Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Mabed

Üye
  • Content Count

    114
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    16

Posts posted by Mabed


  1. Müslümanın Beğendikleri ve Beğenmedikleri

     

    MÜSLÜMAN neleri beğenir, neleri beğenmez? Beğenilecek, kabul edilecek, inanılacak şeyler ile beğenilmeyecek, kabul edilmeyecek, inanılmayacak şeylerin birkaçını maddeler halinde sıralıyorum:

     

    (1) Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile zina çirkin, kötü bir suç, büyük günah ve ahlaksızlık olarak görülmüştür. Müslüman zinayı beğenmez. Beğenirse dinden çıkar. Müslüman, yeni Ceza Kanunu'nda zinanın suç olmaktan çıkartılmasını kesinlikle beğenmez, doğru bulmaz, bunu en azından kalben kötüler.

     

    (2) Müslüman tesettürü beğenir, çıplaklığı ve avret teşhirini kötü görür.

     

    (3) Müslüman Kur'anda, Sünnette, Şeriatta kesin olarak iyi görülen her şeyi beğenir ve doğru bulur; kötü görülen hiçbir şeyi beğenmez ve doğru bulmaz.

     

    (4) Müslüman israfı sevmez. İsraf büyük bir günahtır. Her şeyin en iyisi Müslümana layıktır diyerek israf eder ve bu israfı beğenirse dinen çok kötü bir duruma düşmüş olur. Kur'an "İsraf edenler şeytanın kardeşleridir" buyurmaktadır.

     

    (5) Müslüman beş vakit namazı sever ve beğenir. Namaz kılınmamasını beğenmez ve doğru bulmaz. Hür ve mukim erkeklerin, şer'î bir özür bulunmadıkça farz namazları cemaatle kılmalarını beğenir, kılmamalarını beğenmez ve doğru bulmaz.

     

    (6) Müslüman, mü'min bir kardeşinde beğenilmeyecek, sevilmeyecek bir günah görürse o kardeşine düşmanlık etmez, sadece ondaki günahlara ve kötülüklere karşı olur.

     

    (7) Müslüman gıybeti çok kötü bilir ve onu asla beğenmez ve savunmaz. Bir kişiye gıybet etme denilse, "Ben gıybet etmiyorum, bu yaptığım tenkittir" dese dinini tehlikeye sokmuş olur. Şarap içen bir kimseye içme denildiğinde, bu üzüm suyudur, içmek caizdir demesi gibi.

     

    (8) Müslüman kötü, bozuk, zâlim bir düzene ve sisteme iyi demez, eskisine göre daha iyi de demez.

     

    (9) KURAL: Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, Şeriatin iyi, mâruf, doğru dediği her şey güzeldir.

     

    (10) KURAL: Kur'an'ın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, Şeriatin kötü, münker, çirkin dediği her şey kötüdür.

     

    (11) Büluğa ermiş ve kuvve-i şeheviyeleri galeyanda olan kız ve erkek çocukların birlikte okutulmasını Müslüman beğenmez.

     

    (12) Kimlik kartlarında Müslüman oldukları yazılı bulunan birtakım kadınlara TC başlıklı resmî fahişelik vesikaları vererek onlara "yasal" fuhuş yaptırmak, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi almak, fuhşun yapıldığı genelevleri polisle korumak beğenilecek bir iş değildir. Müslüman bunu beğenmez.

     

    (13) Zerre kadar vicdanı, insafı, adaleti, hikmeti olan bir Müslüman, ülkenin en büyük tarihî camiinin, vakfiyesinde "Bu camiyi camilikten çıkartanların üzerine Allah'ın laneti olsun" yazılmasına rağmen, camilikten çıkartılmasını, orada namaz kılınmasının yasak edilmesini asla beğenmez, doğru bulmaz.

     

    (14) Müslüman hırsızlığı, rüşveti, devlet ve belediye bütçelerinin hortumlanmasını, ihalelere fesat karıştırılmasını; haram, kirli ve kara kazançlarla zengin olunmasını asla doğru bulmaz, beğenmez. Bu düzen bozuktur, böyle bozuk düzenlerde haram yenir mealindeki fetvalar şer'î değil şeytanîdir. Şeriatin haram dediği bir şeye helaldir diyen kafir olur.

     

    (15) Akıl teklif için şarttır ama iyinin kötünün, doğrunun yanlışın, güzelin çirkinin kaynağı akıl değil, nakildir/nasstır yani Kur'an ve Sünnettir. Aklın güzel, iyi, doğru bulduğu; Kur'anın ve Sünnetin doğru bulmadığı şeyler güzel, doğru ve iyi değildir.

     

    *(İkinci yazı)

     

    İftiralar Yalanlar

     

    İYİ bir Müslüman olduğumu hiç iddia etmedim ve etmiyorum. İyi bir insan ve vatandaş olmaya çalışıyorum ama bunda başarılı olabiliyor muyum, bu hususta da bir iddiam yoktur.

     

    Kendi halinde okur yazar bir kimseyim, elim kalem tutuyor, inançlarıma ve ideallerime hizmet için yazılar yayınlıyorum. Yirmi senedir Millî Gazete'de fahrî olarak yazıyorum. Profesyonel gazeteci değilim, elli küsur senelik yazı hayatım var, çok ses getiren günlük bir gazete bile çıkarttım ama sarı basın kartına bile sahip değilim.

     

    Ömrüm boyunca milletvekiliği, herhangi büyük veya küçük bir başkanlık talep etmedim.

     

    Mal beyanım da ortadadır. Oturduğum bir daire, tek katlı tuğladan bir bağ evi, kitaplarım, kiralık bir yerde hizmet veren küçük bir yayınevim... Ticaretle bizzat meşgul olmuyorum. Altı aydır dükkanıma bir kere uğramadım.

     

    Hîn-i hâcette lazım olacak birkaç bin lira dışında birikmiş param, banka hesabım, servetim yoktur. Bankamatik, çek defteri kullanmam.

     

    Bazıları aleyhimde yalanlar, iftiralar uyduruyor.

     

    Din tahsili yapmamışım, kendimi büyük din alimi görüyormuşum... Ben nerede, din alimliği nerede... Ehl-i Sünnete göre iki kere iki dört eder kesinlikteki dinî gerçekleri, bilgileri, hükümleri yazmak din alimliği taslamak mıdır?

     

    Tesettürü savunmak için din alimi mi olmak gerekir?

     

    Bendeniz Büyük İslam İlmihali gibi muteber ve güvenilir kitaplardaki bilgileri kendi üslubumla, tarz-ı beyanımla tekrarlayıp duruyorum.

     

    Fetva vermekten çok korkarım.

     

    Namazı inkar eden kafirdir demek fetva değildir. İki kere ikinin dört ettiğini söylemektir.

     

    Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam'dır demek de fetva veya şahsî inanç ve görüş değildir. Dinimizin iki kere iki dört eder gerçeklerindendir.

     

    Zamanımızda üç hak ibrahimî din vardır, bunların bağlıları Cennetliktir diyenlere karşı çıkıyorum. Çünkü onların dediği iki kere iki, eder beş demek kadar saçmadır.

     

    Şeriat Kur'andan ve Sünnetten çıkartılmış hükümlerdir, Şeriatı tahkir eden kafir olur diyorum. Bu da fetva değil, çok mantıklı bir sözdür. İsim vererek Filanca böyle dedi, kafir oldu dersem o zaman fetva vermiş olurum ki, böyle bir şeyden Allah'a sığınırım.

     

    Kelime-i Tevhid iki cümleden oluşan ayrılmaz bir bütündür, Lâ ilahe illallah deyip de Muhammed Resulullah dememek olmaz, ikisi birden söylenecektir diyorum. Bu da benim görüşüm değildir, on dört asırlık bir icmâdır.

     

    Bugünkü Kitab-ı Mukaddes, Tevrat, İncil nüshaları Allah'ın inzal etmiş olduğu kutsal metinler değildir, zamanla tahrifata uğramıştır dediğim vakit fetva mı veriyorum, ictihad mı yapıyorum? Hayır hayır... Hıristiyanların bir kısmının bile kabul ettiği bir gerçeği beyan ediyorum.

     

    Ben aydın mıyım, ziyalı bir vatandaş mıyım? Hâşâ!.. Böyle bir iddiam yok, aydınlık taslamaktan hayâ ederim. Yukarıda beyan ettiğim üzere okur yazar bir Müslümanım, o kadar. Okur yazar olduğuma yemin etsem başım ağrımaz. Hergün birkaç saat kitap okurum, yazı yazarım.

     

    Fazlurrahmancılığa karşıyım.

     

    Tasavvufa ve tarikatlere taraftarım; tarikatçiliğe karşıyım.

     

    Mason, yalancı, taqiyyeci, aldatan Afganîye karşıyım. Onun izinden giden ye yine ikisi de mason olan Abduh'a ve Reşid Rıza'ya karşıyım.

     

    Cahillerin ve yetersizlerin re'y ve heva ile Kur'an yorumlamasına, hüküm çıkartmasına karşıyım.

     

    Allah'a noksan sıfatlar yakıştıran bozuk mezhep ve fırkalara karşıyım.

     

    Din istismarı yoluyla zengin olunmasını din sömürüsü olarak görüyorum ve buna kesinlikle muhalifim.

     

    Dinin ve mukaddesatın riyaset, şöhret, alkış, benliğini tatmin, zenginleşme vasıtası yapılmasına çok karşıyım.

     

    Cemaatçiliğe karşıyım.

     

    Mezhepsizliğe, telfik-i mezahibe karşıyım.

     

    Bu gibi konularda Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî, İsmail Yusuf en-Nebhanî, Mekke Şâfiî Reisüluleması Ahmed Zeynî Dahlan gibi büyük ulemaya tâbiyim.

     

    "Allah gerçek bir Janus'tur" (iki çehreli bir Roma putu!) dediği için Ali Şeriatî'ye çok karşıyım.

     

    Allah'ı bir puta teşbih eden kişiyi tenkit etmek, ona karşı olmak için din alimi ve fakih olmak gerekmez.

     

    Dinde reformculuğa, dinde değişim ve yeniliğe, light/ılımlı İslam türetmeye, BOP'çuluğa, Kemalist İslam'a, ABD İslam'ına, Fazlurrahman'ın tarihsellik mezhebine, Feminizme uygun İslam çalışmalarına, hadîslerin AB normlarına göre ayıklanmasına karşıyım.

     

    Bendeniz Ehl-i Sünnet itikadında ve mezhebinde bir ilmihal Müslümanıyım. Elim kalem tuttuğu, bir miktar kültürüm olduğu için ilmihal bilgilerini yazıyorum. Bundan iftihar ederim.

     

    İlmihal bilgilerini yazarken, nakil ve anlama yanlışı yapmazsam, yanılmam. Çünkü bunlar bütün Ehl-i Sünnet ulemasının üzerinde ittifak ettiği temel bilgilerdir.

     

    Hür ve mukim erkeklerin farz namazları, şerî bir özürleri bulunmadıkça cemaatle kılmaları gerekir derken nasıl yanılabilirim? Açın bütün fıkıh kitaplarını bakın, hepsi böyle yazıyor.

     

    Ümmet birliğine, Hilafete, Şeriata taraftarım.

     

    İtikaden Mâturîdiyim, mezheben Hanefîyim, meşreben bütün turuk-i aliyyenin muhibbiyim.

     

    Dinde her türlü bid'ate, yeniliğe, değişikliğe muhalifim.

     

    Müslümanım ama İslamcı değilim.

     

    Bid'ati, yanlış yorumu, hatâlı inancı kendisini dinden çıkartmayan bütün Müslümanlar kardeşimdir.

     

    Bana iftira eden, gıybetimi yapan, hakkımda yalan konuşan bütün Müslümanlara (namaz kılıyorlarsa) hakkım helâl olsun. Namaza başlarlarsa yine helal olsun.

     

    Namaz kılmıyorlarsa işleri zordur. Biran önce başlarlarsa iyi olur.

     

    Hem namaz kılan, hem gıybet ve iftira edenleri uyarmak lazımdır.

     

    Herkese selam ve hürmetlerimi arz eder, Müslüman olmaları şartıyla düşmanlarım dahil herkesin ellerinden öperim.

     

     

    23 AĞUSTOS 2011

    • Like 1

  2. Deprem Katilleri

     

    Çürük binalar inşa eden, bu binalar depremde yıkılan yahut deprem falan olmadan durup durduğu yerde yıkılan müteahhitler katildir.

     

    Böyle binalara oturma ruhsatı verenler katildir.

     

    Deprem bölgesinde, kanunların ve nizamların izin vermemesine rağmen bin türlü alavere dalavere ile fazla kat çıkılmasına izin verenler katildir.

     

    Depremde yıkılacak çürük binalara af çıkartanlar katildir.

     

    Deprem beklenen bir bölgede, ilk depremde yıkılacak ve içindekilere mezar olacak binalarda oturulmasına izin veren, göz yumanlar katildir.

     

    İlk şiddetli veya orta şiddetli depremde yıkılacak binalarda çoluk çocuğuyla umursamazca oturanlar intihara niyet etmişlerdir.

     

    Fay hattının tam üzerine bina yapımına izin verenler canidir.

     

    İstanbul'da on binlerce binanın zemin katlarındaki kolonlar kaldırılmış, geniş mekanlar açılmış; dükkanlar, lokantalar, pastaneler, iş yerleri yapılmıştır. Bunlar ilk şiddetli zelzelede çökebilir, çökecektir. Bunları yapanlar, bunlara izin verenler, bunlara göz yumanlar bir tür katildir, canidir.

     

    12'nci yıldönümünü idrak ettiğimiz büyük 17 Ağustos zelzelesinde on binlerce bina yıkıldı, kimisi yassıkadayıf gibi çöktü, kimisi yana yattı, elli bin vatandaş öldü, büyük facialar oldu. (Gerçek ölü sayısı 50 bindir...) Bunca facianın, ölünün, yıkılan binanın suçlusu olarak Veli Göçer adında bir müteahhit tutuklandı, hapse mahkum edildi. Böylece adalet yerini buldu. Adalet adalet adalet!... Ah adalet!..

     

    İstanbul büyük depremini bekliyor.

     

    Marmara bölgesi büyük depremini bekliyor.

     

    Deniz kumuyla yapılmış çürük binalar yıkılmayı bekliyor.

     

    Kaçak katlı binalar yıkılmayı bekliyor.

     

    Alt katlarındaki kolonlar kaldırılmış binalar yıkılmayı bekliyor.

     

    Deprem kuşağında depreme dayanıklı olarak yapılmamış bilcümle binalar yıkılmayı bekliyor.

     

    Bütün deprem uzmanları koro halinde büyük olacaaaak diye bağırıp duruyor.

     

    Bilinçaltımızda küllenmiş deprem korkusu var ama aldırmıyoruz.

     

    Japonya'da sık sık deprem oluyor, orada bütün tedbirler alınmıştır. Bardaklar bile depremde kırılmayacak şekilde muhafaza edilmektedir.

     

    Son tsunami felaketinde Japon halkının sabrı, metaneti, disiplini, ahlakı, feragati, azmi, fazileti bütün dünyayı hayran bıraktı.

     

    Biz Japonlar gibi miyiz?

     

    İstanbul halkı için bir "Deprem Andı" metni yazılmalıdır. Herkes her sabah bu metni okumalıdır. Milyonlarca nüshası görülecek yerlere asılmalıdır.

     

    "Ben bir İstanbulluyum... Yaklaşan büyük depremi bekliyorum... Tedbirsizim... Hazırlıksızım... Vurdum duymazım... vs vs..."

     

    *(İkinci yazı)

     

    Haram Kazanç ve Zenginlik Felâket Getirirİman edenlerle iman etmeyenler arasındaki temel farklardan biri helal ve haram kazanç kavramıdır.

     

    Mü'mine göre Allah ticareti helal, ribayı haram kılmıştır.

     

    Helal ticaretten elde edilen gelir ve servet (zekat ve sadaka verilmek ve azgınlık yapılmamak şartıyla) hayırlıdır, bereketlidir, uğurludur.

     

    Bir adam ribayla Karun kadar zengin olsa o servet onun için belâdır, âfettir, felakettir, ateştir, uğursuzluk kaynağıdır.

     

    Allah ribadan başka şeyleri de yasaklamıştır.

     

    İçki... Kumar... Yasal veya gizli, vesikalı veya vesikasız, KDV'li veya KDV'siz karı satmak, halka zararlı gıda maddeleri yedirmek, dana eti diye domuz eti, hileli ve mağşuş mallar...

     

    Adam turistik otel yaptı, içinde içki satılıyor. Geliri haramdır.

     

    Vitrine nefis döner bulunur diye yazdı ama döner nefis değil, berbat, onun kazancı da haramdır.

     

    Malının kusurunu söylemeden sattı, ticareti haramdır.

     

    Türkiye'de turizm patlaması var, her yıl ülkemize birkaç on milyon turist geliyor ve bundan büyük gelir elde ediliyor. Bu turistlerin bir kısmı temiz insanlar. Bir kısmı ise İslamî ölçülere göre ahlaksız. Bu turistler içiyor, zina yapıyor, bin türlü çıplaklık ve ahlaksızlık sergiliyor. Onların yaptıkları sadece İslam'a değil, kendi dinlerine göre de günahtır, ayıptır ama aldırmıyorlar.

     

    Bu tür turistlerden ve turizmden kazanılan para haramdır ve ne kazananlara, ne ülkeye, ne devlete bu kazançtan bir hayır gelir.

     

    İçki konusunda sadece içen değil, sâkilik yapan da günahkardır.

     

    Faize aracı olan, faizin kâtipliğini yapan da günahkardır.

     

    TC vesikalı, KDV'li, yasal ve açık fuhşa rıza gösteren herkes günahkardır.

     

    Ülkemize dış ülkelerden bir ordu kadar fahişe geliyor, bunlar yoğun fuhuş yapıyor, bol para kazanıyor, bazısı fuhuş çetelerinin eline düşüyor, bir genel rezalet ki, sormayın.

     

    Devlet bunları bilmiyor mu sanıyorsunuz?

     

    Müslüman bir toplumda ahlaksızlık sereserpe açık hale gelirse.

     

    Yaygın, genel ve yoğun olursa.

     

    Tabiî görülürse.

     

    Yüzde iki üç sınırını aşar yüzde elli olursa.

     

    Memlekete bir meyhane-i kübraya dönerse.

     

    Turizm sektöründe döviz gelecek diye her halt yenirse.

     

    Müstehcen neşriyat azdıkça azarsa.

     

    Milyonların seyrettiği dizi filmlerin zina sahnelerinde oyuncular kameralar önünde gerçekten çiftleşirse.

     

    On milyonlarca vatandaş, çoluk çocuk hepsi bunları izlerse.

     

    Bazı kısa etekli donsuz turist karıları Sultanahmet camiinin merdivenlerinde sere serpe oturur, bilmem nerelerini fütursuzca teşhir ederse.

     

    Böyle bir ortamdaki gelir bolluğu ve servet uğur değil uğursuzluk getirir.

     

    Saadet değil, felaket getirir.

     

    İlgilileri, sorumluları, halkı uyarıyorum.

     

     

    22 AĞUSTOS 2011


  3. Orduya Hürmet

     

     

    Liseyi 1952'de bitirdim, aynı yıl üniversitede okumaya başladım, 1956'da diplomamı aldım, yine 50'li yıllarda dergicilik yaptım, yazı yazdım, kısa bir süre için memur oldum, Erzurum'da yedeksubaylık yaptım.

     

    Bendeniz 1950 ile 1960 yılları arasındaki Türkiye'yi çok iyi hatırlayan bir kimseyim.

     

    O tarihte Kemalist vesayet vardı ama askerî vesayet yoktu.

     

    Ordu kışlasındaydı, siyaset arenasında değildi.

     

    Ordu, siyasete karışmazdı.

     

    Ordu, derin ve gizli bir siyasî parti gibi hareket etmezdi.

     

    Ordu, sivil iktidara itaat ederdi.

     

    Ordu, dindarlığı bir suç olarak görmezdi.

     

    Ordu, Ankara İlahiyat fakültesinde üniformalı öğrencilerini moral subayı, din hizmetlisi olarak yetiştirirdi.

     

    Askerî birliklerin bazısında camiler vardı, ezan okunurdu; hafız olan, yeterli din bilgisine sahip olan bir er mihraba geçer, bazen birlik kumandanı da arkasındaki safta yer alır cemaatle namaz kılınırdı. Kimse buna itiraz etmezdi.

     

    O uğursuz 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bütün dengeler bozuldu ve bugünkü buhranlara geldik.

     

    28 Şubat post modern darbesinden sonra her şey zıvanadan çıktı.

     

    Dindar subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, bütün hakları çiğnenerek atıldı.

     

    Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetleri ayaklar altına alındı.

     

    Din bir tehdit ve tehlike olarak gösterildi.

     

    Terör fırtınaları estirildi.

     

    Bütün bu yapılanlar insan haklarına, adalete, insafa, vicdana, bilgeliğe, millî kimlik ve kültüre aykırı idi.

     

    Vatana, halka, devlete büyük zararı oldu.

     

    Çok şükür ordu konusunda normale dönüş başladı.

     

    Ordumuz halkın ve devletin ordusudur.

     

    Ordu, Kemalizm ideolojisinin değil, Türkiye'nin ordusudur.

