Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

muhalif

Sivil
  • Content Count

    152
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    8

Posts posted by muhalif


  1. Karaman hoca biliyorsun havalar çok sicakladi. Malum küresel ısınmadan dolayı güneş ışınları direk geliyor,ozon tabakasında ciddi yırtılmalar,sökülmeler var. Ve ışınlar alnimin tam üstünde bakınız aha tam şurada par par parlıyor hatta başıma güneş geçiyor fena oluyorum,ayılıyorum,bayılıyorum,hafakanlar geçiriyorum. Hani son yıllar ramazan orucu da hep sıcak mevsimlere gelmeye başladı biliyor musun? Gerçi oruç tutuyor musun Karaman hoca? Dudaklarınız çat çat çatlıyor mu susuzluktan? İşte tam o hale düşüyorum. Midem desen açlıktan tsunami geçiriyor gibi oluyor. Lafı eveleyip gevelemeyim karaman hoca vallaha bak,kekeme falan da değilim. Bak ilminiz var hoca, hani fikih hocam sizin bir kitabınızı da okumam için önerdi. Ben sizi seve de bilirim karaman hoca. Şunu deyin hani bu kadar dil döktüm,hatta vakfınızdan burs verseniz ağzımla kuş da tutarım bakın buraya yazıyorum. Hani diyorum şey,sıcak dedim ya santigrat (bilmiyorum böyle mi yazılıyor) bir hayli yüksek oynuyor,diyorum ki gelin bir güzellik yapın;ben bu ramazan oruç tutmasam olur mu?

    • Like 1

  2. Ben katılıyorum, nefretin sevginin önüne geçtiği olur. Sevgi bitmiş olsun ya da olmasın. Bazan nefretin büyüklüğü sevginin büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Bir filmde geçiyordu; "nefret aşkın hayal kırıklığına uğramış halidir." diyordu. Bilmem, haklı söz galiba. Tüm bu mecazi manalardan geçip, nefret kafire edilir deyip tatlıya bağlayalım hadi.


  3. Kadir Mısıroğlu ile alakalı bir kaç başlık olacaktı buralarda. Bu denli ağır tenkid edilmesini doğru bulmuyorum. Tamam Üstad hakkında menfi görüşleri olabilir ki dedikleri kısmen doğru. Kumar oynamadı mi sigara içmedi mi üstad? Olayları basiret krizi içinde değerlendirmeyelim. Nazım Kıbrısi'ye bağlandığıni bilmiyordum henüz öğrendim. Ama arifan dergisinde yazı yazmış ve Kıymetli Eygi hocam ile Müdafaa dergisinde beraber yazmaktalar. Ben ehli sunnete mugayir lafını okumadım görmedim. Benim kıstasım ehli sünnet nazaridir ki Mısıroğlu bu yolun mazlumlarındandir. Insaflı olalım. Ayrıca Kıbrısı yeni yeni sanırım suyu bulandırdı başta ehli sünnet hocalarca kabul görülen saftaydı. Hemen çizmeyelim üstlerini insanların. Bunlar aynı davanın adamlarıdır. Ben Mısıroğlu hocadan pek istifade etmiş biriyim. Üstad Necip Fazıl da canımdır, Mısıroğlu hocam da değerlidir. Birinin diğeri hakkında zemmi ötekini kerih kılmaz. Velhasılı Mısıroğlu hocam günümüz gencine çokça emeği dokunan değerli bir isimdir. Ezmeyin, silmeyin,karalamayın.


  4. "Annem, uğultulu konakta en hatırlı hizmetçiden bir derece daha üstün, asli kadronun en küçüğünden de bir derece aşağı ve herkesin gel – git emrine memur acı bir mazlumluk hayatı sürüyor; ve bütün ümidini, doğurduğu erkek çocuğuna bağlıyor.

     

    Bana…

     

    Ah!"

     

    Kafa Kağıdı..

     

    Bu şiir bana annemin yokluğunu anımsatır, ölümden nefret ederim belki hiç etmemişken..

    • Like 1

  5. Vahim İtikat Bozuklukları

     

    Allah'a, Resûlüne, Kur'ana iman eden bir Müslümanın devamlı/değişmez gündeminin ilk maddesi itikadının (inançlarının) doğru ve sağlam olup olmadığını kontrol etmektir.

    Bugün İslam dünyasında onlarca, hattâ yüzlerce itikat ekolü bulunmaktadır. Bunların temel inançla ilgili bazı bilgileri birbiriyle uyuşmamaktadır.

    Her Müslüman inançlarını Kur'ana, Sünnete uygun hale getirmelidir.

    Bu da:

    İcazetli gerçek İslam alimlerinin, fakihlerinin öğrettiği, bildirdiği inanç maddelerini kabul etmekle olur.

    19'uncu yüzyılda, İslam dünyasında birtakım Mason sarıklılar zuhur etmiş ve dinde yenilik ve değişim yapmak istemişlerdir.

    İngiltere'nin mısır başkomiseri Lord Cromer, bu sarıklı Masonlardan biri olan Muhammed Abduh için "I suspect my friend Abduh was in reality an agnostic" diyerek onun agnostic olduğundan şüphelendiğini yazıyor. Adam hem Farmason, hem de agnostik. Elbette böylesinden din iman öğrenilmez. Öğrenen ne olur? Sapıtır.

    Usûle, temele, esasa ait bir konuda Ümmet içinde ihtilaf olduğu vakit:

    *Cumhur-i ulemaya tâbi olmak gerekir.

    *Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmak gerekir.

    Üzerinde icmâ bulunan görüşün kabul edilmesi gerekir.

    İhtilaflı konularda şazz görüşlere itibar edilmemesi gerekir.

    Son yıllarda ülkemizde din konusunda çok vahim bir fitne çıktı: Bazıları, İslam'ın tek hak din olmadığını, onun yanında başka ibrahimî hak dinler de bulunduğunu iddia ediyor.

    Hattâ, Müslümanların yayınladığı büyük bir gazetede, Ehl-i Kitap ile Müslümanlar arasında Âmentü konusunda ittifak olduğuna dair bir yazı yayınlandı.

    Allahın sıfatları konusunda ittifak varmış... Tevhid inancı ile Teslis nasıl uyuşur da arada ittifak olur?

    Kur'an, Teslis inancını reddediyor, bizimkiler inançta ittifak vardır diyor. Fesubhanallah!

    Ehl-i Kitab ile Peygamberlere iman konusunda aramızda nasıl ittifak olabilir ki, biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberelere iman ediyoruz, onlar ise Âhirzaman Peygamberi Hâtemülenbiya Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) iman etmiyor, onu hâşâ sahte peygamber olmakla suçlayıp iftira ediyor.

