Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Mabed

Üye
  • Content Count

    114
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    16

Posts posted by Mabed


  1. Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

    Günler şu heyûlâyı da, er geç, silecektir.

    Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,

    Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

    Mehmet Akif Ersoy'un vefatından birkaç dakika evvel kaleme aldığı şiir.

    • Like 2

  2. İlahi nedir bu aşk,yaktı cismü canımı

    Bundaki zevk başkadır,duyulur izhar olmaz.

    Ne tarafa giderim bırakıp sultanımı,

    Seni sevdi bu gönül,ölse ele yar olmaz.

     

    Herkese nasib olmaz,huzurundaki anlar.

    Ebedi hatıradır,bu bulunmaz zamanlar.

    Kadrinizi, biz gibi bir nebze anlayanlar

    Derler ki;Bu devirde,Sen gibi serdar olmaz.

     

    Feth ettiniz kalbimi,gizli bir miftah ile

    Bundan sonra nefsimin isyanları nafile

    Her bülbül aşık olur böyle vefalı güle

    Kim demiş zemheride,ılık bir bahar olmaz.

     

    Her sözünüz kalbime,ab-ı hayat katresi

    Senden başka ruhumun yok kurtuluş çaresi

    Ey cihanın şu anda,bir teki bir tanesi

    Biz günahkarlar için,bundan büyük kâr olmaz.

     

    Şairi Meçhul

    • Like 1

  3.  

    Bir Cuma Hutbesi Denemesi

     

     

     

    Muhterem Müslümanlar!.. Hamdler, övgüler, senâlar âlemlerin Yaratıcısı, Mâliki ve Rabbi olan Allah'a mahsustur.Âlemlere rahmet ve insanlara en güzel örnek ve model olarak gönderilmiş Resûlullah Muhammed Mustafa'ya salât ve selâm olsun.

     

    Onun bütün Ashabına, Etbâına, Ehl-i Beytine, Ezvâcına, Yârânına, bâhusus Hulefâ-i Râşidîne, Ebû Bekr Sıddiqa, Ömerü'l-Faruka, Osman Zinnureyne, Aliyyü'l-Murtazaya hayır dualar eder, Allah onlardan razı olsun deriz.

     

    Üzerimize vâcib olan hamdele, salvele ve duadan sonra...

     

    Ey Müslümanlar!.. İyi bilin ki, Hak ile bâtıl biz Müslümanlara kesin şekilde bildirilmiştir. Hakka tâbi olan Mevlâsını bulur kurtulur, bâtıla tâbi olan belâsını bulur, ebedî zarara uğrar, felâkete duçar olur.

     

    Allaha ve Resûlüne iman edip İslam'ı din olarak kabul edenler bilsinler ki, Kur'an-ı Azimüşşan Allah'ın kadîm kelâmıdır ve biz Müslümanların düstur ve imamıdır. Kim ona, doğru şekilde anlamak ve yorumlamak şartıyla uyarsa kurtuluşa erer.

     

    Kur'an'daki ilahî emirleri yerine getiren, ilahî yasaklardan uzak duran, ondaki ilahî öğütleri tutan aziz ve hür olur, böyle yapmayan zelil ve rezil olur.

     

    Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünneti de bir tür vahydir ve Müslümanların ona uyması vacibtir. Tevâtür beyyinesi ile sâbit olan sahih hadîsleri inkâr eden, dinden çıkar.

     

    Muhterem Müslümanlar!.. İslam hükümlerinin dört kaynağı Kitabullah, Peygamberimizin Sünneti, Ümmetin icmâı ve kıyas-ı fukahadır.

     

    Şeriat Allahın Kitabından ve Peygamberin Sünnetinden çıkartılmış din hükümleridir. Bütün iyiliklerin, doğruların, güzelliklerin kaynağı Şeriattır. Şeriatı inkar veya tahkir eden dinden çıkar.

     

    Kur'ana, Sünnete muhalif olan, ters düşen her şey bâtıldır.

     

    Allah zinayı haram kılmış ve kötülemiştir.

     

    Peygamber-i Zişan bu hükmü te'yid etmiş, zinayı kötülemiştir.

     

    On dört asır boyunca gelip geçen bütün din imamları, mezheb sahibi büyük müctehidler, rabbanî alim ve fakihler, kâmil mürşidler, sâlih Müslümanlar, Allah dostları zinayı kötü görmüşler, büyük bir günah ve suç olduğunda ittifak etmişlerdir.

     

    Riba Kur'an, Sünnet ve icmâ ümmet ile haramdır, büyük bir günahtır.

     

    Kadın ve kızların tesettüre girmeleri, iffetli ve namuslu bir hayat sürmeleri farzdır. Tesettürün Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sabit kesin bir farz olduğunu inkar eden dinden çıkar.

     

    Ey Müslümanlar!.. Beş vakit namaz, kesin farzların başıdır. Atalarımız asırlar boyunca bu farzı dosdoğru eda etmişlerdir. Yakın tarihimizdeki fitneler yüzünden Ümmet-i Muhammed'in büyük bir kısmı, belki de yüzde 90'ı bunu terk etmiştir. Bî-namazlık büyük ve vahim bir isyandır. Ümmetin alimleri, fakihleri, âqilleri, bilgeleri, güç ve imkân sahipleri halkın tekrar beş vakit namaza başlaması için hayırlı bir seferberlik başlatmalı, bugünkü yüzde 10'luk kılan oranını yüzde 50'lere ve daha fazlasına çıkartmak için en etkili şekilde çalışmalıdır.

     

    Namazdan sonra dinimizin önemli ibadetlerinden biri zekâttır. Zekat malla, parayla yapılan bir ibadettir. Zamanımızda Müslümanların bir kısmı ya hiç zekat vermiyor, yahut tam olarak vermiyor; bir kısmı zekat veriyor ama Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun olarak vermiyor, zekat borcunu ödemiş olmuyor. Zekat yerli yerinde ve doğru dürüst verilmediği için Müslüman fakirler, miskinler, mülteciler mağdur oluyor. Bu hususta da, gerçek ve muhlis ulema ve fukaha Ümmet'i uyarmalı, bilgilendirmeli, aydınlatmalıdır.

     

    Muhterem Müslümanlar!.. İslam dini, Kur'an, Sünnet ve Hikmet bizi Allahü Teala ile olan bütün işlerimizde ihlaslı olmaya çağırmakta, ihlasla işlenmeyen amel ve ibadetlerin kabul olmayacağını bildirmektedir. Ulema, fukaha, mürşidler, ziyalı sâlih Müslümanlar ihlas konusunda Ümmet'i bilgilendirmeli, aydınlatmalı, uyarmalıdır.

     

    Sevgili Müslümanlar!..

     

    Din elbette bir vicdan işidir ama sadece bir vicdan işi değildir. Din vicdanlara haps edilemez. İslam, Kur'an, Peygamber ve Sünneti hayata uygulanmak için gönderilmiştir.

     

    Ferdî/bireysel ve toplumsal hayatta yapılan, işlenen her şeyle ilgili olarak dinin bir hükmü ve değerlendirmesi vardır. Mesela namaz kılmak farzdır. Namaz kılmamak haramdır.

     

    Uyumak mübahtır. Sabah namazı vaktinde uyumak haramdır.

     

    Mükelleflerin bütün işleri ef'al-i mükellefîn denilen sekiz sınıf fiilden birinin kategorisine dahildir.

     

    Ey firâset sahibi Müslümanlar!.. Dinimiz ilahî din olduğu için onda kesinlikle reform, yenilik, değişiklik yapılamaz. İslam dini Avrupa standartları ve normlarına göre yorumlanamaz. Sevgili Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadîslerini AB normlarına, Feminizme göre ayıklamak korkunç bir ihanettir... Haçlıların ve Siyonistlerin istekleri doğrultusunda ılımlı bir İslam türetme teşebbüsleri bâtıldır.

     

    M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm ideolojisi ile ilahî İslam dini asla uyuşmaz ve bağdaşmaz.

     

    Peygamberimizin risâletini ilanından ve İslam dinini tebliğinden sonra, bu risalet ve tebliği duyup işitip de inkar ve tekzib edenler ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.

     

    Zamanımızda üç değil, bir tek ibrahimî din vardır ve o da İslam'dır.

     

    Tevhid inancı ile Teslis inancı asla uyuşmaz.

     

    Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamı, Kur'an-ı Kerimi, ilahî ve hak İslam dinini inkar edenler, kurtulmuşlar zümresinden değildir.

     

    Müslümanların temel vazifelerinden biri de, Ümmet-i dâveti imana, İslam'a, Kur'ana çağırmak için en etkili ve en uygun şekilde gece gündüz çalışıp hizmet etmektir.

     

    Muhterem Müslümanlar!..

     

    İslam hem bir din, hem bir medeniyet, hem bir dünya nizamı, hem de bir hayat/yaşama sistemidir.

     

    Müslümanlara, inandıkları gibi yaşamak hakkını ve hürriyetini vermeyen düzen ve sistemler zâlimdir.

     

    İyi, uyanık, olgun, şuurlu, firasetli bir Müslüman bâtıl nizam, sistem ve düzenlerden razı olmaz, onları benimsemez.

     

    Müslümanın dini İslam'dır, milleti İslam'dır, medeniyeti İslam ve Kur'an medeniyetidir, kültürü İslam kültürüdür, takvimi İslam takvimidir.

     

    Müslüman anne ve babaların küçük çocuklarına özel din ve Kur'an dersleri verdirmeleri yasağı insan haklarına, milli kimlik ve kültüre aykırı bir zulümdür.

     

    İngiltere gibi Hıristiyan bir ülkede isteyen Müslüman kadın doktorlar, kadın öğretmenler, kadın memureler, hattâ kadın polisler başörtülü hizmet verebiliyor da bizim ülkemizde niçin veremiyor?

     

    Ey Müslümanlar!.. Bilmiyorsanız öğreniniz, Hıristiyan İngiltere'de Müslümanlar için Şeriat mahkemeleri vardır.

     

    Türkiye bir İslam ülkesidir. Halkın büyük çoğunluğu Müslümandır. İnsan hak ve hürriyetlerinin temel maddesi din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak, çocuklarını kendi dinine göre yetiştirebilmek hürriyetidir.

     

    Ülkemizde İslam'ın ve Müslümanların, militan ve bağnaz düşmanları vardır, egemen azınlıklar vardır, derin gizli güçler vardır. Bunlar Müslüman çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerini çiğnemektedir. Her Müslüman bu güçlerle yasal sınırlar içinde mücadele etmeli ve hür Müslümanlar olabilmek için var gücüyle çalışmalıdır.

     

    Aziz Müslümanlar!..

     

    Din, iman, İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, mukaddesat hizmetleri kutsaldır. Bu hizmetler sırf Allah rızası için ihlasla yapılmalıdır. Yaratanın rızasını kazanmak için yapılan kutsal din hizmetlerinin ücret ve mükafatı yaratıklardan istenmemeli ve beklenmemelidir. Dünyanın en kötü, en iğrenç, en rezil ticareti din ticareti, mukaddesat bezirganlığıdır. Sevgili Müslümanlar!.. Din sömürücülerinin tuzaklarına düşmeyiniz, onların yalanlarına inanmayınız, onlara para kaptırmayınız.

     

    Mukaddes dinimiz rüşveti, her türlü haram kazancı, ribayı, haram yemeyi, lüksü, israfı, aşırı tüketimi, gururu, kibri yasak kılmıştır.

     

    Yirmi bin dolarlık bir araba kendisine yetecekken, ihtiyacını görecekken, sırf nefsini tatmin, gurur ve kibrini beslemek, çevresine caka satmak için 100 bin dolarlık lüks araba alan haram bir iş işlemiş ve büyük günaha girmiş olur.

     

    Ey Müslümanlar!.. Çok iyi bilmiş olunuz ki, bazı tv kanallarının yayınlarını Müslümanların seyr etmesi caiz değildir. Müslümanın evi, onun harîm-i ismetidir. Orada içki alemleri, fuhuş ve zina, iğrenç, azgın ve taşkın seks sahneleri, İslam'a kesinlikle aykırı çıplaklıklar, ahlaksızlıklar, iffetsizlikler, hayâsızlıklar, edepsizlikler sergilenemez, sahneye konulamaz. Televizyondaki bu gibi haram ve kötü yayınları evinizde çoluk çocuğunuza seyr ettirirseniz, yarın Mehkeme-i Kübrada bunun hesabının sorulacağından korkunuz. Ne cevap vereceksiniz?

     

    Ey Müslümanlar!.. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) bin dört yüz yıl önce haber vermiş olduğu âhir zaman alâmetlerinin küçüklerinin tamamı, büyüklerinin büyük kısmı zuhur etmiştir. Ahir zaman fitneleri, kasırgaları, zelzeleleri ve pislikleri içinde yaşadığımızı unutmayalım. Cahiller ve gafiller sarhoş olmuştur. Para, mal, zenginlik, riyaset, ün, alkış hırsları gözlerini döndürmüştür. Seks azgınlıkları eski Sodom ve Gomore'yi geride bırakmıştır. Din konusunda cahillik karanlıkları çok koyulaşmıştır. Bu zaman gaflet zamanı değil, uyanıklık zamanıdır. Herkes kendisinin, ailesinin, çoluk çocuğunun, akrabalarının, hemşehrilerinin, din kardeşlerinin, vatandaşlarının, insanların imanını kurtarmaya baksın. İmanını kurtaranlar, ömrü ölümüne iman ile bitişenler kurtulacaktır.

     

    Allah'ın rahmeti, selamı, bereketi, koruması üzerimize olsun... Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) ruhaniyeti bizi gölgelesin. Kur'ana ve Sünnete yapışalım. Allah'tan namaz ve sabır ile yardım isteyelim. En büyük düşmanımız olan nefs-i emmârelerimizle büyük cihad yapalım. Allah'ın yardımına nail olmak için Kur'anî, Nebevî, Şer'î vesilelere ve sebeplere yapışalım.

     

    Rabb olarak Allah'tan, Nebi olarak Muhammed Mustafa'dan, Kitab olarak Kur'andan, Din olarak İslam'dan razıyız...

     

    Kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teala'ya hamd ediyoruz...

     

    26 HAZİRAN 2011

     

     


  4. Bela ve Azap Gelince Kolay Kolay Gitmez

     

     

    Kuralı unutmayın: Bir İslam toplumunun, bir Müslüman ülkenin başına bela ve azab gelirse kolay kolay gitmez.

     

    Öyle musibetler, belalar ve azaplar vardır ki, sadece kötüleri vurmaz, genel gelir, kurunun yanında yaş da yanar.

     

    Müslüman bir toplumun Allah ile yapılmış bir misakı, Allah'a ibadet edeceğine, O'nun emir ve yasaklarına uyacağına, O'nun göndermiş olduğu Resule (Salat ve selam olsun ona) iman, biat ve itaat edeceğine dair verilmiş sözü ve taahhüdü vardır.

     

    Müslümanlar bu misaklarına, bu taahhütlerine riayet etmezlerse umumî bir bela, azap ve musibet gelir.

     

    Hainlerin yanında sâdıklar da zarar görür.

     

    Çünkü onlar emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını eda etmemişlerdir.

     

    Çünkü onlar, halkı yeteri kadar bilgilendirmemiş, aydınlatmamış, uyarmamışlardır.

     

    Çünkü onlar tağutla, deccal ve kezzablarla, Süfyanla yeteri kadar mücadele etmemişlerdir.

     

    Birinci dünya savaşında bazı Araplar (hepsi değil) İslam devletine, Hilafet-i uzma-i islamiyeye ihanet ettiler, cezalarını gördüler.

     

    Filistin Hilafet devletinin küçük bir mutasarrıflığı idi. Bağımsız bir devlet olarak yaşaması çok zordu. Nitekim önce İngiliz mandası oldu, sonra büyük kısmında İsrail kuruldu.

     

    İslamiyete sımsıkı bağlı ümmet şuuruna sahip, uyanık Müslümanları tenzih ederek General Allenby işgal ordusunu sevinçle karşılayan beyinsizlere soruyorum:

     

    Osmanlı "isti'mârından" kurtulayım, bağımsız Arap devleti kurulsun derken ne korkunç bir vartaya dûçâr oldunuz. Vatanınız elden gitti. Halkınızın bir kısmı mülteci oldu. Bin türlü kıyım, zulüm, rezalet, sefalet, zillet, esaret, zebunluk, ezilme ki sormayın...

     

    Osmanlı devleti zamanında İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'da Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Libya milletvekilleri vardı. Şimdi Kudüs'te Yahudi bayrağı dalgalanıyor. Gazze dünyanın en büyük hapishanesi ve işkencehanesi oldu.

     

    Şu Libya'nın haline bakınız. Kaddafi'nin son beyanı: "Kesinlikle çekip gitmeyeceğim. Çarpışarak öleceğim."

     

    Bir İslam ülkesine bela, azab, musibet gelince kolay kolay gitmez.

     

    İstanbul 1919'la 1922 arasında işgale uğradığı vakit bazı ilerici Müslümanlar familyalarını yanlarına alarak işgal kuvvetlerinin balolarına katılmışlardı. O tarihte Ankara rejimi çok sofu, Şeriatçı, dindar görünüyordu. Hatta "Men'-i Müskirat Kanunu" (alkollü içkileri yasaklayan kanun) çıkartılmıştı. Birtakım paşalar rakıyı, şarabı gizlice içmeye devam ediyorlardı ama halka dindar görünmeleri gerekiyordu. Karılarıyla birlikte balolara giden ilerici Osmanlılar aleyhinde Ankara Şer'iye Vekâleti (din ve şeriat işleri bakanlığı) zehir zemberek bir beyanname yayınlamış, memleket kurtulduğu ve İstanbul'u aldığımız vakit size çok ağır cezalar vereceğiz diye tehdit etmiştir... 1922'de Refet Paşa, Ankara Hükümeti adına İstanbul'u almış, son Halife-Padişah yurtdışına çıkmış, birkaç yıl sonra Türkiye Batı medeniyeti yollarında koşmaya başlamıştı.

     

    İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata hıyanet eden veya böyle hıyanetleri bütün gücüyle önlemeye çalışmayan; kendi öz İslam medeniyetini bırakıp, sefih ve sapık küfür medeniyetini benimseyen bir toplumun istikbali parlak değil, karanlık olur.

     

    Hidayeti dalâletle değiştirenler dünyada rezil ve rüsvay, âhirette büyük zarara uğramışlardan olurlar.

     

    Ne demiştim:

     

    Büyük bela ve bir azap, musibet gelince artık kolay kolay gitmez.

     

    Kaddafiler kolay kolay gitmez.

     

    Bazen diktatörler ölür, onların hatırası ve ruhu daha şedit, beter, ekfer şekilde saltanat sürmeye devam eder...

     

    Müslüman bir toplum "Din sadece bir vicdan işidir, dünyaya karışmaz" dedi mi, kısa zaman sonra belasını bulur. Allah hinleri zâlimlerle terbiye eder.

     

    Azabın en şiddetlisi, ilim ve kültür sahibi olup da bildiklerini doğru bilgilerle amel etmeyenlere olacaktır.

     

    Zamanımızda az veya çok haram menfaatler karşılığında dinlerini satan o bilenler yok mu...

     

    Müslüman bir toplum ümmet şuurunu ve idrakini yitirip; hizip, fırka, cemaatçilik, parçacılık asabiyetlerine kapılırsa belasını bulur.

     

    Benim cemaatim senin cemaatinden üstündür, benim şeyhim senin şeyhini döver... Öyle mi? Bela ve azap inince senin cemaatin mi, senin şeyhin uçuyor muydu uçmuyor muydu anlayacaksın...

     

    Allahu Teala ve Tekaddes Hazretleri bize doğruyu da bildirmiş, bâtılı da... Kim hidayeti (doğru inançları, hükümleri, ahlakı) seçerse Mevlâsını bulur; kim de dalâleti (sapıklığı, bozukluğu, küfrü, bidati, günahı, isyanı, tuğyanı) seçerse belasını bulur.

