Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HEZ-EZ

Editor
  • Content Count

    137
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by HEZ-EZ


  1. KÖYLÜ VE BÜROKRATtulipstair_queenshouse_greenwich.jpg

     

    Orta kademeden bir bürokrat görevli olarak

    Şehir'den Kasaba'ya doğru gidiyormuş.

    Yolda bir köyde, sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş,

    Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.

    "İmdat" diye bağırmış.

    "Boğuluyorum. Kurtarın beni!"

    O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.

    Bürokrat, "Bataklığa düştüm.

    Kurtar beni!"

    Köylü, "Geçmiş olsun" demiş

    Ama kurtarmak için hiç gayret göstermiyor.

    Hani nerdeyse dönüp gidecek.

    Bürokrat paniklemiş ister istemez,

    "Lütfen" diye yalvarmış.

    "Bir dal uzat. Kurtar beni!"

    Köylü, "Olmaz" demiş.

    "Sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin.

    Hazine malından bir şey almak suçtur!"

    "Sen, dalga mı geçiyorsun" diye bağırmış

    Ağzına dolan çamurlarla bürokrat

    "Ölüyorum. Kurtar beni!"

    Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş.

    "Ben Hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem.

    Fakat, seni böyle bırakacak değilim.

    Gidip muhtara haber vereceğim.

    O kaymakama,

    kaymakam da valiyi arar mutlaka.

    Malmüdürüne talimat verilir.

    Şayet, Hazine arazisi değilse,

    İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar..."

    "Yahu" demiş bürokrat,

    "Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm."

    Köylü gülmüş.

    "Ben ölmezsin demiyorum ki" demiş.

    "Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!"....
    • Like 1

  2. Sözünü yüzüme taşı ki, sözün sözde kalmasın!tow02xwaves-of-silence-ii-posters.jpg

     

    1. Arkamdan konuşmayacağından eminsem, konuşacaklarımın hepsini yüzüne konuşurum ve arkandan konuşacağım bir şey kalmaz.

    2. Arkamdan konuşacağından eminsem, konuşacaklarımın hepsini yüzüne konuşamam ve arkandan konuşacağım bir şeyler kalır.

    3. Arkandan konuşmayacağımdan eminsen, konuşacaklarının hepsini yüzüme konuşursun ve arkamdan konuşacağın bir şey kalmaz.

    4. Arkandan konuşacağımdan eminsen, konuşacaklarının hepsini yüzüme konuşamazsın ve arkamdan konuşacağın bir şeyler kalır.

    5. Seni arkandan konuşmayacağıma emin etmemişsem, yüzüme sadece yüzüme söylemeyi doğru bulduklarını söylersin, yüzüme doğruyu söyleyemezsin.

    6. Beni arkamdan konuşmayacağına emin etmemişsen, yüzüne sadece yüzüne söylemeyi doğru bulduklarımı söylerim, yüzüne doğruyu söyleyemem.

    7. Benim senin arkandan konuşmayacağıma emin değilsen, yüzüme söylediklerin aslında arkandan konuşmamı önlemek için seçerek söylediklerindir; asıl söyleyeceklerin değildir.

    8. Senin benim arkamdan konuşmayacağına emin değilsem, yüzüne söylediklerim aslında arkamdan konuşmanı önlemek için seçerek söylediklerimdir; asıl söyleyeceklerim değildir.

    9. Birbirimizi birbirimizin arkasından konuşmayacağımıza emin edemediğimiz sürece, yüz yüze konuştuklarımızın hepsi arkadan konuşacaklarımızdan ayıkladıklarımızdır. Söylediklerimiz asla asıl söyleyeceklerimiz olmaz.

    10. Yüz yüze konuşurken asıl konuşacaklarımızı arkaya saklıyorsak ve her ikimiz de asıl konuşacaklarımızı arkaya sakladığımızdan eminsek, aslında yüz yüze konuşuyor değiliz demektir. Sözlerimizin hepsi "sözde" sözdür.

    11. Asıl konuşacaklarımız için birbirimize arkamızı dönmeyi bekliyorsak, yüz yüze konuşmalarımızın hepsi yalandır. Yüz yüze bakışlarımız iki yüzlülüktür.

    12. Sözün özü: Gıybet kaçağı olan her türlü iletişim delik balona üflemeye benzer. Boş yere nefes tüketiriz. Sonunda arkamızdan konuşulmayacağından emin olmadığımız her türlü yüz yüze konuşma, şişirir şişirmez bir iğne dokunuşuyla patlatılacak balona üflemeye benzer. Nefes tüketmeye değmez!

    • Like 1

  3. Ellerimizin Büyük Boşluğu -Mevlana İDRİSeller_kar.jpg

     

    Burası dünya

    Gece gece gece

     

    Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık

     

    Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor

    Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü

    Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık

    Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından

    Alıp başımızı gitmek istiyoruz

    Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz

    Sana gelmek

    Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz

     

    Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz.

    Başımızın okşanmasını, gözyaşımızın silinmesini, kolumuza girilmesini istiyoruz

    Yağmurunu ve meleklerini yeniden istiyoruz

    Rüzgârın sesini, ırmağın sesini

    Dağların dağ , denizlerin deniz, kadınların kadın, çocukların çocuk

    Erkeklerin erkek, ekmeğin ekmek, nanenin nane olduğu bir dünyayı yeniden isterken

    Seni istiyoruz aslında bunu söyleyemiyoruz.

    Her yer gece, çok gece.

    Ve biz meleklerini istiyoruz Rabbim

    Çok yenildik yetmez mi

    Bir bankanın önünde, bir koltuğun altında, bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında.