     

    Ordu yeni nesiller için bir mektep olmalıdır.

     

    Orduya eksik giren tam, ham giren olgun, cahil giren bilgili, yaramaz giren uslu çıkmalıdır.

     

    Ordu, ülkenin hakim dini olan İslam'a hürmet etmelidir.

     

    Ben bir Müslüman olarak orduyu Peygamber ocağı bilirim.

     

    Ordunun mânevî kimliğine toz kondurmam.

     

    Lakin orduyu âlet edenleri, insan haklarını çiğneyenleri, orduyu herhangi bir ideoloji uğrunda kullananları sevmem.

     

    Peygamber ocağı olan ordumuza saygılarımı sunuyorum.

     

    *(İkinci yazı)

     

    Dinî Kaos ve Anarşi

    Bugün Türkiye'de Sünnî halkı ve bilhassa Sünnî gençliği Ehl-i Sünnet Müslümanlığından kopartıp bid'at fırkalarına çekmek için çok yoğun bir faaliyet görülüyor.

     

    Bilhassa genç nesiller onlarca fırkaya ayrılmıştır.

     

    İnanç konusunda vahim bozukluklar ortaya çıkmıştır.

     

    Ümmet birliği parçalanmıştır.

     

    Düzinelerle cemaat, tarikat, grup arasında irtibat yoktur.

     

    Müslümanların müşterek bir İmamı/Emîri yoktur.

     

    Ümmet içinde üniter bir hiyerarşi yoktur.

     

    Ümmet kurumları yoktur.

     

    Korkunç, iğrenç, rezil, kusturucu bir din ve mukaddesat sömürüsü vardır.

     

    Hizip fanatizmi ve militanlığı yapılmaktadır.

     

    Birtakım ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

     

    Dinin temel direği olan beş vakit namaz ya tamamen terk edilmiştir, yahut hafife alınmaktadır (tehâvün).

     

    Kutsal Kur'anın yorumu ayağa düşürülmüştür, cahiller re'y ve heva ile tefsir yapıp yanlış hüküm çıkartmaktadır.

     

    Resulullah Efendimizin (salat ve selam olsun ona) Sünneti inkar edilmekte, kaynak olarak kabul edilmemektedir.

     

    Derin şer güçleri Müslüman yığınları dünyevîleştirmek, sekülerleşmiş sürüler haline getirmek için cehennemî ve ifritî propaganda yapmaktadır.

     

    Tesettür adı altında Şeriata aykırı şeytanî kıyafetler sergilenmektedir.

     

    Bazı aykırı ve bozuk ilahiyatçılar Teravih namazını bile inkar etmektedir.

     

    Şer güçleri AB, BOP, ABD, Siyonizm normlarına uygun yeni ve değişik bir İslam türetmeye çalışmaktadır.

     

    Müslümanların harim-i ismetleri olan evlerindeki fitnevizyonlardan günde 24 saat fuhuş, içki, müstehcen yayın, günah, isyan, tuğyan, küfür, fısk ve fücur pislikleri akıtılmaktadır.

     

    Türkiye'de medya özgürlüğü olmasına rağmen Ehl-i Sünnet Müslümanları yeteri kadar savunma yapmamaktadır.

     

    Bir kısım İslamcılar İslam davasına ihanet etmiştir.

     

    Dün bozuk ve sapık dedikleri düzenin haram nimetlerine saldırmışlar, Cehennem ateşi servetler edinmektedirler.

     

    Din garip kalmıştır.

     

    Lüks, israf, fuhşiyyat tufanı her yeri kaplamıştır.

     

    Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın ve Peygamberî Ahlakın yasak kıldığı, kötü gördüğü günahlar açıkça, küstahça işlenmeye başlamıştır.

     

    Halk yığınları nasihatsiz ve uyarısız kalmıştır.

     

    Bir kısım güçlü ve zengin Müslümanlar kâfirleri dost ve velî edinmişlerdir.

     

    Müslüman kesimde yeteri kadar ve etkili emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmamaktadır.

     

    Müslümanlar, çoğunlukta oldukları bu vatanda esir, zelil, zebun vaziyete düşmüşler; ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci, sömürge yerlisi statüsünde yaşamaktadırlar.

     

    Müslümanların temel insan hakları, kendi aczleri, gayretsizlikleri, cebanetleri yüzünden ayaklar altına alınmaktadır.

     

    Cuma ezanı okununca dükkanların, lokantaların, iş yerlerinin kapatılmasını yasaklayan bir kanun olmadığı halde dindar Müslümanlar, Kur'anın emrine uymayarak dükkanlarını kapatmamaktadır.

     

    Sabah namazında ve diğer vakitlerde camiler yetim ve garip kalmıştır.

     

    Zekatlar bile Kur'anın, Sünnetin, şeriatın, fıkhın öngördüğü şekilde doğru dürüst verilmemekte, sarf edilmemektedir ve bu yüzden nice Müslüman fakir ve miskin sürünmektedir.

     

    Farzlar terk edilirken, haramlar işlenirken tuzu kuru bir kesim akın akın turistik umre seyahatleri yapıp lüks otellerin üst katlarından Kâbe-i Muazzama seyri yapmaktadır.

     

    Bütün bu anarşi ve kaostan kurtulmak, Kur'an ve Sünnet yoluna girmek, Şeriat ile amel etmek, ahlaklı ve doğru Müslümanlar olmak için yapılacak ilk iş bütün Sünnî Müslümanların ihtilafları ve tefrikayı bırakıp Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde birleşmeleri ve yerlerini almaları gerekmektedir. Başka yol ve çare yoktur.

     

    Bugünkü kaos, anarşi, tefrika, fitne fesat, her kafadan ayrı ses çıkması, nifak şikak, devam ederse kurtuluş olmaz, murtuluş olur.

     

    Müslümanları kimler uyaracak?

     

    Kimler bilgilendirecek?

     

    Kimler kurtuluş yoluna çağıracak?

     

    21 AĞUSTOS 2011


  4. ŞİDDET:AVRUPA'NIN TANRISI

     

    Çağdaş Avrupa'nın en "insancı" filozoflarına bir göz atın, hepsi şiddete âşık.Soyumuzun alınyazısıymış bu. "Kullanılan şiddet, şiddeti kökleştiriyor mu, yok mu ediyor; bizi geriye mi götürüyor, ileriye mi? İşte, asıl mesele" diyorlar.

     

    Şiddeti yokeden şiddet, yalanların an alçakcası değilse vehimlerin en şairenesi. Her kavganın ezeli mazereti: son kavga olmak.

     

    Bu tahrip ihtirası, bir asrın imtiyazı, daha doğrusu yüz karası değil, Kabil'den beri uzayıp giden lanet zinciri. Kıyıcılık kanında var Avrupalı'nın. Yunan destanları birer cinayet salnamesi, Yunan, İsandinav veya Germen destanları. Machiavelli'ye göre, "mecbur kalınınca kuvvet haktır"; mecbur kalınınca yani istenince. Şair: "Din şehit ister, âsuman kurban" diyor; evet, Avrupalı'nın dini.

     

     

    II Biz ve Onlar

     

    Cemil Meriç- Bu Ülke

    • Like 1

  5. Hakkri’nin Çukurca ilçesinde terör örgütün yaptığı hain saldırının ardından PKK’nın kullandığı silah ve mayınları yeniden gündeme getirdi.

    Terör örgütü PKK’nın elindeki silahların menşei ile ilgili yapılan çalışmalarda, bu silahların genel olarak Rus, Çin, ABD, Alman, Belçika ve Fransız yapımı olduğu belirlendi. Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konuda yaptığı bir çalışmaya göre, terör örgütü 8 ayrı ülke tarafından üretilen farklı mayın kullanıyor. Bu mayınlar içinde en büyük payı İtalyan mayınları.

     

    Emekli Yarbay Tevfik Diker’in verdiği bilgiye göre terör örgütünün cephanelik listesi şöyle:

     

    Kaleşnikoflar: Ele geçirilen ve menşei tam olarak belirlenen 4 bin 500 Kaleşnikof’un (AK-47) yüzde 71,6′sı Rusya, yüzde 14,7′si Çin, yüzde 3,6′sı Macaristan, yüzde 3,6′sı da Bulgaristan orijinli.

     

    Kanaslar: Ele geçirilen toplam 5 bin 713 suikast silahı Kanas, BKC, Dragunov, Arbiki, G-3, M-16, G-1, mavzer gibi silahlardan 959′unun menşei tam olarak belirlendi. Bunların yüzde 45,2′sinin Rusya, yüzde 13,2′sinin İngiltere, yüzde 9,4′ünün de ABD orijinli olduğu saptandı.

     

    Roketler: PKK’nın eylemlerde de yaygın olarak kullandığı roketlerden ele geçirilen bin 610′u üzerinde inceleme yapıldı. Bunlardan ancak 313′ünün menşei belirlenebildi. Bunların da yüzde 85′inin Rusya, yüzde 5,4′ünün Irak, yüzde 2.5′inin Çin menşeli olduğu anlaşıldı.

     

    Tabancalar: 2 bin 885 tabanca ve makineli tabancadan 2 bin 208′inin menşei belirlendi. Bu silahların yüzde 21,9′u eski Çekoslovakya, yüzde 20,2′si İspanya, yüzde 19,8′i İtalya orijinli çıktı.

     

    El bombaları: 3 bin 490 el bombasından 136′sının menşei belirlendi. Bunların yüzde 72′sinin Rusya, yüzde 19,8′inin ABD, yüzde 8′inin ise Alman menşeli olduğu görüldü.

     

    Mayınlar: Bulunan 11 bin 568 mayından 8 bin 15′inin menşei araştırması sonuçlandı. Bu mayınların yüzde 60,8′i İtalya, yüzde 28,3′ü Rusya, yüzde 6,2′si Almanya kaynaklı.


  6. Ramazan'da Fitneciler

     

    Ramazan denince ne gelir Müslümanın hatırına?.. Oruç gelir, namaz gelir, ezan iftar sahur teravih gelir. Nefsini açlık ve susuzlukla terbiye... Dua niyaz... Günahlardan tövbe... Fakirlere ve miskinlere (hiçbir şeyi olmayan) yardım gelir... Zekat, fıtır sadakası, hayır hasenat gelir... İlim irfan, vaaz nasihat gelir... Zikrullah gelir... İhlas gelir... Öteki dünya gelir, hesap kitap gelir...

     

    Ülkemizdeki milyonlarca Müslüman böyle ulvî düşünce ve hatıralarla oruç tutuyor. Ramazanları mübarek olsun, Allah ibadetlerini kabul buyursun... Amin âmin âmin...

     

    Maalesef bazıları bunları pek düşünmüyor veya ikinci plana atıyor ve Ramazan denince birtakım dünyevî etkinliklere, şenliklere yöneliyor. Camide yatsı ve teravih kılınırken onlar vur patlasın çal oynasın gel keyfim gel oh kekâh Ramazan şenlikleri yapıyor.

     

    Bazıları Ramazan denince açlığı, tevazuu, alçak gönüllüğü hatırlamıyor, lüks ve israflı iftar ziyafetleri tertipliyor. Lüks ve israf insanı (o farkına varmasa da) gurura, kibre götürür. Gurur ve kibre kapılan Mevlâ'sını değil, belâsını bulur.

     

    Ramazan barış, kardeşlik, vifak ve ittifak ayıdır.

     

    Ramazan insanlık, insaf, ahlak, fazilet, hikmet ayıdır.

     

    Bazıları Ramazan'da bir sürü fitne ve fesat çıkartıyor.

     

    Bu bazılarının bir kısmı bozuk Müslümandır, bir kısmı ise dinden çıkmışlardır.

     

    İslam'da teravih namazı yokmuş... Peygamber teravih namazını yasaklamışmış... Buyurun size iki fitne.

     

    Açın muteber ve güvenilir fıkıh ve ilmihal kitaplarını, onların hepsinde teravih namazı diye bölüm bulursunuz.

     

    Dinde olmayan bir kurum ve değer din kitabında anlatılır mı? Var ki anlatılıyor.

     

    Yoktur diyenler fitnecidir.

     

    Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Ashabına Ramazan'da teravih (gece) namazı kıldırmış, sonra farz olur da ümmetim kaldıramaz diyerek yalnız kılmış.

     

    Peygamberimizin vefatından sonra, din tamamlandığı, artık farz olma ihtimali kalmadığı için Hz. Ömer cemaatle kıldırmış.

     

    Hem Peygamber ne demiş:

     

    "Benim ve Râşid Halifelerimin sünnetine uyunuz."

     

    İşte biz teravih kılarak hem Efendimizin, hem de Râşid halifelerinin sünnetine uyuyoruz.

     

    Şu nev-zuhur reformcu ilahiyatçılar mı İslam'ı daha iyi biliyor, anlıyor, uyguluyor, yoksa Hazret-i Ömer Fâruk mu?

     

    Başka Ramazan fitneleri de var:

     

    Toplumu gerecek, Müslümanları töhmet altında bırakacak, sosyal barışı yıkacak asparagas haberler...

     

    Sözde otobüse binen kısa şortlu, seksî kız rahatsız edilmiş. Müslümanlar tahammülsüzmüş.

     

    Yalan yalan yalan...

     

    Hepsi uydurma, hepsi düzmece, hepsi yalan dolan.

     

    Maksat fitne fesat çıkartmak.

     

    Gencecik bir kızın toplu taşıma vasıtasına kısacık şortla girip ayaklarını uzatıp teşhircilik yapması ayıptır. Hiç kimsenin vatandaşların cinsel duygularını tahrik etmeye hakkı yoktur.

     

    Müstehcen kıyafetler, seksî provokasyonlar bir tür şiddet hareketidir.

     

    Müslüman halkın, yasal sınırlar içinde bunları protesto etmesi gerekir ama halk uyuşturulduğu, pısırık hale getirildiği için bunu bile yapamıyor.

     

    Asıl provokasyoncular mübarek Ramazan'da böyle asparagas haberler yayınlayan Selanik medyacıları ve benzetilmişlerdir.

     

    Otobüste genç delikanlılar var, onlar kısa şortlu, çıplak bacaklı bir kızın müstehcen, aşırı seksî, kışkırtıcı kıyafetinden elbette rahatsız olurlar.

     

    İffet ve hayâ denilen ahlakî bir değer vardır... İffetsizler ve hayâsızlar yoktur deseler de vardır...

     

    Ramazan'da teolojik fitneler çıkartan,

     

    Müstehcen ve provokatif kıyafetler sergileyen,

     

    Teşhircilik yapan,

     

    Çoğunluğun din ve mukaddesatına saldıran,

     

    Sosyal barışı dinamitleyen kötü ve aykırı niyetli sahte ilahiyatçıları, kötü medyacıları protesto ediyor ve Allah'a havale ediyorum.

     

    Müslümanları da yasal sınırlar içinde tepki vermeye çağırıyorum.

     

    Müslümanların tepkisizliği de çok büyük bir fitnedir.

     

    *(İkinci yazı)

     

    Uzun Tutukluluk Müddeti

    Birtakım gazetecilerin, subayların, yazarların iki sene, üç sene tutuklu olarak cezaevinde bekletilmeleri doğru mudur?

     

    Elbette doğru değildir.

     

    Peki niçin böyle oluyor?

     

    Bizim hukuk ve yargı sistemimiz böyledir de ondan.

     

    Bunların hukuku, yargıyı, siyaseti aşan gaybî boyutları vardır.

     

    CHP oligarşisi, Selanikliler, Kemalistler, darbeciler yıllar boyu Sünnî Müslümanları ezdiler, onlara kan kusturdular.

     

    Uyduruk Yüce Divanların zalimâne ve celladâne kararlarıyla halkın göz bebeği bir başbakanı ve iki bakanını astılar.

     

    Elde bin kesinleşmiş mahkeme kararı olmasına rağmen suçsuz Nurcuları yine mahkemeye verdiler, yine tutukladılar.

     

    CHP oligarşisi, Kemalistler, egemen azınlıklar, Selanikîler âdil yargı prensiplerine riayet etmediler.

     

    Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini ayaklar altına aldılar.

     

    Korkunç işkenceler yaptılar.

     

    Şiddet içermeyen en mâsum dini inançları, fikirleri, görüşleri, uygulamaları suç saydılar ve cezalandırdılar.

     

    Tutukluluk kurumunu ceza kurumuna döndüren onlardır.

     

    Sonra rüzgar tersinden esti onlar için.

     

    Men Dakka dukka oldu.

     

    Etme bulma dünyası.

     

    Çalma kapıyı çalarlar kapını.

     

    Sen Adnan Menderes'i asar mısın, asanları alkışlar mısın?

     

    CHP zamanında, darbeler devrinde böyle konforlu cezaevleri de yoktu.

     

    Ben Gerede cezaevinde iken ziyaret gününde İstanbul'dan saatlerce otobüs yolculuğu yaparak gelen yakın dostlarıma görüşme izni vermemişlerdi de zavallılar ağlaya ağlaya geri dönmüşlerdi.

     

    Sağmalcılar cezaevinden başka bir cezaevine nakl edilirken bileklerimi bir zincirle sıkıca bağlamışlar, zincire bir kilit takmışlar, mahkum arabasındaki tahta sıralarda oturan 25 mahkuma müşterek sevk zinciriyle bağlamışlardı. Ne bir yudum su, ne bir lokma ekmek, ne ilaç, ne de tuvalet ihtiyacını görmek.

     

    Bendeniz nisbeten ucuz atlatmıştım yine. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun çektiklerini bir nebze anlatsam üzüntüden kahrolursunuz.

     

    Hayır beni yanlış anlamayınız. Tutukluluk müddeti uzasın da uzasına taraftar değilim.

     

    Sadece men dakka dukkaya dikkat çekmek istedim.

     

    Dün mâsum, suçsuz Müslümanlara... Bugün darbe zanlısı Kemalistlere...

     

    Müslümanlara attıkları bumeranglar döndü dolaştı kendi başlarına çarptı.

     

    Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste.

     

     

    18 AĞUSTOS 2011

    • Like 2

  7. Genelevlerde Vesikalı Fahişe Çalıştırmak Düzenin Çok Büyük Ayıbıdır

     

     

     

     

    Bugünkü düzenin/sistemin büyük ayıplarından biri, üzerinde TC başlığı bulunan "vesikalarla" birtakım kadınlara resmen fahişelik yapma izni vermesi, genelev adı verilen günah evlerindeki yasal fuhşu tanzim etmesi, koruması, bundan KDV ve gelir vergisi alması, bu günah evlerinin kapısında polis bekletmesidir.

     

    Vesikalı fahişelik bir tür köleliktir.

     

    Hiçbir medenî sistem/düzen böyle bir köleliğe razı olmaz, bunu yasallaştırmaz.

     

    İslam dini böyle bir şeye izin vermez.

     

    Gerçek İslam devletinde böyle bir kurum olmaz.

     

    Yakın tarihimizde çok zengin Türkiye vatandaşı bir Madam vardı, genelevler imparatoriçesi idi.

     

    Bu kadına, devlet büyüklerinin de bulunduğu resmî törenlerle vergi rekordmenliği ödülleri verilmiştir.

     

    Bu kadının Atatürk akrostişli bir de şiiri vardır.

     

    Ülkenin en lüks Rolls Royce otomobili bu kadının idi.

     

    İslam dini kadının bu kadar alçaltılmasına, bu kadar köleleştirilmesine cevaz vermez, rıza göstermez.

     

    Aykırı fikir ve görüşleriyle tanınmış bir ilahiyatçı, bugünkü ahlaksızlık, fuhuş ve rezillik tufanına karşı genelevler açılarak bunlar önlenebilir ve azaltılabilir mealinde bir çare ve çözüm bulmuş. Bu çare ve çözüm bâtıldır.

     

    Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilişinden sonra Jön Türklerin Medine-i Münevverenin dış mahallelelerinden birinde gizli bir günah evi açtırdıklarını duymuştum.

     

    Yine Osmanlı zamanını hatırlayan bazı ihtiyarlar, İttihadçıların Medine'ye borulu gramofon getirdiklerini, bu habis aletlerin çirkin gürültüsünün Harem-i Şerifin içine kadar sızdığını söylemişlerdi.

     

    Devletimiz uluslar arası kadın haklarıyla ilgili sözleşmelere imza koymuş ve kadınları fahişe olarak çalıştırmayacağı konusunda taahhütte bulunmuştur.

     

    Bugünkü resmî vesikalı, KDV'li, gelir vergili, polis korumalı fuhuş:

     

    Evrensel insan haklarına ve haysiyetlerine aykırıdır.

     

    Kadın haklarına aykırıdır.

     

    İslam'a aykırıdır.

     

    Ahlaka aykırıdır.

     

    Bilgeliğe aykırıdır.

     

    Laiklik laiklik deyip duruyorlar. Böyle bir şey laikliğe uygun mudur değil midir, bu sorunun cevabını bizzat laikler versin!

     

    "Ahlaksızlığı ve fuhşu önlemek veya azaltmak için genelevler açılabilir" diyenleri protesto ediyorum.

     

    Böyle giderse ülkemizin büyük bir kısmı açık bir geneleve dönecektir.

     

    Zinayı suç olmaktan çıkarttılar...

     

    Turizm patlasın diye her kötülüğe göz yumanlar var.