     

    Hilafet-i Uzma-yı İslamiye Allah'ın Müslümanlara ulu bir nimetiydi. Türkler bu mübarek müesseseye çok hizmet ettiler. 1924'te İslam'ın 101'inci son halifesi kovuldu ve Hilafet müessesesi tarihe karıştı. Elbette bunun hesabı sorulacaktır.

     

    Boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkını soracak olan mutlak adalet sahibi Allahu Teala Hazretleri Hilafet-i

     

    Kübrâ-yı Muhammediye'nin hesabını Türklerden sormaz mı?

     

    Hilafeti kaldıran ve son halife Abdulmecid bin Abdulaziz Han hazretlerini aile efradıyla ve bütün Hanedan-ı Âl-i Osman mensuplarıyla birlikte tard eden kanun şöyle diyor:

     

    "Hilafet Büyük Millet Meclisi'nin şahs-ı mânevisinde mündemic olduğu için..."

     

    Merhum Adnan Menderes 1960'ta ülke iğtişaş ve kaynaşma içindeyken Meclis çatısının altında Demokrat Parti milletvekillerine hitaben şöyle demişti:

     

    "Arkadaşlar!.. Millet size vekâlet vermiştir. Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz."

     

    Yaa, öyle mi?.. Bu sözünden dolayı Adnan Menderes'i astılar.

     

    Ahkâm-ı Şer'iye bir kere gitmeyegörsün. Geri gelmesi zordur.

     

    Hilafet yıkılmayagörsün. İhyası zordur.

     

    Tağûtî düzenin haram, necis, kirli rantlarıyla ve nemalarıyla beslenen, az veya çok dünya menfaati karşılığında İslam'ı satan kimseler, zenginleşmenin verdiği sarhoşlukla işin farkında değildir.

     

    Qâlû Belâ gününde Allah ile yaptıkları ahd ü misaka ihanet edenler, haram ve necis para ve mallarla zenginleşerek iyi bir ticaret yaptıklarını sanmasınlar. Onlar korkunç bir zarar içindedir.

     

    Yakın tarihimizde İslam ilimlerini okuyup öğrenmiş bazı ulema ve fukaha, zalimlere yağcılık yaparak canlarını koruyup selâmete çıktıklarını sanmışlardı. Zehî gaflet!.. Onlar İslam'ı ucuza sattılar, çok kötü bir ticaret yaptılar.

     

    Hikayenin sonuna gelmedik... Macera devam ediyor... Bakalım ileride neler olacak.

     

    Deccâliyet, Kezzâbûn, Süfyânîlik öyle kolay kolay gitmez...

     

    Derin şer güçleri sonuna kadar direneceklerdir. Kaddafi'ler, hayatına ve servetine dokunulmaması garantisine rağmen uçağa binip Libya'ları terk etmezler.

     

    Bir İslam ülkesinde haram yeme, şeytani şekilde zenginleşme, lüks, israf, sefahat, fuhuş zina, âşikâre fısk ve fücur, isyan ve tuğyan yaygın ise oradaki maddi kalkınma, yüksek binalar, köprüler, barajlar, limanlar, hava alanları, otoyollar, lüks otomobiller, Nemrûdî oteller ve lokantalar, kadın erkek birlikte denize girilen plajlar, aşırı konfor kerâmât değil, hep birer istidractır. (İstidracın manasını bilmeyenler muteber din kitaplarına müracaat etsinler)

     

    Bin kere tekrar etsem azdır: Azap, bela, musibet, dünyevi ceza gelince kolay kolay gitmez.

     

    Kaddafi gitmez, Maddafi de gitmez.

     

    Deccallar, Kezzaplar, Süfyanlar, Ekferîler öyle kolay kolay pes etmez.

     

    İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, tesettür nimetlerine küfranda bulunan Müslüman bir toplum, tövbe ve isyanlarında rücû' etmedikçe iflah olmaz, selamet sahiline çıkmaz.

     

    Bozuk düzenin haram rant ve nimetlerine, cîfeye talip olan kilap gibi talip olanların gelecekleri nurlu değil, katrânîdir.

     

    Bu yazımdan bir kişi, bir tek kişi mütenebbih olursa kendimi bahtiyar sayacağım.

     

    Hiç kimse mütenebbih olmasa, bir nebzecik tek cılız bir iniltiyle vazifemi yapmış olur muyum acaba?

     

    25 HAZİRAN 2011

     

     


  5. Medenî Toplum, Barbar Sürü...

     

    Medenî ülkelerin halkının büyük kısmında çevre, tabiî düzen kavramı vardır. Fransa'da bazı vilayetlerin halkı oto yol yapılmasını istemez.

     

    Çünkü oto yolla birlikte nüfus, yapılaşma patlaması olacak, tabiî düzen ve huzur bozulacaktır.

     

    Bizde Hopa'ya Gürcistan sınırına kadar uzanan, denizin mavisi ile karanın yeşili arasına giren o çirkin sahil yoluna medenî halklar asla izin vermezlerdi. Yol yapılmasın mı? Ne münasebet, elbette yapılacak ama sahilde değil, yukarıdan geçmek şartıyla.

     

    Şehirlerin çok yakınına çimento fabrikası yapılması doğru değildir. Birkaç yüz kişiye iş çıkar, onbinlerce kişinin sağlığını ve huzurunu bozar.

     

    Küçük barajlar yapılacak, elektrik elde edilecek diye o güzelim ormanları, çalılıkları, vadileri, dereleri tahrip etmeye hiçbir medenî halk izin vermez.

     

    Medenî ülkelerin ormanlarından, ormancılık ilmine uygun olmak şartıyla ağaç kesilir ama kesinlikle milyonlarca ağaç yapılaşma için kesilmez.

     

    Bu kış sonu İstanbul'da binlerce ağaç kötü budandı. Medenî bir halk bu katliama izin vermez.

     

    Bundan elli altmış yıl önce Boğaziçi'nde ve Marmara'da 300 çeşit balık tutuluyordu. Şimdi bu rakam 30-40'a indi. Niçin? Yamyamlıktan.

     

    Benim çocukluğumda dere boylarında kunduzlar yaşardı. Şimdi onlar nerede?

     

    Medenî toplumlar temiz hava içinde, güzel manzaralar, peyzajlar seyrederek yaşamak ister, tabiî düzenin bozulmasına razı olmaz.

     

    Medenî ülkelerin halkları gökdelenlerde, sekiz on katlı heyula apartmanlarda değil, genellikle şirin bahçeli evlerde yaşar.

     

    Medenî ülkeler ormanlarla, parklarla, sun'î (yapay) göllerle doludur.

     

    Medenî ülkelerin ormanları içinden geçen oto yol kenarlarında yola geyik çıkabileceğini bildiren trafik levhalarına rastlarsınız.

     

    Medenî halklar kırlık kesimde piknik yaptıktan sonra orayı terk ederken hiçbir çöp ve kir bırakmazlar. Pet şişeleri, kağıtları, zibilleri torbaya koyup çöp konteynerine atarlar.

     

    Medenî ülkelerin parklarında vatandaşlar kabak ve ayçiçeği tohumu yiyip kabuklarını yere atmaz.

     

    Hiçbir medenî ülkenin mâbedinde WC men women WC WC WC... One lira... WC WC hela tuvalet bir lira... gibi iğrenç ve öğürtücü levhalar ve reklamlar göremezsiniz.

     

    Medenî ülkelerin dev şehirlerinde sabahleyin milyonlarca, akşamleyin milyonlarca vatandaş lüks arabalarda tek başına gurur ve kibir içinde sefihâne seyahat etmez.

     

    Hiçbir medenî ülkenin halkı, kendi ana diliyle yazılı olup da 1928'den önce basılmış kitapları okuyamamak gibi rezil bir cahillikle malûl değildir.

     

    Hiçbir medenî halk, şehrin en büyük camiinin ibadete kapatılıp müze yapılması kepazeliğine tahammül etmez.

     

    Medenî toplumlar, yararlarına ve zararlarına olan şeyleri bilirler.

     

    Medenî toplumlar tabiî (ekolojik) düzeni titizlik ve hassasiyetle korurlar.

     

    Medenî toplumlar yeşili, ağaçları tahrip etmez.

     

    Medenî toplumlar çılgın bir yapılaşmaya, betonlaşmaya izin vermez.

     

    Medenî toplumlar yabani hayvanları, kuşları korur.

     

    Medenî toplumlar çirkin binalardan nefret eder.

     

    Medenî toplumlar para için, rant için her haltı yemez.

     

    Medenî ülkelerin uluslararası temizlik ve şeffaflık notlarına bakınız. Yeni Zelanda, Norveç, İsveç, Finlandiya... 10 üzerinden 9 küsur, 8 küsur...

     

    Bir ülkede temizlik ve şeffaflık notu beşin altındaysa bilin ki, orası medeni bir ülke değildir.

     

    Öyle bir ülke bir İslam ülkesiyse orada İslam iyi bilinmemekte ve başarıyla uygulanıp yaşanmamaktadır.

     

    Siz Peygamberin (salat ve selam olsun ona) karıncaları ve böcekleri bile korumayı ve gözetmeyi öğütleyen hadîslerini biliyor musunuz?

     

    Peygamber bir keresinde ordusuyla Mekke ile Medine arasındaki bir yerden geçerken yolda yavrularını emziren dişi bir köpek görmüş, ashabtan birini vazifelendirip "Bu köpeğin ve yavrularının başında bekle, bizim ordu geçinceye kadar onlara bir şey olmasın" dediğini biliyor musunuz?

     

    Haram yiyenler, rantçılar, nemacılar, faizciler, yeşili tahrip edenler, betona tapanlar, para ve zenginlik için her haltı yiyenler, vahşi hayvanları ve bitki örtüsünü katl edenler, denizleri, gölleri ve nehirleri kirletenler, mesire yerlerini çöplüğe çevirenler, gece yarısı çöp poşetini apartmanın beşinci katından sokağa fırlatanlar, burnunu sildiği kağıt mendili otomobil penceresinden yola atanlar, ülkeyi vatanı değil, çöplüğü sananlar soruyorum size siz medenî bir toplum musunuz, yoksa barbar sürüler mi?

     

    * (İkinci yazı)

     

     

    Hizmetler ve Tenkitler

    Felsefeleri şu: "-Biz çok hizmet ediyoruz, sen bizi tenkit edemezsin..."

     

    Cevap: Ben sizin hizmetlerinizi tenkit etmiyorum, bazı hatâlı inanç, düşünce, görüş ve metotlarınızı tenkit ediyorum. Tenkit ederken de şahıs veya topluluk ismi zikr etmiyorum.

     

    Hangi konularda tenkit ediyorum? Tenkitlerim, zaruriyat-ı diniyeye aykırı inanç, fikir ve görüşlerle ilgilidir.

     

    1. Kur'an çok açık ve kesin şekilde "Allah katında (makbul, geçerli, hak) din İslam'dır" diyor. Bunun aksi iddia edilemez.

     

    2. Kur'an "İbrahim Yahudi ve Nasranî değildi. O hanif ve müslimdi" diyor. Bu devirde tek ibrahimî din İslam'dır. Başka ibrahimî dinler olduğunu iddia etmek büyük hatâdır, sapmadır.

     

    3. Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona) insanları İslam'a dâvet etmeye başladıktan sonra onu yalanlayan, onu reddeden ve böyle ölen kimseler için necat ve Cennet yoktur. Aksini iddia etmek vahim bir sapmadır.

     

    4. Kur'an çok açık bir şekilde "Kâfirlerin dost ve velî edinilmemesini" ihtar etmektedir.

     

    5. Hiçbir Müslümanın dinden ödün vermeye hakkı yoktur.

     

    6. Kelime-i Şehâdet bir bütündür. La ilahe illallah'tan sonra gelen Muhammed Resulullah kısmının söylenmesi, ilan edilmesi, cihan halkının Resulullaha imana, biata, itaate çağırılması şarttır.

     

    7. Tevhid inancı ile Teslis inancı asla uyuşmaz ve bağdaşmaz. Binaenaleyh Teslisçilerle Müslümanlar arasında Allah'a iman konusunda ittifak ve uyum yoktur.

     

    8. Peygamberlere iman konusunda Ehl-i Kitab ile Ehl-i iman arasında ittifak yoktur. Çünkü onlar, "Âlemlere rahmet olarak" gönderilmiş Son Peygamber'e (Salat ve selam olsun ona) iman etmiyorlar, onu Peygamber kabul etmiyorlar, onu tekzib ediyorlar.

     

    9. Ehl-i Kitab ile aramızda, Allah'ın Kitabları konusunda da ittifak ve uyum yoktur. Çünkü onlar, Kur'an-ı Azimüşşan'a inanmıyorlar, onun İlahî Kitab olduğunu kabul etmiyorlar.

     

    10. Mardin Kasımiye medresesinde çan sesleri içinde Ezan okunurken papazlarla birlikte havuz üzerindeki salaş Diyalog köprüsünden güle oynaya merasimle geçmek gibi tiyatrolar da İslam dini, Tevhid inancı ile kesinlikle bağdaşmaz.

     

    Yukarıda açıkça beyan ettiğim on madde ile ilgili tenkitler başka konularda yapılmış olan hizmetlerin inkarı mânasına gelmez. Azıcık mantık okumuş kişi böyle düşünmez. Bendeniz Ehl-i Sünnet mezhebine mensup Müslüman bir yazarım. Elbette Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, zaruriyat-ı diniyeye aykırı hatâlı inanç, fikir ve görüşleri (terbiye, edeb, insaf ve adalet dairesinde) tenkit edeceğim.

     

    Bu tenkitleri yaparken şahıs ve kurum ismi vermemem gerekir, tenkitlerim anonimdir.

     

    Yaptığım tenkitlerin, uyarıların yanlış ve isabetsiz olduğunu iddia eden çıkarsa, cevabım şudur:

     

    (A) Bendeniz kendi kafamdan yazmıyorum. İslam'ın temel inançlarını, zarurî dini hükümleri savunuyorum.

     

    Buyursunlar büyük bir tv'de adaletli ve insaflı bir tartışma yapılsın. Buna icazetli Ehl-i Sünnet alimleri ile tenkit ettiğimiz tarafın temsilcileri katılsın. Gerekirse bu tartışmalar beş on celse devam etsin. Bilahare zabıtlar yayınlansın. (Böyle bir açık oturum mutlaka âdil bir noter vasıtasıyla idare edilmelidir.) Bakalım nasıl bir netice çıkacaktır?

     

    Bendeniz hiçbir hizmeti inkar etmem.

     

    Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete aykırı bir inanç, fikir, görüş görürsem, onları Ehl-i Sünnete göre tenkit ederim.

     

    Tenkit ederken isim vererek, fitne ve fesat çıkartmaktan son derece çekinirim.

     

    İki kere ikinin dört ettiğini söylemek, iki kere iki dört etmez diyenleri tenkit etmek için matematik ordinaryüs profesörü olmak gerekmez.

     

    Haleb oradaysa arşın buradadır, buyursunlar milyonlarca halkın huzurunda bir açık oturum tertiplesinler ve tartışsınlar.

     

    Lütfen çok rica ve istirham ediyorum, hepimiz din kardeşiyiz, bize taqiyye yapmasınlar.

     

    Cenab-ı Hak cümlemize hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görmeyi nasib buyursun. Âmin

     

     

    24 HAZİRAN 2011


  6. Vakıf Belası

     

     

    Cumhuriyet'in ilanından sonra CHP oligarşik diktatörlük rejiminin kara günlerinde binlerce cami yıkılmış, satılmış, kiraya verilmiş, tahrip edilmiştir. Yine binlerce tekke, zaviye, medrese, taş mektep imarethane ve başka vakıf binası da yok edilmiş, satılmış, vakfiyesinden başka maksatlarla kullanılmıştır.

     

    Yakın tarihte İslam Vakıflarına (Evkaf-i İslamiye) yapılan hıyanetin, zulmün, haksızlığın en büyüğü Ayasofya-i Kebir cami-i şerifinin İslam ibadetine kapatılmasıdır.

     

    Cennetmekân Firdevs-âşiyan Sultan Mehemmed Han hazretleri Ayasofya ile ilgili Arapça vakfiyesinde mealen şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın ve meleklerin laneti, benim bu camimi camilikten çıkartanların, vakfımı bozacak olanların üzerine olsun!"

     

    Cumhuriyet'ten sonra ülkemizde yapılan cami ve vakıf eserleri kıyımı üzerinde fikir edinmek isteyenler "Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı" adlı kitabıma bakabilirler. (Bedir Yayınevi, tel. 0212/519 36 18)

     

    İstanbul'un sadece eski Eminönü kaymakamlığı bölgesinde 120 küsur caminin ismi vardır cismi yoktur. Bunca camimizi, medresemizi, dergahımızı, taş mektebimizi, imarethanemizi ve başka vakıf eserlerimizi yıkanlar, onların vakfiyelerindeki lanete mustahik ve layık olmuşlardır. Ya Rabbi, bu ne korkunç bir vebaldir.

     

    Vakfedilmiş gayr-i menkullar (taşınmaz mallar) hayrat vakfı ve âkar vakfı diye iki büyük gruba ayrılır.

     

    Yakın tarihimizde hadsiz hesapsız hayrat vakfı yok edilirken, onlardan kat kat fazla âkar vakfı da satılmış, yok edilmiş, kapanın elinde kalmıştır.

     

    Tarihî Müslüman kabristanları da vakıf arazisiydi. Maalesef onların da çoğu yok edilmiştir.

     

    Söylemeye hâcet yok, sadece Üsküdar'daki Selanik Dönmeleri mezarlığı titizlikle korunmuş, onun bir taşına bile dokunulmamıştır.

     

    Camilerimizde, türbelerde, taş mekteplerde vakıf eşyası vardı. Yazma Kur'an-ı Kerimler, sedef kakmalı rahleler ve dolaplar, kıymetli, tarihî, müzelik kumaşlardan pûşideler, perdeler, seccadeler, mangallar, şamdanlar, kandiller... Onların da kısm-ı âzamı (hattâ tamamı) bugün yoktur, yağmalanmıştır.

     

    Camilerden hangi menkul (taşınabilen, kolay çalınabilen) eşya gitmiştir?

     

    1. Çok kıymetli sayısız hüsn-i hat levhaları çalınmıştır. Birkaç örnek vereyim: Boğaziçi Emirgan camii bundan otuz kırk yıl önce bir hat müzesi gibiydi. Şu anda bir tek levha yoktur... Sultan Abdülhamid-i Sani hazretlerinin yaptırdığı Yıldız camii hat şaheserleriyle doluydu. Şu anda bunlar sırra kadem basmıştır... Sultanahmet İshak Paşa camiinde 1980'li yılların başlarında dört nefis hat vardı. Sol duvarda Sami efendinin çividi mavi zemin üzerine zerendud bir levhası, onun yanında Reisülhattatîn Hacı Kâmil efendinin bir şaheseri. Karşıdaki sağ duvarda da iki orijinal hat vardı, hattatlarını hatırlamıyorum. Bunların dördünü de vakıf eseri uğruları çaldılar. Allah'ın laneti üzerlerine olsun, iki yakaları bir araya gelmesin... Vefa bozacısının bitişiğinde Halk Partisi devrinde kiraya verilip nalbant dükkanı yapılmış olan küçük camide (tekrar açıldıktan sonra) Muhsinzade'nin nefis mi nefis bir levhası vardı, şimdi yok... Çemberlitaş'tan Sultanahmed'e inerken Fuad Paşa camii hat müzesi gibiydi. Restorasyon yapıldı, tekrar açılınca baktık ki, bir tek levha yok!..

     

    2. Yurdumuzdaki binlerce tarihî eski caminin zeminindeki halı ve kilimlerin bir kısmı çok kıymetliydi. Bunlar da, özel dokunmuş birkaç çok büyük cami halısı dışında hepsi yağma edilmiştir. İşin ağlanacak tarafı şudur ki, bunları canları gibi koruması gereken Müslümanlar korumamışlar, halı uğrularına kaptırmışlar, karşılığında anilin boyalı, rezil, çirkin, sanatsız, maddi kıymeti olmayan yaygılar almışlardır. Hem de "Oh, o eski paçavralardan kurtulduk, yemyeşil, kıpkırmızı, cascavlak makine halıları aldık, ne iyi oldu, ne güzel bir değiş tokuş yaptık!.." diyerek.

