Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HEZ-EZ

Editor
  • Content Count

    137
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by HEZ-EZ


  1. SEDİR : ( GÜVEN ) Zarif, her ortama ayak uydurabilen, lüksü seven,

    sağlığına dikkat eden, kendine güvenen, başkalarına da biraz

    yukarıdan bakan biridir.

    Kararlı, Sabırsız ve Başkalarını

    etkilemeyi sever.İyimserdir ve

    beceriklidir.

    Tek ve Gerçek Aşkını bekler.

    Çabuk karar verir.

    yarı yarıya uyuyor gibi:)


  2.  

     

    ...

    Rabbim;

     

    Demir emrinle parçalanırken,

    Nefsimin elinde bırakma beni...

     

    Dağlar Sana boyun eğmişken,

    Şeytanın aldatmacalarına kandırma beni...

     

    Dilim Sana içtenlikle yakarırken,

    Sözlerimden fazlasıyla anla beni...Senai Demirci

    • Like 1

  3. Gelsin Geçsin

    Zaman ne zamandır bilinmez ama sanırım çok eski zamanlarda Erzurum’un köylerinden bir ihtiyar amca evin tükenen ihtiyaçlarını karşılamak almak için biner kara eşeğine iner Erzurum şehrine çarşıda öğle vaktine kadar gezerek ihtiyaçlarını alır ve lakin hanımı koca ninemizin ısrarla ısmarladığı iradyoyu da (radyo) almayı ihmal etmez. Hanım nene şöyle demişmiş dedemize goca şehre varınca yeni bir meret çıkmış iradyo deye her bir şeyi haber ediyormuş ahaliye eğer kesene uygun olursa bir iradyoda sen al gelde habarlar alalım oğlandan gızdan dağdan taştan uçan kuştan demiş. Goca nine bir şey ister de ihtiyar emmi heç onu kırar mı almış hanım nineye bir iradyo.

    Tam artık akşam yaklaşıyor köye döneyim derken aklına unuttuğu gırtlama kesme şekeri gelmiş caddenin ortasında bir ağaca kara eşeğini alelade bağlamış başına da yem torbasını takıp köşedeki bakkala şeker almak için gitmiş. Müşterimi çoktu bakkal mı yerinde yoktu bilinmez baya bizim ihtiyar gecikmiş orada. Neyse şekeri alıp çıkmış bakmış ki kara eşek yerinde yok, eşeğin kaybolduğuna mı yansın dede yoksa üzerindeki heybede olan onca aldığı eşyaya mı yansın başlamış sağa sola koşarak çevresindekilere yalvarıp eşeğini sormaya. Aslında bazı onu tanıyan insanlar şaka olsun diye eşeği bir yere saklayıvermişler.

    Eşeğin sırtında kıl heybesi var semerin üzerine özenle yerleştirdiği iradyosu da var mı. Onun için adamlara şöyle soruyor ihtiyar emmimiz. Hey dur loo hemşerim. Erzurum insanı saygılı dürüst olur tabi buyur emmi. Ey be oğlim başı Torbali, sırtı Heybeli semerinin üstü İradyoli bir kara eşek buralardan gelsin geçsin diye soruyor? Konuşma tarzı eski adamlarda tam köy ve doğu şiveli olunca buradan acaba geçti mi gördün mü diyecek ama bunun Yerine gelsin geçsin diyormuş emmi. Adamlar da karşılık olarak bana ne baba kocaman yol burası gelsin geçsin bizi bağlamaz demişler ve ihtiyara eşek hakkında bir netice vermemişler.

    Bu emmiyi takip eden bir nüktedan Erzurumlu ihtiyarın yanına yaklaşır der ki. Emmi bu insanlar senin merkebinin nereye gittiğini nerden görsünler aha şu binanın ikinci katında kaymakam beğimiz oturur o bu işleri takip eder ona sor deyince bizim saf emmi darda kalmanın zorluğu ile hemen denilen yere binanın ikinci katına çıkar.

    Doğruca kaymakam beyin odasına dalar ve hiç tereddüt etmeden kaymakam beğ kaymakam beğ der heyecanla. Bir anda neye uğradığını şaşıran kaymakam beğ buyur emmi ne istedin der? Adam aşağıdaki sözlerini sayın kaymakam beğe de tekrarlar. Beğim başı Torbali Sırtı Heybeli semerinin üzeri iradyoli bir kara eşek buradan gelsin geçsin deyince. Kaymakam şöyle etrafına şaşkınca bakar ve cevabı yapıştırır emmiye.

    Vallahi emmi burası bir binanın ikinci katı eğer senin kara eşek her yeri bıraktı da bu ikinci kata çıktı ise buradan da gelsin geçsin ben ne idem babo deyiverir.

    rad62ef.jpg

     

    Adamı kızdırmak için eşeği alıkoyanlar şakayı bırakıp eşeği emmiye teslim ederler helal lik alırlar ve emmi de neşe içersinde iradyolu eşeği ile köyüne gider.


  4. Deniz, ölüyü üstünde taşır, diriyi boğmak ister.

    Nefis sıfatlarını öldür ki hakikât sırlarının denizi seni üstünde taşısın.

    Hz. Mevlana

     

    yay12.jpg

     

    Ok gibi doğru olursan, hiçbir yay seni tutamaz.

    Hakça ol ki, nefis yayından hakikâte fırla.

    Hz. Mevlana

     

     

    road_ebrnsn.jpg?w=450&h=600

     

    Sırların gönülde kalırsa, muradın çabuk gerçekleşir.

    Tohum toprağa gizlenirse yeşerir.

    Hz. Mevlana

     

     

     

    • Like 1

  5. Osmanlı Adaleti / Müslüman olan Venedikli tacir.

    98460337251_436782530375_112652620375_6020661_8229904_n---Kopya.jpg

     

    Fatih Sultan Mehmed Han devrinin altın yılları... Müslüman Türk adaletinin muhteşem saltanatı...

     

    Konyalı bir tüccar, kumaş siparişi vermiş. Venedik'ten gemiye yüklenen kumaşlar, İstanbul'a doğru yola çıkmış. fakat gemi batmış.

     

    Parasını alamayan Venedikli tacir, Konya Kadısı'na koşmuş...

     

    "Ben vazifemi yaptım! Malları gemiye yükledim. Paramı isterim!" demiş.

     

    Konyalı tüccar ise,

     

    "Kadı Hazretleri! Ben ise sipariş ettiğim malları almış değilim. Taktir edersiniz ki, bu vaziyette para ödemem mümkün değildir." diyormuş.

     

    Konya Kadı Efendisi, hükmetmiş ki:

    "Venedik taciri siparişi gemiye yüklemiştir. Geminin batıp batmaması onun elinde değil, ancak Yüce Allah'ın taktiriyle vuku bulur. Venedikli davacı kumaşların parasını alacaktır."

     

    Hiç ümid etmediği bu adalet karşısında İtalyan tüccar, "Bizimde ticaret kanunlarımız vardır. O kanunlar da, adaletin yerine getirilmesi için konulmuşlardır. Fakat hiçbir Venedikli hâkim, haklı da olsa bir Müslüman için bir Hıristiyanı mahkûm edemez!" demiş ve kısa zaman içinde Müslüman olmuştur.

     

    Artık dedelerimizin mirasından faydalanma zamanı değil mi ?

     

    "Adalet mülkün temelidir." buyuran Hz. Ömer (ra) ne güzel açıklamış meseleyi...

     

    Şu andaki adaletimizi kıyaslayalım ve geçmişten ders alıp eksiklerimizi giderelim...

     

    Kaynak:

    Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Babı Ali Kültür Yayınları - Bin Atlının Akınları - S.80


  6. Kelimelerin kalbine indi de sevgim, dile dökmek ne zor geliyor bir

    bilsen...

     

     

    Nefsimi arkama aldım ki, gömleğim yırtılacaksa Yusuf misali arkadan yırtılsın.

     

    Gönlünde sen olmayan sevgiliden esirgedim Züleyha misali bakışları ki, iffet

    selamı sabahı kesmesin benden.

     

    İsyanın yerine sabır bastıkça yanan gözlerim Yakup misali, kapattıkça Yusufunun

    hayaliyle doldu.

     

    İshak misali İsmailimi teslim ettim sana. Nasıl ki yakmadın canını bir koç

    gönderdin O'na,

     

    Şanına yakışır bir müjde bekleyerek sessiz sedasız çekiliyorum aradan.

     

    Meryemin masumluğunu taçlandırdığın İsa nasıl yıktıysa tabuları, sevdiceğimin

    gönlündeki tabularıda yıkıver.

     

    Ruhum Eyyüp misali yara bere içindeyken öyle bir sabır ver ki bana evvel gibi

    sonsuz, ahir gibi baki ama

    emrettiğin gibi dosdoğru olsun.

     

    Öyle birini sevdir ki bana ya da sevdiğimi öyle sevdiğin birine çevir ki,

    İbrahimin ateşe göğüs gerdiği gibi teslim olayım ona.

     

    Nasıl ki serin ve selametli oldu ateş Halilullaha, öyle fersah fersah genişlesin

    dünya ve ahiret onunla birlikte bana.

     

    Canımı taşıyan beden, aşkını taşıyan canla bir olsun.

    Birliğimize birliğin -İLLA- şahit olsun...

     

    • Like 1

  7. Ya Rabbi!

     

    Gökyüzündeki,karanlıktaki incecik hilal gibi senin rahmetinden ümidimizi Ramazan vesilesiyle,bayram arefesinde yeniden bir arada tut..

     

    Ya Rabbi!

     

    Yaktık içimizi,yandık,çölde kaldık,çoraklaştık,çölleştik. Dilimiz sustu,seslerimiz kesildi,nefeslerimiz boşa tükendi. Utandık,pişman olduk. Ah ettik..

     

    Ya Rabbi!

     

    Bizi rahmetinin,merhametinin,mağfiretinin yağmurlarında serinlet.

     

    Ya Rabbi!

     

    Kesildi nefesimiz,utandık,mahcup olduk,yüzümüz yerde kaldı. Bizi umut hilalinin,bizi rahmet dolunayının,bizi şefkat güneşinin bağrında,ufuklarında ağırla!..

     

    Ya Rabbi!

     

    Senin huzurunda,senin rızan üzere,senin hoşnutluğunu bir elbise gibi giyinerek gün boyu,geceler boyu oruç tuttuk,senin huzurunda durduk..

    Her köşede,her saklı kuytuda,her vakitte,her anda Senin hatırını saydık,senin rızanı aradık..

    Dilediğin gibi sana hakkıyla kul olan,senin rızanı billur sudan daha sevimli,senin hoşnutluğunu iştahımızdan,hevesimizden,hevamızdan daha önce tutan kullar olarak yaşamayı nasip et..

    Belki bu son Ramazanımız.. Belki nefesimiz bir başka Ramazana yetmeyecek..

    Vadettiğin gibi Ya Rabbi başı rahmet,ortası mağfiret ve şimdi yaşadığımız anları cehennemden azad olmak olan Ramazan ayını,orucumuzu,hiç kimseye göstermeden,hiç kimseye gösterme telaşı olmadan gösterişsiz ve riyasız bu biricik ibadetimizin hatırına bizim hakkımızda gerçek eyle!

    Bizi cehennemden azad eyle!

     

    Ya Rabbi!

     

    Kardeşlerimizi,bizim gibi olanları,olmayanları,bizim gibi düşünen,düşünmeyenleri,bizim gibi inanmasa da bütün insan kardeşlerimizin aklına,kalbine,ruhuna hidayetler nasip eyle!

     

    Ya Rabbi!

     

    Halimizi en sevgilimiz ,peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın haline yakın eyle!

    Bizi gaybın nazarında,onun güzelliklerini anlatan,aktaran,temsil eden güzel kullarından eyle!

     

    Amin.. Amin.. Amin...


  8. ..:: Abdestin Tibbi Mucizeleri ::..

     

     

     

    Ondört asir önce temizligin t'sinin bile olmadigi bir ortamda gelen bu hikmetli reçete tam anlamiyla bir Kur'an Ahlâkidir. Ancak abdestin getirdigi saglik mucizeleri temizlikten ibaret degildir. Akillara durgunluk verecek bin bir biyolojik sir gizlidir onda. Üç gurupta özetlersek:

     

     

     

    1.Dolaşim Sistemine katkilari:

     

     

     

    Kalp, 100.000 km'ye yakin damar agiyla bütün vücudu besleyen çok geni$ bir sistemin motorudur. Damarlar kalpten uzakla$tikça kilcallarina ayrilarak son hücreye kadar her alani, her dokuyu besler. Öyle ki hayati organ ve dokulari birden çok damar agi kontrol eder. Kilcal damarlarin i$levini devam ettirebilmesinin en önemli $arti ESNEKLIGININ korunmasidir. Ne çare ki, stres ve oburluk (obezite) kilcallarin i$ini bitirir. Bundandir ki obezite ve strese bagli olarak ortaya çikan "esneklik kaybi" kalp-damar hastaliklarinin ve bunamanin ba$ sebeplerindendir.

     

     

     

    Peki abdest bu korumanin neresindedir ?

     

     

     

    Bu tehlikeli gidi$ten uzakla$manin en pratik ve saglam yolu, kan damarlarina genç ya$lardan ba$layarak esneklik kazandirmaktir. Özellikle kalbe uzak olan bölgelerde

     

     

    (el, ayak gibi) bu jimnastigin yapilmasi daha önemlidir. Ama damarlara nasil esneklik kazandirabiliriz diye dü$ünmeyin! Her $eyin bir çaresi var: Tabii ki egzersiz salonlarinda

     

     

    -Ab shaper- larla bu i$ olmaz. Damarlara esneklik kazandirmak için basit bir fizik yasasindan faydalanabiliriz:

     

    "Isi farkiyla hareket"

     

     

    Evet, damarlarimizi isi farkindan istifade ederek açip kapatacagiz. Böylece esneklik ve esenlik bizim olacak.

     

     

    Özellikle agiz, burun ve boynun iki yaninin su ile temasi dola$imi zenginle$tirir. I$te on dört asir önce Islamiyet, suyun "altin" oldugu bir noktadan yeryüzüne yayilirken abdesti bu akil almaz hikmeti içinde insanliga sunmu$tur.

     

     

    Abdest ile, kalp ve dola$im basinci nefes alir. Beyin ve bütün sinir sistemi uyu$ukluktan kurtulur. Zaten günümüzde psikolojik rahatsizliklarin tek dogal ilaci olarak gusül tarzi genel yikanma tavsiye edilmektedir. Hele de cinsel yorgunluktan sonra du$ almanin (gusletmenin) tavsiye edilmesi çok hikmetlidir. Çünkü gusülde yapilmasi zorunlu olan agiz içinin, burnun ve bütün vücudun yikanmasinin esprisi yeni yeni gün yüzüne çikmaya ba$lami$tir. Hipofiz bezinin (ki çok önemli hormonlarin salindigi bir organdir) burun bo$lugu ile yakin ili$kisine dikkatinizi çekmek isterim. Burada burna alinan su ne kadar derine çekilebilirse o kadar faydali olacaktir. Hipofiz bezinin cinsel yorgunlukla direkt ili$kisi vardir. Bu sebeple onu dinlendirmenin en iyi yolu, damarlar vasitasiyla beslenmesini artirmaktir. I$te su bu görevi yapar. Damarlarin si farki nedeniyle hareketini artirarak hipofize dolayisiyla vücudumuza çok önemli bir dinlenim saglar.

     

     

    2. Abdestin Bagişiklik Sistemine katkilari:

     

     

    Bagi$iklik sistemimiz, dola$im sistemimizden biraz farkli olarak dizayn edilmi$tir. Asil adi "lenf sistemi" olan bu mükemmel $ebekede daha ince bir damar agi kullanilmi$tir. Bu sistem araciligiyla mikroplara ve kansere kar$i korunuyoruz. Bu kadar önemli olan lenf sistemini korumak da ayrica önemlidir. Dola$im sistemindeki damarlardan on defa daha ince olan lenf damar aginin büzü$mesi sonucu çok agir hastaliklar ortaya çikar (zatürre, anjin gibi)

     

     

    Işte abdest sanki bu sistem için düzenlenmi$ gibidir. Lenf aginin kildan ince damarlarini zinde tutar. Hele de bu sistemin kontrol merkezleri olan burun arkasi ve bogazin yikanmasi korunma sistemimize buyuk katki yapar.

     

     

    Yine lenf sisteminin düzenli çali$masi vücudun tepkileri açisindan da çok önemlidir. Lenf sistemi iyi çali$an vücut, hastalik âninda aptalca tepkiler göstermez. Daha mâkûl, akillica tepki gösterir.

     

     

    3. Abdestin vücudun Statik Elektrigi giderici etkisi:

     

     

    Bütün hücreler çevresinde belli bir statik elektrigi vardir. Ancak vücudun tümü bu statik elektrigin olumlu dengesi içindedir. Bunu hissetmeyiz bile! Ne var ki gerek havada artan iyonlar, gerekse -özellikle çagimizda bir mesele olan- plastik giysiler vücudun diş yüzünde elektron artmasina neden olur. Bu olay di$tan ince dogru bizi etkilemektedir. Özellikle sinir sistemi üzerinde ciddi rahatsizliklar olusturur. Bir önemli etki de deri üzerinedir. Bu elektron artisi, deri altindaki mimik kaslarini yorar ve onlarin vaktinden önce esnekliklerinin kaybolmasina yol açar. Sonuç: ya$lilik belirtisi olan yüz kiri$malari !!

     

     

     

    "ABDESTLİ ÖLEN ÖLÜM ACISI ÇEKMEZ. ÇÜNKÜ ABDEST İMANLI OLMANIN ALAMETİDİR. NAMAZIN ANAHTARI, BEDENİ GÜNAHLARDAN TEMİZLEYİCİSİDİR".

     

     


  9. Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (AHZAP 59)

     

    "Bir tohum nasıl kabuğunun içinde korunabiliyorsa, bir kadında ancak örtüsünün içinde korunabilir."

