Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HEZ-EZ

Editor
  • Content Count

    137
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by HEZ-EZ


  1. Oruçlunun gözüne nazil olur ilk âyet. "İkra!" [Alak, 1] Dağınık duran şeyler, oruçlunun gözünde birleşir. Unutulmuş tatlar, oruçlunun huzurunda dirilir. Eprimiş lezzetler, oruçlunun dilinde billurlaşır. Durulur an. Kristalleşir mekân. Tesadüf olmaktan çıkar bahçeler. Rasgele durmaz meyveler. Öylesine ve sıradan görünen ne varsa, biricikleşir, bi'taneleşir oruçlunun bakışında.

    Birbirinden kopuk sanılan parçaları bir bütün halinde görür oruçlu. Belki de ilk defa, anlamlı bir bütüne dönüşür çevresi. "Kitap gibi" şık görünür her şey. Böylece "okuma"ya başlar oruçlu. Parçaları anlamlı bir bütün haline getirir. "Kitab" diye görmeye başlar kâinatı... Anlam kazanır her şey. Ve yeni bir ruhla görünür ekmek ve su...

    Böylece, oruçlu, her şeyin her an yine ve yeni yaratıldığı bir evrende yaşamaya başlar. Hayret eder gördüğüne. İlk defa görür çünkü. Şükreder yediğine. İlk defa tadar çünkü. Rabbinin adıyla dokunmayı öğrenir. Kendisinin ezelden beri burada olmadığını, emaneten geldiğini hatırlar. Kendisinine ebediyen burada kalmayacağını, şimdilik olduğunu fark eder. Kendisini de yeniler.. Taze bir bakış olur âleme...

    Heyecanla "Oku"maya başlar. Besmelesi lafta kalmaz; kalbe iner. Hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını bildiği şu âlemde Bir'inin izniyle yaşadığını görür. Sadece ama sadece Allah merhamet ettiği için bu varlık sofrasına buyur edildiğini fark eder. Dilinin dediğine kalbi de canı gönülden katılır: "Bismillahirrahmanirrahim."


  2. Ey Oruç, Tut Beni

    Hoş geldin ey suskun sevgilim;

    Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı. Nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi. Yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi. Göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi.

     

    Hoş geldin ey yüzü gamzelim;

     

    Bakışının menzilinde tut gözlerimi. Tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik et kibrimi. Gör(e)meyip de seni, göster(e)meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi.

     

    Hoş geldin ay yüzlüm benim;

     

    Tut saçlarımın kakülünden, kaldır yüzümü yerden. Utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut. Pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar, uyut. Dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı.

     

    Hoş geldin ey hesapsız sevincim;

     

    Tut elimi. Avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi. Geri ver uzak dal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi. Tut Ferhad’ımın elinden, şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi. Tut Züleyha’mın elini, önü/ardı yırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi.

     

    Hoş geldin ey ruh ikizim;

     

    Tut, ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü... Tut ki aynalarda avuntu bulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendine varamayan, yüzünü yakmış bir hastayım. Gözbebeğinde tut beni. Ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana. Tut ki resimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılı umarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum. Tut kolumdan, ardın sıra sürükle, yuvama götür. Tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtık bir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm. Aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiire kafiye eyle beni. Tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalp parayım. Elinde tut, say beni, inci mercana sat beni. Işığa tut yüzümü; sahih kıl beni.

     

    Hoş geldin ey son tesellim;

     

    Göz yaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı. Şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi.

     

    Hoş geldin ey kalbimin göğü;

     

    Tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi. Yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında.

     

    Hoş geldin ey bin bahar neşesi;

     

    Tut elimden sımsıcak, karanfillerin kûyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi.

     

    Hoş geldin ey ışıltılı libasım;

     

    Tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etme bendeni. Omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni.

     

    Hoş geldin ey kan davalım;

     

    Tut (i)ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eyle cimriliğimi. Bağla ayağımı yokluklara gitmekten. Bileklerimi kelepçele, yasakla ellerime biriktirmeyi..

     

    Hoş geldin ey açlığım;

     

    Tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsına savur beni. Çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan. Yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri.

     

    Hoş geldin ey sırdaşım;

     

    Tut beni, sobele. Saklandığım yerde bul beni. Şehrayinlere kat. Gizlice kaçır evden. Mahyaların ışığına kat gözlerimi. Kan/dillerin fısıltılarını lerzan gönüllere karıştır. Kanlıyı hunrîz ile barıştır ki ihanetler yatışsın, nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun..

     

    Hoş geldin ey gam telim;

     

    Tut getir o mahur besteleri. Notaların ahengine böl kırgınlıklarımı. Şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi. Mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini.

     

    Hoş geldin ey güz yağmurum;

     

    Sağanağına tut bu çorak gönlü. Seline kat yangınlarımı. Damla damla denize at kanayan yanlarımı. İçimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/r yüreğimi. Hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat.

     

    Hoş geldin ey orucum;

     

    Acıktım sana; sofrana oturt beni.

    Acıttım içimi; göğsünde avut beni.

    Aktım sana; damla damla yut beni.

    Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni.

    Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni.

    Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni.

    Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni.

    Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni.

    Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni.

    Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni.

    Tut beni.

    • Like 1

  3. Gözlerim Gözlerine Bakmak İçindir

     

    Bir geldin. Hasretini bıraktın zindanıma.

    Karanlık karanlığa düştü.

     

    Gece gecenin üstüne indi.

     

    Parmaklıklar dağıldı; yüzün esir aldı beni.

    Taşlar toz oldu; özlemin taş kesildi.

    Gözlerine zincirlediler gözlerimi.

    Gidişin hüzünlü bir sonbahardı, unutmadım.

     

    Yıldırımlar düşürdün bakışından göğsüme…

    Saçlarım beyaz alev aldı.

    Yandım.

    Taş üstünde taş oldum.

    Suskunluğum utançtan duvarlar ördü.

    Sağnak sağnak yağmur oldum, yağdım küskünlüğümün çölüne.

    Çığ olup kendi yalnızlığıma katlandım.

    Uzaklığını yorgan yaptım çıplak ruhuma.

    Sözün güneşin yüzünü güldürürdü, unutmadım.