     

    3. Camilerimizden, türbelerimizden çok kıymetli çini panolar ve karolar da çalınmıştır. Bunların bir kısmı dış ülke müzelerine ve koleksiyonerlerine satılmıştır.

     

    4. Kıymetli şamdanlar, rahleler de gitmiştir.

     

    Vakıf eşyası çalan eşkıya yangın çıkartmaktan da çekinmemiştir. Vakıfların Topkapı dışındaki deposu soyulduktan sonra izleri silmek, delilleri yok etmek için yakılmıştır.

     

    Hangi tarihi vakıf binasında yangın çıkmışsa bilin ki, hırsızlar bir şeyleri götürmüştür ve izleri silmiştir.

     

    Bendenizde Aksaray Pertevniyal Valide Sultan'ın türbesindeki eşyanın orijinal listesi var. Bunların hiçbiri bugün yerinde değildir.

     

    Vakıf eşyası çalanlar lanet altındadır. Lanet korkunç bir şeydir.

     

    Bu eserlerin muhafazasına dikkat etmeyenler de büyük günah işlemişler ve vebal altında kalmışlardır.

     

    İstanbul'daki Ok Meydanı vakıf araziydi. Yağmalanmış, kapanın elinde kalmıştır.

     

    Bir ara hırsızlar, camilerin, türbelerin, şadırvanların alemlerini (kısa "a" ile) apartıp sattılar.

     

    Ölmüş ecdadımızın güzel yazılı mezar taşlarını çalıp sattılar.

     

    Bu memleket medenî ve sanattan anlayan kafirlerin istilasına uğramış olsaydı, İslam mezarlıkları son devirde uğradıkları kadar yaygın ve yoğun tahribata uğramazdı.

     

    En son Çarşıkapı yeraltı geçidinin önünde köşedeki camide duran zerendud levha çalındı.

     

    Cağaloğlu Molla Fenari camiindeki Re'sül-hikme mehafetullah levhası çalındı.

     

    Eski serseriler cami duvarına işemezlerdi.

     

    Eski hırsızlar camileri, vakıf eserlerini soymazlardı.

     

    Şimdiki hırsızlar para için analarını bile satıyor.

     

    Bu satırları elim titreyerek, içim kan ağlayarak, gözlerim yaşararak yazıyorum.

     

    Çalanlara ve çaldıranlara beddua ediyorum.

     

    Lanet bedduasının ne korkunç ve dehşetli bir beddua olduğunu bilseler vakıf hırsızları, vakıf tahripçileri bu işleri yapmazlardı.

     

    Ya Rabbi ne günlere kaldık!..

     

    Camiden hoparlör, klima cihazı veya soğuk su makinesi çalınsa üzüntüden kendilerini yerden yere vuranlar, keder ve kahırdan çıldıranlar maalesef kıymetli bir hat, antika bir halı veya tarihî bir çini çalınınca pek heyecanlanıp üzülmüyorlar.

     

    Bu memlekette yeterli sayıda kültürlü, sanatlı, medenî Müslüman olsaydı vakıf eserleri yağmalanmaz ve çalınmazdı. Çalınanların yerine yeni sanatlı eserler konulurdu.

     

    Sultanahmed'in altında sahilde demiryolunun bitişiğinde birkaç yıl önce restore edilen 1500 yıllık (eskiden kiliseymiş) Küçükayasofya cami-i şerifine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Kadir Topbaş beyefendi büyük boy güzel bir hilye-i şerif levhası hediye etti. Bendeniz de onun karşısındaki duvara Hattat-ı şehîr Ali Toy üstadın nefis bir yazısını tezhibletip astırdım. Çalınan, yağmalanan, eşkıyanın eline geçen binlerce vakıf levhanın ikisinin yerine başka güzel levhalar konulmuş oldu. Ötekilerin yerleri boş kaldı. Kimin umurunda?

     

    * (İkinci yazı)

     

     

    Tasavvuf Haktır

    Bir kimse ehl-i Tevhid ve ehl-i Kıble ise, yani kelime-i Şehadeti diliyle söylüyor ve iman ettim diyorsa ve namazı kılıyorsa onu tekfir etmek, yani küfürle suçlamak ve ona müşriktir demek büyük bir zulümdür.

     

    Maalesef bu zulmü bozuk bir fırkanın sözde alimleri ve taraftarları yapıyor.

     

    Bu bozuk bid'at fırkasının bağlıları tasavvufu inkar ediyor, tasavvuf ve tarikat Müslümanlarını şirkle (Allah'a ortak koşmakla) suçluyor.

     

    Bende onların kitapları var. Açıkça "Tarikat evliyası evliyauşşeytandır!" diye yazmışlar. Böyle bir iftiradan Allah'a sığınırız.

     

    Ehl-i Sünnet'in büyük alimlerinden ve temsilcilerinden Hüccetülislam İmamı Gazalî hazretleri "el-Munkizu mine'd-Dalâl" adlı kitabında, meşrebler ve cereyanlar içinde İslam'a, Kur'ana, Sünnet'e en uygun taifenin taife-i sufiyye olduğunu yazıyor.

     

    Tasavvuf İslam ahlakı demektir. Tasavvuf ihlas, ihsan, mürüvvet, hilm, takva, vera demektir.

     

    Hakikî tasavvufta İslam'a, Kur'ana, Sünnet'e, Şeriat'a aykırı hiçbir

     

    şey yoktur.

     

    Bir din alimi yamukluk yapsa, onun yamukluğu yüzünden fıkha ve Şeriata leke sürülebilir mi? Elbette sürülmez.

     

    Bir tasavvufçu ve tarikatçi yamukluk yaparsa, onun yamukluğu kendine aittir, bu yüzden tarikata ve tasavvufa leke sürülmez.

     

    Tasavvuf ve tarikat büyükleri, Peygamberden (Salat ve selam olsun ona) ve Selef-i Sâlihînden sonra İslam dininin en üstün temsilcileridir.

     

    Onlar tahkikî iman sahibiydiler, namazı dosdoğru kılmışlar ve Resulullah'ın ahlakı ile ahlaklı idiler.

     

    Oturarak, ayakta, uzanmış olarak zikr etmek caizdir.

     

    23 HAZİRAN 2011


  7. Berlin'de Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanların aynı çatı altında toplanacağı bir ibadethane kurulması planlanıyor.Alman Radyosu Deutche Welle'nin haberine göre Berlin'de üç semavî dinin aynı çatı altında toplanacağı bir ibadethane kurulması planlanıyor. Berlin'deki Protestan Petri ve Marien Kiliseleri tarafından planlanan projeye Berlin Eyaleti Kültür Bakanlığı da destek veriyor.

    Henüz fikir aşamasında olan proje, şimdiden tartışmalara yol açıyor. Tepki gösterenlerin başında ise Berlin Protestan Akademisi yer alıyor.

    TARİHİ KİLİSENİN YERİNE ORTAK İBADETHANE

    Hrıstiyan, Yahudi ve Müslümanları biraraya getirecek olan ibadethanenin, Berlin'in tarihî Petri Meydanı'nda inşa edilmesi planlanıyor. Berlin'in doğusunda kalan bu meydanda, 13'üncü yüzyılda inşa edilen, İkinci Dünya Savaşı'nda zarar gören ve 1964'te yıkılan Petri Kilisesi bulunuyordu.

    ALMANYA'DA ÇOK SAYIDA CAMİİ BULUNUYOR

    Bu kilisenin bağlı olduğu Protestan Marien Kilisesi Papazı Gregor Hohberg, 2007 yılına kadar otopark olarak kullanılan bu meydana yeni bir dinî yapı inşa etmeye karar verdiklerini belirtiyor. "Ancak sadece bir kilise inşa etmek istemedik, çünkü Berlin çok değişti" diyen Hohberg, artık Hrıstiyanların sayısının daha az, Müslümanların sayısının geçmişe göre daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.

    Bu meydanın dinî bir yer olarak kalmasının önemli olduğuna düşündüklerini kaydeden Hohberg, "ama burayı Berlin'in geçmişinde önem taşıyan ve geleceğinde de önem taşıyacak üç semavî dine açmaya" karar verdiklerini söylüyor.

    İBADETHANENİN HEDEFİ

    Projeye Berlin Yahudi Cemaati'nin yanı sıra Müslümanları temsilen Kültürlerarası Diyalog Forumu adlı dernek katılıyor. Papaz Hohberg, üç dini aynı çatı altında biraraya getirecek binayla, kentteki barışa katkıda bulunmayı hedeflediklerini söylüyor.

    Hohberg, "Ortak hedefimiz, her dinin kendine ait ibadet yeri olacak bir bina inşa etmek. Ancak bu binanın kentteki herkese açık olmasını, inanmayan insanların da ilgilerini çekerek oraya gelmelerini istiyoruz. Kanımızca, eğer o binada dinler arası iletişim kurabilir ve kendi dinî inançlarımızı yerine getirebilirsek, kentteki barışa bir katkı sağlayabiliriz" diyor. Hedeflerden biri de dinlerin tanıtılması.

    PROJEYE TEPKİLER

    Maliyeti Marien Kilisesi tarafından karşılanacak binanın mimarî projesinin belirlenmesi için önümüzdeki aylarda bir yarışma açılması planlanıyor. Ancak daha fikir aşamasında olan proje şimdiden tepki çekmeye başladı. Berlin Protestan Akademisi Müdür Yardımcısı Erika Godel projeye karşı çıkıyor.

    Godel, "Ben böyle bir ibadethanenin nasıl işleyebileceği konusunda henüz ikna olmadım" diyor. Bunun güzel bir fikir olabileceğini, özellikle kriz yaşandığı durumlarda insanların ortaklaşa bir şey yapma isteğiyle böyle bir fikrin doğmuş olabileceğine işaret ediyor.

    BERLİN'DE İNŞAA EDİLMESİ DÜŞÜNÜLÜYORAncak Godel, "üç dinin yanyana ibadet edebileceği, kutsal bir binanın yapılmasıyla bu ortak istek ifade edilebilir mi, bu kimin için iyi olur, gerçekten bilmiyorum" diyor. Dinler arasında diyalog kurmak için böyle bir binaya ihtiyaç olmadığını belirten Godel, Hrıstiyan, Yahudi ve Müslümanların birlikte ibadet edemeyeceğini savunuyor.

    3 DİN AYNI ANDA İBADET ETSİN!Projeye destek veren Kültürlerarası Diyalog Forumu adlı derneğin başkanı Ercan Karakoyun ise zaten böyle bir hedeflerinin olmadığını vurgularak sözlerini şöyle sürdürüyor:

    "Üç dini bir arada ibadet ettirmek o kadar kolay bir şey değil. Ondan dolayı biz şuna karar verdik; üç dinin bir arada ibadet etmesi yerine, aynı çatı altında üç tane bölüm olsun, bir bölüm Yahudilere, bir bölüm Müslümanlara, bir bölüm de Hrıstiyanlara, orada da kendilerine has ibadetlerini yapsınlar."

    Projede, üç dinin birlikte ibadet etmesi ŞİMDİLİK öngörülmüyor. Berlin Yahudi Cemaati de üç dinin birlikte ibadet etmesinin mümkün olmadığı görüşünde. Cemaatin basın sözcüsü Maya Zehden, ancak ortak bir amaç için dua edilebileceğini belirtiyor.

    İTİRAF ETTİLERZehden, "Elbette belirli bir amaç için ortaklaşa dua edilebilir. Ayrıca bu projenin konsepti geliştirilirken, bu binanın bir çeşit okul olması da düşünüldü. Bu şekilde, orada eğitim alacak genç papaz, imam ve hahamlara dinlerin hangi ortak yanları olduğunu gösterilebilir ve onların biraraya gelmesi sağlanabilir" diyor.


  8. ( iNANÇ)

    DiN: Allah-u Teala tarafından konulan bir kanundur ki, insanlara yaratılışlarındaki gaye ve

    hedefi, Allah-u Teala’ya ne suretle ibadet yapılacağını bildirir.

     

    Din insanları, güzel olanı seçmeleriyle, hayırlı olan şeylere götürür.

     

    Bu ilahi kanunu Peygamberler vahiy suretiyle Cenab-ı Haktan öğrenerek insanlara

    ulaştırmışlardır.

     

    iMAN: Allah-u Teala’ya ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Allah-u

    Teala tarafından getirdiği Ahkam-ı lahiyye” ( lahi hükümler) in tamamına inanmak ve

    kabullenmekten ibarettir.

     

    iSLAM: manla aynı manadadır. Dolayısıyla her mümin, müslim; her müslim de mümindir.

    Gerçi lügat itibarıyla iman, inanmak; islam ise teslimiyet ve boyun eğmek anlamlarına

    gelmekteyse de din açısından ikisinin de hükmü birdir.

     

    imansartlari.jpg

     

     

    iMAN ŞARTLARI:

    (Amentübillahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi velyevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi

    teala velba’sü ba’delmevti hakkun eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü)

     

    ( Manası )

    “Ben, Allah-u Teala’ya, meleklerine, kitaplarına, Resul (Peygamber) lerine, Ahiret gününe,

    kader (takdir edilen şeyler) in hayırlısı ve şerlisi (yaratılmak yönünden) Allah-ü Teala’dan

    olduğuna inandım.

     

    Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şehadet ederim ki Allah-u Teala dan başka hiçbir ilah

    yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah (-u

    Tealan) in kulu ve Resulüdür.”

     

    Bilindiği üzere iman şartları altıdır.

     

    1- ALLAH’A iNANMAK.

    Tabiki Allah’a inanmak için evvela onu tanımak lazımdır. Yahudi ve Hıristiyanlar da Allah

    inandıklarını söylemektelerse de; “Allah’ın oğlu ve hanımı var” şeklindeki sapık

    inançlarından dolayı Allah’a inanmaları muteber sayılmamıştır.

     

    Dolayısıyla Allah’a inanmak, onun: “Varlığına, birliğine, doğmadığına, doğurmadığına, oğlu

    kızı ve hanımı bulunmadığına, eşi dengi olmadığına, bütün kemal sıfatlarla muttasıf olup,

    bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna” inanmak demektir ki bu hususta daha geniş

    malümat ileride görülecektir.

     

    O Halde Allah-u Teal hakkında şuna inanmalıyız ki, “Allah-u Teala varlığı vacip olan,

    yokluğu düşünülemeyen ve varlığı zatından olup hiçbir kimseye muhtaç olmayan bir zattır.”

     

    Allah-u Teala, tektir. Zatında da sıfatlarında da hiç bir ortağı yoktur.

     

    Allah-u Teala, bütün kemal sıfatlarla mevsuf (üstün sıfatlara sahip) olup, noksan sıfatların

    tümünden münezzeh (son derece uzak) tır.

     

    Allah-ii Teala hiç bir icap (kimsenin zor laması) olmaksızın dilediğini yapan, hiç şüphesiz

    mahlukatı yaratan ve her yaptığını bir hikmete dayalı olarak yerli yerinde yapandır.

    2- MELEKLERE iNANMAK.

    Melekler, değişik şekillerde görülebilen, zor işlere Allah’ın izniyle güçleri yeten latif

    cisimler (nurani varlıklar) dır.

     

    Melekler, erkeklikten, dişilikten, yemekten içmekten, abdest bozmaktan, doğmaktan,

    doğurmaktan münezzehtirler.

     

    Gece gündüz hiç durmadan tesbih ederler. Allah’a isyan etmezler, emrolunanı yaparlar.

     

    Onlardan bazısı Rabbisinin emriyle işleri tedbir etmekte (yönetmekte) dir. Onlardan kimisi

    semavi (gök ehli), kimisi de erazi (yer ehli) dir.

     

    Meleklere dişi isimleri takıp böylece resimlerini yapmak, insanı kafir edecek sapık bir

    inançtır.

     

    Meleklerin Peygamberleri (büyükleri) başlıca dört tane olup, bunlardan Cebrail

    (Aleyhisselam), Peygamberlere vahiy getirmek, harp ve zelzele gibi afet1eri yönetmekle,

    Mikail (Aleyhisselam ), rızıkları takip etmekle, srafil (Aleyhisselam) amellerini kontrol ile,

    Azrail (Aleyhisselam) ise ruhları almakla görevlidirler.

     

    Melekler Allah-u Teala’dan izinsiz hiç bir şeyi kendiliklerinden yapamadıkları için her hangi

    bir nedenle onlar hakkında kötü konuşmak ve onlara düşman olmak, gerçekte Allah’a

    düşmanlık sayıldığından insanı dinden çıkarır.

     

    Bu husus Yahudilerin Cebrail (Aleyhisselam) a düşmanlığı ile ilgili olarak Bakara suresinin

    97- 98. ayet-i kerimelerinde zikredilmiştir.

     

    3- KiTAPLARA iNANMAK.

    Allah-u Teala yüzdört kitap indirmiş olup bunların dördü büyük kitap yüzü ise sahifelerden

    ibarettir.

     

    Bu kitaplarda Allah-u Teala’nın emir ve nehileri (yasakları) vaad ve vaidi (müjde ve

    tehditleri) mevcut olup, hepsi Allah-u Teala’nın kelamıdır.

     

    Bu kitaplara karşı vazifemiz, onların Allah-ü Teala’dan geldiğine inanıp, Kuran-ı Kerim

    gelmekle diğerlerinin okunmalarının, yazılmalarının ve bazı hükümlerinin neshedilmiş (geçer

    siz kılınmış) olduğunu bilmemizdir.

     

    Bugün okuyup amel etmekle emrolunduğumuz tek ilahi kitap, Kur’an-ı Hakimdir ve onun

    hükmü kıyamete kadar geçerlidir.

     

    Dört büyük kitaptan Tevrat, Musa (Aleyhisselam) a, Zebur, Davud (Aleyhisselam) a, ncil, sa

    (Aleyhisselam) a, Kuran-ı Kerim de Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e

    indirilmiştir.

     

    Kur’an-ı Kerimin bütün ayetlerine inanmak gereklidir. Bir ayetini inkar, tümünü inkar sayılır.

     

    Dolayısıyla namaz, abdest ayetlerine inanıp da, faizin haramiyeti gibi, muamelatla, hırsızın

    kolunun kesilmesi gibi, ukûbat (cezalar) la ilgili ayetleri inkar etmek, insanı kıpkızıl kafir

    eder.

     

    Çünkü faizin yasaklığı, Bakara suresinin 275. ayetinde, kol kesme cezası da Maide suresinin

    38. ayetinde zikredilmektedir.

     

    islam dini ve Allah’ın yolu anlamına gelen “Şeriat” ı inkar etmek de kafirliktir. Zira Şeriat’a

    uymak, Casiye suresinin 18. ayeti kerimesinde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

    e, dolayısıyla bütün ümmetine Allah-u Teala’nın en büyük emirlerinden biridir.

    4- PEYGAMBERLERE iNANMAK.

     

    Allah-u Teala’nın resüllerine iman, onların “Allah-u Teal tarafından kullarını müjdeleyici ve

    korkutucu, onlara din ve dünya işlerinde muhtaç oldukları bilgileri açıklayıcı olarak

    gönderilmiş kullar” olduklarına inanmaktır.

     

    PEYGAMBERDE ARANAN ŞARTLAR :

    1 – Erkeklik, 2- Hür olmak, 3- Doğruluk, 4 – Emanet (güvenilirlik), 5- Adalet, 6 -Tebliğ (kimseden çekinmeden hakkı duyurma) 7 – Akıl, zeka, fetanet ve görüş gücünün zirvesine ulaşmak.