    Büyütüp durduk siyahı

    Kuşlar gibi bakarken

    Kuşlar gibi vurulan çocuklarla

    Çok yenildik yetmez mi

    Bir mermiyle değişirken dünyamız

    Kulağımızda uluslar arası bir kınama

    Büyük yokluk yurdunun uğuldayan sorusuyla giriyoruz toprağa

    Dünya değişti ama kapı nereye açılacak

    Biteni biliyoruz şimdi ne başlayacak

    İşaretler ortadayken çöllere daldık

    Kalp verdin korkunç yaralandık

    Akıl verdin iyiliği esir aldık

    Ekranda kıtadan kıtaya atılan bir füze

    Gazetede karşı kaldırıma geçerken çiğnenen bir adam

    Durmadan dönen bir dünyada nerede olunabilirse

    Orada bile değiliz ve bilmiyoruz böyle nasıl

    Çamur olabilir kan olabilir karanlık olabilir böyle nasıl

    Ele geçirir dünyayı gece

    Gece gece gece

    Her yağmur tanesini bir melek indirirken yeryüzüne

    Her yalanı yüz şeytan taşıyor olabilir mi

    Bilmiyoruz

    Çünkü

    Bilincimiz içerken binlerce yılın karmaşık şurubunu

    Kameraya bakıp kalabalık şeyler söylemek ve gülümsemekle meşgulüz şu an

    Sonra oturup düşüneceğiz bütün bu olanları

    Bu olanlar! Çok şey şüphesiz

    Ama vaktimiz kalırsa oturup düşüneceğiz

    Yusuf'u düşüneceğiz, Yakub'u, Musa'yı

    İsa'yı düşüneceğiz, Nuh'u ve öbürlerini

    Ve Efendimizi

    Efendimizi

    Kuyular kuyular kuyular kazdık

    Bir nefes üflemen için yeryüzü bataklığında sazdık

    Kestik kendimizi deldik yaktık

    Sonra sana değil dünyaya aktık

    Dünya ki mesciddir biz onu otel yapmışız

    Kalktık ki yenilmişiz değişmişiz azmışız

    Bir sızı kalmış içimizde başka şey yok

    Bu sızıdan yol bulup kapına dayanmışız

    Bir çocuk oyuncağını alamamış

    Bir kız sevdiğini saramamış

    Bir anne yıllardır kolları açık bekliyor oğlunu

    Bir adam paramparça bir çift göz için

    Birisi ekmek götürememiş evine

    Birisi aşk

    Birimiz dünyayı kurtaracak

    Birimiz yarını

    Birimizin aklı tutuşmuş yanıyor

    Birimiz bomboş kalbine bakıp birini anıyor

    Birimiz ayrılığın ilk günü gibi her akşam kanıyor

    Birimiz kıyametin koptuğuna inanıyor

    Birimiz çekip gitmiş yeryüzünden ellerini hâlâ açık sanıyor

    Geldik işte bunlar ellerimiz

    Açılmış bak, bilirsin ne diye

    Ki bilirsin, biz bu ellerle neler işledik

    Açtık işte bunlar ellerimiz

    Burası dünya

    Şu biziz

    Bunlar da ellerimiz

    Öyle açık, öyle acemi, öyle boş

    Öyle mahcup, öyle dalgın, öyle boş

    Öyle boş

     

     

    Senin değil miyiz hepimiz

    Senin değil mi herşey

    Alırsın kime ne verirsin kime ne

    Ve bu açtığımız eller senin değil mi

    Senin değil miyiz hepimiz rabbim

    Bir yıldız bir ağaç bir buğday tanesi kadar

     

    Bize dokun

    Dokunmazsan uçacağız tozlar gibi uzayın derin soğukluğuna

    Kahire'den Bombay'a, İstanbul'dan İsfahan'a, Kudüs'ten Paris'e

    Sensiz neye baktıksa örgütlü bir yalnızlıktı

    Ne yaptıksa sensiz, bir şarkısızlıktı

    Hayatın bir durağından öbür durağına

    Bir sevgili olmadan yürümek!

    Bunu yapamıyoruz

    Adına hayat dediğimiz o büyük sarhoşlukta

    Bir ölüm adımıyla geçerken dünyanın bütün içlerinden

    Ellerimizi açmış bekliyoruz

    Açmış bir çiçeğin değil miyiz senin

    Haber göndermedin mi bize

    Şahitlerin değil miyiz

    Müziğin değilsek bu sesler ne

    Kimsesiziz kime gidelim

    Yaralarımız var kime

    Sıcak bir şey arıyoruz, kime

    Merhamet istiyoruz, kime

    Bağışlanmak istiyoruz, kime gidelim

    Sorumuz ve cevabımız sen değil misin

    Yorgunuz, kaybetmişiz, dalgınız, kırgınız, küsmüşüz

    Bu çocuklar birer birer kaybolurken sisler içinde kime gidelim

    Çok yürüdük yollar kayboldu yol olduk sana geldik

    Ne getirdin deme bize senden başka neyimiz varsa o bizim yokumuzdur

    Geldik işte bunlar ellerimiz

    Bunlar da ellerimizin büyük boşluğu

    Beş duygum harab, altı yönüm harab

    On parmağımda on acı Yâ Rab

    Denize dalan bir testi nasıl tahammül etsin suya

    Fırlattın beni dünyaya

    Yeniden al kucağına, çağır beni yeniden

    Bu saman çöpünü kasırgada bırakma

     

    Bağışla bizi diyebilir miyiz bilmiyoruz

    Dilimiz varır mı buna

    Affet diyebilir miyiz

    Bunu deniyoruz şimdi

    İçimizin ve dışımızın bütün cehennemlerinin uzağında bir bekleyiş bizimki

    Büyük bir kapının önünde bir karınca vurmuş kapıyı bekliyor

    Kapı açılacak yoksa niye var

    Rahmet örtecek günahı

    Geride kalacak gazabın adımları

    Duyulacak büyük bahçenin o büyük şarkıları

    Sunulan şarabı çekinmeden içeceğiz

    Görüneceksin durmadan kendimizden geçeceğiz

    Görüneceksin herşeyimizle sana göçeceğiz

    Değil mi

    Değil mi

    Değil mi

     

    Ol dedin olduk senden

    Gel dedin geldik sana

    Yaptıklarımız için

    Yapmadıklarımız için

    Elimizi

    Dilimizi

    Tanrım

    Bağışla bizi

    Bağışla bizi

    Başımız yerde

    Açtık elimizi sevgilinle birlikte

    Bize bak çekip çıkalım uçurumlardan

    Bize bak çıkalım dünyanın bütün kulluklarından

    Parçansak al bizi bir daha ayırma evinde uyuyalım

    Yabancıysak dost ol bize senden ayrılmayalım

    Elimiz açık başımız ve ruhumuz secdede durmuş bekliyoruz

    Sevdiklerin aşkına sevenlerin aşkına

    İnşirah inşirah inşirah

    Ayetin değil miyiz senin Yâ Allah

  4. yoksan senkarsenai.jpg

     

    Sen yoksan

    Nereye koyayım ben bu başı

    Yoksan sen

    Hangi terazide tartayım bunca telaşı

    Nasıl sahici kılayım şu kırılgan varlığımı

    Yoksan sen

    Kimin kucağına yıkayım acılarımı

    Yoksan sen

    Neyleyim ben bu başı

    Sen değilsen bekleyenim

    Koşmaların hepsi boşa

    Çırpınmaların hepsi boşlukta

    Yoksan sen

    Vardığım yerler serin değil alnıma

    Sen yoksan

    Yüzümü çevirdiğim yönler yüz vermiyor bana

    Yoksan sen, söyle, nereye akıtayım kanayan yanlarımı

    Sen değilsen bekleyenim, yollar çıkmazda, yolcular menziller anlamsız, yolcular avare.