    İlahî Kitaplar konusunda da Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak yoktur. Biz Müslümanlar, Allah'ın Tevrat ve İncil'i gönderdiğine iman ediyoruz, onlar Kur'anı kabul etmiyor.

    Son yıllarda yayınlanan ve büyük miktarda tiraj yapan bir Kur'an mealine muharref Tevrat ve İncil'den 700 kadar "âyet" alınmıştır. 1400 yıllık İslam tarihinde böyle bir yenilik ilk defa Türkiye'de oluyor.

    Yeni bir inanç çıkartıldı:

    Hz. Muhammed'in dâveti ve tebligatı kendisine ulaştığı halde, bunları red inkar ve tekzib edenler de kurtuluşa ermişlermiş ve Cennete gireceklermiş.

    Böyle bir inanç ve iddia:

    Kur'ana... Sünnete... İslam'a kesinlikle aykırıdır.

    Diyanet'in bu gibi konularda halkı uyarması, aydınlatması, bilgilendirmesi beklenir ama o makamdan da bir ses çıkmıyor.

    Ülkemizde faaliyet gösteren birtakım gruplar ve cemaatler harıl harıl kadrolaşıyor.

    Bendeniz eskiden her imamın ardında namaz kılmıyordum. Birkaç yıldan beri bazı din görevlileri konusunda tereddütlerim, şüphelerim var. Resulullahı, Kur'anı, İslam'ın tek hak din olduğunu kabul etmeyenlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduklarına inanan bir kimsenin ardında namaz kılmak istemem, çünkü onun bu inançları imamlık yapmasına kesinlikle mânidir.

    Uzun yazmama hacet yok, ülkemizde bazı ilahiyatçılar kaderi bile reddediyorlar.

    Sem'iyyat denilen, kabir ahvali ve şefaat ile ilgili din bilgilerini de reddedenler var.

    Son zamanlarda bazı yenilikçiler ve değişimciler koyu laiklik taraftarı kesildi.

    Müslümanların bir kısmı itikat konusunda hassas ama büyük bir kısmı cehalet ve gaflet yüzünden tashih-i itikat meselesine önem vermiyor.

    Birtakım okumuş, yüksek ve parlak tahsil yapmış Müslümanların, Farmason sarıklıları kendilerine din önderi olarak kabul etmelerine şaşmamak mümkün değildir.

    Kur'an, Sünnet ve Cemaat ehli bunca ulema, fukaha, allâme varken, nasıl oluyor da birkaç şaibeli adamı kendilerine mürşid ve rehber yapabiliyorlar?

    Sarıklı Farmasonları imam=önder, rehber kabul edenlerin bir kısmı sanki Ehl-i Sünnete savaş ilan etmiştir.

    Şöyle bir müdafaa yapanlar da var: O sarıklı Farmasonlar dine hizmet için Mason olmuşlardı. Sonra ayrıldılar... Bu iddianın ve müdafaanın tutar tarafı olmadığını ispat edecek bir yazı hazırlıyorum.

    Ne kadar esef verici bir manzara: Birtakım İslamcılar Farmasonları, agnostikleri din önderi ve mürşid olarak kabul ediyorlar. Ne günlere kaldık!

    * (İkinci yazı)

    Âhireti Unutmak Felâketi

    Dünyaya gerekenden fazla önem vermek bütün kötülüklerin anasıdır.

    Gerçek ve olgun dindar, dünya için orada kalacağı kadar, âhiret için orada kalacağı kadar çalışır.

    Dünya bir imtihan yeridir ve elbette dünyada çalışılacaktır. Lakin dünya için gerekenden daha fazla çalışmak yanlıştır, zararlıdır.

    Kazandığımız paraların ve malların yeterli kısmını, Allahın rızasını kazanmak, âhiretimizi kurtarmak için sarf etmeli, mâlî ibadet yapmalıyız..

    Olgun ve vicdanlı Müslüman öğretmen Seyyid Mahir İz hocamız, kira evinde oturduğu halde, her ay maaşını aldığı zaman kırkta birini hemen Allah yolunda sadaka verirdi.

    Yakın tarihte öyle Müslüman zenginler gelip geçmiştir ki, evinde akşam sofrasında bir misafiri olmadan sofraya oturup yemek yemezdi.

    Aklı olan bir Müslüman gerekenden fazla lüks evler yaptırır mı?.. Onları lüks eşya ve mobilyalarla döşetir mi?... Gerekenden fazla lüks otomobillere biner mi?

    Bir ay kadar önce Adana'da, 26 yaşında genç bir anne, parasızlıktan intihar etti, iki çocuğu yetim kaldı. Sorumlu Müslümanlar vazifelerini hakkıyla yapmış, zekatları öncelikle fakirlere ve miskinlere vermiş olsalardı o kadıncağız intihar etmeyecekti.

    Bir Müslüman, dinî vazifelerini ancak âhirete yönelik olursa hakkıyla yapabilir.

    Din ilimlerini okumuş bir kimse dünyaya, paraya, mala çok değer veriyor, onları elde etmek için çırpınıp yırtınıyorsa, onca ilmine rağmen yine de iyi bir Müslüman olamaz.

    Namaz ve oruç elbette dinimizin temel şartlarından ve farzlarındandır. Lakin iş onlarla bitmez. Namazın ve orucun yanında zekat da vereceğiz. Nasıl vereceğiz?.. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre vereceğiz.

    Peygamberlerden sonra, derece itibarıyla en yüksek insan olan Hz. Ebû Bekir, zekat ödemek istemeyen kabileleri savaşla, kılıçla yola getirmişti.

    Yazık ki, zamanımızda zekat konusunda böyle âdil ve kararlı bir Ebû Bekir yoktur.

    Min gayri haddin âcizâne bu sütunlardan sesleniyorum:

    Müslüman halkın zekatlarını Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf eden zâlimler titresinler.

    Fakir, miskin, aç, sefil bunca Müslüman varken, sefalet içindeki zavallı bir anne parasızlıktan intihar ederken onlar hangi vicdanla birtakım hükmî şahsiyetler için zekat toplamaktadır?

    Birtakım sekt holiganlıkları, militanlıkları, asabiyetleri dünyada söker ama öteki dünyada sökmez.

    Zekat verdiklerini sanarak, zekatlarını zekat uğrularına kaptıranlara acımak mı, öfkelenmek mi gerekir?

    Müslüman, lokantaya gidip yemek yiyeceği zaman bile, âhireti düşünmelidir.