     

    Sessizliğin yeniden yeniye yanmış bir kül gibi.

    Rüzgâr aldı nefesimi.

    Buzdan sütunlara çarpıldı sesim.

    İçimin içinde bir gurbet oldun.

    Sen gittin gideli, dağlar yollardan saklanır oldu.

    Öyle derinleşti ki vadiler; gölgeler içine girmeye nazlandı.

    Bütün çöllerin tozlarını yutmuş gibi dudaklarım, ah etmekten bile usandı.

     

    Susuşun ibret dolu bir kitaptı, unutmadım.

     

    İçimde hep su sesi arıyorum.

    Denizler kurumuş… Lâl dudaklar susmuş..

    Kıyılardan çekilmiş hayat; kemikler un ufak olmuş.

    Çöllerinden geçiyorum sensizliğin.

    Sessizliğin çığlığını büyütüyorum yüreğimde.

     

    Gelişin bir taze bahardı, unutmadım.

    Kalbine girdiğim yollara pusular kurulmuş.

     

    İnsan insana kavuşmuyor artık.

    Anka kuşları dirilmiyor yeniden. Küller bile yanmış yakılmış; ateş yeniden kendine gebe kalmıyor artık.

    Hıçkırıklar yalanın harmanına karışmış; gelmiyor gelemiyor yittiği yerden.

    Bakışın canlara can katardı, unutmadım.

     

    Bütün bağlardan kurtuldum.

    Geceleri gecelerin koynuna sürdüm.

    Bütün ışıkları gözlerinin karasına çaldım.

    Yanağının kıyısına geldim.

    Ellerinin ateşinden serinlik umdum.

    Gözlerim seni gördüğü için güzel.

    Işık senin yüzüne vurduğu için aydınlık.

    Yağmur senin göğsüne dokunduğu için serin.

    Rüzgâr senin tenine vurduğu için nefeslenir.

    Dualar senin dudağına dokundu diye göklerin kapısına dayanır.

    Duruşun dağların başını dik tutardı, unutmadım.

     

    Günahlarımı biliyorum, utanıyorum.

    İsyanlarım çok oldu; yüzüme bakamıyorum.

    O kadar unuttum ki, unuttuğumu hatırlamıyorum.

    Bana nasıl bakacağını merak ediyorum.

    Ürperiyorum. Ürperiyorum.

    Ya tanımazsan beni…

    “O beni sevmedi!” dercesine görmezden gelirsen ağlayan gözlerimi?

    Hayır, hayır, böyle olmayacak, emin olmak istiyorum.

    Senin müşfik bakışında, toprağın yağmura doyması gibi sonsuz bir serinliğe kavuşacağım.

    Senin bakışında sonsuz bir hülyânın eteğine varacağım.

    Özlemin cennetin kokusu bana, sana susadım.

     

    Ne hüznü eksilir ne sana doyar bu gönül.

    Sen gittin, çiçekler ezildi dünyada.

    Sen gittin, rüyaları boğuldu bebelerin.

    Sen gittin, sesi duyulmaz oldu derelerin.

    Sen gittin, yüreklerden kan çekildi.

    Sen gittin, can tenden usandı.

    Sen gittin, dağ dağa küstü.

    Sen gittin, alev üşüdü.

    Sen gittin, aşk kalplerden çekildi.

    Kıyılara vurdu aşıkların cesedi.

    Vuslatın cennet çiçeği bana.

    Baharlardan hep seni sordum.

     

    Senin serinlettiğin suları içiyor ceylanlar.

    Martılar senin yürüdüğün göklerde geziniyor.

    Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını.

    Bebelerin senin tebessümünü içiyor ana sütünden evvel.

    Şu dar göğsümün kozasından çıkmaya çalışıyorum.

    Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı.

    Bir kelâm söyle n’olur!

    Her hecenin arefesinde seni duymak istiyorum.

    Hitabın denizleri taşırıyor kıyılarıma, nereye baksam sana dokunuyorum.

     

    Sev beni cananın olayım.

    İçimden aksın bütün ırmaklar.

    Senin kıyılarını kucaklayan kocaman bir derya olayım.

    Rüzgârlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün.

    Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım.

    Çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüdüğün yollara toz olayım.

    Senin hasretinle yanar her yanım, bütün ufuklardan seni umarım.

     

    Çöldeyim, susuzum.

    Dudağın bana Leylâ.

    Kuyularda Yusuf’um.

    Sözlerin bana Züleyhâ.

    Ateşlerde İbrahim’im.

    Gözlerin bana deryâ.

    Sancılar içinde Meryem’im.

    Bakışın bana İsâ.

    Yaralar içinde Eyyub’um.

    Hasretin bana şifâ.

    Ölüler içinde bir ölüyüm.

    Ellerin bana musallâ.

     

    SENAİ DEMİRCİ


  4. KÜLTÜR OCAĞI’NDA BİR MÜTEFEKKİR YÂD EDİLDİ Ünlü düşünür Kenneth Boulding’in “altın beyinli adam” olarak tanımladığı Prof. Dr. Erol Güngör, Ahiret’e irtihâl etmesinin 29. seneyi devriyesinde KOCAV’da her yıl olduğu gibi bu yıl da ahde vefa kabilinden yâd edildi. orta_mehmet%20ak%c4%b1nc%c4%b1.jpg

     

    VEFATININ 29.YILINDA PROF. DR.EROL GÜNGÖR’Ü ANMA PROGRAMI

    “PROF. DR. EROL GÜNGÖR’ÜN TÜRKFİKİR HAYATINDAKİ YERİ”

    YRD. DOÇ. DR. Mehmet AKINCI

    Akademisyen

    21 Nisan 2012- 17.00

    Erol GÜNGÖR Salonu

     

    KÜLTÜR OCAĞI’NDA BİRMÜTEFEKKİR YÂD EDİLDİ

    Ünlü düşünür KennethBoulding’in “altın beyinli adam” olarak tanımladığı Prof. Dr. Erol Güngör,Ahiret’e irtihâl etmesinin 29. seneyi devriyesinde KOCAV’da her yıl olduğu gibibu yıl da ahde vefa kabilinden yâd edildi. Bu yıl da fikir dünyamızı aydınlatanAnadolu topraklarının yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden Güngör’ü anmak veanlamak için bir konferans düzenlendi. “Prof. Dr. Erol Güngör’ün Türk FikirHayatındaki Yeri” başlıklı konferans tebliğini Aksaray Üniversitesi KamuYönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akıncı sundu. Erol Güngör'übirçok yönüyle görmemizi sağlayan Akıncı, fikirleriyle tanıdığı ErolGüngör'ü fikirleriyle anlatacağını, temalar üzerinden bir bütüne giderek birsunum yapacağını belirterek söze başladı.