    Sen yoksan köşe başında, şehrin vaatleri yalan

    Yoksan sen, sesim ziyan, sözüm hüsran, nefesim talan

    Sen yoksan, mavilerin hepsi küser, dağılır gökler, kuşlar kaçar.

    Yoksan sen, akıl başa ziyan.

    Yoksan sen, nereye salarım feryadımı, kime fısıldarım içimin yangınlarını

    Ah, sen değilsen köşe başındaki, şehrin yüzü yalan, sevinçlerim ziyan, huzurum kırılgan

    Yoksan sen, neyleyim ben bu başı

    Sen değilsen bekleyenim, ne edeyim ben bu yolları.

    Sen değilsen köşe başındaki, yüzüm yok, gözlerim kör, kavuşmalarımın hepsi boş.

    Yoksan sen, niye var olayım ki ben

    Sen yoksan, varlığım hüsran, sesim figân, nefeslerim bin pişman..

  5. "Kıl Beni Ey Namaz"la namazın bizi doğru, duru, diri ve insan kılmasının ruhunu hissedeceksiniz. Abdestin insanın zihnini ve gönlünü nasıl kötülüklerden arındırdığına şahitlik edeceksiniz. Ezanla namaza çağrının, anne çağırışı gibi sıcak olduğunu fark edeceksiniz. Namaz vakitlerinin hayatımızı düzene koyduğunu keşfedeceksiniz. Fatiha Suresinde nûn'un gemisinde "biz" olma bilinciyle bütün kainatı kucaklamayı öğreneceksiniz. Tesbihâtla, Rabbimize yakarışın en güzelini tesbih, hamd ve tekbir ışığında yaşayacaksınız. Namaz sevgisini bir nefes gibi içinize çekeceksiniz. Huşu'yu yakalayamadığınız anlar için namaza aşk ile bağlanmanın yollarını bulacaksınız.

     

    "kıl beni ey namaz..."

    Kıl beni ey namaz

     

    Çöllerden topla hücrelerimi

    Rahmetinin serinliğinde yıka kalbimi

     

    Kıl beni ey namaz

    Ruhumu secdede yeniden fısılda bana.

    Şah damarı yakınlığından emzir yetimliklerimi.

     

    Kıl beni ey namaz

    Dağlar küçülsün, denizler taşsın, dağılsın kalabalıklar.

    Rükû rükû doğrult eğriliklerimi.

     

    Kıl beni ey namaz

    İkiye bölünsün kalbim kıblenin şakağında.

    Sevgilinin işaret parmağı değsin göğsüme.

     

    Kıl beni ey namaz

    Topla sevdalarımı kırık aynaların çatlaklarından.

    Ömrüme ilikle seviçlerimi, firûze düşler düşür alnımın şafağına.

     

    Kıl beni ey namaz

    Tenim İbrahim gibi ateşe düşmüşken

    Gül kokulu serinlikler değdir yüreğime

     

    Kıl beni ey namaz

    Günahın, isyanın, nisyanın kuytusunda büyüttüğüm pişmanlıklarımın yüzünü kaldır yerden.

    Al karanlıklarımı, al karalıklarımı gözbebeklerinde yıka.

     

    Kıl beni ey namaz.

    İnsan kıl beni.

    Doğru kıl.

    Duru kıl

    Diri kıl beni.

    İnsan kıl bu bedeni.


  6. KALEMİMDEKİ GÖZYAŞI

     

    Bir mürekkep damlasında

    Canlandırdım seni

    O kadar dağınık bir yapıydı ki

    Toplamak bir hayli zordu

     

    Her nereye baksam mutlaka

    Bir lütfun gözler öünündeydi

    Eşi benzeri olmayan diye tanıdım

    Halbuki varlığın gölgesinde

     

    Varlığın gölgesinde aramaktan

    Başka birşey değildi yaptıklarım

    Sonsuzluk ibaresini arş-ı alada ki

    Hazinede inandım

     

    Kim bilecekti özgürlüğün timsali olan

    Güvercinler iki parmak arasına

    Esir düşeceklerini

    Haykırışları ise söz sanatı olacağını

     

     

     

     

     

    09/04/2008

    • Like 1

  7. YAŞAMAK

     

    Görmek istiyordum gülünce gözlerinin işıltısını çünkü yaşamak umuttu,yaşamak sevgiydi, yaşamak sadakatti, yaşamak huzurla başını yastığa koymaktı, yaşamak yanı başındaki yetim çocuğun başını okşamaktı, yaşamak bir bebeğin önce gözlerinin içine bakarak gülümsemesi daha sonra bütün masumluğuyla sana sıkıca sarılmasıydı, yaşamak hakikatın elde etmekti, yaşamak aslında yaptıklarının karşılığını sabırsızca beklediğin mekandı, zaman ise kimsenin el süremediği parıl parıl parlayan bir pırlantaydı.

    Yaşamak yaşamak onunla ilgili o kadar cümle kurulabilir ki ama mühim olan

    Senin için yaşamak Ne?????

     

     

    15/08/2006

    G.AKSU


  8.  

