Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Mabed

Üye
  • Content Count

    114
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    16

Posts posted by Mabed


  1. Burdayım....Burda…

    Tüm çizgilerini yıkadım işte avuçlarımın…

    Suya akıttım tüm yazgılarımı…

     

    Şimdi her şeyin sonrasında..

    Tüm başlangıçların öncesindeyim….

     

    Öyle sakin

    Öyle sessiz

    öyle kendimleyim……

     

    Susturdum sesimin yankılarını…

     

    Burdayım…Burda…

    Ayakkabılarımın içindeemanetlerimin peşinde yürüyorum………

     

    Anılarım göçerken daha sıcak iklimlere

    Ben bi kırlangıcın yarı yıkılmış yuvasına saklamıştım

    Bir zamanlar korkmuş yüreğimi…

     

    Ve bi ağacın kovuğuna gizlemiştim alel-acele

    Bir mendile sarıp yarı maviyarı çocuk düşlerimi….

     

    Geceydi …Uzakların yolları

    Dudağımdaki şarkıların sözleri yoktu..

    Yürek yüreği görmüyodu

    El yordamı çöktüm bir duvar kenarına…

    İçimden parça parça koparıp kalbimiişaretler bıraktım hiç kimselere…

     

    Ve yan yana dizip yetim cümlelerimi bir gözyaşı şişesinin içine akıttım......

    Bir tanesini bile düşürmeden yerlere…

    İkiden eksilen oldumbire sığmıyoken ben..

    Cümlelerimden ve sevgilerden vazgeçtim .....

    Ruhumun alevini üfleyipkendimi kendimin üzerine çekip uykulara yatırdım bedenimi…

     

    Geceydi..Yürek yüreği görmüyodu….

    En karanlık kabuslarda bile açmadım gözlerimi dişlerimi sıktım..

    Kan sızarken dudaklarımdanbir kez olsun yakınmadım….

    Sonrakaç sonra geçti bilmiyorumbirer birer azaldı korkularım..

    Birer birer açıldı örtüleri gözlerimin siyahının…

    Sonra gün ışığı sızdı önce incedenSonra mevsim değişti kendiliğinden…

     

    Sonra iliklerim ısındı sanki

    Ve elini yüzümde gezdirdi sıcacık bi düşün içinden bir çiçek..

    Ve sanki uzanıp kirpiğimdeki nemden öptü bir melek …

     

    Aralandı sıktığım avuçlarımbileklerimdeki nabız çözüldü yeniden…

    Uzaklara bi rüzgar esti yüreğimden“teşekkür ederim” dedi hiç kullanılmamış bir dilleçok güzel bir düşe…..

     

    Burdayım…Burda…

    Dudağımın kenarındaki kıvrımda gülümsüyorum…

    Ve yeniden topluyorum savurduklarımıYeniden rüzgar kanatlarımın altında..

     

    Yükseliyorum….

    Tüm saatlere sırtımı döndümbak işte bu kadar kolayişte zamanı durdurdum…

    Tüm küllerini savurdum başka yüreklerinyaşamın közüne çıplak ellerimle dokundum ….

    kimse yolmasın diye kokusunuayda yetiştirdim bu kez çiçeklerimi..

     

    Ve büyüttüm içimden yeni şarkılar mırıldanarak…

     

    Ve sonra dizlerimin üzerinde kağıt gemiler yaptım ellerimle

    Ve bi çiçek yükledim her kağıt gemiye

    Ve saldım hayat ırmağına

    Ve uğurladım.

     

    “batarsa suyavarırsa çiçekleri ruhunda saklayana varsın”deyip

     

    El salladım umuduma “rastgele”….

     

    Buradayım….Burda….Şahdamarımın içinde akıyorum..

     

    Öyle sakin

    Öyle sessiz

    Öyle

    Kendimleyim….


  2. Bir hakikat talibi irfan yolunda yürümeye azmettiği ilk günlerde rüyasında “kalbini secde ederken” görmüş. Şaşırmış tabii. Hayretler içinde kalbinin secdeden kalkmasını beklemiş beklemiş beklemiş. Fakat kalbi bir türlü secdeden kalkmak bilmemiş. Ne yapacağını şaşırmış kan ter içerisinde rüyasından uyanıvermiş.

    Çevresinde ne kadar tanıdığı bildiği güvendiği zat varsa huzurlarına gidip kendilerinden bu rüyayı tabir etmelerini istemiş. Fakat kimse rüyasını tabir etmemiş. Çünkü bu zatlar bizzat tecrübe etmedikleri bir hadiseyi (kendilerinin görmekten mahrum oldukları bir rüyayı) yorumlamayı hiç de edeble mütenasib bulmamışlar.

    Derken içlerinden biri “Filan şehirde bir zat var onun yanına git belki o sana yardımcı olur” diye nasihatta bulunmuş. O da üşenmeyip o şehre gitmiş. Selâm verip huzura çıkınca zihnini meşgul eden malum soruyu biraz dolaylı olarak sormuş:

    — “Efendim!” demiş “Kalp secde eder mi?”

    Şeyh efendi tebessüm edip kendisine şu cevabı vermiş:

    — “Elbette eder; hem de ebediyete kadar!”