    “Bir mütefekkiri tanımak içinonun hayat hikâyesini bilmek gerekir” diyen Akıncı, Erol Güngör'ünhayatından ve eserlerinden kısaca bahsetti. Güngör’ü çağdaşlarından ayıranözelliklerine dikkat çeken Akıncı, "Erol Güngör yaşadığı dönem içerisindeserinkanlı analizlerle ön plana çıkmıştı. Kemalizm ve etnik milliyetçiliktenayrılan bir kültür milliyetçiliğinin temsilcisi idi. İlgi alanı, kültürdeğişmesi ve milliyetçilik idi. Türkiye'nin Batılılaşması da temel ilgi alanıolmuştu.” sözleriyle Güngör’ün kısa ömrüne sığdırdığı büyük dertlerinin birözetini yaptı.

    Hocası Mümtaz Turhan'ınyolundan giden Güngör, Türk modernleşmesini şekli bulur. “Termometreyi ısıtarakodanın derecisini yükseltemeyiz” der.

    Cumhuriyet sonrası Türkmodernleşmesinin neye dayandığını araştırmıştır. Eserlerinde pozitivizmeleştirileri görülür. Auguste Comte'cu bir pozitivizmin İttihatçılarınetkisiyle Türk modernleşmesine yön verdiğini belirtmiştir. Erol Güngör,pozitivizmin karşısında yer almıştır. Batı’nın zaten bu epistemolojidenayrıldığını, bunun üzerinden bizim ise yanlış bir modernleşme içerisindebulunduğumuzu söyler.

    Pozitivizmin sezgisel aklı yoksayması insanı kötülüğe götürmüştür. Örneğin atom bombasını yapmak ve kullanmakakılcıdır. Fakat bunun kötü olduğunu söyleyen bir sezgisel akıl da vardır. AmaBatı bu aklı yok saymıştır. Bu da buhrana yol açmıştır. Komünizm ve faşizmböyle doğmuştur.

    Erol Güngör, sezgisel aklı yoksayarak tamamen pozitivist olarak bir modernleşme içerisine girilmesine karşıçıkmıştır. Kültürün ancak kendiliğinden değiştirilip dönüştürebileceğini, aklınkültürü değiştirip dönüştüremeyeceğini vurgulamıştır.

    Güngör, Ziya Gökalp'inmedeniyet-hars ayrımını ileriye götürmüştür. Gökalp “Batı’nın teknik yanlarınıalalım kültürel yapılarını almayalım” demişti. Fakat Erol Güngör maddi unsurlarınalınıldığında manevi unsurların da beraberinde geleceğini belirtmiştir. Onuniçin de hazırlıklı olunması gerektiğini söylemiştir.

    Güngör, sanayileşipgelişebileceğimizi akılcı olduğumuzda da bunu yönlendirecek bir değerlersilsilemizin olabileceğini belirtir. İslam nezdinde modernleşmenin bir sıkıntıyaratmayacağını belirtmiştir. Bu yüzden din konusunu önemser ve din konusundayapılanları da eleştirir. Dinin sosyal alandan çekilip vicdanlarahapsedilmesine karşı çıkmıştır. Erol Güngör bunu pozitivizmle ilişkilendirir.Dinde reform konusuna karşı çıkmakla birlikte günümüzde dinin temelsorunlarının üzerine gitmekten de kaçmamıştır. “İslam terakkiye mani midir?”konusunu eserlerinde işlemiştir. Tasavvuf konusuna da değinmiş, tasavvufunçöküş dönemlerinde ciddi kuruluşlar olduğunu fakat yenilik dönemlerinde peketkin olamamalarını sorgulamıştır. Buradan hareketle “Tasavvuf insanın mistikbir seyahatidir” der.

    Kültür meselelerine yoğunlaşanGüngör, dilde sadeleşmeyi eleştirmiştir. Dili sadeleştirmenin yersiz vegereksiz olduğunu, bunun bizi kültürümüzden uzaklaştıracağını ifade etmiştir.

    Devletin resmi tarih tezine dekarşı çıkmıştır. “Tarihte Türkler” eserini yazarak Türklerin tarihini anlatmayaçalışmıştır. Resmi tarih tezinde İslam kültürü atlanmış, İslam öncesi Türkkültürü üzerinde durulmuş ve Osmanlı'ya soğuk bakılmıştır. Erol Güngör bunueleştirir. Türkleri Müslümanlıkla eş gören bir tez öne sürmüştür. İslaminancını benimsemeyen Türklerin etnik kimliklerini kaybettiklerini söyler.Fakat Sünni Müslümanlığı seçen Türklerin benliklerini asla kaybetmediğinibelirtir. Türk=Müslüman formülizasyonunu kurmuştur.

    Erol Güngör'e göre Türkdemokrasisinin en önemli sorunu, bürokratik elitin demokrasi üzerinde oldukçaetkili olmasıdır. “Demokrasilerde seçilmişlerin atanmışlardan üstün olmasıgerektiğini” savunur. Ona göre halkın iradesi bir avuç elitin elinebırakılmamalıdır.

    Eğitim konusuna da değinenGüngör, eğitimde bürokrasiye itaat kültürünü eleştirmiştir.

    Sola bakışı da kültüreksenlidir. Eleştirilerinin temelinde kültür vardır.

    Erol Güngör devlet eleştirisiyapmamıştır. Devleti her zaman kutsamıştır. Milletin hizmetinde bir devletideali vardır. Eleştirileri uygulamalara dair olmuştur."

