Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

gece güneşi

Editor
  • Content Count

    162
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by gece güneşi


  1. benim şiirini çok seviyor olmamdan kaynaklanıyor olmalı koyduğumu unutup tekrar koymuşum o yüzden değiştiriyorum :rolleyes:

     

     

    Yağmur Güzeli

    Yağmurlar yağmıyor mu inceden ince

    Rüzgarlar esmiyor mu serince

    Bir sigara yakıyorum efkarlanarak

    Çıkıp karşıma sen geliyorsun

    Saçların ıslanmış oluyor

    “Gel” diyorum duymuyorsun beni bir türlü

    Seni böyle hayal meyal yaşamak çok zor

    Uzanıp tutsam diyorum incecik ellerinden

    Ellerim boşlukta kalıyor.

     

    Bir gün çıkıp gideceksin

    Sonra arkandan yine ince bir yağmur yağacak

    Cadde cadde,sokak sokak

    Sayıklar gibi dolaşıp seni arayacağım

    Beni bir köşe başında ağlıyor bulacaklar.

    Saklamak zor olacak,çaresiz kalacağım

    Seni sevdiğimi anlayacaklar.

    Üstüme yağmurlar yağacak

    İnce bir dal gibi birden kopup kırılacağım

    Kaldırım taşlarında sıcaklığım kalacak

    Kahrolacağım.

     

    Bu şiiri yağmur yağarken yazdım

    Ezanlar okunuyordu minarelerden

    Seni düşünmeseydim yağmurlu havalarda

    Sokaklara çıkmayı göze almazdım.

     

    Yağmurlar yağmıyor mu inceden ince

    Rüzgarlar esmiyor mu serince

    Bir sigara yakıyorum efkarlanarak

    Çıkıp karşıma sen geliyorsun

    Saçların ıslanmış oluyor

    “Gel” diyorum duymuyorsun beni bir türlü

    Seni böyle hayal meyal yaşamak çok zor

    Uzanıp tutsam diyorum incecik ellerinden

    Ellerim boşlukta kalıyor.


  2. doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar yıllanmış şarkıların çıkacağını hiç tahmin etmemiştim.tabi klasik olmuş diyince jeton düşmeliydi :D nedense nickelback-someday, limp bizkit-behind blue eyes vb.leri çıkacak sanmıştım tabi sonradan 3 ü tıklarken the beatles çıkmayında şaşırmadım değil :) şaka bir yana gerçekten çok güzel parçalar.işte benim ilk üçüm ama tamamen farklı bir dalda :rolleyes:

     

    http://www.youtube.com/watch?v=nVHJlmGJwZ4

     

    http://www.youtube.com/watch?v=zRdBl4jclK0

     


  3. Reyhan abla yeterince güzel anlatmış ama bir kaç bir şey de ben söylemek istiyorum

    Şiirin bütününe bakıldığında son iki beyite kadar Üstad önce durumun vahimliğini,içler acısı halini gözler önüne serip,son iki beyitte ise bu tablonun oluşmasında nelerin etken olduğunu dile getiriyor.Şiirin yazılış amacı da ilk beyitte açık açık belirtilmektedir zaten.Gözlerinin yerine takma göz takılan ve görmeleri engellenen insanların durumdan haberdar edilmeye çalışması.Sonra tek tek son beyitte tasavvur edilen hokkabazların inkilap kisvesi altında sunduklarının sonuçlarını anlatıyor;

    temeli çöken toplumun hiç birşeyden habersiz güle oynaya hayatına devam etmesi

    insanların farkında olmadan insan sıfatına layık olmalarını sağlayan içlerindeki cevheri kaybetmeleri

    mahremliğin bozulması

    cinayet

    zina

    kumar

    içki

    başa getirilenlerin idaredeki zayıflığı

    hakların çiğnenmesi

    maymun benzetmesi yapılan insanların meselesiz sadece yaşaması

    siyasetin,ilmin,sanatın içler acısı durumu

    dilimizin ağlanacak haline gülünüşü

    tarihin gerçekler dışında herşeyden bahsetmesi

    vatanın savunucusu geçinenlerin hali

    ve daha benim gözden kaçırdığım birçok şey anlatılıp en son olarak

     

    Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

     

    Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;

    Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.

    diyerek gelinen noktanın sebebini dile getirmek istiyor Üstad.