    Bu cevap üzerine Şeyh efendinin düşünün kendisine düştüğü kimselerden olduğunu anlayıp bir daha o zatın yanından ayrılmamış.

    ***

    Eylemek için önce istemek gerekir; eyleyebilmek için önce istemelisiniz.

    İstediğinizi eyleyebilmek için istemek yetmez; eyleyebilecek güce de sahip olmalısınız..

    İrade ve kudret bir fiilin olmazsa olmaz koşulu. Bunda kuşku yok! İsteğiniz ve gücünüz yoksa eyleyemezsiniz çünkü.

    İstek gücü güç ise eylemi meydana getirir.

    'İbadet' de —tıpkı 'âdet' gibi— bir nevi tekrardır. Bu iki tekrarlama işlemini birbirinden nasıl ayıracağız? Sözgelimi sürekli yemeklerden önce “el yıkamak” ile namazlardan önce “abdest almak” arasındaki ayrımı mümkün kılan ölçüt nedir?

    Eskiler 'ibadet' ile 'âdet'i birbirinden ayırmak için zorunlu bir şartın varlığına işaret etmişler: 'niyet'.

    Yani eyleme bir şuurun bir bilincin eşlik etmesi.

    İbadet'i âdet'ten ayıran işte bu yönüdür; bilinçli yapılıyorsa eyleme bir bilinç eşlik ediyorsa ancak tekrarlanan o eylem 'ibadet' vasfını kazanır.

    Niyete hareket hareket değildir; meyldir sadece temayüldür. Hareketin anlamı hareketin kendisinde değil harekete geçiren sebepte yani amaçtadır. Amacını bilmediğiniz bir harekete anlam veremezsiniz.

    Bir eyleme anlam verebiliyorsak bu o eylemin amacını yani eylem sahibinin niyetini kestirebiliyor oluşumuzdandır. Kestiremeseydik anlam da veremezdik.

    Bâyezid-i Bistamî “Yıllarca durmadan usanmadan insanları Allah'a davet ettim” demiş; “nice zaman sonra arkamı dönüp baktım. Bir de ne göreyim hepsi beni geçmiş!”

    ***

    Kalbin secdesi “âzaların secdesi” gibi değildir. İnsanın âzaları yüzü ve elleri secdeye gider. Burası açık. Fakat âzalar secdeye gittiği gibi secdeden gelir de. Yani insan ne kadar secdeye kapanıyorsa o kadar da secdeden kalkar. Kalkmayacak olduğunu bilen kaç kişi secdeye gider?

    Azalar kalkabildikleri sürece secdeye kapanırlar. Kalp ise kalkmamak için ve kalkmamak niyetiyle secde eder. Bir kere secdeye kapanmaya görsün bir daha kalkmaz kalkmayı istemez beceremez de zaten.

    Ey talib asıl marifet kalbin secdesidir; âzaların secdesinden maksad da kalbi secdeye davettir. Sen bak bakalım kalbin hiç secde ediyor mu?

    “Nedir secde?” diye soruyorsun.

    Bir kere daha söyleyeyim: Secde hiç olmaktır hiçleşmektir. Hiçleşmek ise aslâ bir daha kalkamayacağın bir biçimde yüz sürmektir toprağa!

    Sen bu secdenin izini alınlarda değil kalplerde ara! Eğer bir kalpte bu türden bir secdenin izini buluyorsan hiç tereddüt etme yüz süreceğin toprağı bulmuşsun demektir.

    O hâldeyken bırak kalbin o kalbe secde etsin!


  3. Ben pek dindar bir insan değilim... Ama dinine bağlı bir aileden geliyo rum. Anneannem başını örter. Rama zanlarda oruç tutulur. Kandillerde "mübarek olsun" denir.

    Yıllar yılı ben okula giderken üç kulhuvalahu bir elhamla, anamın soluğu arkamdan geldi. Ba şımdan aşağı nice kurşunlar döküldü.

    Ama yeri gelince evde içki de içildi, sigara da... Saza da gidildi, baleye de... Tipik bir Türk ailesi işte... Ama söylemek istediğim şey, bu tipikliğin nasıl da hoş bir toplumsal ahenk yarattığı değil.

    Tersine, dikkat çekmek istediğim şey; bu tür, din sohbetlerinin hep böyle bir "canım biz de müslüman evladıyız" nakaratıyla başlaması...

    Son dönem tartışmalarında bu kısa girizgahı genellikle bir "ama...”bağ lacı izliyor ve ardından la ikliğin erdemi üzerine uzun uzadıya vaazlar veri liyor.

    Amaç belki, hem müslüman, hem laik olunabileceğini kanıtlamak, ama ben artık bu söylemi terketmek gerektiğine inanıyorum.

     

    * * *

     

    Neden mi?

    Bu yaklaşım, tartışmayı "tartışmanın yasak olduğu" bir alana çekiyor da ondan...

    Askerde "talim saatlerinin namaz saatlerine göre ayarlanmasını" isteyen bir gruba bizim komutan "evladım, ben de müslümanım. Talim yüzünden namazı kaçırırsam, kaza kılıyorum" demiş ve onları kazandığını sanmıştı. Oysa "bazı namazların kazasının olmayacağı" yanıtıyla karşılaştı.