    • Like 2

  10. Patani;

     

     

     

    Güneydoğu Asya'nın Filistini, Bosnası… Ümmetin unutulmuş mazlum yetimi, İnsanlığın yitik coğrafyası, Allah'ın bize kardeş kıldıklarından bir kısmı, belki kardeşlerimizin en mazlumları, "Allah'ım bize katından bir yardımcı ver bizi bu halkı zalim memleketten çıkar diye yalvarıp duran" mustazaf kardeşlerimiz…

     

    Bize sesleniyorlar. Duyuyor musunuz?

     

    Evet sesleri çok cılız. Çoğumuz daha önce adını bile duymadık Patani'nin. Bize binlerce kilometre uzakta evet.

     

    Ama bu mazaret değil, hele ki Amerika'da çıkan bir şarkıyı 10 dk.da öğrenebildiğimiz bu çağda hiç mazaret değil…

     

    Biz elimizden geldiği kadarıyla sesimizi ulaştırabildiğimiz her alanda Patani'nin ve onun mustazaf evlatlarının sesini duyurmaya çalışacağız. Allah bu yardım çığlıklarına icabet edenlerin yardımcısı olsun.

     

     

     

    Patani; Tayland sınırları içerisinde ve Tayland’ın güneyinde yoğun olarak Müslümanların yaşadığı bölgenin adıdır. Bugün patanide 5 milyon müslüman yaşamaktadır. Tayland Müslümanları olarak bilinen bu kesimin büyük bir çoğunluğu köken olarak Malay ırkına mensuptur. Dilleri Malaycadır. Patani halkı, hem tarihi köken,hem dil, hem din, hem kültür olarak thai(taylandlı)'lardan çok farklıdır. Tayland'ın orayı işgal edebilecek hiçbir sebebi yoktur.

     

    9. yüzyılda Çin'e ticaret amacıyla giden tüccarlardan etkilenerek islamı kabul etmeye başlayan Patani, 15. yüzyılda bir İslam krallığı haline geldi ve bu dönemde en parlak çağını yaşadı. Patani İslam Krallığı, 15. ve 17. yüzyıllar arasında önemli bir ticaret ve eğitim merkezi haline geldi. Patani, bu yüzyıllarda bölgeye akın eden sömürgeci güçlerin doğrudan saldırısına maruz kalmamış olsa da, yanı başındaki Siyam Krallığı’yla çetin bir mücadele içerisindeydi. Bu uzun süreli mücadele sürecinden sonra iç karışıklıkların da etkisiyle zayıflayan krallık, bölgedeki sömürgeci güç İngiltere’nin de desteğiyle daha sonraki yıllarda Siyam Krallığı’nın topraklarına dahil edildi. 18. yüzyılın başlarında işgal dönemi başlamış oldu. 1909 yılında resmen Siyam topraklarına dahil edilen Patani, bu yıldan itibaren sürekli bir direniş içerisine girdi. Tayland’ın 1938’de başlattığı reform hareketleriyle din, dil ve kültürel yapısına sürekli müdahale edilen Patani’deki direniş, 1940’lı yıllarda doruğa ulaştı. Bu dönemde Patani siyasi direnişinin öncüsü olan Hacı Sulong’un meseleye uluslararası hukuk çerçevesinde çözüm bulma girişimleri, bölgenin adını nihayet dünya kamuoyuna duyurdu. Hacı Sulong’un amacı, Patani halkının dinî ve kültürel kimliğine yapılan müdahaleleri durdurmaktı. 1960–1980 yılları arasındaki mücadele dönemi, 1980’de göreve gelen uzlaşmacı Tayland yönetiminin özellikle ekonomik alandaki yenilikleriyle duruldu. 1990’lı yıllarda kendilerine siyasi katılım hakkı da verilen Patani halkı, Tayland yönetimine karşı nötr bir tavır içerisine girdi. Lakin Patanililere verilen imtiyazlar, bu halkın Tayland’a karşı hissettiği tarihî öfkeyi ve süregelen ekonomik problemleri örtemedi. Öte yandan Tayland yönetimi de, Patani halkını potansiyel tehlike olarak görmekteydi. Bu yüzden, önceki dönemdekiler kadar yoğun olmamakla birlikte bölge üzerindeki baskılar sürmekteydi.

     

    Son 20 yıldır küllenmiş olan olaylar, 2000’li yıllarla beraber tekrar alevlendi. Amerika’daki 11 Eylül saldırıları sonrasında tüm dünyayı etkisi altına alan “terörizmle savaş” kasırgası, bu bölgeyi de vurdu. Tayland'ın bölgeye uyguladığı baskılar giderek arttı.

     

    2004 yılından beri bölgede sıkıyönetim uygulanıyor. Bölgeye gazetecilerin girmesi yasak. Yardım kuruluşları bölgeye giremiyor, girebilenler de canlarını tehlikeye atarak bunu yapabiliyor. Yüzbinlerce patanili doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalmış. Çeşitli ülkelere sığınmış yaşam mücadelesi veren yüzbinlerce Patanili var. Yıllardır hergün en az 5, 6 patanili öldürüyor. İnsanlar camilerde topluca yakılıyor. Gösteri yapanlar kurşuna diziliyor. Alimler kaçırılıyor ve bir daha da onlardan haber alınamıyor. Ebu Gureyb’ten farkı yok Patani’deki toplama kamplarının. Üstleri çıplak bir vaziyette kampta tutulan mahkûmların bir çoğunun vücudunda darp izleri bulunurken, Patanili Mahkumlar son derece bitkin, zayıf ve üzgün gözüküyor. Ayrıca mahkumların vücuduna askerler tarafından rakamlar yazılmış. Tayland askerleri Patanili mahkûmlara seslenecekleri zaman isimle çağırmak yerine bu rakamları kullanıyorlar. Kadınlar(özellikle tayland zulmüne direnen mücahidlerin eşleri) toplama kamplarına kapatılarak sistematik tecavüze uğruyor.

     

     

     

    Bugün dünyanın birçok yerinde müslümanlar mazlum durumda, ama hiç olmazsa bu müslümanların hallerinden haberdar olabiliyoruz ama Patanili müslümanların en büyük sorunu seslerini duyuramamak. Müslümanlar dahil kimse onların çektiği sıkıntıları bilmiyor. En büyük ihtiyaçları seslerini duyurabilmek.

     

     

     

    Tayland bölgeye gazetecileri sokmuyor çok sıkı bir sansür uyguluyor yaşanılanları dünyaya duyurmamak için.

     

    Bütün dünya bu yaşanılanlardan habersiz, Bu zulme karşı sessiz. Amerika Tayland'ın müttefiki olduğu için Müslüman ülkeler de Patani için bişey yapmıyorlar.

     

     

     

    Patanililerin yaşadıkları ortada. Bu zulümleri anlatmaya kelimelerimiz yetmez. Dilimiz aciz kalır…

     

    Şimdi bize düşen Patani'li kardeşlerimizin sesini tüm dünyaya duyurmak, onlara maddi manevi yardım etmek destek olmaktır. Onlar bizim kardeşimizdir biz buna iman ettik. "Müminler ancak kardeştir" (Hucurat suresi 10.ayet)

     

     

     

    Onlar tam anlamıyla Nisa suresinin 75.ayetinde tasvir edilen tablodaki mustazaflardır.

     

    "Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?"

     

     

     

    Sahi bize ne oluyor da kardeşlerimize sahip çıkmıyoruz? Bize ne oluyor da Mustazaflara yardım etmiyoruz? Bu günahın ahiret gününde karşımıza çıkmayacağını mı sanıyoruz? Yoksa müminlerin kardeş olduğuna mı inanmıyoruz? Hani müminler bir vücudun uzuvları gibiydi? Hani bir uzuv ağrıdığında, yaralandığında diğer uzuvlar da acı çekip uyuyamayacaktı? Hani kendimiz için istediğimizi onlar için de istemedikçe kamil bir mümin olamayacaktık? Kendimiz için Özgürlük, emniyet ve namusumuzdan canımızdan emin olmak istemez miyiz? Sokaklarda tekmelenen Patani'li çocuklar bizim çocuklarımız, toplama kamplarında tecavüze uğrayan müslüman kadınlar bizim bacılarımız, eğer buna inanmıyorsak, onların canlarını kendi canımız, namuslarını kendi namusumuz bilmiyorsak hakiki iman sahibi değilizdir.

     

     

     

    Yoksa kardeşlerimizi budist müşriklerin insafına mı terk edeceğiz?

     

    "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu zulme de terketmez/onu zulum karşısında yardımsız bırakmaz." (hadis-i şerif)

     

     

     

    Şimdi biz, Patani'den haberdar olan, onların canını kendi canımız gibi kutsal sayan müslümanlar olarak bulabildiğimiz bütün vesilelerle mustazaf kardeşlerimize yardım etmeliyiz. Onları tayland zulmünden kurtarmak bize namaz gibi oruç gibi farzdır.

     

     

     

    Onlar gözlerini ufka dikmiş "bir yardımcı, bir veli" bekliyorlar. Onları zulme terk etmeyelim. Bunun vebalinden kimse kurtulamaz.

     

     

     

    Gözden ırak olan kardeşlerimiz gönüllerimizden de ırak olmasın…

    Muhammed Halid / Patani.Biz yazarı

    • Like 1

  11. Ezan Okunmaya Başlanması

     

    Hicretin 1. senesi: Milâdi 622.

     

    Mekke’de iken Müslümanlar ibadetlerini gizlice yapıyor, namazlarını kimsenin göremeyeceği yerlerde kılıyorlardı. Dolayısıyla orada namaza açıktan dâvet etmek gibi bir mesele söz konusu olamazdı.

     

    Ancak, Medine’de manzara tamamıyla değişmişti. Dinî serbestiyet vardı. Müslümanlar rahatlıkla ibadetlerini ifâ ediyorlardı. Din ve vicdanları baskı altında bulunmuyordu. Müşriklerin zulüm, eziyet ve hakaretleri de mevzu bahis değildi.

     

    Mescid-i Nebevî inşâ edilmişti. Fakat, Müslümanları namaz vakitlerinde bir araya toplayacak bir davet şekli henüz tesbit edilmemişti. Müslümanlar gelip vaktin girmesini bekliyor, vakit girince namazlarını edâ ediyorlardı.1

     

    Resûl-i Ekrem bir gün Ashab-ı Kirâmı toplayarak kendileriyle nasıl bir dâvet şekli tesbit etmeleri gerektiği hususunda istişâre etti. Sahabîlerin bazıları, Hıristiyanlarda olduğu gibi çan çalınmasını, diğer bir kısmı Yahûdiler gibi boru öttürülmesini, bir kısmı da Mecûsilerinki gibi namaz vakitlerinde ateş yakılıp, yüksek bir yere götürülmesini teklif etti. Peygamber Efendimiz, bu tekliflerin hiç birini beğenmedi.2

     

    O sırada Hz. Ömer söz aldı:

     

    “Yâ Resûlallah! Halkı namaza çağırmak için neden bir adam göndermiyorsunuz?” diye sordu.

     

    Resûl-i Ekrem o anda Hz. Ömer’in teklifini uygun gördü ve Hz. Bilâl’e, “Kalk yâ Bîlâl, namaz için seslen” diye emretti.

     

    Bunun üzerine Hz. Bilal bir müddet Medine sokaklarında, “Esselâ, Esselâ (Buyurun namaza! Buyurun namaza!)” diye seslenerek Müslümanları namaza çağırmaya başladı.1

     

     

     

    Abdullah bin Zeyd’in rüyâsı

     

    Aradan fazla bir zaman geçmeden Ashabdan Abdullah bin Zeyd bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bugünkü ezân şekli kendisine öğretildi.

     

    Hazret-i Abdullah sabaha çıkar çıkmaz, sevinç içinde gelip rüyâsını Peygamber Efendimize anlattı. Resûl-i Ekrem, “İnşaallah bu gerçek bir rüyâdır” buyurarak dâvetin bu şeklini tasvip etti.2

     

    Hz. Abdullah, Resûl-i Ekremin emriyle ezan şeklini Hz. Bilâl’e öğretti. Hz. Bilâl, yüksek ve gür sadasıyla Medine ufuklarını ezan sesleriyle çınlatmaya başladı:

     

    “Allahü ekber, Allahü ekber!

     

    “Allahü ekber, Allahü ekber!

     

    “Eşhedü enlâilâhe illallah!

     

    “Eşhedü en lâilâhe illallah!

     

    “Eşhedü enne Muhammede’r-resûlullah!

     

    “Eşhedü enne Muhammede’r-resûlullah!

     

    “Hayye âle’s-salâh, Hayye âle’s-salâh!

     

    “Hayye âle’l-felâh, Hayye âle’l-felâh!

     

    “Allahü ekber, Allahü ekber!

     

    “Lâilâhe illallah!”

     

    Hz. Ömer de aynı rüyâyı görüyor

     

    Medine ufuklarının bu sadâ ile çınladığını duyan Hz. Ömer, heyecan içinde evinden çıkarak, Resûl-i Ekremin huzuruna vardı. Durumu öğrenince, “Yâ Resûlallah! Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin ederim ki, Abdullah’ın gördüğünün aynısını ben de görmüştüm” dedi.

     

    Biraz sonra birkaç kişi daha geldi, aynı rüyâyı gördüklerini söylediler. Peygamberimiz birkaç kişinin aynı şeyi görmesinden dolayı Allah’a hamd etti.1

     

    İslâmın ne derece fıtrî ve nezih bir din olduğunu bu dâvet şeklinin tesbitinden de anlıyoruz. Ruhsuz, mânâsız, heyecansız ve tatsız çan çalmak, boru öttürmek veya ateş yakmak nerede? Yeryüzünde “tevhid” ulvî hakikatını ilân eden, Resûl-i Ekremin Peygamberliğini haykıran ve dolayısıyla îmân esaslarının tamamını halka duyuran mânâ ve kudsiyet dolu “ezan” şekli nerede?

     

    “Hukuk-u Şahsiyye (şahsi hukuk)” ve “hukuk-u umumiyye (umumî hukuk)” adıyla iki nevi hukuk olduğu gibi, şer’î meseleler de iki kısımdır. Bir kısmı şahıslarla ilgilidir, ferdîdir. Diğer kısmı umuma bakar, umûmîdir. Onlara “Şeâir-i İslâmiyye” tâbir edilir.

     

    Şeâir-i İslâmiyyenin en büyüklerinden biri de işte bu hicretin birinci senesinde meşru kılınan ve “şehâdetleri dinin temeli” olan ezândır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Şeâir-i İslâmiyye” ile ilgili çok mühim izah ve değerlendirmeleri vardır. Mektûbât isimli eserinin Yirmi Dokuzuncu Mektubunda şöyle açıklanır:

     

    “Mesâil-i Şeriâttan bir kısmına ‘Taabbüdî’ denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır. İlleti emirdir.

     

    “Bir kısmına ‘Mâkulü’l-Mânâ’ tâbir edilir. Yani; bir hikmet ve maslahat var ki, o hükmün teşrîine müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü; hakiki illet, emir ve nehy-i İlâhîdir.

     

    “Şeâirin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccüh ediyor, ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse, onu tağyir edemez. Öyle de; ‘Şeâirin faidesi, yalnız mâlum mesâlihtir’ denilmez ve öyle bilmek hatâdır. Belki, o maslahatlar ise, çok hikmetlerden bir fâidesi olabilir.”

     

    İslâmın mühim bir şeâiri olan ezânla ilgili olarak da şunlar söylenir:

     

    “Meselâ biri dese: ‘Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır, şu halde bir tüfek atmak kâfidir.’ Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniyye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi, o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi nâmına, hilkât-ı kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkâtı olan ilân-ı tevhid ve Rububiyyet-i İlâhiyeye karşı izhâr-ı ubudiyyete vasıta olan ezânın yerini nasıl tutacak?

     

    “Elhâsıl: Cehennem lüzûmsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle ‘Yaşasın Cehennem’ der. Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiat ister.”1


  12.  

     

    Bir down'luyu sevdim

     

     

    Soğuk bir ilkbahar günüydü. Parklar bahçeler yemyeşil bir örtüye bürünmesine rağmen, yağmurlu bir günün ertesi olduğundan mıdır, buz gibiydi hava. Ya da belki kendisi üşüyordu. Zayıf bir bünyesi olduğundan hep üşürdü zaten. Üstüne üslük bir de bu yaşadıkları tuz biber olmuştu adeta. “Neden hep ben?” diye düşündü yine. İyi kızdı aslında. Kimseye bir zararı dokunsun istemezdi. Sessiz sakinde bir kişiliği vardı ama nedense hep kötüler ona rastlamıştı.”Tövbe Allah’ım ne olur düşündüklerimi isyandan sayma! Ama irademe düşüncelerime hâkim olamıyorum. Bir de gözyaşlarıma.”diye dua etti sessizce... Ağlamayı yeniklerin eziklerin işi gibi düşünürdü ama her zamanki gibi ağlayan yine kendisiydi.

     

    Bu hayatına giren üçüncü kişiydi. O kadar da günaha bulaşmak istememesine rağmen, belki aradığı o saf, iyi niyetli dürüst çocukla karşılaşa bilirdi. Zaten görüşmeleri de hep resmi olurdu da, yinede darbe üstüne darbe yemişti. Peki, bu sonuncuya ne demeliydi. Tam işte aradığım kişi derken yüzüğü getiri vermişti. Avucunun içinde yüzüğü sıkmaktan eline yer etmişti. Güya beyefendi çok inançlıydı da gümüş almıştı yüzüğü de. Neymiş farklı kutupların insanıymışlar, beklentileri farklıymış, zaten annesi de pek beğenmemiş, Bir genç kızın duymak istemeyeceği her şeyi söyleyivermişti bir çırpıda. Elif ani bir refleksle fırlanmıştı yüzüğü. Hayal kırıklıklarını, üzüntülerini, gözyaşlarını da birlikte atmıştı çalıların arasına.