     

    Boş yere geçen her ânın pek çok fırsatları da beraberinde götürdüğü kabul etmemiz gereken bir gerçektir Çünkü insanın vakti dünyanın ömrüne nisbetle çok az ve kısadır Bu bakımdan, tek bir saniyesi dahi altından daha kıymetli olan zamanın, ebedî hayata nur ve ışık tutacak meşguliyetlerle geçmesi gerekir Bunun için, mü’minin ibadeti ve işi bir hayır üzere olduğu gibi, geriye kalan zamanı da mânâsız olmamalı, meşru dairede yaşanmalıdır Tâ ki, bir taraftan kazanırken, diğer yandan kaybetmiş olmasın

     

    Zamanımızda, insanın zamanını katleden o kadar lüzumsuz meşguliyetler vardır ki, bunlardan birçoğu maddî ve mânevî gelişmeye bir sahip olmadığı gibi, insanı yaratılış hikmetinden uzaklaştırdığı da bir gerçektir İşte, insan bu çeşit gayesiz ve hedefsiz şeylerden kendisini ne kadar çekip çevirse o derece kâr içinde olur

     

    “İki şey vardır, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit”(Hadis-i Şerif)

     

    Hayata atılan bir kimsenin başarılı olmasında onun “zaman”anlayışının büyük önemi vardır Zaman konusunda araştırma yapan sosyologlar ileri ve geri memleketler arasında zaman kavramının farklı telakki edildiği müşahede edilmiştir Onlara göre ileri memleketlerde işlerin, önceden, zamana göre tanzimi ve her işin, ona tahsis edilen zaman dilimi içinde yapılması şarttır Takvime göre hareket, hayatın disipline edilmesi, insan ömrünün azami şekilde verimli kılınması demektir

     

    KUR'AN'DA ZAMAN

     

    Kuran-ı Kerim üzerinde dikkatleri canlı tutmak için zamanı hatırlatan tabirleri sıkça kullanır Her çeşit farz, vacip ve nafile namazlar zaman tanzimine de yönelik gayeler taşımaktadır Bu açıdan, din, amirlerin büyük çoğunluğuyla, insana zamanı azami ölçüde değerlendirmeyi öğretmektedir Hatta asıl gaye budur denilebilir

    Kur'an'ın Zamanı İfade Şekli:

    “Zaman” lugat açısından “uzun veya kısa vakit” anl----- gelir Kur'an, zaman yerine daha çok vakit kelimesini tercih eder ve kullanır Bu kelime lugat yönüyle “bir iş için belirlenen zamanın nihayeti”demektir Kur'an-ı Kerim'de zamanla alakalı gün, hafta, yıl, asır, vakit, saat kelimeleri bir ferd için hangisi daha önemli ise önem miktarı kadar tekrar edilmiştir Ferd için en ehemmiyetli gün olduğundan Kur'an'da en çok zikredilen “Yevm” yani “Gün” kelimesidir ki 475 defa zikredilmektedir Kur'an-ı Kerim ilk sayfalarından itibaren, en son sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu hatırlatmaktadır

     

    Arapçada “Leyl”(Gece) kelimesi güneşin batması ile, sabahleyin fecr-i sadık denilen ikinci fecrin doğuşuna geçen zamanı ifade eder Geri kalan müddette de nehar (gündüz) denir Kur 'an-ı Kerim'de gündüz (nehar) 57, gece (leyl) 92 kere zikredilir Gece müddeti, yıllık olarak ele alınınca günün tam yarısı eder Bu nedenle azami ölçüde değerlendirilmelidir

     

    Farz namazların mühim gayelerinden biri, Müslüman kimseye, günlük zamanı taksim ve programlama alışkanlığı kazandırmaktadır Kıyamu'l leyl (gece kalkışı)'e Kur'an-ı Kerim önem vermektedir Büyük İslam medeniyetlerinin parlama dönemlerini hazırlayanların hayatında gece kalkışı önemli yer tutar Kıyamu'l leyl Peygamber Efendimiz'e (SAV) farzdı fakat ümmetine nafiledir Bu sünnet Kur'an-ı Kerim'in emridir “Rabbin adını sabah-akşam an (zikret) Geceleyin O'na secde et O'nu geceleri uzun uzun tesbih et ” (İnsan 26) “Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetinden dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu?” (Zümer 9) Fakat daha sonra (8 ayda 10 yıl arasında değişen bir müddet sonra geldiği belirtilir) Kur'an-ı Kerim'de gece kalkışıyla alakalı hafifletmeler ifade edilmiştir Hastalar, cihada çıkanlar gibi mazeretliler muaf tutulmuştur Gece kalkılacak müddet enaz gecenin dörtte biri, en fazla dörtte üçü olarak belirtilmiştir Bu farklılık gecenin uzunluğundan dolayıdır Kıyamu'l leyl öncelikle ibadet yani namaz ve tilavet-i Kur'an içindir İlimle de meşgul olunabilir Kıyamu'l leyli Kur'an-ı Kerim'de gece kelimesinin gündüz kelimesinden çok zikredilmesi ve bu emrin Pegamber Efendimize (SAV)'e peygamberliğinin ilk yıllarında verilmesi önemli kılmaktadır

     

    ZAMANLA İLGİLİ TELAKKİ VE TEDBİRLER

     

    Vicdani tedbirleri almaya telakki diyoruz İnsanın yaşadığının şuuruna erebilmesi için, ömrünün her gününü aynı tarzda geçirmemelidir Bazı aylar, bazı saatler diğerlerine nazaran farklı olmalıdır Dinimizdeki mübarek aylar ve günlerle bu sağlanmaktadır Bu farklı değerdeki aylar, günler sayesinde insanda hasıl olabilecek monotonluk kırılmaktadır Ahirete inanan, her gününden, her saatinden hesap vermenin endişesini vicdanının derinliklerinde duyan bir kimse için zaman değerlendirmede mühim bir telakki, ömrünü içinde bulunduğu gün bilmesidir Birçok fenalıkların kaynağı tül-i emel denilen uzun yaşama vehmi kabul edilmiştir

     

    İslam dini günlük zamanı üç ana maksada uygun olarak programa bağlamamızı emreder;

     

    1- İbadet

     

    2- Rızkın Kazanılması

     

    3- Hayatımızı murakabe ve tefekkür

     

    PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA ZAMAN TANZİMİ

     

    Peygamber Efendimiz (SAV) günlere göre haftalık, vakitlere göre günlük programlara tabi kılmıştır Peygamber Efendimiz haftalık belli günlerde aynı işleri yapmaktadır Günlük ise muvakkat işler ki bunlar önceden programlanmaksızın zuhur eden işlerdir Bir heyetin kabulü, bir yabancının müracaatı , bir ihtiyacın zuhuru gibi Bunlar imkan nisbetinde tanzime çalışılmıştır Mutad işlerse aynı günlerde aynı vakitlerde yapılmaktadır Her işe belli müddet vardır O iş hergün aynı müddet içinde tamamlanmaktadır