    Bu durumda "neden olamazmış" diyemezsiniz. Lafa "müslümanım" diye girdiyseniz geri de dö nemezsiniz. Biraz zorlanırsınız.

    Nitekim öyle de oluyor.

     

    Ayet tartışmasına girenler sonunda "İslama göre kadınların başını örtmek zorunda olduğunu" kabul ediyorlar. "Din ayrı siyaset ayrı" diyenler, İslamın hiç de öyle bir din olmadığını çok geçmeden anlıyorlar.

    İş, laikler için tam bir kördüğüme dönüşüyor.

     

    * * *

     

    Her tartışmada "aile albümü"müzü açarak kendi yaşam tarzımızı da gereksiz bir tartışmaya açmış oluyoruz: "Peki anneannemiz örtünüyorsa, biz neden örtünmüyoruz?", "hem namaz kılıp, hem yılbaşında içki içmek, gerçekten İslama uy gun mu?" derken sohbet otomatikman, sizi bir "din tartişmasının" içine çekiyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki, İslam pek tartışmayı sevmez. Bazı mukaddes kavramları tartışmaya açanların başına gelenler ortada...

    Buradan itibaren ikinci yanılgı başlıyor:

    Yine lafı laikliğe getirmeye çalışan birileri he men İslamm nasıl bir "hoşgörü dini" olduğunu anlatmaya girişiyor. Tabii tartışmaya açılmayan birşeyin neyi, nasıl hoşgördüğü sorulamıyor.

    Kimse kusura bakmasın (yakmasın mı deseydim) ama ne zaman bu hoşgörü meselesi açılsa benim burnuma Sivas dolaylarından yanık koku su geliyor. "Dinimiz hoşgörü dini" diyenleri de, bozuk para ve kırık sandalye yağmuru altında, Sivas sanıklarına "iyi haliniz görüldü, cezanız indirildi" diyen mahkeme heyetine benzetiyorum.

     

    * * *

     

    Ayılalım artık.

    Nasıl iyi müslümanlar olduğumuzu anlatmaya çalışarak laiklik savunusu yapamayız.

    O devir geçti. Yıl boyu içki içip, Ramazan`da oruç tutanlar eski bir nesildi ve şimdi maalesef tarih oluyorlar.

    "Yeni İslam", herkesi tercihe zorluyor:

    "Ya klübün kurallarıyla oyna, ya vazgeç..."

    "Müslümanım diyorsan örtünmelisin". "Tanrı ya inanıyorsan, içmemelisin". "İslama inanıyorsan, şeriat için savaşmalısın".

    Çünkü kitap öyle yazıyor.

    Kitaba inananların bunları savunmalarında bir tutarsızlık yok. Bana tutarsız gelen, lafa "biz de müslümanız ama" diye başlayan bazı laiklerin ayet tartışmalarıyla aksini ispatlama çabası...

    Ben bu anlamda ateistleri çok daha tutarlı ve samimi buluyorum. Çünkü İslama bağlanıp, şeriatı reddetmek bana "ya İslamı bilmemek, ya da samimi olmamak" gibi geliyor.

    Şimdi bir de "nüfusunun yüzde 99`u müslüman olan Türkiye.." girizgahı moda oldu. Düşünün ki o yüzde 99`un içinde Aziz Nesin de var, Ataist dergi çıkaranlar da... Peki içki içen müslüman sayılmıyorsa, bu oran yüzde 80 oranında azalmaz mı? Bu oran tartışması hangimizi nereye götüre bilir?

     

    * * *

     

    Gelelim "Laik yanılgı"ların sonuncusuna:

    Son zamanlarda "Atatürk`ün de iyi bir müslüman olduğunu" anlatan nutuklar türedi.

    Yapmayın Dostlar;

    Bu yolla Atatürk`ü Refah`a sevdiremeyeceğiniz gibi, halka da yanlış tanıtmış olursunuz.

    Benim önerim şu:

    Herkes anneannesinin nasıl giyindiği bilgisini kendine saklasın. Kenan Evren, Kur`an`dan ayet ler okumayı seviyorsa kürsüde değil, evinde okusun. Tansu Çiller, ezan sesi seviyorsa yalısının bahçesine camii yaptırsın. Ama kimse laiklik adına bize dini masallar anlatmasın.

    Atatürkçüler ille İslam tartışacaksa hadi gelin Mustafa Kemal`in yıllarca gizlenen konuşmala rını raflardan indirelim.

    Göze alabiliyorsanız, O`nun Kazım Karabekir`e "herşeyden önce din anlayışını kaldırmalıyız" dediğini ortaokul din kitaplarına koyalım.

     

    Bir ingiliz yazara söylediği "benim dinim yok. Bazen bütün dinler denizin dibine batsın istiyorum" sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığı`nın girişine asalım.

     

    "Anneannem müslümandı", "Atatürk dindar dı", "İslam toleranslıydı" söylemlerini değiştirmenin zamanı gelmedi mi?