     

    PEYGAMBERDE OLMAMASI GEREKEN VASIFLAR

    1-Ana – babasının zinaya bulaşması,

     

    2- Katılık, kabalık, sertlik gibi kötü huylar,

     

    3 – Alaca ve cüzzam gibi insanları nefret ettiren ayıplar,

     

    4 – Yol üzerinde yemek yemek gibi mürüeti ihlal eden (kişiliğe zarar veren) işler,

     

    5 – Hacamat (kan almak) gibi düşük mesleklerle iştigal,

     

    6 – Ümmetin kabulünü engelleyecek her türlü amel ve vasıf.

     

    Şu bilinmelidir ki peygamberler genel manada küfrün ve yalanın bütün çeşitlerinden büyük

    günahlardan ve bir lokma çalmak gibi insanları nefret ettiren küçük günahlardan ve diğer

    küçük günahları kasten işlemekten müberra (uzak) tırlar.

     

    Peygamberlerin ilki Adem (Aleyhisselam) olup, sonuncusu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve

    Sellem) dir.

     

    Bu ikisi arasında bir rivayet: “Yüz yirmi dört bin,” bir rivayet: “ iki yüz yirmi dört bin”

    Peygamber geçmiştir.

     

    Sayıları hakkında kesin bir rakam vermeyip, “Allah tarafından gönderilen bütün

    Peygamberlere inandım.” demek daha uygundur.

     

    Bu Peygamberlerin hepsine inanmak gerekli olup birini inkâr hepsini inkar sayılır. Bu

    Peygamberlerin Allah (Celle Celalühü) tarafından getirdikleri ayetlere inanmak gereklidir.

     

    Dolayısıyla Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in buyurduğu kesinlikle bilinen sağlam

    senetli hadisleri inkar etmek, Kur’an ayetlerini inkar gibi insanı kafir eder.

     

    Peygamberlerden üç yüz onüç tanesi hem Resul hem de Nebi olup diğerleri sadece Nebi’dir.

     

    Resul: “Kendisine yeni bir kitap veya değişik bir hüküm vahyedilen zat,”

     

    Nebi ise: “Kendinden evvelki Peygamberin Şeriatına uymakla emrolunan kimsedir.”

     

    Kur’an-ı Kerim’de isimleriyle anılan ve nübüvvetleri hususunda ittifak bulunan peygamberler

    yirmi beş tanedir. Bunlar:

     

    1- Adem (Aleyhisselam), 2- Nuh (Aleyhisselam), 3- Hud (Aleyhisselam) 4-idris

     

    (Aleyhisselam), 5 – Salih (Aleyhisselam), 6-ibrahim (Aleyhisselam), 7-ismail (Aleyhisselam), 8- ishak (Aleyhisselam), 9- Yakup (Aleyhisselam), 10- Yusuf (Aleyhisselam), 11 – Musa (Aleyhisselam), 12- Harun (Aleyhisselam), 13 – Şuayb (Aleyhisselam), 14- Zekeriya (Aleyhisselam), 15 – Yahya (Aleyhisselam), 16-Isa (Aleyhisselam), 17- Davud (Aleyhisselam), 18- Süleyman (Aleyhisselam), 19-ilyas (Aleyhisselam), 20- Elyesa’ (Aleyhisselam), 21 – Zülkifl (Aleyhisselam), 22- Eyyüb (Aleyhisselam), 23- Yunus (Aleyhisselam), 24 – Lut (Aleyhisselam).

     

     

    25- Muhammed (Aleyhisselatu Vesselam)

     

    Salavatullahi alâ nebiyyina ve aleyhim ecmain.

     

    Resullerden beş tanesi, “Ülü’l-Azm” olup bunlar da Nuh, brahim, Musa, sa ve Muhammed

    Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dir.

     

    Bunların en üstünü, kainatın efendisi sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır.

    (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

    5 – AHiRET GÜNÜNE iNANMAK.

    Öldükten sonra dirilip Allah-ü Teala’nın huzurunda hesaba çekilerek, herkesin yaptığının

    karşılığını bulacağı ahiret alemine inanmak, Allah-ü Teala’ya inanmak gibi zaruri bir

    meseledir.

     

    Maalesef günümüzde müslüman olduklarını söyledikleri halde öldükten sonra dirilmek

    hakkında şüphesi olanlar vardır. Halbuki bu husus şüphe kaldırmayan iman esaslarından biri

    olarak “Amentü” de yer almıştır.

     

    Nitekim altı esas sayıldıktan sonra okunan “Ölümden sonra dirilmek haktır.” cümlesi de

    ahirete imanın önemine dikkat çekmektedir.

     

    6-KADERE, HAYIR VE ŞERRiN YARATILMAK BAKIMINDAN ALLAH-U

    TEALLA’DAN OLDUĞUNA iNANMAK.

     

     

    Ancak her müslümanın şuna inanması gerekmektedir ki, Alemlerin yaratılmasından sonsuza

    kadar olup bitecek hiç bir şey rasgele olmayıp, her şey Allah-ü Teala’ın kaderiyle, tak diriyle,

    ayarlamasıyla, düzenlemesiyle, iradesiyle ve kudretiyle meydana gelmektedir.

     

    Dolayısıyla yaratılmak bakımından hayır da şer de, iyi de kötü de, sevap da günah da Allah

    tarafındandır.

     

    Ancak Allah-ü Teala kulun yaptığı hayırdan razı olup şerre rıza göstermemektedir.

     

    Böyleyken de imtihan olsun için kulun yapmak istediği ve gücünü kullandığı kötülükleri

    yaratmaktadır.

     

    Mevla Teala, kulunu günah işlemeye zorlamayıp, şerleri kulunun irade ve kudretini (istek ve

    gücünü) kötüye kullanması neticesinde yarattığından, hiç bir şekilde mesul değildir. Kullar ise

    yaptıklarından sorumlu olacaklardır.

     

    İ’TiKADi MEZHEPLER

    SORU: itikadi mezhepler kaç kısımdır?

     

    CEVAP: iki kısımdır. “Ehl-i Sünnet”, “Ehl-i Bid’at

     

    SORU: Ehl-i Sünnet ne demektir?

     

    CEVAP: Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ashabının gittiği yoldan

    gidenlerdir.

     

     

     

     

    •Zira Avf ibn-i Malik (Radiyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah

    (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ) şöyle buyurmuştur :

     

    firkainaciye.jpg

     

     

    “Yahudiler yetmişbir fırkaya ayrıldılar. (Bunlardan) biri Cennette, yetmişi ateştedir.

     

    Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. (Onlardan da) yetmişbir fırka ateşte, biri

    cennettedir.

     

    Muhammed’in canı (kudret) elinde bulunan (Allah-u Teal’âya) yemin ederim ki elbette

    benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka Cennette yetmiş iki fırka

    ateştedir.

     

    Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sorulduğunda,

    Resulullah: (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) “(Ehl-i Sünnet Ve’l) Cemaattir.” diye cevap verdi.

     

    (lbn-i Mace, Fiten:17 No: 3992 2/1322 Ebu Davud, Sünnet: 1 Na: 4596 2/608 Ahme4 Fbn-i

    Hanbel, Müsned Na: 8404 3/229)

     

     

     

    firkainaciye2.jpg

     

     

    Yakında benim Ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir ki, bunların biri dışında

    hepsi ateştedir”

     

    0 zaman: “0 bir hangisidir?” diye sorulunca, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

     

    “Bugün, benim ve ashabımın, üzerinde bulunduğu (yoldan gidenler) dir.” buyurdu.


  9. 1.jpg

     

    MÜELLiF DERKi :

     

    işte bu risalede açıklanan inançlar, beş vakit namazın her rekatında kavuşmak için dua

    ettiğimiz ve uymak- la emredildiğimiz “Sırat-ı Müstekim” ehli olan ‘Ehli Sünnet ve’1 cemaat’

    in dosdoğru görüşleridir.

     

    2.jpg

     

     

     

    ÖNSÖZ

     

     

     

    Şüphesiz bu dünyaya gelen her insan için ilk olarak elde etmesi gereken en önemli şey

    imandır. Dünya ve Ahiret saadeti bu imanla yaşayıp bu imanla ölmeye bağlıdır.

     

    Ameller hususunda müsamaha varsa da itikat hususunda hiç bir yanılmanın ve eksikliğin affı

    yoktur.

     

    Bundan dolayı şirkin dışındaki günahlar hakkında Allah’ın dilemesine bağlı olarak affı

    mağfiret sözü varsa da şirk üzere ölenin asla affedilmeyeceği, Cennet yüzü görmeyip

    Cehennemden çıkamayacağı kesindir.

     

    Öyleyse ebedi kurtuluş arayan herkesin her şeyden evvel iman konusu üzerinde durarak Allah

    indinde yüzünü ak edecek sağlam bir inanca sahip olması gerekir.

     

    Ancak şu var ki her: “ inandım” diyenin imanı Allah katında muteber değildir.

     

    Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de arkasından ümmetinin yetmiş üç fırkaya

    ayrılacağını, bunlardan yetmiş ikisinin dalalette kalıp “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” tan ibaret

    olan tek bir fırkanın kurtulacağını defaatla açıklamıştır.

     

    işte elinizdeki bu kitap sizlere bu Fırkay-ı Naciye (kurtulacak fırka) nın neye nasıl

    inandıklarını ve bu cemaatten olabilmek için inanılması gereken şartları, anlayacağınız bir

    dilde madde madde beyan etmektedir.

     

    Bu kitapta zikredilen hususları bilip bellemeden ve böylece inanmadan aklı, zekası ve rütbesi

    ne olursa olsun hiç bir ferdin ahirette kurtulması mümkün değildir.

     

    0 halde Allah ve Resulü tarafından bize sarkıtılan bu ipe sımsıkı tutunarak istenilen sağlam

    inanca sahip olmalı ve bu marifetlerden mahrum olan insanlara ulaşıp bu eseri acilen

    ulaştırmalıyız ki, belki de bu sayede bir insan daha Ehl-i Sünnet inancıyla ölme nimetine

    mazhar olarak ebedi azaptan kurtulur.

     

    Bu risalemizdeki ilimleri halka ulaştırmak günümüzün en önemli meselesidir.

     

    Zira bugün insanlar neye nasıl inanacaklarım şaşırmış bir şekilde bocalamaktadırlar. şte bu

    gibi insanlara bu eseri ulaştırmak onlara yapılacak en büyük hayırdır.

     

    Bu konuda daha önce bir çok kitap yazılmışsa da kimisi kısalığından yeterli olmamakta kimisi

    de dilinin ağırlığı ve uzunluğundan dolayı istifadeyi azaltmaktadır.

     

    Ama, bu kitap her kesim insana hitap edecek ve ikna edecek niteliktedir.

     

    Allah-u Tealâ’dan niyazımız, insanlara acı ***** imanla ölmelerini temin etmek için kaleme

    aldığımız bu risalemizi bize de acıyarak imanla çene kapamamıza vesile kılmasıdır.

     

    Şüphesiz duaları hakkıyla işiten ve kabul eden ancak Odur.

     

    Ahmed Mahmud ÜNLÜ


  10. Efendim "şer-i hüküm" açısından hiç bir ilmihal ve fıkıh kitaplarında bu mevzuya binaen bir ibareye rastlayamazsınız en azından ben rastlamadım.

    Amma Peygamber efendimizin yaşadığı olaylardan yola çıkacak olursak şöyle bir neticeye varmamız mümkün.

    Postu seriyorum tiftik keçisinden olup olmadığını siz anlayın ;)

     

     

    Biz müslümanlar için örnek ve rehber Hazreti Muhammed Mustafa s.a.v ve sonra ona tabii olanlardır.

    Efendimizin tebliğ ve irşâd metodu bizim için en ziyâde tercüme-i haldir.İmdi,Efendimiz s.a.v. İslam'ı aşikâr tebliğe başladığında O zaman ki küfrün parlementosu olan Darun Nedve'nin ileri gelen müşrikleri Efendimiz'e s.a.v. gelerek şöyle bir teklifte bulundular.

    Ya Muhammed s.a.v. haftanın bir günü sen bizim cemiyyetimizde bulun ki bundan kasıt Efendimiz s.a.v. o meclise iştirak eder ise sahib oldukları meclisi kutsal ve mensubu oldukları dini meşru göstermek adına yapılmıştır hatta Efendimiz s.a.v. min Darun Nedve'ye iştiraki esnasında içlerinden bir tellal yüksekce bir yere çıkıp Muhammed bizim mekanımıza gelmiştir artık onunla biz aynı din üzeriyiz diye nida ederk Efemdimiz s.a.v. tarafından mensubu oldukları din kabul ve rey almış sayılacaktı.

     

    Nerde kalmıştık haftada birgün sen bizim meclisime ve bizde haftada birgün senin meclisine iştirak edelim, artık kim davasında haklı ve galip gelirse diğeri ona tabii olacaktır.

    Efendimiz s.a.v. ola ki içlerinden biri islam ve iman devleti ile şerafyab olur niyeti ile bu teklifi kabul etmeyi kalbinden geçirmişti ki,İlahi mesaj şimşek hızında Sahibu-l Hidayete ulaştı şöyle ki:Ya Muhammed s.a.v." la ikrahe fiddini gad tebeyyenerrüşdü minel ğayyi"Dinde zorlama yoktur zira iman ile küfür doğruluk ile sapıklık biribirinden kesin hüküm ile ayrılmıştır.Yine başka bir Ayeti Kerime'de sakın ola ki gözlerini onlardan tarafa bile çevirme diyerek onlar ile muhatap olmaması hususnda ikâzda bulunmuştur.

    Bunun akabinde aldığı İlahi emir doğrultusunda Efendimiz s.a.v. onların bu talebini reddetmiştir.

     

    Gelin görün ki Mekke Yahudi ve Hristiyanları Efendimiz s.a.v min tebliğ ve irşadı doğrultusanda gitgide artan İslam safını kendilerine yediremiyor tüm işkence ve caydırıcı yaptırımlara rağmen "keennehum bünyanun mersus" birbirlerine sımsıkı kenetlenmiş duvar misali cihad eden bu muminleri nasıl zapt ve rabt altına alırız diye ummalı bir çalışma içindeydiler.

    Yine birgün Efendimiz s.a.v me gelerek Ya Muhammed s.a.v bizimde törenlerimize,soframıza,evlerimize iştirak et ola ki senin büyülenmediğini yahut delirmediğin haşa yakınen muşahede ederiz de sana tabi oluruz.

    Efendimiz s.a.v tekrar belki rahmet nazarından bir nebze nasiplenen olur için kabul ettide İlahi emir ona

    "Velen terda ankel yehadü velennasara hatta tettebia milletehüm"Ya Muhammed s.a.v sen ne yaparsan yap onlar yahudi ve hristiyanlar senden asla razı gelmezler hatta sen tamamen onlara tabi olmadıkça!

    sonrasında "İnnemel muriküne necesun"Allah'a şirk koşanlar ancak ve ancak neces pisliktir ayeti ile de muşriklerin kabeye ve mescitlere girişi yasaklanmıştır.

     

    Yine başka bir zaviyeden olayı ele alır isek Efendimiz s.a.v min Mekke'yi fethi sırasında Kabe'ye yönelmiş içine girmiş bizzat kendi eli ile büyük putu devirmiş ve Sahabey-i Kirama (Rıdvanullahi Aleyhim Ecmain) Kabe'yi putlardan arındırın diye emir vermiş Kabe puthane olmaktan âri olduktan sonra Bilal-i Hâbeş Hazretlerine şimdi çık onn üzerinde ezan oku demiştir!sonra namaz ikame edilmiştir!

     

    Şimdi bazı akıl tutulması yaşayanlar kalkıp çöl devri ile medeniyet devri ölçüt olamaz hüküm ve kıyaslar zaman aşımına uğramıştır deme kustah ve curetkarlığını göstermekteler.

    Oysa ki Din evrensel olup İslam tüm çağ ve çağlar ötesi şumul-u cihan bir ölçüdür!

     

    Tabi biz olaylara böyle bir sarmal hesabı yapanlara yakın tarih İstanbul'un Feth'ini örnek olarak sunabiliriz!

    İlah-i muştuya mazhar olan Hazreti Fatih Sultan kübray-i cenkin iktizasından sonra düzenlenen tören alayı ile şehre girince kuvvetli rivayete göre doğruca Ayasofya’ya gitmiştir.

    Hatta şöyle nakledilir ki EbülFeth Hazretleri Aysofya'ya girişinde hayli isticâl etmilerdir sebebini sual eden Tursun Bey'e "nam kenise-i azimeyi mabed-i ehl-i İslam etmeğe mütehalik"olma vecdi içindir deyu buyurmuştur.

    Osmanlı Türklerinde bir gelenek olarak devam eden, asırlardır tatbik edilen bir kural vardır Bu kural bir memleket veya kale fethedildiği vakit ordu içeriye girip burçlara bayrak çekerken surların üstünde ezan sesleri yükselir ve şehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edildikten sonra ilk Cuma namazı bu ilk camiide kılınırdı Bu tarihi ve milli an’ane gereği Fatih Sultan,vakit geçirmeden Ayasofya’yı camiiye tahvil etmek gayesiyle Ayasofya’ya yönelmiştir

    Ayasofya İstanbul’un fethinde usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak acilen camiye çevrildi ve içerinde ilk cuma namazı ikâme edildi!

    Dipnot:İlk cuma namazı fethin 3. günü Ayasofya tamamen kilise vasfından soyunup camiye tekallup ettirikdikten sonra kılınmıştır!

     

    Üstad'dan da yola çıkacak olursak zerre taviz kabul etmemeksizin İslam'ı mış gibi yaşamamak lazım!

    Bana gerisi "kiralanmış pansiyon odaları" gibi vicdanları anımsatıyor!

     

    • Like 1

  11. Deccallar ve Deccaliyet Fitnesi

     

     

     

    Kıyamet kopuncaya kadar bir deccal değil, birçok deccal çıkacaktır. Sahih hadîste "Otuz kadar deccal ve kezzab zuhur edeceği, bunların kendilerini tanrı veya tanrının elçisi olarak gösterecekleri" haber verilmiştir.

     

    Bu asırda iki tür deccal vardır: Kişi deccallar ve kurum, tüzel kişi, topluluk şeklinde deccallar.

     

    İslam dünyasında Müslümanları Allah'tan, Kur'andan, Sünnetten, Şeriattan, din ve imandan, ahlaktan, faziletten, hikmetten ayırmak için, icabında kan dökmeye kadar uzanan zulümler ve baskılar yapan şahıslar, rejimler, sistem ve düzenler bir tür mecazî mânada deccaldir. Bunların başındaki zâlim diktatörler de...

     

    Bugün başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasını saran, pençe-i hakimiyeti altına alan genel bir deccaliyet vardır.

     

    Bu deccaliyetin zalim, şeytanî, merhametsiz, amansız komitaları vardır.

     

    Bunların elinde deccalî kurumlar, aletler, güçler, araçlar bulunmaktadır.

     

    Gerçek şahıs, tüzelkişi, kurum, zihniyet olarak deccal ve deccaliyetler neler yapıyor, onların amaçları nedir?

     

    1. Onlar Allah'a ve Resulüne savaş ilan etmişlerdir. Bu savaşın bir kısmı açıkça, bir kısmı sinsice yürütülüyor.

     

    2. Onlar Müslümanları Allah'a itaat dairesinden çıkartıp küfür, şirk, günah, isyan, tuğyan bataklıklarına sürüklemek için gece gündüz çalışıyor.

     

    3. Onlar Kur'an sisteminin, nizamının, ahlakının en büyük karşıtları ve düşmanlarıdır. Onlar, Müslümanların Kur'anı hayata uygulamasını istemiyor.

     

    4. Onlar, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, insanlar için en güzel örnek ve model Resulullah'ın düşmanlarıdır.

     

    5. Onlar bütün doğru inanç, düşünce ve hükümlerin, bütün iyi amellerin ve iyiliklerin, bütün güzel şeylerin kaynağı olan Şeriat-ı Garra-i Ahmediyeye düşmandır. Onlar Müslümanları Şeriatsız Müslüman (!) yapmak için şeytanla birlikte çalışıyor.