     

    Kadın haklarından bahs edip duran çağdaşlar, Kemalistler, ateistler, laikler bugünkü resmî ve yasal vesikalı, KDV'li, korumalı fuhşu kötülemezse onları iki yüzlü, yalancı, sahtekar ilan ediyorum.

     

    İnsanın olduğu yerde günah olur ama günahlar hiçbir zaman yasallaştırılmaz, meşru hale getirilmez, yapılması için vesika verilmez., ondan KDV alınmaz.

     

    *(İkinci yazı)

     

    Bu Gemi Nereye Gidiyor?

    Jön Türklerin baskısıyla Sultan Abdülhamid anayasayı yürürlüğe koyunca Selanik ve İstanbul bir anda tımarhaneye dönmüştü. Yaşasın hürriyet, yaşasın meşrutiyet, yaşasın müsavat ve uhuvvet sesleri göklere yükseliyordu. Bir kısım insanlar delirmiş gibiydi. Herkes bir altın çağ başladığına inanıyordu. Pıtrak gibi yeni gazeteler dergiler yayınlanıyor, sansürsüz deli dolu yazılar kaleme alınıyor, nutuklar atılıyor, konferanslar veriliyordu.

     

    1911'de İtalya Trablusgarp vilayetimize saldırdı.

     

    1912'de, bizim meşrutiyet sarhoşluğumuzdan ve Jön Türklerin gaflet ve hıyanetinden yararlanan Balkan devletleri saldırdı, Rumeliyi kaybettik.

     

    1914'te devlet birinci dünya savaşına sokuldu.

     

    1918'de teslim olduk.

     

    1922'de son Padişah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, Osmanlı devleti battı...

     

    1908'den sonra İstanbul haberle, dedikodu ile iddia, isnat, yalan dolan, entrika ile kaynıyordu.

     

    Kâmil paşa... Said Paşa... Ferit Paşa...

     

    Ayan azası Filan Paşa... Vüzeradan Falan Paşa... Sabık Bahriye nazırı Feşmekan Paşa...

     

    Matbuatta (basında) dehşetli polemikler yapılıyordu... İstanbul'da üç gazeteci öldürülmüştü...

     

    Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa...

     

    Yaver-i Hazret-i Şehriyarî M. Kemal Paşa...

     

    Siyaset dedikoduları içinde Fısıltı gazetesinde o günün magazin haberlerine de yer veriliyordu: Yâver M. Kemal Paşa kerime-i Hazret-i Padişahî Sabiha Sultan'a tâlib olmuş ama Sultan ona varmamış.

     

    Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler...

     

    Günde yirmi dört saat yoğun dedikodu ve kulis...

     

    Paşalar, vezirler, sefirler, Darülfünun müderrisleri, ayan azaları, mebuslar, ulema, kıssisler...

     

    Heccavlar, karikatüristler.

     

    Sayılamayacak kadar çok türedi, yeni yetme, kokuşma zengini.

     

    Birinci dünya savaşında bulgur ve vagon spekülasyonlarıyla zenginleşenler. Kara ve kirli servetler.

     

    Otuz bir Mart hadisesinden sonra Yıldız Sarayı'nın yağma edilmesi. Yağmaya iştirak eden paşaların listesi 1919'da yayınlanmış bir İkdam nüshasında ilan edilmiştir. Kıymetli bir pandantifi hangi paşa almış?

     

    Sultan Abdülhamid zamanında tam 33 yıl topluma püskürtülemeyen bütün irinler, muzahrafat, pislik, kazurat seller, tufanlar gibi akmıştı.

     

    Kazım Paşa... Salih paşa... Münir Paşa... Şu Paşa, bu Paşa, o Paşa... Paşa vü temaşa...

     

    Birinci dünya savaşı kaybedilince üç ünlü paşamız Alman denizaltılarına binerek yurt dışına kaçmışlardı.

     

    Devlet batmıştı.

     

    Halk kırılmıştı.

     

    Ülke harap olmuştu. Yunan İzmir'e çıkmıştı.

     

    Aradan bir asır geçti. Dedikodular bitmedi. Paşaların yerini generaller aldı.

     

    Gazetecilerin adları değişti.

     

    Konular değişti ama dedikodular yoğun mu yoğun.

     

    Hırsızlık, hortumlama, kokuşma yine hükümferma.

     

    Belki eskisinden daha fazla.

     

    Eskiden Rumeli teröristleri, Sandanskiler vardı. Şimdi Rumeli elimizde değil, doğru ve güneydoğu bölgesinde terör kasırgaları esiyor.

     

    Şu sözde sofu Müslümana bakınız: İlmihalini bilmez, Haliç'teki Simon balıklarının kaç yüzgeci olduğunu bilir.

     

    Karı iki saat uğraşmış nefis dolmalar sarmış. Ocağa koymuş, tv başına koşmuş, dedikoduları içer gibi dinlerken yemeği ocakta unutmuş, yanmış!

     

    General Atılgan tutuklandı... General Saldıray sorguya çekildi...

     

    Kamer Genç kükredi... Şu sayın esti gürledi... Bu sayın ateş püskürdü...

     

    Tencere dibin kara!... Senin dibin benimkinden daha kara... Hah hah hah, kapkara mapkara...

     

    Alçaklar hamiyetsizler...

     

    Gericiler ilericiler...

     

    İrtica tehlikesi var, otobüse kısacık şortla binip bacaklarını uzatan genç kız rahatsız edildi.

     

    Generaller, gazeteciler, bürokratlar, milletvekilleri, politikacılar, iktidar, muhalefet...

     

    Bir kör döğüşüdür gidiyor.

     

    Hanefi Avcı... Haliç'te Simon balıkları... Bu balıklar pullu mu pulsuz mu? Al mı mor mu?

     

    Hah hah hah...

     

    1908 Meşrutiyetinden sonra gemi skandallar, fesatlar, yoğun dedikodular, çekişmeler, tepişmeler, siyasî kavgalar içinde 1918'da karaya vurmuş, dağılmıştı.

     

    Yeni gemi şimdi yoğun dedikodular, polemikler, çekişmeler, tepişmeler, itiş kakış, karşılıkla söz düelloları, ağır ithamlar, yalanlar dolanlar, ağır suçlamalar, sen ben kavgaları, tencere dibin kara, hainler, hamiyetsizler, verip veriştirmeler içinde bir yere doğru bata çıka ilerliyor.

     

    Bu gemi nereye gidiyor?

     

    Selamet limanına mı, felaket kayalıklarına mı?

     

     

     

    17 AĞUSTOS 2011

    • Like 1

  8. Hem Kur'an Hem İncil Okumuşlar

     

     

    Herten Almanya'da 65 nüfuslu bir şehirdir. Burada Hacıbayram camii adında bir cami bulunmaktadır. /munsterditib.de/ sitesinde okuduğum bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum:

     

    "HABER: Herten'de CIAK (Müslüman-Hıristiyan Çalışma Grubu) Toplantısı. Santa Barbara kilisesinde, Herten'de bulunan tüm cami ve kiliselerin görevlilerini ve cemaatlerini bir araya getiren bir toplantı yapıldı. Toplantıya Kur'an-ı Kerim ve İncil okunarak başlandı..."

     

    Sitede sarıklı cami imamını, kendi özel kilise libaslarına bürünmüş olarak Katolik ve Protestan papazlarını bir arada gösteren fotoğraflar da yer alıyor.

     

    Bu toplantıyı, cami imamının kiliseye gitmesini, orada Kur'anla birlikte İncil okunmasını bir Müslüman olarak garipsedim. Çünkü İslam'ın temel öğretilerine göre Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerindeki kutsal metinler tahrife, değişime uğramıştır.

     

    Peygamberimizin gelişinden sonra önceki dinlerin hüküm ve şeriatları nesh edilmiştir.

     

    Kur'an'a, Sünnete, icmâ-i ümmete göre Allah katında tek hak, geçerli, makbul din İslam'dır. Hıristiyanlar İslam'ın hak din olduğunu kabul etmezler, biz Müslümanlar da Hıristiyanlığın hak din olduğunu kabul etmeyiz.

     

    Bugün dünyada üç hak ibrahimî din olduğu iddiası ve inancı Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ulema ile, Şeriat ahkamıyla asla bağdaşmaz.

     

    İslam'ın temeli Tevhid inancıdır, Hıristiyanlığın temeli ise Teslis inancıdır. Tevhid ile Teslis birbiriyle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

     

    Hıristiyanlar İslam'ın hak din, Hz. Muhammed'in (Salat ve selam olsun ona) Resulullah, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın vahy etmiş olduğu ilahî ve kutsal kelam olduğuna iman etmezler. Aksine red, inkâr ve tekzib ederler.

     

    Biz Müslümanlar Allah'ın Tevrat ve İncil adında ilahî kitaplar göndermiş olduğuna iman ederiz ama bugünkü metinlerin gerçek Tevrat ve gerçek İncil olduğunu kabul etmeyiz. Tahrif, değiştirme, çıkartma olduğuna, kul sözü katıldığına inanırız.

     

    1400 yıllık İslam tarihinde Müslümanlarla Hıristiyanların bir araya gelip de Kur'an ve İncil okudukları görülmemiştir.

     

    Biz Müslümanlar İsa aleyhisselamı Allah'ın ülülazm Resullerinden olarak kabul ederiz, kendisini severiz.

     

    Hıristiyanlar ise Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ve Hâtemürrüsul olduğuna iman etmezler.

     

    Binaenaleyh Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkâr, red ve tekzib edenlerle diyalog yapılmaz.

     

    Onlarla birlikte Kur'an ve İncil okunmaz.

     

    Müslümanlar elbette Yahudilerle ve Hıristiyanlarla iyi geçinirler, bilhassa Hırıstiyan ülkelerinde onlarla iyi komşuluk yaparlar ama bizim ana vazifemiz, dâvet ve tebliğden ibarettir.

     

    Herten'deki toplantıda İncil okunurken teslisle ilgili cümleler okunmuş mudur, bilmiyorum... Ben orada olsaydım ve Teslis inancıyla ilgili cümleler okunsaydı toplantıyı nazikçe terk ederdim.

     

    Evet Tevhid ile Teslis asla ve kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

     

    Bizi Ehl-i Kitab'tan ayıran temel fark şudur:

     

    Biz "BÜTÜN" Peygamberlere iman ederiz. Onlar Son peygamber Muhammed Mustafa'ya iman etmezler; onu inkar, red ve tekzib ederler.

     

    Biz Müslümanlar Allah'ın insanlığa göndermiş olduğu "BÜTÜN" kitaplara (orijinal, tahrife uğramamış sahih metinlerine) iman ederiz, onlar son ilahî Kitab olan Kur'ana iman etmezler.

     

    Bizzat Batılı araştırıcılar Kitab-ı Mukaddes'te 50 bin yanlış bulunduğunu delilleriyle yazmışlardır.

     

    Bible'ın ilk bölümlerinde Hz. Lût aleyhisselamın iki kızının babalarını sarhoş edip kendisiyle yattıkları ve gebe kaldıkları açıkça yazılıdır. Allah'ın muhterem nebisi. İsmet sıfatıyla sıfatlı Lût aleyhisselamı böyle bir iftiradan tenzih ederiz.

     

    Lütfen internette "50 thousands errors in the Bible" kelimeleriyle arayın, on milyonlarca netice çıkacaktır. Birkaçını okuyun, meselenin künhünü anlarsınız.

     

    *(İkinci yazı)

     

    Müslümanlara Açık mektup

    Aşağıdaki konu ve maddelere önem vermez, gerekeni yapmazsanız; iflah olmazsınız, kurtuluşa ermezsiniz, kendi vatanınızda Müslümanca haysiyetli bir hayat süremezsiniz, başınız beladan kurtulmaz, zillet ve rüsvaylık içinde sürünür durursunuz.

     

    Birincisi: İmanını ve itikadını düzeltmek, Kur'an'a, Sünnete uygun hale getirmek.

     

    2. Beş vakit namazı dikkatli ve titiz bir şekilde dosdoğru kılmak.

     

    3. Farz namazları cemaatle kılmak.

     

    4. Hizipçiliği, fırkacılığı, cemaatçiliği, tarikatçiliği bırakıp olumlu ve zenginleştirici çeşitlilik içinde tek bir Ümmet olmak.

     

    5. Başınıza ehil, layık, vasıflı, güçlü bir İmam/Emîr seçip ona biat ve itaat etmek.

     

    6. Bedevî Müslüman statüsünden çıkıp, medenî Müslüman olmak.

     

    7. Din sömürüsünü ve ticaretini, dinî hizmetlerin zenginleşmeye ve benliğe alet edilmesini kesin şekilde önlemek.

     

    8. AB'nin, Siyonizmin, ABD'nin, Haçlıların İslam işlerine karışmasını önlemek, onlarla bu konuda kesinlikle işbirliği yapmamak. Müslüman olmayanları dost ve veli edinmemek.

     

    9. Allah ile olan bütün işlerde ihlaslı ve takvalı olmak, nifaktan kaçınmak.

     

    10. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına dayalı güçlü, vasıflı, üstün İslam mektepleri kurmak.

     

    11. Emanetleri (işleri, vazifeleri, memuriyetleri, mevki ve makamları, başkanlıkları) ehliyetli ve liyakatli elemanlara vermek.

     

    12. Lüks, israf, sefahat, gurur, kibir ve gösterişten vaz geçip Kur'ana ve Sünnete uygun şekilde mütevazı bir hayat sürmek.

     

    13. Zekatlarınızı Kur'ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde verip sarf etmezseniz.

     

    14. İslam ahlakıyla ahlaklı olmazsanız.

     

    15. Sabah namazlarında ve diğer vakitlerde camileri bayram namazlarında olduğu gibi doldurmazsanız.

     

    16. Gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidler yetiştirip dinî konularda onları dinlemez ve dediklerine uymazsanız.

     

    17. Karılarınızı ve kızlarınızı şer'î tesettüre sokmazsanız.

     

    18. Lanetli riba muamelerinden el çekmezseniz.

     

    19. Başta gıybet olmak üzere lisan âfetlerinden uzak durmazsanız.

     

    20. Bazı ruhbanları erbab haline getirip putlaştırmaktan vaz geçmezseniz.

     

    21. Büyük ve küçük cihad yapmazsanız.

     

    22. Emr-i mâruf ve nehy- münker farzını bugün olduğu gibi terk ve tâtil ederseniz.

     

    23. Cuma günleri ezan okununca dükkanlarınızı, iş yerlerinizi kapatmazsanız.

     

    24. Zaruriyat-ı diniyede tartışmaktan vaz geçmezseniz.

     

    25. Uzaktaki bir Müslüman ayağına diken battığında onun acısını yüreğinizde hissetmezseniz.

     

    26. Hayatınızı Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye göre tanzim etmezseniz.

     

    27. Sabah namazlarında leşler gibi yatar uyursanız.

     

    28. Az, eksik, yetersiz amelleriniz size ucba ve gurura düşürürse.

     

    29. Bolluk, refah, zenginlik, saçıp savurma, zevk u safa, lüks, israf, sefahat konusundaki gelişmelerin istidrac olduğunu anlamaz, bunları kerâmât olarak görürseniz.

     

    30. Din sömürüsüne göz yumarsanız.

     

     

    16 AĞUSTOS 2011


  9. Ağlayabilsek Bari!..

     

     

    İslam dünyası fâcialar ve felâketler yumağı. Bunlara alışmış ve kanıksamışız. Çok az üzülüyoruz, yeteri kadar tepki göstermiyoruz.

     

    İniltilerimiz çok cılız. Halbuki çok şeyler yapabiliriz.

     

    Suriye'deki Sünnî Müslüman kıyımına karşı bir milyon kişilik bir protesto yürüyüşü yapamaz mıyız? Yapabiliriz ama yapmıyoruz.

     

    Ramazan, millet oruçlu, mevsim çok sıcak... Öyle ama Suriye'de sivil Müslümanlar öldürülüyor. Onlar ölürken bizim biraz yorulmamızın lafı mı olur.

     

    Somali'de açlıktan ölme derecesine gelmiş on milyon Müslüman için yaptıklarımız yeterli midir? Yeterlidir diyen varsa gelsin, yeterli olduğuna dair Kur'an üzerine yemin etsin. Edebilir mi?

     

    İslam dünyası parçalanırsa işte böyle olur.

     

    Ümmet İmam'sız ve Emîr'siz kalırsa işte böyle olur.

     

    İslam dünyasının zengin ve imkânlı kısmı, aç ve perişan kısmına yardım etse bütün Müslümanlar doymaz mı?

     

    Ortadoğuda belki de bir trilyon dolar petrol ve sair paraları ABD'nin Siyonist bankalarında kenz edilmiş (istiflenmiş, yığılmış) vaziyette duruyor. Bu paranın bir kısmı ile Somali Müslümanlarına birkaç gemi dolusu yiyecek gönderilemez mi? Maalesef gönderilemez. Yeterli para var ama yeterli vicdan yok.

     

    İslam dünyasında, uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine göre, 10 üzerinden 5 veya 5'in üzerinde not alan tek ülke yoktur. Üç sene mi ne oluyor, İsrail Gazze'ye saldırdığı zaman Türkiye'nin Müslüman halkı zavallı Filistinliler için yardım paraları toplamıştı. Bunlar yerine ulaştı mı? Maalesef ulaşmadığı iddia ediliyor... Hâlâ bankada bekliyormuş. İsrail göndermeyin demiş. Filistinlilerin o yardımlara ihtiyacı çok. Bari şu Ramazan'da ulaştırılsın.

     

    Bendenizin fazla bir imkanım yoktur ama az da olsa yardım edebilirim. Vereceğim zekat veya sadakanın tamamının (100 dolarsa, 100 dolar olarak) mesela Somali'deki bir fakire ulaşması, eline verilmesi gerekir. Zekatın şartlarından biri de temliktir. Şu anda bunu yapabilecek teşkilatımız var mıdır?

     

    Somali'deki facia sadece açlık değil. Orada Müslümanlar birbiriyle savaşıyor. Vehhabî/Selefîlerle tarikat mensubu Ehl-i Sünnet Müslümanları... Açlığa çare bulsak bile bu kardeş kavgasını nasıl durduracağız?

     

    Filistin'deki, Somali'deki, Suriye'deki faciaları biliyoruz ama Arakan'dan haberimiz var mı?

     

    Somali'de bir Yahudinin burnu kanasa bütün dünya ayağa kalkar. Orada on milyon Müslüman aç...

     

    Türkiye'de lüks iftarlar gırla gidiyor.

     

    Lüks iftarların aleyhinde yazdığıma, verip veriştirdiğime bakmayın, bazen kıramıyorum ve gidiyorum. Biri yüzüme tükürsün veya ben aynaya tüküreyim.

     

    Yahudilerin Kudüs'te bir Ağlama Duvarı var.

     

    Bizim Ağlama Duvarlarımız sayısız.

     

    Gerekeni yapamıyoruz, bari ağlasak. Onu da yapamıyoruz.

     

    Cemaati yürekten ağlatan bir vaiz bulunsa... Sultanahmed veya Süleymaniye camiine on bin Müslüman toplansa... Vaiz konuşsa, cemaat ağlasa, gözyaşları seller gibi aksa... Bu manzarayı tv kameraları yüz milyonlarca insana gösterse... Onlar da ağlasa... Belki bu gözyaşları, içimizdeki ve dışımızdaki kirleri ve pislikleri biraz temizler de kendimize geliriz.

     

    Bu akşam Galatasaray mektebi mezunlarından bir grubun orta bir lokantada verdiği iftara davetliyim.

     

    Bende vicdan kalmamış. Suriye'de kardeşlerim öldürülürken, Somali'de Müslümanlar açlıktan ölürken, Arakan Müslümanları kan kusarken, Gazzeliler Cehennem hayatı yaşarken ben nasıl ziyafetlere gidip güzel yemekler yiyebiliyorum?

     

    Mutlaka en azından ağlamamız lazım. Bunca facia, felaket, afet içinde ağlamamak çok kötü.

     

    "Bende-i mü'min olan çeşm ter ü giryan olur

     

    Çeşmi giryan olmayan elbette bî-iman olur"

     

    *(İkinci yazı)

     

    Doğru, Hayırlı, Faydalı, Meşru Cemaat Hangisidir?

    ÜMMET içinde elbette olumlu çeşitlilik, faydalı cemaatler, hakka götüren tarikatlar, hizmet grupları olacaktır ama......

     

    Hiçbir cemaatin kendisini İslam ile özdeş görmesi kabul edilemez. Cemaatse cemaatliğini bilecek, kendisini İslam ile eşit görmeyecektir.

     

    Cemaat bir parçadır, bütün değildir. Hiçbir cemaat bütün olma iddiasına sahip olmamalıdır. İyi, faydalı, düzgün, dengeli cemaat; Kur'an, Sünnet, icmâ-i ümmet dairesindeki bütün doğru cemaatleri kardeş kabul edecek, onlarla irtibatlı olacaktır.

     

    Bir cemaat ne kadar güçlü, bol taraftarlı, etkili de olsa mutlaka Kur'ana, Sünnete, icmâya, Şeriata, zâruriyat-i diniyeye uymaya mecburdur.

     

    İtikatta vahim bozuklukları olan cemaat iyi ve hayırlı bir cemaat değildir.

     

    Hiçbir cemaatin dinî konularda, din sahasında bid'at çıkartmaya, bid'atli olmaya hakkı yoktur. Böyle yaparsa meşruiyet dairesinden çıkmış olur.