    Erol Güngör'ün fikri hayatınıkısaca böyle anlatan Mehmet Akıncı, sözlerini bitirdikten sonra dinleyicilerdegelen soruları yanıtladı. Ardından Erol Güngör'ün ve Ahirete göç etmiş bütünmünevver ve mütefekkirlerin ruhuna okunan Fatiha'larla program nihayet buldu.

     

    Abdullah Oğuz ALA (İhtisas 2)


  5. "Tokken SEN, SEN değilsin."merhamet.jpg

     

     

    Birkaç gündür reklam panolarında gözüme ilişiyor o slogan. Sade. Şaşırtıcı. Sarsıcı. Sahici. İçinden yakalıyor insanı.
    "Açken SEN, SEN Değilsin"
    Tıp adamı tarafımla onaylıyorum cümleyi. Kan şekeri düşen insan asabileşir, kontrolünü yitirir. Kendisi olmaktan çıkar sahiden. Çikolata reklamı için yerinde bir cümle. Net bir tıbbi gerçekliğe dayanıyor. Hatırı sayılır. Bu cümlenin hatırını bu kadarla saymış olalım.

    Kanaatimce, her yerde, her zaman, hiç olmazsa bugünlerde billboardlarda ve panolarda görmemiz gereken slogan bunun tersi olmalı: "Tokken SEN, SEN değilsin."

    Tokluk, duyguları sağırlaştırır. Dışarıya ilgiyi azaltır. Başkalarına dair kaygılarımızı söndürür. İnsanı kendi kendine yeter sandırır. Hele de aşırı tokluk, hiç acıkma deneyimi yaşamamak, çevremize duyarsız kılar bizi. Diğerkâm olunmaz tokken. Tok acın halinden bilmez. Tokken, yardım için eller cebe gitmez. Paylaşmaya aklımız yatmaz. Bencilleşiriz. "Bana ne!"lerimiz çoğalır. Bahanelere yaslanırız. Konforda kayboluruz. Yüreğimizden başkalarına doğru akacak merhamet kanalları tıkanır. Kendi kabuğumuza çekiliriz; merhamet gözeneklerimiz kapanır.

    İnsanı, insan olarak var kılanın dilediği değildir bu. O insanı "alâka"dan yaratmıştır. "Oku; Rabbinin adıyla oku. Ki O insanı ‘alâka'dan yarattı" diye meali verilen ayetlerin şifresi "alâka" kelimesidir. Genel kanaatin aksine, ‘alâka' deyimi, sadece insan cenininin bir evresini ifade etmez. "alaka" diye adlandırılan bu evrede, embriyo hücreleri rahim duvarına çengellenir, asılır. Rahimle "ilgi"si başlar. Ana rahmiyle alâka kurduğu için cenine bu evrede ‘alaka' denir. "Her şeyi birbiriyle ilişkilendir, varlıkta anlam ara!" anlamındaki "İkra!" hitabından sonra gelen cümlelerin anlam eksenini ancak böyle yakalarız. ‘İnsan' ve ‘alâka' birbirine ikiz kardeş gibidir. İnsan her şeyle alâkadardır; her olaydan etkilenir, her acıdan pay alır.

    İlk ayetler insana insan oluşunu hatırlatır: ‘Seni Sen yapan ilgidir, alâkadır." Çevresiyle bağını koparmış insan ‘insan' değildir. Başkasına ilgisiz, komşusuna duyarsız, etrafına merhametsiz insan, insandan beklenen temel işlevi yerine getirmez.

    İlk ayetlerin akışı "insanı yaratan" Rabbinin "insan"ı yoğurmayı dilediği yönü işaretler. Bencil olmamalıdır insan. Benci olmamalıdır. Kendine yontmamalı. Sırf kendi çıkarını düşünüyor olmamalı. Zayıflara duyarsız kalmamalı. Gücüne yaslanmamalı.

    Yetimi öksüzü gözettiği ölçüde, yoksula muhtaca el uzattığı kadarıyla, yaratıldığı ‘maya'ya sadık kalır insan. Böylece "alâka"dan yaratılmışlığının hakkını verir. Yoksa kendi aslına ihanet eder. Yoksa, olması gerektiği gibi olmamanın sancısını çeker. Huzurdan yoksun olur. İç barışını elde edemez. Misyonunu yerine getirmez. Yarım kalır; tamamlanamaz.

    Belli ki, insanlığın ufkuna "Senin Rabbin kerimlerin kerimidir" diye d/okunan ilk ayetler, "Emin Muhammed"in o sıralar "şehir"de olup bitenlere derin itirazına cevaptı. Güçlünün zayıfı ezdiğini gören Abdullah oğlu Muhammed'in [asm] fıtratı, "Böyle olmamalıydı!" diye isyan etmiş olmalıydı. Hemşerilerinin bencilleştiğine, vurdumduymazlaştığına tanık olan "evrensel vicdan", olan bitenin insanlığa yakışmadığını haykırıyor olmalıydı. Cevap O'nun sancısı sayesinde geldi: "Karşılıksız vermeyi ilke edinen Rabbinin adına bak varlığa. Senin Rabbin kerimler kerimidir; kerem ettiği için insanı var etti. Elbette ki insandan kerem bekler, insanı iyilik ederken görmek ister."

    Belli ki insanı insanla "alâka"landırmak içindir oruç. Emellerinin ardı sıra koşarken merhameti unutmasın diye açlık deneyimi yaşatır O Kerimler Kerimi. Oruç, insanlığın içindeki cevheri açığa çıkarmak için çizik atar ben'in kabuğuna. Namaz da öyle. İnsanı bildiği gördüğü her şeyi aşabilecek bir duruşa taşır kıyamıyla. Secde ile varlığın ötesine ağmaya, eğilmeye çağırır insanı: varlığın konforuna kıvranıp çürüyebilecek insanlık cevherini parlatır. Zekat da öyle. Zekat, kendinden öteye odaklar insanı. Varlığını bencil bir sarmalda tüketen insanlığa, başkaları için de var olmanın letafetini kazandırır. Sadaka, sözüne sadık kalma sınamasıdır; verilenlerin çokluğuna kanıp da Veren'in verdiğini unutmak gibi bir rezillikten kurtarır insanı. Başkalarının acıları karşısındaki duruşumuzu onarmak içindir bunca çaba. "Alâka"yı diri tutmak için.