     

    Can Dündar


  4.  Efendim yapılan yorumları okuduğumda gayri ihtiyari içimden o meşhur söz geçiverdi"ayinesi iştir kişinin lafa itibar olmaz,şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde! bu mübarek zat-ı muhterem misyonu ve vizyonu ile safını belli etmiş tüm tehditlere rağmen! hak olan hak yolda hakkı tebliğ etme yolunda yılmadan usanmadan hiç bir riziko endişesi olmadan devam etmekte neden bu takdir edilmez de!

     

    Yâ eyyuhellezîne âmenû in câekum fâsikun bi nebein fe tebeyyenû en tusîbû kavmen bi cehâletin fe tusbihû alâ mâ fealtum nâdimîn(nâdimîne). mucibince yani Evet, "Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde" diyor kerim kitabımız Kur'an "durup gerçeği araştırın". Bunu yapmazsak başımıza geleceği de söylüyor: "Yoksa istemeden insanların hukukuna tecavüz eder ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız." (49.6)Hucurat süresi. mucibince amel buyurmuyoruz!Gördüğünüz gibi ayet kayıtsız,şartsız teslim olmanın vebalini yüklüyor!

     

    İnsanoğluna analiz etme idrak verilmiştir bir bakılmaz mı olayların seranomisine neden,niçin,acaba kimin tavuğuna kış dedi de bu karalama organizasyonu başlatıldı!başlatıldı diyorum zira son zamanlarda yaptığı reddiye ve dinler arası diyalog savsatasında ki tavır söylem ve eylemleri ile dikkatleri üzerine celbetmiştir.

     

    Nefes alıp bir düşünmeli - Bu kişi, bu haberi neden taşıyor? Bununla neyi amaçlıyor?

    - Neden bir başkası değil de, bu? Ondan başka kimse bu haberi duymadığı için mi, değilse başka bir sebebi mi var? Hele son yıllarda Hocaefendinin kanallarda toplum gözünde artan trajı mukabilinde yapmak istenilen onu af buyurun belden aşağı oynayarak halk nazarında itibarinı zedeleyerek asimile etmek mi?

    Öyle ya Türk toplumu adalet ve namus duygusunu özünde barındıran her türlü fuhşiyyata karşı saf durma özelliğine sahip.

    Bu olaylar eti tepki meselesi ise ki öyledir!kime nasıl bir negatif etkisi oldu?

    Kimin düzenine ya da kimlerin pişmiş aşına su katıyor?

    - Neden bir başka haber değil de, ille de bu haber? Bu haberi taşımayı onun için cazip kılan sebep ne?

    - Neden bir başkasına değil de, bana taşıyor? Bende 'maden' mi buldu? Yalan-dolana inanmaya yatkın bir görüntü mü veriyorum? Değilse, bununla benden neyi elde etmek istiyor?

     

    İnsan bunları sormaz mı ya da düşünmez mi?

    Yüce Kitabımız "ey akıl sahibleri"hitabı ile seslenir bir çok ayette,

    bir insanın davasına bakar adam kardeşim davası iman,islam,sunnet olan bir şahsın hele ki paygamber ve sunnet düşmanlarının türediği din adına dinsizliği,mezhep adına mezhepsizliği,sunnet adına sunnetsizliği,diyalog adına safsızlığı empoze ve diklare etmeye çalışan bazı nev-i şahsına munhasır zatların "türüdüğü" bu zamanda takdir edersiniz ki düşmanı da hayli kesirdir.

     

    Tabi herkes inandığı ile mesul yaptığı ile meşrudur şahsım adına ben bu haberlere itibar etmedim kaldı ki müslümanım demek zan ve şüpheden iftira ve gıybetten bizleri alıkoyar buna taassup diyen kardeşim acaba araştırmadan incelemeden yorum ve analiz doğrultusunda haraket etmeyerek kendi içinde ki taasubu ortaya koymamış mıdır?

     

    AH be Üstad ne güzel şerh buyurmuşun:Ham yobaz kaba softa diyerek.“ O inandığı veya ezbere benimsediği meseleler üzerinde kafası betonlaşmış ve bütün ‘elastikiyet-esneklik’ kabiliyetini yitirmiş bir tip.” (Doğru yolun sapık kolları)

     

    Şimdi diyeceksiniz bu söylem size cukk diye oturmadı mı ben de affınıza sığınarak derim ki mü'min mü'minin yar ve velisidir davası bütün bünyesinde ehl-i sünnet vel cemaat itikatını barındıran ve bu uğurda cevr-ü cefa çeken kim olursa olsun benim nezdimde en azından nezih ve emsalsiz bir şahıstır din bize bütünün parçaları olarak birlik ve beraberliği emir buyurur kaldı ki kaynağı belli olmayan kökeni iftira ve tehdite dayalı bir olayda nasıl bir tutumu izleyeceğimizi ayetler ile bize açıklamıştır.Ha diyeceksiniz ki neden Cübbeli ben de derim ki bu kadar "hocaefendi" var iken neden Cübbeli?