    Annesi istediği kadar ısrar etsindi. Evlenmekten falanda vazgeçmişti. Hepsi aynı bencil, yalancı ve düzenbazdı. Oysa kendisi dürüst, güvenilir, iyi niyetli, duygusal, karşılık beklemeden seven, bir arkadaş, bir sevgili, bir eş düşlemişti. Öyle biri de yoktu işte. Yoksa var mıydı böyle kimseler? Yalnızlığından kurtulabilirimiydi?

    “Rabbim bana yardım et. Kalbim çok kırık bu yalnız hayatımda güvene bileceğim, konuşabileceğim, rızana birlikte ulaşabileceğim biri olmadıktan sonra bir daha karşı cinsimden kimseyi çıkarma karşıma” duası gözyaşlarıyla birlikte pırıltılar halinde dökülüvermişti ağzından Rahman’ın istek dergâhına doğru…

     

    Bu arada yanaklarından istemsizce süzülen yaşı hissetmiyordu artık. İşte tam da bu sırada yüzünde bir sıcaklık hissetti. Soğuktan donmuş yanaklarında sıcacık bir el geziniyordu. Birden irkildi ve gözlerini elin sahibine doğru çevirdi. Karşısında 25- 30 yaşlarında, yakışıklı, çekik gözlü, sempatik, çocuk gibi gülümseyen bir genç adam vardı. “ Ne yapıyorsun sen?” diyebildi şaşkınlıkla. Oğlan gülümseyerek” Lütfen ağlama! Kim ağlattı seni, peçete vereyim mi? çantamda var, al yüzünü sil” dedi ve yavaşça uzattı peçeteyi. Elif şaşırmıştı ama bu dostça uzatılan peçeteyi de almayı ihmal etmedi. Normalde yabancılarla böyle birebir konuşmaz konuşamazdı. Yaşadığı duygusal boşluktan olsa gerek bütün olmazlarını yıkmak istemişti galiba.” Sözlüm ağlattı, ayrılacakmış ta benden yüzüğü getirmiş, ayrı dünyaların insanıymışız” dedi. Ne de çok açıklama yapmıştı. Kendine hayret etti bir an. Sonra bu safça oğlan, “ha!” dedi. “ Beni de geçen Melisa ağlattı. O’nu çok seviyom ama o gitti Almanya ya. Ben de çok ağladım.” Elif şöyle dönüp bir daha baktı çocuğa. Benimle dalga mı geçiyor acaba? Diye düşündü bu temiz giyinişli, temiz yüzlü çocukta bir gariplik vardı. Konuşması da biraz kekeme gibiydi. Dayısının dawl’u bir oğlu vardı ona da benzemiyor değildi. Emin olmak için konuşturmak istedi. “Melisa sevdiğin kız mı yoksa” dedi. “Evet, sevdiğim bir kız, çok tatlı ablam onu götürdü Almanya ya. O minicik dört yaşında” diye de ekledi. “Yeğenin mi yoksa” dedi Elif. “evet” dedi Erel’de. Elif birden gülümsedi. Hatta ufakta bir kahkaha attı. Hay Allah hiçte güleceği yoktu. “Bak gülünce güzel oluyor.” dedi Erel. Sonra bir süre karşılıklı konuştular. Bir ara alakasızca “ben dawnluyum” açıklaması yaptı Erel. Yeni tanıştığı kişilere söylerdi hep bunu. “öylemi? Allah yardımcın olsun. Hem boş ver normal görünüp de duygu engellisi olan kaç kişi var bir bilsen “dedi. Erel konuşmanın bu kısmıyla pekte ilgilenmemiş gibi görünüyordu. “sen her gün gel buraya konuşalım olur mu? Çok tatlısın sen konuşuruz üzülmezsin” Dedi. Hafif kekeleyerek… “Peki” dedi Elif “gelirim arada bir” Bu kabul edilmiş bir dua olabilir miydi? Yok, canım dedi kendi kendine hem de bir dawn’ luyla. Niye olmasın dı. Hayat sanki baki miydi? Nasıl olsa son bulacaktı. Bu kısa dünya hayatında bu sempatik, iyi niyetli, olduğu gibi olan çocukla niye olmasın diye düşündü. O gece aklında hep Erel vardı. Ertesi gün ve diğer günler artık hep Erel’leydi. O’ nun o çocuksu ama kendine has ciddiyeti, dürüstlüğü, sevecenliği ve olduğu gibi olması cezp ediyordu bütün duygularını. Bu oğlan gerçekten istediği gibi bir erkekti. Kabalıktan, kırıcılıktan, içten pazarlıktan uzak, cennetten inmiş bir insandı sanki. Daha ne isterdi ki. Elif’in bir erkekte aradığı özelikler tam da bunlardan ibaretti. Başkaları ne ararsa arasın Elif için hayat arkadaşlığı, içtenlikten samimiyetten ve birlikte rızayı ilahiye ulaşmaktan başka bir şey değildi. Bütün bunlarda Erel de mevcuttu. İşte gözyaşlarıyla yaptığı dua Rahman’ın kapısında, bu şekilde kabul görmüştü. Amenna deyip vakit geçirmeden görüşmelerinin tam da ikinci ayında:”Erel benimle evlensene” dedi. Erel yine her zaman ki hoşluğuyla, çokta şaşırmadan “olur. Ama anneme soralım sen de gel tamam mı? Dedi. Birlikte gittiler Erel’lerin evine. Elif, bu temiz, bakımlı, zengin evine girdiğinde ve annesinin “hoş geldim Elif bizde seni bekliyorduk” dediğinde anlamıştı Erel’in nasıl bir eğitim aldığını ve nasıl bir sevgiyle büyüdüğünü… Erel’in anneciği vefakâr fedakâr ve Erel’in mutluluğu için adeta bütün ömrünü ona adamış cennet hatunu bir anneydi. O gün, saatlerce konuşmuşlardı elif ve Erel’in anneciği. Elif hakkında her şeyi biliyor du. Erel, Elif’le tanıştığından beri konuştukları her şeyi annesine anlatmış bütün gündemleri elif olmuştu… Endişelerini, korkularını, ne emeklerle eğitimlerle oğlunu bu hale getirdiklerini anlatmıştı bir bir. Yaşli niyetli, olduğu gibi olan çocukla niye olmasın diye düşündü. O gece aklında hep Erel vardı. Ertesi gün ve diğer günler artık hep Erel’leydi. O’ nun o çocuksu ama kendine has ciddiyeti, dürüstlüğü, sevecenliği ve olduğu gibi olması cezp ediyordu bütün duygularını. Bu oğlan gerçekten istediği gibi bir erkekti. Kabalıktan, kırıcılıktan, içten pazarlıktan uzak, cennetten inmiş bir insandı sanki. Daha ne isterdi ki. Elif’in bir erkekte aradığı özelikler tam da bunlardan ibaretti. Başkaları ne ararsa arasın Elif için hayat arkadaşlığı, içtenlikten samimiyetten ve birlikte rızayı ilahiye ulaşmaktan başka bir şey değildi. Bütün bunlarda Erel de mevcuttu. İşte gözyaşlarıyla yaptığı dua Rahman’ın kapısında, bu şekilde kabul görmüştü. Amenna deyip vakit geçirmeden görüşmelerinin tam da ikinci ayında:”Erel benimle evlensene” dedi. Erel yine her zaman ki hoşluğuyla, çokta şaşırmadan “olur. Ama anneme soralım sen de gel tamam mı? Dedi. Birlikte gittiler Erel’lerin evine. Elif, bu temiz, bakımlı, zengin evine girdiğinde ve annesinin “hoş geldim Elif bizde seni bekliyorduk” dediğinde anlamıştı Erel’in nasıl bir eğitim aldığını ve nasıl bir sevgiyle büyüdüğünü… Erel’in anneciği vefakâr fedakâr ve Erel’in mutluluğu için adeta bütün ömrünü ona adamış cennet hatunu bir anneydi. O gün, saatlerce konuşmuşlardı elif ve Erel’in anneciği. Elif hakkında her şeyi biliyor du. Erel, Elif’le tanıştığından beri konuştukları her şeyi annesine anlatmış bütün gündemleri elif olmuştu… Endişelerini, korkularını, ne emeklerle eğitimlerle oğlunu bu hale getirdiklerini anlatmıştı bir bir. Yaşlı anne nin bir isteği kalmıştı oğlunun atkuyruklu bir kızla evlenmesi ve onu Kendinden sonra ona sahip çıkacak koruyup kollayacak şefkatli bir insana emanet bırakması. İşte bunun için tam da Elif’in parkta Rabbine yakardığı anda dua etmişti Erel’in annesi de. Aynı anda duaları kabul olmuştu işte. Erel öğle uykusunda iken anlatmıştı annesi bütün bunları. Dawn sendromunun ne olduğu 47. kromozomun insana getirdikleri ve götürdükleri, ileride nelerle karşılaşabileceği, Erel’in başına gelebilecek muhtemel hastalıklar, aldığı vitaminler vesaire vesaire…

     

    Evliliklerinin yedinci yılıydı. Elif, Erel ile öyle güzel bir hayat sürüyordu ki tamda düşlerindeki gibi idi. Bu güzel gönüllü oğlanla neler paylaşmıştı neler. Birlikte yıldızları seyretmiş, el ele gezmiş, sabah namazlarına kalkmışlar. Dualar etmişlerdi. Onunla anılarını yazsa bir kitap olurdu her halde. Bu ekstra kromozom neler katmıştı ona. Düşünülenin aksine ne güzel hasletleri var dı. Adeta Allah (cc) dawnlular aracılığı ile insanlığınız, hoşgörünüz, dürüstlüğünüz böyle olsun diyordu da, bizlerde onlara özürlü gözüyle bakıyorduk. Ne yazık! Hâlbuki onlar aramıza cennetten gönderilen günahsız, sevecen birer insandılar.

     

    Fakat bazı bildikler de içini kemirmiyor değildi. İyiler çok yaşamıyordu. Rabbim onları çok seviyordu bazen daha normal görünümlü insanların içinde daha fazla yıpranmamaları için çabuk alabiliyordu yanına. Onunla ayrılık ihtimalini aklına hiç getirmek istemese de bir gerçek vardı ki, er ya da geç böyle bir son diğer insanlarda olduğu gibi onlar içinde mevcudu.

     

    <span style="font-size: 14px"><span style="font-family: arial,helvetica,sans-serif"><span style="color: #000000">Soğuk hastane odasında kalışlarının üçüncü ayındaydılar. Sevdiği, yoldaşı, dua arkadaşı, sabah namazı yoldaşı, biricik çekik gözlüsü Erel’inden ayrılık vakti gelmişti galiba. Doktorlar umut vermiyorlar dı artık. O uzun, Erelin isteğine göre zaman zaman atkuyruğu yaptığı siyah saçları dökülmüştü iyice. Ağrıları da artmıştı. Erel onu bir an bile yalnız bırakmamıştı. Elif üzülmesin diye olmadık espriler yapıyor, elif’in bakımıyla bizzat ilgileniyordu. Onun hiçbir şeyinden iğrenmiyor,” yeter artık hep hastasın sitemi” asla aklına bile gelmiyordu. Hele bu ölsün de bir daha evlenirim düşüncesi Erel’in genetiğin de yoktu. Evet, dünyadan ayrılan Elif di. Bu amansız hastalık onu bulmuştu. Ayrılıktı yakalarına yapışan, kimin öldüğü neyi değ


  13. Cennet ne zaman kılıçların gölgesi altındadır?

    HADİSLER ARASINDA dolaşırken, iki husus beni bilhassa hayrete sevkeder. ‘Algının seçiciliği’ ile doğrudan ilgili iki husus.

     

    İlki, biri diğerini açıklayan veya çerçeve çizen hadislerle ilgilidir. Bu durumda, bir hadis diğeriyle birlikte anlaşıldığında gerçek yerini bulur. Bu hadisi diğer hadis görmezden gelerek ele aldığımızda ise, hadisi ait olduğu asıl çerçeveden uzaklaştırma gibi bir riske kapı aralanır. Bizi çift kanatlı halde hakikatin dengesine kavuşturup melekût semalarında özgürce dolaşmaktan alıkoyan, bir kanadımızı kırık hale getirip tek kanatla yere mıhlayan bir durumdur sonuç.

     

    Diğer halde ise, belli bir zamanda söylenmiş ve bir bütün ifade eden hadis cümlelerinden yalnızca biri seçilir; ve böylece Peygamber aleyhissalâtu vesselamın beliğ bir cümlesi eskilerin tabiriyle ‘siyak ve sibak’ından, yeni tabirle bağlamından, öncesi ve sonrasından, hangi şartlarda ve hangi kayıtlar altında söylendiği gerçeğinden koparılmış olur. Bunun da kaçınılmaz sonucu, tıpkı diğer durumda sözkonusu olduğu gibi, hadisin özünde var olan ‘hakikatler dengesi’nin yitip gitmesidir.

     

    Nitekim, en ziyade şöhret bulmuş, hafızalara yerleşmiş hadislerden biri olarak “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” hadisi için durum, tam da budur.

     

    Bu hadis, zihinlere tek cümleden ibaret bir hadis olarak yerleşmiş haldedir. Hadis, bu tek cümleyle, mü’minlerin zihnini ve kalbini doğrudan ve bizzat cihada odaklamakta; tek başına bu cümleden, her hal ve şartta maddî, yani kılıçla cihada bir övgü çıkmaktadır.

     

    Halbuki, hem bu cümlenin söylendiği ortam ve vakit dikkat gerektirmektedir; hem de bu cümle uzunca bir hadisin en son cümlesi niteliğindedir.

     

    Ashâbdan Abdullah b. Ebî Evfâ’nın rivayet ettiği bu hadis, tahmin edileceği üzere, Peygamber aleyhissalâtu vesselam tarafından, bir sefer esnasında söylenmiştir. Ama, zamanlaması manidardır. Bir müşrik güruhuyla mücahede uğruna ashabıyla yola çıkan Peygamber aleyhissalâtu vesselam, karşılaşılacak mahalle ulaşıldığında doğruca saldırıya geçmeyi emretmek yerine, ‘güneşin meyletmesini’ beklemiştir. Yani, doğruca savaşmak yerine, savaşsız bir çözüme, yani barışa bir zaman tanımayı tercih etmiştir.

     

    Bunun böyle olduğunu, son sözü “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” olan hadisin önceki cümleleri zaten açıkça belgelemektedir. Kudsî nebî, doğrudan savaşa girişmek yerine ‘güneşin meyletmesini’ beklerken, niye böyle yaptığına şu hadisle açıklık getirmiştir:

     

     

     

    “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20; Ebu Dâvûd, Cihâd 98)

     

     

    Son cümlesi herkesçe bilinen hadisin hangi şartlarda ve hangi vakitte söylendiği pek bilinmediği gibi, önceki cümlelerinin de pek bilinmiyor olması herhalde dikkat çekicidir.

     

    Halbuki, hem söylendiği zaman ve zemin, hem kendisinden önce gelen cümleler, “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” hadisine ve dolayısıyla cihad idrakine bir çerçeve çizerek asıl kıvamını vermektedir.

     

    Demek ki, Peygamber aleyhissalâtu vesselam için bir gerilimi çözmenin öncelikli yolu, savaş değildir. Bilakis savaş, yani kılıçla cihad, barışçı çözüm içeren bütün seçenekler tükendikten sonra başvurulacak en son çaredir.

     

    Nitekim, onun, komutan olarak bir sefere yollarken Hz. Ali’ye verdiği emir de, bu gerçeği bir kez daha teyid etmektedir. Orada da, Peygamber aleyhissalâtu vesselam Hz. Ali’ye, karşılaşacağı müşriklere önce imanı tebliğ ederek İslâm’a davet etmesini emretmiştir. Bu davet reddedildiğinde Hz. Ali’nin komutan olarak yapacağı, yine, savaşa girişmek değildir. Bu durumda, onlar bir barış anlaşmasına davet edilecek; yani kendileri müşrik kalmakla birlikte İslâm’a karşı savaş halinde olmamaları ve yaşadıkları diyarda İslâm’ın tebliğine engel olunmaması istenecektir. Ancak İslâm’ın tebliğine dahi izin vermeyen bir katılık ve karşıtlıkla yüz yüze gelindiğindedir ki, son çare olarak cihad emredilmiştir.

     

    Sözün kısası, ilgili hadiste Peygamber aleyhissalâtu vesselam kılıçla cihadı ancak ‘en son çare’ olarak başvurulması kaydıyla övmektedir. Cennet, barışa fırsat tanındığı halde savaştan başka bir yol kalmadığı durumda kılıçların gölgesi altındadır; barışa asla fırsat vermeden doğrudan kılıçlara sarılma durumunda değil…

     

    Hadis, diğer taraftan, mü’minlerin sahip olması gereken asıl ruh halinin ne olması gerektiğini de açıkça göstermektedir. Bir savaş ortamında, üstelik cihad için yola koyulup düşmanla karşılaşılacak mahalle gelindiğinde ‘güneşin meyletmesini’ bekleyerek barışa zaman tanıyan, sonra da “Ey insanlar! Düşmanlar karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah’tan afiyet dileyin” buyuran kudsî nebî, böylece, mü’minlerden çatışmacı değil barışçı bir ruh haline sahip olmalarını istemekte; onları gerilimden değil afiyetten yana bir duygu durumuna davet etmektedir. Barışa fırsat tanınmalı; savaş için yola çıkılırken dahi, savaşsız bir çözüm temenni edilmeli; kalbler ve zihinler bu yönde çalışmalıdır. Savaş, barışçı çözüm seçenekleri tükendiği durumda kullanılacak son çaredir. Bu durumda dahi, mü’minleri yöneten ana duygu, öfke değil, sabır olmalıdır.

     

    Ve ancak bu takdirde, cennet kılıçların gölgesi altındadır.1

     

     

     

     

     

    1. Hadisin tam metni şu şekildedir:

     

    “Resûlullah düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: ‘Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir.’

