Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

emir abdulkadir

Admin
  • Content Count

    203
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    13

Posts posted by emir abdulkadir


  1.  

    Allah insanı neden yarattı?

    Bu soru biri insana diğeri Allah’a olmak üzere iki farklı taalluka sahiptir.

    İnsanla olan ilişkisi aynı zamanda insanın varlık gayesini ifade etmektedir. Yani “Ben niçin varım?” sorusunun cevabıdır.

    Allahu Teala insanları ve cinleri kendisine ancak kulluk etmeleri için yarattığını bildirmiştir. Yani insan ve cinlerin varlık gayesi, varlığına anlam katan şey Allah’a kulluk etmektir.

    Allah ile olan ilişkisine gelince, “bunu bilemeyiz.” Ancak bilemeyişimizi, bilemeyişimizin nedenlerini bilebiliriz. Benim yapmaya çalıştığım da niçin bilemeyeceğimizi izah etmek.

    O halde soruyu “Allah’ın herhangi bir şeyi niçin yaptığını neden bilemeyiz?” şeklinde değiştirelim.

    İlk olarak ‘İnsana bilme, idrak etme gibi istidatlar sağlayan bir kuvvet’ şeklinde tanımlanan ‘aklı’ ele alalım.

    Akıl sadece bildiğimiz şeylerle arasında bağlantı kurabildiği şeyleri idrak edebilir. İdrak edilmeye çalışılan mesele o ana kadar bilinen şeylerle nispet ve alaka kabul etmediği vakit akıl acze düşer.

    Ancak insan her zaman ele aldığı meselenin başka şeylerle nispet kabul etmediğini fark edemeyebilir. Böyle durumlarda çeşitli mantıksal çıkmazlara yüzleşmesi kaçınılmaz hale gelir.

    Bu hususu şu iki örnekle izah edebiliriz:

    Bildiğimiz, müşahede ettiğimiz her şey bir mekan içerisindedir.

    Bu esastan hareketle düşünmeye başlayalım. Şu an bir odadayım. Bu oda bir apartmanda, bu apartman bir sokakta, bu sokak bir mahallede, bu mahalle bir semtte, bu semt bir ilçede,… bu ülke ortadoğu’da,…., bu gezegen güneş sisteminde,…Samanyolu falanca yıldız kümeleri kümesinde, o falanca yerde…. Bütün bu saydıklarımız uzayda.

    Peki, içinde olduğunu saydığımız bütün şeylerle ve göz alabildiğine uzayan genişliğiyle uzay nerede?

    Elbette bir kavram daha icat edip onu söyleyebilirsiniz. Ancak bir şeyleri içerisinde barındırmak özelliğiyle ‘var’ kabul ettiğimiz ‘mekan’ ın nerede olduğu sorusunun cevabı yoktur.

    İnsan, mekansız bir şeyi müşahede etmediğinden ‘mekansızlık’ kavramını tam manasıyla anlayamamakta, var olan her şey için bir mekan tevehhüm etmekte ve bu sebeple mekansızlık kavramını ancak bir tenzih ile ifade edebilmektedir.

    Yani “mekansız” olmanın “nasıl olduğunu” anlayamamakta, “nasıl olmadığını” anlamakla iktifa etmek zorunda kalmaktadır.

    Aynı şekilde Zamanı ele alalım.

    Bildiğimiz gibi hem İslami inanca hem de modern bilimin verilerine göre ‘Zaman’ın bir başlangıcı vardır. Bu durumda akla “Zaman yokken ne vardı?” ve “Ne oldu da zaman başladı” soruları geliyor. Daha da önemlisi bu soruların zamandan öncesine dair olmak hasebiyle bir ‘öncelik’ ifade etmesi yani zamanın yokluğunda zaman bildireni bir ifade ile sorulmuş olmasıdır.

    Zamandan öncesinden bahsetmek zamanın kendisinden önce var olması kabul gerektirdiğinden olduğundan insan zihni bir çıkmaza düşecektir.

    Gelelim ’Tanrı herhangi bir şeyi neden yaratmıştır?’ sorusuna :

    İnsanın müşahede ettiği şeylerle arasında bir alaka kabul etmeyen şeyleri anlayamayacağını söylemiştik. Bu noktayı göz önünde bulundurarak İnsan ve Tanrı kavramlarını ele alalım.