     

    Müslümanlıkta esas ve temel olan ümmet şuuru ve asabiyetidir. Cemaat, hizip, fırka, grup asabiyeti var, ümmet hassasiyet, şuur ve asabiyeti yok. Onlarda vahim bir yoldan çıkış vardır.

     

    Hiçbir cemaat, İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu temel inancına aykırı bir inanç çıkartamaz. İslam Allah katında hak din olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.

     

    İslam'ın Allah katında geçerli, hak, muteber, makbul tek din olduğu Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir. Bunun aksine hiçbir inanç, görüş, düşünce kabul edilemez.

     

    Hiçbir cemaatin "Bu devirde üç hak ibrahimî din vardır. Bunların üçünün mensupları da ehl-i necattır ve ehl-i Cennettir" demeye hakkı yoktur.

     

    Hiçbir cemaat "İslam'ı, Kur'anı, Resulullah'ı inkar, red ve tekzib eden Ehl-i Kitab da kurtulmuşlar camiasındandır" bâtıl inancını yayamaz.

     

    İslam'da üstünlük şu veya bu cemaate, hizbe, fırkaya, gruba, tarikata mensup olmakla elde edilmez, ancak takva ile elde edilir. Takva ise ilimle, irfanla, firasetle, ihlasla, salih ameller işlemekle, nefisle büyük cihad yapmakla, mürüvvet ve fütüvvetle olur.

     

    Hiçbir cemaatin Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, hikmetin öngörmediği keyfî sözde hizmetler yapmaya hakkı yoktur.

     

    Her hayırlı ve faydalı cemaat şu değerlere hizmet etmekle mükelleftir:

     

    Kur'ana hizmet... Sünnete hizmet... Şeriata hizmet... Ümmete hizmet... İslam ahlakına hizmet...

     

    Müntesiblerinin (bağlılarının, üyelerinin) itikatlarını tashih etmeyen, onlara çok dikkatli bir şekilde cemaatle namaz kıldırmayan, kadınlarının ve kızlarını tesettüre sokmakta ihmal ve tehâvün sergileyen, zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkıh ve Şeriata uygun olarak verdirtmeyen ve sarf ettirmeyen cemaatler hatâlı ve kusurlu cemaatlerdir.

     

    Ehl-i Sünnet İslamlığında Peygamberan-ı izam hazeratından (aleyhimüsselam) başkaları mâsum değildir. Başındaki zatları mâsum, lâ yuhti (hatâ etmez) olarak kabul eden cemaatler ve tarikatler Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmış olur.

     

    Bu ümmet, Peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olan Sıddiq ve Fâruk hazeratından bile hesap sormuştur. Hiçbir Ehl-i Sünnet cemaati başındaki muhterem zatı lâ yüs'el (kendisinden hesap sorulamaz) olarak göremez ve gösteremez.

     

    Bugün ülkemizde çok şükür itikadı sahih ve düzgün, bid'atlerden uzak, Şeriata sımsıkı bağlı, ahlaklı, dürüst, faziletli cemaatler vardır ve İslam'a hizmet etmektedir. Kendilerine teşekkür borçluyuz.

     

     

    15 AĞUSTOS 2011


  10. İbrahim’i dinler safsatası altında güdülen emperyal emeller bellidir. İslam'ı protestanlaştırmak! Misyoner faaliyetler, İslam'ı kökünden koparıp, İslami en temel kavramları önce kendi özünden koparıp, sonrada Hıristiyan altyapı ile doldurup "inkültürasyon" yolu ile İslam'ı yenip "isevi Müslümanlık" oluşturulmaya çalışılıyor. Ali'nin külahını Veli'ye giydirip kendini “ben müslümanım” derken, aslında imanlar Hıristiyan limanlarına bağlanmış olacak!

    Nasıl mı? Misyonerlik kavramı, dinler arası diyalog ya da İbrahim’i dinler kavramlarına angaje edildi. Asıl gaye tek amaç birdir! Hıristiyan ve Yahudiliğin önüne açmaktır. Ve ideolojinin öncüleri ne yazık ki syonizmin uşakları haline gelmiş sözde hoca, din adamlarıdır. Bu şahıslar öyle bir akıl tutulması yaşıyorlar ki; ehl-i kitaplar ile temel noktada mutabıkız hatta amentude ittifakımız vardır diyecek kadar sapıklıkta taban yapmışlardır. Peygamber ile Allah’ın arasını ayıran “Muhammedur-rasulullah” şart değildir diyecek kadar şuursuzluk içindedirler.

    Kur-an bunlara şöyle cevap veriyor: Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile peygamberleri arasında ayırım yaparak; `Buna inanır, fakat şuna inanmayız' diyenler böylece, iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya, onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için onur kırıcı bir azap hazırladık. Bakınız ayet bunların yalanlarını meydana vurmaklar kalmayıp bunları “gerçek kafirlerdir” buyurarak elemli bir acı ile muazzep olacağını bildirmiştir. Bunlar iki cami arasındaki binamazlar gibi iki din arası bi-din kaldılar. İşte ayet ile belgesi: Muzebzebîne beyne zâlike, lâ ilâ hâulâi ve lâ ilâ hâulâi. Ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen). İki taraf arasında yalpalarlar. Ne bu tarafa ve ne de o tarafa yar olurlar. Allah'ın şaşırttığı kimseye sen çıkış yolu bulamazsın. Kur-an-ı Kerim ne güzel vasıflandırıyor sapkınlıklarını! Bunlar nasıl Kur-an okuyorlar, ayetleri nasıl tefsir ediyorlar, neyle besleniyor, hangi havayı teneffüs ediyorlar yahu!

    Allah’tan korkunuz kalmadı ise ecdadınızdan utanın! Kâfire ayağını bile öptürmeyen Ecdad’dan, kâfir eli öpen millete haline nasıl geldik biz?

    Hangi kitapta okudunuz İbrahim’i Dinler kavramını?

    Bu nasıl bir katliamdır, nasıl teslis esasına dayanan Hıristiyanlık ile temel inancı tevhide dayanan İslam ile nasıl bağdaştırılır?

    Hangi vasıfla kalkıp; bizler ahlakta da inançta da biriz gerisi teferruattır demek gibi bir sapkınlık içine düşülür. Sen nasıl Allah'a şirk koşup oğul, eş isnat eden dinsizler ve müşrikler ile İslami bir tutarsın?

    Maide süresi ayet 5: Şüphesiz ki Allah Meryem oğlu Mesih’tir diyenler andolsun kâfir olmuştur, buyurmuş ve onları “dinsiz” ilan etmiştir. İslam’ın temeli tevhit inancıdır. Şimdi bazı syonist uşaları kalkıp “Kur-an ayetleri çok sert” deme cüretini gösterip yetmedi, bir de beynelmilel bir din oluşturmaya çalışıyorlar. Bunun adı da İbrahim’in din…Oysa ki, Kur-an da: Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).

    Hz. İbrâhîm, yahudi veya nasrani olmadı. Fakat hanif (Allah'ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun O'na ulaştırılmasının ve Allah'a teslim olmanın farz olduğuna inanan), (Allah'a teslim olmuş) bir müslümandı. Ve o müşriklerden olmadı.

    Ve birileri kalkıp hala İbrahim’i dinler deyip Kur-anla harp ediyor. Ne büyük bir inanç erozyonudur yahu bu!

    Bunların derdi milleti gavur edip Türkiye’ye ekümeniklik verip bu toprakları Vatikan ilan etmek! Yeni bir haçlı seferidir bu, üstelik kansız, kılıçsız! Yazık ki, Merhum Mehmet Akif’in de telaffuz ettiği gibi “lügat pehlivanlığından” öte yolumuz gitmiyor!

    Oysaki, İslamiyet’e hizmet Allahın davasını tutup yükseltmek bu her müslümanın vazifesidir. Emr-i bil maruf nehyi anil müker biz ezelde ve ebedde bu görev ile muştulanmışız. Bu adamlar dinin kanunlarını eritip kumdan bina inşa etmeye çalışıyor. Zerre ehli sünnet vel cemaatten sapma canımı feda edeyim yoluna. Ama bunlar hoşgörü deyu deyu sapıttılar kardeşim. Tasvip etmedim asla etmeyeceğim!

     

    Bu adamlara dinden ve islami şeri akideleden zerre taviz verilmeyeceğini öğretmediler mi? Ya siyah ya beyazdır.. Biz arada besleme gibi yetişen dinleri kardeş ilen eden ve hatta bu kafirleri kayırmak namına ehli sünnet alimleri yerin dibine sokup sokup çıkarmamayı kendine vazife edinen bu kof batı mukallidlerini asla ve asla ne dünyada ne de ahirette gözümün yancağızıylan dahi görmek istemiyorum!

     

    Bakınız dikkat Kuranın tam ortasından bunun tebliğini yapan adamın başımın üstünde yeri var. Ama “a” ya “ b” katıp millete “c” diye pazarlayan ara din oluşturan zihniyet belki de kafirden eşeddir! Çünkü kafirin safını kaftanını bilirsin Allah bunları ya hak ile ıslah eylesin ya da şerlerini, desislerini, emellerini kursaklarında bırakmakla kalmayıp, kendi başlarına çalsın. Veleddâllin Amin…

    • Like 2

  11. Hacıbayram Camii'nde Vahim Bir Bid'at

     

    Çağımızın büyük Ehl-i Sünnet âlimi dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi Büyük İslam İlmihali adlı çok faydalı ve değerli eserinde şöyle diyor:

     

    "İmamın arkasında önce erkekler. Sonra erkek çocuklar, daha sonra kadınlar saf bağlar. Erkeklerin bu sıraya uyması sünnettir, kadınların (bu sıraya ) uyması ise farzdır."

     

    Ankara Hacıbayram Camii'nde yatsı namazında caminin içine erkeklerin sokulmamasının, imamın arkasına kadınların yerleştirilmesinin fıkha aykırı vahim bir bid'at ve zorlama olduğunda hiç şüphe yoktur.

     

    Niçin böyle bir uygulama yapılmıştır?

     

    Niçin camideki kadın sayısını çoğaltmak için dışarıdan kadınlar taşınmıştır?

     

    Böyle bir uygulamanın asıl ana sebebi nedir?

     

    26 Şubat 2008 tarihinde BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" (yazarı: Robert Pigott), adlı yazıda, Türkiye'de, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir dinde reform yapılmak istendiği yazılmıştır.

     

    Ülkemizdeki Sünnî İslam, ABD ve Feminizm normlarına göre biçimlendirilmek istenmektedir.

     

    Diyanet Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılıp Fazlurrahman mezhebine göre ayarlanmak istenmektedir.

     

    1930'lu yıllarda ülkemizde Arapça asıl Kur'an-ı Kerimin yerine Türkçesinin konulması yolunda bazı tecrübeler yaşanmıştı.

     

    Hattâ o zaman Mısır'da bulunan ve TC tarafından kendisine bir Kur'an tercümesi ısmarlanmış bulunan merhum Mehmed Akif, tercüme metninin göndermemiş, dostu İhsan efendiye emanet etmiş, ben ölünce yakarsın diye vaziyet etmiştir. Nitekim ölümünden sonra yakılmıştır.

     

    Din konusunda Kemalizm devri reform hareketleri hortlatılmıştır.

     

    Koskoca cami... Yatsı ve teravih namazında erkekler içeriye sokulmuyor, onlara siz avluda kılın deniliyor... Caminin içine, imamın arkasında kadınlar dolduruluyor. Mevcut kadın cemaat yeterli olmadığı için dışarıdan taşınıyor...

     

    Siz bir Müslüman olarak böyle bir uygulamayı normal mi görüyorsunuz?

     

    "Kadınlar rahat etsinler diye böyle yaptık" açıklamalarını samimî mi buluyorsunuz?

     

    Ankara Hacıbayram cami-i şerifi çok eski ve tarihi bir mâbedimizdir.

     

    Avlusunda evliyaullahtan Hacıbayram veli hazretlerinin türbesi vardır.

     

    Sanırım o camide böyle bid'atler çıkartıp uygulayanlar uyarılacaktır.

     

    İnşaallah mânevî tokatlar şefkatli olur.

     

    *(İkinci yazı)

     

     

    Müslümanların Sekülerleşmesi

    On milyonlarca Müslüman halk çok kötü şekilde sekülerleşti, yani dinden uzaklaştı.

     

    Sekülerleşenler içinde beş vakit namaz kılanlar bile var.

     

    Müslümana soruluyor, "bu gün ayın kaçı?". Miladî Efrencî tarihi veriyor. Hicrî İslamî takvimden haberi yok.

     

    Müslümana saati soruyorsunuz, vasatî alafranga saati söylüyor; ezanî alaturka saatten haberi yok.

     

    Bundan elli altmış sene önce herkes başı örtülü olarak namaz takkesiyle namaz kılardı, şimdi bu sünnete ve edebe riayet edenler çok azaldı.

     

    Alafranga seküler Müslümanlar devrinde yaşıyoruz.

     

    Müslüman hanımların çoğu başlarına bir bez örtmekler her şeyi yapabileceklerini zannediyorlar.

     

    Müslümanların çoğu Sultan Abdulhamid'i seviyorlar, ona hayır dua ediyorlar lakin Sultan Abdulhamid bizim halimizi görse çok üzülür, çok şaşar, çok öfkelenirdi.

     

    Müslüman kadın ve kızlar nâ-mahrem erkeklerle çok laubali, çok serbest şekilde konuşup gülüşüp sohbet ediyorlar. İslam dini ve şeriatı böyle bir şeyi kabul etmez.

     

    Birkaç sene önce bir tesettür defilesi yapılmıştı. Bir hafta önce bilmem ne trikonun mayolarını teşhir eden mankenlere sözde tesettür elbiseleri giydirmişler, cehennemî bir musiki ile podyumda rap rap, tak tak yürütüyorlardı. Yüzden fazla elbise teşhir edildi, bunların içinde bir tek geleneksel İslamî kıyafet yoktu. Eşarp, tunik, pantolon, pardösü, tayyör...

     

    Yahu böyle İslamî tesettür olur mu?

     

    Japonlar hâlâ yer sofralarında yemek yer, yer yataklarında yatar, biz ise bu konuda Avrupâîleşmişiz.

     

    Çocukluğumda, gençliğimde yakın zamanlara kadar Müslüman bir eve misafir gittiğimiz zaman evin hanımları görünmezlerdi. Çay ve kahve mi verecekler, kapıyı tıklatırlardı, evin beyi yahut delikanlı oğlu gider, tepsiyi alır, kendisi dağıtırdı. Şimdi yine böyle Müslüman evleri var ama sayıları çok azaldı.

     

    Sokaklarda tesettürlü genç hanımlar görüyorum. Ellerinde bir dondurma külahı, şap şap yalaya yalaya yürüyorlar. Böyle bir şey Sultan Abdulhamid zamanında olsaydı kadınlara bir şey yapmazlardı ama onların velilerini (kocalarını, babalarını) zaptiye nezareti vasıtasıyla ta'zîr ederlerdi.

     

    Şehir terbiye ve görgüsüne sahip, medenî, mürüvvetli Müslümanlar sokaklarda, çarşılarda, pazarlarda açıkta bir şey yiyip içmezler, bu çirkin adet bize Batı'dan gelmiştir.

     

    Eski Müslümanlar çarşıdan, pazardan, kasaptan pahalı bir yiyecek maddesi satın aldıklarında bunu kapalı hasır zembillerle eve götürürlerdi, alamayanları ezmemek ve üzmemek için...

     

    Türkiye'deki Müslüman erkeklerin çok büyük bir kısmının kılık ve kıyafetleri tamamen Avrupâîdir. Sokakta yürüyen bir insanın Müslüman olup olmadığını ancak keşif ve keramet sahipleri anlayabilir.

     

    Müslümanlar için yakasız gömlekler, istanbulinler yapılsa ne iyi olur. Kışın kürklü kalpaklar, Müslüman bereleri modası çıkartılsa...

     

    Sultan ikinci Mahmud zamanında Avrupa kıyafeti alındı ama şapka kabul edilmedi. Fes, Osmanlılığı temsil ediyordu. Gayr-i Müslim Osmanlılar bile militan küfrü temsil eden şapkayı giyemezlerdi. Devlet-i Osmaniye'nin son zamanlarında İstanbullu Rum avukat Yorğaki Efiminiyadis şapka giydiği iddiasıyla barodan atılmıştır.

     

    Cumhuriyet ilan edilince İstanbul'daki Avrupa hayranı birkaç mürted şapka giydiler, polis onları yakaladı. Durumu Ankara'ya bildirdiler, "onlara bir şey yapmayın, zaten biz bu meseleyi kökünden halledeceğiz" cevabı geldi. (O zamanın emniyet müdürü Hüsamettin Ertürk'ün hatıralarında yazılıdır.)

     

    Müslümanları sekülerleşme erozyonundan koruyup kurtaracak, yeniden İslam kültürüne kazandıracak seferberliği hangi şahıslar, hangi zümreler, hangi cemaatler başlatacaktır?

     

    14 AĞUSTOS 2011

     

     

     


  12. Bugün “İbrâhimi Dinler” kavramı adı altında “Dinler Arası Diyalog” Faaliyeti yürütülmekte.Bu yazımızda ; “İbrahimi Dinler” kavramının İslâm ile bağdaşmadığını ve İnkâr’a sürüklediğini delilleriyle okuyacaksınız …

    …………..

    Allâh’u Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de İbrahim (Aleyhisselam)ın dininin sadece İslâm olduğunu müteaddid defalar açıklamıştır.Nitekim : “İbrahim ne (Yahudilerin dediği gibi) bir Yahudi,ne de (Hristiyanların dediği gibi) bir Hristiyan değildir ! Velâkin o(yanlış inançlardan uzak,Hakk’ın tevhidine inanmış ve itaatine boyun eğmiş) bir hanîf ve bir Müslüman’dı.O,(Sizin gibi,Uzeyr’i ve İsa’yı Allâh’a ortak koşan) müşriklerden de değildi.” (Al-i İmrân Suresi : 67) buyurmuştur.

     

    Yine böylece Mevlâ Tealâ ; “O (Yahudi ve Hristiya)nlar(dan her bir fırka,sadece kendi dinlerini doğru sayarak) : “Yahudiler yahut Hristiyanlar olun ki,hidayete eresiniz !” dediler.

    (Habibim!) De ki : “Doğrusu,(biz sizin uydurma dinlerinize uymayız,bilakis bâtılı bırakıp hakka yönelmiş) bir hanîf olan İbrâhim’in milletine (ve dinine uyarız)! O,(hiçbir zaman) müşriklerden olmamıştır!” (Bakara Suresi : 135) buyurmuş,bu âyet-i kerîmenin öncesinde de : “Ey Rabbimiz ! O (zürriyetimizden Mekke’de kala)nlar içerisinde ; Senin âyetlerini üzerlerine sürekli okuyacak,onlara o Kitab’ı ve hikmeti (Kur’ân’ı Kerîm’i ve Sünnet’i) öğretecek ve (böylece) kendilerini (şirk ve isyan gibi pisliklerden) tertemiz edecek bir Rasûlü kendi aralarından gönder.! Şüphesiz (mağlup edilemeyecek bir güce sahip olan) Azîz de (yaptığı işi son derece yerinde ve sağlam yapan) Hakîm de Sensin Ancak sen ! Kendisi (ve yaratıcısı olan Allâh’a kulluk yapması gerektiğini) bilmez olmuş kimseden başka,İbrâhîm’in (dininden ve) milletinden kim yüz çevirebilir ? Andolsun ki ; elbette Biz onu dünyâda kesinlikle (dostluk makamına) seçmişizdir.Şüphesiz ki o,âhiret de elbette (yüksek makam sahibi olan) salih (nebî)lerdendir.

     

    Hani Rabbi ona : ‘(Evvelce bulunduğun İslâm üzere sabit ol ve bütün emirlerine tam mânâsıyla) teslim ol !’ buyurmuştu da,o : ‘Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum !’ demişti.” (Bakara Suresi : 129-131) âyet-i kerimeleriyle İbrâhim (Aleyhisselâm)ın milletini açıklamış,akabinde de İbrâhîm oğlu Ya’kub (Aleyhisselam)ın,oğulllarına İslâm’ı vasiyet ettiğini bildirmek üzere ; “İbrâhim’de oğullarına o (İslâm yolu)nu vasiyet etmişti,(torunu) Ya’kub da !

    (Her ikisi de) ‘Ey oğullarım ! Şüphesiz Allâh sizin için bu (İslâm) dîni(ni) seçmiştir.O halde siz ancak Müslümanlar olarak ölün !’ (Demişlerdi)” (Bakara Suresi : 132) buyurmuştur.

     

    Kur’ân-ı Kerîm’in bunca sarih beyanına rağmen hala Yahudiliği ve Hristiyanlığı İbrâhim (Aleyhisselam)a mal etmek için :”İbrâhimi dinler” gibi tabirini kullanmak hiç şüphesiz ki Allâh-u Te’alâ’yı yalancı çıkarmak ve hakkı batılla karıştırmak başka bir mânâ taşımaz.