     

    Resûlullah sözlerini şöyle tamamladı:

     

    ‘Ey Kitab’ı indiren, bulutları yürüten, Ahzâb’ı hezimete uğratan Rabbimiz! Bunları da hezimete uğrat ve onlar karşısında bize yardım et.’”

     

    (Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20; Ebu Dâvûd, Cihâd 98)

     


  14. Mustafa Ulusoy

     

    İnsan, başkaları ve kendi

    Bütün dikkatini yaptığın işe vermişsin. Mesela, yemek yapıyorsun. Mesela, harıl harıl bir sınava hazırlanıyorsun ya da ödev yapıyorsun.

     

     

    Resim yapıyor da olabilirsin, renkleri birbirine katarak bir gün batımı boyuyorsun. Şiir yazıyorsun belki de. Gece odana çekilmişsin, günlüğüne içini döküyorsun. Elinde tığ, dantel örüyorsun. Ya da bahçenin ayrık otlarını temizliyorsun.

     

    Yanında kimsecikler yok. Seni gözetleyen bir çift göz yok.

     

    Yok mu?

     

    Zihninde o bildik endişe uyanıveriyor: Güzel olacak mı? Sonra birden kendini dikleştiriyorsun ve "Yaptığım işi başkasına beğendirme çabam yoktur benim" diye geçiriyorsun içinden. Yaptığın yemeği senin beğenmen yetiyor da artıyor bile. Sofradakilerin ne düşündüğü ile ilgilenmiyorsun hiç. "Harika olmuş!" deyip demeyeceklerini dert etmiyorsun. Başkalarının seni beğenip beğenmemesi umurunda değil. Onlara kendini beğendirme köleliğinden kurtulmuşsun. Özgürsün, rahatsın.

     

    Yaptıklarını sadece senin beğenmen yetiyor.

     

    Mesela, giyinip kuşanıyorsun. Ya da aynanın karşısına geçmişsin, süsleniyorsun. Bir başkası ya da başkaları için süslenmediğine öyle eminsin ki. "Ne kadar hoş olmuşsun!" denilip denilmemesi hiç derdin değil.

     

    Ne kadar hoş oldum, demen yeterli ve kâfi geliyor sana.

     

    Ben beğeneyim yeter, diye geçiriyorsun içinden.

     

    Kimsenin gözüne girmeye çalışmak gibi bir derdim yok, diye düşünüyorsun gururla.

     

    Yanılıyorsun.

     

    Hâlâ gözüne girmeye çalıştığın biri var: Kendin.

     

    Aynada sana bakan bir çift göz var, baksana. Nasıl da inceliyor seni. Yüzünün her ayrıntısına nasıl da dikmiş gözünü. Ya da yaptığın yemeğin tadına bakıyor, kokluyor, inceliyor da inceliyor.

     

    İçinden, kendi kendinle konuşarak, göklere çıkarıyorsun kendini. Nasıl da övüyorsun. Harikasın, muhteşemsin, güzelsin, akıllısın, zeki mi zekisin. Beğendikçe beğeniyorsun kendini.

     

    Oyalandıkça oyalanıyorsun, kendinle.

     

    Ya da tersi oluyor. İstediğim gibi olmadı diye paralıyorsun kendini. Belirlediğin standarda ulaşmadı diye kendini ayaklarının altına almadığın kaldı bir. Ezdikçe eziyorsun onu. Çiğnedikçe çiğniyorsun.

     

    Her iki türlü de, yazık ediyorsun kendine.

     

    Sen, seni ne kadar övsen de, ne kadar takdir etsen de, ne kadar beğensen de, kalbinde sonsuz bir çatlak, bir türlü doymuyor yine..

     

    Başkalarının gözüne girmekten kaçarken kendi gözüne girmenin tuzağına yakalanıyorsun.

     

    Benliğin ve nefsin seni beğensin diye çırpındıkça çırpınıyorsun.

     

    "Biliyorum ki, önemli olan başkalarının ne düşündüğü değil, benim ne düşündüğüm" diyerek övünüyorsun, bunu bir özgüven işareti sayarak.

     

    Başkalarını aşmışsın, büyüklenmeci benliğine takılıp kalmışsın.

     

    İnsan, aynı zamanda kendisi için bir başkasıdır hâlbuki. İnsanın bizatihi kendisi, onu ilk inceleyen, öven ya da yeren, göklere çıkaran ya da yerin dibine batırandır.

     

    Yalnız başına olduğun bir anda dahi, hâlâ yanı başında biri dikilmiş konuşuyor seninle.

     

    Hiçbir zaman yalnız olmadın ki: Sen ve kendindin hep.

     

    "Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum" diyor Zamanın Bedii. Diyor ve sadece O'nu övüyor, kendinde gördüğü tüm güzellikleri, hayırları O'ndan biliyor; bundandır ki ne içinden ne dışından kendi kendini övmüyor. Kendini başkalarına beğendirmeye çalışmadığı gibi, kendini kendine de beğendirmeye çalışmıyor.

     

    "Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı" diyor ayrıca.

     

    Kendini beğendirmeye çalıştığın zatın ve başkaları dışında biri daha var: Mutlak Varlık.

     

    Yaptığımız her işi mutlak nazarıyla şahitliğini yapan Mutlak Varlık var.

     

    "Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok."

     

    O razı olsa, her ne yapıyorsan, benliğinin ve nefsinin yaptığını beğenmemesinin de bir önemi yok. Benliğin, nefsin sana küsse, yine ehemmiyeti yok.

     

    "Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok."

     

    İşte "bütün halkın" içine, sen yani kendini yüceltmek isteyen benliğin de dâhil.

     

    "O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder."

     

    Halkların içine sen de, senin benliğin de dâhil.

     

    O razı olduktan sonra, sen kendinden bir türlü razı olmasan da bir ehemmiyeti yok.

     

    O razı olmadıktan sonra, benliğinin, kendinin gözüne girmişsin, ne önemi var?

     

    Başkalarına aldırmam derken kendine aldırmanın tuzağına düşmüş, için için kanıyor yaraların.

     

    Her ne yaparsan yap, "Allah'ım, bunu senin için yapıyorum, razı ol yaptığımdan" de ve çekil geriye. Elbette, elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra.

     

    Ha başkalarına ispatlamaya çalışıyorsun kendini, ha kendine, ne fark eder ki?

     

    İşte böyle, ey nefsim.

     

    Yorgunluğunun bir nedeni de bu.


  15. Canım Çok Sıkılıyor Ne yapmalıyım?

    Mevlânâ Mesnevi;sinde; ;Zulmetten, gamdan, kederden sana her ne arız olursa, onun sebebi kayıtsızlık ve küstahlıktır; diyor.

    Günümüzde insanlarımızın en büyük dertlerinden biri de can sıkıntısı. Yediden yetmişe kadar her kesimden duyabileceğimiz sözler: ;Benim canım çok sıkılıyor, ne yapmam lazım?

     

    İnsanın bazen kalbinde bir sıkıntı, huzursuzluk doğabilir. Bu durum kimi zaman kısa sürer. Bazen de hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelir insana. O anları yaşarken sebebini kendimize de sorarız; ama cevabını bulmakta zorlanırız. İşte bu gibi durumlarda sevgi ve aşk sultanı Mevlânâ, sıkıntının reçetesini şu güzel beytiyle bizlere sunuyor:

     

    ;Kendinde gam hisseyleyince hemen istiğfar et. Gam emr-i ilahi ile müessir olur der.

     

    Mevlânâ, sıkıntının çoğaldığı, içimizi bir huzursuzluğun kapladığı, sanki kara bulutların bizim üzerimize akın ettiği zamanlarda samimi, ihlaslı bir gönülle günahlarımıza tövbe etmeye çağırıyor. Ruhumuzu yoran, inciten günahlar bize bir sıkıntı olarak geri dönüyor. İlacın ise ancak sıdk içinde tövbe etmekle olacağını söylüyor.

     

    Yunus (as), balığın karnında karanlıklar içinde kalınca bu hale düşmesinin sebebini ALLAH (cc)tan izin almadan kavmini terk edişinde bulur. Kendini Rabb;ine karşı suçlu hisseder. O haldeyken bütün karanlık ve zulmeti nuruyla aydınlatacak olan ALLAH;a (cc) sığınır. Onun yüce adını dili ve gönlüyle zikr eder. Onun güzel isminin nuruyla aydınlanır, balığın karnından kurtulur, felah bulur.

     

    Rasûlullah (sas) şöyle buyurdu:;Yunus;un balığın karnında iken yaptığı duâ olan: La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin Senden başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen, her şeyin üstündesin, doğrusu ben yapılması gerekeni yapmamak suretiyle kendime haksızlık edenlerdenim; (Enbiya, 87) Bu duâyı herhangi konuda yaparsa ALLAH onun duâsını mutlaka kabul eder (Tirmizî, Deavât, 82; Ahmed b. Hahbel, el-Müsned, nr. 1383)


  16. Peygamber Duaları

     

     

     

    dua.jpgKur’an’da Geçen Peygamber Duaları

     

    “Ey Rabbimiz!Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıkları bağışla. Adımlarımızı sağlamlaştır ve hakikati inkar eden kafirlere karşı bize yardım et.” (Ali İmran,3/147.)

     

    Bir fiil dua örneği olan sabır, görevde sebat edip gerekli tüm tedbirleri aldıktan sonra Allah’tan zafer dilemek” bütün peygamberlerin dualarına konu olan ortak bir tema ve ortak bir tavırdır.

     

    Bu bölümde Kur’an’da örnek gösterilen peygamber dualarını göz önüne sermeye çalışacağız. Bu örnek dualar, “peygamberlerin ağzından ilahi kelamın beyan edişi” ile Kur’an’da yer almaktadır. Tüm gerekli ayrıntılarına rastlayabileceğimiz bu model dualar, bir işin başında, ortasında ve sonunda; bir sevinç veya üzüntü esnasında Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’ın merhametine sığınma şeklinde olmaktadır.

     

    1-Adem a.s ve eşinin yaptığı yakarış

    Adem a.s ve eşinin günahı itiraf, tevazu ve gönülden yakarışın sözlü ifadeleri olan bu duaları, ilahi mağfirete muhtaç olan bütün insanların örnek alması gereken bir muhteva ile tefekkür ehlinin ilgisini beklemektedir:

    “Ey Rabbimiz!

    Biz kendimize yazık ettik, bizi bağışlamaz bize merhamet etmezsen, ebediyyen kaybedenlerden olacağız.”(Araf,7/23.)

     

    2)-Nuh Peygamber

    a) Tebliğ ve İnayet Duaları

    Nuh Peygamber bütün Elçiler gibi başarısını da başarısızlığını da sıkıntısını da mutluluğunu da Alemlerin Rabbi Olan Allah’a itiraf etmiş, O’nunla dua formunda konuşup dertleşmiştir:

    “Ey Rabbim! Senden hakkında bilgi sahibi olmadığım her hangi bir şeyi istemekten sana sığınırım. Çünkü beni bağışlamaz, beni acıyıp esirgemezsen şüphesiz kaybedenlerden olurum.” (Hûd,11/47.)

    Ey Rabbim! Ben halkıma gece-gündüz çağrıda bulunuyorum. Ama bu çağrım onları senden daha da uzaklaştırmak(tan başka bir işe yaramadı). Ve doğrusu onlara bağışlayıcılığını göstereceğin ümidiyle ne zaman çağrıda bulunduysam parmaklarını kulaklarına tıkadılar; günahkarlık giysilerine büründüler; daha fazla inada kapıldılar ve boş gururlarında daha da azgınlaştılar. Doğrusu ben onları açık açık çağırdım. Onlara açıktan tebliğde bulundum; ayrıca onlara gizlice özel olarak da konuştum. Ve dedim ki: Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını dileyin; çünkü o kuşkusuz bağışlayıcıdır. (Nuh Suresi,71/5-10.)

    “Ey Rabbim! Onlar bana tamamen karşı çıktılar, zaten onlar serveti ve çocukları yüzünden hızla yok olmaya doğru giden kimselere uyarlar; ve sana karşı en korkunç tuzakları kuranlara; çünkü onlar (kendilerine uyanlara): ‘İlahlarınızı hiçbir zaman terk etmeyin; ne Vedd, ne Suva ne Yeğûs, ne Ye’ûk, ne de Nesr’i terk etmeyin’ demişlerdi. Onlar böylece çoğu kimseyi saptırdılar. O halde Sen bu zalimlere yalnızca özlem duydukları şeylerden uzaklaşmalarını emret!” (Nuh,71/21-24.)

     

    Nuh peygamber tevazu sahibi bir gönlün en güzel yakarış örneklerini sunduğu dualarında, Allah’a teslimiyetin Cahiliyye toplumundan tam bir kopuşla kopmayı gerektirdiğini de göstermiştir:

    “Ey Rabbim! O cahillerin beni yalanlamalarına karşı bana yardım et. Ey Rabbim! bu kafirlerin yalanlamalarına karşı bana destek ol!” (Mü’minûn, 23/26,39.)

    Nuh peygamber gece-gündüz, gizli-açık bıkıp usanmadan hakikati halkına anlatmıştır. Onu yalanlayan, kendisine sebatından ve direngen onurlu duruşundan dolayı kavmi ona “budala” demişti. O, bu çaresiz durumdan kurtuluş için zalimlerle uzlaşma yolları aramamış, her salih müminin yapması gerektiği gibi kalbinden geçenleri Allah’a tevekkül ederek şöyle arz etmiştir:

    “Doğrusu ben yenik düştüm, artık sen gel ve bana yardım et!” (Kamer,54/10.)

     

    -Helak İçin Kahhariye Yakarışları

    Kahhariye duaları, onulmaz hatalar işledikleri halde hiçbir kurtuluş gayreti göstermeyen kafir ve zalim bir toplumun sınır tanımaz ayartılarına karşı Allah’tan istenen bir tür yardım, görece başarısızlıkların itiraf edilip Allah’a tevekkül etmektir. Bir sabır âbidesi ve bir direniş timsali olan Nuh peygamber, fesadı ve sapıklığı inatla sürdüren ve artık bütün uyarılara kulak tıkayan halkının kalpleri çürüten, tüm toplumu ifsad eden hataları dolayısıyla helak edilmeleri için şu yakarışlarda bulunmuştur:

    “Ey Rabbim! İşte halkım beni yalanladı. Bu yüzden benimle onlar arasında gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koy. Beni ve benimle beraber olan müminleri kurtar!” (Şuara,26/117-118.)

    “Ey Rabbim!Yeryüzünde bu hakikati inkar edenlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan , Sana kulluk edenleri hep saptırmaya çalışırlar ve yalnızca fesada ve inatla sürdürülen kafirliğe sebep olurlar.

    Ey Rabbim! Bana, anneme-babama, evime mümin olarak giren herkese ve daha sonraki bütün mümin kadınlara ve erkeklere bağışlayıcılığını göster ve zulüm işleyenleri her zaman helake uğrat!” (Nuh,71/21-24,26-28.)

     

    c) Güvenli Belde Duası

    Tufan’dan ilahi yardımlarla kurtulan Nuh peygamber gemide Allah’a hamd ederek mübarek bir menzile/şirkin uğramadığı kutsal bir konaklama yerine ulaştırması için şöyle yakarmıştır:

    “Bütün övgülerin gerçek layığı olan ve bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allahım! Senin tarafından kutlanmış, güvenli kılınmış bir yere eriştir beni. Çünkü insana erişmesi gereken yere nasıl erişeceğini en iyi gösteren sensin.” (Müminun,23/29.)

     

    d) Hamd Duaları

    Mü’minlerle birlikte yolculuk hazırlıklarını tamamlayıp gemiye bindiği zaman emredildiği gibi Allah’a şöyle övgüde bulunmuştur:

    “Hamd, bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a aittir.” (Mü’minûn,23/28.)

     

    3- Lût Peygamber

    a) Tevekkül ve Nusret Duası

    Lut peygamber onca uğraşına rağmen toplumsal kirlenmenin yol açtığı ahlaki çöküşten, arınmak isteyen bir iki mümini beri tutabilmiştir. O, tebliğ ve öğütle ıslah olmaya niyeti olmayan, günaha dibine kadar batmış, ahlaki çöküntü halinin tüm toplumu sarıp çürüttüğü bir ortamda, yine de çoğunluğa değil hakikate teslim olmuş, mücadelenin tıkandığı noktada Allah’ı yardıma çağırmıştır.

    Kötü ahlakı din edinmiş bir toplumda, tek bir mescid olan hanenin sahibidir Lut peygamber. Bozgunculuğu bardağı taşıran bu iflah olmaz halkın, şehrin en ıssız köşelerinde ve en kalabalık mekanlarında dahi sınır tanımayan günahlarından Lut a yılmıştır. Gerekli çalışmaları yaptığı halde, düzelmemekte inatla ısrar eden nefislerine zulmeden bu halka karşı Allah’tan nusret/yardım istemiştir:

    “Ey Rabbim!Bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açan bu insanlara karşı bana yardım et.”(Ankebut,29/30.)

    “Ey Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapa geldikleri kötülüklerden kurtar.”(şuara,26/169.)

     

    Hamd Duası

    Lut peygamberin karısı ve tüm hemşehrileri helak eden bir yağmurla cezalandırılmışlardır. Bu korkunç yağmurun getirdiği dehşetli günden sonra, şehirde hiçbir canlılık emaresi kalmamıştır. Öte yandan Sünnetullah gereğince Rabbimiz Lut peygamber ve ailesinden mümin olanları kurtarmıştır. Böylesi bir kurtuluş tabii ik, Allah’a hamd etmeyi, şükr etmeyi gerektirmektedir. Lut peygamber de öyle yapmıştır:

    “Hamd/bütün övgüler Allah’a yaraşır. Selam olsun O’nun seçtiği kullara. Zaten Allah insanların ilahlaştırdıkları her şeyden daha üstün, daha hayırlı değil mi?” (Neml, 27/59.)