     

    tabi bunlar benim anladığım.doğru anlayıp doğru aktarabilmiş olmak ümidiyle....


  4. TAKVİMDEKİ DENİZ

     

    Ölüm ve Üstad... Ölümün Üstad'ın şiirindeki yeri o kadar büyüktür ki, Çile başyapıtının bir bölümü ölüme ayrılmıştır. Tabi bu, ölümün sadece bu bölümdeki şiirlerle sınırlı kaldığı anlamına gelmiyor, çünkü Üstad neredeyse her şiirinde umut ve ölümü ustalıkla bir arada barındırmayı bilmiştir. Belki de Çile'yi okuyan insanlar üzerinde küçük bir anket çalışması yapılsa ve aklınızda en çok kalan şeyi tek kelimeyle ifade eder misiniz diye sorulsa, verilecek cevaplarda en fazla ölüm mefhumu yer alır. Üstad ve ölüm mefhumu öyle bütünleşmiştir ki, Üstad’ın ölüme bakışı bir çok makaleye hatta kitaba konu olmuştur. ( Necip Nazıl şiirinde ölüm senfonisi-Ekrem SAĞIROĞLU ) Üstad’ın iç dünyasının yansıması olan şiirleri okunduğu zaman, birçok şiirin ortak özelliğinin ölüme duyulan özlem ve mutlak huzur için terk-i dünyanın şart olduğu görülür.

     

    "An oluyor bir garip duyguya varıyorum,

    Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum?.."

    diyen Üstad bu garip duygudan kurtulmasının panzehirini de şöyle dile getirmektedir:

     

    "Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var

    Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var"

    Üstad'ın ölüm konusundaki göşleri ciltler dolduracak kadar inceleme ve araştırmalarla ele alınabilecek değerdedir. Ama Üstad Takvimdeki deniz şiirinde ölümle ilgili düşüncelerini öyle güzel özetlemiş ki, aslında hiçbir açıklamaya yer bırakmamış. Bize düşen O’nun öz olarak verdiğini naçizane birkaç kelimeyle sunmaya çalışmak oluyor:

     

    shipqb8.jpg

     

    TAKVİMDEKİ DENİZ

     

    Üstad bu şiirde ölümü deniz kisvesine büründürerek karşımıza çıkartıyor. Ölüme duyulan hasretin büyüklüğü denizin derinliğiyle vücut buluyor:

    Hasreti denizlerin,

    Denizler kadar derin

    Ve o kadar bucaksız...

     

    Kendisini içine çekecek olan deniz, ömrün günlerinin tükenmesiyle gün ışığına çıkan ölüm gibi yaprakları tükenmiş, kullanılmış bir takvimde tüm haşmetiyle çalkalanıyorken çıkar karşısına:

     

    Ta karşımda, yapraksız,

    Kullanılmış bir takvim...

    Üzerinde bir resim:

    Azgın, sonsuz bir deniz;

    Kaygısız, düşüncesiz,

    Çalkanıyor boşlukta.

     

    Kendisinin ölüm karşısındaki acizliğini belirtmek istercesine, kendisini, gördüğü gemiyi denizin içinde bir nokta olarak tasavvur ediyor:

     

    Resimdeyse bir nokta:

    Yana yatmış bir gemi...

    Kaybettiği âlemi

    Arıyor deryalarda.

     

    Birden resmin içinde buluyor kendisini. Ve kendisini kaybetmesine yol açıyor bu yolculuk:

    Bu resim rüyalarda

    Gibi aklımı çeldi;

    Bana sahici geldi.