     

    6. Onlar din ile hayatı birbirinden ayırmak, dini vicdanlara hapsetmek istiyor.

     

    7. Onlar kadınları ve kızları azdırıp toplumu ahlaksızlık tufanları içinde yıkmak istiyor.

     

    8. Onlar Türkiye toplumunun modern Sodom ve Gomore olmasını, hatta beter olmasını istiyor ve bu yolda var güçleriyle çalışıyor. Bu konuda korkunç tahribat yapmışlardır.

     

    9. Onların cehennemî ve şeytanî iletişim kurumları ve âletleri çok nâdir istisnalar dışında her Müslümanın evine girmiş olup, mü'minlerin harîm-i ismetlerine müstehcenlik, zina, fuhuş, içki, kumar, seks azgınlığı, yalan, dolan, gıybet, iftira, fitne, fesat, günah, isyan lağımları akıtmaktadır.

     

    10. Deccalların ve deccaliyetin en büyük silahı ve aleti para, mal, zenginlik hırsı, benlik, lüks ve israftır. Deccallar Müslümanların Altın Buzağı'ya tapmasını istiyor.

     

    11. Deccallar ve deccaliyet, toplumu kokuşturmak için her şeyi yapıyor.

     

    12. Deccal içkiyi, ahlaksızca eğlenceleri, seks azgınlıklarını teşvik ediyor.

     

    13. Deccallar ve deccaliyet yakın tarihimizde birtakım zayıf karakterli ve düşük ahlaklı sözde Müslüman, aslında katmerli münafık kimseleri de parayla, makam ve mevki vererek alet edip kullanmıştır.

     

    14. Deccallar ve deccaliyet İslam'ı tahrif etmeye, Müslümanları doğru yoldan saptırmaya çalışıyor. Bu maksatla dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, ılımlı İslam, BOP İslam'ı, AB standartlarına uygun İslam, sekülerleşmiş İslam, İslam Protestanlığı, Tarihsellik mezhebi, Feminizme uyarlanmış ve ayarlanmış İslam, Kemalizm ile İslam bağdaşır mezhebi gibi akımlar türetiyor.

     

    15. Vaktiyle Hindistan'da hükümdarlık yapmış olan Ekber (Ekfer) Şah da bir tür deccaldı ve maalesef birtakım ulema-i su' (kötü ve alçak alimler) onun etrafında toplanmışlar, ona yağcılık ve yalakalık etmişler, küfrüne hizmet etmişlerdir.

     

    İslamî açıdan bugün ülkemizde korkunç ve dehşetli bir deccaliyet tahribatı görülmektedir.

     

    Bir kısım kadın ve kızların hali yürekler acısıdır.

     

    İçki son derece yaygın hale gelmiştir ve kısıtlama çabaları engellenmektedir.

     

    Kur'an, Sünnet ve icma-i ümmetle büyük günah ve suç olduğu kesinlikle bildirilen ve bilinen zina suç olmaktan çıkartılmıştır.

     

    Ahir zaman alametlerinden zina ve bina yaygın ve genel hale gelmiştir.

     

    Müslüman kadın ve kızlarının tesettürüne cephe alınmıştır.

     

    Bazı kurumlarda namaz kılmak, oruç tutmak, karısı ve kızı başörtülü olmak büyük suçtur.

     

    Deccalların ve deccaliyetin sayesinde haram yemek genelleşmiştir.

     

    Deccalların ve deccaliyetin en büyük korkusu Ümmet-i Muhammed'in alim, arif, fazıl, takvalı, cesur, hikmetli, ehliyetli, liyakatli, güçlü bir İmam-ı Kebir seçip ona biat ve itaat etmesidir.

     

    Müslümanlar bugünkü durumlarıyla deccalların ve deccaliyetin şerlerini def' edip selamet ve necat sahillerine çıkamaz.

     

    Âhir zamanda geleceği, inkârı mümkün olmayan derecede çok râvinin ve rivayetin delaletiyle bilinen Mehdi hazretleri zuhur ve huruc edince Deccal, Süfyan, deccaliyet ve süfyaniyet ile etkili mücadele edilebilecektir.

     

    Mehdi'nin zuhur edeceğine dair rivayetler mânevi tevâtür derecesinde olup, bunları inkâr edenler bid'atçidir. İnkarları, cehaletten değil de, Resulullahı tekzip ve red şeklindeyse onların küfründen korkulur.

     

    Mehdi ve etrafındaki iyiler ve doğrular ordusu Kur'an, Sünnet, Şeriat ahkamını tekrar yürürlüğe koyacaktır.

     

    Yeryüzünde adaletli, güvenli, faziletli, ahlaklı, hikmetli bir Altın Çağ yaşanacaktır.

     

    Âhir zamanda nüzulu kesinlikle, tevatür derecesindeki haber ve rivayetlerle bildirilmiş olan Hz. İsa aleyhisselam gelip Müslümanların safına katılınca gayr-i Müslimler kütleler halinde hidayete geleceklerdir.

     

    Melhame-i Kübrada, büyük kanlı savaşlarda son büyük Deccal öldürülecek, deccaliyet yerin dibine batırılacaktır.

     

    Bu benim yazdıklarımı binlerce büyük ulema, fukaha, eimme, müctehidîn, meşayih, mürşid-i kâmiller, kutublar, gavslar, ricalullah haber vermişlerdir.

     

    Bütün süleha-i ümmet (dün ve bugün) Mehdi'nin zuhur, İsa aleyhisselamın nüzul edeceğinde ittifak etmişlerdir.

     

    Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kesin şekilde haber vermiş olduğu, haklarında tevâtür beyyinesi bulunan şeyleri tekziben ve muanniden inkâr edenlerin kâfir olacağı bildirilmiştir.

     

    Bugün, imanını korumak isteyen şuurlu ve uyanık bir Müslümanın temel vazifelerinden biri deccallara, deccaliyete, tağutlara karşı olmak, onlara kalben buğz etmek, adavet beslemek, kardeşlerini onların pençelerinden kurtarmak için çalışmaktır. Bu çalışma münferiden iyi yapılamaz, müctemian planlı programlı yapılmalıdır. Deccalla ve deccaliyetle mücadele eden iyi ve hayırlı kimseler ve kurumlar desteklenmelidir.

     

    Deccalin ve deccaliyetin teşvik ettiği kötü metotlarla hayır işleri yapılamaz.

     

    Müslümanlar her hâl ü kârda müstaqim (dosdoğru ve dürüst) olmakla yükümlüdür.

     

    Deccal aynı zamanda kezzabtır, yani çok yalan söyleyendir.

     

    Kendisini deccal ve deccaliyet fitnesinden korumak isteyenler Kur'an ve Sünnet dairesine girip Allah'a ve Resulüne itaat etmelidir.

     

    Deccale karşı olanlar Şeriat-ı Garra-i Ahmediyeye hizmet etmelidir.

     

    Deccala karşı olanlar sakın haram yemesinler. Haram yiyenler, dolaylı şekilde Deccal'e hizmet etmiş olur. Görür müyüz, görmez miyiz bilmem ama Müslümanlar Mehdi ve İsa aleyhisselamın zuhuruna muntazır olsunlar (çıkışını beklesinler).

     

    Âhir zamanın büyük fitneleri, melhameleri başlamıştır. Herkes safını belirlesin, yerini alsın.

     

    Allah'ın, Resulullah'ın, Kur'ân'ın, İslam'ın, imanın, ahlak ve faziletin, hikmetin hizbi içinde yer alanlar en doğrusunu yapmış olurlar.

     

    Ey Müslümanlar!.. Paralı kiralık askerler olmayınız. Gönüllü mücahidler olunuz.

     

    Küçük cihatta başarılı ve muzaffer olmak istiyorsak önce nefislerimizle büyük cihad yapmalıyız.

     

    Deccalin ve deccaliyetin en büyük yardımcıları din sömürüsü yapan, dinini dünya için satan sefihlerdir.

     

    Gerçek ve sâdık mü'minler için, ömürleri ölümlerine iman ile bitişip hüsn-i hâtime ile göçmüş olurlarsa ebedî zarar ve ziyan yoktur, onlar için ebedî saadet vardır.

     

    22 HAZİRAN 2011

     

     


  12. ABD'deki kiliselerde Müslüman ve Hristiyan, Yahudi din adamları birlikte sözde dua(!) ettiler.

    Verilen mesaja bakın müslümanlar. İmam, ayin yapılan yerden ezan okuyor. ne demek? "Burası hak bir dinin mekanıdır" demek oluyor ve ezan ile bu adeta tescillenmek isteniliyor. Diyalog oyunu tam gaz sürüyor....

    Başkent Washington DC'de de etkinliğe, ülkenin en büyük ikinci katedrali olan Washington Ulusal Katedral ev sahipliği yaptı.

    "Tarihi bir tören" olarak nitelendiren bu özel anmada, Katedral Başkanı Samuel T. Lloyd III, İmam Muhammed Mecid ve Haham Amy M. Schwartzman, mumlar eşliğinde ayin sahnesine getirildi.

    Anmada, üç dinin din adamları önce kendi dillerinde, ardından İngilizce olarak Tevrat, Kur'an ve İncil'den bölümler okudu.

    Ülkenin en önemli katedrali olan Ulusal Katedral'de ilk kez ezan sesi yükseldi. İmam, katedralin balkonlarından birinde ezan okudu.


  13. Yukarıda ki anlatılan konuda açıkça ortaya çıkmıştır ki,bir kavmin veya mezhebin varlığı,ancak kendilerini kılık kıyafet,şekil suret,özel ibadet ve hayat tarzı bakımından diğerlerinden ayıran özellikleri vardır.

    Şöyle ki,

    Yakinen muşahede ederiz ki,her devlet ve hukumetin ayrı ayrı vazifelerde bulunan memurları vardır.Her kısımı diğerinden ayıran seçen kılık kıyafetleri tayin edilmiştir

    El misal,emniyetle görevli polislerin kendilerine mahsus bir takım kıyafetleri vardır ki diğerlerinden farklıdır.Hatta deniz askerlerinin kıyafetleri kara askerlerinin kıyafetlerin farklıdır.Zira her hangi görevde çalışanların şiarı ve nişanıdır.

    Hükümetler her görevliye özel bir elbise tayin ve tahsis etmekler yetinmeyip,bu dustura muhalif olmak yasaklanmakla beraber hakkında takibat gerekirse vazifeden men cezası uygulanır.

    Ve yine böylece biz bütün kavimlerin,milletlerin,toplumların ve devlet müesseselerinin kendine has bir takım farklılıkları vardır.

    Özellikle bayrak ve sancakları ki bu sayede harp nizamı sağlanır,dost düşman safı belli olur.

    Bu özellikler bulunmasa harp nizamı bozulur ki bu kendi içinde kaos ve şüpheye dayalı olaraktan harp kendi içinde zuhur eder.

    Hiçbir asker kendi devletinin nişanını terkedemez ki böyle bir durum mevzu bahis olur ise bu ihanet olarak adledilir ve bunun cezası vardır.Kendi devlet ve milletinin vasıf ve özelliğini terk eden kimsenin istikbali kalmayıp benzediği cemaatlere dahil olmaya mecburdur.

    "Men kessera sevade gavmin fehuve minhum,Her kim bir cemaatin kalabalığını artırırsa o, onlardandır"Deylemi

     

    Yani deriz ki,her kavmin mustakil varlığı ile sahip olduğu kılık kıyafetleri vardır.

    Mesela,saç ve sakallarını alabildiğine uzatan Sih Hinduları ki her hangi farklı bir ülkeden bu halkın içine temayüz edecek kişiler kılık kıyafet ve suretlerini onlara tekallüb etmedikçe kimse kalkıp da bunlar da Sih Hindulardandır diyemez.

    Ve yine yerli Hint halkı sakinleri kendilerine mahsus kılık kıyafetleri vardır.

    Bunlar kendilerine mahsus kıyafet kimliklerini korudukları müddetçe hangi ülkeye seyahet ederse etsinler suretleri açısından kendilerini izhar ederler.Bugün Hindistan'da müşrik hindular ile Sih toplumu saç,sakal ve bıyıklarını hiç kısaltmadan alabildiğine salık verdikleri için bu iki toplum şekilleri ile seçilmişlerdir.Halbuki bu özellikleri olmasa,onlar da Hindu sayılacaklardı.Azınlık bir guruh oldukları halde mustakil haysiyetleri vardır.

    Ve yine muhtelif ülkelerden bu coğrafyaya yerleşen muslumanlar müşriklerin şehir ve köylerinde kendi dininde samimi,Peygamber sünnet ve siretini muhafaza edici oldukları için kabul ve takdir görmüşlerdir.

    Eğer ki müslümanlar kendi özelliklerini korumasa,yerli müşrikler ile muslumanları teşbih açısından farklı kılan ne olabilirdi

    Demem şudur ki

    Allah-u Teala c.c. bu ümmeti diğerlerinden seçkin bir ümmet kılarak onlara,iç ve dışta,kılık ve kıyafette,gelenek ve görenekte ve bütün işlerinde Peygamber sünnet ve sıretine uymayı emretmiştir.

     

    "Ayet:Vema atakumur-resulu fehuzuhu vema nehakum anhu fentehu,Resul s.a.v. size ne verdi ise hemen alın (ayette ki fe harfi isticâl manası verir yani an bile sekte etmeden hemen acele)ve sizi neden sakındırdı ise hemen sakınınız Vettegullah,Allah'tan korkun zira Şedidul igab azabı pek çetindir ki aksine hal ve tavır takınanları caydırıcı ve ikâz edici olsun için tehdit eder".

     

    "Ve yine diğer Ayette:Lekad kane lekum fi resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel ahıre ve zekerallâhe kesîra(kesîren)

    Andolsun,Allah'ın Resulünde sizin için; Allah'a ve ahıret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır."

    Ahzap süresi21.ayet.

     

    Dolayısıyla Musluman ummmet zahirde ve batında Nebîsinin yoluna uyarak her hal ve harekette,her an ve mekanda Resulullah'ın s.a.v. eserlerine tabi olarak,müşriklerden,kafirlerden,yahudi ve hristiyanlardan,peygamberlerinden aldıkları ölçü ve özellikleriyle ayrılmışlardır.

    Şöyle ki;

    "Ehfuşşevaribe veğfullihya vela teşebbehu bilyahudi,Bıyıkları kesin,sakalları bırakın,yahudiye benzemeyerek mualefet edin."

    Kenzul Umman.

     

    Ve yine Hadiste:Haliful muşrikine vefirrul-lihya vehfuş-şevarib,Muşriklere muhalefet edin,sakalları uzatın,bıyıkları kısaltın.Buhari.

     

    O halde bizim üzerimize şiddetle düşen görev,Avrupa ve Amerika güdümlü kulluktan,şark ve garp beyinzilerinin eteklerine sarılmaktan kurtularak,Allah'ın bize ziyadesi ile ikram ettiği önce ve sonrakilerinin efendisi Hazreti Muhammed Mustafa Sallalahu Aleyhi Ve Sellem'in sünnetine kati suretle intiba ve itaattır.

     

    Zira,Men teşebbehe bi gavmin fehum minhum,Kim bir kavme benzerse onlardandır.Ebu Davud.

     

    • Like 1

  14. Taqiyye Yapmasınlar

     

     

    Bendeniz iftihar ederek Ehl-i Sünnet Müslümanı olduğumu açıkça beyan ve ilan etmekteyim. İtikat (inanç) konularında imamım İmamı Mâturidî hazretleridir. İslam'ı Hanefî fıkhına göre hayata uygularım. Ebu Hanife hazretleri, bir yönden itikat konusunda da imamımdır. Meşreb itibarıyla, Şeriattan kıl kadar ayrılmamak şartıyla tasavvufa taraftarım. Allahü Teala hazretlerini kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bilirim.Her kardeşimiz nasıl bir Müslüman olduğunu, hangi boyayla boyanmış bulunduğunu açıkça beyan etmelidir.

     

    Müslümanların Müslümanlara taqiyye yapması doğru değildir.

     

    Vehhabi, Vehhabi olduğunu açıkça söylesin.

     

    Mezhepsiz, mezhepsiz olduğunu.

     

    Telfik-i mezahib taraftarı, bu görüşte olduğunu.

     

    Fazlurrahmancı, Fazlurrahmancılığını... Bir kısım Müslümanların taqiyye yapmaları fitne ve fesada sebebiyet vermektedir.

     

    Fazlurrahmancılar inançlarını, görüşlerini, mezhep ve meşreblerini açıkça beyan etsinler ve olumlu bir tartışma zemininde ulema ve fukaha, Ehl-i Sünnet ile Fazlurrahmancılık arasındaki uyuşmazlıkları ilmin ışığında müzakere etsin.

     

    İşte Fazlurrahmancılar bunu yapmıyor. Dinde Diyalog ve Hoşgörü mezhebi taraftarları da eteklerindeki taşları döksün. Çok açık, çok seçik şekilde inançlarını, görüşlerini, tezlerini ortaya koysunlar. Bunlar da Ehl-i Sünnet ulema ve fukahası tarafından müzakere edilsin. Ehl-i Sünnet dışı fırkalar genellikle böyle yapmıyor ve taqiyye siyasetiyle saman altından su yürütüyor.

     

    Halk farkında değil ama şu anda Diyanet kadrolarını ele geçirmek için dehşetli bir faaliyet var. Sessiz sedasız sinsice...

     

    Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, fetva isteyeceğim müftünün, arkasında namaz kılacağım imamın, konuşmasını dinleyeceğim vaizin itikadını, mezhebini, meşrebini bilmeliyim. Bir imam "Bu devirde üç hak ibrihimî din vardır, Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkar eden gayr-i Müslimler Cennetliktir" diyorsa, Sünnî olarak onun ardında namaz kılamam.

     

    Bir imam "Fazlurrahman büyük ve mübarek bir din önderidir. Onun Tatiliye mezhebi haktır. Kur'andaki nice kesin hükümler tarihseldir, bugün geçerli değildir" inancına sahipse onun ardında da namaz kılamam. Bir imam müteşabihatı lügavi manaya alarak "Allah'ın insanlar gibi eli, ayağı, yüzü vardır. O iner çıkar. Onun ciheti vardır..." gibi inançlara sahipse onun ardında da namaz kılamam. Evet tekrar ediyorum: Diyanet kadrolarını ele geçirmek için birtakım fırka ve hizipler var güçleriyle sinsice çalışıyor. Dehşetli taqiyye yapılıyor.

     

    Taqiyye, zalim ve harbi kafirlere karşı yapılabilir.

     

    Mü'minin mü'mine taqiyye yapması caiz değildir.

     

    Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur. Fazlurrahmancılık mezhebinin hak olduğuna inanan kişi şayet samimi ise, bu inancını ve meşrebini gerekçeleriyle birlikte açıkça beyan ve ilan etmelidir.

     

    Diyanet'i mezhebler üstü hale getirmek için son yıllarda sinsi bir faaliyet vardır. Bu faaliyet yanlıştır. Bunun BOP'tan kaynaklandığını sanıyorum.

     

    Türkiye'deki Sünnî çoğunluğu diyalogçuluk yoluna sokmak için de yıllardan beri yoğun bir faaliyet yapılıyor.

     

    Diyalogçular, Kur'anın "Allah katında din İslam'dır" kesin inancına aykırı görüşler ve beyanlar sergiliyor.

     

    Resulullah'ı, Kur'anı, islamı inkar eden Ehl-i Kitabın da ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğunu iddia etmek Kur'ana ve İslam'a aykırıdır. Büyük paralar harcanarak, büyük te'lif ücretleri ödenerek dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapmak isteniyor. 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir hadîs ayıklama teşebbüsü var.

     

    Peygamberimizin hadisleri ancak hadis ilmine göre tasnif edilebilir.

     

    AB norm ve standartlarına göre hadîs ayıklamak bir faciadır.

     

    Feminist ideolojiye göre hadîs ayıklamak bir rezalettir.

     

    Eee Avrupalılar, Haçlılar, Siyonistler cihad istemiyormuş, öyleyse cihad hadîsleri ayıklansın... Böyle kepazelik olur mu? Herkes samimi olsun, açık konuşsun, mü'minler birbirine taqiyye yapmasın, birbirini aldatmasın.