     

    Elbette insanoğlu beşer şaşar ama kardeşim ya bu kadar ulu orta bangır bangır davasını korkmadan yılmadan savunan adam sapık fırka ve ilim adamı vasfı ile dolaşan musveddelere tepki gösteren adamın varsa eğer böyle bir kirli geçmişi demez mi?ne suya dokunayım ne sabuna varsın şiş de yerinde durdun kebab da! düzenin çarkı dönsün yeter demez mi?İffetsizlik adına var ise bir fiili fail olaraktan biraz sesini kısmaz mı ?

     

    Ben şunu bilir şunu söylerim ben "dava adamıyım" diyen her zatın çekmesi gerek bir bedel vardır!

     

    Öyle ya, "Müslümanım" demek, dünyanın en büyük iddiasında bulunmaktır. Böyle büyük bir iddiada bulunacak insan, fakat en küçük bir isbat zahmetine katlanmayacak. Hiç öyle şey olur mu? Dünyanın en küçük iddiaları dahi sahibine bir isbat yükümlülüğü yükler. Adam "Ben iyi yüzerim" dese, "Yüz de görelim!" derler. Ben iyi nişancıyım dese "At da görelim!" derler. Berberim, demirciyim, terziyim demenin bile isbat zeminleri vardır. "Yap da görelim" derler. Peki küçük büyük her iddia için bir isbat gereksin de, insanın en büyük iddiası olan "Müslümanım" demenin bir isbatı olmasın mı?

    Onun içindir ki, "Ben Müslümanım" diyen kişiye sorulacak tek soru sorulmalıdır: "Ciddi misin?" Çünkü iddia çok ciddi bir iddiadır ve ciddiyet iddianın isbatını gerektirir.

     

    Yine Üstad:"Sakın yobazı, bir davaya, onun en mahrem çilelerini çektikten sonra kıl ve nokta feda etmeksizin emirlere sımsıkı bağlanan ulvi adam sanmayınız!buyrur.

     

    Muslumanın dostu sadıklardır bir olayda baz alacağımız muhbiri sadıklardır haber denen olgu fısk ya da sıdk içeriğini bünyesinde barındıran bir olaydır.

    Burada düşünülmesi gerek haber midir muhbir mi?

    Yok eğer haber gerçeği bünyesinde barındıyorsa kaset nerede? kaldı ki pişkin medya buna inansa idi çarşaf çarşaf magazin eder idi merak buyurmayın!

    Eğer yalan ise muhbir nerede neden karanlık sokak köşelerinde kirki pazarlıklar yapıyor elindeki kaset doğru ise niçin hodri meydan işte kapı işte sapı diyerek ulu orta ey cemaat sizin hak bildiğiniz efendi aslında böyle biridir deme erdeminde bulunmuyorda!ya susarsın ya da seni sustururuz hem de rezil kepaze ederek siyasetini izliyor?

     

    Ben onu bunu bilmem arkadaşım musluman zinaya şahit olsa da gözünü iki kere silmeli!öyle kolay değil açmur at izi kalsın piyesleri ayinesi iştir kişinin lafa itibar olmaz el insaf yahu bu kadar kolay mıdır bu iş bu adam popcu topcu değil ki nedir bu şahsı böyle önemli kılan? niçin birileri böyle bir kaset sürüyor piyasaya amaç ne eee bir partinin devrik lideride değil!amaç ne amaç?

     

    Lafı fazla uzattık meramımı anlatmak istesemde söylemler nakıs kaldı.

    Bu bir ahlâk sorunudur. Haber taşımak da, habere muhatap olmak da Müslüman sorumluluğu ister. Haber bir emanettir. Emanet emin elden gelmelidir. Ona ihanet etmeyecek bir elden gelmelidir. Emin elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir.

     

    Gelelim Atatürk ile ilgili olan videolara geçenlerde Can Dündar'in Atatürk ile ilgi Elhamdulillah laikiz başlığı altında ki yazısını okudumda elhamdulillah düşününen ve doğru analizler yapan insanlar hangi kesimden ve partiden olursa olsun var imiş dedim.

     

     

    Neden mason bir yöneticisi olan kartel medya diyorsunuz iyi de o mason dediğiniz adam bile bu kaset olayına gülüp geçmiş hatta yayınlama teklifinde bulunan muhabirini azarlayıp iffetli bir davranışta bulunmuştur demek ki inanç ayrı bir olgu vicdan hürriyeti ayrı bir olgu imiş dinsizlik meziyetsizlik anlamına gelemez ki di mi?

     

    Adam rant peşinde biliyor ki Cübbeli reytingi yüksek bir hoca seveni çok şükür Altaylı en başında hocaefendiyi karalama ve asimile etme yolunda kanala davet etti anımsıyorum da sorduğu soruları yaptığı alaylı tavırları ee adam ömrü hayatında ilk defa Alim sıfatına verdiği cevap ve yorumlarla yakışan birini gördü rağbet etmesi doğal değil mi?

    Ayrıca medya dava adamı için bir araçtır gayesi vatan,millet,din olan insan bunun tebliğine bakar hangi mikrofono konuştuğu önemli değil aslolan yaptığı söylemlerdir.Kaldı ki Pek Muhterem Mahmut Efendi Hazretleri(k.s.) buna onay vermiş hocamız onun emri ile kanala teşrif etmişlerdir.