    Konumuzla alakası bakımından İnsan:

    • Hâdis [kendisinde yokluk arız olmuş] olmak
    • Bir şey varlığı kendi zâtından olmamak [var olmak için başka şeylere ihtiyaç duymak]
    • Bir şeylere ihtiyaç halinde bulunmak
    • Noksan olmak

    Tanrı ise:

    • Kadîm [Kendisinde yokluk arız olmamış] olmak
    • Varlığı kendi zâtından olmak [ Var olmak için hiçbir şeye ihtiyaç duymamak]
    • Hiçbir zaman hiçbir şeye ihtiyaç duymamak
    • Zaman ve mekândan münezzeh olmak
    • Tam kemal sahibi olmak

    Gibi çeşitli özelliklere sahiptir.

    Bu noktada bahsi geçen özellikler ışığında insanların eylemlerini değerlendirelim.

    İnsanın bilinçli bir şekilde yaptığı herhangi bir işte ya kendisindeki bir noksanlığın telafisi, ya bir ihtiyacın karşılanması gayesi vardır.

    İnsanın bu maksatlardan en uzak fiillerinden birisi şüphesiz sadaka vermek, zor durumdaki birine yardım etmektir. Öyleyse bir dilenciye verdiğimiz sadakayı düşünelim.

    Bu sadakayı niçin verdik?

    Dilencinin duasını almak, bize minnet duymasını sağlamak, diğer insanları da sadaka vermeye teşvik etmek, Allah’ın rızasını kazanmak, iyilik yapmanın verdiği huzura, manevi tatmin duygusuna ulaşmak….

    Hangi sebeple vermiş olursak olalım, bu aynı zamanda bizdeki bir eksikliğin, noksanlığın ifadesi olacaktır.

    Dilencinin duasını almak gayesinde oluşumuz Allah indinde iyi amellere olan ihtiyacımızın, bize minnet duymasını istememiz içimizdeki büyüklenme arzusunu tatmin etmek isteyişimizin, diğer insanları teşvik etmek içinde yaşadığımız toplumdaki örnek alınacak kişi eksikliğinin, Allah rızasını kazanmak kul oluşumuzun – başka bir ifade ile “Allah olamayışımızın”-, iyilik yapmanın verdiği huzura, manevi tatmin duygusuna ulaşmak istememiz o huzurdan ve tatmin duygusundan mahrum oluşumuzun veya mahrum olmak tehlikesinde oluşumuzun ifadesidir.

    En basitinden bir dilencinin varlığı bile, ihtiyaç sahiplerine göz kulak olamayışımızın bir sonucu olmak hasebiyle içinde yaşadığımız toplumun ve o toplumun bir bireyi olarak bizim bir kusurumuzun ifadesidir.

    Peki biz hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hiçbir şeyden mahrum olmayan biri olsaydık bu dilenciye hangi sebeple yardım ederdik? Onun ihtiyacı olduğu için diyebilirsiniz. Ancak bu yardımımızın dilenciye taalluk eden kısmının sebebidir. Olsa olsa neden başka birine değil de dilenciye yardım ettiğimizin cevabı olabilir. Peki bizim ihtiyacı olan birine yardım etmemizin sebebi nedir?

    İyilik yapmanın verdiği huzura bile ihtiyaç duymayan biri neden iyilik yapar? Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için hangi bir şeye ulaşmak amacı olmayan birisi herhangi bir işi niçin yapar?

    “Allah insanı neden yarattı?” sorusunun cevabını veremeyişimizin sebebi hiçbir şeye ihtiyaç duymama halini kavrayamayışımızdır.

    Emîr


  2. Sitede yayınladığım yazıları bir müddet sonra bu başlık altında da paylaşacağım inşaallah.

     

    Tarih Sona Erdi 1 – İlk izlenimler-

     

    Geçen yüzyılda Francis Fukuyama’nın yaptığı büyük tesbit. İnsanoğlu binlerce yıl süren acılı kıvranışların sonunda 20. Yüzyılda belasını –pardon- aradığı özgürlük ve refahı bulmuştu. Tarih insanoğlunun bu özgürlük ve refah uğrunda verdiği mücadelelerden meydana geldiğine göre bu özgürlük ve refaha kavuştuğu için bu acılı mücadeleye devam etmesinin artık bir sebebi kalmamıştı.