     

    4-5.)- İbrahim ve İsmail Peygamberler

    Putların ve putların korkulu rüyası, cesaret ve hikmet timsali İbrahim Peygamberin Allah’a yakarışları çoğunlukla kabul edilmiştir. Fakat soyundan gelen herkesin ebediyyen şirkten ve cehennemden korunmasını istemesi, Sünnetullah’a aykırı olduğu için kabul edilmemiştir.

     

    a) İstiğfar ve İnayet, Tevekkül ve Beraat Duası

    Ey Rabbimiz! Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz; çünkü bütün yolların varışı sanadır. Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkar eden kafirler için bir oyun ve eğlence aracı yapma! Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz, çünkü tek kudret ve hikmet sahibi olan Sensin.”(Mümtehine, 60/4-5.)

    İbrahim peygamber ve onunla hak yolunda dayanışma içinde olan müminlerin bu yakarışı “üsvetün hasene/güzel örnek” olarak takdir edilmiştir. Düşmanlık ve nefreti hak etmiş müşrik bir toplumdan derin bir kopuş yaşarken İbrahim a ve dostları Allah ile bir pazarlığa girişmemişlerdir. Onlar her şeylerini feda edecekleri ve her şeyleri ile feda edilmeyi kabul edebilecekleri andı ile imana gelmişlerdir. Yine onlar tevekkül ile sığınılması güvenilmesi gereken tek dostun, tutulması gereken tek kulpun Allah’ın eli ve O’nun kulpu olduğu bilincini kuşanarak ellerini duaya kaldırmışlardır.

    İbrahim a ve onunla birlikte bulunan müminlerin yapamadıklarından ve hatalı eylemlerinden dolayı istiğfar dilediği bu dua, aynı zamanda Kafirlerin fitnelerinin elinde izzetsiz, onursuz bir oyuncak olmaktan muhafaza edilmeyi de içermektedir. Bu bir imtihandan kaçmak fiili değildir; iyilik için seferber edilecek olanakların kafirlerin çıkardıkları fitneler tarafından yenilip yutulmasından endişe etmektir. Onların fitneden korunmayı dilemeleri, zalimlerle birlikte uzlaşarak yaşamayı da istemek de değildir. Çünkü onlar Allah’ın rızası dışında kalan ne varsa terk etmişler, Cahiliyye toplumuyla kurulması gereken beraat temelli bir ilişkinin imkanlarını göstermişler ve sönmeyen bir dua meşalesini biz müminlere miras bırakmışlardır.

     

    Muttakilere Önderlik Yapacak Salih Evlatlar İçin Yakarışı

    İbrahim peygamber ilerlemiş yaşına rağmen çocuk sahibi olamamış; fakat o sonsuz güç ve merhamet sahibi olan Allah’tan ümidini kesmemiş, içten yakarışlarla salih nesiller sahibi olmak için yalvarmıştır. Bu yakarışları karşılıksız bırakmayan Rabbimiz onu Risalet görevini devr edebileceği, namazında devamlılık gösteren, kuşaklar boyu muttakilere önderlik edecek salih evlatlarla ödüllendirmiştir. O da nankörlük etmeyerek bu ödüllere karşılık, dualarla Allah’ı hamd ederek yüceltmiştir. İşte onun salih evlatlar için yaptığı dualar ve bu kabulün ardından onların şeytani amellere karşı Allah’an güvence istediği yakarışları:

     

    “Ey Rabbim! Bana dürüst ve erdemli olacak çocuk(lar) bağışla.” (Saffât,37/100.)

    “Ey Rabbimiz! Soyumdan bazılarını ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye –senin kutsal evinin yakınına- yerleştirdim ki, ey Rabbimiz, namazı devamlılık ve duyarlılık içinde yerine getirsinler; öyleyse insanların kalplerini onlara meylettir, ve onlara verimli-bereketli rızıklar bahşet ki şükretsinler.

    Ey Rabbimiz! Şüphesiz gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilen Sen’sin: Çünkü yerde ve gökte olan hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. En içten övgüler, kocamış halimle bana İsmail’i ve İshak’ı armağan eden Allah’a özgüdür. Duaları/yakarışları eşsiz bir şekilde işiten elbette benim Rabbimdir.

    Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelen insanları namazda devamlı ve duyarlı kıl. Ve ey Rabbimiz, bu duamı kabul buyur; Hesab’ın görüleceği Gün, beni, anamı ve bütün müminleri bağışla.” (İbrahim,14/35-41.)

     

    c) Sonsuza Dek Yaşayacak Bir Güvenlik Kuşağı İçin Yakarış

    Azimet sahibi, görevine sıkı sıkıya bağlı olan put kırıcı İbrahim ve İsmail peygamberler, seçilmiş kabe ve çevresini kendileri ve gelecek Müslüman kuşaklar için şirkten arındırılmış güvenli bir bölge yapmayı amaçlamışlardır.

    İbrahim peygamberin muttakiler için ebediyyen güvenli olacak bir belde istediği yakarışını Yüce Allah kabul etmiş bu günkü Kabe’nin içinde yer aldığı Mescid-i Haram’ı lutuf buyurmuştur.

    İşte yeryüzündeki ilk mescid olan Kabe’yi Allah’ın buyruğu gereğince dünya üzerinde yaşayacak gelecek nesiller için şirkten azade kılınmış bir anavatan-bir başkent olarak inşa ederken İbrahim ve İsmail peygamberlerin yaptıkları dua:

    “Ey Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan ebediyyen uzak tut! Çünkü ey Rabbim, bu tapınma nesneleri gerçekten insanların pek çoğunu yoldan çıkardı. Ey Rabbim! Buraları muvahhidler için ebedi bir güvenlik kuşağı kıl ve halkından Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere bereketli rızıklar bağışla. Ey Rabbimiz! Bu amelimizi kabul buyur. Sensin her şeyi bilen her şeyi duyan; bizi sana teslim olanlardan kıl ve soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz yalnız Sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan. Ey Rabbimiz! Soyumuz içinden onlara senin mesajlarını iletecek vahyi ve hikmeti öğretecek ve onları arındırıp tertemiz kılacak bir elçi çıkar. Çünkü yalnız Sensin kudret ve hikmet sahibi. (Bakara,2/126-129.)

     

    d) Dünyada Takva ve Hikmet; Ahiret’te Af ve Cennet İçin Yakarışı

    İbrahim peygamber ıslah olmamakta direten, kalbini hidayete açmaya halkı ile hesaplaşırken destek ve yardımı sadece Allah’tan istemiştir. Ayrıca O, bir hicab duymadan diğer peygamberler gibi, Ahirette cennet nimeti ile lütuflanmayı istemiştir. Cenneti Allah’ın sonsuz merhametinin salih kullarına yönelilk bir tezahürü olarak gören İbrahim a cenneti birkaç huriden ibaret görerek küçümseyenler gibi, onu istemekten hicab duymamıştır.

    İşte İbrahim a’ın Allah’tan olayları doğru değerlendirebilecek bir hikmetli kavrayış yeteneği, salihlerle dayanışmada ilahi destek istediği, takva temelinde yükselen hikmetle yoğrulmuş bir dünya hayatı ve onun meyvesi olan ebedi mutluluklar diyarını istediği yakarışı:

    Ey Rabbim! Bana doğru ile eğrinin ne olduğuna hükmedebilme bilgi ve yeteneğini bağışla ve beni salih insanların arasına kat. Ve gerçeği benden sonrakilere ulaştırabilme gücü ver bana. Ve beni o nimetlerle dolu cennetin varislerinden biri yap! Ve babamı bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlar arasında. Ve herkesin yeniden diriltileceği gün beni utandırma! O Gün ki, ne malın ne mülkün ne de çoluk çocuğun bir yararı olmayacaktır. Yalnızca Allah’ın huzuruna kötülükten arınmış bir kalple çıkanlar kurtulacaktır.”(Şuara,26/83-89.)

     

    6- Yusuf Peygamber

    a) Günah’tan Allah’ın Sonsuz Kudretine Sığınış Duası

    “Ey Rabbim! Benim için hapis bu kadınların zina isteklerine boyun eğmekten daha iyidir. Çünkü sen onların oyunlarını-tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben o zaman onların ayartmalarına kapılır doğruyu-eğriyi seçemeyen kimselerden olurum.”(Yusuf,12/33.)

    Günaha bulaşmaktansa zindana girmeyi daha evlâ görecek kadar duyarlılık sahibi, bir erdem, hikmet ve iffet timsali olan Yusuf peygamber bu duasıyla ahlaksız teklifle karşılaşan iffet sahibi Müslüman bir erkeğin takınması gereken tavrı, bununla birlikte sığınıkların en güvenlisi olan Allah’a nasıl bir tevekkül ile yöneleceğimizi göstermiştir.

     

    Şükür ve Adanış Duası

    Yusuf peygamber bu duasında “hayatın yegane amacının Allah ile yakınlık kurup, adanmış biri olarak canı sahibine teslim etmek olduğu”nu örnek bir yakarışla dile getirmiş, Rabbimiz bu yakarışı tüm zamanlarda yaşayacak müminler için örnek olarak Kitab’ına almıştır:

    “Ey Rabbim! Bana nüfuz ve iktidar bahşettin; olayların altında yatan gerçekleri kavrayıp açıklama bilgisi verdin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve Ahiret’te benim yakınımda-yanımda olan, beni koruyup destekleyen Sen’sin: Canımı bütün varlığıyla kendini sana adamış biri olarak al ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat!”(Yusuf,12/101.)

     

    7-Eyyub Peygamber

    Eyyub peygamber dert ve sıkıntıların da en az Allah’tan gelen huzur ve mutluluklar kadar değerli olduğunun idrakine varmış ender insanlardandır. O ağır hastalığının yol açtığı derin umutsuzluklara rağmen uzun yıllar sabretmiş ve sonunda ilahi bir işaretle ayağını yere vurarak çıkardığı şifalı mucizevi su sayesinde tüm dertlerinden kurtulmuştur.

    Rabbani bir lütuf olarak gelen şifa öncesinde Eyyub peygamber Allah’ın merhamet sıfatına sığınarak şöyle yakarmıştır:

    “Ey Rabbim! Bu dert beni buldu; ama Sen merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya,21/83.)

     

    8- Şuayb Peygamber

    Tahkim ve Tevekkül Duası

    Döneminin en yaygın şirk işleme biçimi olan ekonomik soyguna karşı yılmadan cihad eden adalet timsali Şuayib peygamber kendisini ve az sayıda mümini sürmek veya öldürmek için planlar kuran zalim topluma karşı Allah’a sığınmıştır. O ve yandaşı olan müminler tevekkülü zırh edinerek hak yoldan sapmayacaklarını ve sonuna kadar direneceklerini ilan ederek Allah’a şöyle yakarmışlardır:

    “Ey Rabbimiz!Bizimle halkımız arasında hak neyse ortaya çıkar. Çünkü hakkı ortaya çıkaranların en hayırlısı sensin.” (A’raf,7/89.)

     

    9-10) Musa-Harun Peygamberler

    Yeryüzünün en muktedir hükümdarlarından biri olan Firavun’a karşı kararlılıkla mücadele eden ve adalet için kesintisiz bir özgürlük cihadı başlatan Tevhid Dini’nin önderlerinden Musa peygamberin Kur’an’da çok sayıda duası zikredilmektedir.

     

    a) İstiğfar Duası

    Musa peygamberin Risalet’inden önce sebep olduğu kaza ölümünden dolayı Allah’tan af dileyen yakarışı:

    “Ey Rabbim! Ben kendime yazık ettim. Beni bağışla...Ey Rabbim!Bana bahşettiğin nimetler hakkı için bir daha suçlulara arka çıkmayacağım.”(Kasas,28/16-17.)

     

    İstiâze (Allah’a sığınış) Duası

    Musa a’ın sebep olduğu ölümcül kazadan sonra, maktülün Firavun ırkından olması Mısır adaletine güvenmemesi sonucunu doğurmuş ve idam fermanı verilmiş bir suçsuz olarak korkuyla Allah’a sığınışı:

    “Ey Rabbim! Zalimlere karşı beni koru.”(Kasas,28/21.)

     

    c) İnayet Duası

    Musa a’ın Medyen’de bir sığınak ararken Allah’tan yardım istemek için yaptığı yakarış:

    Ey Rabbim! Bana bahşedeceğin her hayıra öyle muhtacım ki.”(Kasas,18/24.)

     

    d) Daimi Hicret ve Beraat Duası

    Musa peygamber, bu duası ile manevi olarak kirlenmiş bir Cahiliyye toplumuyla arasında varolması gereken perdeyi –daimi hicret ve beraat halinde yaşama bilinci-ni dile getirmiş, kalbini arınmaya açık tutan müminlere örnek yakarışını miras olarak bırakmıştır:

    “Ey Rabbim!Benim sadece kendime ve kardeşime sözüm geçiyor. O zaman bizimle bu sapkın halk arasına bir çizgi çek.”(Maide,5/25.)

     

    e) İnşirah ve Sültan Duası

    Musa peygamber mücadelenin başında yaşadığı sıkıntılı halini Rabbine açmıştır. Görevin zorluğundan kaynaklanan göğsün daralması, ilahi bir lütuf olan inşirah ile açılaktır. Bu sebeple O, Allah’tan inşirah/göğsüne ferahlık vermesi ve Sültan/destekleyici maddi-manevi güçler vermesi için şöyle yakarmıştır:

    “Ey Rabbim!Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsümün daralacağından ve dilimin dilimin dolaşacağından korkuyorum; bu yüzden bu işi Harun’a tevdi et.”(Şuara,26/12-13.)

    “Ey Rabbim! İçimi senin aydınlığınla genişlet, görevimi bana kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki söyleyeceklerimi tam olarak anlayabilsinler; ve bana yakınlarımın arasından yükümü paylaşacak bir yardımcı tayin et: Kardeşim Harun’u mesela, onunla benim gücümü pekiştir; görevimden ona da bir pay ver ki, insanların katında senin yüceler yücesi adını daha da yükseklere çıkaralım; ve seni sürekli analım; muhakkak ki sen bütün varlığımızla bizi görmektesin.”(Taha,20/25-35.)

    Musa peygamberin bu duasında bir salih amelin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin şu dersler çıkarılabilir: işe Allah’ın yardımını talep ederek O’nun adı ile başlamak; kendimiz gibi olanlarla dayanışma içinde olmaya çalışmak-bireysel hareket etmemek/güç birliği yapmak; başarıda da başarısızlıkta da Allah’ı anmaktan asla vazgeçmemek...

    Musa ve Harun peygamberler Firavun’a gitmeden önce Allah’tan istedikleri inşirah ve sültan talebini birlikte yaptıkları dualarla da dile getirmişlerdir:

    “Ey Rabbimiz! Firavunun bize düşmanca davranmasından yahut azgınlıkta devam etmesinden korkarız.”(Taha,20/45.)

     

    f) Kafir Toplumun Elinden Kurtuluş Duası

    Musa a başarıya ulaşmış, ilahi yardımların mucizevi etkileri tesirini göstermiştir; Firavun’un uzman bürokratlarının ilahi hakikate teslim olup ebedi hidayet talep edişleri de dua ile olmuştur:

    “Ey Rabbimiz! Dar zamanda bize sabır ihsan et ve yürekten sana bağlanan kimseler olarak canımızı al. Ey Rabbimiz! Bizi zalim bir topluluğun elinde rezil-rüsvay etme, bu kafir toplumun elinden lütfunla kurtar bizi.”(A’raf,7/125.)

     

    g) Helaktan Muhafaza Duası

    Tur’dan döndükten sonra kavmini buzağıya taparken görmesi Musa peygamberi onu çok üzmüştü. Gerekli uyarıları yaptıktan sonra ilk iş olarak şirk suçunun muhatabı olan Allah’tan özür dilemek üzere toplu bir yakarış gerçekleştirmiştir. Kavmi içinden seçtiği yetmiş adam ve kardeşi Harun olmak üzere toplam yetmiş iki duyarlı insan, ruhlarını saran büyük bir manevi sarsıntı eşliğinde helaktan muhafaza buyurması için Allah’a şu yakarışta bulunmuşlardır:

    “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla ve rahmetine kabul et; çünkü Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Ey Rabbim! Eğer dileseydin sana şirk koşanları daha önce yok ederdin ve onlarla beraber beni de. İçimizden bir takım dar kafalıların yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? Bütün bunlar senin bir imtihanından başka bir şey değil; ki onunla dilediğinin sapmasına fırsat verir, dilediğini de doğru yola sokarsın. Bizim velimiz sensin öyleyse bizi bağışla. Bize acı, çünkü bağışlayanların en hayırlısı sensin. Bizim için bu dünyada da Ahiret’te de iyi ve güzel olanı yaz. Bak işte pişmanlık içinde sana yöneldik.”(A’raf,7/151,155-156.)

    Helak edilmeye layık olan sadece kafirler ve onların yardakçıları münafıklardır; bu yasa gereği şirke karşı mücadeleden vazgeçmeyen Musa-Harun peygamberler ve imanını salih amellerle takviye eden yetmiş mümin kişiden oluşan topluluğa Allah rahmetini indirmiş, onları affetmiş, helak yasalarının işleyiş süreci durmuştur. Samiri hariç halkın diğer kesimleri bu şirk suçunu işlemekte ısrar etmedikleri için onlar da Allah’ın rahmetinden nasiplerini almışlardır.

     

    h) Helak Duası

    Musa peygamber hiçbir uyarının artık fayda vermeyeceği derecede duyarlılıklarını yitirmiş Firavun ve refahtan şımarmış azgın çevresinin mücadelenin nihayetinde helak edilmesini niyaz etmiştir:

    “Ey Rabbim! Gerçek şu ki, Sen Firavun ve onun seçkinler çevresine dünya hayatında görkem ve zenginlik verdin. Öyle ki, bunun sonucu olarak onlar da ey Rabbim! başkalarını Senin yolundan çeviriyorlar! Ey Rabbimiz! Öyleyse artık onların zenginliklerini silip yok et! Kalplerini katılaştır! Çünkü onlar çetin azabı görmedikçe inanmayacaklar.” (Yunus,10/88.)