    Tek kişi elli liralık bir yemek yiyeceğine, yanına geliri az bir arkadaşını alıp aynı parayla iki kişi yerlerse Kur'ana ve Sünnete uygun olmaz mı?

    Ey, Müslümanlık İslamcılık tasladıkları halde rüşvet yiyenler, haram gelir edinenler, zenginleşenler, haram komisyonlar alanlar, faiz/riba dalavereleri yapanlar!.. Siz kârlı işler mi yaptığınızı sanıyorsunuz?

    Ateşle oynuyorsunuz ve tevbe edip bu haram malları dağıtmazsanız, âhirete yönelik olmazsanız Cehennemde yanmaya adaysınız.

     

    30.03.2012

    • Like 1

  6. Siyer-i Nebi kapitalizmin bir oyunudur arkadaşlar

     

    Diyor ki aklı başında, okumuş yazmış, üstelik vaktiyle “yüksek sanatla” iştigal etmiş “solcu” siyasetçimiz (daha doğrusu, demeye getiriyor): “Bu iş, küresel kapitalizme ve sömürü düzenine yarayacaktır, emekçiler zarar görecektir...”

    Hangi iş?

    Hangisi olacak? 4+4+4 elbette...

    Eğitimin “kesintisiz” ve geçişe imkân tanıyacak şekilde düzenlenmesi küresel kapitalizmin işine nasıl yarayacak? Sömürü düzeni buradan nasıl bir çıkar elde edecek?

    Marx bu konuda ne diyor?

    KESK üyeleri Meclis’e yürüme ısrarını sürdürerek, aynı zamanda küresel kapitalizme karşı soylu bir direniş mi sergilemiş oluyorlar?

    Bu mudur?

    Eh, “solcuysan”, iki slogan ezberlemişsen, AK Parti’nin “başımıza gelmiş en kötü şey” olduğuna inanmışsan yahut inandırılmışsan, böyle kulplar bulacaksın elbette yapılan doğru işlere...

    Bol bol terminoloji konuşturacaksın...

    Bol bol jargon patlatacaksın.

    Ne işçiler anlayacak ne dediğini, ne de çıkarlarını savunduğun halk...

    Bedavadan “aydın” sayılacaksın.

    Küresel kapitalizme karşı çıkıyorlar, emekçinin hakkını savunuyorlar, iyi yapıyorlar da... Küresel kapitalizm biraz da, ne birazı, daha çok “yüksek faiz uygulamasından” nemalanıyor. Merkez Bankası’nın artırdığı her puan emekçinin cebinden eksiltiyor... Ama 4+4+4 uygulamasına karşı Çanakkale savunması yapan salim arkadaşlar, Erdem Başçı’yı değil de, “faiz lobisini” hiç üzmemiş eski başkan Durmuş Yılmaz’ı tercihe şayan buluyor.

    Neden?

    Kemal Bey de şekvacıymış yeni başkandan...

    İngiltere’ye gidip geldikten sonra mı böyle oldu? Bilmiyorum...

    Fakat, şu küresel kapitalizm işini bir anlatsın salim arkadaşlar. Nasıl olacak bu iş? İliğimizi kemiğimizi “kesintili” üzerinden nasıl sömürecek bu acımasız sistem?

    Bir de daha sinsi olan “neo-liberalizm” vardı.

    BDP’li bir milletvekili, “4+4+4’ün neo-liberal sistemi tahkim edeceğini” söylüyordu.

    Bu nasıl olacak?

    Din eğitiminin “seçmeli” olması, isteğe bağlı olarak “Siyer” okutulması neo-liberal sistemi neresinden tahkim edecek?

    Eskiden, isteğe bağlı olmadan, zorla, birtakım yabancı büyüklerin hayatını ezberletiyordunuz. Ezberlemeyenlerin canına okuyordunuz. Peygamberimizin hayatının öğretilmesi mi “neo-liberal sistemi” palazlandıracak?

    Bırakın onu bunu da, “küresel kapitalizm” nedir, “sömürü düzeni” nasıl işlemektedir, “neo-liberal sistem” referanslarını nereden almaktadır, bize bunları anlatın.

    Cahiliz...

    Kavramsal düşünemiyoruz...

    Kitap neyin bilmeyiz.

    Hiç Marx okumadık.

    Mesela, eski saygın komutanlarımızdan biri, AK Parti iktidarıyla birlikte Türkiye’de bir “Araplaşma” temayülü oluştuğunu ve bu sinsi tehlikeye karşı topyekûn seferberlik başlatmamız gerektiğini öğütlüyordu.

    Küresel tehdit, Arap yarımadası üzerinden gelebilir mi?

    Böyle bir ihtimal var mı?

    Maocu cenah da, kaç yıldır, “kapitalizm eşittir cemaatler eşittir sömürü düzeni” tezini işliyor...

    Böyle bir şey mümkün mü?

    Bilelim.

    Bilelim de, hep birlikte Tandoğan meydanına çıkalım.

    Değerli şantör Zülfü Livaneli’yi de alalım... Kalabalıklara “yiğidim aslanım” çektirsin.

    28 Şubat sürecinde böyle yapmıştı. Kalabalıkları coşturmuştu. Çok hoş olmuştu.

     

    31 Mart 2012 Cumartesi


  7. ‘Ne aşağılık adamlarsınız’

     

    Bizim gibi “düz” adamlar, kendilerini savunurken, genellikle karşı tarafın anlayacağı argümanlar kullanırlar; “Şu şu gerekçelerle böyle düşünüyorum” derler.

    Karşı taraftakiler ise, (kimlerse onlar), bu düz anlatımdan genellikle ters sonuçlar çıkarırlar.

    Bunu nasıl örnekleyebilirim?

    Esasında örneklenebilir bir durum değil... Doğrudan konuya gireyim, ola ki meramımı anlatırım.

    Bugüne kadar aldığım “tepki gönderileri”nin neredeyse tümünde, aynı kalıp ifade yer alıyordu: “Siz ne aşağılık adamlarsınız. Hiç muhalefete muhalefet edilir mi? Biraz da iktidar partisini yazsanıza...”

    Burada anahtar cümle, “muhalefete muhalefet etmek...”

    Bunu sadece “kendini bilmez” okurlar dile getirmiyor.

    Medyada köşe tutmuş koca koca adamlar da bu düşüncede...

    Sanki soylu bir muhalefet geçmişinden geliyorlarmış gibi, sanki darbelerin arkasın da saf tutmuyorlarmış gibi, sanki düşene vurmayı itiyat haline getirip onun bereketiyle (!) yaşamıyorlarmış gibi, “Şu yandaş medya da muhalefete muhalefet ediyor canım... Ne kadar ayıp...” şeklinde göz yaşartıcı objektif yazılar yazıyorlar.