    Başkalarının acıları seni acıtmıyorsa, sen sen değilsin. Kırılmış kanatların sızısı yüreğine dokunmuyorsa, sen sen değilsin. Başkalarının ihtiyaçları rahatını bozmuyorsa, sen senden bekleneni vermiyorsun, sen sen değilsin. Susuzlara su yetiştirmek için terlemiyorsan, içinin merhamet denizi kurumuş; sen sen değilsin. Açlara ayıracak lokman yoksa sofranda, insanlığını gırtlağında boğmuşsun; sen sen değilsin.

    Billboardların hepsini hak eden cümlemiz işte:

    Tokken SEN, SEN değilsin.
    • Like 2

  6. ZAN

    Sen!

    Hayatın senin arkadan işleri çevirdiğini mi düşünüyorsun? Kaderinin hiçbir satırının senin için yazılmadığını, felekle tebelleş olmayı hayat CV’nin başköşesine tecrübe olarak yazabilme ihtimalinin yüksek olduğunun farkındalığına eriştiğini mi düşünüyorsun? Kimsenin seni anlayamayacağını; anlasa bile anlamanın çözmeye yetmeyeceğini mi öğrendin? Yani öylesin ki... Öyle yani yazamaz, yazılamaz, kelimeler kifayesiz...

    Söylemek istesem gönüldekini; dilime dolanan ıstırap olur

    Yazsaydım derdimin ben bir tekini; ciltlere sığmayan bir kitap olur

    Çoğu insan yukarda mübalağ ile sorulan soruları belki, modernizmin getirdiği bireyselliğin daha doğrusu bencilliğin verdiği at gözlüğü ile sadece kendi ile meşveret etmenin bohemyasında evet diyebilir. Evet... Evetse eğer sen yüzde çok yüksek bir ihtimalle, dizginlerini çoktan sana dayatılan şeylere kaptırmış, küheylan gibi koşan ama gerçeğe veya asıl olana karşı duruşun eşekten ziyade kaplumbağa...

    Zira dayatılan o dur ki; Kulakların senin için dinlemeli, gözlerin işine geleni görmeli, beynin senin için ne yapıyorsa yapmalı vs... Bu da böyle olunca sıkıntılarda ya da senin sıkıntı zannettiğin şeylerde haddinden fazla abartılı olarak algı mekanizmanda yankı buluyor. Çünkü sen, sadece sende olanın farkındasın ve yine sen zannında sıkıntı olarak hâsıl olan şeyi, başkalarınınkiyle karşılaştıramamandan ötürü cevabın evet. Çünkü senin en büyük birimin sıkıtıyla alakalı, senin en büyük sıkıntı saydığın şeyden başlıyor.

    Şunun farkına varalım. Herkesin hayatında zorluklar var. Ama hepsinin illa ki bir çözümü var. Zaten ispat odur ki sen insansın. Başka bir şeye gerek yok. Biz çözüm zannettiğimiz şeyi her zaman istediğimiz şey ile karıştırıyoruz. Olmayan, olması nâmümkün olan şey olmayınca onu imkânsız görüp, sıkıntılara gark ediyoruz kendimizi. Sadece ve sadece bir kere nelere aldandığımız hesaplayalım. O zaman göreceğiz ki içimizi burkan bunca şey, aslında zahiri bir göz yanılmasıdır.

    Bu bohemiyanın en üstü noktası, çözümsüzlüğün artık tek çözümünün ölüm olduğu belirsizliği de var maalesef. İnsanın hayatta yapabileceği en büyük hata! Dönüşü olmayan tek yol. Dediğim gibi elbette insan hayatta zorluklar çekecek; ama hiç bir zaman unutmamalıdır ki, hiç bir insanın başkasına göre sahip olduğu şeylerden ötürü ümitsizliğe kapılmasına veya isyan etmesine hakkı yoktur. Bunlar en ucuz çözüm sanılan çözümsüzlüklerdir. Pişmemişlik Mevlana deyimiyle hamlıktır.

    İntihara sebep nedir? İnsan kavram mekanizmasını hep “ben”li kurarsa, sebep denen şey çok. Ama şöyle bir nokta var. Sen artık kendine saygı duymayabilirsin, kendinden nefret dahi ediyor olabilirsin. Bu hayata gelmenin ananın babanın lanet olası bir gecelik zevki olarak ucube düşüncelerin olabilir. Tüm bunlar böyleyken bile senin kendi canını almaya hakkın yoktur. Bu hak kimseye verilmemiştir. Zira sen, seni seven insanlara yokluğunla kahredemezsin. Bunu da bileceksin! Hayatını “senin nazarında” iki tarafı b.klu deliğe sen getirmişsin ya da muhtemelen sana öyle geliyor; ama en büyük korkaklık olan çekip gitmek senin hakkın değil. Sadece bunun farkında olmak zorundasın.

    Zorunluluklarını sen seçemez, red edemezsin. Yapmak zorundasın. İnsanla insan olmayan her şey arasındaki tek fark.


  7. Eskici; alır mısın benim kırık düşleri mi de? Sol yanı eskimiş duygularım var mesela; alır mısın? Aka aka örselenmiş g/özyaşlarım var bir de. Sahi ne alırdın sen? Zaman aşımına uğramış anlamsız boş b/akışları da alır mısın? Güneşte kalmış rengi solmuş suskunlukları... Tutamadığım sözler var mesela; atmaya kı/yamadığım yanık zamanlardan. Kül rengi akşamlarım var hasret kokan anlardan. Mevsimlerim var; yağmurlu bahardan kalma... Dahası... Sahi sen daha önce geçmiş miydin buralardan?