     

    11-12) Davud-Süleyman Peygamberler

    a) Adil Bir Hükümranlık İçin Yakarış

    Süleyman peygamber, İslam’ın yücelmesi için seferber edebileceği büyük bir hükümranlık vermesi için Allah’a yakarmış ve duası makbul olmuştur. Tarihte eşine ender rastlanan bir güç ve iktidara malik olduğu halde O, sahip olduğu her şeyi, hiç şımarmadan Tevhid Dini İslam’ın hizmetinde kullanmıştır. İşte insanlığa örnek olarak Kur’an’da anılan bu büyük hükümranlık için yapılan yakarış:

    “Ey Rabbim! Günahlarımı affet, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; çünkü sen bol bol veren lütuf sahibisin.”Sad,38/35.)

     

    b)Hamd Duası

    Davud ve Süleyman peygamberler kendilerini ilim vererek peygamber yaptığı için Yüce Allah’a hamdetmişler; vahiy nimetine nankörlükle değil şükran ifadesiyle karşılık verdikleri için insanlığa örnek dualarıyla Kur’an’a anılmayı hak etmişlerdir. Onların örnek hamd edişleri şöyle olmuştur:

    “Bütün övgüler bizi iman eden öteki kullarından üstün kılan Allah’a attir.” (Neml,27/15.)

     

    c) Şükür ve Şirke Karşı Güç Birliği Yakarışı

    “Ey Rabbim! İçimde öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana-babama bahşettiğin nimetler için sana hep şükreden biri olayım. Ve hep senin hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler yapıyor olayım; ve beni rahmetinle dürüstlük ve erdemlilik timsali salih kullarının arasına kat.”(Neml,27/19.)

    Büyük bir iktidar sahibi olan Süleyman peygamber bu duası ile Yüce Allah’ın bahşettiği her türlü nimete karşı şükran duyduğunu itiraf ederek ilan etmiştir. Yüzeysel bakıldığında, sıradan yöneticilerde rastlandığı gibi böyle kudretli bir hükümdarda her şeye burun büken bir şımarıklık, gurur ve kibir ilk göze çarpan özellik olurdu. Fakat O ilahi vahyin eğitiminden geçtiği için ahlakı, ne kadar güç sahibi olursa olsun alçakgönüllü olmayı sürdürmesini gerektirmiştir. Bu yüzden tevazu ile nankörlüğe tenezzül etmeyen bir salih kul olarak, daima kendisi gibi müminlerle dayanışma içinde olmayı dilemiştir.

    Davud a’ın oğlu olan Süleyman peygamber bütün ihtişamına rağmen servetinin Allah’ı unutturmasına izin vermemiştir. İktidar ve zenginlik sahibi diğer insanların aksine Rabbini çok anmasıyla alemlere örnek olmuştur.

     

    13- Yunus Peygamber

    Yunus peygamber uyarılarının bir işe yaramadığını gördüğü halkını Allah’tan izin almadan sabırsızca terk etmiştir. Öfkeyle çıkıp gittiği şehirden çok uzaklarda, batmak üzere olduğu için yüklerinin hafifletilmesi kararı alınan bir gemide yolculuk ederken kura kendisine çıkmıştır ve bir anda kendisini balığın karnında bulmuştur. Bu sonuçtan hikmetli bir ders çıkaran Yunus a tahammülsüzlüğünden kaynaklanan hatasını itiraf ederek balığın karnında, tevazu, günahı itiraf ve istiğfar içeren bir yakarışla halini Allah’a şöyle arz etmiştir:

    “Allahım! Senden başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen her şeyin üstündesin. Doğrusu gerçekten ben büyük bir haksızlık yaptım.”(Enbiya,21/87.)

    Sahile sağ selamet bir şekilde Allah’ın yardım ile çıkan Yunus peygamber hemen terk ettiği halkının yanına koşmuş ve onları bıraktığından daha iyi bir durumda pişman olmuş bir vaziyette ıslah olma cehdi içinde bulmuştur.

     

    14- Zekeriyya Peygamber

    Zekeriyya peygamber çocuğu olmayan olgun bir müminin zürriyet sahibi olmak için Allah’a nasıl yakarması gerektiğine ilişkin bir numune olarak Kıyamet’e kadar yaşayacak insanlar için güzel bir örnektir. İşte genç kuşakların kalbini vahiyin ışıklarıyla doldurmak için yanıp tutuşan ve İslami irşadın kesintisiz bir şekilde devam etmesi için çırpınan bir arınmışlık timsali Zekeriyya peygamberin yakarışı:

    Ey Rabbim! Doğrusu artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı, ama şimdiye kadar ey Rabbim sana yönelttiğim dualarda cevapsız bırakıldığım hiç olmadı.Ve gerçek şu ki ben göçüp gittikten sonra yakınlarımın yapacaklarımdan kaygı duyuyorum; çünkü karım baştan beri kısırdı. Öyleyse bana katından benim yerimi alacak bir yardımcı bahşet. Ki, bana ve Yakub’un Evi’ne mirasçı olsun, ve Sen ey Rabbim, onu hoşnut olacağın bir ahlakla donat.

    Ey Rabbim Rahmetinle bana güzel bir zürriyet bağışla, zira Sen her yakarışı duyarsın. Beni çocuksuz bırakma! Fakat beni varissiz bıraksan bile biliyorum ki, herkes göçüp gittikten sonra kalıcı olan biricik varlık sensin. (Meryem,19/3,4,5; Ali İmran,3/38;Enbiya,21/89.)

     

    15- İsa Peygamberin Duaları

    Maide/sofra Duası

    İsa a insanların sahip olabildikleri bütün rızıkların asıl sahibi olan Allah’tan kalpleri pekiştiren, sonsuz bir güvene eriştiren maddi-manevi bereketler için kaynaklık edecek bir sofra istemiştir:

    “Ey Allahım, Ey Rabbimiz! Gökten bize bir sofra gönder; o bizim için –ilkimizden sonucumuza kadar- sürekli tekrarlanan bir ziyafet ve senden bir işaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver, zira Sen rızık verenlerin en iyisisin.” (Maide,5/114.)

     

    16- Muhammed Mustafa SAV’in Duaları

    a) Besmele Duası

    “Ey Rabbim! Girişeceğimi her işe doğruluk ve içtenlik üzere girmemi, bırakacağım her işten de doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından bir sültan/destekleyici bir güç-bir tutamak bahşet.” (17/80.)

    Peygamberimiz Muhammed S’in bu duası, gecenin derinliklerinde, teheccüd ve Kur’an tilaveti için kıyam ettiğinde, gün’e diri bir ruh ve Tevhid bilinçle başlaması için Yüce Allah tarafından öğretilmiştir. “Allah’ın yardımı olmadan hiçbir işi başaramayacağımız” gerçeği, duada öne çıkan önemli ögedir. Yine her işe dua ile ve Allah’ın adı ile başlanması gerektiğine ilişkin vurgular taşıyan bu yakarış, bütün eylemlerimizde Rabbimiz’in rızasını asla hatırdan çıkarmamamızın lüzumunu işlemektedir.

     

    Tevhid Duaları

    İstiâne(yalnız Allah’tan yardım dileme) duası

    “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha Suresi,1/5.)

     

    Tevhid ve Ebedi Hidayet Duası

    İman ettikten sonra insanların kalplerinin eğrilmesi mümkündür. Bunun için hidayetten sonra Allah’ın Hadi ve Mü’min sıfatlarının sağlayacağı güvenlik şemsiyesi altında kalıp, daimi bir koruma istemek gerekir. İşte bu gerçeği hatırlatan Rabbimizin, peygamberimizden ve onun ümmetinden istediği en güzel yakarış örnekleri:

    “Bizi dosdoğru yola ilet! Nimet verdiklerinin yoluna, gazabına uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.” (Fatiha Suresi,1/6-7.)

    Allah’ın gelmiş geçmiş ve halen yürürlükte olan hükümleri arasında ayırım yapmadan iman etme ve dünyevi sorunlar tarafından kuşatma altında olan imanımızı sonsuza dek muhafaza edebilmemiz için, peygamberimize ve ümmetine tavsiye edilmiş diğer yakarış örnekleri:

    “Ey Rabbimiz! Derin kavrayış sahipleri dışında hiç kimse ders almasa da ilahi kelamın Muhkem, müteşabih tüm beyanlarına inanır; onlar arasında ayırım gözetmeyiz. Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi hakikatten bir daha saptırma ve bize rahmetini bağışla, Sensin hakiki Lütuf Sahibi. Ey Rabbimiz! Geleceğinde hiçbir kuşku bulunmayan O Gün’ü görüp yaşamaları için mutlaka insanlığı bir araya toplayacaksın. Tanıklık ederiz ki, Allah vadini yerine getirmekten asla kaçınmaz.”(Ali İmran,3/7-9.)

     

    Tevhid ve Tevazu Duası

    İlahlıkta ve Rablikte ortağı bulunmayan Yüce Allah, Peygamberimizin şahsında tüm müminlerin tevazuyu nasıl kendilerine şiar edineceklerini dua formunda öğretmektedir:

    “Ey Egemenlik Sahibi Allahım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltir dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu Sen istediğini yapmaya kadirsin. Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.” (Ali İmran,3/26-27.)

     

    Hamd Duaları

    Hamd; Allah’ı övmek, O’ndan başkasına O’na rağmen değer vermemektir. Tevhid’in tüm hayata hakim kılınması gereken ibadet boyutunda yer alan hamd ihmale gelmeyecek kadar önemli bir tutumdur. Bu tutumun sözlü olarak daima dile getirilmesi, fiili olarak da her anımızı kuşatmalıdır.

    “Her türlü hamd/övgü yalnızca bütün alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Hesap Günü’nün yegane hakimi olan Allah’a mahsustur.” (Fatiha,1/1-4.)

    “Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve parlak aydınlığı var eden Allah’a özgüdür. Hakikati bile bile inkar edenler başka güçleri Rableri ile eş tutarlar.” (Enam,6/1.)

    “Bütün övgüler Allah’a yakışır. O Allah ki, kuluna ilahi kelamı indirmiş ve onun anlaşılmasını güçleştirecek hiçbir çapraşıklığa yer vermemiştir.” (Kehf,18/1.)

    “Hamd göklerde ve yerde ne varsa tümünün gerçek maliki olan Allah’a mahsustur. Ahirette de hamd O’na mahsus olacaktır. Yalnız O’dur hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan. O, toprağa giren ve çıkan her şeyi, ondan çıkan her şeyi, gökten inen ve ona yükselen her şeyi bilir. O, tek başına rahmet kaynağıdır, mağfiret sahibidir.” (Sebe,34/1-2.)

    “Her türlü övgü göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve melekleri iki, üç veya dört kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O dilediğini kendi yaratılış alemine katıp onu genişletir. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir. Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz. Ve O’nun kapattığını da kimse açamaz. Çünkü O, kudret ve hikmet sahibidir.” (Fatır,35/1-2.)

     

    Tevekkül Duası

    Kıyamet’in zamanı vb. Gaybî konular sınırlı bir şekilde bilinebilir. Bu yüzden insan idrakiyle bilinemeyecek olan alanlara ilişkin çabalar boşunadır. Peygamberimiz Muhammed S’e böyle bir yakarışla haddini bilmezlere cevap vermesi istenmiştir:

    “Ey Rabbim! İnsanlarla aramızda hakça hüküm ver! Rabbimiz sizin (O’na ve fiillerine ilişkin gaybı taşlamak anlamına gelen) tüm tanımlama gayretlerinize karşı yardımına başvurulacak yegane hakimdir.” (Enbiya, 21/112.)

     

    Tahkim Duası

    Tüm varlık aleminin yegane hakimi olan Allah, insanların ayrılığa düştükleri konularda hükmüne başvurulmaya en layık olandır. Dünyada iken Rabbimizin peygamberlerle insanlığa duyurduğu mesajlar, bu ayrılıkların giderilmesinde başvurulması gereken kaynaklardır. Ahirette ise en küçük ayrıntı dahi karara bağlanacaktır. Her iki alemde de tahkim yetkisi Allah’tadır. İşte bu yetkiyi insanlığa bir kez daha hatırlatan Kur’an’da hem peygamberimize hem de bize nasıl bir tahkim duası yapmamız gerektiği öğretilmiştir:

    “Ey Allahım! Ey gökleri ve yeri yaratan! Ey yaratılmış varlıkların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen! Kullarının ayrılığa düştükleri her konuda aralarında hüküm verecek olan yalnız Sensin!” (Zümer,39/46.)

     

    İstiâze Duaları

    İnsan ve cin şeytanlarından ve onların kurdukları planlardan Allah’a sığınmak gerekir. Cin ve insan şeytanlarının bulandıran çabalarından dolayı toplumsal hayat içinde Hakikat saflığını yitirebilmektedir. Bu nedenle daima istiaze duası yapmak, kalplerimizin paklığını korumak için şarttır. Çok şükür Rabbimiz bunu da nasıl yapacağımızı, Peygamberimiz üzerinden Kıyamet’e kadar yaşayacak müminlere rehberlik ederek beyan etmiştir:

    “De ki: Sığınırım ben yükselen şafağın Rabbine. O’nun yarattıklarının şerriden ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden.” (Felak, 113/1-5.)

    “De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, insanların hakimine, insanların ilahına, fısıldayan sinsi ayartıcının şerrinden, insanların kalbine fısıldayan cinlerin ve insanların bütün ayartmalarından.” (Nas,114/1-6.)

     

    İstiâze ve Beraat Duası

    Peygamberimizin zalimlerle arasındaki sınırların pekiştirilmesini, onların yaptıklarından beri olmayı dilediği bu yakarış Allah’a istiâze ederek/sığınarak bitmektedir:

    “Ey Rabbim!Sana ortak koşarak baş kaldıranların vaad edildikleri azabın gerçekleşmesine tanık olmamı diliyorsan, Rabbim o zaman, benim de bu zalim insanlardan biri olmama izin verme. Ey Rabbim!Tüm kötü dürtülerin kışkırtmalarına karşı sana sığınıyorum. Rabbim, onların bana yaklaşmalarından da sana sığınıyorum.”(Mü’minun,23/93,94,97,98.)

     

    Tesbih Duası

    Allah’ı noksan sıfatlardan uzak tutup, O’na gerçek sıfatlarıyla yalvarıp yakarma, her türlü eksiklikten tenzih ederek olur. Kur’an’da “Esmaü’l-Hüsna” olarak nitelenen Rabbimizin en güzel isimlerini tüm dualarımızda hatırlamak gerekir. Peygamberimiz de öyle yapmış bütün yakarışlarında Allah’ın bu güzel isimlerini anmıştır. Allah’ı tesbih etme adına uydurma isim ve sıfatlar kullanmak yerine Rasulullah Muhammed S gibi biz de tesbih etme gayemizi en güzel yakarış formlarına gerçekleştirebiliriz. Tesbih duasının derli toplu, en güzel örneğini Haşr Suresi’de bulmaktayız:

    “Allah O’dur ki, O’ndan başka ilah yoktur. Mutlak Hakim, Kutsal, Kurtuluşun Tek Kaynağı, İman Bağışlayan, Doğru ile Yanlışın Tek Belirleyicisi, Üstün, Eğriyi Düzeltip Doğruyu İhya Eden, Bütün İhtişamın Sahibi! Şanı Yüce Olan Allah her şeyden münezzehtir. O, Allah’tır; Yaratıcı, Bütün Özlere ve Görüntülere Şekil Veren Yapıcı! Bütün mükemmellik vasıfları yalnız O’nundur. Göklerde ve yerde olan her şey O’nun sınırsız şanını yüceltir. Çünkü yalnız O’dur kudret ve hikmet sahibi olan.” (Haşr, 59/22-24.)

    Peygamberimiz Muhammed S üzerinden tüm zamanlarda yaşayacak olan müminlere, kendisinin nasıl tesbih edilerek yüceltilmesi gerektiğini dahi öğreten Rabbimiz eksiksiz bir Kitap indirmiştir. En güzel dua şekillerini bize öğreten Allah’a sonsuz şükürler olsun. Peygamberimize uygulaması emredilmiş bir diğer tesbih duası da Ali İmran Suresi’nde geçmektedir:

    “De ki: Ey Mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği dileğine verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Doğrusu Sen istediğin her şeyi yapmaya kadirsin. Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın. Ölüden diri ve diriden ölü çıkarırsın. Ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.” (Ali İmran,3/26-27.)

     

    Tenzih Duası

    Allah’ın yetkilerini çiğneyip sınırlarına giren şefaatçiler edinmek “tenzih” ilkesine aykırı bir fiildir. Rabbimizi tüm mükemmel isimleri ve sıfatları anmak ve zikrullaha halel getirebilecek tasavvurlar geliştirmekten sakınmak ise, O’nu tesbih ederek yüceltmek, tenzih ederek tüm noksan sıfatlardan uzak tutmaktır. Allah’a noksan sıfatlar isnad eden maddecilere ve mistiklere bir cevap niteliğindeki tenzih yakarışının derli toplu mükemmel örneklerini yine en güzel Rabbimizin kelamından öğrenebiliriz; Ayet el-Kürsi’de olduğu gibi:

    “Allah O’ndan başka ilah yoktur. Her zaman diridir, bütün varlıkların kendi kendine yeterli yegane kaynağıdır. Ne uyuklama tutar O’nu, ne uyku. Yeryüzünde ve göklerde ne varsa O’nundur. O’nun izni olmaksızın nezdinde şefaat edebilecek olan da kimdir? O, insanların gözlerinin önünde olanı da, onlardan gizli tutulanı da bilir. Oysa O dilemedikçe insanlar O’nun ilminden hiçbir şey edinemez, hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun sonsuz kudret ve egemenliği gökleri ve yeri kaplar ve onların korunup desteklenmesi O’na ağır gelmez. Gerçekten Yüce ve büyük olan yalnızca O’dur.” (Bakara,2/255.)