    Biri var...

    Bütün netameli dönemlerde arazi olmuş, hiçbir darbeyi sorun yapmamış, hiçbir muhtıra girişimine “Bir Dakka, ne oluyoruz?” dememiş bir arkadaş...

    Patlamak için, meğer bu günleri, sivil siyasetin inisiyatif almaya çalıştığı steril parlamento dönemini bekliyormuş...

    Peş peşe onlarca “zulüm yazısı” yazdı...

    Diyarbakır Cezaevi’nden girdi, JİTEM cinayetlerinden ve Sivas katliamından çıktı...

    Devlet baba böyleymiş...

    Hep öldürürmüş.

    Konuşanı tutuklama tehdidiyle sustururmuş...

    Silivri Cezaevi, bu şekilde, “susturulan aydınlarla” doluymuş.

    Devlet baba böyledir, hep öldürür de, sen neredeydin bugüne kadar? Devlet babanın cinayetleriyle ödeşmek için, neden devlet babanın tehlikeli olmaktan çıktığı bu dönemi bekledin?

    Hem, devlet babanın cinayetleriyle, bu cinayetleri ortaya çıkaran ve yargılayan sivil siyaset üzerinden mi ödeşeceksin?

    Dağıttığımın farkındayım... “Muhalefete muhalefet etmek” diskurundan söz ediyordum...

    Evet, kendilerine “yandaş” denilen bir gurup gazeteci ve aydın bu aşağılık işi yapıyor, muhalefete muhalefet ediyor.

    Fakat, Uğur Mumcu’nun ifadesiyle, “sağını solunu karıştırmış bu ülkede”, siyasal pozisyonlarla birlikte, “iktidar” erkinin ne olduğu, nerede başladığı, muhalefetin ne ölçüde muhalefeti yansıttığı da karıştırılıyor.

    Bir muhalefet düşünün ki, biricik mesaisi, statükoyu, var olanı, eski kötü alışkanlıkları “ölümüne” muhafaza etmek ve “bütün bunların değiştirilmesi tehlikesine” (!) karşı resmi ideolojinin yanında saf tutmak olsun...

    Bu muhalefet midir?

    Böyle bir muhalefete karşı çıkmak, muhalefete muhalefet etmek midir?

    Hemen sözü örneğimizdeki “muhalefet partisine”, yani CHP’ye getiriyoruz ve şunu soruyoruz:

    Bu parti, kapalı iktisat politikalarını (rejimini) savunmak ve zaman zaman kirli karanlık yüzüyle karşımıza çıkan devlet babanın siyasal alandaki tasarruflarını meşrulaştırmak dışında yeni ne söyledi, demokrasinin gelişmesine hangi “yaratıcı katkıyı” sundu?

    Bilenler söylesin de, en azından kendi adıma muhalefete muhalefet etmekten vazgeçeyim...

     

    30 Mart 2012 Cuma


  8. Nihai olarak ne diyorsun abi?

     

    Muharrem İnce dostumuzun “meyhane” dokundurmasından incinen gururu, “Bütün savaşınız Çevik Bir yasasını korumak mı için mi?” sorusundan rahatsız olmuyor.

    Rahatsız olmaları gerekirdi oysa...

    Nasıl ki PKK, koskoca 28 Şubat sürecini “eylemsizlikle”, tek kurşun bile atmadan geçirdi, “sosyal demokrat” bir parti olan/olduğunu iddia eden CHP de muhayyel “din devleti tehlikesi” üzerinden “tatlı su muhalefeti” yürüttü.

    Esas tehlikelere dönüp bakmadı bile.

    İşçiye, emekçiye, köylüye “demokrasi ve iş kaybı” olarak dönen militer hareketliliği görmedi.

    Banka soygunları karşısında kılını kıpırdatmadı.

    Hayır, elbette sadece “izlemekle” kalmadı...

    Militer hareketliliğe kendi ölçeğinde katkı sunarak, sürecin önemli aktörlerinden biri haline geldi.

    Mesela, bir önceki genel başkan Deniz Baykal, 28 Şubat sürecinin unutamadığımız üç demecinden birinin sahibidir.

    İlk ikisini hatırlayalım:

    Sabah gazetesinin genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu, henüz

    28 Şubat alıştırmaları başlamamışken, Pazar Postası’ndan Nihal Mete Ün’e şu dehşetengiz açıklamayı yapmıştı: “Ne gazeteciliği kardeşim? Biz burada dükkân açtık para kazanıyoruz.”

    Büyük patron Aydın Doğan da, 28 Şubat darbesi tamama erdikten sonra, bir yabancı gazeteye verdiği demeçte aynen şöyle demişti: “28 Şubat sürecinde ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan İslamcı koalisyon hü

    kümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi.”

    Deniz Baykal da şu akla ziyan değerlendirmeyi yapmıştı: “28 Şubat sürecinde ordu, sivil kamuoyunun oluşmasına katkı sağlamış önemli bir baskı grubudur.”

    Muharrem İnce’nin bunlardan incinmesi lazım...

    Bir de, kendilerini taşra çıkaran, Tandoğan’lara, şuraya buraya sürükleyen yeni öğretim yasasına niçin karşı olduklarını, eski yasanın nesini sevdiklerini, yeni yasanın neresini “sakıncalı” bulduklarını açık, anlaşılabilir, net ifadelerle anlatması ve bizi ikna etmesi lazım...

    Komisyonda arbede çıkardılar... “İyi de, nihai olarak ne diyorsunuz abi?” sorusuna cevap veremediler.

    Binlerce açıklama yaptılar, binlerce oturum düzenlediler...

    Karşı oldukları şeye niçin karşı olduklarını anlatamadılar.

    Meclis kürsüsünü işgal ettiler... Anlatamadılar.

    Parti grubunu Tandoğan’da topladılar... Anlatamadılar.

    İzmir’e gidecekler... Anlatamayacaklar.

    Dedikleri tek somut şey şu: “Bu yasa genel kurula gelmesin, derhal geri çekilsin. Bu yasayla Cumhuriyetin temeline dinamit konulmaktadır.”

    Kaldı ki, uğruna Çanakkale savunması yaptıkları eski yasa, Atatürk’ten andaç bir yasa değil...

    Eli silahlı kişilerin dayattığı, Çevik Bir’in ısrarı ve zorlamasıyla parlamentodan geçirilmiş bir yasa...

    Bu durumda Atatürk de mi Cumhuriyetin temeline dinamit koymuş oluyor?