     

    Ne mutlu davası İslam olan ve bu uğurda çile dolduran nadide şahıslara....

    Surç-i lisan eyledi isek affola.Saygı ve selamlar...

     

    • Like 1

  5. Ocak ayında “Benim de montajlı iftira kasetlerim çıkabilir” diyen Cübbeli Ahmet Hoca’nın korktuğu başına geldi. büyük iftira haberleri kol gezmeye başladı.

     

    Cübbeli Ahmet Hoca ya ait olduğu iddia edilen belaltı montaj görüntüler ortaya çıktı. İsmailağa Cemaati’nin önde gelen isimlerinden ‘Cübbeli Ahmet Hoca’ lakaplı Mahmut Ahmet Ünlü, ocak ayında cemaate seslenerek “Montajlı iftira kasetlerinin” yayınlanabileceğini, şaşırmamalarını, kendisine inanmayanlara ise hakkını helal etmeyeceğini söylemişti. Cübbeli, yaklaşık 11 ay sonra korktuğuna uğradı. HABERTÜRK Gazetesi’ni dün akşam saatlerinde arayan ve kimliğini gizli tutan bir kişi, elinde Cübbeli Ahmet Hoca’ya ait olduğunu iddia ettiği belgeler olduğunu belirterek, kendisiyle konuşan muhabirden randevu istedi. GÖRÜNTÜYÜ SATMAK İSTEDİ Telefonda konuşamayacağını söyleyen kişi, yüz yüze bilgi vermek istediğini belirtti. Saat 22.30’da Gaziosmanpaşa Gazi Mahallesi’ne giden muhabirimizin otomobiline iki kişi bindi. Sakallı ve gözlüklü şahıs, hemen yanında getirdiği dizüstü bilgisayarı açarak elinde Cübbeli Ahmet Hoca’nın üç ayrı kadınla çıplak vaziyette çekilen görüntülerinin olduğunu söyledi. Düzgün diksiyonuyla dikkat çeken şahıs, daha sonra “Varan1” şeklinde yazıyla başlayan ve Cübbeli Ahmet Hoca’nın bir kadınla çıplak vaziyette gizli kamerayla çekildiğini söylediği görüntüyü izletti. Ardından söz konusu görüntüleri satmaya kalkıştı. Muhabir, etik olarak teklifi reddetti.

     

     

    Sansürsüz programında Yiğit Bulut'un sorularını yanıtlayan Cübbeli Ahmet Hoca, hakkındaki "kaset" iddialarına dobra yanıtlar verdi. Cübbeli, şöyle konuştu:

     

    "Benimle uğraşanlara şaşıyorum. Bir korumam mı var, silahım mı var.. Neler uydurdular.. Kaset varmış beni zorla televizyona çıkarıyorlarmış... Ben inandığımı konuşurum. Benim derin yerlerle ne alakam var! Bunlardan uzun yıllar çekmedik mi... 28 Şubat'ın en büyük mağdurlarından biriyim ama şimdi bunları konuşmanın gereği yok. Taraf Gazetesi geldi, '28 Şubat aleyhine röportaj yapacağız' dediler. Konuşmadım diye 'Zorba Cübeli' dediler. Benim 28 Şubat aleyhine konuşup ortalığı karıştırmama gerek yok. Yattık, çıktık.. Ben şimdi bunun iç yapısını bilmiyorum ki... Şimdi Erbakan Hoca ile ilgili neler söyleniyor. Çıksın, o anltasın. Herkese yapılan uygulama içinde bize de yapıldı. Şimdi ben kimden şikayet edeceğim. Ben niye askerin aleyhine konuşayım ki. Bir askerin yanlış yapması askeri temsil tmez. Bunlar yanlış şeyler. Askeriye çok önemli bir birimdir. Askeri yıprat, onu yıprat... Büyük iftiralara maruz kaldık. Ama o bir süreç. Mesela Yeni Şafak'ın yaptığı... Ara bir sor bakalım...

     

    İftira kampanyası manşetten gidiyor. Bu iftiraları bıraksınlar. Ben hiçbir şeye alet olmadım. Kimsenin malzemesi olmadım. Hiçbir derin yerlerle irtibatım yok. Ben Allah için vatanımı, milletimi seviyorum. Bölünmeyi istemiyorum, federasyon mederasyon iki dil.. Öyle şeylere lüzum yok. Hepimiz Müslümanız. Hepimiz kardeşiz. Bizim Kürtler'den de dostumuz var.

     

    Ben söz veriyorum. Allah'ın izniyle sohbetlere devam edeceğim. Rey istemiyorum, para istemiyorum Allah için doğruları konuşmaya devam edeceğim. Ya bu fitneleri, iftiraları, kampanyaları durdururlar. Adam gibi gelirler dertlerini anlatırlar... Hodri meydan diyorum kimse gelsin buraya... Benim kimseyle şahsi düşmanlığım yok... Ben reddiyelerime devam edeceğim. Bunun sonu ne olur? Beni öldürürler... Zaten ben de bıktım, gitmek istiyorum. Öldürmek isteyen varsa da ecelim gelmeden beni öldürümezler... Buradan bunu söylüyorum.. Bak ben çok deli bir adamımdır... Kar-zarara bakmam, çoluk-çocuk düşünmem... Kaybedek hiçbir şeyim yok.. Bu vatanın bölünmemesi için, bu batıl görüşlerin rezil olmsı için, hakkın üstün olması için ben her yolda varım."