     

    Teslimiyet Duası

    Peygamberimizin değerli arkadaşları olan sahabe Allah’a teslimiyetlerini dua formunda şöyle arz etmişlerdir:

    “Ey Rabbimiz! İşittik ve itaat ettik, bizi mağfiret eyle. Zira bütün yolculukların varış yeri Sen’in huzurundur.”(Bakara,2/285.)

     

    c-İstiğfar Duası

    “Ey Rabbim! Beni bağışla, bana acı, çünkü gerçekten acıyıp bağışlayabilecek tek güç sensin.”(Mü’minun,23/118.)

     

    d) İlim Duası

    Peygamberimize ilminin arttırılması için, Rabbimizin tavsiye ettiği bu dua, aynı zamanda tüm bilgi hazinelerinin esas itibariyle kaynağının Allah Teala olduğu hakikatinin bir beyanıdır:

    “Ey Rabbim! İlmimi arttır!” (Taha, 20/114.)

     

     

    e) Ebeveyn İçin Yakarış

    Peygamberimize ve ümmetine anne-babası için Allah’a şöyle yakarması tavsiye edilmiştir:

    “Ey Rabbim! Onların beni küçükken sevgi ve şefkatle besleyip büyüttükleri gibi,

    Sen de onlara merhamet eyle.”(İsra,17/24.)

     

    f) İ’sar/Empati Duası

    “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla ve müminlerden hiç birine karşı kalplerimizde, kin –nefret, yersiz düşünce ve duygulara- yer bırakma, Ey Rabbimiz! Sen sonsuz şefkat sahibisin ve sınırsız rahmet kaynağısın.” (59/10.)

    Bilindiği gibi, Peygamberin mücadelesine sımsıcak kollarını ve kucağını açan Medine’li müslümanlar olan Ensar, Rabbani övgüye mazhar olmuş şahitlikleriyle tarihimizde yer almışlarıdır. Muhacirler için katlandıkları fedakarlıklar Kur’an’da “i’sar/empati” olarak vasıflandırılmıştır; yani “kendini başkasının yerine koyarak düşünüp onun lehine karar verme ahlakı”. Onların bu ahlakla yapıp ettikleri Allah katında değer bulmuştur. Çünkü onlar din kardeşlerini nefslerine tercih etmişlerdir. Evrensel İslami Dayanışma” muhtevası içeren Ensar’ın bu duası ise, gelmiş-geçmiş ve de gelecek tüm müslüman kuşaklar için kıpır kıpır bir imani duyarlılığın ideal ifadeleridir.

     

    g) Rabbe Şikayet Duası

    Peygamberimiz Muhammed SAV’in , Kur’an’ı terk edenleri, onun hayatla ilgisini kesip koparanları, Kıyamet Günü bu dua ile Allah’a bir şikayet olarak takdim edeceği beyan edilmiştir:

    “Ey Rabbim!Halkımdan bazıları bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördüler.”(Furkan,25/30.)

     

    h) Peygamberimiz Muhammed SAV’in Kahhariye Duaları

    Veyl Duası

    Veyl; yazıklar olsun, kahrolsun gibi anlamlara gelen bir kınama ifadesidir. Hümeze Suresi bir yakarış olarak Allah’a takdim edildiği vakit, kahhariye duaları kapsamında değerlendirilebilir. Çünkü içinde kötü niyetle müminleri dillerine dolayarak çekiştirenlere veyl edilmesi/kınanması istenmektedir. Surede Yüce Allah Hümeze-Lümeze güruhuna veyl etmekte, bizden de veyl etmemiz istenmektedir.

     

    “Veyl olsun bütün hümeze-lümeze gruplarına. O (gruplar) ki, serveti biriktirir ve onu bir kalkan sayar. Zanneder ki serveti onu sonsuza dek yaşatacak! Hayır aksine o öteki dünyada Hutame’ye/çökerten bir azaba terk edilecektir. Bilir misin nedir o Hutame? Allah tarafından tutuşturulmuş bir ateştir: (günaha batmış olanların tüm hücrelerine işleyen) gönüllerin üstüne kurulmuş, üzerlerine salınacak olan bir ateş; uzayıp giden sütunlar arasında.” (Hümeze,104/1-9.)

     

    Tebbet Duası

    Leheb Suresi’nde geçen Ebu Leheb ve karısının hakimiyetlerinin sona ermesi için yapılan çağrı bir beddua değil, kahr duasıdır. Biz de bu duada örnekten hareketle, çağdaş Ebu Lehebler’in ellerini kurutmak için sözbirliği ve eylem birliği yapmalı, onların sömürü saltanatlarının payandası değil korkulu rüyası olmalıyız.

    “Kahrolsun Ebu Leheb’in iki eli ve kahrolsun kendisi, zaten kahroldu da. Ne faydası olacak servetinin ve kazancının? Öteki dünyada şiddetle parlayan bir ateşe atılacak. İğrenç söylentilerin taşıyıcısı olan karısı ile birlikte. O ki, boynunda bükülmüş iplerden bir halat taşır.” (Leheb Suresi, 111/1-5.)


  17. Örtünmeden örtünmekortunme.jpg

    Leyla İpekçi Göz gördüğü kadar gösterir de. Işığı aldığı kadar, baktığını da aydınlatan, ışığını onda yansıtan bir özelliği vardır gözün. Mesela sevdiğini güzel görür, çünkü uzayda başıboş olarak gezinen güzellik kavramını bir sevgilinin yüzüne tutarak, onda kadrajlar, somutlaştırır. Evet, görünmezi görür göz. Fakat ne yaparsa yapsın, kendine bakamaz. Kendini görebilmek için, sevdiğinin gözlerinden yansıyan bakışlara ihtiyacı vardır. Müthiş bir yolculuktur bu. Seven ile sevilenin giderek iç içe geçtiği, birbirinde eridiği, birbirini çoğalttığı ve bütünlediği, sonra bazen ayrıştığı, ayrışırken kesiştiği, kesişirken kavuştuğu bu bakış sayesinde gerçeğin bize görünmeyen boyutlarını da görmekteyizdir. Gerçeğin aşkın boyutunu gören bu mecazi göz, örtünen bir kadına baktığında yalnızca bir kumaş parçası görmez. Daha fazlası vardır. Örtü, hakikatin aşkın boyutlarına doğru bir yolculuktur öncelikle. Aynı şekilde, bu yolculuğa çıkanlar, örtüsü içindeki kadının da tenden ibaret olmadığını görürler. Ailesinin, mahallesinin, devlet otoritesinin baskısıyla örtünen bir kadın konu dışıdır. Çünkü başkasının rızası için örtünmek veya herhangi başka birşey yapmak, başkasına kul olmaktır. Ancak sözüne güvendiği ve kalbiyle teslim olduğu sevgilisinin kendisinden beklediklerini kendi iradesiyle yapan âşık bir kadın, her şeyi O?nun için yapmanın kudretini taşıyabilir. Ve ancak başkalarının sözüne veya kendi egosunun isteklerine teslim olmayan kadın, ilahi aşkın ?açık uç?larına doğru yol alacaktır. Bu kadın; cinsiyetinin ötesine geçebilmiştir. Seven ve sevilen olmanın cinsiyeti yoktur, sevgili olmaktan başka. Demek ki: Örtü nasıl bir kumaş parçası değilse, kalbindeki ?aşkın irade?yle örtünen kadın da asla yalnızca görünebilir niteliklere indirgenebilen, yalnızca tenden ibaret kalan ve yalnızca bu dünyayla hemcins olan bir kadın değildir. ?Başörtüsü etrafı görmeyi engelliyor, farklılıkları yok ediyor, herkes birörnek oluyor? gibi çok ?görünür? bir bakışa sıkıştırılmış ve hiyerarşik olarak kendi bakışının üstünlüğüne vurgu yapan bir algıyla örtünen kadına bakmak: Kendine bakamayan göz olmaktır. Bu gözle örtünen kadına bakmak, onu kadavralaştırmaktır. *** Hepimiz, biricik olduğumuzu biliriz. Anlam ortadan kalktığında tüm vücutlar benzeyecektir zaten. Farklılaşma çabası ise biricik olduğunu bilen insanı yatay bir eksene mahkûm bırakıyor. Gözü metafiziğinden koparıyor. İnsan gerçekliğine birörnekler arasındaki ince ayrıntılarla ulaşmanın mümkün olduğunu bize unutturuyor. Dünyanın görünmez ama bilinebilir bağlantılarını kurmamıza engel oluyor. Bize binlerce saat fazla mesai yaptıran birbirimize karşı farklılaşma hırsımız, ironik bir şekilde bizi yeniden benzer kılmıştır bu arada. Dekoltenin derinliğine, kravatın desenine indirgenmiş sığ farklılıklarla insan biricikliğine odaklanmak mümkün müdür? Bana kalırsa, herkesin biricik olduğu bir dünyada, asıl esaret, ötekilere kendi biricikliklerinde bakma çabası ortadan kalktığında başlıyor: ?Başörtüsü şöyledir böyledir.? Veya ?başını örtenler şudur budur.? Tüm bu tanımlar, insanı bir ?göz yanılgısı?na tutsak hale getiriyor. Vicdanının örtülerini örterken, apaçık olan hakikate karşı onu körleştiriyor. Acımasızlaştırıyor. Kendine bakamayan gözüyle yine kendi bakışına tutsak hale getiriyor. Ve dahası, karikatürize bir biçimde kendi egosuna kulluk ettiriyor onu. *** Kalp iradesiyle, yani aşkla yapılabilen şeyler ibadettir. Kendi eylemini aşan bir ?sarih? niyetle yapılırlar çünkü. İnsan gerçekliğinde aşkın bir boyut olduğunun ispatıdır bu aynı zamanda. Sevgilinin beklentilerine değil de, egonun beklentilerine teslim olduğumuzda ise tatmin olmak neredeyse imkânsızlaşıyor. Ne örtünerek, ne de açılarak. İster inançlı olalım ister olmayalım, örtülü kadın imgesi bize tanrısal söze teslim olmanın ?görünür? halini işaret ediyor. Sırlarla dolu bir hakikatin her an mevcudiyetini hissettiriyor. Örtülü kadının gündelik hayat ile metafizik hayat arasında kozmik bir bağlaç olduğunu sezdiriyor. Dünya ile gayb arasındaki her çeşit ayrıştırma ve parçalamaları, tüm göz yanılgılarını ortadan kaldırıyor. Ötelerin buradaki izdüşümünü görünür kılıyor giderek. Bakışlarımızı baktığımızla birleştiriyor. Örtünmek; sadece doğayla, ötekilerle veya kâinatla ahenk sağlama biçimi değil, aynı zamanda nesnelere karşı bir mesafe alma biçimidir. Eşyanın gizli yüzünü açar. Bu anlamda, sosyolojik bir olgunun ötesindedir bence örtünmek. Sosyolojiden ziyade, sanata yakın. Gören ile görünen arasında bir estetik uzay oluşturur. İnsanlığa hem gören hem görünen olmanın imkânlarını sunar. Bizdeki kalp zekâsı belki bu sanatsal estetiği görecek kadar yüksektir. Ama vicdanın ve kalbin üzerindeki süslü örtüler, öylesine çamurlu bir sığlığa çekiyor ki bizi, apaçık olandaki gerçek, örtülü hale geliyor giderek. Oysa hem seven hem sevilen olmanın yolculuğu, gözden göze kesintisiz bir biçimde sürüyor.

     

    İnsan Allah'ın ümididir; fani dünyadan sonsuz hayat hasat etmesini bekler kulundan. Bir insan diye var edildiğini farkedince, Allah'ı, yani biricik ümidini tanır kul. İman eder ve Allah'tan emin olur. Allah'a dair ümidi artar. İşte bu yüzden iman etmek bitmiş bir iş değildir; sürekli yenilenen bir eylemdir. Yağmur gibi kalp toprağına taze taze iner de iner, iner de iner iman...

    • Like 1

  18. Kalbimi boş sevdalardan kollayan Sensin

    Tohumun kalbine ağaçlar yazan Sensin

    Aklımı hiçlik korkularından koruyan Sensin

    Benlik dağlarımın taşlarını celalinle yumuşat Ey Celil!

    .

    Senai Demirci/ Söz Yangını

    “Benden sonra asın!”

    Oğlundan söz ediyor bir baba.

    “Önce beni asın, oğlumu sonra…”

    Babanın adı: Seyyid Rıza.

    Devrim kanunlarına hemen ve harfiyen itaat etmedikleri için havadan bombalanarak imha edilen, sığındıkları mağaralarda fareler gibi zehirlenerek yok edilen kadın-erkek, çocuk-yaşlı 50 bin Dersimli arasından adını en iyi bildiğimizdir Seyyid Rıza.

    Dersim İsyanının elebaşıdır devletin gözünde.

    Meseleyi “kökünden çözmek üzere” başlatılan Dersim Harekâtı’nda Seyyid Rıza’nın evi de havadan bombalanır. Diğer kadınlar gibi direnen eşi Besi’yi ‘dağ dilberi’ veya ‘dişi kaplan’ diye magazinleştirir devrin Türk basını. (“Cumhuriyet”, 26 Eylül 1937).

    “Elli kiloluk bombanın ne şeysi olur ki!” diyen meşhur ilk Türk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’in bombaladığı evden “garip eşyalar” çıktığına dair haberler de yapılır. Bu da ayrı bir itibar bombalamasıdır. Güya evde haçlar, Hz. İsa’nın parmağı ve Ermenice dinî kitaplar bulunmuştur.

    Seyyid Rıza’nın evinde Gökçen’in bombasından nasiplenen “şeyler”den bazıları şunlardır aslında:

    Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif, En’am-ı Şerif, Muhammediye, Siyer-i Nebi, Yıldızname, Bektaşiliğe ait bir şiir kitabı

    Seyyid Rıza hükümet yetkilileri tarafından anlaşmak üzere Erzincan’a çağrılır.

    Ancak 11 Eylül 1937′de Fırat Köprüsü üzerinde aynı hükümet yetkililerince tutuklanır.

    Hizaya getirmek için Şeyh’e zorla fötr şapka ve ceket giydirilir ve böylece fotoğraflanır.

    Seyyid Rıza, oğlu ve kardeşi, sadece 14 gün süren yargılamadan sonra idama mahkum edilir.

    İnfaz günü gelir. Seyyid Rıza ve oğlunun asılacağı kesindir ama önce kim? Baba mı oğul mu?

    Bütün vicdanlar bilir ki, babalar oğullarının ölümlerini görmektense ölmeyi tercih ederler.

    Son bir insaf ricası gelir saçı sakalı ağarmış Seyyid Rıza’dan.

    Razı olduğumuz o ölüm sırasını ister yetkililerden.

    Öldürüleceğine değil, oğlunun gözleri önünde öldürülmesine yanar baba yüreği.

    O gün, Seyyid Rıza’yı meydana çıkardılar.

    Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Seyyid Rıza meydan insanla doluymuşçasına, Zazaca sessizliğe ve boşluğa haykırdı:

    Evladı Kerbelayme, Bé gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto.”

    (Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir)

    İhtiyardı. Hastaydı. Ancak son yürüyüşüne ayırdı bütün enerjisini. Başı dik, kararlı adımlarla, idam sehpasına doğru rap-rap yürüdü.

    Boynuna ip geçirmek için bekleyen celladı kenara itti. İpi boynuna kendisi geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazı yaptı.

    Şeyh Seyyid Rıza’nın oğlu göremedi babasının bu asil yürüyüşünü. Bir babanın son insaf çağrısına kulak vermemişti yetkililer.

    Sırf eziyet olsun diye oğlunun idamını babasına seyrettirmişlerdi.

    Ne garip ki, bir babanın son andaki son insaf çığlığına kulak asmayan muktedirlerin boynuna takılan zamanın ipi çoktan çekildi. Hepsi toprak altında şimdi.

    .

    Senai Demirci

    Çocuğa verilen ismin bir kıblesi olmalı,

    ya bir Peygamber’i gösteriyor olmalı

    ya da Peygamber izinden yürüyen birinin hatırasını taşımalı.

    .

    Senai Demirci

    İbrahim'in ateşine odun taşıyan kendi ateşini yakar. İbrahim'in ateşine su taşıyan kendi yangınını söndürür. Ne odun İbrahim'i yakar ne su ibrahim'e yetişir. İbrahim'in ateşi odun hammallarını yakar, su taşıyıcılarına serinlik sunar. .

    Dua etmek, kırık kalbini avuçlarına koymandır; diline süslü sözler doldurmak değil…

    .

    ~Senai Demirci ~

     

    Senai

    Can, paslı bir bıçak yarasıdır varlığın göğsünde.

     

    Tenin beyaz yüzünde bir kardelen hülyasıdır, en canlı yıldızı, yerin en kanlı çiçeğidir.

     

    Yarada kabuk bağlayan her neyse, buzda kristal kristal biçimlenen ne ise, gökten yukarıda, yerden aşağıda ne varsa kaynayan, hepsi can yüzünden, hep can gözünden, hep can özünden.

     

    Yüreğimizin yayında gerili oktur can, ki buralı değildir, şimdiye razı değildir; bizden önceleri ve bizden sonralarıdır.

     

    Gölgemizin kuytusunda saklı hayaldir can, ki bizden ama bizden kalmayandır.

     

    Alnımızda doğmuş şebnemdir can, ki bizden ama bize ait olmayandır, bizden ötelerde aşkları vardır…

     

    .