    İsmet Paşa, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Deniz Baykal, Murat Karayalçın da mı Cumhuriyetin temeline dinamit koymuş oluyor?

    Parlamenter demokrasilerde “nass”lara yer var mıdır?

    Bir yasa, sırf Orgeneral Çevik Bir çıkardı diye, dogmalaştırılabilir mi, dokunulamaz hüviyet kazanabilir mi?

    Tamam, 4+4+4’ü istemiyorsun...

    Ne istiyorsun o halde? “Bu yasa çıkmasın” dışında bir sözün, bir sistem teklifin, üzerinde uzlaşılacak bir önerin yok mu?

     

    29 Mart 2012 Perşembe


  9. Bravo Ahmet Altan!

     

     

    Öfke, bazen iyi bir şeydir... Davanızın, inancınızın, değerlerinizin öfkesini taşıyacaksınız.

    Öfkeli ve celil bir dil, aynı zamanda “samimiyetinizin” izharıdır.

    Öfkeyle zuhur etmiş sözlerden başka, en iyi ne anlatabilir duygunuzu?

    Rahmetli Cemil Meriç, ani öfke patlamalarıyla konuşur ve yazardı; cümleleri hep bir yargı bildirirdi. “Yargılayarak” anlatmaya çalışırdı ve kendisini “anlaşılabilir” kılacağını düşünürdü.

    Böyle zamanlarda hep “yaralanmış” bulurdu kendini, “savrulduğunu ve bu halle nasıl baş edeceğini bilemediğini” yazardı ama samimi ve içtendi.

    Belki de, bazen, savrulduğumuz yerden bakmamız gerekiyordu...

    Kendi içinde tutarsız düşüncelerin oluşturduğu “vasat”tan, o darmadağınık vasatın oluşturduğu bütünden, o “bütün”ün yaraladığı şuur kırıntılarından...

    Bakarsak, görürdük.

    Rahmetli, “bakabilmenin” nasıl da büyük bir nimet olduğunu söylerdi ve yazardı.

    Öfkenizde samimi olmadığınızda, patoloji giriyor devreye.

    O zaman içine girdiğiniz halden, daha doğrusu içine yuvarlandığınız patolojiden bakıyorsunuz ve bu sizi “has celadetten”, “samimi öfkeden” uzaklaştırıyor. Başka bir hesabın adamı oluyorsunuz...

    Kelimelere dans ettirebilme becerisine sahip bir yazar olsaydım, üstünlüğün diliyle konuşmayı itiyat edinmiş ama bunu “samimi öfke patlaması” zanneden, bizim de böyle düşünmemizi isteyen ağabeyimizin nasıl bir ruh haletinden baktığını anlatırdım.

    Bir Ekşi Sözlük yazarının yerinde saptamasıyla, “dümdüz bir adamım” ve meramımı ancak düz, basit, “soyutlanamayacak”, kavrayışımı hemen ele veren cümlelerle anlatabilirim.

    Kaldı ki çapım, “Bazen diplere dalıyor, orada kızıl mercan kayalıklarını andıran heyecanların, daha önce görmediği suçiçeklerine benzeyen yeni duyguların arasında dolaşıyordu” gibi, yüksek sanat gerektiren cümleler kurmaya elvermiyor.

    Diyeceksiniz ki, “Bir insanın bir ‘şey’, bir olgu karşısındaki heyecanı kızıl mercan kayalıklarına benzetebilir mi? İnsan, olsa olsa, kızıl mercan kayalıklarını gördüğünde heyecana kapılır...”

    Bilemeyeceğim...

    Kelimelere dans ettirebilme becerisine sahip bir yazar olsaydınız, siz de kahramanınızı “suçiçeklerine benzeyen yeni duyguların arasında” dolaştırırdınız... “Bir ruh hali suçiçeğine benzetilebilir mi usta?” sorusunu da acımayla karışık bir tebessümle geçiştirirdiniz.

    Bu kadar laf şunun için:

    Öfke samimiyetle patlamadığında, bazen sahibinin elinde patlıyor.

    Ustamız Ahmet Altan, öfkeyle kalkıştığı yazısında, geleneksel “üstten bakış” uyarınca “Türk hükümetine” (ifade kendisine aittir) ve bu hükümetin Başbakanına “ayarı” verdikten sonra, sözü “hükümetin emrinde” olduğunu söylediği gazete ve televizyonlara getiriyor.

    Diyor ki, “Bunca adam, bunca parti, bunca gazete, bunca televizyon, bir Kürt gazetesinin söylediğine cevap verecek gücü bulamıyor. ‘Tartışalım’ diyemiyorlar, ‘Kürtlerin gazetesi sussun’ diyorlar...”

    Bunu kim diyor, bilmiyorum.

    En azından bu satırların yazarı öyle bir şey demiyor. Kaldı ki, kimin ne dediği arşivlerde kayıtlıdır... “Yukarılarda” yalnızlığın konforunu süren ustamız, yeryüzüne inme zahmetinde bulunursa, kimin ne dediğini görecektir.

    İnmiyor.

    Egosu ve kibri buna müsaade etmiyor.

    Bir de diyor ki, “Kürt meselesini PKK’yı yenerek çözümleyeceğini sanırsan her şeyden, herkesten korkarsın, o korkuyla gider Uludere’de 34 köylüyü öldürür, gelir burada gazete kapatırsın.”

    Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bu nafile ve haksız öfke patlamasının bende uyandırdığı düşünce şu: “Bravo Ahmet Altan!”

    HAMİŞ: Fethullah Gülen Hocaefendi’yi sırat köprüsünde sırtında taşıyacağını söyleyen usta yazar Ahmet Altan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı azarlamaya devam ediyor ve “Uludere’de 34 köylüyü katletmekle” suçluyor.

     

    28 Mart 2012 Çarşamba


  10. İslam tarihi dersinden elzem olan ben deyim tuğla siz deyin granit, ele bir eser okuma mecburiyeti altındaydım. Biricik anam görse onu okuduğumu ki hristiyanlıkla alakalı bir eser, kadıncağız kalpten giderdi. Ee bundan bizene diyorsunuz. Ne mi? Orada diyor ki, müslümanlar fethettiği yerlerdeki kiliseleri mescid yapmamışlardır. Yok yaa! Bakınız bu Pertevniyal camii de bir misalmiş meğersem. Kitapta diyor ki, kilise ve camii olarak ortaklaşa kullanıldığı dahi olmuştur. Hatta bizim zahitlerden biri camide kendini bir kaç hafta itikaf tarzı bir şeye adıyor. Sonunda baş rahip diyor ki; "Sayın sevgili takva ve vera sahibi halis muhlis müslüman irica ederim tasını tarağını topla ve buradan yol ol, arazi ol, çayor ol, çimen ol. Çünkü papazların akıllarını bulandırıyorsun. Ha sakın dini olarak algılamayın bunu. Çarpık ilişki olarak yani. Çünkü bu papazlar, rahipler arasında bir nevi ritüel(!) halini almış herhalde sanırsam.