     

    İSLAMDA TATİL VE İSTİRAHAT

     

    Tatil kelimesi boş vakit anlamında kullanılacaktır İslam tamamen boş geçirilecek bir vakit tanımaz Kur'an-ı Kerim'de bize meşguliyetin değiştirilmesi suretiyle dinlenme elde edileceğine işaret edilmektedir Buna bir nevi “çalışarak dinlenme” diyebiliriz Müslümanlar, Yahudiler Hrıstiyanlar gibi tamamen “işsiz” geçirilecek bir haftalık tatil anlayışından uzak olmalıdır Eğlencede şehvet duyma ve fitne çıkarma ihtimali halinde, nazarın haram olduğunda ittifak vardır

     

    “İslam boş zaman kabul etmez ” derken istirahatı reddeder manası çıkarılmamalıdır Kur'an-ı Kerim'de en iyi dinlenmenin kişinin kendi evinde uyku ile olacağı beyan edilmiştir

     

    “Size geceyi örtü, uykuyu dinlenme (vasıtası), gündüzü de çalışma zamanı yapan Allah'tır ” (Furkan 25)

     

    “Allah sizin için meskenlerinizi huzur ve sükun yeri kıldı ” (Nahl 16)

     

    Yasak oyun ve eğlenceler; kumar oyunları, hayvanlarla oynamak, içkili, çalgılı, kadınlı eğlencelerdir Bazı oyunların faydalılık yani cihada hazırlık yönü galebe çalar Bu yüzden HzPeygamber (SAV) onları ısrarla teşvik etmiştir Bu gruba yüzme, atma, binme, koşma ve güreş girer

     

    Meşru eğlence fırsatları ise çeşitli merasimler, ziyafetler (sünnet, doğum, seferden dönüş, yeni meskene girme, musibetten kurtulma) ve düğünlerdir

     

    İSLAM ALİMLERİNDE ZAMAN ENDİŞESİ

     

    İslam alimlerinin zaman konusundaki müşterek telakkileri şöyledir: “Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gaybdadır, öyleyse mevcut olan senin içinde bulunduğun şu andır ” İslam alimleri yemek zaman, insanlarla münasebet, her an meşguliyet, son nefese kadar gayret ilişkisine vermiştir Yemek-zaman ilişkisini minimum azaltmak için, ufalayıp tirit şeklinde ekmek yemekle, normal ekmek yemek arasındaki farkı bile hesaplamışlardır Davut et-Tai bu zamanda 50 ayet okunacak kadar fark olduğunu tespit etmiştir İmam Ebu Yusuf ise son nefesine kadar ilmi meşguliyette bulunmuştur

     

    SONUÇ:

     

    Herşey imanda düğümlenmektedir Bu sebeple, dinimiz kuru iman ve tatbikatı olmayan ilme itibar etmemiştir Tatbikatı olmayan ilme “faydasız ilim” demiştir Gençliğin daha sağlıklı, daha verimli kılınması için zamanla ilgili bazı prensipler şunlardır

     

    1- Gençliğe zaman şuuru verilmelidir

     

    2- Yıllık, aylık, haftalık, günlük planlar yapma, bu planlara uyma

     

    3- Gecenin değerlendirilmesi ayrı bir mesele olarak ele alınmalı, uyku miktarı iyice öğretilmelidir

     

    4- Devlet, yaş safhalarına göre kazandırılması gereken telakki ve alışkanlıkları tesbit etmelidir

     

    5- Devlet ve ebeveyn gençlik devresi üzerinde dikkatle durmalı, problemleri tesbit edip ısrarla üzerine gitmelidir

     

    Selam ve dua ile


  9. Mü’minlerin annesi Hz.Hatice (ra)’yi anlayamadık, anlatamadık. Acaba anılmaya layık değil miydi ya da anmayı gerekli mi görmüyorduk? Kadınlarımız Hz.Hatice (ra)’yi unutmuşlar mıydı, yoksa unuttukları kendilerimiydi? Yıllardan bir yılı Hz.Hatice (ra) yılı ilan edemez miydik, aylardan bir ayı, haftalardan bir haftayı ya da günlerden bir günü, sene de bir gün bir araya gelip Hz.Hatice (ra)’yi anamaz mıydık? Evet, belki Hz.Hatice (ra) ile ilgili rivayetler azdı, ancak çok şeyi anlatmıyor muydu, bir kadının özü saklı değil miydi o birkaç rivayette? Kadınlarımıza hiç şüphesiz ki o birkaç rivayetin özünü bulma sorumluluğu düşmektedir, bu kadınlarımız için kutsal bir görevdir, o özü bulup yaşamak sorumluluğu, ümmetin mü’minlerin annelerine olan ihtiyacının bir gereğidir. Ümmet mü’minlerin annelerine muhtaçtır. Ümmet yetimdir, ümmet sığınacak şefkatli, merhametli bir kucak aramaktadır. O kucak çağlar boyunca Hz.Hatice (ra)’de kendisini göstermiştir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah Hz.Muhammed (sav) bile o şefkat kucağında, o merhamet kucağında, sükunet bulmuştur, o kucağı sığınak edinmiştir; o kucak da ümmet kurtuluş bulmuş, o kucak da ümmet ayağa kalkmış, o kucağın ellerini tutarak yürümüştür, o kucağın rahmetinde rahmet bulmuştur. Ümmet yine yetimdir, ayağa kalkmak için bir şefkat eline muhtaçtır. Hz.Hatice (ra) yoktur, elbette Muhammed’lerin var olduğunu da iddia edecek değilim, ancak şunu iddia edebilirim Muhammed’leri doğuranlar Haticelerdir. Mü’minlerin anneleri Haticelerdir. İşte burada kadınlarımıza büyük işler düşmektedir, küçük dahi olsa Hz.Hatice (ra)’yi anmaya başlayarak. Hz.Hatice (ra) ölmüştür, ümmet-i Muhammed’in kadınlarında dirilmek üzere. Hz.Hatice (ra) ölmüştür, hüzün yılıdır yıllardan, ümmetin üzerine çöken hüzün çağlarına denk düşmektedir O’nun ölümü.Peygamberimiz (s.a.s): "Bu ümmet üzerinde, şu günlerde toplanan iki musibetten, ben, hangisine en çok yanacağımı bilemiyorum!" demekten kendilerini alamıyorlardı. (1) Ümmet yanıyordu Ya Rasul (sav)! Haticesiz geçen çağlar bitmek tükenmek bilmeyen yangınlardı. Sönmek bilmeyen yangınlar, gözyaşlarının söndüremediği yangınlar. Gözyaşlarımızı silecek bir anne yoktur, şefkat kucağına koşturacağımız bir Hatice yoktur, Hz.Hatice (ra)’yi örnek alan bir kadın yoktur.