    Tabi ki bu iddia ortaya atıldığı dönemde sahibinin şöhreti yakalamasına vesile olsa da zamanla asılsız tezler kabristanına gömülmek durumunda kalmıştı.

    Bu iddiayı, her ne kadar düşük çocuk gibi sahibinden evvel kabristana ulaşmış olsa da günümüz insanının ruhuna işlemiş bir hastalığın tezahürü olması sebebiyle bir yazı dizisiyle gündeme getirmek ihtiyacı hissettik.

    – Peki nedir bu “hastalık”?

    – Kendisini tarihin tepe noktasında farz edip geçmiş milletlerin hepsini küçük görmesindeki hudutsuz ukalalık.

    Tarihi devirleri Taş devri, İlk Çağ, Orta Çağ gibi ucuz yaftalarla etiketleyen günümüz insanının kendi çağını uzay ve bilim çağı olarak adlandırmasını hiç yadırgamadınız mı?

    Bu taksimi yapanlar bilimsel gelişmelerle kutsandıklarına (!) işaret etmek için bulundukları çağı da tarihe karıştırdıklarının farkında mıdır acaba?

    Peki objektif tarihçilik, tarafsız yaklaşım gibi söylemler havada uçuşurken, objektif bir yaklaşımla yapılan tarih taksiminde Yakın Çağ’ ın ne aradığını soran olmuş mudur dersiniz?

    Nazilerin saf alman ırkını en üstün insanlar olarak değerlendirip bütün insanlık üzerinde hâkimiyet hakkı iddia etmesi veya Yahudilerin kendilerini diğer insanların efendisi olarak görmesi eşitlik ve adalet adına tenkit edilse de uzay çağı insanının geçmiş çağlar hakkındaki tavrı da bundan pek farklı değildir.

    Uzay Çağı İnsanı narsist bir eda ile her yere kendi heykelini dikedursun; biz bu insan tipinden sıkça duyduğumuz “Bu çağda olur mu öyle şey ayol ?” “Kardeşim bu devirde hırsızlık için el mi kesilir?” gibi ifadelerden tüten manayı inceleyelim.

    “Bu çağda hırsızlık için el mi kesilir?” diyen arkadaş, bu sözüyle önceki çağlarda ‘el’ kesilebileceğini kabul ettiğini ve bu suretle “hırsızlık suçunun el kesmekle cezalandırılamayacağını ” evrensel bir kaide olmaktan çıkardığını hissetmiş midir sizce?

    Acaba “Hırsızın elinin kesilmemesi gerektiği“ iddiasını kendi çağıyla sınırlandırmak suretiyle örfileştirdikten sonra çağlar boyu devam eden bir kabule örfi bir anlayışla itiraz eden kişinin durumu “ “Kızın istediği adamla kaçabilir” de ne demek, devlet namusumuzu bile korumayacaksa niye var?” diyerek devlet hukukunu töreye uymadığı için tanımayan vatandaşın durumundan ne kadar farklıdır?

    Yine geçmiş milletleri insan hayatına gereken önemi vermedikleri gerekçesiyle kınarken, onların da bizi insan hayatından daha aziz değerleri katletmiş olmakla itham edebileceği aklımıza bile gelmiyor değil mi?

    Niçin gelsin ki? Uzay çağının değerlerini sorgulamak, uzay çağı insanını yargılamak kimin ne haddine değil mi?

    Emîr

    KAYNAK


  3. Sitemizin takdimi:

     

    Hiçbir cemaat ve hareketin müntesibi olmayan Müsbet Fikir, bütün cemaat ve hareketleri kardeş bilir. İslam düşmanlarına karşı onları müdafaayı ve Hakka hizmette elinden gelen destekte bulunmayı vazife bildiği gibi yanlışa düştüklerinde uyarmayı, gücü nispetinde engel olmayı da şiar edinmiştir.