     

    Neyse mesele bu değil, mesele gavur sapuh rahip de değil. Hadiste geçiyor ki "her kim dünyada bir mescid inşa ederse Allah cennette daha misliyle güzelini onun için inşa eder." Nitekim Hz. Osman da bu hadisten mülhem camileri süslemeye başlıyor. Kendisine gelen ihtilafa bu hadisi senet gösteriyor. Anlamamız gereken, mihrap yerinde cemaatin gözünü almadığı ve namazdakilerin huşusunu bozmadığı derecede mescide süsleme sanatı uygulanabilir. Yalnız mescid sadeliğini yine korumalıdır. Hem içinde ifa ettiğimiz ibadetin keyfiyetin ehemmiyeti daha önemli değil mi?

     

    Hulasa, camilere süsleme mevcut sadeliğini bozmadan yapılabilir. Ve hatta kiliseden dönme camiler vardır, ibadet edilebilir. Ve hatta Ayasofya buna dahil edilebilir. Ama Ayasofya bir müze değil midir?


  11. Twitterda yahut face gibi sosyal ağlarda üstad takipçiliğinin milyonları bulmasının hiçbir ehemmiyeti yoktur. O fikir aksiyona dönüşmediği müddetçe. Ekseriya için bir beğenme butonuna basıp ve "wayy Üstad büyüksün ya, ışte bu!" gibi ucuz söylemden öteye geçmeyen edebiyatın nezdimde hiçbir tesiri yoktur ve dahi bu haber de birşey değildir. Şey bile değildir. Bugün sokağa çıktığınızda rahatça bir mekanda oturamaz olmuş ve milletin edepsizliğinden yerin dibine girip girip çıkıyorsaniz bizi faceden falan hiçkimsenin takipçiliği kurtaramaz. Bizi bu kuyudan çıkaracak adam da yok. Uff neyse karamsarlıgım dehşet bir gün geçirmiş olmamdan da kaynaklanıyor olabilir. Bir kabus görmüş de olabilirim. Mümkün.


  12. Evvela başlığı okuduğumda yine mi camilerde uygulamaya sokulmuş bir bidat var acaba dedim. Yalnız okuyunca muhteva farklıymış anladım. Burada batılı yani gayri muslim birinden cami yaptırılmasi Üstad tarafından abes karşılanmış. Ya da cami görünümünde süslemede ileri gitmişlil Üstadı kızdırmış. Bunu açıkçası aşırılık olarak karşıladım. Zira tamam teknikte taklidi mazur gören Üstad özde tahribata sebebiyet verecek denli hayranlığı kesinlikle hoş karşılamıyor. Bence burada tutum fazla. Tamam gavur bir mimarın kendi sanat anlayışını aksettirmesi kadar tabi ne olabilir? Biraz ıslam medeniyetinde camileri yapılari ele aldığımızda kilise yapımında kullanılan malzemelerin ıslam sanat yapımında da kullanıldığını görürüz. Mesela unuttum ne zamandı,kimdi bir kilise yapmak için yola çıkan kervanı bizimkiler kesiyor önünü ve ellerindeki malzemeyle cami yaptırıyorlar,hem de o ustalara. Dolayısıyla camide kiliseyi andıran emareler oluştu. Bu hafifliği nisbetince hoş karşılanabilir. Ama kalkar kanatlı melekler çizer,putlar falan diker kır o zaman ağzını burnunu. Ayrıca sanat,imar,mimari falan elbet kişinin müslüman kimliğinin ve şahseyitinin izlerini taşımalı ama kalkıp da topyekun, "artık sen de onlardansin, herşeyini kaybettin"vari tutum bana ifrat gibi geliyor. Ya da en baştan hiç çağırma elin adamını değil mi ama? Elbet has olan güzel olan,kendi adamımızın kendi kültürünü yansıtmasıdır,ama biraz göze hitap ediyor diye de kalkıp bu icrayı yerin dibine sokmak açıkçası bana pek mantıklı gelmedi. Bilmiyorum bu şahsi düşüncem. Üstada hiçbir hususta karşıt olmamışımdır. Yalnız burada kısmen farklı düşünüyorum. Yorumlar doğrultusunda daha net çerçeve olusabilse sevinirim,bilmiyorum hatalı mi düşünüyorum? Sanatta bu kaygı fazla değil mi?


  13. Bu nasıl idrak,nasıl şuurdur?! İzdırapta,çilede nasıl bir hemhal olmuşluk.. Bir de dönüp bakınca insan kendine fersah fersah uzaklık,mesafeler.. Ahh tadamasak bile tatmışın dilinden o demleri şöyle bir kapıdan gizlicene bakabilmek ne bahtiyarlık.. Boşuna mürşidin demedi seninki Imam-ı Gazali'ninkini geçti diye.. Yıllardır Bab-ı Ali'nin o sokaklarında ruh açlığı ve mana arayışı, boş boş gezdin.. Rabbim sonra öyle bir yakaladı ki ruhundan,sürüklendin ki öyle bir; düşmüş şeyhinin kabrine kalkamamıştın sonraları.. Keşke hiç dizinin dibinden ayrılmasam demiştin.. Huzur o kutlu insanların eteğine tutunmakta değil mi babacığım.. Hastanede doktorun bu kadar sigara içmeye nasıl yaşıyorsunuz diye taaccüp ettiğinde; tebessüm etmiş; yakın o zaman bir tane demiştin. Cennette de içiyor musun Üstadım? Ne tutkulu bir şeydi sende öyle.. Hele aynı beyaz kumaştan onlarca takım elbise diktirip haftalarca birini giyip kirleninad aynısından olan bir diğerini giymeni unutamıyorum. Görenler ne şaşırıyordu. Üstad filinta gibi,jilet gibi tertemiz,ütüsü hiç bozulmadan nasıl muhafaza etmeyi başarıyor diyorlardı. Sonraları bunu çocuk neşesinde kahkahalar içinde anlatacaktın.. Mizahın da bambaşkaydı babacığım. Büyüdükçe seni daha çok özlüyorum...