     

    Aynı şekilde “Semâvi dinler” ve “İlâhi dinler” gibi tabirler de Allâh-u Te’âlâ’ya büyük bir iftira içermektedir.Çünkü Allâh’u Te’alâ kendi katında muteber olan tek dinin İslâm olduğunu ve büyün peygamberlerin Müslüman olduğunu beyan etmişken,Yahudilik ve Hristiyanlık gibi muharref dinlere : “Gökten inen” mânâsına gelen “Semâvi” tabirini kullanmak ve “Allâh’a âit” anlamını taşıyan “İlâhi” vasfını yakıştırmak gerçekten de semâvi ve İlâhi tüm vahiyleri inkâr etmek anlamına gelir.

     

    Yahudi ve Hristiyanlar Cennete Girecek Diyenler Cennete Giremez." Kitabından alıntıdır. Ahmet Mahmut Ünlü.

    • Like 1

  13. 1-Radyo,televizyon,gazete,sinema,mecmua ve kitaplar üzerindeki kontrolünüzü arttırınız.

    2-Hukuk,tıp,kimya ve buna benzer bütün tahsillerden Yahudi olmayanları özellikle müslümanları uzak tutunuz.Bilhassa yahudileri bu şubelerde okumaya teşvik ediniz.

    3-Gayri yahudilerin mektep ve kolejlerini ihtilal merkezi haline getiriniz

    .4-Yahudi olmayan milletlerin peygamberlerini gülünç şekle sokup onları rezil edecek mevzuları icat edip,yahudi olmayanlar arasında tefrka ve nifak çıkarınız.

    5-Yahudi olmayanların dini müesseselerini zayıflatıp bizlere karşı da kardeşlik hislerini telkin ediniz.

    6-Bizden olmayanların kadın ve çocuklarının ahlakını ifsat ediniz

    .7-Değişik insanlar arasında nifak ve mücadele tohumları ekiniz.Irkları birbirine düşman kılınız.

    8-Politikacıları satın alıp,hükümetleri çürütünüz

    .9-Memleketlere girme imkanını ve kanunlarını kolaylaştırınız.

    10-Her vasıtaya müracaat ederek para üzerindeki hakimiyetinizi takviye ediniz.

    11-Türlü hile ve desiseler kullanarak işçileri elde tutunuz.Mitingler tertip ediniz,grevler yaptırnız,bu mevzuda hiçbir fedakarlıktan çekinmeyiniz.

    MASONLUK VE KOMİNİSTLİĞİN ARKASINDAKİ YÜZ

    Aydın tabaka arasında masonluğu,halk tabakası arasında koministliği yaymaya çalışan siyonistlerin dikkat çeken bir başka protokolleri de şöyledir:

    1-Genç nesilleri değişik ahlaklarla ifsat ediniz.

    2-Aile hayatını yıkmalı

    3-İnsanları kötülükleriyle tahakküm altına almalı onlara şantaj yapmalı

    .4-Sanat bahanesiyle edebiyatı mestehcen şehevi kalıba dökmeli.

    5-Mukeddesata hürmeti tahrip etmeli.Hürmetle anılan insanlar hakkında rezilane vakalar uydurarak onların itibarlarını kırmalı.

    6-Son derece lüks hayatı,baş döndürücü modaları,çılgınca olan israfı teşvik etmeli,basit şeylerden zevk alma özelliğini derece derece artadan kaldırmalı.

    7-İnsanların dikkatlerini avam eğlenceler,oyunlar,haddi aşan spor eğlenceleriyle oyalamalı,bu gibi şeylerle halkı meşgul ederek düşünmekten alıkoymalı

    .8-Uyuşturucu yaygınlaştırılıp vücutlar onun zehriyle tahrip edilmeli.

    9-Hayat pahalılığı karşısında işçilerin menfaatine olmayacak şekilde meeşlerı artırılmalı10-Milletler arasında ihtilaf,kin ve nefreti körükleyerek,silah miktarı artırılmalı.

    İNGİLİZ MİSYONERİ ZEVİMER NE DİYOR?

    ”Bir bardak içki ve bir çıplak dansözün Muhammed’in dinine uyanlarda yapacağı tahribatı,bin tane top yapamaz.O halde Müslümanları içki ve şehvet bataklığında boğmaya çalışınız”

    Türkiye 1993 yılı itibarıyla islam ülkeleri arasında alkolde ve fuhuşta dünya birincisi,dünya ülkeleri arasında ise alkolde dünya beşincisi,fuhuşta dünya onikincisidir.Baştan beri sayılanlar zaman içersinde gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir.Biz bu oyunlara islamı yaşayarak ve anlatarak karşılık vereceğiz.Onlar tuzak kurarlar ancak Mevla Teala da bir tuzak kurmuştur.Onlar bunun farkında değillerdir.Bir gün acı akıbet yakalarına yapışacak ve ebediyyen bırakmayacaktır.

    • Like 2

  14.  

    İslam'da Yenilik Fitne ve Fesadı

     

     

     

     

     

    Bütün akıllı ve samimî Müslümanların, Türkiye'de yeni bir İslam türetme plan, çalışma ve girişimlerine karşı çıkması gerekir.

     

    Yeni İslam projesi büyük bir fitne ve fesattır.

     

    Bu işin arka planında Siyonizm, global kapitalizm, emperyalizm, sömürgecilik, Haçlı lobisi vardır.

     

    Yeni İslam hareketi bir nifak hareketidir.

     

    Yeni İslamcılar cihadsız bir İslam istiyor.

     

    Yeni İslamcılar, İslam'ın tek geçerli, makbul, hak din olduğu inancını kırıp, onun yerine üç ibrahimî din vardır bozuk inancını ikame etmek (yerine koymak) istiyor.

     

    Yeri İslamcılar Kur'an hükümlerini, Sünnet öğretilerini ve Şeriatı bozuk ve sapık Feminizm ideolojisine ayarlamak ve uyarlamak istiyor.

     

    Yeni İslamcılar Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam türetmek istiyor.

     

    Yeni İslamcılar Ehl-i Sünneti yıkmak istiyor.

     

    Yeni İslamcılar, gerçek İslam'ın yerine beşerî bir hümanizma ve ideoloji getirmek istiyor.

     

    Yeni İslamcılar, ilahî İslam dinini Avrupa Birliği ve Batı medeniyeti norm ve standartlarına uygun hale getirmek istiyor.

     

    Yeni İslamcılar evrensel İslam dininde reform, değişim, yenilik, tâdilat, tahrifat yapmak istiyor.

     

    Yeni İslamcılar Ehl-i Sünnet imamlarını, ulema ve fukahasını bırakıp Fazlurrahman'ı veya ona benzer yoldan çıkmışları imam yapmak istiyor.

     

    Açıklamaya hacet yoktur ki, bunların hepsi İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, hikmete aykırı korkunç bid'atlardır.

     

    Müslüman kardeşlerimi elimden geldiği kadar bu konularda uyarmaya çalışıyorum.

     

    Bu vazife öncelikle benim işim değildir.

     

    Memleketimizde ne kadar gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek ziyalı Müslüman varsa bu konuda seferber olup halkı ve bilhassa gençliği uyarmalıdır.

     

    İslam'a ve Ümmet-i Muhammed'e ait dinî meseleler sadece Müslüman alimler, fakihler, münevverler tarafından tartışılmalı ve müzakere edilmelidir.

     

    Bu işe Siyonistler, Haçlılar, İsrail, ABD, AB ve diğer İslam dışı güçler karışmamalıdır.

     

    İslam düşmanlarıyla işbirliği yapan, onların uydusu olan, onların direktifleriyle hareket eden, onlardan teşvik ve destek gören yeni İslamcıları kınıyor ve protesto ediyorum.

     

    Yüce İslam dinini AB ve Feminizm norm ve standartlarına uydurmaya çalışmak bir ihanettir.

     

    İslam'a ters düşen, İslam'a zıt, İslamla uyuşmayan ve bağdaşmayan bütün (evet bütün) mesele ve konularda İslam doğrudur, İslam haklıdır.

     

    Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) haber vermiş olduğu üzere Kur'ana, Sünnete, Allah rızasına uygun İslam Ehl-i Sünnet İslamlığıdır.

     

    Türkiye'de Ehl-i Sünneti yıkmak veya devre dışı bırakmak İslam'ı yıkmak mânasına gelir.

     

    Dinini ve imanını kurtarmak ve korumak isteyenler İslam'da yenilik ve değişim hareketinden uzak dursunlar.

     

    *(İkinci yazı)

     

     

    Ramazan'da Ye Ye Ye

    Geçersiz gerekçe ve bahanelerle Afganistan'a saldırdılar. Milyonla ölü, yaralı, ülke harap, halk perişan. Asıl gayeleri: O İslam ülkesinde İslamî bir rejim olmasın.

     

    Yine düzmece bahane ve gerekçelerle Irak'a saldırdılar. Milyonla ölü, yaralı, milyonlarca mülteci, ülke üçe bölündü. Kan, ateş, gözyaşı. Yaşasın demokrasi.

     

    Libya'ya savaş ilan ettiler. Sivilleri öldürüyorlar. Amaçları, Kaddafi gitsin, nisbeten iyi bir rejim kurulsun mu? Ne gezer. Orayı da bölmek istiyorlar. Hele, Kaddafi'nin yerine islamî bir düzen gelmesini hiç istemiyorlar.

     

    Suriye'deki Nuseyrî rejimini yıkmak istiyorlar ama yerine Sünnî bir sistem gelmesini istemiyorlar. Gayeleri iç savaş çıksın; Sünnîler, Alevîler, Kürtler, Dürziler birbirine girsin. Suriye bölünsün parçalansın, BOP olsun.

     

    Mısır için en büyük korkuları Müslümanların o ülkeye hakim olmaları.

     

    Filistin ve Filistinliler 1948'den beri kan ağlıyor. Gazze'de bir buçuk milyon Müslüman bin eziyet ve işkence altında açık cezaevi hayatı yaşıyor.

     

    Somali'de İslamî Şeriat mahkemeleri rejimi vardı. Habeşistan'ı oraya saldırttılar. Şimdi on milyon Müslüman açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Tarihin en büyük faciası yaşanıyor orada .

     

    Emperyalistler Pakistan'ı da karıştırıp bölmek istiyor.

     

    Türkiye'yi de bölmek istiyorlar.

     

    Emperyalistlerin, sömürgecilerin, Haçlıların, Siyonistlerin gayesi İslam dünyasından güçlü ülke ve devlet olmamasıdır.

     

    İslam dünyasında İslamî rejimler, düzenler, sistemler olmamasıdır.

     

    İslam dünyasının daha da parçalanması, balkanlaşmasıdır.

     

    Müslümanların birbirileriyle savaşmasıdır.

     

    Müslümanlar bu oyunlara geliyor mu?

     

    Hiç gelmez olurlar mı?

     

    Bugün Siyonist ve diğer emperyalistlerin en büyük destekçisi ve işbirlikçisi bazı Müslüman ülkelerdir.

     

    Müslümanlar Siyonizmi ve emperyalizmi trilyonlarca dolarla şu veya bu şekilde desteklemektedir.

     

    İslam dünyasında trilyonlarca dolar var ama bu paraların İslam'a ve Ümmete yararı yok.

     

    Emperyalistler, sömürgeciler ve onların işbirlikçilerinin siyaseti:

     

    Böl, parçala ve hükm et.

     

    Müslümanları birbirinden kopuk, bazısı birbirine düşman fırka, hizip ve gruplara ayır ve birbirleriyle çarpıştır.

     

    Aman Müslümanların başına Şeyh/İmam Şâmil gibi biri geçmesin.

     

    Aman yeni bir Salahaddin Eyyubî zuhur etmesin.

     

    Aman Müslümanlar cihad yapmasın.

     

    Aman Müslümanlar birleşmesin.

     

    Emperyalistler İslam dünyasında tavşana kaç tazıya tut siyasetini uyguluyor.

     

    Bütün İslamî hizip, fırka, grup, cemaat, teşkilatların içi sürüyle casus, ajan, provokatör, Lawrence, yönlendirici doludur.

     

    Müslümanlar birleşmemek konusunda birleşmişlerdir.

     

    İslam dünyasında kokuşma, rüşvet, haram yeme, kara ve kirli para ve malla zenginlik, lüks, israf kol gezmektedir.

     

    Müslümanların bir kısmı açlıktan ölürken, bir kısmı tokluk sancıları içinde kıvranıyor.

     

    Hıyanet hıyanet hıyanet.

     

    Nifak nifak nifak.

     

    Riya riya riya.

     

    Şu Türkiyemize bakınız: Müstehcen neşriyat, fuhuş, zina, ahlaksızlığın ve azgınlığın her türlüsü, seks şehvet gırla gidiyor.

     

    Artık şu İslam diyarında zina suç bile değil.

     

    Bir yanda geçim sıkıntısı çeken milyonlar, öbür yanda lüks, israf ve sefahatin en iğrencine ve âdisine batmış sözde dindarlar.

     

    Teravih namazlarında yarıdan fazlası boş camilerin gölgesinde Ramazan etkinlikleri ve şenlikleri.

     

    Vur patlasın çal oynasın.

     

    Ah o eski Ramazanlar, Şehzadebaşı'nda Direklererası tiyatrolarındaki Kantocu Şamramlar, Peruzlar, Kamelyalar.

     

    Ah komik-i şehîr Kel Hasan nerdesin?

     

    Ramazan açlık ayı, ye babam ye.

     

    Lüks iftar sofrasında ordövrlerin, çorbaların, ön yemeklerin, ana yemeklerin, zeytinyağlı yemeklerin, böreklerin, tatlıların, turşu ve salataların, peynirlerin, dolmaların, dondurmaların, meyvelerin, salataların, zeytinlerin, sucuk ve pastırmaların, humusların, içli köftelerin, çayların, kahvelerin, şerbetlerin yekun sayısı 50'yi geçiyor.

     

    Ye ye ye.

     

    Ramazan açlıkla terbiye ayıdır.

     

    Ye ye ye.

     

    Ramazan'da zenginler aç kalacak ki, fakirlerin halinden anlasın, onları düşünsün.

     

    Ye ye ye.

     

    Bu Ramazan'da Ayasofya yine ve hâlâ ibadete kapalı.

     

    Önemi yok, şimdi yeme zamanıdır.

     

    Ye ye ye.

     

    Altın tozuyla yapılmış bir porsiyon tatlı bin liracıkmış.

     

    Ye ye ye.

     

    Bu düzen kötüdür.

     

    Ye ye ye.

     

    İslam ilerliyor, Müslümanlar kalkınıyor.

     

    Ye ye ye.

     

    Eski mücahidler, yeni müteahhidler yiyin yiyin yiyin.

     

    Bu hân-ı yağma sizin.

     

    M.Ş.EYG.

    11 AĞUSTOS 2011

     

     


  15. Geçmiş zaman içinde iştirak ettiğim bir cemaat toplantısında "kadının cemaat ve imamette ki yeri" adı altında düzülen bir sürü safsataya müşahid oldum. Hatip bayan ile yaptığım konuşmada, dinimizde böyle bir usul ya da kaide olmadığını belirttim.

    Bayanın bana yanıtı şu idi: Şu an şartlar buna müsaid olmadığı için böyle bağnaz düşünüyorsunuz,gün gelecek gerekli zemin olgunluğu zuhur edince ne kadar yanlış düşündüğünüzü algılamış olacaksınız!

    Yok canım bayan kahin değildi hele ehl-i gayb hiç değil!

    Belli ki son zamanlarda şahid olduğumuz akıl ve nutuk tutulması yaratan bu olaylar,"gerekli zemin"oluştu(ruldu)ğu için sistematik şekilde perdeye konmakta. Dinimizde "kadının mescidinin hücresi yani odası olduğunu belirten sevgili Peygamberimiz (s.a.v) kadını,gerek bireysel gerek toplumsal yapıda onu ruhi ve manevi çöküntüye sürükleyecek her rol ve görevden arındırmıştır.Lakin evindeki odasından başka kendini her zemin ve modaya yakıştıran "kadın"çağımızın ılımlı,çağdaş,yenilikçi islam rolunde de yerini almış payına düşen "kadükleşmiş" yapısını tüm vicdan ve akıl züğürtlüğü ile meydana sermiştir. Ne diyelim camiyi fethettiler sıra mihrapta, yakın zaman da cübbesi ile kamet getiren "imameler"görürseniz hiç şaşırmayınız!

    • Like 4

  16. Kadınlar Caminin İçine Erkekler Avlusuna

     

    DİYANET'in emriyle Hacıbayram camiinin içi yatsı ve teravih namazlarında erkeklere kapatılmış, yasaklanmış; Ankara'nın bu tarihî mâbedi (Ramazan'da yatsı vakti) kadınlara tahsis edilmiş.

     

    Yeterli kadın cemaat olmadığı için dışarıdan otobüslerle, minibüslerle kadın cemaat getirilmiş.

     

    Doğrusu çok garip bir durum.

     

    1400 yıllık İslam tarihinde böyle aykırı bir vak'a görülmemiştir.

     

    Ortada çok vahim bir ayırımcılık vardır.

     

    Kadınları erkeklerden üstün görme...

     

    Feminizm...

     

    Böyle bir şey dinimizin ruhuna aykırıdır.

     

    İleride bu konuda uzun bir yazı kaleme almayı düşünüyorum. Bugün, haberi olmayan Müslümanların dikkatlerini çekmek maksadıyla şu birkaç satırı karaladım.

     

    Bendeniz Ankara'da yaşasam ve yatsı/teravih namazı için Hacıbayram camiine gitsem, cami içine sokulmasam, protesto eder ve yakındaki başka bir camiye giderek namaz kılarım.

     

    Eğer kadın cemaat çoksa ki (değildir, dışarıdan taşınmıştır) caminin yarısında erkekler, yarısında kadınlar namaz kılar.

     

    Camiye erkekleri sokmamak çok ama çok garip ve acayip bir iştir.

     

    Neler oluyor?

     

    Bu işlerin sonu nereye varacaktır?

     

    M.Ş.EYGİ

     

     

    • Like 3

  17. Yangın Var!

    Allahü Teâlâ Peygamber, Kitab, Din göndererek bizi uyarmıştır. Biz Müslümanlar "Haberimiz yoktu, uyarılmamıştık" diyemeyiz. Böyle dersek yalan söylemiş oluruz.

     

    Müslüman toplumun durumu dinî açıdan, din gözlüğüyle bakıldığında çok kötüdür.

     

    Toplumda çok büyük kötülükler, günahlar, isyanlar vardır:

     

    İzin verirseniz bunlardan 33'ünü saymak istiyorum:

     

    1. Çok vahim itikat bozuklukları görülmektedir. Mesela: İslam'dan başka hak ibrahimî dinler vardır ve onların mensupları da, İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı yalanlamalarına rağmen Cennete girecektir mealindeki bâtıl iddia.

     

    2. Beş vakit namaz halkın yüzde 90'ı tarafından terk edilmiştir.

     

    3. Cemaat terk edilmiştir.

     

    4. Eski Sodom Gomore'yi gölgede bırakacak fuhşiyyat, çeşit çeşit azgınlıklar, kumar, işret çok yaygın hale gelmiştir.

     

    5. Toplumları çökerten lüks, israf ve sefahat çok artmıştır.

     

    6. Riba alıp verme genelleşmiştir.

     

    7. Gıybet ve diğer lisan afetleri genelleşmiştir.

     

    8. İman ve İslam kardeşliği hemen hemen kalmamıştır.

     

    9. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı yeteri kadar ve etkili şekilde yapılmamaktadır.

     

    10. Halka yeteri kadar ve etkili şekilde nasihat edilmemekte, Müslümanlar uyarılıp bilgilendirilmemektedir.

     

    11. Zekatlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre doğru dürüst yerli yerinde verilmemekte, sarf edilmemektedir.

     

    12. İstanbul için söylüyorum: Cuma ezanı okununca işyerleri, Cuma namazının bitimine göre kapatılmamaktadır.

     

    13. Ahlaksızlık, dinsizlik, densizlik, sarhoşluk, fuhuş sokaklara meydanlara taşmıştır.

     

    14. Mübarek Ramazan ayında bile İslam'a ve Şeriat'a aykırı Ramazan Şenlik ve Etkinlikleri fütursuzca yapılmaktadır.

     

    15. Din ve mukaddesat sömürüsü görülmemiş korkunç boyutlara ulaşmıştır.

     

    16. Birtakım Müslüman ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

     

    17. Zengin Müslümanlarla fakir Müslümanlar arasında uçurumlar meydana gelmiştir. Yardımlaşma ve paylaşma ahlakı çok zayıflamıştır.

     

    18. Halka ve bilhassa gençliğe, öğrenilmesi ve bilinmesi farz olan ilmihal bilgileri doğru dürüst öğretilmemektedir.

     

    19. Mü'minler birbirlerini yeteri kadar sevmemekte, hattâ bazısı bazısına düşmanlık etmektedir.

     

    20. Ümmet-i Muhammed yüzlerce birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, cemaate bölünmüştür.

     

    21. Beynelmüslimîn (Müslümanlar arasında) tartışmalar, çekişmeler, husumet ayyuka çıkmıştır.

     

    22. Kur'ana iman ettik diyenlerin büyük kısmı Kur'anın kesin emirlerine uymamakta, Kur'anın kesin yasaklarından kaçınmamaktadır.

     

    23. Biz Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ettik diyenler onun Sünnetine, buyruklarına, emir ve yasaklarına, öğütlerine uymamaktadır.