    Geçtim kendi kendimden,

     

    O kadar kendisini resmin içinde hisseder ki, artık denizin ıslaklığını yüzünde, yosunlarını ise ciğerinde hissetmektedir:

    Yüzüme, o resimden,

    Köpükler vurdu sandım;

    Duymuş gibi tıkandım,

    Ciğerimde bir yosun.

     

    Artık önüne hiçbir engelin çıkamayacağına ve hasretini çektiği denize varacağına bütün benliğiyle inanmaktadır.Ve eğer varamazsa bu hasretin onu yakacağını belirtirken denize kavuşmanın bir yok oluş değil, asıl kavuşamamanın onun için bir yok oluş olacağını dile getirmektedir:

     

    Artık beni kim tutsun?

    Denizler oldu tasam.

    Yakar, onu bulmazsam,

    Beni bu hasret, dedim,

    Varırım, elbet, dedim,

    Bir ömür geze geze,

    Takvimdeki denize.

    Birden o kadar hasretini çektiği vuslatla karşılaşınca hayretler içinde kalır. Hem bekler, hem de yüz yüze gelince şaşkınlığa düşer. Birden odasının içine denize yolculuğun habercisi olarak meltem dolmuştur. Artık yolculuğun başlayacağının hem eşyalar hem de kendisi farkındadır. Yolculuğun başlayacağının farkına varan eşyalar birden odada kıyamet koparırlar:

    Ne var, bana ne oldu,

    Odama nasıl doldu,

    Birdenbire bu meltem?

    Ve dalgalandı perdem,

    Havalandı kâğıtlar.

    Odamda kıyamet var!

     

    Vuslat habercisi olan meltem birden kanı donduracak bir etki oluşturur. Evet, bekleniyordur ama hesap edilmeyen bir şeyler vardır sanki. Her ne olursa olsun artık başlamıştır yolculuk:

     

    Ah yolculuk, yolculuk!

    Ne kadar baygın, soluk,

    O gün bizde betbeniz;

    Ve ne titrek kalbimiz

    Ve eşyamız ne küskün!

    İşte şimdi yolculuğun en azılı engelleyicileriyle karşı karşıyadır:

     

    Yola çıktığımız gün,

    Bir sıraya dizilmiş,

    Gözyaşlarını silmiş,

    Bakarlar sinsi sinsi.

     

    Denize hicretin bir ayrılık, bir kopuş, bir terk ediş olduğunu gösteren sahne yaşanmaya başlamıştır. Birden her şey değişir:

     

    Niçin o ânda hepsi,

    Bir kuş gibi hafifler,

    Arkadan geleyim der?

    Niçin o güne kadar,

    Dilsiz duran ne kadar

    Eşya varsa dirilir,

    Yolumuza serpilir?

    Ufak böcekler gibi,

    Gezer onların kalbi,

    Üstünde döşemenin.

     

    Şimdi kendisini bir karmaşıklığın ortasında bulur. Ama vuslat zamanı gelmiştir ve titrek kalp son oyunlara aldırmadan bu mahşerin içinden sıyrılır:

     

    Bir gizli didişmenin

    Saati çalar o ân;

    Birden bakar ki, insan,

    Her şey karmakarışık.

    Ayırmak olmaz artık

    Bir kalbi bir taraktan;

    Ve kalb, ağlayaraktan,

    Çekilir geri geri,

    Terkeder bu mahşeri.

     

    Ve şiirin en son kısmında tasavvur edilen sahnede, Üstad tarafından yaşanılanlar, bu mahşeri terk ederken Üstad'ın neleri arkasında bıraktığı ve bayram olarak gördüğü denize hicretin gönlü hafifliyor olsa bile dönüp arkaya bakmaktan kendisini alamadığı, Şair-i azam sıfatının nereden geldiği bir kez daha gözler önüne serilircesine dile getiriliyor:

     

    Bu mahşerin içinden

    O gün ben de geçtim, ben;

    Nem varsa, evim, anam,

    Çocukluğum hatıram

    Ve ne sevdalar serde,

    Bıraktım gerilerde,

    Kaçar gibi yangından.