    • Like 3

  8. İki muhabbet arası bir itaat...aaaaaaaaaaaaaaa.jpg

    İtaat etmek, hep zor gelir insana. Zoruna gider, zorlar. Kendi varlığını tehdit ede gelmiştir tâbi olmaların hepsi. Bir başkasını izlemek kendi arzusunu arkada bırakmayı, kendi önceliklerine sırt dönmeyi gerektirir çünkü. Üstelik her itaatin öncesinde de soğuk bir emir cümlesi vardır: ?İtaat edilecek. İtaat eeet!? Peki ya, Peygambere itaat etmeye ne demeli? O?nun [asm] izinden yürümek de böylesine zorlayıcı mı? O?na [asm] tâbi olmak da istemeye istemeye mi olmalı? ?İte kaka? bir itaat mi isteniyor bizden? ?Ya itaat edersin, yoksa yanarsın? şantajıyla mı çağrılırız Resulullah?a [asm] itaate? Yüzümüzü yoktan var eden, aynaya baktığımızda bizi kendi kendimize yeniden sevdiren Yaradan niye bize ?zoraki? bir yol çizsin ki? Kendi varlığımızdan ne kadar memnun isek, gözümüzün üzerindeki kirpiklere ne kadar itirazsız isek, O?nun bize çizdiği ?yol?u çirkin bulmaya o kadar hakkımız olmamalı. Yoksa, yüzümüzün her noktasını özenle var eden Yaradan ile yüzümüzü kıbleye dönmeye davet eden Rab ayrı kişiler mi? Yoksa, gözümüzle görmeye değer güzellikte milyonlarca çiçeği var eden Allah başka biri, bizi Resulullah?ın [asm] ebedî bahar vaad eden yoluna çağıran Rabbimiz başka biri mi? Beni ben yokken bile seven, ben beni sevemezken de beni sevip özenerek insan olarak var eden Yaradanım, beni niye ?sevimsiz?, ?lüzumsuz?, ?faydasız?, ?zoraki? bir yola çağırıyor olsun ki? İşte Rabbimizin bizi Resûl?ünün yoluna çağırdığı sözü: ?De ki [ey Elçim]? bana itaat edin?? [Âl-i İmran, 31]. Ayet cümlesini tam göbeğinden yazıyorum ki, noktalı yerleri akleden kalbimizle birlikte dolduralım. Her itaat çağrısı, bir soruyu kaçınılmaz kılar: ?Niye ki?? ?Nereden icap etti bu itaat şimdi?? Noktalı bıraktığımız yerlerde, Rabbimiz ?Niye ki??nin cevabını veriyor. ?De ki, eğer Allah?ı seviyorsanız, bana itaat edin?? Demek ki, Resul?e itaatin gerekçesi, hiç de zoraki değil. Sevmeye bağlı O?na itaat.. Sevmene bağlı? Hem de Allah?ı sevmene? ?De ki,eğer sevmeye Allah?tan daha lâyık birisini biliyorsan, bana itaat etme?? ?De ki, eğer Allah?ı değil de bir başkasını sevmek senin için daha kârlı ve faydalıysa, bana itaat etmesen de olur...? ?De ki, seni hiç yoktan çıkarıp insan olarak var edeni sevmek sana zor geliyorsa, bana tâbi olma?? ?Yine, de ki, seni hiç kimsenin anmadığı günlerde anıp da herkesin anmaya değer gördüğü biri olarak seçen Rabbini değil de, yolunu hiç gözlemeyen, yokluğunda seni hiç anmayan bir başkasını daha çok seviyorsan, benim izimden yürüme? ?Bir de, de ki, eğer seni senin kendini sevmenden önce seven Bir?ini değil de, yeryüzünde yüzünün görünmediği onlarca yıl boyunca seni anılmaya bile değer bulmayan birilerini daha çok sevmeye değer görüyorsan, bana değil onlara itaat et.? Sözün özü: Resullullah'a itaatin ön şartı, sevmek. Sevmekte zorlama yok. Sevmek, ite kaka değildir. Sevmek, yokuş yukarı çıkmak değildir. Bir akıştır sevmek. Gönüllü bir bakıştır. Yokuş yukarı da olsa, gönlünce yürümektir. Sevmekle yorulmaz insan. Sevmekle insan dirilir, diriltir. Kimseden zorla sevmek beklenmez. Öyleyse, ?zoraki? değildir Resûlullah?a itaat? Her itaat çağrısının ikinci bir sorusu daha vardır: ?İtaat edince n?olacak?? ?Nereye varacağım O?nun izinden yürürsem?? ?Ne elde edeceğim, O?na tâbi olarak?? Rabbimizin buna cevabı da tanıdık ve sevimli: ?sevilmek.? ?De ki, eğer Allah?ı seviyorsanız, bana itaat edin ki, Allah da sizi sevsin?? Yani. ?De ki, eğer Allah?tan başkası tarafından sevilmekle daha çok kâr edeceksen, bana itaat etmesen de olur..? ?Yine, de ki, eğer Allah?tan başkasının seni sevmesi seni yokluktan, hiçlikten kurtaracaksa, benim izimden yürüme.? ?Yine, de ki, hiç kimsenin hatırını saymayacağı, herkesin yokluğunu kanıksayacağı, seni unutacağı, seni unuttuğunu da unutacağı gelecek günlerde, Allah?tan başkası tarafından sevilmek seni toprağın altından çıkaracaksa, ebedî diri kılacaksa, benim ardıma düşmesen de olur?? ?Bir de şöyle de ki, eğer kusurlarına rağmen senin rızkını hiç kesmeyen, ayıplarını bildiği halde seni kimselere rezil etmeyen Allah değil de bir başkasıyla, bana tâbi olmasan da olur..? Ne güzel ki, ayet cümlesinin son ibaresi, Allah tarafından sevilmeyi zirve bir tasvire çıkarıyor: ??öyle sevsin ki Allah sizi, günahlarınızı kusurlarınızı toptan bağışlasın. Adeta görmezden gelsin. ?De ki eğer Allah?ı seviyorsanız, bana itaat edin ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı toptan bağışlasın.? [Al-i İmran, 31] Öyle bir sevgi ki sevdiğinin ayıplarını görmeyecek kadar ?körleştirici? bir sevgi. Öyle bir sevilme ki, sevilen hem bağışlanıyor hem bağışlandığı kendisine hissettirilmiyor hem de bağışlandığı suçları ebediyen yüzüne vurulmuyor. En ufak bir kınanma sözü, bakışı, edası duymuyor, görmüyor, bilmiyor sevilen. Öyle bir sevilme ki, sevilenin tüm hataları, cinayetleri, isyanları hasıraltı ediliyor, örtülüyor. O Allah ki, Resulüne itaati iki sevgi arasına sandöviçliyor. "Eğer Allah'tan başkasını sevmek daha anlamlıysa, bana itaat etmeyin" diyor Resulullah.. "Eğer Allah'tan başkası tarafından sevilmekle daha çok sahiplenilecekseniz, yine bana itaat etmeyin!" diyor Resulullah. Daha doğrusu, denmesi isteniyor. Sevdiğini iddia eden, sevilmek isteyen Allah'ın Resûlüne seve seve itaat eder. Öyle değil mi?