     

    24. Halkın büyük kısmı ebedî kalınacak âhireti unutmuş, var gücüyle çılgınlar gibi fânî dünya için çalışmaktadır.

     

    25. Halkı uyaracak, çekip çevirecek yeterli miktarda icazetli, gerçek, 'âmil, kâmil ulema, fukaha ve mürşidler kalmamıştır, yetişmemektedir.

     

    26. Yeterli miktarda iman hizmetleri yapılmamaktadır.

     

    27. Koyu ve yaygın gaflet ve cehalet vardır.

     

    28. Ümmet-i Muhammed bir İmam-ı Kebir'den, bir Emirü'l-mü'minînden mahrumdur, böyle bir reis seçilmesi hususunda bir çalışma da yoktur.

     

    29. Müslümanların arasına sürülerle casus, ajan, istihbaratçı, provokatör, yönlendirici sızmıştır.

     

    30. Din (büyük ölçüde) elden gitmiştir.

     

    31. Parçalar bütünle özdeşleştirilmiş; bazı cemaatler, tarikatler, hizip ve fırkalar din ile eşit hale getirilmiş, hattâ ondan da üstün görülmeye başlanmıştır.

     

    32. Müslüman ve dindar geçinen bazıları, canımızdan daha çok sevmemiz ve hatırasını titizlikle korumamız gereken Sevgili Peygamberimize saldırılınca tepki göstermiyor, kendi din baronlarına en ufak bir tenkit yöneltilince kıyamet kopartıyor.

     

    33. Müslümanlar kültür, medeniyet ve zihniyet bakımından medenî ve vasıflı Müslüman olmaktan büyük ölçüde çıkmış, bedevî ve kırsal kesim Müslümanı statüsüne düşmüştür.

     

    Yukarıda saydığım kötülük ve noksanlardan biri bile Müslüman bir toplumu çökertip yıkmaya yeter.

     

    Okur-yazar bir Müslüman olarak bu konuda sevgili kardeşlerimi uyarmayı vazife bilmekteyim.

     

    Çok kusurlu bir Müslüman olduğumun bilincindeyim.

     

    Şahsımla ilgili herhangi siyasî, mâlî, nefsanî bir talebim yoktur.

     

    Yangını söndürecek güce ve imkana sahip değilim.

     

    Yangın var diye bağırmaktan başka bir şey yapamıyorum.

     

    Yangın var diye feryat etmemi yaygaracılık olarak görecekler çıkacaktır.

     

    Bilhassa onların tıkaçlı kulaklarının dibinde bağırıyorum: Yangın var!.. Yangın var!..

     

    * (İkinci yazı)

     

     

    Telgraflar

    * PKK terörü bitmez... Bitirmeye kalkanı bitirirler... Yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı... Silah ve cephane kaçakçılığı... Bitmez... STOP

     

    * PKK İsrail Ermeni Haçlı AB... STOP

     

    * Doğu ve güneydoğu Anadolu'nun nüfusu boşaltılıyor... Tabiat boşluğu sevmez... Buralara ileride başka nüfuslar mı ithal edilecektir?... STOP

     

    * 3500 köy düzlendi... Ahalisi sürüldü.... STOP

     

    * Sünnetsiz PKK şehitleri Kürt müdür?... STOP

     

    * Cihad fi sebilillah Kur'anla Sünnetle icmâ ile farzdır... Onlar cihadsız yeni bir İslam türetmek istiyor... STOP

     

    * Din piyasasında aşırı miktarda petrodolar var... STOP STOP

     

    * Reformcu kısa zamanda meşhur olmak için saçma sapan bir ictihad yaptı medya ictihadın üzerine atladı ve reformcu çok meşhur oldu... STOP

     

    * Tebdilhava iznine çıkan askerin hiç parası yoktu... Köyüne otostop yaparak giderken motosiklet çarpması sonucu öldü... Ailesinin çocuklarının cesedini köye getirtecek parası yoktu... STOP

     

    * Manken olmak için evden kaçan 14 yaşındaki hoppa kıza bir hafta içinde tam 14 kişi tecavüz etti... Sonuncusu kızı randevuevine sattı... STOP

     

    * Karım zina yapıyor aşığı şu anda evimde hemen gelin baskın yapın zabıt tutun diyen kocaya polis "Zina yeni Ceza Kanununda suç değildir bir şey yapamayız" cevabını verdi... STOP

     

    * Ey öğretmenler yeni nesiller sizin eserinizdir eserinize iftiharla bakınız... İmza M. Kemal... STOP

     

    * Türkiye'de din çok ilerliyor... On milyon liraya yapılan büyük camide sabah namazındaki cemaat on kişi... STOP

     

    * Bir cemaat marşı yazdırdı ve besteletti... Ey Hocamız sen ne büyüksün... STOP

     

    * Geçen Ramazan Silvan'da bir fakir iftar yemeği olmadığı için ağlayarak intihar etti... Zekat zekat zekat... STOP

     

    * Müslüman vatandaş on yaşındaki çocuğuna yaz tatilinde din ve Kur'an dersi verdiremedi... Yasak... STOP

     

    * Bodrum'da lüks bir restoranda bir şişe İspanyol şaraplı yemek 2500 yeni lira... STOP

     

    * Şehit olan askerlerden birinin ailesi naylon bir çadırda yaşıyormuş... STOP

     

    * Köprü güzergahındaki tarlalar ve arazi kısa zamanda on misli değer kazandı... Birileri köşeyi döndü... Stop

     

    * Şişman zenginlere müjde... Lüks diyet tedavisi başladı... STOP

     

    * Fuhuşla mücadele sürüyor hamamın namusu temizleniyor... STOP

     

    * Yaklaşan depreme karşı hazırlıklar çok yoğun... STOP

     

    02 Ağustos 2011


  18. ANNENİN ÖLÜMÜ

     

    Medine

    Yolunda anne...

    Ve yanında Nur-Çocuk...

    Dönüşünde, betbeniz uçuk,

    Bir menzile varıp yatağa düştü.

    Geleceği, rüyasında, açık görmüştü:

     

     

    Onun oğlu, onun oğlu, beklenilen Peygamber;

    Fânileri sonsuzluğa erdirici son rehber...

    Genç annenin dudağında bir hazin şiir:

    Her diri can verir, her yeni eskir;

    Öleceğim ben de, hakikat!

    Kalacak ismim fakat.

    Büyük toplumda,

    Oğlumda...

     

    Elveda!

    Dinmekte seda.

    Ve açılmakta kafes...

    Nur-Çocukta gözü, son nefes...

    Yanakları ıslak, eriyiş bitim...

    Anneden de öksüz kaldı babadan yetim.

    Melek dedi: «Sahibi yok, Sevgilinin, Yârabbi!»

    Dedi Allah: «Sevgilimin ancak benim sahibi!»

    Üzerinde hiç kul hakkı kalmasın diye,

    Bu nasip Allah'tan O'na hediye.

    Ümm-ü Eymen, sevgili dadı,

    Onu yanına aldı.

    Yön, kutlu ülke,

    Yol, Mekke...

     

    ESSELÂM -11-


  19. Nİçin Evlenmiyorlar?

     

    Bitmez tükenmez içtimaî dertlerimizden birisi de hiç şüphesiz, kadın olsun erkek olsun birçok gençlerimizin evlenmemeleri meselesidir. Bilhassa bu acıklı hâle münevverler arasında daha çok rastlıyoruz! Niçin evlenmiyorlar, evlenemiyorlar?

     

    Bu sualin cevabı yazımızın mevzuunu teşkil edecektir.

     

    Türkler, Müslüman olduktan sonra, bu dinin insan ve cemiyet hayatını her yönden kavrayan emir ve nehiyleriyle karşılaştılar. İslâm dini cemiyet yapısında aileyi esas alıyor ve bütün içtimaî münasebetleri ona göre tanzim ediyordu. Kur’an-ı Kerim cinsiyete, koca, karı arasındaki münasebetlere, ana ve babaya itaati, hürmeti emreden ayetlerle doludur. Hatta bazı hain, değilse gafil Avrupalı yazarlar, insanın bu tabiî ve cinsi arzularını nazarı itibara almayarak İslam dinine kadından, kızdan, evlenmeden çok bahsediyor diye, ağır isnatlarda bulunmuşlar, onu materyalizmle itham etmişlerdir. Bu dinin kurucusu Hazreti Muhammed de (s.a.v) bu meseleler üzerinde zaman zaman ısrarla durmuş, ümmetine yol gösteren örnek hareketler, kutsî sözler – hadisler bırakmıştır.

     

    “Evleniniz! Çoğalınız.”, “Ananıza babanıza hürmet ediniz, onlara uf bile demeyiniz!”, “Çocuk kokusu cennet kokusudur”, buyurmuşlardır.

     

    Ecdadımız evlenmeyi yalnız cinsî sevkıtabiîlerin zoruyla değil, onu bir emir, Allah’ın emri, Peygamber’in sünneti telâkki etmişler, aile yuvasını yalnız beşerî duygularla değil, ilâhi emirlerle kuşatmış, kutsileştirmişlerdir. Hemen hemen eskiden bulûğ çağına gelen her genç evlenirdi . Böylece ilk gençliğin, ilk şevkin ve aşkın taşkın hayatiyeti, her bakımdan tatmin edilmiş bir şekilde birleştirirdi. Evlenecek gençler asla birbirlerini görmezler, aradaki münasebeti görücü denilen kimseler temin ederdi. Görücüler her bakımdan bu işin ehli erbabı idiler. Evlenmelerde muvakkat, gelip geçici hissi tezahürler, gençlik icabı cinsi meyiller değil, içtimaî seviyeler, mantıkî ve zarurî bir ömür boyunca değişmeyecek olan iffet, namus, ahlak gibi yüksek vasıflar göz önünde bulundurulurdu.

     

    Hayatında asla hiçbir erkekle münasebette bulunmayan genç kız, maddi manevî bekâreti ile, yarı mahcup, yarı çekingen bir hâl ile kocasına teslim olur, kafasında ve gönlünde başka erkek hayalleri yaşatmazdı. Çünkü bu imkân ona verilmemiştir. Erkek olarak yalnız, kocasını bilir, kocasını sever, kocasına bağlanırdı. Erkek çocuklarda sıkı ve nizamlı ahlâkı esas tutan bir cemiyet içinde yetişirler. Onlarda saf ve bâkir olarak evlenirler; vatana, millete hayırlı evlatlar yetiştiren aile yuvalarını kurarlardı.

     

    İş şimdi tam tersine dönmüştür. Kapalı ve inzibatlı ruhçu bir ahlak görüşü ve terbiye sistemi yerine açık saçık, maddeci, zevkçi bir terbiye sistemi kabul edilmiş, bu görüş bu milletin örflerini, geleneklerini, ahlakî telâkkilerini nazarıitibara almadan Avrupa’dan roman tercüme eder gibi tercüme edilen kanunlarla kuvvetlendirilmiş, kabul olunmuştur. Ailesine, kocasına, çocuklarına bağlı eski namuslu Türk hanımı, asrî bayan adıyla piyasaya bol bol sürülerek, bugünkü ahlâkî çöküntümüzün belli başlı âmillerinden biri olmuştur.

     

    Kadın evinde mi kalmalıdır, yoksa o da erkekler gibi cemiyet hayatına mı atılmalıdır?

     

    Bu sual cevabını bütün dünyaca tanınmış biyoloji ve fizyoloji âlimlerinden Dr. Alexıs Carrel ilim ve fikir aleminde bir hâdise teşkil eden (Bilinmeyen İnsan) adlı eserinde vermektedir.

     

     

    Büyük âlim diyor ki: Erkekle kadın arasındaki farklar yalnız tenasül cihazlarının yaratılış farklılıkları, doğurganlık mevcudiyetinden, kadına mahsus durumlardan veya terbiye tarzından ileri gelmemektedir. Bunun sebebi çok daha derindir. Ve fıtrî yaratılışın farklılığı olan beden şekillerinin mahsulü olan şimik maddeler tarafından bütün uzviyetin işba’ına bağlıdır.

     

    Feminizm taraftarlarını, iki cinsin de aynı terbiye usulüne göre yetiştirebileceği, aynı meşkuliyetlere, aynı salâhiyet ve mesuliyetlere malik olabileceği fikrini işte bu esaslı hâdiseleri bilmemek sevk etmiştir. Hakikatte kadın, erkekten çok daha başkadır: Vücudundaki hücrelerden her biri cinsinin izlerini taşımaktadır. Uzviyet asabî cümlesi de böyledir. Fizyoloji kanunları da yıldızlar âleminin kanunları kadar merhametsizdir. Onların yerine insanoğlunun keyif ve arzusunu koymak imkânsızdır. Onları oldukları gibi kabule mecburuz. Kadınlar erkekleri taklide kalkışmayarak kendi istidatlarını inkişaf ettirmelidirler. Onların medeniyetteki rolü erkeklerinkinden daha yüksektedir. (Bilinmeyen İnsan 127)

     

    “Kadını analıktan alıkoymak manasızdır. Delikanlılara verilen entelektüel terbiyeye, yaşayış tarzına, ideale, genç kızları bir tutmamak lâzımdır. Terbiyeciler erkeklerle dişinin uzvî, dimağî ayrılıklarının, ikisinin de tabiî rollerinin göz önünde bulundurmalıdır. İki cins arasında uzlaştırılmaz başkanlıklar vardır. Medeni dünyanın kuruluşunda bunlar dikkate alınmak zorundadır.”

     

    Fikir âleminin en salâhiyetli, adamları, doktorlar, ruhiyatçılar erkekle kadın arasındaki farkları saya saya bitiremiyorlar. Esasen bizden yapılan inkılâplardan birçoğu bir hevesle gösteriş eseridir.

     

    İhtiyacı, zarurete dayanamıyor. Sadece “yaptık!” , “yarattık!” , “benzedik!” , “benzettik!” demek bol bol övünmek, nefsini tatmin etmek için…

     

    Kadınlara verilen hürriyette bunlardan biridir. Bu görüşün yanlışlığını sadece kitaplara, fikirlere dayanarak gösterecek değiliz. İçinde bulunduğumuz cemiyet, onun feci manzarası bize bu hususta sayısız deliller vermektedir. Görüyoruz, düşünüyoruz! Daha 12 13 yaşındaki çocuklarımız, şehvet gıcıklayıcı romanlar okuyarak, hemen her adım başında kucak kucağa, dudak dudağa, sinema, tiyatro reklâmlarını seyrederek çileden çıkıyorlar. Böylece muhitin tahriki ve teşviki ile cinsî duygular, hazlar, meyiller vaktinden evvel inkişaf ediyor ve genç çocuklarımızı vücut ve ruh bakımından telâfisi kabil olmayan yıkımlara sürüklüyor. Orta mekteplere devam eden çocuklarımız ders kitaplarından çok müstehcen ve gayrı ahlâki sahnelerle dolu, aşkî romanlar okuyorlar. “Hıçkırıklar” , “Kalp Ağrıları” ellerinden düşmüyor. Sevgilerinin arkasından hıçkırıyorlar. Hatıra defterlerine “Beni annem babam anlamıyor. Arkadaşlar mı? Onlardan da hayır yok! Onu zaten ilk gördüğümde sevmiştim. Onu, hep onu düşünüyorum. Ruhum ruhunu okşuyor.”

     

    Şu satırları 15 yaşında bir gencin hatıra defterinden alıyorum. İşte böyle ailelerden, dostlardan, arkadaşlardan ümitlerin kesildiği bütün duyguların “O!” denilen meçhule doğru yöneldiği bu anlar gençlerin en tehlikeli anlarıdır. 15- 18 yaşları arasındaki bu devre baharlar gibi aşkla, hayatla, romantik hayallerle, ideal sevgilerle doludur. Kapalı disiplinli terbiye sistemlerine dayanan idealist cemiyetlerde bu yaşlarda bulunan gençler, ailenin ve cemiyetin kıymet hükümlerini, zihniyetlerini, ideallerini benimseyerek bünyeden, gençlikten gelen bu coşkunluklar yıkıcı olmaktan çok yapıcı, yaratıcı olurlar. Hâlbuki bizim cemiyetimiz mizansız, kontrolsüz ve idealsizdir. Gençlik neye bağlanacak, neyi benimseyecek, niçin yaşayacak; icabında niçin, kimin ve neyin uğruna ölecektir?

     

    Etrafımızda örnek insan, şahsiyet sahibi kimseler yoktur. Varsa zamanın şerrinden korkarak bir köşeye çekilmiş, ya tahammülü tükenmiş, söylemiş haykırmış, bu suretle ya işinden ya başından olmuştur. Cemiyette ve millet hayatında benimseyecek hiçbir şey bulamayan genç insan, kendi insiyaklarıyla baş başa kalacak, ister istemez etinin, bedenin esiri olacaktır. Zaten cinsî duygu denilen kuvvet, şehvet her insanda lüzumu kadar hatta lüzumundan fazla vardır. Bunu teşvik etmeye, kamçılamaya ne lüzum var?

     

    Millet için, insanlık için zarurî, insanlarda pek az olan, ancak terbiye ve telkinle meydana gelebilen iffet, fazilet, fedakârlık gibi yüksek kıymetleri yaratacak faaliyetler sarf etmeliyiz.

     

    Bilmeliyiz ki çekiştire çekiştire bitiremediğimiz Rusya’da bile cinsî hayat bu kadar başıboş bırakılmamış, çıplak kadın resimleri, baldır bacak edebiyatı iş verimini, randımanı azaltır düşüncesi ile men edilmiştir!..

     

    Neşriyatımıza bakınız!.. Sanat ve ileri fikir maskesi altında ne rezaletler işleniyor! Sinemalara gidiniz o dudak dudağa gelmeler… “Bize de bize de” haykırmalar…Islıklar…Ve sonra tramvay,troleybüs, otobüs alemleri…Burada yazamayacağımız, söyleyememeğimiz malum ve mahut, her biri bir devir için, bir millet için yüz karası olan şeyler!..

     

    Birçok gençler pek haklı olarak böyle bir cemiyetin içinde evlenmenin doğru olmadığı fikrindedirler. Sokağın, sinemanın mahsulü olan bir kadından hayır gelmeyeceğini söylüyorlar. Gençler bu idealarında haklıdırlar. Çünkü evlenenleri görüyorlar. Daha birkaç gün evvel “ölünceye kadar, ebediyen birbirimizden ayrılmayacağız sevgilim” mektup yazan, münasebet kuran, nihayet evlenen sevgililer, aradan bir hafta geçmeden ayrılıyorlar, doğru mahkemeyi boyluyorlar.

     

    Hiçbir zaman nikâh daireleri ile mahkemeler birbirlerine bu kadar yaklaşmamışlardır. Aralarındaki mesafeler bir adımdır, genç evliler bu adımları tereddütsüz atıyorlar. Kanunlar karı ile kocayı yekdiğerine sımsıkı bağladı halde boşanmalar eskiye nazaran mukayese edilemeyecek kadar çoktur. Hâlbuki eskiden bir erkek “Şart olsun” deyince karısını boşayabilirdi. Fakat bu, lâfzi manada bir şeydir. Her erkek ağzına, karısına sahipti. Onlar kanunu içerlerinde, kalplerinde yaşıyor yaşatıyorlardı. Bu kanun tercüme değil, devşirme değil, kalplerin, vicdanların kanuni idi. Birbirini görmeden, tanımadan evlenen gençler (nikâhta keramet var) sözünün sıhriyeti altında ebediyen birleşirlerdi. Halbuki zamanımızda evliler erkek olsun, kadın olsun, cemiyetle ve diğer insanlarla sık sık temas etmek imkanı buluyorlar; bilhassa sosyete ve modernlik icabı eğleneceklerde iradelerin çözüldüğü sevkıtabiîlerin işlediği, perdelerin alabildiğine kaldırıldığı bu dans ve sefahat âlemlerinde ruhlarda bu türlü hayatın meydana getirdiği değişiklik genç evlileri birbirinden soğutuyor.

     

    Fazla görüş, fazla temas, fazla insanlar tek yol üzerinde yürümesi, evinde çoluğuyla çocuğuyla meşgul olması lazım gelen kadını sokağa, sosyeteye çekiyor.Bu hali gören gençlerimiz cinsî arzularında bol bol kolayca tatmin edecek imkanları buldukça niçin evlensinler?!

     

    Yukarıda arz ettiğim gibi daha sonrası itimat edemiyor, evlenemiyorlar. Buna karşılık birçok genç kızlarımız kocasız kalıyor. Hayatlarını kazanmak için hayata atılıyorlar. Kızlıklarını, kadınlıklarını unutuyorlar. Kadınla erkek arası acayip bir mahlûk hâline geliyorlar. Dairelerin, iş yerlerinin ciddiyetini bozuyorlar, bu kadınlar evlenmiyorlar. Evlenmek isteseler de artık bunları kimse almıyor. Bil hassa hükümet merkezi bulunan Ankara’da bunlar pek çoktur. Umum müdürlerin etrafı, kısa saçlı, uzun tırnaklı bayanlarla çevrilmiştir. Diğer taraftan birçok erkeklerimiz işsiz güçsüz boş gezmektedirler. Çünkü yerlerini kadınlar işgal etmiş, onlar bu işlere tercihan alınmıştır. Her gün görüp duyduğumuz bu acı hakikatler cemiyet nizamını içten içe kemirmekte milletin istikbalini tehdit etmektedir. Çünkü kadınların iş hayatına atılmasıyla çoğalan boşanmalar, evlenmelerin azalması nüfus siyasetine aykırı bir harekettir. Gün geçtikçe yaşlı bekârlar çoğalmaktadır.