    Rüzgârların ardından,

    Baktım da süzgün süzgün,

    Kurşun yükünü gönlün,

    Tüy gibi hafiflettim,

    Denize hicret ettim...

     

    Ve en son olarak ölüm teması ve Üstad deyince naçizane aklıma gelen mısrayı yazmazsam olmaz galiba. Ölümün bir yok oluş değil, tam aksine mutlu bir yeniden var oluş olduğunu daha güzel anlatan başka bir mısra olduğunu zannetmiyor ve bana müsaade diyorum…

     

    Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?...

     

     

    Sevgi ve saygılarımla…

     

    Üstad Sınıfı/gece güneşi


  5. MAKBER

     

    Eyvah ne yer ne yar kaldı

    Gönlüm dolu ah u zar kaldı

     

    Şimdi buradaydı gitti elden

    Gitti ebede gelip ezelden

     

    Ben gittim o haksar kaldı

    Bir köşede tarumar kaldı

     

    Baki o enisi dilden eyvah

    Beyrutta bir mezar kaldı

     

    Bildir bana nerde nerde Ya Rab

    Kim attı beni bu derde Ya Rab

     

    Nerde arayayım o dil rübayı

    Kimden sorayım bi-nevayı

     

    Derler ki unut o aşnayı

    Gitti tutarak reh-i bekayı

     

    Sığsın mı hayale bu hakikat

    Görsün mü gözüm bu macerayı?

     

    Sür'atle nasıl da değişti halim

    Almaz bunu havsalam hayalim.

     

    Çık Fatıma! lahdden kıyam et

    Yadımdaki haline devam et

     

    Ketm etme bu razı şöyle bir söz

    Ben isterim ah öyle bir söz

     

    Güller gibi meyl-i ibtisam et

    Dağı dile çare bul meram et

     

    Bir tatlı bakışla bir gülüşle

    Eyyamı hayatımı temam et

     

    Makber mi nedir şu gördüğüm yer

    Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber.

     

     

    Mehmet BAHA nın bestesi ve Hafız BURHAN'IN yorumuyla Türk Klasik Müziğinin başyapıtları arasında yer alan bir şiir. Tabi makber için bu kadar şey söylemek az olur ama onun hakkındaki hikayelerin hem gerçeklik payının belli olmaması hem de şiirin bu hikayelerden daha önemli olması sebebiyle o konulara pek girmemek daha doğru galiba. Tabi özetle söylemek gerekirse Abdülhak Hamit bu eseri akciğer tüberkülozundan kaybettiği eşi Fatıma Hanım için yazmıştır. Yine rivayetlerden birisi Hamit'in bu eseri Fatıma Hanım ölmeden önce yazmaya başladığı.

     

    Şairin belki de en önemli başka bir özelliği Şair-i Azam ünvanını almış olması. Bu ünvanı almasında Türk şiirinde batılılaşmanın öncüsü olmasının etkisi olduğu söylenir. "sanat sanat içindir" düşüncesinin savunucusu olan Tarhan, Makber şiirini anlaşılmak üzere değil, kaybedilen sevgilinin ardından duyulan acının bir gün gelip unutulacağından korkarak bakî kalmasını sağlamak için yazdığını mukaddimesinde dile getirmekteymiş :rolleyes:

     

    ve son olarak II.Abdülhamid Han'a yazılan ağıtlardan birisi olan şiiri

     

    Ya Rabbi-i zü'lcelal-ü eya Halike'i beşer,

    Senden gelür bu aleme madam hay ü beşer,

    Sultan Hamid-i adile takdir-i hayr kıl,

    Sultan Hamid'e malik ü memlûk olan bu halk,

    Hiçbir zamanda behyemez reh-ber-i diğer.