  14. Af edersiniz de bunun kaynağı nedir? Ben vasiyetini bizzat resmi bir arşivden okumadım ama Ayasofya'ya dair de bir ibaresi olması gerekiyordu diye anımsıyorum. Yani hep cami olarak kalması talebi. Mezkur ince düşünceleri ele aldığımızda kendilerine ait olması kuvvetle muhtemel. Yalnız böyle tarihe isnad edilen ve de ilmi ahkami meselelerde kaynak elzemdir. Paylaşım için de teşekkürler. Yerdeki tükürügü imhaya vazifeli adamların Osmanlı zamanında çalıştırıldigi hatta özel vakıf tahsis edildiği malumdu. Gerçekten hassas bir devlet anlayışı içindeydi osmanlı. Bir kitapta "Osmanlı'nın yok oluşu değil, Osmanlı'nın gidişi" diyordu. Asırlık çınarı yok edemediler sadece dallarını biçtiler. Hocam devrildi ışte nerede Osmanlı dediğimde; bugün sen ben bu ecdad aşkını içimizde taşıyorsak o çınar devrilmemistir ve devrilmeyecektir; dediğinde kendimi tutamamış alkışı koparmıştım. Allah tarihi şuurumuzu daim diri tutsun..


  15. Tavsiye kitap isimleri için teşekkür ederim. NECIP FAZİL'LA BAŞ BAŞA eserini duymuşlugum vardı. Müdavimi olduğum kitapçılarda da hiç rastlamadım. Maşallah 56 ha harika bir rakam bu. Ne emek.. Üstad'ın hakkında söylediği sözleri okumuştum. Benim kastim o çizgide istikamet üzere olup olamadığıydı. Yoksa elbette mücahit isimler terörist alçaklarıyla mukayese edilemezler. Ama neticede IBDAC'ın medyadaki intibası ortada. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Inşallah müsait zamanımda eserlerinden okuduğumda kafamda oturacaktır. Yoksa kimseyi bilmeden okumadan itham altında tutamam. Tekrar sağolun arkadaşlar.


  16. Son zamanlar yine muhteşem yazılar sadır oluyor Eygi hocamızdan. Elimden geldiğince takip etmeye çalışırım. Link veremiyorum ben, hergün online olan arkadaşlar ihmal etmeseler ne hoş olurdu. Istifadesi bol bir hocamız. Mahrum kalmayın dostlar. Bizden demesi..


  17. Ya ben bir zamanlar bu mirzabeyoğluna karşıydım. Yani o örgüt olaylarında gerçekten fail olduğunu düşünüyordum. Hala sağlam kaynaklardan aksini düşündürecek yazılar da okumadım aslında. Bu hususta tavsiye eserler beyan ederseniz memnun kalırım. Ama şu var çok yazı çiziliyor, annesinin vefatı üzerine tekrar gündeme geldi. Madem bu adam suçlu delili nerede? Adami varsayım ile içeride müebbeden nasıl tutarsın? Bu nasıl hukuk anlayışıdır? Ee göstereceğin kanıt yok hangi niyete hizmet adama işkence edersin? Vakti zamanında gerçekten Üstad'in ciddi övgülerine mazhar olmuş bir isim. Hatta kıskanmadım da değil ha. Ama akibet itibariyle Rabbim ne durumu düşürdü bilemiyorum. Allah en iyi bilendir. Eğer birşeyler yaptıysa kefarettir,eğer masumsa Allah'ın sevdiği kuluna musibeti kabilinden yine sevimli bir durum. Benim mahpus hayatını nezdimde sevimli kılan okumalarım vardı bir zamanlar. Yusufiye medresesi diye boşuna demediler. Allah hakkından hayırlısını nasip etsin. Mücahitse sabır dileriz, eğer bir hatası olmuşsa mahşere kalmamış hesabı bu yüzden de kendisini müjdeleriz. Rabbim davasını yerde koymasın.


  18. Ben sevmem öyle romantik prens kaftanli şairleri. Kahraman Tazeoğlu, Cemal safi falan. Şiirde bir şuur olmalıdir, diriliş olmalıdır. Irşad edici etki olmalıdır. Bu hususta Üstad, Sezai Karakoç gerçekten beni doyuruyor. Ha şunu da diyeyim ben şiire artık inanmıyorum. Artık şiir de okumuyorum,yazar idim bir zamanlar;yazmıyorum da. Göze mi sese mi,sanat için mi toplum için mi derken ciddi manada yormuş ve daha beteri inancımızı sarsmıştır. Artık sıradanlıktan öte birşey değil. En fenası bir şeye karşı artık nötr olmaktır. Hayır yani nefret etmek de bir değer vermişligin neticesidir. O da yok. Nitekim şöyle bir geçmiş sayfalara göz attım da gerçekten samimi, istikameti olan şiirlermiş. Katkısı olanları hayırla yad etmek ve maziyi yerinde bırakmak gerek. Gerçekti,belki yazılan şiirler eksikti bile ifade etmede,ama el masanın üstünde kırılınca insanın tekrar şiire dönesi zor. Hayır nesirden de yüzümüz gülmedi iyi mi? Zarifoğlu'nu tanıdım,aşkla okudum,kitabı bitirdiğimde evvela yokluğu dehşetti ama her kitap bir sonrakini unutturuyor biliyor musun sayın okuyucu? Cemil Meriç de öyle oldu. Doğu'dan gelir dedi ışık. Gelmedi ışık. Mağaradakiler diye eserinden mülhem artık dört duvar odamızda mutlu ve şiirden uzağız. Kalanlara selam,saygı ve dua..


  19. Doğru bahse değinilmis. Ama bu ihtimal uzak gibi. Bırakın muhalif partileri bizimkilerden de bu minvalde ses çıkmıyor ki. Tutturmuşlar bir batı standartı. Bakınız batıda dahi uygulama öyle. İsrail'de dahi sanırım ayrıymış. Millet uyandı bizimkilerin üzerine akşam güneşi doğuyor. Anlamıyorum daha kaç yıl duracaksın orada? Versene hakkını. Liselerde rezillik diz boyu. Af edersiniz bir şeye değineceğim. Elhamdülillah ben imamhatip bitirdim. Ki uslu bir dönemdi bizim zaman. Mescid kütüphane tanıdık kantine zaruri olmadıkça inmezdik. Şimdi isitiyoruz ki kızlarin bekareti gidiyor. Bu imamhatipte oluyor. Subhanallah. Duyan annenin tavrı aman babası duymasın. Allah sonumuzu hayr eylesin. Ama kadın eğitilmelidir. Bunu şiddetle savunanlardanım. Okumayan kadın çocuk kanıyor,kandırılıyor. 17 yaşında kız netten tanıştığı 35 yaşında adama kaçıyor. Saf,körpe inanmış ışte. İslami tarafı Allah'in izniyle pekişmiş insanın her ortamda duruşu klastır, istikamet üzeredir. Karma eğitim rezillik ama bu kızı eğitiminden beri tutmamalı. Şunu her zaman kendime söylerim ama,medresede eğitim almış sabah akşam rahlede duran o nur yüzlü kızların ben tırnağı dahi olamam. Aman entelektüelmis,batıya da vakıfmış doğuya da. Yemeyin bizi be. Bir zamanlar saftık,hani mücerred ihlastan olacak ki o kapının himmetidir biz birşey değiliz. Mahmud Efendi babam "sana orada 3 yılda verileni biz burada 1 haftada veririz" demişti. Gitmedik eşeklik ettik. Farklı bir ihtirastı bizdeki. Neyse Allah rızasından ayırmasın. Şimdi fakülteli "sapuh" ilahiyatçılarla cihat ediyorum hiç mi sevabi yok hocam:-)