     

    Senai Demirci

     

     

    Demirci

    Hatırlar mısın oyuna daldığın solgun ikindileri? Terk edilmiş sokak başlarını süsleyen çocuksu neşelerde yitirirdin kendini. Üşüdüğün aklına düşmezdi. Toprak kiri ellerini küçük sevinçlerin yumağına sarıp ısıtırdın. Gece, kuzgunî bir şal gibi ağır ağır omuzlarına çökerdi; aldırmazdın. Oyunun heyecanıyla aydınlatırdın yüzünü, gözlerini. Acıktığını fark etmezdin. Oyuncak zaferleri kut ve gıda eylerdin kalbine. Evi unuturdun. Sıcak odalardan uzaklığına yanmazdın. Bilmezdin ki sen pencere önü çiçeğisin. Derken, ılık bir anne sesi çekerdi kulağını. “Hadi oğlum eve gel!” “Bak yemeğin soğuyor!”

     

     

    Ezanı öyle sıcacık bir ana çağırışı say işte! Ardında sakladığı mutlulukları unuttuğun, aydınlığını özle(ye)mediğin ulvî pencerelerin pervâzından salkım saçak taşan ana merhametidir. Hasretlerine mukabele edemeyecek, kalbine gıda vermeyecek oyunların telaşını durduran, yumuşak, tatlı, munis, âşina bir sesleniştir ezan… “Akşam oldu; ömür bitiyor, eve dön, varlığını sonsuzlayacağın kapıyı aç… Hava karardı; gönlüne teselli veren renkler çekildi. Hüzün ve korkuların ellerinin nereye vardığını göremeyeceğin kadar koyulaştı. Yüzüne varacağın, huzura konacağın pencerenin önüne gel. Bak, iyice soğudu da hava, üzerin tiril tiril, kaygıların kışında sıkışan göğsünü sarabileceğin bir yakınlık şalın bile yok… Yuvaya dön, sonsuz yumuşaklıkta bir yastığa başını dayar gibi secdeye var; namazın avuçlarına dök eteğinde biriken yetimlikleri, yabanlıkları…. Sımsıcak bir çorbayı yudumlar gibi, dudağının arasına al dualarını, damağına değdir suskunluğa zincirli fısıltılarını.. Çamura bulanmış ellerini, dünyanın kiriyle kararmış yüzünü kara(n)lıkların tozuna bulaşmış gözlerini, abdestin çeşmesinde yu…”

     

    Kalbine bir ana bakışıdır namaz. De ki: İyi ki geldin sıcak yanım Ölümü sol köşede eritti bakışların..

     

     

    Apansız, teklifsiz gözüne girip girip gönlüne asla teselli sunmayan billboard resimleri gibi yolunu kesen, gönlünün mah/pus fısıltılarını duymaktan seni alıkoyan fırsatçı bezirgânlar gibi habire sa/taşan, seni durmaksızın koşturan ama menzil vaad etmeyen yürüyüş bantları gibi yoran “büyük” işlerden çekip alır seni namaz. Hırslarının hazlarının yapışkan kuytusuna itip unuttuğun, kentlerin kuru gürültüsünde ninnileyip uyuttuğun, ağzına gündelik telaşlarını kapatıp susturduğun yetim çocuğu hatırlatır sana. İçindeki çocuğun elinden yeniden tutar. Namaz, küçük bir kız çocuğu yumuşaklığında sokuluverir yanına. Küçücük yüzdeki tebessüm içinde saklı kuşları nasıl sonsuz genişlikte bir göğe çağırıyorsa, daracık seccadenin yüzünde saklı vaadler de kalbini sonsuz genişlikte bir göğüse yerleştirir. Küçük kız çocukları gibi, gözlerine toplar cümle çığlıklarını. Tepeden tırnağa bir bakış olur, gök mavisi gözlerini üzerine yağdırır şefkat kurağı çöllerinin. Bir damla gözyaşının seline kapılır; yıkılır, yok olur, silinir sığ haritalarda çizdiğin öncelikli ülkelerin/ilkelerin. Bakışına dayanılmaz o meneviş gözlerin. Menziline girdiğin dem vuruldu bil yüreğin.

     

     

    Küçük ve yumuşak elinin çekimine karşı konulmaz kız çocuğunun. Küçük bir gayretle çekip alabilirsin elini elinden gerçi. Yüzünü azıcık çevirip gözlerinin hapsinden firar edebilirsin kolayca.. Ama.. Kalbini sarıp sarmalayan avuçlar, gönlüne kelepçeler takan bakışlar seni sana sürükler. Kendi kıyında bulursun kendini yeniden. Hatırla ki, Medineli bir kız çocuğu Peygamber’in [asm] elinden tutacak olursa, kız çocuğu O’nun elini bırakıncaya kadar O elini çekmezdi. Namaz, gözleri menevişli, saçları kıvır kıvır bir kız çocuğu gibi, ardı sıra koşturduğun-sözüm ona-büyük işlerden koparır seni. Kalbinin yanına çağırır nefesini. Hesapsız, kıyısız neşelerin köşesine oturtur sesini/sessizliğini. Sonsuz, vedasız baharların renk/ahenk çiçekleri dibinde yatıştırır iç çekişlerini. Sade, duru bir tebessümün yanağında durultup süzer cümle gönül kırışıklıklarını/karışıklıklarını. Sever seni, sevindirir, sevildiğini bilir, sevildiğine sevinir. Cismi şefkatinin yanında pek sönük kalır. Bedeni yüreğinin göğünde pek cılız durur. Sarılır göğsüne, yüzünü yüzüne değdirir. Ama içinde parlattığı incilerin üzerini kapatır, derûnunda beklettiği sözleri senden sakınır. Suskundur; yarım ağız konuşur gibidir; lâkin söyleyeceği ne çoktur, ne çoktur…

     

     

    Gözlerine bir kız çocuğu ağlayışıdır namaz. De ki: Gözlerin ışık seli senin, Al karanlıklarımı gözbebeklerinde yıka”

     

     

    Senai Demirci

     

     

    Hatırlar mısın oyuna daldığın solgun ikindileri? Terk edilmiş sokak başlarını süsleyen çocuksu neşelerde yitirirdin kendini. Üşüdüğün aklına düşmezdi. Toprak kiri ellerini küçük sevinçlerin yumağına sarıp ısıtırdın. Gece, kuzgunî bir şal gibi ağır ağır omuzlarına çökerdi; aldırmazdın. Oyunun heyecanıyla aydınlatırdın yüzünü, gözlerini. Acıktığını fark etmezdin. Oyuncak zaferleri kut ve gıda eylerdin kalbine. Evi unuturdun. Sıcak odalardan uzaklığına yanmazdın. Bilmezdin ki sen pencere önü çiçeğisin. Derken, ılık bir anne sesi çekerdi kulağını. “Hadi oğlum eve gel!” “Bak yemeğin soğuyor!”

     

     

    Ezanı öyle sıcacık bir ana çağırışı say işte! Ardında sakladığı mutlulukları unuttuğun, aydınlığını özle(ye)mediğin ulvî pencerelerin pervâzından salkım saçak taşan ana merhametidir. Hasretlerine mukabele edemeyecek, kalbine gıda vermeyecek oyunların telaşını durduran, yumuşak, tatlı, munis, âşina bir sesleniştir ezan… “Akşam oldu; ömür bitiyor, eve dön, varlığını sonsuzlayacağın kapıyı aç… Hava karardı; gönlüne teselli veren renkler çekildi. Hüzün ve korkuların ellerinin nereye vardığını göremeyeceğin kadar koyulaştı. Yüzüne varacağın, huzura konacağın pencerenin önüne gel. Bak, iyice soğudu da hava, üzerin tiril tiril, kaygıların kışında sıkışan göğsünü sarabileceğin bir yakınlık şalın bile yok… Yuvaya dön, sonsuz yumuşaklıkta bir yastığa başını dayar gibi secdeye var; namazın avuçlarına dök eteğinde biriken yetimlikleri, yabanlıkları…. Sımsıcak bir çorbayı yudumlar gibi, dudağının arasına al dualarını, damağına değdir suskunluğa zincirli fısıltılarını.. Çamura bulanmış ellerini, dünyanın kiriyle kararmış yüzünü kara(n)lıkların tozuna bulaşmış gözlerini, abdestin çeşmesinde yu…”

     

    Kalbine bir ana bakışıdır namaz. De ki: İyi ki geldin sıcak yanım Ölümü sol köşede eritti bakışların..

     

     

    Apansız, teklifsiz gözüne girip girip gönlüne asla teselli sunmayan billboard resimleri gibi yolunu kesen, gönlünün mah/pus fısıltılarını duymaktan seni alıkoyan fırsatçı bezirgânlar gibi habire sa/taşan, seni durmaksızın koşturan ama menzil vaad etmeyen yürüyüş bantları gibi yoran “büyük” işlerden çekip alır seni namaz. Hırslarının hazlarının yapışkan kuytusuna itip unuttuğun, kentlerin kuru gürültüsünde ninnileyip uyuttuğun, ağzına gündelik telaşlarını kapatıp susturduğun yetim çocuğu hatırlatır sana. İçindeki çocuğun elinden yeniden tutar. Namaz, küçük bir kız çocuğu yumuşaklığında sokuluverir yanına. Küçücük yüzdeki tebessüm içinde saklı kuşları nasıl sonsuz genişlikte bir göğe çağırıyorsa, daracık seccadenin yüzünde saklı vaadler de kalbini sonsuz genişlikte bir göğüse yerleştirir. Küçük kız çocukları gibi, gözlerine toplar cümle çığlıklarını. Tepeden tırnağa bir bakış olur, gök mavisi gözlerini üzerine yağdırır şefkat kurağı çöllerinin. Bir damla gözyaşının seline kapılır; yıkılır, yok olur, silinir sığ haritalarda çizdiğin öncelikli ülkelerin/ilkelerin. Bakışına dayanılmaz o meneviş gözlerin. Menziline girdiğin dem vuruldu bil yüreğin.

     

     

    Küçük ve yumuşak elinin çekimine karşı konulmaz kız çocuğunun. Küçük bir gayretle çekip alabilirsin elini elinden gerçi. Yüzünü azıcık çevirip gözlerinin hapsinden firar edebilirsin kolayca.. Ama.. Kalbini sarıp sarmalayan avuçlar, gönlüne kelepçeler takan bakışlar seni sana sürükler. Kendi kıyında bulursun kendini yeniden. Hatırla ki, Medineli bir kız çocuğu Peygamber’in [asm] elinden tutacak olursa, kız çocuğu O’nun elini bırakıncaya kadar O elini çekmezdi. Namaz, gözleri menevişli, saçları kıvır kıvır bir kız çocuğu gibi, ardı sıra koşturduğun-sözüm ona-büyük işlerden koparır seni. Kalbinin yanına çağırır nefesini. Hesapsız, kıyısız neşelerin köşesine oturtur sesini/sessizliğini. Sonsuz, vedasız baharların renk/ahenk çiçekleri dibinde yatıştırır iç çekişlerini. Sade, duru bir tebessümün yanağında durultup süzer cümle gönül kırışıklıklarını/karışıklıklarını. Sever seni, sevindirir, sevildiğini bilir, sevildiğine sevinir. Cismi şefkatinin yanında pek sönük kalır. Bedeni yüreğinin göğünde pek cılız durur. Sarılır göğsüne, yüzünü yüzüne değdirir. Ama içinde parlattığı incilerin üzerini kapatır, derûnunda beklettiği sözleri senden sakınır. Suskundur; yarım ağız konuşur gibidir; lâkin söyleyeceği ne çoktur, ne çoktur…

     

     

    Gözlerine bir kız çocuğu ağlayışıdır namaz. De ki: Gözlerin ışık seli senin, Al karanlıklarımı gözbebeklerinde yıka”

     

    Parmak izlerim kimsenin parmak izine benzemiyor.

    Demek ki, benim parmak uçlarıma hiç kimsenin parmak ucuna dokunmadığı gibi dokunmuş.

    Sadece dokunmuş mu?

    Hâlâ dokunmakta. Her an yeni/den dokunmakta.

    Retinam kimsenin retinasına benzemiyor.

    Demek ki, benim gözümün içine kimsenin gözünün içine bakmadığı gibi bakmış.

    Sadece bakmış mı?

    Hâlâ bakmakta.

    Şimdi gözlerimin içine yeni/den bakmakta.

    Ben gözlerimi kapatsam da,

    O gözlerimden bakışını ayırmamakta.

    Yüzüm kimsenin yüzüne benzemiyor.

    Demek ki, benim yüzüme kimsenin yüzüne yönelmediği gibi yönelmiş.

    Sadece yönelmiş mi?

    Hâlâ yüzüme dönük ve yüzümün her noktasında çalışmakta.

    Ben O’ndan yüz çevirsem de,

    O benden yüz çevirmemekte.

    Senai Demirci

    Niccolo Pagini on dokuzuncu yüzyılda yaşamış yetenekli bir müzisyendir. Herkesin hayran olduğu ünlü kemancı kalabalık bir dinleyici önünde önemli bir konser veriyordu. Bütün orkestra Pagini’nin içli keman sesine eşlik etmek için çalıyordu. Derken beklenmedik bir şey oldu. Pagini’nin kemanından bir tel çat diye kopuverdi. Kemanın orta teli herkesin görebileceği şekilde havada sallanmaya başladı.

    Usta müzisyenin alnına ve yüzüne bir anda terler hücum etti. Hayli zorda kaldığı belliydi. Ancak hiçbir şey olmamış gibi kalan üç telle kemanını aynı güzellikte çalmayı sürdürüyordu.

    Fakat çok geçmeden olacak en kötü şeyde oldu ve ikinci tel de koptu. Pagini buna rağmen yine çalmaya devam etti. Müziğin sesinden ve kemandan eksilen bir şey yoktu hala fakat birkaç dakika sonra üçüncü tel de koptu orkestranın icra ettiği parçanın sonuna gelinmişti şimdi ustanın kemanından kopmuş üç tel avare gibi sallanıyordu.

    Usta kemancı buna rağmen tek telli kemanla müziği bitirdi. Dinleyiciler ayağa kalkıp uzun süre görülmemiş bir coşkuyla alkışladı. Alkış sesleri kesilmek üzereyken Pagini dinleyicilerin koltuklarına yaslanmalarını istedi. Konserin kaçınılmaz olarak biteceğinden düşünen dinleyiciler çaresiz oturdular. Pagini kemanı herkesin göreceği şekilde kaldırdı başıyla orkestra şefine başla ifadesi yapıp tekrar dinleyicilere dönüp. Gözlerini hafifçe kısıp gülümsedi ve bağırdı. Kemanı çenesinin altına koyup son parçayı mükemmel şekilde çaldı…

    ♥ ♥ ♥

    Evlilikte kalabalıklar karşısında verdiğimiz bir konser gibi değil midir? Başlangıçta her şey mükemmeldir eksiğimiz, kusurumuz yok gibidir. İlişkinin de kusursuz gideceğini düşünürüz. Sonra Pagini’nin keman telleri gibi bizimde zamanla tellerimiz kopmaya başlar. Eksiklerimiz ortaya çıkar ahenk bozulur gibi olur.

    Şimdi sorun kendinize; Bir tek teliniz bile kalmadı mı? Konseri sürdürmek için cevabı biliyorsunuz; “Her şey bitse de aşkımız kemanda kalan son tel”… Konser devam ediyor…

    Aşka Dair Öyküler – Senai Demirci – Sayfa 17-18

     

    Senai Demirci

    Niccolo Pagini on dokuzuncu yüzyılda yaşamış yetenekli bir müzisyendir. Herkesin hayran olduğu ünlü kemancı kalabalık bir dinleyici önünde önemli bir konser veriyordu. Bütün orkestra Pagini’nin içli keman sesine eşlik etmek için çalıyordu. Derken beklenmedik bir şey oldu. Pagini’nin kemanından bir tel çat diye kopuverdi. Kemanın orta teli herkesin görebileceği şekilde havada sallanmaya başladı.

    Usta müzisyenin alnına ve yüzüne bir anda terler hücum etti. Hayli zorda kaldığı belliydi. Ancak hiçbir şey olmamış gibi kalan üç telle kemanını aynı güzellikte çalmayı sürdürüyordu.

    Fakat çok geçmeden olacak en kötü şeyde oldu ve ikinci tel de koptu. Pagini buna rağmen yine çalmaya devam etti. Müziğin sesinden ve kemandan eksilen bir şey yoktu hala fakat birkaç dakika sonra üçüncü tel de koptu orkestranın icra ettiği parçanın sonuna gelinmişti şimdi ustanın kemanından kopmuş üç tel avare gibi sallanıyordu.

    Usta kemancı buna rağmen tek telli kemanla müziği bitirdi. Dinleyiciler ayağa kalkıp uzun süre görülmemiş bir coşkuyla alkışladı. Alkış sesleri kesilmek üzereyken Pagini dinleyicilerin koltuklarına yaslanmalarını istedi. Konserin kaçınılmaz olarak biteceğinden düşünen dinleyiciler çaresiz oturdular. Pagini kemanı herkesin göreceği şekilde kaldırdı başıyla orkestra şefine başla ifadesi yapıp tekrar dinleyicilere dönüp. Gözlerini hafifçe kısıp gülümsedi ve bağırdı. Kemanı çenesinin altına koyup son parçayı mükemmel şekilde çaldı…

    ♥ ♥ ♥

    Evlilikte kalabalıklar karşısında verdiğimiz bir konser gibi değil midir? Başlangıçta her şey mükemmeldir eksiğimiz, kusurumuz yok gibidir. İlişkinin de kusursuz gideceğini düşünürüz. Sonra Pagini’nin keman telleri gibi bizimde zamanla tellerimiz kopmaya başlar. Eksiklerimiz ortaya çıkar ahenk bozulur gibi olur.

    Şimdi sorun kendinize; Bir tek teliniz bile kalmadı mı? Konseri sürdürmek için cevabı biliyorsunuz; “Her şey bitse de aşkımız kemanda kalan son tel”… Konser devam ediyor…

    Aşka Dair Öyküler – Senai Demirci – Sayfa 17-18

     

    

×
×
  • Create New...