     

    Hatice (ra)’ye Muhammed (sav)’i anlatmışlar, kadıncağız aşık olmuş, nereden bilsin ümmet onda doğacak, nereden bilsin Fatımasını, nereden bilsin Hüseyinini, nereden bilsin Muhammed (sav)’in doğumunu, nereden bilsin Muhammed (sav)’in aşkını. Hiç bir insan iki defa doğar mı? İşte, Muhammed (sav) doğmuş. Hira’nın yolları çetindir, Muhammed (sav) inzivadadır, aylardan ramazandır; bir melek gelir, vahyi getirir; Oku der, oku der, oku der; Muhammed (sav) şaşkındır, mağaradan dışarı çıkar, korkmuştur; bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır, bir yandan da olup bitenin coşkun heyecanını yaşamaktadır, tedirgindir, sıkıntılıdır. O halet-i ruhiye ile evine koşmuştur, ailesine koşmuştur, kadınına koşmuştur, Haticesine koşmuştur, Haticesinin sinesine koşmuştur.

     

    Resulü Ekrem yüreği titreyerek evine döndü ve Hazreti Hatice'ye: -"Beni örtün, beni örtün" dedi. Korkusu zâil oluncaya kadar vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra, olup biteni Hatice'ye nakletti: -Kendimden korktum, dedi… Hazreti Peygamberin ilk defa karşılaştığı bir halin tesiriyle geçirdiği buhranlı dakikalarda Hazreti Hatice'nin metaneti ve sarf ettiği sözler dikkati çeker. Öyle sözler söylüyor ki, olgun bir kadın ve vahiy nazil olacak olan Hane-i Saadete layık bir zevce olduğunu gösteriyor.(2) Muhammed (sav) Haticesinin şefkatli kucağında örtüsünü bulmuştu; ümmetin bugün aradığı o şefkat kucağı, o örtü, o Hatice gibi.

     

    Ümmet-i Muhammed’de örtün örtün diye haykırmaktadır kadınlarına, Haticeler nerede ya da Muhammedler. Muhammed (sav) emin sıfatı ile muttasıftı. Hz.Hatice (ra)’de belki O’nun bu vasfına vurulmuştu, eminliğine aşık olmuştu, kim bilir? İşte, Muhammed (sav)’in sinesine koştuğu o kadın Hz. Hatice şöyle diyordu: “Allah seni utandırmaz, mahcup etmez. Çünkü sen, Akrabayı ziyaret edersin, misafiri ağırlarsın, doğru söylersin, yalan söylemezsin, zayıflara yardım edersin, başkalarının ağırlığını yüklenip yardım edersin, bir şeyi olmayan fakir kimseyi kazandırırsın, yoksulun elinden tutarsın, hak yolunda çıkan hadiseler karşısında yardım edersin, hakka, haklıya…" İşte, Muhammed (sav)’in bu özelliklerini sayıyordu Hz.Hatice (ra). (3) Belki de unutulmaya yüz tutmuş sünnetlerdi bunlar. Düşünsenize bir gün eşiniz Hira mağarasında koşarak evine gelecek, gayet doğalmış gibi mağarada Cebrail ile karşılaştığını söyleyecek, Allah’tan vahiy aldığını söyleyecek ve bir kadın olarak siz “Allah seni mahcup etmez” diyeceksiniz. Bu gerçekten Hz.Hatice (ra) gibi asil ruhlara has bir durumdur, elbette böyle asil ruhlar hiçbir zaman olmayacak değildir. Ancak, Rasulullah (sav) bu asil ruhun yokluğunun ızdırabını da çekmiştir hayatında, belki ümmetin bugün çektiği gibi. Ümmet-i Muhammed’i örtecek Haticeler nerede?

     

    Mü’minlerin annesi Hz.Hatice (ra) için Rasulullah (sav): “Hatice (ra) kadınlarının en iyisidir” derken o asil ruha işaret ediyordu. Allah’ın selam yolladığı o asil ruh Hira’nın çetin yollarına Muhammed (sav) aşkı için düşmüştü : Ebu Hureyre (ra) (Cebrail (as) Hatice’nin Hira dağına yiyecek getirdiğini şöyle anlatır) : “Cebrail Hz.Peygamber (sav)’e geldi ve “Ey Allah’ın Rasulü, şu gelen Hatice’dir, yanında katık vardır (yiyecek, içecek). Kendisi yanına geldiğinde ona Rabbinden ve benden selam söyle ve cennete kendisi için, içerisinde ne gürültü patırtı ne de yorgunluk bulunan inciden bir köşk müjdele” dedi. İşte, cennetle müjdelenen o asil ruhun, o asil kadın Hz.Hatice (ra)’nin Muhammed (sav)’i ile varacağı yer, ne güzel yer değil mi?

     

    Rasulullah (sav) Hz.Aişe (ra)’ye şöyle diyordu: “Ey Aişe, İlim ve Kuran şiarın olsun”. (4) İlim ehli, Kuran ehli mü’minlerin annelerinden güzide kadın, güzel kadın Hz.Aişe (ra)’ye son sözleri bırakalım. Rasulullah (sav)’ın Hz.Hatice (ra)’ye olan aşkını, Hz. Hatice (ra)’yi unutamadığını anlatan bu satırları bizlere armağan eden annemiz Hz.Aişe (ra)’nin de yeri elbette ayrıdır gönül dünyamızda. Böyle iki nadide hadiseyi bizlere aktaran, Hz.Hatice (ra)’nin “kadınlarının en iyisi” olduğuna şahitlik eden bu satırları bizlere ulaştıran, mü’milerin annesi Hz.Aişe (ra)’ye de vefa borcumuz, ilim ve kuran şiarı ile şahitliği ile mutlaka yerini bulacaktır.