     

    Bilhassa şehirlerimizde bu hâl ciddî surette kendini göstermektedir. İtimatsızlık, bağsızlık, serazatlık alıp yürüyor. Uçurumun kenarındayız. Gençlerimiz kendilerini vatana, millete, büyük ülkülere verecek yerde, kaldırımlara veriyorlar, ders kitaplarından çok aynaya bakıyorlar. Kız kafesliyorlar, kafese koyuyorlar. Bütün kabiliyetlerini bu sahada kullanıyorlar. Kızlarımız daha çocuk denilecek yaşlarda dostlar ediniyorlar. Namuslu, edepli eski Türk hanımları, bir yastıkta kocayan evliler, ağır ve olgun aile reisleri tarihe karışmak üzeredir. Uçurumun kenarındayız. Namuslu, şerefli bir şekilde yaşamak istiyorsak, mes’ut aile yuvaları kurmak istiyorsak, her şeyden evvel kadın meselesini ele almak zorundayız. Onları hakikî yerlerine, evlerine iade etmeliyiz. Yaşlarının Türkiyesi, Türk kadınlarının yetiştirdiği namuslu, fedakâr vatan çocuklarının omuzlarında yükselecektir.

     

    Mabetsiz Şehir

     

     

     

     

     

     

     

     

     


  20. ALLAH’U TEALA’NIN ZATI VE SIFATLARIYLA iLGiLİ

     

     

    SORU: Bir müslümanın Allah-u Teala’ya olan inancı ne şekilde olmalıdır?

     

    CEVAP: Allah-u Teala’nın zatıyla ve sıfatlarıyla bir olduğuna inanması şeklinde olmalıdır.

     

    SORU: Allah-u Teala’nın zatıyla ve sıfatlarıyla bir olmasının manası nedir?

    CEVAP : Zatı ve sıfatlan hususunda eşi ve benzerinin olmamasıdır.

     

    SORU : Allah-u Teala’nın sıfatları kaç kısımdır?

    CEVAP : Tenzihi (Selbi), Subûti ve Fiili olmak üzere üç kısımdır.

    SORU :Tenzihi (Selbi), sıfatlar ne demektir?

     

    CEVAP : Allah-u Teala’ya nelerin isnad edilemeyeceğini anlatan sıfatlardır.

    SORU : Tenzihi (Selbi) sıfatlar nelerdir?

    CEVAP : Tenzihi (Selbi) sıfatlar altı tanedir;

     

    1- Vücut,

     

    2- Kıdem,

     

    3- Bekâ,

     

    4- Vahdaniyet,

     

    5- Muhalefetün Li’l-Havadis,

     

    6- Kıyam bi nefsihi.

     

    SORU: Vücut ne demektir?

    CEVAP : Yokluğu düşürtülmemektir. Bazı itikat kitaplarında vücut sıfatını tenzihi (selbi)

    sıfatlardan saymayıp, ona “Sıfatı Nefsiyye” denilmiştir. (Muvazzah ilm-i Kelam, osmanlıca

    shf. 118

     

    SORU : Kıdem ne demektir?

    CEVAP: Varlığının başlangıcı olmamak.

     

    SORU :Bekâ ne demektir?

    CEVAP : Varlığının sonu olmamak.

    SORU: Vahdaniyet ne demektir?

     

    CEVAP: Ortağı bulunmamak.

     

    SORU: Muhalefetün Li’l-Havadis ne demektir?

    CEVAP : Yaratılmışlara hiç bir yönden benzememek.

     

    SORU: Kıyam bi nefsihi ne demektir?

    CEVAP: Varlığı için başkasına muhtaç olmamak.

     

    Görüldüğü gibi bu sıfatlarla, ulühiyete (ilahlığa) nisbet edilmesi mümkün olmayan;

     

    1- Yokluk,

     

    2- Varlığın başlangıcı olma,

     

    3- Varlığın sonu olma,

     

    4-Ortağı bulunma,

     

    5- Yaratılmışlara benzeme,

     

    6- Varlığı için başkasına muhtaç olma,

     

    kavramları selb (nefy) edilmiştir. Bu itibarla da bu sıfatlara “Selbi’ sıfatlar denilmiştir.

     

    Ayrıca: ‘Kelam ilmi” ile alakalı kültür geliştikten sonra Selbi sıfatlar çoğaltılmıştır.

     

    Şöyle ki: muteber kitaplarımızdan olan

     

    “Akaid-i Nesefi” de selbi sıfatlara şunlar da eklenmiştir.

     

    Allah-u Teala:

     

    1- Araz (renkler ve hareketler gibi, kendi başına duramayan, belirebilmesi için bir cevhere

    muhtaç olan şey),

     

    2- Cisim (yer kaplayan, eni, boyu, yük sekliği olan madde),

     

    3- Cevher (başlı başına durabilen madde),

     

    4- Şekle bürünen,

     

    5- Sınırlandırılan,

     

    6- Nicelenen,

     

    7- Hacimli olan,

     

    8-Birleşik parçalardan teşekkül etmiş olan,

     

    9- Sonu olan,

     

    10- Mahiyet ve keyfiyeti olan,

     

    11- Mekan tutan,

     

    12- Üzerinden zaman geçen,

     

    13- Kendisine bir şey benzeyen,

     

    14- Herhangi bir şey ilim ve kudretinin dışında kalan bir varlık DEĞ LD R.

     

    SORU: Sübûti sıfatlar ne demektir?

    CEVAP : Allah-u Teala’nın zatına nisbet edilen ve O’nun ne olduğunu ifade eden sıfatlar

    demektir. Bu sıfatlara “Zatiye, Vücûdiye” sıfatları da denilir.

     

    SORU: Sübûti sıfatlar nelerdir?

    CEVAP :

     

    1- Hayat: Diri olmak,

     

    2- ilim: Bilmek,

     

    3- Sem’: şitmek,

     

    4- Basar Görmek,

     

    5- Kudret: Güç yetirmek,

     

    6- irade: Dilemek,

     

    7- Kelam: Konuşmak,

     

    8- Tekvin: Oluşturmak.

     

    Bu sıfatların yok sayılması durumunda onların zıttı olan aşağıdaki sıfatlar lazım gelir.

     

    1- Mevt: Ölü olmak,

     

    2- Cehl: Bilmemek,

     

    3- Samem: Sağır olmak,

     

    4- Amâ: Kör olmak,

     

    5- Acz: Aciz olmak,

     

    6- Kerahiyet: steksiz olmak,

     

    7- Bekem: Dilsiz olmak.

     

    Maturidi’ler Allah-u Teala’nın subuti sıfatlarına: “Yapmak, yaratmak ve oluşturmak”

    anlamına gelen: ‘Tekvin” sıfatnı ekleyerek subuti sıfatların sekiz adet olduğunu

    söylemişlerdir.

     

    Bu Tekvin sıfatı yok sayılması durumunda zıttı olan mana lazım gelmez.

     

    Zira Allah-u Teala hakkında “Tekvin” (yaratmak, yapmak,

     

    oluşturmak)

     

    sıfatı

     

    düşünülebileceği gibi, yaratmamak, yapmamak da düşünülebilir.

     

    Burada yeri gelmişken Allah-u Teala’nın subuti sıfatlarıyla ilgili bazı açıklamalar yapalım:

     

    1- Hayat (Allah-u Teala’nın diri olması),

     

    Allah-u Teala diridir. Bu diriliği ezdi ve ebedi olup başlangıcı ve sonu yoktur. Hudüs

    (sonradan olma) yada fena vasfında (yok olacak nitelikte) değildir.

     

    2- ilim (her şeyi bilmesi),

     

    Allah-u Teala yerde ve gökte olan her şeyi bilir, ona gizli ve açık diye hiç bir şey yoktur.

    Kainattaki yaprakların sayısı, çiçeklerin, tanelerin, kumların adedi ve denizlerin damlaları

    onca malumdur.

     

    Geçmişi geleceği, insanın kalbine gelen düşünceleri, diliyle konuştuklarını, iç ve dışını çok iyi

    bilir. 0, hazır (görünen) ler ile gaip (görünmeyen) leri bilir.

     

    Gaybı (gelecekte olacağı) bilen yalnız O’dur, başkası bilemez, bilenler de ancak O’nun

    bildirmesiyle bilebilirler.

     

    0, unutmaktan, şaşırmaktan beri (uzak) tır. Bilmesi kendinden olup duyu organları ve akıl gibi

    vasıtalarla değildir.

     

    3- Sem’i (her şeyi duyması),

     

    Allah-u Teala semi’ (duyucu) dur. Sesli ya da sessiz olan her şeyi duyar. Bir kimsenin

    kulağına fısıldanıp kendisinin duymadığı şeyleri de duyar.

     

    Duyması kulak gibi bir aletle değildir. şitmesi sonradan olma değildir. Yok olucu da değildir.

     

    4- Basar (her şeyi görmesi), Allah-u Teala her şeyi görücüdür. Simsiyah bir gecede siyah

    karıncanın siyah bir taş üzerinde yürümesini görür, ayağının sesini duyar.

     

    O’nun görmesi göz vasıtasıyla değildir. Bu sıfat da hem ezeli hem ebedidir (sonradan

    olmadığı gibi yok olucu da değildir).

     

    5- irade (dilemesi),

     

    Allah-u Teala dileyicidir, dilediği her şeyi yapar. Dilemediğini de yapmaz. Cihanda olan iyi

    ve kötü ne varsa her şey O’nun dilemesiyle olmuştur.

     

    Hiçbir kimse ve hiç bir şey O’nu bir şey yapmaya ve dilemeye mecbur edemez.

     

    Şu halde kendisine itaat eden müminlerin bu hallerini dileyen O’dur. O dilemese kimse iman

    edemez ve O’na itaat da bulunamazdı.

     

    Kafirlerin küfrünü ve fasıkların fıskını (yaptıkları kötülükleri) dileyen de O’dur. O

    dilemeseydi hiç kimse kafir ve fasık olmazdı. 0 dilemeden bir sivrisineğin kanadını oynatması

    bile mümkün değildir.

     

    Biz ne yapıyorsak O’nun dilemesiyle yapıyoruz, O’nun dilemediği şeyler olmaz. Eğer olsaydı

    bu O’nun acizliğine alamet olurdu ki, Cenab-ı Hak bundan münezzehtir. 0 dileseydi bütün

    insanları kafir ya da mümin yapabilirdi.

     

    Eğer burada: “Neden bütün insanların mü’min olmasını dilememişte çoğunun kafir olmasını

    dilemiştir?’ denecek olursa buna şöyle cevap verilir:

     

    Cenab-ı Hakkın dilediği ve yaptığı işler den ve bu işlerin hikmetinden sual olunmaz

    (sorulmaz). 0 herkese sual soran ve dilediğini yapan faili muhtar (istediğini yapmakta serbest)

    olan zattır.

     

    O’nun yaptığı her şeyde sayısız hikmet (incelik) ler vardır. insanların aklı bunları idrak

    edecek durumda değildir.

     

    Bu demektir ki O’nun kafirleri yaratıp, onların küfrünü murad etmesinde, yılan, akrep gibi

    zararlı hayvanları ve diğer türlü kötülükleri yaratmasında olduğu gibi, bizim idrak

    edemediğimiz sayısız faydalar vardır ki, bizim bunları bilmemiz de gerekli değildir.

     

    Bize gerekli olan, Allah’ın her iş ve muradında bir hikmetin bulunduğunu bilmektir. O’nun

    iradesi ezeli ve ebedi olup, sonradan olma değildir.

     

    6- Kudret (her şeye gücü yetmesi),

     

    Allah-u Teala her şeye kadirdir. 0, mümkün olan her şeyi ve dilediğini yaratır. 0 istese ölüye

    hayat verir. Ağaç ve taşı konuşturur ve yürütür.

     

    O’nun güç yetiremediği hiç bir şey yoktur. o dilese binlerce göğü ve yeri yaratır. Dağları

    altına ve gümüşe çevirebilir. Nehirleri tersine akıtabilir. Akan sulan gümüş ve altın yapabilir.

     

    Dilediği kulunu doğudan batıya, yeryüzünden yedinci kat semaya çıkarıp geriye döndürebilir.

    O’nun kudreti ezeli ve ebedi olup sonradan olma ve geçici değildir.

     

    7- Kelâm (harf ve sese muhtaç olmadan konuşması),

     

    Allah-u Teala söyler, konuşur fakat O’nun konuşması bize benzemez, konuşması dil ile

    değildir.

     

    Bazı kullarına vasıtasız olarak hitap eder. Mesela Musa (Aleyhisselam) a Tur dağındaki

    nidasıyla, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e miractaki hitabı bu hususta birer

    örnektirler.

     

    Bazı kullarına Cebrail (Aleyhisselam) vasıtasıyla hitap etmiştir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi

    ve Sellem) e gelen vahiylerin ekserisi böyledir.

     

    Kur’an Kerim Allah-u Teala’nın sözüdür. Başlangıcı ve sonu yoktur. Mahlûk (yaratılmış)

    olmadığı gibi geçici de değildir.

     

    8- Tekvin (dilediğini yaratması),

     

    Allah-u Teala dilediğini yaratır. Zerreden Kürreye varıncaya kadar her şeyi 0 yaratmıştır.

    O’ndan başka Halik (yaratan) yoktur.

     

    Canlıların hareket ya da sükun (duruş) larını, itaat ve isyanlarını, iman ve küfürlerini bütün

    hayır ve şerri yaratan O’dur. Elin hareketi, dilin konuşması gözün yumulup açılması hep

    O’nun yaratmasıyladır.

     

    Bu hususta Mevla Teala:

     

    “Sizi de, yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır.” (Saffat Suresi.96) buyurmaktadır.

     

    Dolayısıyla herkesin yaptığı amel ve işlerin yaratıcısı Allah-u Teala’dır. Bize verdiği iradey-i

    cüziyye ile bizi yaptığımız işlerin faili (yapıcısı) kılmıştır.

     

    Bu sebeple herkes yaptığı işlerin ceza ve mükafatını görecektir. Bütün canlıları yaratan 0

    olduğu gibi hepsini rızıklandıran, hasta yapan ve sıhhatte tutan, öldüren ve dirilten Odur.

     

    Ateşle temas halinde elin ısınması ya da yanmasını, karla ve buzla temasında üşümesini

    yaratan O’dur.

     

    Bir kimseyi ateşe atsalar da Allah o kim şeyi dilerse yakmamaya kadirdir. Nitekim brahim

    (Aleyhisselam) ı yakmayışı bunun misalidir.

     

    Yine karlar içindeki bir kulunu üşütmeyebilir. Ancak Cenab’ı Hakkın adeti öyle cereyan eder

    ki ateşle temas yanmayı gerektirir. Allah-u Teala da onu yaratır.

     

    Üşümeyi yaratan da kar değildir. Ancak Allah-u Zülcelal’dir. Tokluğu yaratan da Allah’u

    Teala’dır. Eğer 0, tokluğu yaratmasaydı insanlar ne kadar yeseler doymazlardı.

     

    Acıkmak ve diğerleri de bunun gibidir. Hulâsa Allah’tan başka yaratan ve etkileyen yoktur.

    Her şey O’nun yaratığıdır.

     

    O’nun bu sıfatları zatıyla kaim olup kadimdirler, sonradan olmadıkları gibi yok olmaz ve

    değişmezler.

     

    işte Allah-u Teala’yı bu sıfatlarla muttasıf olarak tanıyan kul: “Arif” (Allah’ı bilici) sayılır.

     

    Allah-u Teala’yı bu sıfatların zıddı olan noksan sıfatlarla vasıflayan (niteleyen) ise mü’min ve

    müslüman olamaz. Allah’a inanması da muteber sayılmaz.

     

    Nitekim Yahudi ve Hıristiyan alemi Allah a inandıklarını iddia etseler de ona oğul ve hanım

    isnad ettikleri için kafir sayılmışlardır.

    SORU : Fiili sıfatlar ne demektir?

    CEVAP: Allah-u Teala’nın kainatla olan münasebetini en açık bir şekilde ifade eden ve

    O’nun kainatı yaratış ve idare edişini oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatan sıfatlardır.

     

    Allah-u Teala’nın: Tahlik (icat etmek, yoktan yaratmak), Terzik (rızık vermek), hya

    (diriltmek), mate (öldürmek), Ten’im (nimet vermek), Te’zib (azap etmek) gibi bütün

    filleri, Allah-u Teala’nın subuti sıfatı olan: “Tekvin” sıfatına raci (dönücü) dür.

     

    SORU : Matüridiler, Allah-u Teala’nın subuti (zati) ve fiili sıfatları hakkında ne

    demişlerdir?

    CEVAP: Bu sıfatların hepsi Allah-u Teala nın zatı ile kaim (zatında) olup kadimdirler.

     

    Zira kulların görme, işitme gibi sıfatlan onlardan ayrılır. Allah-u Teala’nın sıfatları ise O’ndan

    ayrılmaz.

     

    SORU : Bu sıfatların kadim olmasının manası nedir?

    CEVAP: Allah-u Teala’nın zatının evveli (başlangıcı) olmadığı gibi, zatıyla kaim olan bu

    sıfatların da evveli yoktur.

     

    Zira kadim (evveli olmayan) zatın, kadim olmayan (hadis; sonradan olan) sıfatlara mahal

    olması (onlarla vasıflanması) düşünülemez.

     

    Selefiler ve Eş’ariler de, subûti (zati) sıfatlar hakkında Matüridilerle aynı görüştedirler, ancak

    Eş’ariler, fiili sıfatların hadis olduğunu ileri sürmüşlerdir.

     

    Onlar, ilim sıfatına kudret ve iradenin eklenmesiyle fiili sıfatların tamamlanabileceği

    görüşündedirler.

     

    Onlara göre Matüridilerin fiili sıfat olarak kabul ettikleri sıfatlar, doğrudan sıfat olmayıp ilim,

    kudret ve iradenin taallüklarını temsil ederler. Kadim olmayıp hadistirler.

     

    Dolayısıyla hadis olan bu sıfatlar Allah-u Teala’nın zatıyla kaim değildirler.

     

    SORU : Allah-u Teala’nın subûti ve fiili sıfatlarının zatı ile olan münasebeti nedir?

    CEVAP : Allah-u Teala’nın bu sıfatlan, zatının ne aynı ne de gayrıdır.

     

    SORU: Bir şey diğer bir şeyin aynı değilse gayri olması, gayri değilse, aynı olması lazım

    gelir. Buna göre yukarıdaki ifade çelişkili değil midir?

    CEVAP : Çelişkili değildir, çünkü “Şerhu-l Emali” de belirtildiği üzere Ehl-i Sünnet

    alimleri: “Sıfat zatın aynı değildir.” derken, sıfatları zatın aynı kabul etmek suretiyle, onların

    mevcudiyetini ortadan kaldıran bazı Mutezili kelamcılarla slam filozoflarının hatasından

    kurtulmuşlar, “Gayrı değildir.” derken de, bu sıfatların “Kulların sıfatları” gibi olduğu

    düşüncesinden kaçınmışlardır.

     

    Veya: “Gayri değildir.” derken sıfatı zattan ayırıp beşer seviyesine indiren ve Isa

    (Aleyhisselam) bedeninde maddileştiren Hıristiyanların yanlış inançlarından kaçınmak

    istemişlerdir


  21. SORU: Ehl-i Sünnet kaç kısımdır?

     

    CEVAP: Üç kısımdır.

     

     

    SORU: Selefiyye kimlerdir?

    CEVAP: Ashab-ı Kiram ve tabiin’in mezhebini kendilerine mezheb edinmiş fakihler (fıkıh

    alimleri) ve mahaddisler (hadis alimleri) dir.

     

    Bunlar, Allah-u Teala Hazretlerinin isimlerini ve sıfatlarının ayet ve hadislerde beyan edildiği

    üzere Allah-u Teala’nın şanına uygun bir şekilde ispat edip, te’vile (yorum yapmaya)

    kalkışmayanlardır.

     

    Mesela: Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber

    Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

     

    gecenamazi.jpg

     

    Gecenin son üçte biri kaldığı zaman (imsak vaktinden önceki vakitlerde) Ulu ve Yüce

    olan Rabbimiz her gece dünya semasına (şekilden münezzeh olduğu halde) iner ve:

     

    ‘Bana kim dua eder ki, onun duasına icabet edeyim! Benden kim hacet (dilek) ister ki,

    ona (dileğini) vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu mağfiret edeyim!’ buyurur.”

     

    Selefiyye mezhebi bu hadis-i şerifte geçen “Rabbimiz iner.” sözünü hakiki manasından

    başka bir mana ile tevil etmeyip, “Rabbimiz, keyfiyetini (şeklini) bilmediğimiz bir halde

    iner,” diyerek bu inişi Allah-u Teala’nın şanına yakışır bir şekilde ifade etmişlerdir.

     

    Yine böylece ayet ve hadislerde Allah-u Teala’ya isnad edilen el, yüz, ayak gibi ifadeler de bu

    kabildendir.

     

    SORU : Ebû Mansur-u Matüridi kimdir?