    Müsbet Fikir, cemaatlere ve hareketlere mensubiyetin İslam kardeşliğini yaraladığı görüşünü reddedip İslam Kardeşliği şuuruna sahip şahıslardan müteşekkil cemaat ve hareketlerin Ümmetin birliğine vesile olacağını ilan ile cemaatsizliğin ve cemaat düşmanlığının da en az cemaatler ve İslami hareketler arasındaki ihtilaflar kadar İslam Kardeşliği’ni zedeleyeceğini iddia eder.

    Müsbet Fikir, İslama bir müsteşrik gözüyle bakıp, sünneti seniyyeyi modern çağın değerleriyle değerlendirmenin kaynakçı gözlüğüyle kaşıkçı elmasına değer biçmekten farksız olduğunun idrakinde olarak modern çağı sünnet-i seniyye ışığında yargılayıp, “İşte iz, geliniz” diyerek insanlığı yegâne kurtuluş ve yükseliş yolu olan Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi ve selemin sünnetine tutunmaya çağırır.

    Müsbet Fikir, İnsan aklının hataya meyyal ve akıl oyunlarına karşı zayıf olduğunun şuuruyla “İslam”ı hiçbir şekilde tartışmaya açmaz, İslam hakkında tartışmaya kalkan herkesi iddiasının sıhhatini tartışmaya davet eder.

    Müsbet Fikir

    • Like 1

  4. selamun aleykum

    İnşaallah çeşitli meselelerdeki fikri değerlendirmelerimizi ve faydalı gördüğümüz bazı iktibasları yayınlayacağımız sitemiz yayın hayatına başlamıştır.Bütün gönüldaşlara takip etmelerini tavsiye ederim.

    http://www.musbetfikir.com

    Not: Bu sitenin n-f-k.com sitesiyle şahsi gönül bağım dışında bir bağlantısı bulunmamaktadır.


  5. HÜLYA AVŞAR VE NAZLI ILICAK

    Geçtiğimiz günlerde Nazlı ILICAK’ın twitter hesabından bir söz paylaşıldı. “ Bu sene Kurban kesmeyip parasını Bank Asya’ya yatırıyoruz. Böylece hem Bank Asya’yı koruyor hem hayvanları kurtarıyoruz.” Elbette ki herkes kurban kesmek zorunda değildir. Kesecek durumu olmayanlar, borçlular, gayri Müslimler hatta vacibi terk etmenin vebalini kabul eden Müslümanlar bile kurban kesmeyebilir. Bunu gündem yapmak bile gereksizdir. Ancak bu sayede “ hayvanları kurtardıklarını” söylemesi üzerinde durulacak bir meseledir.

    Sayın ILICAK’ın bu sözü bana Hülya AVŞAR’ın “hayvanları öldürerek ibadet edilen bir dine inanmaktan utanıyorum.” sözünü hatırlattı. “Acaba yazarlığına itibar kalmayınca bu tür skandallarla mı dikkat çekmeye çalışıyor.” diye düşünmeden edemedim.

    Bu sözü Hülya AVŞAR söylediğinde pek garipsememiştim. Zira mensubu olduğu çevreyi ve hayatının o ana kadarki kısmını göz önüne aldığımda onun zekâ ve anlayış seviyesindeki biri için normal karşılamış ve merhamet duygusunun yanlış bir tezahürü olarak değerlendirmiştim.

    Elbette “Hayvanları kurtarmak” gibi parlak (!) bir fikir ILICAK’ın aklına mensubu olduğu grup “paraya sıkıştığı” sırada değil de “Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) adına kurban keseceğiz.” diyerek para topladığı sıralarda gelseydi onu da “merhamet duygusunun yanlış bir tezahürü” olarak değerlendirecektim.

    Ancak mevcut durum ILICAK’ın sözünün AVŞAR’ınki kadar masum olmadığını gösteriyor. Bu sebeple ILICAK’ın samimiyetsizliğinin, şahsiyetsizliğinin, omurgasızlığının nişanı olarak hafızama kazınan bu söze aynı üslupla cevap vermek ihtiyacı hissediyorum:

    “Bu sene Bank Asya’ya para yatırmayıp kurbanlık alıyoruz. Böylece hem ibadet ediyor, hem memleketi kurtarıyoruz.”

    Emîr

×
×
  • Create New...