     

    Hz.Aişe (ra): “Hatice’yi kıskandığım kadar Hz.Peygamber (sav)’in hanımlarından hiçbirini kıskanmadım. Halbuki ben (evlendiğimde) kendisini görmemiştim, ama Hz.Peygamber (sav) onu sıkça anardı. Bazen koyun kesip, parçalara ayırıp Hatice’nin samimi dostu kadınlara gönderirdi. Bazen de ben kendisine: “Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok” demişimdir. O da: “Hatice şöyle idi, şöyle şöyle idi, benim ondan çocuğum var”, buyurdu, demiştir.

     

    HzAişe (ra) anlatır: “Hatice’nin kızkardeşi Hale Bintu Huveylid, Rasulullah (sav)’ın yanına girmek için izin istedi. O da (sesinin benzerliğinden dolayı) Hatice’nin izin istemesini hatırladı, heyecenlandı ve “Aman Allah’ım (ama bu Hatice değil) Hale’dir” dedi. Benim de kıskançlık damarım tuttu: “Dişleri dökülmüş, mazide kalmış kureyş’in kocakarılarından bir ihtiyar kadının nesini anarsın ki, hâlbuki Allah sana ondan daha iyisini bahş eylemiştir” dedim.

     

    Rasulullah (sav)’ın şu yaptıkları aşk değil de nedir?

     

    Aşk mıdır ki, Hatice’yi dağlara Muhammed diye düşüren.

    Aşk mıdır ki, “Hatice (ra) kadınlarının en iyisidir”, dedirten.

    Aşk mıdır ki, Hatice’nin dostlarını hatırına unutturmayan.

    Aşk mıdır ki, Hatice’nin Hale’sinin sesine Aman Allah’ım dedirten.

    • Like 3

  10. EMİN MİSİN ?

    Yağmurun birgün dinmeyeceğinden, hiç bitmez görünen

    hayat ırmağının birgün kurumayacağından, sizi alıp

    diyardan diyara gezdiren rüzgârın duruvermeyeceğinden.

    Emin misin ?

    Hep atan yüreğinin duruvermeyeceğinden, gören gözünün

    hep göreceğinden, duyan kulağının hep duyacağından.

    Emin misin ?

    "Ben olmazsam olmaz" dediğiniz işlerin asla sensiz

    yapılamayacağından, sen olmazsan dünyanın

    duruvereceğinden, seslendiğinde titrettiğini sandığın

    şu dağların hep emrinde olacağından.

    Emin misin ?

    Sana uzanan ellerin hep yanında olacağından, yüreğini

    verdiklerinin birgün sırtlarını dönüp gitmeyeceğinden.

    Emin misin ?

    Boynuzsuz koyunun, boynuzlu koyundan hakkını

    alacağı günde; balıklardan kuşlara, ağaçlardan

    güneşe, üzerindeki mesajları okuyup anlamadığın

    yaratılmışların senden şikâyetçi olmayacağından.

    Emin misin ?

    Sana hep açık duran ilahî kapıların birgün

    kapanmayacağından ve şaşırıp kalmayacağından.

    Emin misin ?

    Karanlığın içinde kaybolup giden çığlıkları duyabildiğinden,

    yüreğindeki ışıktan başkalarına da verebildiginden.

    Emin misin ?

    Güzel bir hayat yaşadığından,

    yapabileceğin herşeyi yaptığından.

    Emin misin?

    Bütün bunlar için bir kere daha fırsatın olacağından.

    Sahiden emin misin ?

     

     


  11. Fuzuli`su kasidesindeN

     

    Âbgûndur künbed-i devvâr rengin bilmezem

     

    Yâ muhit olmış gözümden künbed-i devvâre su

     

     

    Dönen kubbe mi (gökyüzü mü) su rengindedir, yoksa göz yaşlarım mı bütün gökyüzünü kapladı, bilmiyorum.

     

    _________

    Suya virsün bağban gülzârı zahmet çekmesün

     

    Bir gül açılmaz yüzün teg virse min gülzâra su

     

    Bahçıvan boşuna uğraşmasın, gönül bahçesini sele versin (bozsun) zirâ bin tane gül bahçesini de sulasa senin yüzün gibi bir gül yetişmez, açılmaz.


  12. SAKARYA TÜRKÜSÜ

    İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

    Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

    Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

    Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

    Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

    Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

    Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

    Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

    Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

    Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

    Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

    Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

    Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

    Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

    Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

    Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

    Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

    Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

    İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.

    Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

    Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

    Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

    Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

    Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

    Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

    Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

    Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

    Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

    Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

    Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

    Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

    Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

    Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

    Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

    İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;

    Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

    Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

    Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,

    Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

    Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;

    Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

    Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

    Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

    Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

    Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

    Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

    Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

    ilk göz ağrım:)


  13. Tevhid

    tevhid, en ehemmiyetli ve en halavetli ve en yüksel bir vazife-i kudsiye ve bir fariza-i fıtriye ve bir ibadet-i imaniyedir.

    İnsan bir yolcudur. Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış.

    İnsan ve vazifesi

    Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz olabilirsin.

    İnsan ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u edebiyedir.

    Dünya hayatı

    Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.

    Gençlik

    Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve edebi bir gençlik kazanmasına vesile olacak.

    Dünyada gençliğe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi: dar-ı saadette edebi bir gençliktir.

    Yalnızca Allah'a dayanıp güvenmek

    Ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, aciz mahlukata zelil bir abd olursun.

    Her kim kendisini Allah'a malederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah'a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah'a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu edeceğini bilmekle olur.

    Allah'a hakiki abd olan, başkalarına abd olamaz.

    Madem her yer misafirhanedir. Eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır ve herkes düşmandır.

    İmanın kazandırdıkları

    Ey insan! Senin nokta-i istinadır ancak ve ancak Allah'a olan imandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdad ise ancak ahirete olan imandır. Binaenaleyh bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tavahhuş eder; vicdanı daima muazzeb olur.

    İmana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki selamette kalasın.

    İnsan eğer kesrete dalıp kainat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fanilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena, hem fani, hem ademe düşer. Hem manen kendini idam eder. Eğer insan-ı Kuran'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin miraciyle arş-ı kemalata çıkabilir. Baki bir insan olur.

    Dine hizmet

    Dine hizmet ederken müspet hareket etmek ve menfi hareketlerden kaçınmaktır.

    Bizim vazifemiz müspet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-i İlahiye karışmamaktır. Bizler aşayişi muhafazası netice veren müspet iman hizmeti içinde her yıl bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan, bazen men olunduğum gibi men edileceğim. Onun için benim nur ahiret kardeşlerim, ehven-ü şer deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hüçum etmesinler. Daima müspet hareket etsinler. Menfice hareket vazifemiz değil. Çünkü dahilde hareket menfice olamaz.