  9. İYİ OL...

    İyi ol fakat çok iyi olma,

    Birazcık huysuz ol fakat çok değil,

    İçinden geliyorsa dua et,

    Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et,

    Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.

    Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan;

    bağır, çağır, kır, dök ve unut!

    Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala,

    en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme,

    Yaşa herşeyden önce, yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için,

    laf olsun diye günlerini geçirme.

    Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan;

    bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!

    Hayatını o şekilde yaşa ki;

    her an kendi elini sıkabilesin ve

    her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yapki,

    gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine

    "ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.

    Düşüncelerin neyse hayatın da odur.

    Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.

    WİLLİAM SHAKESPEARE


  10. Var Olmak mı, Yoksa Olmamak mı

     

    Var olmak mı, yoksa olmama mı, bütün sorun bu!

    Düşüncemizin katlanması mı güzel,

    Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,

    Yoksa diretip belâ denizlerine karşı

    Dur, yeter! demesi mi?

    Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız

    Bitebilir bütün acıları yüreğin,

    Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.

    Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!

    Çünkü, o ölüm uykularında,

    Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,

    Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.

    Bu düşüncedir felâketleri yaşanır yapan.

    Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?

    Zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine..


  11. Sone 29

     

     

     

    bakışlarda küçümeyiş okuyorum

     

    yalnızım, bedbahtım, tesellisizim.

     

    gökler sağır, sesim boğuk

     

    ve lanet okuyorum talihime

     

    kıskançlıktan kuduruyorum

     

    kiminin ikbalini

     

    aczimden utanıyorum.

     

    hazlarım iğrendiriyor beni.

     

    o zaman sen geliyorsun aklıma,

     

    ve birden bire kanatlanıyorum, bir tarla kuşu gibi, mest

     

    içim aydınlıkla doluyor, yükseliyorum yükseliyorum

     

    neşideler söylüyorum hayata,

     

    göklerin eşiğinden

     

    bana ne toprağın çirkinliğinden

     

    insanların zilletinden bana ne?

     

    hatıran öyle sonsuz bir hazine

     

    ve sevgin öyle büyük mutluluk ki dostum!

     

    en mağrur hakanların tacını

     

    hor görüyorum

     

     

     

     


  12. Mustafa Yürekli, Necip Fazıl’ın penceresinden yirminci yüzyıla, 1930 -1980 arası yarım asırlık döneme bakıyor.

     

     

    Necip Fazıl’ın 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbe süreçlerinde duruşunu ve bunun eserlerine yansıyışını anlatıyor. Demirel’in eleştirildiği "Süleymanname" şiirinden sonra, Menderes’e ağıtı olan “Zeybeğin Ölümü” şiirini gündeme getiriyor..

     

    Necip Fazıl Kısakürek, iki lidere, Adnan Menderes ile Süleyman Demirel’e dair birer şiir kaleme aldı.. Sadece bu iki şiir bile, darbe süreçlerinin eleştirisi olarak edebiyatımızın şaheserlerdir..

     

    Menderes’e “Bilemem susarak ölmek mi hüner? / Lisan çıldırıyor dil nasıl döner? / Ondan son iz uzak, uzak bir fener / Öldü mü? Çatlarım yine inanmam! / Diriye yanarım ölüye yanmam!” dizelerinin de yer aldığı “Zeybeğin Ölümü” şiirini yazdı.. Bu şiirle üstat, 27 Mayıs darbesi sürecinde Menderes’e ağıt yakmış, milletimizin büyük çoğunluğunun hissiyatına tercüman olmuştur..

     

    Demirel’e deSen gül diyarının yapma gülüsün! / Aynı yapmacıkla Çoban Sülü’sün!” dizeleriyle başlayan "Süleymanname" şiirini yazdı.. Bu şiir de bir taşlamadır. Büyük Dogu dergisinde (27.12.1967) ‘Süleymanname’ adlı şiirle birlikte dönemin Başbakanı'nın kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk kez yayınladı. Demirel demek, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri demektir.. Lideri bulunduğu sağ partinin başında başkası olsaydı, o darbeler o kadar kolay yapılabilir miydi? Bu sorunun cevabını tarihçiler verecektir.."Süleymanname" şiiri, düzeni deşifre eder; statükoculuğa tavır alır..

     

    Cumhuriyet dönemi edebiyatımızda örneği az görülen, siyasi taşlamalardır bunlar.

     

    “Zeybeğin Ölümü” şiiri, 27 Mayıs darbesine, dolayısıyla darbecilerin zorbalığına dönük ciddi eleştiridir ve edebiyatımızda benzeri yoktur.

     

    Yirminci yüzyılın ikinci yarısının önemli siyasi portrelerinden, dokunuzuncu Cumhurbaşkanı, defalarca başbakanlık görevlerinde bulunmuş, Türk sağının lideri Süleyman Demirel’e yazılmış "Süleymanname" şiiri, başarılı bir kara mizah örneğidir..

     

    Fuzuli’nin “Selam verdim, rüşvet değil deyu almadılar. / Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler.” dizeleriyle başlayan “Şikayetname”si edebiyatımızda ne ise, “Zeybeğin Ölümü” ve "Süleymanname" şiirleri de odur..

     

    Necip Fazıl’ın sosyal/siyasal içerikli şiirleri, ayrıca ele alınmayı hak ediyorlar..

