarif ederken, onlarda “cübbe ve sarık” olduğunu söylüyor da “sakal”dan bahsetmiyor. Halbuki herkes biliyor ki, tarihte ve günümüzde cübbeli ve sarıklı olanlar aynı zamanda sakallıdırlar. Amama sayın profesör sakalı es geçiyor. Neden?

     

    Çünkü kendisinin sakalı var…

     

    KARAMAN’IN AFGANİ, TEYMİYYE VE ABDUHLU EHLİ SÜNNETİ

    Yazının devamında Hayrettin Karaman’ın “Ehli sünnet” diyerek ehli sünneti savunanlara iftira etmesine cevap veren Ali Eren, Karaman’ın nasıl bir yanlış içinde olduğunu anlatıyor:

     

    Peygamberimiz’den 8 asır sonraya kadar duyulup bilinmediği halde “evvel yoğidi iş bu rivayet yeni çıktı” kabilinden, temelini İbn-i Teymiyye’nin attığı ve M. Raşid Rıza, Abduh, Cemaleddin Afgani gibi masonlarla haşır neşir olan kimseler tarafından devam ettiregelen, ucube bir inanç sistemi tutturmuşsunuz, adına Ehl-i sünnet İslamı diyorsunuz.

     

    Kimi, kimleri ve ne yüzle suçluyorsunuz Allah aşkına?

     

    Abdüh, M. Reşid Rıza, Cemaleddin Afgani gibi kimselerin her biri diğerini hocası, talebesi değil mi? Ya birinin hocası ve diğerinin talebesi mason değil mi?

     

    Bir de çıkmış kabul edilir sözmüş gibi,“Abduh, siyasi amaçlarına ulaşabilmek (Mısır’a istibdadı yıkmak, sömürgecileri ülkeden atmak) için faydalı olduğuna inanan üstadının ısrarı üzerine mason derneğine girmiş, ama sonra bununla ilgisini koparmış ve talebelerini de uyarmıştır. Reşid Rıza ise hayatı boyunca asla mason olmamış, tam aksine masonluk aleyhine dört kere fetva vermiştir.” Diyorsunuz.

     

    Biri de çıkıp size şöyle bir soru sorarsa cevabınız ne olur:

     

    “Sayın Hayrettin Bey! Masonluğun İslam dışı olduğu belli. Abdüh’ü masonluğundan dolayı suçlamadığınıza göre, faydalı gördüğünüz bazı neticelere ulaşmak için siz de mason olmayı düşünür müsünüz?”

     

    Önceleri Abdüh ve Cemaleddin Afgani gibi kimselerin mason olmadıklarını savunuyorlardı. Bu kimselerin mason ayinlerinde, mason önlükleriyle fotoğrafları ortaya çıkıp basına intikal edince ve bunu da dünya âlem bilince, bu sefer de yukarıdaki gibi tevili izahlara başvurmaya başladılar.

     

    Efendim şunun için mason oldu, bunun için mason oldu gibi…

     

    Sayın profesör! Bu makule insanları Müslümanlara sevdirmeye çalışan sizler, mecburen kabul ettiğiniz bu gerçeği dile getirirken bile onlar hakkında “mason olmuştur” diyemiyorsunuz da “mason derneğine girmiş” diyorsunuz. Yani bir kelimeden bile medet umacak kadar aciz duruma düşüyorsunuz.

     

    “Cübbeli, sarıklı” diye ona buna çamur atacağıza, “önü mason önlüklüleri” diye Abduhları kötüleseniz ya!

     

    Siz ey Hayrettin karaman!

     

    Hangi cesaret ve hangi düşünceyle ehl-i sünnet olmajdan bahsediyorsunuz?

     

    MEZHEBLER ÇORBASI İÇİN KİTAP SADELEŞTİREN KARAMAN!

     

    Mason Abduh’un talebesi M. Reşid Rıza, mezhebleri ortadan kaldırmak, mezheplerin birleştirilmesi yani mezhebler çorbası meydana getirilmesi için yazdığı “muhaveratü’l- muslih ve’l-Mukallid” isimli eserin “Mezahibin Telfiki ve İslamın Bir Noktaya Cem’i” adı ile tercüme edilip hayrettin karaman tarafından 1970’li yıllarda “İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhebleri” adıyla sadeleştirilmesini hatırlatan Eren Hocaefendi çok manalı bir soru soruyor:

     

    Sadeleştirmeyi kafi görmeyerek kitaba ayrıca notlar eklemediniz mi? Diyanet İşleri Başkanlığı, sizin “İslamda birlik ve Fıkıh Mezhepleri” adıyla sadeleştirdiğiniz bu kitabı, Ankara’da Türk Tarih Kurumu Basımevin’de 157 sayılı olarak 1974’te basmadı mı?