    Nefis

    Ey nefsim! Deme 'zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle şarhoştur.' Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşeri, fakr-ı insani değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor.

    Şeytanın mühim bir sinsi planı, insana kusurunu itiraf ettirmektir, ta ki bağışlanma ve Allah'a sığınma yolunu kapasın. Hem nefsi insaniyetinin enaniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta kusur ve günahlarından takdis etsin..

    Nefsini suçlayan kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, bağışlanma diler. Bağışlanma dileyen Allah'a sığınır. Allah'a sığınan şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse affa müstehak olur.

    Güzel ahlak

    İşte tahmin ederim ki, nasihlerin nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlaksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yani, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca malayutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur."

    İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hakeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fani umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fani ve kırılacak şişelere, baki elmas fiatlarını vermek demektir.

    Hem gizli düşmanlarım, hem nefsim; şeytanın telkiniyle zaif bir damarımı arıyorlar ki, beni onunla yakalayıp Nurlara tam ihlas ile hizmetime zarar gelsin. En zaif damar ve dehşetli mani', hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verdikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe eder; zarurettir, mecburiyet var der, ruh ve kalbi susturur; doktoru müstebid bir hakim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilaçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise fedakarane, ihlasla hizmete zarar verir. Hem gizli düşmanlarım da bu zaif damarımdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasılki korku ve tama' ve şan ü şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünki insanın en zaif damarı olan korku cihetinde bir halt edemediler, i'damlarına beş para vermediğimizi anladılar.

    Hastalığın hikmetleri

    Ey hastalıktan şekva eden biçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir. Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf u reca ortasında ve hem dünya ve hem ahireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedi hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, ahireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor. Ezcümle, arkadaşlarımızdan -Allah rahmet etsin- iki genç vardı. Biri İlama'lı Sabri, diğeri İslamköy'lü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki; her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terkeden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymetdar bir hizmette ve ahirete nafi' bir vaziyette bulundular. İnşaallah iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhatı için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibariyle beddua olmuş. İnşaallah o duam, sıhhat-ı uhreviye için kabul olunmuştur.

    İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kar buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip, gaflet ve sefahete atılsaydılar; ölüm de onları tarassud edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı; o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.

    Diriliş

    "Evvel yaratılışı düşünür. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan bir çiğnem ete, bir çiğnem etten ta insanın yaratılışına kadar olan oluşumumuzu görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki, yaratılışı inkar ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki daha kolayıdır. Hem Cenab-ı Hak, insana karşı ettiği ihsanat-ı azimeyi kelimesiyle işaret edip der: "Size böyle nimet eden bir zat, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız." Hem işareten der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip inkar ediyorsunuz. Hem gökyüzünü ve yeri yaratan, gökyüzü ve yerin meyvesi olan insanın hayat ve ölümünden aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün kısımlarıyla hikmetle yoğrulmuş yaratılış şeceresini faydasız ve boş yapar mı zannedersiniz? Der: kıyamet günü sizi diriltecek zat öyle bir zattır ki, bütün kainat O'nun emrine hazır askeri hükmündedir. Allah'ın ol emrine feyekûne karşı tam bir teslimiyet ile boyun eğer. Bir baharı yaratmak, bir çiçek kadar ona kolay gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zattır..."

    Ölüm

    Ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşeri, fakr-ı insani değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor."

    Samimiyet

    Bu zamanda avam-ı mü'mininin tam itimad etmesi ve iman hakikatlarını tereddüdsüz ders alması için, öyle muallimler lazım ki; değil dünya menfaatlarını, belki ahiret menfaatlarını dahi ehl-i imanın menfaat-i uhreviyesine feda ederek o ders-i imanide her cihetle şahsi faidelerini düşünmeyip yalnız ve yalnız hakikatlara, rıza-i İlahi ve aşk-ı hakikat ve hizmet-i imaniyedeki şevk-i hak ve hakkaniyet için çalışsın. Ta her muhtaç, delilsiz kanaat edebilsin, bizi kandırıyor demesin ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiçbir cihetle sarsılmadığını ve hiçbir şeye alet olmadığını bilsin, ta imanı kuvvetlensin ve o ders ayn-ı hakikattır desin, vesvese ve şüpheleri zail olsun.

    İhlas

    Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, "Eyvah! Malımız harab olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik." demeyiniz, feryad edip me'yus olmayınız... Çünki sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükafatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zat-ı Zülcelal, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.

    Evet geçen baharın defter-i a'malinin sahifeleri ve hidematının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadir-i Zülcelal, elbette sizin de netaic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükafat verecektir.

    Ahireti unutanlar

    Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada aciz ve fakir kalbine kut ve gına ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye va'detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulf-ul va'd edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulf-ul va'd hakkında muhal olan bir zat, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle onu va'dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir te'dibe ve dehşetli bir tazibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedinin havfı, en hafif ve latif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?


  14. Can, paslı bir bıçak yarasıdır varlığın göğsünde. Tenin beyaz yüzünde bir kardelen hülyasıdır, en canlı yıldızı, yerin en kanlı çiçeğidir. Yarada kabuk bağlayan her neyse, buzda kristal kristal biçimlenen ne ise, gökten yukarıda, yerden aşağıda ne varsa kaynayan, hepsi can yüzünden, hep can gözünden, hep can özünden.


  15. Sustum...

    Sanki hiç konuşmuyormuş gibi.

    Sustum...

     

    Kaçtım...

    Belki hiç gitmemiş gibi.

    Kaçtım...

     

    Savaştım...

    Bin defa galip gelsem de;

    Yine mağlup olmuş gibi.

    ...

     

     

    Haykırdım...

    Sanki hiç dinmeyen yankı gibi.

    Haykırdım...

     

    Sığındım...

    Belkide her an gidicekmiş gibi.

    Sığındım...

     

    Barıştım...

    Bin defa mağlup gelsem de.

    Yine galip gelicekmiş gibi.

    umarım hadsizlik yapmamışımdır. her yazılanın okuyucuda farklı yansımalara sebeb olabiliyor demek istedim sadece...

    • Like 1
×
×
  • Create New...