     

    NECİP FAZIL DARBELERE BOYUN EĞMEDİ

     

    “Necip Fazıl’ın 'Süleymanname' şiirindeki Demirel” yazısını yazıp bu köşede yayınlayınca, “Zeybeğin Ölümü” şiirini yayınlamamak, en hafif tabirle ayıp olacaktı. “Zeybeğin Ölümü” denilince akla, Osman Hamdi Bey’in kayıp tablosu gelir: Osman Hamdi Bey, 1867 Paris Dünya Sergisi’ne bugün nerede oldukları bilinmeyen “Çingenelerin Molası”, “Pusuda Zeybek” ve “Zeybeğin Ölümü” adlı üç yapıtını göndermişti. Necip Fazıl, bu kayıp tabloya gönderme mi yapıyordu acaba? Bilmiyoruz. O hayattayken, ne yazık ki kimse sormamış bunu..

     

    27 Mayıs 1960 darbesi, TBMM’yle birlikte milletin sesi Büyük Doğu'nun da kapısına kilit vurmuştu. Birkaç ay sonra, Necip Fazıl 1.5 yıl zindana kapatılacaktı. Derken zindanda 'Zeybeğin Ölümü'ne ağlayacaktı şair..1964'te Büyük Doğu'nun onbirinci devresini açtı. Adnan Menderes’in hatırası için kaleme aldığı ve derginin birinci sayısında yayınladığı 'Zeybeğin Ölümü' şiirinden dolayı takibata uğradı, sorguya alındı. Necip Fazıl, “Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı / Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı” dizeleriyle tanımlamıştı hayatı ve kaderi..

     

    Her sene 17 Eylül geldiğinde bu şiirdeki ateş, milletimizin yüreğini yakar, kavurur. Bugün Türkiye'de siyaset yapan herkes Menderes’ten, onun hatırasından referans olmasını talep etmekte. Demokratik Cumhuriyet'in ve milli irade kültürünün en önemli kaynağı o tecrübedir çünkü. Genç kuşaklara ibret olması düşüncesiyle “Zeybeğin Ölümü” şiiriyle baş başa bırakıyorum..

     

    ZEYBEĞİN ÖLÜMÜ

     

    Zeybeğimi bir kaç kızan, vurdular

    Çukurda üstüne taş doldurdular

    Ya bir de kalkarsa diye kurdular

     

    Zeybeğim Zeybeğim ne oldu sana

    Allah deyip şöyle bir doğrulsana!

     

    Zeybeğim kalkamaz dirilemez mi?

    Odası mühürlü girilemez mi?

    Şu ters akan sular çevrilemez mi?

     

    Ne güne dek böyle gider bu devran

    Zeybeğim bir sel ol bir çığ ol davran!

     

    Kır at zincirlenmiş ufuk sahipsiz

    Han kayıp hancı yok konuk sahipsiz

    Baş köşede sırma koltuk sahipsiz

     

    Kızanlar, dört yandan hep abandınız!

    Zeybeğin kanına ekmek bandınız!

     

    Bilemem susarak ölmek mi hüner?

    Lisan çıldırıyor dil nasıl döner?

    Ondan son iz uzak, uzak bir fener

     

    Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!

    Diriye yanarım ölüye yanmam!

     

    Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?

    Tesbihi dökülmüş aranır nine

    Balonu yok ağlar çocuk haline

     

    Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün

    Bir öldün beni de binbir öldürdün!

     

    Beyni tırmık tırmık pençelere sor!

    Mevsim niçin ölgün bahçelere sor!

    Sor; çukuru nerde, serçelere sor!

     

    Ağla, bir dinmeyen hasrete ağla

    Zeybeksiz yolları gözetle ağla! ...

    • Like 2

  13. Hekimoğlu

     

    Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.

    Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır.

    İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.

    Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.

    Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey,

    kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler.

    Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.

    Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır.

     

    Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :

    1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.

     

    2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya

    kadar geliyor ve burada ölüyor.

     

    Hekimoğlu,mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.

    Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de aynalı martini dir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen aynalı martinin özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.

    Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, Hekimoğlu'nun adı aynalı martinle özdeşleşmiştir.

     

    Hekimoğlu derler benim de aslıma

    Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime

    Konaklar yaptırdım döşetemedim.

    Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim

     

    Konaklar yaptırdım mermer direkli

    Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli

    Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi

    Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi

     

    Çiftlice Muhtarı puşttur pezevenk

    Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek

    Hekimoğlu derler bir ufak uşak

    Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek...

    • Like 1

  14. Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

     

    Çok eskiden köyün birinde Zeynepi simli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde yabancı köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.

    Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.

    Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.

    Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.

    Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.

     

    Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar

    Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler

    Annesinin bir tanesini hor görmesinler

     

    Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim

    Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

     

    Babamın bir atı olsa binse de gelse

    Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse

    Kardeşlerim yolları bilse de gelse

     

    Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim

    Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

    • Like 1

  15. "Amenna (Yaşayanlar Bir Gün Ölür)" Türkü Sözü

    Yaşayanlar bir gün ölür

    Bir gün ölür elbette

    Ağaçlarla balıklarla

    Kuşlarla ben amenna

     

    Ağlayanlar bir gün güler

    Bir gün güler elbette

    Uyanmakla anlamakla

    Bilmekle ben amenna

     

    Kısa çöp uzun çöpten

    Hakkını alır elbette

    Direnmekle kurtulmakla

    Barışla ben amenna

    dot.gif

    • Like 2

  16. Kadir Mevlam Senden Bir Dileğim Var-1

     

     

     

    Erzincan-Fidan Engin-Turan Engin

     

     

     

     

     

    Kadir Mevlam Senden Bir Dileğim Var

    Beni Muhannete Muhtaç Eyleme

    Eğer Muhannete Muhtaç Eyersen

    Akan Deryalara Gark Eyle Beni

     

    Muhannetin Suyu Dolayı Akar

    Aktığı Yerleri Sel Olur Yıkar

    İyilik Etmeden Başına Kakar

    İşte Böylesine Muhtaç Eyleme

     

    Muhannetin Sözü Zehirden Oktur

    Lûtfuna Kerem Et İnsafı Yoktur

    Sol Gözün Sağ Göze Faydası Yoktur

    Sağ Gözü Sol Göze Muhtaç Eyleme

    • Like 1
×
×
  • Create New...