    CEVAP: mam Ebü Mansur-u Matüridinin adı Muhammed’dir. Hicretin 280. yılında, Buhara

    ilçelerinden bir ilçe olan Maturid’de doğmuştur. Ve bu köye nisbet edilerek kendi sine:

    “Matüridi” denilmiştir.

     

    Ehl-i Sünnet itikadını müdafaa etmekte ve batıl inançları akli ve nakli deliller getirerek

    reddetmekte büyük çaba göstermiş ve bu hususta önemli kitaplar yazmıştır. Bu itibarla

    Maveraü’n-Nehr’de Hanefilerin imamı olmuştur.

     

    Binaenaleyh Hanefi mezhebinde bulunan müslümanların çoğunluğu inanç ve itikatta Ebü

    Mansur-u Maturidi’ye bağlıdırlar.

     

    Hicri 333 yılında Semer kant’ta vefat etmiş . Üstadımız Hacı Mahmud efendi Hazretleri ile

    birlikte kabri şerifini ziyaret etmek bu fakire nasip olmuştur.

     

    SORU : imam-ı Eş’ari kimdir?

    CEVAP: imam-ı Eş’ari’nin ismi Ali, baba sının adı da smail’dir. Hicretin 260. yılında

    Basra’da doğmuş, 324. yılında Bağdat’da ansızın vefat etmiştir.

     

    Kendisi Şam mezhebine bağlı idi. Maliki ve Şafii mezhebine bağlı olanların hemen hemen

    hepsi, Hanefi’lerin bir kısmı ve Hanbelilerin bazı ileri gelenleri itikat konularında mam

    Ebu’l-Hasen El-Eş’ariye uyarlar.

     

    SORU : Eş’ariler kimlerdir?

    CEVAP : Ebu’l-Hasen El-Eş’ari’yi itikat hususunda imam kabul eden kişilerdir.

     

    SORU: Matüridi mezhebi ile Eş’ari mezhebi arasındaki ihtilaflar nasılyorumlanmalıdır?

     

    CEVAP : Bu iki mezheb arasında temel prensiplerde ayrılık yoktur. Ancak; ikinci derecede

    bulunan bazı meselelerde görünüşteki ifade değişikliğine dayanan ayrılıklar var ise de, her iki

    mezhebin hedefleri birdir.

     

    SORU: Ehl-i Bid’at kimlerdir?

    CEVAP : Asr-ı saadetten sonra ortaya çıkmış, Şer’i bir delile dayanmayan bazı inanç ve

    davranışları benimseyen gruplardır.

     

    Diğer bir ifade ile Sünni kelamcılara göre:

     

    Allah-u Teala’yı bir şeye benzetme veya Allah-u Teala’yı cisim olarak kabul etme gibi aşırı

    görüşlere sapmayan Selef alimleri ile Matüri diye ve Eş’ariye dışında kalan fırkaların tamamı

    Ehl-i Bid’at’dır.

     

    SORU : Ehl-i Bid’at’ı EhI-i Sünnet’ten ayıran temel özellikler nelerdir?

    CEVAP : Bu özellikleri aşağıdaki ana noktalarda toplamak mümkündür:

     

    1- Nasların (ayet ve hadislerin) ruhuna ve slam’ın temel yönelişlerine vakıf olmamak.

     

    Nitekim Mutezile’nin, mürtekib-i kebire (büyük günah işleyen bir kimse) yi ne mümin

     

    ne de kafir saymaları bu kabildendir.

     

    Halbuki bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde hiç bir günahın insanı dinden

    çıkartmayacağı açıkça belirtilmiştir.

     

    2- Yabancı kültürlerin etkisi altında kalıp ayet ve hadisleri uzak yorumlarla te’vil etmek.

     

    Sapık Mutezile fırkasının:

     

    “0 gün bir takım yüzler aydındır. Rabbisine bakıcıdır.” (Kıyamet Suresi: 22-23)

     

    Ayet-i kerimelerini: “Rablerinin emrini bekleyicidirler.” diye te’vil etmeleri son derece

    yanlıştır ve uzak bir yorumdur.

     

    3- Kur-an’ın kendisine has üslûp ve Arap dilinin ifade özelliklerine bakmaksızın bazı

    ayetlerin ve hadislerin zahirine takılıp kalmak.

     

    Yine aynı fırkanın:

     

    “Gözler O’nu idrak edemez.” (En’** suresi:103 den)

     

    Ayet-i kerimesini: “Gözler Allah-u Teala’yı göremez’ diye tefsir etmeleri, Arap dilinin

    özelliklerini göz ardı etmelerindendir.

     

    Zira idrak, anlamak ve kavramak manalarına gelmektedir ki, burada, Allah-u Teala’nın öz

    zatının kimse tarafından idrak edilemeyeceği, tam manasıyla anlaşılamayacağı, gören göz

    tarafından kuşatılamayacağı açıklanmak istenmiştir.

     

    Yoksa şekilsiz, örneksiz ve idraksiz bir görme reddedilmemiştir. Aksine bir çok ayet ve

    hadislerde bu husus ispat edilmiştir.

     

    4- Ayet ve hadislerin yorumlanmasında peşin ve indî görüşleri, ayet ve hadislerin murat

    (kastedilen) manalarına hakim kılmak.

     

     

     

    ibn-i Teymiye ve sapık yandaşlarının:

     

    “Rahman arşın üzerine istiva etti.” (Taha Suresi: 5)

     

    Ayet-i celilesine: “Rahman arşın üzerine oturdu.” diye mana vermeleri ve bir çok

    hadis-i şeriflerde:

     

    “Allah-ii Teala’nın nüzûlü” ile ilgili geçen ifadeleri, bildiğimiz manada inmekle tefsir

    etmeleri, ayet ve hadislerden kastedilen manaları anlamamazlıktan gelmektir.

     

    Zira burada anlatılmak istenen, Allah-u Teala’nın, zatına layık bir istiva ile arşa

    hükmetmesidir.

     

    Oturmak, kalkmak, inmek, çıkmak gibi işler ise sonradan yaratılanlara mahsus olduğundan:

     

    “O’nun (Allah-u Teala’nın) benzeri hiç bir şey yoktur.”(Şura Suresi:11) ayet-i kerimesiyle

    Allah-u Teala’dan uzak tutulmuştur.

     

    Yine böylece zamanımızda bulunan bazı kimselerin, Mehdi ve Deccal ile ilgili hadis-i şerifleri

    kendi görüşlerine göre yorumlamaları, gerçek Mehdi ile hiç alakası olmayan kimseleri Mehdi

    ilan edip, hakiki Deccal’dan çok uzak olanları Deccallıkla vasıflamaları, Ehl-i Sünnetin

    görüşlerine hiç uymamaktadır.

     

    Evet! Hazreti Mehdi’den evvel onun öncüsü olmak üzere bir takım Mehdi denebilecek

    alimler, Deccal’dan önce de onun hazırlıkçısı olan Deccalların çıkacağı hadis-i şeriflerde

    zikredilmiştir.

     

    Fakat gerçek Mehdi’nin kıyamete yakın çıkacağı, hakiki Deccal ile savaşacağı ve sa

    (Aleyhisselam) in ona yardım etmek üzere gökten ineceği hakkında, inkarı insanı kafir edecek

    derecede kati ve mütevatir hadis-i şerifler bulunmaktadır ki biz bunların bir kısmını “Nüzü’l-i

    Mesih” isimli (5 numaralı) risalemizde açıklamışızdır.

     

    Bu sapıkların iddiasına göre ise Mehdi de Deccal da gelmiş geçmiş fakat ne

     

    isa

     

    (Aleyhisselam) inmiş ne de kıyamet kopmuştur.

     

    5- slam’ın ilk neslini oluşturan ve onu her yönüyle sonraki nesillere aktaran Ashab-ı Kiram

    (Radiyallahu Anhüm) a karşı iyi niyetli olmamak.

     

    Onların, özellikle dini ilgilendiren rivayet, anlayış ve uygulamalarına değer vermeyip, kendi

    indî yorumlarını onların üstünde tutmak.

     

    Nitekim Şia fırkasının Ebubekir, Ömer ve Osman (Radiyallahu Anhüm) hazaratını

    sevmemeleri, Hazreti Muaviye ve onunla birlikte bulunan on bin sahabiyi kafir saymaları ve

    onların dini hükümlerle ilgili rivayetlerini reddetmeleri bu maddenin en güzel örneğidir.

     

    Yine aynı fırkanın, çıplak ayağa meshetmeyi ve Müt’a nikahım kabul etmeleri, Sahabenin

    nakil ve tatbiklerine itibar etmeyip kendi yorumların onlara tercih ettiklerinin göstergesidir.

     

    6 – Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Kavli, Fiili ve Takriri sünnetine

    karşı menfi (olumsuz) bir tavır takınmak.

     

    Nitekim bazı kimselerin Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in emrettiği ve tatbik ettiği

    sakal ve sarık gibi önemli sünnetleri kabul etmedikleri ve daha nice sünnetleri hafife alıp

    reddettikleri görülmektedir.

     

    7- Kur’an ve

     

    slam’ın temel prensipleriyle bağdaştığı halde kendi görüşleriyle

     

    bağdaştıramadıkları bazı hadis-i şerifleri mütevatir olmadıkları gerekçesiyle reddetmek.

     

    Nitekim Şia mezhebi Ebubekir ile Ömer (Radiyallahu Anhüma) nın fazileti hakkındaki bir

    çok hadis-i şeritleri inkar etmektedirler.

     

    8- Kendi mezhep anlayışlarım desteklemek amacıyla hadis uydurmak veya bu tür hadisleri

    rivayet etmek.

     

    Mesela Şia mezhebi, halifeliğin Ebubekir (Radiyallahu Anh) dan evvel Hazreti Ali’ye ait

    olduğu hususunda bir çok hadis uydurmuşlardır.

     

    Nitekim Aliyyül-Kâri (Rahimehullah), Şia’nın Ehl-i Beytin fazileti hakkında üçyüz bin hadis

    uydurduklarını nakletmiştir.

     

    9- Ashab-ı Kiram’dan itibaren oluşan Cumhûr-u Müslimin’in (çoğunluğun) din anlayışından

    kopup ayrılmak, azınlık halet-i ruhiyesi içerisinde karşı grupları küfür (kafirlik) le itham

    etmek (suçlamak).

     

    Nitekim günümüzdeki Vehhabi fırkası, Matüridi ve Eş’ari gibi Ehl-i Sünnet’in temsilcilerini

    ve mensuplarını kafir sayarak bu vartaya (uçuruma) düşmüşlerdir.

     

    10- Dinin temel hükümlerini, ayet ve hadislerin ruhundan ve Cumhur Ulemanın görüşlerinden

    kopararak, sürekli tartışmaya açık tutmak.

     

    Şimdi bir takım sapıklar türemiş, Vakfe’nin arefe günü olması gerektiği ile ilgili sağlam

    hadis-i şerifler ve Cumhur’un ittifakı varken Vakfe’nin hac aylarının herhangi bir gününde

    yapılabileceğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.

     

    SORU :Ehl-i Bid’at’ın itikad yönünden hükmü nedir?

    CEVAP :Zarurat-ı Diniye’yi (dinde kesin sabit olan hükümleri) kabul etmekle birlikte,

    bunların herhangi birini ortadan kaldırma sonucunu doğurmayan yorumları benimseyenler

    küfre nisbet edilemez (kafir sayılamaz).

     

    Sadece slam’ın dosdoğru yolundan sapmış “Fırak-ı Dalle” olarak isimlendirilirler.

     

    (Şehristani, El-Milel Ven-Nihal: 1/203)

     

    Burayı şöyle bir misalle açıklayalım: Şia mezhebinden Ebü bekri Sıddık (Radıyallahu Anh) ın

    sahabeliğini inkar edenler veya Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) ya iftira edenler kafir olurlar.

     

    Zira Hazreti sıddık’ın sahabeliği ve Aişe anamızın beraati (zinadan uzaklığı) Kur’an-ı Kerim

    ile sabittir.

     

    Fakat bu gibi kesin hükümleri kabul edipte Hazreti Ali’nin diğer halifelerden üstün olduğunu

    iddia edenler ve onları sevmeyenler kafir sayılmasalar da sapık olduklarında hiç şüphe

    yoktur.


  22.  

     

     

    Nereye Sürükleniyoruz?

     

     

    Türkiye nehri yatağından taşmış, büyük bir şelâleye doğru hızla akıyor... Seçimler bitecek, Meclis toplanacak, meseleler halledilecek, krizler yumağı çözülecek, memlekete huzur, iç barış, millî mutabakat (toplumsal uzlaşma) gelecek... Bütün bunların hayal olduğu anlaşıldı.

     

    Türkiye'de, bildiğimiz (veya bilmediğimiz) satrançtan bin misli karışık, girift, büyük, dev bir satranç oynanıyor.

     

    İdeolojik vesayet taraftarı egemen azınlıklar ile tarihî devamlılık, millî kimlik ve kültüre saygı ve riayet, çoğunluğun haklarının tanınması ve verilmesi, âdil hukukun üstünlüğü prensibi taraftarları arasında dehşetli bir satranç oynanıyor.

     

    Bu memlekette (asıl kimliklerini bilsinler veya bilmesinler) bir buçuk milyon Kripto Yahudi, bir buçuk milyon da Kripto Hıristiyan bulunduğu realitesinden habersiz kimseler benim bu dediklerimi anlayamaz, beni komplo teorilerine inanan bir paranoyak olarak görebilirler.

     

    Bendeniz bildiğini bilen, bilmediğini bilmek iddiasında olan bir hayalperest değilim.

     

    Evet, Yahudiler 20'nci asırda iki Yahudi rejimi kurmuşlardır.

     

    Bu ülkede iki tarih vardır.

     

    İki kimlik vardır.

     

    İki kültür ve medeniyet vardır.

     

    Bu ülkede dehşetli bir tarihî bir ârıza ve kaza yaşanmıştır.

     

    Tarihte hiçbir ülkenin başına, bizdeki kadar büyük bir kültür, kimlik ve medeniyet kazası ve ârızası gelmemiştir.

     

    Halk yığınları bu ülkede seksen yıldan beri ideolojik bir eğitim çarkı içinde şekillendirilmektedir.

     

    Bu ülkenin maarifi iyi ve vasıflı Türkiyeliler yetiştirmek için değil, resmî ideolojiye din gibi inanan robotlar ve zombiler yetiştirmek için çalıştı. Gerçi başarılı olamadı ama beyinlerde ve gönüllerde büyük tahribat yaptı.

     

    1950'lerde böyle değildi ama artık Türkiye halkı, pek küçük bir azınlık dışında, dedelerinin ve atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan âcizdir.

     

    Genç nesillere tarih diye kavağa tırmanan balık mavalları, ideolojik masallar okutulmuştur.

     

    Lisede iyi okumuş bir Fransız kaç yüz yıl önce yaşamış Pascal'in, Voltaire'in, Montesquieu'nün kitaplarını okuyup anlayabilir.

     

    Kültürlü ve tahsilli bir İngiliz Shakespeare'i okuyup anlayabilir.

     

    Okumuş bir Alman Goethe ve Schiller'i okur ve anlar.

     

    Lise mezunu bir İranlı, 13'üncü yüzyılda yaşamış Hâfız'ı okuyup anlayabilir.

     

    Lakin lise bitirmiş, üniversitede okumuş, sözde parlak bir tahsil yapmış bir Türkiyeli, 1928'den önce basılmış en basit Türkçe kitapları okuyamaz, hele edebiyatımızın şâhikası Fuzulî Divanının (Latin harflerine çevrilmiş bile olsa) mânasını anlayamaz.

     

    Çünkü resmî ideoloji brehmenleri, egemen azınlıklar, Kriptolar dilimizi kesmişler, korkunç bir lisan tahribatı yapmışlardır.

     

    Onların eğitim sisteminde mantık bile okutulmaz.

     

    Onlar, yakın tarihin en güzel ve sade Türkçesiyle yazılmış Ömer Seyfeddin hikayelerini bile anlamaz mürekkeb câhil nesiller oluşturmuşlardır.

     

    Onlar, millî kimliğimizin ana ve temel unsuru olan Müslümanlığa savaş açmışlardır.

     

    Onlar, birleşip toparlanamasınlar diye, çoğunluğu oluşturan Müslümanları bir sürü birbirinden kopuk, birbiriyle tartışan hizip, fırka, cereyan ve cemaate ayırmışlardır.

     

    Onların Müslüman halka karşı siyaset ve stratejilerinin ilk maddesi böl, parçala ve hükmet olmuştur.

     

    Baskı, zulüm, tehdit altında yaşayan, cahil bırakılan, kimlik ve kültürleri erozyona uğrayan Müslümanların büyük kısmı bu tuzağa düşmüştür.

     

    Bütün bu tahribata, bütün bu topyekun beyin yıkama faaliyetlerine, bütün hıyanet ve sabotajlara rağmen halkımızın büyük kısmı dinine, imanına, dinî kimlik ve kültürüne oldukça bağlı kalmıştır ama güç, şuur ve vasıf bakımından büyük yıkım olmuştur.

     

    Egemen azınlıklar, resmî ideoloji Brehmenleri en çok Ehl-i Sünnet ve cemaati yıkmak, erozyona uğratmak için çalışmıştır.

     

    Bu maksatla meydana bir sürü reformcu, yenilikçi, değişimci, Fazlurrahmancı, ılımlı İslamcı, BOP'çu, Kemalist ilahiyatçı provokatör çıkartmışlardır.

     

    Bu memlekette gerçek demokrasi olursa, resmî ideoloji özelleştirilirse, vesayet sistemine son verilirse statükocular, Sezarcılar, Kriptolar, iki kimlikliler, egemen azınlıklar büyük darbe yiyecekler, yerlere serilecek ve bir daha toparlanamayacaklardır.

     

    Bu yüzdendir ki, seçimlerden sonra bir ölüm kalım savaşı başlatacaklardır.

     

    Halk çoğunluğunun oylarıyla başa geçen iktidarın oynanan dehşetli satrancı çok iyi, çok mantıklı, çok hikmetli, çok soğukkanlı, çok hesaplı bir şekilde oynaması gerekir.

     

    Bu satranç partizanlıkla kazanılamaz.

     

    Bu satrancı bilge satranççılar kazanabilir.

     

    Unutulmasın ki, Ermeniler Türkiye topraklarına kesinlikle dönmek istiyor.

     

    Unutulmasın ki, Elen şovenler Megali İdea'dan vaz geçmemişlerdir.

     

    Unutulmasın ki, agresif ve mutaassıp haçlılar, Evangelistler, misyonerler bu coğrafyada tekrar Teslis bayrağını dalgalandırmak emelini besliyor.

     

    Unutulmasın ki, çok gizli BOP protokollerine göre Türkiye'nin mutlaka parçalanması gerekmektedir.

     

    Seçimlerden sonra her yer güllük gülistanlık olacak, Yüce Meclis toplanacak, bütün anlaşmazlıklar halledilecek... Güldürmeyin beni...

     

    Bu memlekette uzun yıllar boyunca inkâr rüzgarları ektiler, şimdi onların fırtınalarını, kasırgalarını, boralarını biçiyoruz.

     

    Egemen azınlıklar öyle kolayca pes demez. Gerekirse iç savaş bile çıkartırlar.

     

    Onların ekmeklerine bilerek veya bilmeyerek yağ sürülmemelidir.

     

    Dehşetli satrançta falso yapılmamalıdır.

     

    Gençlere çok acıyorum...

     

    Bu hengâme içinde hırsızlık yapan, haram rant ve nemalar peşinde koşan, gayr-i meşru yollarla zengin olan, altın ve gümüş, Euro ve Dolar biriktiren gafillere acımak mı lazım, lânet etmek mi gerek bilemiyorum.

     

    Gemi korkunç bir fırtınada bata çıka gidiyor, onlarsa haram servetler edinmek için her haltı yiyor.

     

    Sultan Abdülaziz Han'ın kahpece şehid edilmesinden bu yana bu ülke ne büyük ahlar aldı. Şimdi onların acısı çıkıyor.

     

    Halife-i Rûy-i zemin Sultan Abdülhamid-i Sâni tahtından alaşağı edilip hakaret içinde Selanik'e (Ah Selanik!) sürülmesinin âhı.

     

    Hânedanın ahları.

     

    İskilipli Atıf Efendinin âhı.

     

    Erbilli Şeyh Esad Efendinin âhı.

     

    Yıkılan, satılan, kiraya verilen, düzlenen binlerce caminin, mescidin, medresenin, vakıf binasının, taş mektebin, imaretin ahları.

     

    Sadece Ayasofya'nın âhı bizi yakmaya yeter de artar. Düzlenen tarihî İslam kabristanlarının âhı.

     

    Zikrullaha kapatılan dergâhların, tekâya ve zevâyânın âhı.

     

    İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla asılan hocaların, şeyhlerin, dervişlerin, sülahının, mazlumînin ahları.

     

    Erzincan'da şapka kanununu tenkit ettiği için asılan Şalcı Bacı.

     

    Ah ya Rabbi, o kadar ah var ki, hangisini sayacağım.

     

    Ahlar, fırtına olan rüzgârlar, inkârlar, zulümler, idam sehpaları...

     

    "Her şey düzelecek, ufuklar çok pembe, gelecek çok aydınlık, her şey yolunda..."

     

    Pardon, tekrar eder misiniz...

     

     

    27 HAZİRAN 2011

     

     

     

    • Like 1
×
×
  • Create New...