     

    İhtilaflı meseleler ve konular ulema ve fukaha tarafından ilmin ışığında müzakere edilsin.

     

    Kemalist ilahiyatçılar, Yüce İslam dini ile M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış ideolojiyi birbirine uydurmak için çalışmasınlar. Gayretleri boşunadır. Çünkü dünyada birbiriyle hiç uyuşmayacak şeyler listesinin başında İslam ile Kemalizm gelir. Tevhid inancı ile Teslis inancı da asla uyuşmaz ve bağdaşmaz.

     

    * (İkinci yazı)

     

     

    Her şey para için

    Para kazanmak, zengin olmak, köşeyi dönmek, voli vurmak gibi niyet ve maksatlarla yazılan ve yayınlanan din kitapları, içlerinde yanlış olmasa bile bereketli ve tesirli olmaz.

     

    Peygamber Efendimiz "Ameller niyetlere göredir" buyurmuşlardır.

     

    Bir din hocasının telif ücreti almak, zengin olmak, mal ve mülk edinmek için kitap yazması ihlas prensibine aykırıdır.

     

    Matbaanın zuhurundan önce büyük ulema, fukaha, mürşidler kitaplarını, risalelerini sırf Allah rızası için yazarlardı.

     

    Eserlerinden telif ücreti almazlardı.

     

    Onların ücretleri mahlukata ait değildi, Haliq'a aitti.

     

    Onlar ücretlerini dünyada değil, âhirette isterlerdi.

     

    Bu devirde samimi ve ihlaslı bir din alimi faydalı ve hayırlı bir kitap yazmış, bundan birkaç kuruş telif ücreti kazanmış... Benim kasd ve tenkit ettiğim bu değildir.

     

    Adam alim olmuş ve şeytanca düşünüyor: Tefsir mi yazsam, hadis külliyatı mı tasnif etsem, yoksa büyük bir siyer mi hazırlasam?.. Acaba hangisinde daha fazla gelir var? İşte bendeniz bu zihniyeti, bu hırsı, bu fasit ve bâtıl niyeti tenkit edip kötülüyorum.

     

    Hıristiyan dünyasında Haçlı misyonerlik teşkilatları var. Onlar insanlığı Teslis inancına çekmek için yekun olarak yüz milyonlarca, hatta milyarlarca kitap, broşür, dergi yayınlıyorlar. Bunları para kazanmak, ticaret için yapmıyorlar. Kendi inançlarına hizmet için yapıyorlar. İşte böyle çalışmalar İslam dünyasında yoktur.

     

    Yahova Şahitleri adında yarı din, yarı tarikat (sect) bir topluluk var. Bunlar, bazı küçük boy ciltli kitapları 100 dilde 100 milyon adet basıp yayıyor.

     

    Bizde para kazanmak, ticaret yapmak, köşeyi dönmek için yayınlanan din kitaplarının, Kur'an tercüme meal ve tefsirlerinin bir kısmında çok vahim, inananı dinden imandan çıkartacak hatalar bulunmaktadır.

     

    İslamî kesimde para çok. Denizde kum, Müslümanlarda para... Keşke bu paraların bir kısmı ile çok sahih, çok faydalı, çok etkili İslamî kitaplar, broşürler hazırlansa, bunlar on milyonlarca basılıp ya bedava olarak, yahut sermayesine Müslümanlara verilse.

     

    İslam kitaplarında cemaat ve tarikat militanlığı ve holiganlığı yapılmamalıdır.

     

    Böyle hayırlı kitapların kağıdı, baskısı, dizaynı, üslubu son derece çekici ve etkileyici olmalıdır.

     

    Ümmet-i Muhammed, ilimlerini ve irfanlarını telif ücreti ve para konusunda satmayacak muhlis ulema, fukaha ve mürşidler yetiştirmelidir.

     

    İmamı Gazalî hazretleri bugün yaşasaydı, bir grup Müslüman ona gidip "Efendi hazretleri gençliğe çok faydalı olacak bir risale kaleme alsanız da onu Allah rızası için yayınlasak" deselerdi seve seve yazardı. Bilahare bir zarf içinde kendisine bir miktar telif ücreti verilse öfkelenir, çok üzülür, parayı reddeder ve çok kırılırdı. Kamil, gerçek, varis-i Muhammedî ulema, fukaha ve mürşidler ilimlerini, irfanlarını, nasihatlerini, kitap ve risalelerini para mukabilinde yazmazlar. Ne kötü günlerde yaşıyoruz. Kur'an tercümesi meali tefsiri parayla, hadis kitapları (nâdir istisnâlar dışında) parayla, ilmihal parayla yazılıyor. Para ve maddi menfaat yoksa yazılmıyor...

     

    Allah sonumuzu hayr eylesin, hepimize akıl, fikir, vicdan ihsan etsin.

     

    * (Üçüncü yazı)

     

     

    Birinci Madde Kokuşma

    Önemli, hayatî konuları sık sık tekrarlamak gerekir. Ülkemizdeki kokuşma çok önemli bir konudur. Nasıl yüksek şeker, yüksek tansiyon, uyuşturucu almak vücudu çürütür ve çökertirse kokuşma da toplumu çürütür ve çökertir.

     

    Şu anda İslam dünyasında hiçbir ülkenin ve toplumun temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 5'in üzerinde değildir. İslam ülkelerinde yoğun bir kokuşma müşahede edilmektedir.

     

    Maalesef Türkiye'nin notu da 5'in altındadır, yani sınıfta kalmıştır.

     

    Bu notu en kısa zamanda 7'ye çıkartamazsak (maddî kalkınmaya ve bazı siyasî başarılara rağmen) çöküş, çürüme, sarsılma, dağılma önlenemez.

     

    Kokuşma sadece iyi bir anayasayla, iyi ve adil kanunlarla, temiz bir idareyle önlenemez.

     

    İşin başı şunlardır:

     

    1. Çocuklara, genç nesillere üstün bir aile terbiyesi vermek... 2. Bu iyi aile terbiyesinin yanında, iyi bir eğitim sistemi ile yeni nesilleri kaliteli insanlar ve vatandaşlar olarak yetiştirmek.

     

    Ülkemizde birinci gücü oluşturan büyük medya, bilhassa tv'ler toplumu ahlaksızlığa sürüklemektedir. Müstehcen yayınlar geleneksel ahlakı yıkmakta, insanları en âdi hedonizme sürüklemektedir. Hırsızlığın, rüşvetin, haram yemenin, hortumlamanın her türü âdeta mübah hale gelmiştir. Sözde kadın hak, hürriyet ve haysiyetine taraftar düzen, kadınlara TC'li resmi fahişelik vesikaları vermekte, bunlardan alınan KDV ve gelir vergileri bütçeye katılmaktadır.

     

    Seçimleri kazanan bütün vatansever milletvekillerinin birinci vazifesi kokuşmayla mücadele etmektir.

     

    "Bu memlekette kokuşma mokuşma yoktur, Türkiye'miz tertemiz bir ülkedir" diyecek biri çıkarsa ona "Efendi sen kör müsün? Her yıl yayınlanan uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine bakmıyor musun?.." derim. Yiyiciler malum sebepler dolayısıyla kokuşma konusunun gündeme getirilmesinden, müzakere edilmesinden, önleyici tedbirler alınmasından, çare ve çözümler aranmasından memnun ve hoşnut kalmıyorlar. Onlara bir kere daha hatırlatıyorum: Türkiye kokuşma bataklıklarından kurtulmadıkça, bütün maddî kalkınma ve gelişmelere rağmen batacaktır.

     

     

    21 HAZİRAN 2011

     


  15.  

    62246.jpg

    Kandil'de başörtülü terörist!

    Terör örgütü PKK 'Dinsiz değiliz' propagandası yapmaya başladı..

     

    Seçim döneminde yaşanan "Kürtlerin dini Zerdüştlüktür" tartışmasına, PKK, tesettürlü militanıyla cevap verdi

     

    Başbakan Erdoğan seçim meydanlarında sık sık örgütün önemli isimlerinden Murat Karayılan'ın kitabına atıfta bulunarak, "Kürtlerin dini İslam değil, Zerdüştlüktür diyorlar" ifadelerine yer vermiş, örgütü dinsizlikle suçlamıştı.

     

    Erdoğan'a yanıt, kitabın yazarı Karayılan'dan gelmişti. Karayılan, "Erdoğan çıkıp benim yazdığım kitaba atıfta bulunuyor. Kitapta İslamiyetten ve Zerdüştlükten bahsediyorum. Amed'de bir imam da bu meseleyi dile getirdi. 1370 yıl önce Kürtler Zerdüşttü. Fakat sonra İslam oldular" demişti.

     

     

    'DİNSİZ DEĞİLİZ' HAMLESİ

    Örgüt, dinsizlik tartışmalarına bu kez de türbanlı militanıyla yanıt verdi. Militanın kod adı Dorşin. 20 yaşında üniversite öğrencisi. Okulu bırakıp örgüte katılmış. Dorşin, katılma kararı verdiğinde türbanı deneniyle örgüt tarafından kabul görüp görmeyeceğine ilişkin kaygılar yaşamış. Örgüte yakınlığıyla bilinen Fırat Haber Ajansı'ndaki haberde, Dorşin hikayesini şöyle anlatıyor: "Son zamanlarda artan bir şekilde PKK'ye 'dinsiz bir parti' deniliyor. Ama ben şu an buradayım, tesettürlüyüm. Hiçbir arkadaş şimdiye kadar tesettürlü olmam konusunda herhangi bir şey demedi. Burada insanların inancına büyük bir saygı var.

     

     

    7 KİŞİYDİK HEPİMİZ DE TESETTÜRLÜYDÜK

    Biz yedi kişiydik. Hepimiz de tesettürlüydük. PKK'ye katılma kararı almıştık. Bunu tartışıyorduk. Gördüğümüz bütün kadın gerillalar açıktı ve tesettürlü kadınları kabul edip etmeyeceklerini bilmiyorduk. Ben ısrar ettim ve katıldım. Diğer 6'sının kimi korkuları vardı ve gelmediler. Bu arkadaşlarıma, 'Ben gidiyorum, beni ilerde bir gün televizyonda tesettürlü bir gerilla olarak görürseniz şaşırmayın. Ben kendi kararımla açmazsam kimse zorla açtıramaz' dedim. Şimdi onlara şöyle seslenmek istiyorum, 'Buraya ilişkin korkularınız yersiz. Kendinizi köle olmaktan kurtarıp, özgür yaşamı yaratmaya gelin."


  16. " - Ey dost! Söyle bana ne getirdin? Bilirsin dost kapısına eli boş gidilmez." "- Bilirim bilmesine lakin bîkarârım, çâresizim. Hangi bir şeye uzandımsa elim boşta kaldı. Bir katreyi ummana, bir habbeyi kubbeye nasıl getirebilirim. Huzuruna kalbimi ve canımı bile getirmiş olsam, Kirman’a Kimyon götürmüş sayılırım. Kirman ki Kimyon diyârıdır. Senin eşsiz güzelliğinden başka bu anbarda bulunmayan bir tohum yoktur. Bu dünyada hiçbir kıymet yoktur ki sende ondan hem de deryalar dolusu bulunmasın. Düşündüm senin eşsiz güzelliğine layık hediye nedir diye? Ancak sîne nûru gibi bir ayna getirmeyi uygun buldum. Herkes bilir ki; güzel yüz aynaya âşıktır. Ey güneş gibi gökyüzünün nûru olan, ona baktıkça güzel yüzünü göresin. Güzel yüzünü gördükçe, bütün güzelliklerin sahibini, mutlak güzeli hatırlayasın. Çünkü gölgenin varlığı Güneş’in mevcûdiyetine delildir."

     

    Ey dost! Ayna’ya iyi bak! Güzelliğin kaynağını gör!

     

    Kâinatın her zerresi, hüsn-i mutlakın tecellî aynasıdır. Hakk’ın sevgilileri her yerde ve her şeyde zâhir olan o güzelin cemâline âşıktır. Aşkları sebebiyle kendinden geçer, hattâ ma’şuktan başka hiçbir şey bulamazlar orada...

    Ben ben değilim, ben dediğim sensin hep

    Cânım dediğim, ten dediğim sensin hep

    Ey dost! Aynaya iyi bak! Gizli hazîneyi bul!

    O gizli hazîne ki; sevdi de yarattı.

    Sevgisinden sevdiklerinin hamuruna kattı. O (cc) onları sevdi, Onlar da O (cc)’ nu sevdi. Öyle sevdiler ki birbirlerini, seven ile sevilen farkedilemedi. Dediler ki:

     

    Bende olan âşikâr sensin,

    Ben hod yoğum, ol ki vâr sensin !..

    Ger ben, ben isem; nesin sen ey yâr

    Ver sen, sen isen; neyim men-i zâr?..

    (Fuzûlî)

     

    Ey dost! Aynaya iyi bak! Aşkı gör!

    Aşk öyle meçhul bir mânâdır ki ondan her tadan zevki miktârınca sarhoş olur.

     

    Aşk, bir ma’nâ-yı lâyu’raf ki, cümle âlemi,

    Zevkı mikdârınca sekrân û huruşân eyliyor.

     

    Kanaryaların ötüşü,şafakların söküşü aşk iledir. Tomurcuklu sümbüller, nevbahârda açan güller, hüzün dolu gönüller aşka mübtelâdır. Suları çağlatan, bulutları ağlatan aşkın sesidir.

     

    Bülbül’ün gam dolu feryâdı, gülün gülümseyen yanı aşkın nefesidir. Aşk bir deryadır. Semavat ise onun üzerinde bir köprü...

     

    Aşk yerin göğün direğidir. Ondan daha değerli bir şey yoktur. Her varlık aşk denizindedir.

     

    Öyle güçlü bir iksirdir ki aşk; bir yudumcuk içeni bile mest eder, tanıdık tanımadık herkesi unutturur. Sarhoşluğunun dahi farkına varamayacak kadar kişiyi kendinden geçirir.

     

    Sevgilinin cemâlini görme heyecânı, sonsuzluk yolcusunun gönlünün galeyânı ve coşkunluk neşesidir aşk.

     

    Cihânı hiçe satmaktır adı aşk

    Dökülüp varlığı gitmektir adı aşk

    Belâ yağmur gibi gökten yağarsa

    Başını âna tutmaktır adı aşk

     

    Bu âlem sanki oddan bir denizdir

    Âna kendini atmaktır adı aşk

    (Eşrefoğlu Rûmi)

     

    Ey dost! Aynaya iyi bak! Son nakşı gör!

     

    Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini düşün. Bir binânın harâbeye nasıl dönüştüğünü hatırla. Aynadaki yalana güvenme. Aynada gördüğün fânî güzelliklerin aldatıcılığını unutma.

     

    "Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz." diyen sonsuzluk sahibi güzelin uyarısına kulak ver.

     

    "Sen ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayran olan kimse! Bir de sonbaharın sararmış hâline ve soğukluğuna bak!"

     

    "Şafak vaktinde güzel güneşin doğuşunu görünce, gurûb zamanı, onun ölümü demek olan batışını hatırla!"

     

    "Eğer güzel tenli güzeller seni avladıysa, ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedene bak!"

     

    "Kezâ cam gibi nergis bakışlı mahmur bir gözü, sonunda çipil olmuş ve suları akmağa başlamış bir halde görürsün."

     

    (Mevlâna)

     

     

    Ey dost! Ayna’ya iyi bak! Güzelliğin kaynağını gör!

    Ey dost! Aynaya iyi bak! Gizli hazîneyi bul!

    Ey dost! Aynaya iyi bak! Aşkı gör!

    Ey dost! Aynaya iyi bak! Son nakşı gör!

    Ey dost! Bu ayna, gönül aynasıdır. Ona iyi bak!


  17. 'Biz Bu Yemini Etmeyiz!'

    20 HAZİRAN 2011

     

     

    Yeni seçilen bazı sosyalist Kürt milletvekilleri "Biz bu yemini yapmayız, bu yemin bizim ideolojimize aykırı" demişler. İdeolojik inançlarını paylaşmamakla beraber onları tebrik ediyorum. Bravo, mertçe ve samimi hareket etmişler.

     

    M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış Kemalist ideolojiye veya dine inanmayanlar, mensup olmayanlar böyle bir yemini yapamaz.

     

    Müslümanlar hiç yapamaz.

     

    Son doksan yıl boyunca hep aynı yemin metni olagelmiş değildir. İlk Meclis'te mebuslar (milletvekilleri) Halifeye ve Padişaha sadık kalacaklarına dair "Vallahi Billahi Tallahi" kelimeleriyle yemin etmişlerdi.

     

    Bugünkü yemin darbecilerin yeminidir.

     

    Bu yemin ilk fırsatta kaldırılmalı, yerine Türkiye kimliğine, kültürüne, tarihine uygun, halkın yüzde doksanının münasip bulacağı ortak bir metin getirilmelidir.

     

    Cumhuriyetimiz ideolojik bir cumhuriyet olmaktan çıkartılmalı, fazilet esası üzerine oturan gerçek ve milli bir cumhuriyet haline getirilmelidir.

     

    İslam dininin yeminlerle ilgili hükümleri ve kuralları vardır. Din ilimlerine vakıf olanlar bunları bilir.

     

    Bendeniz Diyanet İşleri Başkanlığına bir dilekçe ile müracaat etsem ve "Bir Müslüman böyle bir yemini edebilir mi?" diye sorsam, cevap veremeyeceklerdir. Yukarıya tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal.

     

    Meclis'e giren bütün dindar milletvekilleri bu yemini yapageldiler ve şimdikiler de yapacaktır.

     

    Samimi olarak yapamazlar.

     

    O halde taqiyye yapıyorlar.

     

    Taqiyye, fetvasız ve ruhsatsız yapılmaz.

     

    Böyle bir fetva ve ruhsatı vermeye icazeti ve ehliyeti olan muttaqi bir müftüden fetva almışlar mıdır?

     

    Dikkat buyurunuz icazetli, ehliyetli ve taqvalı bir müftü. Biz böyle bir yemin edemeyiz, bu bizim ideolojimize aykırıdır diyen Kürt milletvekillerini tekrar tebrik ediyorum. Müslümanları da düşünmeye, muhasebeye çağırıyorum.

     

    *(İkinci yazı)

     

     

    İlmihal Bilgileri Hangi Kitaplardan, Hangi Âlimlerden Öğrenilir?

    DİNİ konularla, namazla, abdestle, oruç, zekat ve hacla ilgili bir bilgi mi arıyorsunuz? Hanefi fıkhına tâbi olanlar merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali'ne bakınız. Şafiî mezhebinde olan kardeşlerimiz muteber ve güvenilir büyük bir Şafiî ilmihaline müracaat etsinler.

     

    Hacı Zihni Efendinin Nimetü'l-İslam adlı ilmihali de güvenilir ve muteber bir kaynaktır. İlmihal konusunda başka sahih kitaplar da vardır.

     

    İlmihal bilgileri reformcu, dinde yenilikçi, dinde değişimci, BOP'çu, Fazlurrahmancı, ılımlı ve sulandırılmış İslam taraftarı, Kemalist ilahiyatçıların kitaplarından öğrenilmez.

     

    İslam'ı AB standartlarına göre yorumlayan, hadislerde ayıklama yapan ilahiyatçılara da dini konular sorulmaz.

     

    Peki, Ehl-i Sünnet Müslümanları ahlak konusunda hangi kaynağa müracaat etmelidir?

     

    Bu konuda en muteber ve mükemmel kaynak Hüccetülislam Zeynüddin İmamı Gazalî hazretlerinin İhya'sıdır. İhya'yı okuyan aydınlanır; İhya'daki bilgileri, öğütleri hayata uygulayan Müslüman inşallah veli olur.

     

    Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) davetinden sonra, İslam'ın yanında başka hak dinler de olduğunu iddia eden kişi alim değil cahildir, dall ve mudildir. Böylelerine soru sorulmaz, onlardan fetva alınmaz. Onların batıl ve sahte ictihadlarından bucak bucak kaçmak gerek.