     

    "KALLEŞLİK"

    Söz konusu kasetlerin montaj olduğunu kaydeden Cübbeli, "Kalleşlik var. Önüme gelip de sen iyi adam değilsin diyen yok. Tartışmayı bırak, özel ortamda gelen yok. Bu kadar şerefsiz, adi müptezel bir şey olabilir mi? Allah bunun cezasını dünyada da ahirette de verecek." dedi.

     

    Hakkındaki "iftiraların" geri teptiğini, kendisine olan sevginin arttığını dile getiren Cübbeli, "Bu bir şahıs işi değil, organize güç olmadan bunlar yapılamaz" dedi.

     

    Kendisine yönelik yeni komploların da düzenlenebileceğini söyleyen Cübbeli, "Ben bu doğruları söylemeye devam edersem, neymiş daha başka şeyler çıkaracaklarmış... Erkek erkeğe ilişki, birkaç kadınla ilişki... Biz savcılığa başvurumuzu yaptık. Gelen telefonlar ve haberlere göre... Kimin yaptığı çıkarsa o zaman bakalım onların hali ne olacak?" şeklinde konuştu.

     

    TELEFON NUMARASINI VERDİ

    Cübbeli programın sonunda kaset iddialarıyla ilgili bilgisi olanlara da bir çağrıda bulundu: "Gerçek bilgisi olanlar, 0535 468 39 80 bu numaradan bize Allah için bilgi verenler duamızı alırlar, bilip de söylemeyenler bedduasını alırlar..."


  6. rezil.jpg

     

     

     

    Fotoğrafın Adresi.:

     

    http://emmanuelnegro.tumblr.com/post/398347068/stairway-to-heaven-scultura-di-eugenio-merino

    -------------

     

     

     

    Şok edici bir fotoğraf ve mühim sözler...

    Ali Eren-Vakit Gazetesi

     

     

     

     

     

     

    Geçen haftaki yazımda, Eminönü Halk Eğitim Müdürlüğü binasında yapılacak olan konferansı duyurmuştum. O konferans gerçekleşti. Çok da mühim şeyler söylendi.

    Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi profesörlerinden 9 dil bilen Mehmet Bayraktar’ın, not alabildiğim bazı cümlelerini aktarmak isterim:

    “Dinlerarası Diyaloğu başlatan Vatikan gibi gözükse de, bunu esas isteyenler Yahudilerdir. Dinlerarası Diyalog yapması için Vatikan’a baskı da ABD’den geliyor. Dinlerarası Diyalog esas olarak 1892’de ABD’de başladı. Bu proje, ABD’deki büyük sermaye sahiplerinin finansı ile oluyor.

    Onların isteği, “İnsanlık dini” diye bir şey. Bu projede, ilâhîlik ve peygamber inancı yoktur. Onlara göre Kur’an’ı peygamber yazmıştır. En büyük hedefleri Kur’an’ı ortadan kaldırmaktır. Baksanıza Peygamberimiz’i küçük düşürücü karikatürler yapıyorlar. Buna rağmen Diyalogcular Peygamberimiz’e gerekli şekilde sahip çıkmıyorlar. Halbuki onlar (Hıristiyanlar) bize “Muhammedân” diyorlar. “Muhammed’e tapanlar” demektir.

    Hıristiyan kardinalleri arasında Yahudi olanlar var. Bunların hiçbiri papa olmadı ama papa seçildi, Papa Jan Pol bir Yahudi dönmesidir. Şimdiki papa da dönmedir. (Aslen Polonya yahudisi.)

    Dinlerarası Diyaloğun hedefi dünyada tek inanç ve tek din olmasıdır. Adı da dünya dini. Nitekim Dinlerarası Diyalog faaliyetini yürüten Vatikan’ın kendi kayıtlarında, Dinlerarası Diyaloğun ekümeniklik (dünya hükümranlığı) ve misyonerlik olduğu yazılıdır.

    Buna Türkiye’de ilk önderlik yapan Kasım Gülek ve İhsan Doğramacı’dır.

    Bizdeki diyalogcular “Kur’an, ehl-i kitabın (Hıristiyan ve Yahudilerin) Müslüman olmasını istemiyor” diyorlar. Böylece ortalığı Hıristiyan misyonerlerine bırakıyorlar. Oysa Hıristiyanlar, “Allah hem birdir hem üçtür” diyorlar.”

    Prof. Bayraktar, konuşması arasında insanı dehşete düşüren bir fotoğraf gösterdi. “Dinlerarası Diyalogla hedefleri işte budur. Bu, Dinlerarası Diyaloğun fotoğrafıdır” dedi.

    Fotoğraf şöyle:

    Üç kişi Bremen mızıkacıları gibi üst-üste... En altta sözümona bir Müslüman, onun üstünde bir Hıristiyan, en üstte de bir Yahudi...