  20. Sıkı bir tenkid yazısı olmuş. Haklılık payı yüksek. Ben yine derim en azından kısmen de olsa tarihi bir zaviyeden baktırmış olmaları beni sevindirdi. Ben de beklemedim değil o Ayasofya'da en azından vasiyetine bir emare görelim. Bu arada yapımcıyi eleştirmek de ucuz tavır. Ayrıca oyuncuların üzerine rollerini yapıştırdıklari için cemille ulubatli hasani karşılaştiriyorlar. Bu da acemice. Neyse inşallah herşeyiyle maneviyat tüten, tarihi sapmalar olmadan olmadan bizi uyandıran çalışmalar gelir. Bu arada bir kanalda mi ne eve düşen yıldırım mi şimşek mi ne dizisi başlamış bu adamın. Çok muazzam aile yapısı var ya yıkın,darma dağın edın. Evli adam o hafif kıza meyil ediyormuş. Subhanallah ne günlere kaldık ya. Yanlış yapıyorsun Faruk yanlışsın. Insanın düz çizgisi olur ya hüsnü zannımızı yıkma böyle. Allah davasının imarı olan işler ettirsin,paraya kul olma Faruk,adam ol,insan ol,müslüman ol..

    • Like 1

  21. Şöyle derinlemesine düşünüyorum da şu gelinen radde harika. Ya vakti zamanında ekmek kuyruğu gibi sıralar oluşan Büyük Doğu elimizin altında. Bugün elim değdiğinde o kadar tuhaf hissettim ki.. Sanki Üstad'in elinden basimdan henüz çıkmış gibi.. O zamanlarda bilfiil olamadık fakat Allah bu günleri gösterdi. İstanbul'da hangi gazete bayiine gittiyse kalmamış demiş amcalar benim arkadaşa. Bu rağbet müthiş. Hani Star'in buna vesile olması da bayağı eleştiriliyor valla hizmet ettiği şeye bakılırsa ben pek kerih düşünemiyorum. Bu hangi gazetenin aklına geldi ya da Büyük Doğu kurumu bizzat başlattı mi? Beşir Atalay'in Bülent Arınç'in övgüleri var gazetede kocaman sayfa. E madem o kadar fikri olarak istifade etmişsin bugün neden devlet eliyle açılmış resmi bir bina yok? Ne bileyim bir müze,enstitü bir akademi falan.. Aman şu siyasetten de usandım. Neyse biz verilen emeği ele alacak olursak hangi niyetle yapılmış olursa olsun bir daha Allah razı olsun diyelim. Ne akit ne zaman ne yeni şafak hiçbiri kalkışmadı bu işe. Ki zamanın boş boş hafta sonu ekleri bit pazarı gibi. Adam akıllı alsana şu işi ele. Milyonu bulun okurun var. Acayip bir şey olurdu. Yok yok beklenti boşa. Bırak onu meclisin resmi gazetecilik rolünü yürütsün. Biz inşallah takipçisi olalım gittiği yere kadar artık. Bu arada Ahmet Kekeç'in köşe yazısı okunmaya değerdi. Gazeteyi tamamen atmayın yahu.


  22. Aa ne kadaar ayıp! Bakın adam haklı ışte şol yazıda adam içi köz gibi yanıyor sizin dediğiniz sömürü,cık cık olmadı. Kin bürümüş ışte vicdanınızı kin. Hem yazık değil mi a kıymetli askerimiz Dursun Çiçek'in annesi vefat etmiş adamcagız son anlarında yanında olamadı 4 günlüğüne mapustan başka gün yüzü görecek bizim vatansever askerimiz. Bunlar var ya bunlar benim vicdanimi delik deşik ediyor a. Siz nasıl sömürü dersiniz? Yarın var ya yarın bu içerideki adamların uşaklari susturucularla devlet adamları bir gecede haklayacaklar. Yerde kalmaz ha. Bak ne oldu Menderes ve diğerlerini bir günde hallettiler. Kimin sesi çıktı? Çıkmaz bu millet saftirik. Hem onların çocukları biliyor musun yağ ve bal ülkesinde yaşadılar. Devlet baba sıcaklığını aldı elinden ama kimseye muhtaç etmedi. Oturdukları evin bile tapusunu mu aldılar. Sus sus devlet baba öyle yapmaz. Devlet babadir candir bir tanedir o. Ha sonra dövülerek öldürülen camdan atılan emniyet genel müdürü vardı değil mi? Tamamen aspragas. Ağzınızdan yel alsın. Tarih intikam mi alıyor ne? Ya da ilahi adalet tecelli mi ediyor. Ama o küçük kız ama dişindeki teller,mavi elbise. Heyy gidi dündar hey bir yolun düşsün Yassıada'ya eline al bir oku Yassıada'nin Sessiz Tanıklar'ini... Tarih yemiyor biliyor musun tarih kimsenin yemini yemiyor. Bana yarın geri gelirim diye giden sonra eve cenazesi gelen Tevfik Ileri'yi anlat.. Öküz arabası tipli seni, Balbay'in oğlu evladıymis.. Diğerlerinin ki can değil miydi,onları babaya ihtiyacı yok muydu? Mektuplarla bir evlada sarılmak nedir bildin mi sen? Ya sen yazarsan kafani kuma mi gömüyor resetleniyor musun nedir? Sadece şunu demeye hakkın var? Hakkı hukuk madımak davasını böyle zaman aşımına tıpatıp. El-cevap;olmayan hukuk. Ama ergenekon adamlarını ele alman tam bir basiretsizlik. Ya bu adamlar yazar ya gazeteci yani. Tanrım beni de gör.

×
×
  • Create New...