     

    İmanın altı temel şartından biri olan kaderi açıkça veya zımnen inkar eden kişiye din sorusu sorulmaz.

     

    Kabir ahvalini, iki soru meleğini, şefaati inkar edene de sorulmaz.

     

    Ehl-i Sünnet ulemasının aleyhinde ciltlerle reddiye yazdığı bid'atçi Albanî'yi hadis imamı sanan kişiden fetva istenmez.

     

    Tarikat evliyası evliyauşşeytandır hezeyanını savuran, mü'minlere kafir dediği için kendisi kafir olan kişileri din alimi sanan, onlara soru soran şaşkındır.

     

    Sevgili Müslüman kardeşim, şayet Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadında ve mezhebinde isen, din konusundaki sorularını icazetli Ehl-i Sünnet alim ve fakihlerine sor, onların kitaplarını oku.

     

    Reformculara, dinde yenilik ve değişim isteyenlere, BOP'çulara, Fazlurrahmancılara, Kemalist ilahiyatçılara, AB normlarına ve Feminizme göre hadîs ayıklayıcılarına soru soranlar aydınlanmaz, doğru bilgilen(diril)mez.

     

    Dünyada şu anda başka hak dinler de var, onların (İslam'ı, Peygamberi, Kur'anı inkar eden) bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyenler karanlıklar içinde yüzüyor. Başkalarını nasıl aydınlatacaklar?

     

    *(Üçüncü yazı)

     

     

    Mantık Dersleri

    BÜTÜN dünya liselerinde mantık dersleri okutulur. Bizde, ders müfredatı listesinde yazılı olsa da genç nesillere mantık okutulmaz, mantık kültürü verilmez. Mantık kültürü nedir? Lisede iyi bir hocadan, iyi bir ders kitabıyla mantık okur, mantık öğrenirsin. Sonra hayata atılırsın, bunların yıllar sonra büyük kısmını unutursun, o unutmadan sonra geriye kalan şey (neyse) mantık kültürüdür.

     

    Maalesef bizde on milyonlarca okumuş vatandaş yeterli mantık kültürüne sahip değildir.

     

    Bana sık sık "Be adam hep olumsuz şeyleri yazıyor, içimizi karartıyorsun, bu memlekette hiç iyi şey yok mudur?" mealinde serzenişte bulunanlar oluyor.

     

    Bendeniz kötü, olumsuz, helak edici, yıkıcı kötülükleri, hataları, noksanları uyarmak için yazıyorum. Bunları yazmam, mantıken iyi şeyler olmadığına delalet etmez.

     

    Mantık okumayan kimseler iyilerle kötüleri birbirine karıştırıyor.

     

    Çok kötü bir şeyin yanındaki az veya orta kötüyü iyi sanıyorlar.

     

    İyi inançların, düşüncelerin, aksiyonların, davranışların kategorisi başkadır; kötü olanlarınki başka.

     

    Şu mantıksızlığa bakın: Şu adam ötekinden daha az çalıyor, daha az rüşvet alıyor, daha az haram yiyor, binaenaleyh ondan iyidir... Doğrusu nedir: Az hırsızlık yapan çok hırsızlık yapandan daha az kötüdür, o asla ondan daha iyi olamaz. Her ikisi de kötüdür.

     

    İslam hukukunda ve hikmetinde "Ehven-i şerreyn tercih olunur" maddesi vardır. Bugünkü kaba Türkçe ile "İki kötüden, az kötü olanı tercih olunur, seçilir" demektir. Arapçada birçok çoğul vardır. Şerreyn ikili çoğuldur, yani iki kötü demektir. Üç kötüye şerreyn denilmez.

     

    Bu hukuk ve hikmet kuralının açıklaması şöyledir:

     

    Önümüzde sadece iki şık var (bir üçüncüsü yok), bunlardan birini seçmek zorundayız. Hangisini seçeceğiz? Az kötü olanı seçeceğiz...

     

    Birkaç örnek vereyim: Bir kadın çok zor doğum yapıyor. Kocasının ve doktorların önünde sadece iki şık, iki ihtimal var: Ya kadın kurtulacak, bebek ölecek, yahut bebek doğacak ama kadın ölecek... Her ikisinin birden tıbben kurtulma ümit ve ihtimali yok. Şimdi ne yapılacak? Ya anneyi, ya bebeği seçeceksin... Hangisi kötünün daha hafifidir?

     

    İkinci örnek:

     

    Bir gemidesin, gemi battı, sen (ancak seni taşıyabilecek) bir kalasa tutundun. Bir kazazede yüzerek sana yaklaşıyor. Kalas ikinizi birden çekmez, o tutunursa ikiniz birden boğulacaksınız. Onun kalasa çıkması durumunda iki kişinin boğulması ile ilgili büyük bir şer var, onu uzaklaştırırsan bir kişinin ölmesi ile ilgili birincisinden daha hafif bir bir şer var. Hangisi tercih olunur? Mecelle-i Ahkam-ı Adliye'nin Kavaid-i Külliye kısmında bulunan bu hikmet ve hukuk kuralını bilmeyen, mantık okumamış, şerreyn nedir, ehven nedir bilmez bir adam kalkıyor, sen kötüyü tercih ediyorsun, sen nasıl Müslümansın, sen kötüsün diye bir yığın saçma sapan laf ediyor, işi bazen hakarete kadar götürüyor.

     

    Susuz kalan bir Müslüman, içecek hiçbir helal sıvı bulamıyor, sadece içilmesi haram olan şarap var. Onun önünde iki şer vardır (üçüncü bir şık ve ihtimal yoktur): Ya şarap haramdır diyerek içmeyecek ve ölecek, yahut susuzluğunu giderecek kadar (daha fazla değil) şarap içip kurtulacak. İkisi de şer ama hangisi ehven, daha hafif?

     

    Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur kaidesinin geçerli olması için ortada üçüncü veya daha başka bir tercih imkanının bulunmaması gerekir.

     

    Şartlar bir İslam düzeninin kurulmasına müsait değil. Önümüzde iki şık, iki yol, iki tercih var. İkisi de kötü. Birinden birini tercih zorundayız. Hangisini seçeceğiz? Ehven olanını.

     

     

    Bir ara kendilerini dört dörtlük birinci sınıf mücahid gösteren hızlı radikaller vardı. Ehven-i şer ile ehven-i şerreyn arasındaki farkı bile temyiz edemezlerdi. Mantık falan hiç bilmezlerdi. Kendileri gibi düşünmeyenlere verir veriştirirlerdi.

     

    İmkanı olan lise ve üniversite mezunu Müslümanlara şu dersleri almalarını bilhassa tavsiye ediyorum:

     

    (1) Mantık dersleri.

     

    (2) Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Kavaid-i Külliye dersleri.

     

    (3) Telhis-i Usul-i fıkıh dersleri.

     

    Bu üç dersi ehliyetli hocalardan tederrüs etmezlerse (ders alıp öğrenmezlerse) vakitlerine ve paralarına yazık olur.

     

    Bunları okuyacaklar, öğrenecekler ve imtihan verip belge alacaklardır.

     

     

     

     


  18.  

    Silahlara veda

     

    Geceye rüyaya ve sana

     

    Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden

     

    Düzenlerin çıkmazına

     

     

     

    Çizdiğim resmin

     

    Saat kulesi ağlıyor

     

    Ağzım o çeşit yok

     

    Şişe bu çeşit var

     

     

     

    Sen bir gece gelsen

     

    Güneş doğmasa

     

    Gitmeden yine gelsen

     

    Bu yeni geleni

     

    Bu bize bakanı

     

    Sana bir anlatsam

     

    Güneş doğmasa

     

    Sandıkların içini göstersem sana

     

    Çizdiğim resmin

     

    Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde

     

    Bir rafa koyabilsen

     

    Olup biteni ve onları

     

    Sabaha kadar konuşsak

     

    O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam

     

    Ateşi karı tüfeği çeksem

     

    Ocağa pencereye kapıya

     

     

     

    Kemana veda

     

     

     

    Yağmurda şeytan ve şapkası

     

    Silahın ölümünü kutluyorum

     

     

     

    Tren kaçırmış gibiyim

     

     

     

    Sana veda

     

    Sezai Karakoç

     

     

     

    • Like 1

  19. image0089.jpg

    1963 yılından bu yana Arap milliyetçisi Baas Partisi tarafından yönetilen Suriye’de Müslüman nüfus 1920′li yıllardan bu yana çok büyük bir zulüm ve baskı görmektedir. Halkın % 75′inin Müslüman, % 1 1 ‘inin Nusayri, %9′unun da Hıristiyan olduğu Suriye toprakları, asırlar süren bir İslami geçmişe ve köklü bir kültüre sahiptir. Bu İslam toprakları pek çok İslam alimi yetiştirmiştir.

     

    Hz. Ömer döneminde gerçekleştirilen seferler neticesinde fethedilen Suriye toprakları, sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Eyyübiler yönetimi altında kaldı. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılan Suriye toprakları, 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar barış ve huzur doluydu. Ancak 1831 yılında Osmanlı’ya başkaldırarak ayrı bir yönetim kuran Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın eline geçti. Sonra tekrar Osmanlılara geçen Suriye 1920 yılında Fransız işgal kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Fransız işgali Suriye halkı için büyük bir kaosun ve şiddetin de başlangıcıydı. Fransızlar, tarihsel olarak Suriye’nin bir parçası olan Lübnan’ı ülkeden kopardılar ve ayrı bir devlet haline getirdiler.

     

    1946 yılındaki bağımsızlığa kadar süren, 26 yıllık şiddet politikası Fransız yönetiminin Cezayir’de, Tunus’ta ve diğer pek çok İslam toprağında yaptığı katliamların bir benzeriydi. İşgal sonrası Suriye halkı önemli bir direniş hareketi başlattı. Fransızlar on binlerce insanı vahşice katletti ve büyük şehirleri bombardımana tuttu. Ayaklanma şiddet yoluyla bastırıldı, ancak Fransa Suriye’de uzun süre kalamayacağını anladı.

     

    II. Dünya Savaşı’nın ardından Suriye’den çekilmek zorunda kalan Fransızlar 1946 yılında bu ülkenin bağımsızlığını kabul ettiler. Ancak ülkeden çıkarken geriye son derece istikrarsız, çatışmaya açık bir Suriye bıraktılar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Suriye’de konuşlandırılan Fransız mandası en çok Nusayrilere (Nusayrilik Hz. Ali’nin tanrılaştırılması esasına dayanan ve Hıristiyanlıktakine benzer bir teslis prensibine sahip olan bir inanç sistemidir.) yaradı. Fransız yönetimi ülkede azınlık olan Nusayrileri özellikle devlet kademelerine yerleştirmiş, böylece çoğunluğu oluşturan Sünnilerde bir rahatsızlık meydana getirmiş ve iki toplum arasına yapay bir düşmanlık tohumu ekmişti.

     

    Pek çok Ortadoğu uzmanı Nusayrilerin, ülkenin siyasi ve askeri açıdan üst noktalarına ulaşmasının, gerçekte Suriye’nin 1946 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle başladığına dikkati çeker. Bağımsızlık sonrasında Suriye’de gerçekleşen en önemli olay, ülkede politik, siyasi ve ekonomik alanlarda liderlik yapan köklü Sünni ailelerin yerine Nusayrilerin ülkedeki yönetimi ele geçirmeleri olmuştur. Bu gibi yapay iç çelişkiler bağımsızlığını kazanan Suriye’yi kaosa sürükledi.

     

    hafizesad.jpg

    Bağımsızlık sonrası Suriye darbeler ülkesi haline geldi. 1949 yılında başlayan darbeler dönemi 1970 yılında diktatör Hafız Esad’ın gerçekleştirdiği darbe ile son buldu. Esad rejimi darbeleri sona erdirdi, ama zalim bir yönetimi başlattı. Baas iktidarı ile birlikte Suriye Müslümanları açısından zor bir dönem başlamış oldu. Çünkü yönetim Suriye nüfusunun %11′ini oluşturan Nusayri azınlığa geçmiş ve Nusayrilerin dışındaki tüm mezhepler iktidar kadrolarından uzaklaştırılmıştı. Kendilerini “Sosyalist Halk Demokrasisi” olarak tanımlayan baskıcı Hafız Esad yönetimi Suriye’yi kısa sürede bir istibdad ülkesi haline getirdi. Tüm siyasi partiler kapatıldı, Baas partisinin savunduğu sosyalist ideoloji dışındaki tüm görüşlerin savunulması yasaklandı. Tüm İslami hareketlere kısıtlamalar getirildi. Bu hareketlerin liderleri tutuklanıp, çok şiddetli işkenceler altında hayatlarını yitirdiler. Uluslararası insan hakları teşkilatlarının raporlarında Esad döneminde Suriye Müslümanlarının büyük baskı ve zulüm gördükleri, Müslüman kadınlara tecavüz edildiği, erkeklerin akılalmaz işkence yöntemlerine maruz bırakıldıkları anlatılmaktadır.

     

    Esad Dönemi ‘Zulüm ve Baskı’ Kelimeleri ile Anılmaktadır :

     

    3dacf41d-300x131.jpg

    Baas yönetiminin ilk hedefi İslami kimliğin yok edilmesi olmuştur. Bu amaçla on binlerce Müslüman sebep gösterilmeden tutuklanmış, şiddetli işkencelere maruz kalmıştır. Çoğu idam edilmiş, büyük bir bölümü de kaybolmuştur. Kadınlara tecavüz, ölünceye kadar dövme, ayaklarından tavana asma gibi vahşi işkence yöntemleri uygulayan Hafız Esad yönetimi, bunun yanı sıra evlere baskınlar, camilere saldırılar, hakaretler, hiç bitmeyen tacizlerle Müslüman halkı yıldırmayı hedeflemiş ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştur.

     

    Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Hama şehrinde gerçekleştirdiği katliam ise vahşetlerin en büyüğüydü. Bu şehrin yok edilmesinin tek nedeni, burada İslami hareketin çok güçlü olması idi. Hafız Esad’ın kardeşi ve zamanın Genelkurmay Başkanı Rıfad Esad, Şubat 1982′de bir gece vakti Hama’ya havadan ve karadan saldırı düzenledi. Saldırıya katılmak istemeyen askerlerin çoğu anında idam edildiler. 27 yıl süren katliam sonunda yaklaşık 40 bin Müslüman vahşice katledildi. Şehir ise adeta bir harabeye döndü.

     

    Esad’ın 30 yıl süren diktatörlüğü döneminde bunun gibi daha pek çok katliam ve vahşet yaşandı. Bugün hala Esad’ın katliamlarından kaçan çok sayıda Suriyeli Müslüman, mülteci olarak yaşamını sürdürmektedir. Sadece Suudi Arabistan’da bir milyon civarında Suriyeli Müslüman bulunmaktadır.


  20. Vurana vurursunuz.Vuramazsan kaçarsınız.Kaçamazsan eğer yersin dayağı.

    Fakat vurana vurmak imkanınız varken vurmuyor,üstelik kaçıp gitmiyor,üstelik de başınızı eğip darbeleri sinenize çekiyorsanız,size ne demeli?!

    Körpe fidanı topraktan yolmak istediler,ama gelmedi.

    Eğmek istediler eğilmedi.Keçiyi boynuzundan tutup sürüklemek istediler,ayak diredi.Atı ürkütmek istediler,çifte attı.Köpeğin önünden kemiğini almak istediler,saldırıp daladı.Nehrin yolundan çevirmek istediler,yoluna devam etti.

    Ama sen!

    Sana vursalar,vururdun.

    Eğseler,eğrilmezdin.

    Sürseler,sürülmezdin.

    Soysalar,soyulmazdın.

    Çevirseler,çevrilmezdin.

    Öyleydin ki assalar,ölmezdin.

    Ve sen!

    Bir getirene on verirdin.Komşu hakkı gözetirdin.Konu hak gözetmekse eğer imanlı imansız ayırmazdın.Evini rahatını döşeğini bırakır,çamlı dağları aşar,kızgın çölleri aşar,yaptığın işler güttüğün davalarla insan takatini aşardın.

    İddia ediyorlar ki Arap harfleri zormuş,kimse öğrenemez okuyamazmış,latin harfleri okuyup yazmayı yaygınlaştırmış,insanların bilgi düzeyini yükseltmiş...

    Etrafıma bakıyorum.İddiaların hep aksini görüyorum.Okuma yazma bilenlerin sayısı şu elli yılda yüz kişidir elli kişiye bile çıkarılamamış,üstelik okuyup yazanların hali pek acıklı.

    İçlerinde okuldaki mecburi kitapların dışında kendi iradesi ile kitap alıp okuyan parmakla sayılacak kadar az.

    Oysa benim dedem mesela basit bir marangozdu,iki zahire sandığı dolusu kitabı vardı,ağır ağır kitaplar,tefsirler,Gazaliler,Camiler,Mevlanalar...

    Ne mi oldu bunlar?

    Okuma yazmaya bilmeyenlere miras kaldı?

    Okuyabilenlerde de okumadı.Zira toprağa gömdüler.Devletin memurları baskın yapar,yakalar,vay bu harfleri mi okutur,okursunuz diye hapse atarlar diye toprağa sakladılar.Nasıl olmuşsa bilmiyorum,vurmuşlar bize,biz vurmamışız,bu anlattığımız küçücük bir misaldi.

    Kaçabilir miydik bilmiyorum,kaçmamışız,gömmüş toprağa kitapları.

    Acaba vurmak bitti mi?

    Acaba vurdular vurdular bitti mi?

    Yoksa hâlâ vurmakta mıdırlar?

     

    Televizyon bir şamardır.Hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar.

    Bize neler yasak,şunlar bunlar.İşte bu yasakları,bu haramları televizyonun bizim hanemizin içine kadar getirir her çeşidini,bağrını,umumhanesini,meyhanesini ve biz oturur muslumanlığımızla,karımız kızımızla onu seyrediriz.

    Ve sonra deriz ki,

    Nasıl oluyor da mukaddesâtımız elden giderken,bize vururlarken ses etmez,vurana vurmayız.

    Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Muslumanda değil cihat etmek,acaba kalkıp bir farzı ifâ edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?

     

    Cahit Zarifoğlu

    Bir Değirmendir Bu Dünya

    Sf:15.16


  21. 5023.jpg

    Genç Adam at yorganı!Nasıl bir gençtir Necip Fazıl’ın ideal genci, Şahin Gürçay dunyabizim için araştırdı! Üstad Necip Fazıl yaşamı boyunca, insanın kendisiyle yapacağı ve en çetin sınavı olan varlık muhasebesinden bahseder. Bu muhasebenin; insanın ruhuyla kendisi arasında bir hesaplaşma, insanın bütün ideallerini ve realitelerini ortaya koyacağı bir saha olacağını söyler. Bu muhasebede insanı mutlak güzelliğe karşı her zaman küçük görür ve işe yaramaz olarak betimler. Bunun yanı sıra ise idealini ortaya koyar. İşte bu ideal bizi Necip Fazıl’ın ideal gencine götürür. Peki nasıl bir gençtir Necip Fazıl’ın ideal genci?

     

    6939.jpg

    Fildişi kulelerde değil!

     

    Necip Fazıl, dava ehli gençlerin öncelikle toplumun içerisine inerek, sorunlarla karşı karşıya gelmesini ve bu sorunları içselleştirmesi gerektiğini vurguluyor. Yani kendi deyimiyle yangın yerini fildişi kulelerden izlemek yerine Hz. İbrahim’e su taşıyan karınca misali safımızı belli etmemiz gerektiğinin önemini anlatıyor.

     

    Ruhu değerlerle dolu!