     

    Bu kitap ilim çevrelerince büyük tepki gördüğünden satıştan kaldırılmadı mı?

     

    Ali Eren Hoca’nın maskeleri indiren yazısının tamamını Arifan Dergisinden okuyabilir ve gerçekleri bu dergiden takip edebilirsiniz. Bizim mason Abduh’un talebelerine söyleyecek çok sözümüz var. Meydan boş değil Elhamdülillah. Sizlerin duaları ve destekleriyle bizler bu ipi göğüsledik, ehli sünnet inancımıza uzanan her türlü pis kokulu kirli eli tutmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Sizlerde bu çalışmayı yapan hocalarımızın makalelerini, video sohbetlerini dağıtarak, yayarak bu çalışmaya destek verebilirsiniz. Sevaplarda ortak oluruz inşallah…

     

    www.ismailaga.info

     

    • Like 2

  18. Efendimizin (Aleyhisselatu Vesselam) VEfatından hemen sonra yalancı peygamberler dahil birçok sapkın görüşlü kişinin çıkacağı Hadisi şeriflerle malumdur. Efendimiz Buyurduki Sallalahu Aleyhi vessellem;

     

    (Deccal gelmeden otuz kadar veya daha fazla kendilerine yalancılar çıkar. Bunlar, sizde olmayan adetler, bid’atler çıkarır ve dininizi değiştirirler. Bunlardan sakının ve onlara düşman olun.) [Taberani]

     

    İşte son dönemin fitnelerinden biri Prof. etiketli A.AZİZ BAYINDIR. Kendi kafasına göre dini yorumlayan bunu da kalkıp Kur-an'a dayandıracak kadar akıl vesiklasını kaybetmiş bu din hırsızının hezeyanlarına, safsatalarına inanmak itibar etmek mi akıllara ziyan efendim.

     

    Bunlar nerden tünedi başımıza leş kargaları misali kardeşim, her ramazan ayaklarının arsız, yüzlerinin nursuzluğu ile kanal kanal gezip ne kadar dal ve mudil fikirleri var ise ekrandan kusuyorlar.

    Yok mu abiciğim bunlardan başka hoca ( hocalıkta ayağa düştü) kim dini ipotek etti bunlara? din bu denli ayağa düşecek kadar garip mi kaldı? kim tasallut etti bunları yahu başımıza! Yok mu kardeşim bu freni patlamış tagiyyecilere yeter diyecek olan? Nereye gidiyoruz yahu bunlar vehhabilere rahmet okutacak kadar sapıttılar!

    Bunlardan kastım;

     

     

    Abdulaziz Bayındr,Yaşar Nuri,Süleyman Ateş,Bayraktar Bayraklı,Adnan Oktar,Hayrettin Karaman ve daha nice din bezirganı ve ruh erozyonu yaşayanlar!

    Bu milletin ruh,iman,gelenek köklerine bağlı taşkın zeka ve safi amel sahibi akl-i selim vicdan-i selim muslumanların saf ve ari iman ve amel duygularını sömürüp deforme ederek şer papağanları!

    Tüm mukaddesat önlerinde çarşaf gibi durur iken nursuzluk ve döneklikle içlerindeki iman nurunu söndürüp,varlıklarını dinsizlik adına ipotek edenler!

     

    İşleri maskaralık,gösteriş ve düzmeceden öte varmayan amma başımıza fazilet abidesi kesilen rezalette çukur yapanlar!

    Kendileri kof kafa ve hilkat ve vicdanları mefluca uğramış,kör dimağ ve mizaç bozukluğu yaşayan,dinini basit bir metaya satan adamcıklar hatta zerzavatlar!

     

    Bunlar kürsüde başka,minberde başka,ktaplarında ise çok başkalar kekeleyen mantıkları ile özünde saf velakin ilmi cihetten yoksun olan halkın vicdan ve iman yetisini semirerek kendilerini dava adamı ideal musluman rolu çizip sonra söylemleri ve eylemleri ile nasıl rezillikte taban yaptıklarını gösteren kubur fareleri!

     

    Cahiliye düzenin; sahte fikir namussuzu,kalp hulusu ve zeka asaletini kaybetmiş densiz ve ayarsızları!

     

    Sizler evet deccal kisbeli sizler tvlerde mecmualarda yüksek perdeden zehirlerinizi,kanlı ve köhne fikirlerinizi,taze körpe ve bilgisiz dimağlara geçire durun Ayette ki tabiri ile "dininiz ufacık bir me'taya" sata durun ve ilellahi turce'un, elbette Allah'a döndürüleceksiniz ve o vakit bizler sizin sapık ve dönekliğinize müşahitler olarak sizden mahkeme-i kübrada şikayetçi olacağız, ta ki ila cehennema zumera'ya kadar...

×
×
  • Create New...