    Fotoğrafı daha açık tarif edeyim:

    Beyaz elbiseli, başı takkeli bir adam seccâde üzerinde secdeye varmış. Yanıbaşında elinin yanında bir İncil. Bu kimse müslümanı temsil ediyor.

    Onun üzerine birisi çıkmış, namazda oturur gibi müslümanın sırtına oturmuş. Hıristiyanların duâ halinde yaptıkları gibi, parmak uçları yukarıya doğru olarak ellerini birbirine yapıştırmış. Elinde de bir tesbih var. Bu da hıristiyanı temsil ediyor.

    Üçüncü şahıs en üstte... Hıristiyanın omuzlarına basmış. Kendisi ayakta. Elinde de sözümona Kur’an var. Bu da Yahudi oluyor...

    Bitmedi...

    Yan taraftaki kâide üzerinde bir silah var. Silahın namlusunun ucunda Yahudilerin yedi kollu şamdanı. Duvarda ise kocaman bir haç... Bir kadın da eliyle bunları işaret ediyor.

    Mehmet Bayraktar Hoca’nın söylediği gibi, Dinlerarası Diyalogun fotoğrafı ve hedefi işte bu...

    Değerli okuyucular! Eğer “Ben bu fotoğrafı pek iyi anlamadım. Kendim görmek istiyorum” derseniz o da mümkün. İnternette aşağıdaki adrese girin, Dinlerarası Diyalog ile neyin hedeflendiğini kendi gözünüzle görün, bir de siz dehşete kapılın. Ama sadece görmekle kalmayın, lütfen görmeyenlere, bilmeyenlere de anlatın...

    İşte adres: http://emmanuelnegro.tumblr.com/post/398347068/ stairway-to-heaven-scultura-di-eu...

    “ABD’nin 1933-39 Moskova büyükelçisi, ülkesi için kaleme aldığı bir raporda ezcümle “SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin) en zayıf noktası dindir. Onları bu noktadan bitirelim. Üç dini kontrol altına alalım...” diyor.

    Rahmetli Erol Güngör 1978’de, “ABD, SSCB’ye karşı şimdilik İslam dünyasını kullanıyor. (Müslümanlardan tarafmış gibi davranıyor.) Eğer SSCB biterse, o zaman dünya tek bloklu olur ve ABD’nin tek düşmanı İslam olur” diyordu. Bugün bizim muhafazakârlar(!) ABD’nin istediği Ilımlı İslam’ı destekliyorlar.

    1959’dan 1962’ye kadar Vatikan’da 16 toplantı yapıldı. Sonunda Dinlerarası Diyaloga karar verildi. Ancak Diyalogun bildirgesi şunu söylüyor: Kurtuluş İsa’nın ışığına bağlıdır...

    Hıristiyanlığı gün ışığına çıkarmak için, dinlerini yeniden kuvvetlendirmeye çalışıyorlar. Bizim gazeteler de “Vatikan çağdaşlaşıyor” diyorlar. Yalan!..

    Bu, çağdaşlaşma değil yeni bir stratejidir, küresel sisteme uyarlanmış yeni sistem misyonerliktir. Onun için Papa II. Jan Pol, “Bizim derdimiz Müslümanları Hıristiyanlaştırmak değil, bizim gibi düşünmelerini sağlamaktır” diyor.

    Dikkat! Hıristiyanlara göre papalar tanrının vekilidir ve onların sözü tanrı sözüdür. Papa’nın sözüne ona göre bakmalı...

    Meselâ Papa, “Müslümanlar Ermenileri öldürmüştü. Şimdi de Kürtleri öldürüyorlar” diyor, bizim basın da “Papanın dili sürçtü” diyor. Halbuki, Hıristiyanlara göre papanın sözü sürçme falan değil, ilâhîdir...

    Hıristiyanlar, “Türkler Anadolu’yu fethetmekle günah işlemişlerdir” diyor ve öyle inanıyorlar.

    “Allah hem birdir hem üç” demek aklın alacağı bir şey değil. Müslümanlar Hıristiyan olmaz. Onlar da biliyor bunu. Onun için hedefleri Müslümanları Hıristiyan yapmak değil, kendileri gibi düşündürtmektir. Müslümanlar, Hasan ile Hans’ı, Meryem ile Meri’yi aynı görürlerse mesele kalmayacak...

    Kant, Dekart gibi mütefekkirler, “İnancımı korumak için susuyorum” diyerek üç ilah meselesinde susmuşlar. Ne yapsın? Adamın kafası almıyor.

    Bunlar da Prof. Nadim Macit’in konuşmasından notlar...

    Sayın Ahmet Tekin’in hatırlattığı bir âyet ve bir hadisle yazımızı bitirelim. Âyet meâli:

    “Eğer onlar da (Yahudi ve Hıristiyanlar) sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, muhakkak doğru yolu bulmuş olurlar.” (Bakara, 137)

    Hadis: “Benden sonra peygamber yok, sizden sonra da ümmet yok.”

     

     

    YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR CENNETE GİREMEZ. GİRER DİYENDE GİREMEZ

×
×
  • Create New...