     

    Üstad, ideal gencini ilahi varlık muhasebesi üstüne inşa ettiği için, ondan hem ideal bir aksiyona hem de gerektiğinde ferdiyetçi bir isyan ahlakına sahip olmasını istiyor. Bu nedenle de ideal gencinin ruhunun, cemiyete anlatmak istediği değerlerle dolu olması gerektiğini vurguluyor. Yani Necip Fazıl; gençlerin sadece konuşan, tepki gösteren veya eylemde bulunan bireyler değil; aynı zamanda düşünen, düşündüklerini uygulayan ve benimseyen bireyler olmasını istiyor.

     

    6073.jpg

    Düşmandan bihaber değil!

     

    Üstada göre, gençler ruhlarını topluma açabilmek ve dertlerini anlatabilmek için “iman tılsımlı kılınç” ile kuşanmalı ve böylece aksiyon ruhunu elde etmelidir. Bu noktadan sonra ise Necip Fazıl, gençlerin yapacakları aksiyonlarda, ilahi varlık muhasebesiyle birlikte imanlarını, mücadeleci ruh haliyle de güçlerini ortaya koymaları gerektiğini düşünmektedir. Sadece haklı olmanın yetmediği bu dönemde, üstadın ideal genci ayrıca düşmanının silahlarını bilmeli ve ona göre hareket de edebilmelidir. Yani, ideal genç kendini düşmanından bihaber bırakmamalıdır. Bu şekilde, hem haklı hem de güçlü olmuş olan ideal genç, çağımızda beklenen değişimin de öncüsü olacaktır.

     

    Fikir işçisi!

     

    Necip Fazıl’ın ideal gencinin özelliklerinden biri de karşılıksız çalışan fikir işçisi olmasıdır. Bu gençler, yaptıkları hizmetlerin karşılığını, hitap ettikleri kişilerden değil, Allah’tan beklemektedir. Mütevazılık konusunda hassas olan bu gençler, nefisleriyle de devamlı bir mücadele halindedirler. Nefse hakimiyet konusunda devam bir ahenk içinde olmak, üstadın ideal gencinin en önemli özelliklerinden biridir.

     

    İtidalli!

     

    Necip Fazıl böylelikle ideal gencin evrensel mana kazanarak evrensel manada çözümler üretebileceğini vurgulamaktadır. Böylece genç, cemiyet mevzusunda sosyolojizmin ifade ettiği gibi toplumsal mevzuları değerlendirirken aşırıya kaçmayacaktır ve geride de kalmayacaktır. Bunun sağlanabilmesi için ise gencin hakiki manada hürriyeti kavrayabilmesi gerekmektedir.

     

    5902.jpg

    İbadet ve tefekkür!

     

    Helal ve haram konusunda da nefis mücadelesindeki kadar hassas olması gereken ideal genç, ayrıca karşılıksız bir tefekkür ve ibadet içinde olmalıdır. Hüsn-ü Mutlağa kalbi bir şekilde bağlı olan gençler, Allah aşkı sevdasında ve O’nunla bir ahenk içindedir.

     

    Başı dik!

     

    Necip Fazıl, gençlerin hayat davalarının başında şaşıracaklarının ve bu davanın genç beyinlerin körpe omuzlarına ağır bir yük getireceğinin farkındadır. Bu yük kaldırılması güç ve genci girdap misali içine sürükleyen bir yüktür. Bu buhranın içine kapılan gençler ya başı dik bir şekilde kurtulur veya dava şuurunu kaybederler. Bu noktada aksiyon ruhu imanla harmanlanmış olan ideal gençler, bu buhrandan kurtulacak olanlardır.

     

    2770.jpg

    Yükü ağır!

     

    Üstad, buhrandan kurtulmuş olan gencin daha güçlü bir şekilde ve aksiyona yön verebilecek bir yeterlilikle geri döneceğini vurgular. Bunun bilincine varan genci büyük bir sorumluluk beklemektedir. Çünkü gelmiş geçmiş bütün olayların ve gelecekte yaşanacakların yükümlülükleri bu gencin de omuzlarına binmiş olur. Ancak bu, ideal genç için, korkulacak veya çekinilecek bir şey değil aksine seve seve kabuledilecek bir yükümlülüktür.

     

    Gençliğe hitabe!

     

    Necip Fazıl’ın, gençlerin ruhi ve akli düşüncelerini aksiyon ve dava metodolojisiyle aktarmalarında gençlere ışık tutmak için sunduğu mumun son alevi Neci Fazıl’ın gençliğe hitabesidir. Bu hitabe ruhi ve akli düşüncenin, aksiyonun hedefi, misyonu ve vizyonudur.

     

    Üstad; gençliğe hitabesinde ve diğer yazı, şiir ve konuşmalarında ideal gencinin özelliklerini bizlere bu şekilde sunuyor ve bu gençliğin geleceğinden de ümitli olduğunu, bunun kutlu bir doğum olacağını belirtiyor. Üstadın ideali olup olamamak da bize kalıyor.

     

     

     

     

     

    Şahin Gürçay

     

    • Like 7

  22. 26559.jpg

    Hem davası hem paltosu büyük adam!O hem pimi çekilmiş bombadır, hem düşünce örgüsünü sicim gibi, gemici halatları gibi sağlamca ören bir fikir üstadıdır.Uzun süren bir uykudan uyandıktan sonra fasılasız, düşmana saldırmaktır.

     

    İmanın diriltici ırmağında yıkanmaktır.

     

    Cephede diri, gür, heyecanlı, korkusuz olmaktır.

     

    26561.jpg

    Zindanlarda ışıyan umut olmaktır. Sesini kısmamaktır. Her kelimesini, her cümlesini, aldığı her nefesi davaya adamaktır.

     

    Aşılması güç barikat!

     

    Duasız, merhametsiz, aşksız, bilinçsiz, samimiyetsiz yürüyüşün ibda, inşa, imar değil imha olduğunu, ihanet olduğunu haykırmaktır.

     

    Çiledir, ızdıraptır, beynin zonklamasıdır. Aklın yok’a değmesidir.

     

    Laf değil hakikattir. Yalan değil gerçektir.

     

    Kötülerin, Hakk düşmanlarının önünde aşılması güç barikattır.

     

    İyilerin, Hakk dostlarının yolunu kalemiyle, mücadelesiyle, çarpışmasıyla, düşüncesiyle açan öncülerdendir.

     

    Dava aşkıyla büyüyen palto!

    Sigarayı tutuşuna, içişine hayran olduğum şairdir. Acayip güzel bir artisttir. Paltosu ve davası birlikte büyüktür.

     

    Düşüncesi, şiiri evdir, ağaçtır. Kendisi barınmaz o evde. Kendisi gölgelenmez o ağacın altında. O, şeyhinin gölgesine sığınır, Resulullah’tan şefaat dilenir.

     

    Hem gölgedir hem ışık. Hem nurdur hem ateş. Hem kaledir hem meydan. Hem bozkırdır hem şehir.

     

    26560.jpg

    Hem pimi çekilmiş bomba hem hablü'l-metin!

    Hem pimi çekilmiş bombadır, hem düşünce örgüsünü sicim gibi, gemici halatları gibi sağlamca ören bir fikir üstadıdır. Hablü’l-metindir. Götürüp her şeyi O’na bağlar güzelce. Çünkü ancak sağlam bir bağlanışla, adanışla başlar gerçek özgürlük. Diğer bütün bağlanışlar sefil ve rezil köleliklerdir.

     

    Abdülhamid'in müzikay-ı hümayunu

    Abdühamid'in en cesur müzikay-ı hümayunudur.

     

    Fatih'in fethettiği yerden İstanbul'a yeniden girerek Ayasofya'nın kapısında bir ömür boyu ezan sesi bekleyendir.

     

    Altın halkanın aşığı, Arvasi'nin bendesidir.

     

    Hırçın ve derin ırmak!

     

    Nil ve Tuna gelip O'nda buluşuyor; Sakarya oluyor. Sakarya eski günlere, eskimez hakikate ulaşmak ve aradaki mesafeyi çabucak kapatmak için bunca hırçın, delişmen, dinginlenemez. Ben bu taşkınlıkta, bu başkaldırışta, bu coşkun imanda yıkanırken öğrendim ve sevdim Türkçe'yi. O'na yetişemedim ve dünya gözüyle O'nu göremedim. Ben İstanbul'a küçük bir çocuk olarak göç ederken, O, çok boğuştuğu bu dünyayı terk eylemiş. Şimdi bakıyorum da o boğuşmada güç yetirebildiklerinin hepsini fethetmiş. Bunları mümin benliğine, düşüncesine, şiirine mal etmiş.

     

    26562.jpg

    O'na niçin borçluyuz?

     

    İlk gençliğimizden itibaren müphem, mevhum zindanlardan bizi bir Mektup'la, bir Şarkı'yla, bir Nehir'le çıkaran muzdarip, çilekeş. 'Üzülecekseniz, dert çekecekseniz; bunlara üzülün, bu davanın derdini çekin, yükünü yüklenin!' diyen Müslüman. O'nu okudukça kaldırımlardan, yağmurlardan en zor sorulara, en zorlu nefs muhasebelerine, iç hesaplaşmalara ulaştık. Ne çok şey borçluyuz O'na.

     

    Sultan'a binlerce selam!

     

    O'nun sesi, kelimeleri, sabrı, cesareti, direnç ve dirayeti, hakikat peşinde koşarken bıraktığı izler bize ulaşmamış olsaydı muhtemelen kazandığımız bu mevzilerin epeyinden mahrum olacaktık. Kentin çirkefinde, karmaşasında, giriftliğinde kaybolmamışsak, boğulmamışsak O'na çok şey borçluyuz. Allah O'ndan razı olsun ve O'nun cesaret, zekavet, hitabet, belağat ve irfanından bizleri de nasiplendirsin. Kendini adayarak Sultan olan Necib'e, Fazıl'a binlerce selam!

     

     

     

    Mustafa Nezihi.

     

    • Like 1

  23.  

    Şu alev alev yanan yürekler,

    Şu dalga dalga dava aşkıyla coşan bedenler,

    Şu kentler, bucaklar, dağlar, tepeler…

    Seni anar, seni tanır, seni söyler.

    Seni anlatmaya kelimeler yetmez,

    Deniz mürekkep olsa, tükenir gider.

    Vasıflarını saymaya kalksak,

    Akla söz gelmez, bitiverir kelimeler.

    Ancak senİnanan insanlarla beraber…

    Sen benim gönül sultanım,

    Baş tacımsın…

    Senin sözlerinle seni daha iyi tanıdım.

    Şiirlerini okudum,

    Gözlerinin içine baktım.

    Bu adam en eski şeyleri söylüyordu,

    İnsanlar kadar eski,

    Ama en yeni şekliyle…

    "Onun ümmetinden ol!" diyordu,

    "Ayağa kalk Sakarya!" diye çırpınıyordu.

    Sen, tarihini meydanlarda yazan,

    Sen, gönüllerde gezen,

    Talihini meydanlarda deneyen ersin.

    Allah için,

    Vatan için,

    Millet için,

    Daima seferbersin…

    Tarih sana hayran,

    Cihan sana hayran,

    Cümlemiz sana hayran!...

    Sen, cengi düğün,

    Ölümü bayram bilirsin.

    Bayramın mübarek olsun…

     

     

    Üstada Necip Fazıl'ın, doğum ve ölüm yıldönümlerine rastlayan 25 ve 26 Mayıs günlerini, ona olan vefa borcunu ödeme isteğimizden dolayı hayırla anıyor, yukarıdaki şiirimi ona ithaf ediyor ve tüm bu yazıyı okuyanlardan da birer "Fatiha" okumalarını istirham ediyorum. Aynen dizelerinde söylediği gibi…

    "Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam,

    Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam."

     

     

    "Ben ölünce etsin dostlarım bayram,

    Üst üste tam kırk gün, kırk gece düğün!

    Açı doyurmaksa kabirde meram,

    Yemeğim Fatiha, günde beş öğün."

    26 Mayıs 1904 günü dünyaya gözlerini açan ve 25 Mayıs 1983 günü hayata gözlerini kapayan bu mümtaz kişi, arkasından bıraktığı yüzlerce eserle hâlâ yaşamakta.

    Onu anlatmak çok zor olsa da, onun şiirleriyle büyüyen biri olarak şu kadarını söyleye bilirim; "şiirin çilesini çeken adam…"

    Onun şiirini anlamak için her şeyden önce davasını bilmek gerekir. Poetika'sında o şöyle demektedir. "Şiir, Allah'ı sır ve güzellik yolunda arama işidir."

    Necip Fazıl'ın şiir dünyası tek çizgi üzerinde cereyan etmekle beraber, geniş bir mekanı içine alır. Yani o, her konuya hak ve hakikat penceresinden bakmıştır.

    Yansıma

    "Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;

    Ağaç içinde ağaç, geliştiren tomurcuk…"

    Üstad, savunduğu davanın zorluğunu biliyordu, ama imkansızlık diye bir şeye inanmıyordu. O, sanatın imanla gerçek benliğini kazanabileceğini, inançsız sanatın bir şey ifade etmeyeceğini söylüyor. Materyalist ve ateist duygularla ne sanatta, ne de edebiyatta bir yere varılamayacağını ifade ediyordu. O, Allah dostu idi. İman ve itikadı güçlü idi ve inandığı yolda yorulmadan ilerledi…

    Tarihler hızla karanlık günleri zamanımıza taşıdı. Ve 25 Mayıs 1983 günü, "Son Sultanu'ş Şuara" canından aziz bildiği büyük davayı, bizim naçiz omuzlarımıza yükleyerek, çok sevdiği Rabb'ine kavuştu. Allah rahmetiyle tecelli eylesin…

    "Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden,

    Soruversem; haberin var mı öleceğinden?"

    Tüm derdi ve amacı, Hakk'ı anlatmak olan şairi, biz de hayırla ve dualarımızla anıyoruz. Bir daha bir Necip Fazıl gelir mi bilinmez ama, Necip Fazılların kolay yetişmediği bir gerçek. O zaman biz annelere çok büyük görevler düşmekte. Çocuklarımızı sadece bir yönde değil, bütün yönlerden yetiştirmeye çalışalım. Onları yarış atı gibi yarıştırmak yerine, sınavdan sınava koşturmak yerine, kalıcı özelliklerle donatmaya çalışalım. Belki o zaman yeni Necip Fazıllar filizlenebilir.

    Sınavların yaklaştığı ve stresin yoğunluk kazandığı şu günlerde, çocuklarımızı bir de bu yönle değerlendirelim. Bir de anne baba olarak bizler, onları strese girmelerine sebep olmayalım. Çünkü hayat bir sınav ve bu sınavı da nasıl kazanacağımız belli…

    Hayırlı sınavlarda yarışmak ve Necip Fazıl gibi hayırla anılmak üzere emanet edilmesi gereken en "Emin"e emanet olunuz.

     

    Mine İzgi - Eğitimci


  24. Ünlü Şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek, ölümünün 27. yıldönümünde İzmir Murat Reis Kültür Merkezi'nde düzenlenen etkinlikle anıldı. Çok sayıda katılımcının ilgi gösterdiği etkinlikte şairin şiirleri okunurken, Üstad'ın bilinmeyen yönleri anlatıldı.

     

    Konuşmacılardan Yazar Mustafa Miyasyoğlu, Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili önemli bir tarihi gerçeği açıkladı. Miyasyoğlu, dönemin CHP yetkililerinin Demokrat Parti'ye destek vermemesi için Kısakürek'e çanta dolusu para teklif ettiklerini kaydetti.

     

    Miyasoğlu, 'Dönemin önde gelen CHP'lileri ellerinde bir çanta dolusu para ile geldiler. Üstat Necip Fazıl'a ricada bulunarak çanta dolusu parayı almasını ve daha sonra istediği kadar çanta dolusu yeni paralar getireceklerini, ancak bunun karşılığında da Demokrat Parti'ye destek vermemesini istediler. Üstat ise parayı reddederek, onlara 'sizin gibi din düşmanlarını değil Demokrat Parti'ye destek vereceğim' demiştir. Üstad, işte böyle bir dava adamı idi.' diye konuştu.

     

    Miyasoğlu, Necip Fazıl'ın yeterince anlaşılmadığını, aslında üstadın dünya çapında bir edebiyatçı olduğunu dile getirdi. 'Üstad bize öyle eserler bıraktı ki bu eserlerdeki tavır aynı zamanda Türk insanının evrensel değerleridir.' diye konuşti.

     

    Üstad'ın emsalsiz bir inceliğe sahip olduğunu söyleyen Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek'in 20. yüzyılın en önemli şair ve yazarlarından birisi olduğunu belirtti. Miyasyoğlu, şöyle devam etti:

     

    'Üstad Necip Fazıl'a kadar Abdülhamit kızıl sultan olarak lanse ediliyor ama tarihi arşivlere bakılmıyordu. Üstat Necip Fazıl, Abdülhamit'e kızıl sultan diyenlere karşı ulu hakan dediği ve itibar kazandırdığı gerekçesi ile 15 sene süren davalar ve hapis cezaları ile karşılaştı. Onun eserleri hep görmezden gelindi. O inanılmaz bir fedakarlığın timsalidir. Hiddeti de Hz. Ömer gibidir.'

     

    Şair Necip Fazıl Kısakürek'in özel kalem müdürlüğü de yapan AK Parti İzmir Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu, Necip Fazıl Kısakürek'in birçok yönden ele alınması gerektiğini anlattı. Teşkilatçı, gençlerle ve toplumla bütünleşen yapısı ile Necip Fazıl'ın çok geniş bir perspektife sahip olduğunu dile getiren Tekelioğlu, kendisinin özel kalem müdürlüğünü yaptığını ve birlikte çalışma fırsatı olduğu için çok şanslı olduğunu söyledi.

     

    'Necip Fazıl'ın Muhasebe ve Sakarya gibi şiirlerinde hep kendimizi buluruz.' diyen Tekelioğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Necip Fazıl Kısakürek'in bir şiirinde söylediği gibi 'Bana Kefendir Yatak' diyerek çok yatmak yerine her zaman çok çalışmamız gerektiğini söylemiştir. Onun zindandan Mehmet'e Mektup şiirinde ise geleceğe nasıl baktığını görürüz. Ben her ümitsizliğe kapıldığımda onu hatırlıyorum. 74 yaşında olmasına rağmen yılmadan mücadele etti. O yaşında bile Büyük Doğu Dergisi'ni çıkarmak için çalıştı. Onun mücadelesi hepimiz için örnekti.'

     

    DEÜ'den Prof. Dr İlhan Genç de Üstad'ın doğduğu dönemin Osmanlı'nın bitiş dönemine denk geldiğini söyledi. Üstad'ın Balkan ve Çanakkale gibi savaş ortamının olduğu dönemleri yaşadığını ve bu savaş atmosferinde büyüdüğünü vurgulayan Genç, 'Necip Fazıl, estetik anlayışından hiçbir zaman vazgeçmeyen, batı kültürünü özümsemiş, fikir tarihimizin önemli bir önderidir.' açıklamasını yaptı.

     

    Konak AK Parti İlçe Başkanlığı adına toplantının sunumunu yapan Betül Canfeza Şen, bundan sonra yer yıl bu tür etkinlikleri düzenlemeye devam edeceklerini berterek, 'Amacımız Necip Fazıl Kısakürek'in ve eserlerinin günümüz gençliği tarafından da daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. O, çağımızın en büyük fikir önderidir.' dedi.

     

    AKP Konak İlçe teşkilatı tarafından düzenlenen Necip Fazıl Kısakürek'i anma toplantısına; Konak Kaymakamı Ahmet Önal, Konak İlçe Milli Eğitim Müdürü Abdülkadir Yıldız, Türkiye Yazarlar Birliği İzmir Şube Başkanı Harun Özdemir, Memur Sen İzmir Şubesi Başkanı Abdurrahim Şenocak, AK Parti Grup Başkan Vekili Nazmi Kalyoncu, AK Parti Konak İlçe Başkanı Latif Özkan, Erzurumlular Federasyonu Başkanı Muzeffer Okumuş başta olmak üzere, sivil toplum derneği üyeleri ve çok sayıda vatandaş katıldı. Toplantı öncesinde musiki dinletisi sunuldu.

     

    Kaynak: Cihan

×
×
  • Create New...