     

    *Abdülhak Hamid Tarhan, Şâir-i Âzam


  6. ellerinize sağlık.daha önceden defalarca enfesliğini dile getirdiğim, masaüstümü güzelleştiren resimleri böyle bir çalışmada görmek gerçekten çok güzel.bence müzikte de sorun yok.belki aynı müzik sözsüz olsa videoya daha iyi odaklanabilinirdi.ama bu hali bile yeterince bütünleşmiş.ben olsam da kesinlikle bu resimler arasından eleme yapamazdım ama sanki resimler daha yavaş geçse okuyanlar ikinci mısradan sonrasını da okuyabilirler :rolleyes:


  7. evet dikkat etmeden yazmışım.dil sürçmesi için affınıza sığınıyorum.bu söz Üstad okuyanlar dışında Yaşar Kemal le bütünleşmiş bir söz.zira ben de ilk öyle duymuştum.daha sonra Üstad tan her okuyuşumda Yaşar Kemal gelmiştir aklıma.keşke önce hangi kitabın yayınlandığını araştırdıktan sonra bu iletiyi yazmış olsaydım.ama bu durum benim düştüğüm yanlışa düşen insanların bulunduğu ve "demirciler çarşısı cinayeti" eserinin hem başında hem sonunda yer alan bu sözü Yaşar Kemal e malettikleri gerçeğini değiştirmiyor.

    ama işin en doğrusu sizin de dediğiniz gibi bir halk hikayesi olduğunu düşünüp sözü halka maletmek galiba.

    velhasıl kelam kim söylemişse güzel söylemiş vesselam...


  8. sitemizin henüz toz tutmamış olsada uzun zaman önce açılmış olan bir sayfasının Türkiye gündemine uygunluğu sebebiyle tabi en önemlisi de gündem oluşturmayan zamanlarda bile içimizi acıtan yaramız olan bu başlığın yeni iletilerde yer almasının yararlı olacağını düşündüm.yürüyüş dergisinden alınmış olan ve bence kesinlikle okunması gereken yazı çok uzun ve böyle yazıların genelde okunmadan geçildiği malum.aşşağıya yazının ne kadar yararlı olduğunu anlatırda belki okunmasına yardımcı olur düşüncesiyle küçük bir kısmını alıyorum.televizyordaki çoğu anlamsız ve gerçeksiz tartışmaların gerçekten de ne kadar anlamsız ve gerçeksiz olduğunu anlamaya yardımcı olacağına düşünüyorum.velhasılı kelam okuyalım :)

     

     

    Ögrenciler, veliler yetkililere günlerce postahanelerde kuyruk olustururarak yasagi protesto eden telgraflar, mektuplar gönderdi. Yaygin muhalefet nedeniyle YÖK’ün "çagdas bir kiyafet olan türbana izin vermesi olayi daha da karistirdi. Ögrenciler türban giymedikleri için okullardan atildiklari gibi, amaç Islami giyim kaygisi oldugundan türbana da yasak getirildi. Protesto telgraflari, oturma ve açlik grevleri sonunda YÖK 23 Mayis 1987 tarihinde basörtüsü yasaginin kademeli olarak kaldirilacagini ilan etti. Ancak kesin bir karar olmadigindan yasak rektörlerin keyfi uygulamalariyla devam etti. Basörtüsü yasaginin halk nezdinde uyandirdigi rahatsizlik nedeniyle Meclis ANAP’li milletvekillerinin önergesiyle "Anayasa’nin 174. maddesindeki inkilap kanunlarina aykiri olmamak kaydiyla, ögretim elemanlari ve ögrenciler için yüksek ögretim kurumlarinda kilik ve kiyafet serbestisi olacagi ve bu konuda kisi ve kurumlarin kisitlama yapamayacagina iliskin bir karar aliniyor. Cumhurbaskani kenan evren ögrenci affina ilave edilen bu ifadenin bulundugu yasayi önce veto ediyor, sonra kabul ediyor daha sonra da AYM’ne veriyor. AYM yasayi gerekçesini aylar sonra açiklayacagi kararla 8 Mart 1989’da iptal ediyor. Iptal kararinin açiklanmasi için 8 Mart dünya kadinlar gününün seçilmesi anlamli bulunuyor. 10 Mart 1989 yurdun çesitli illerinde Cuma namazi çikisilarinda kadinli erkekli genis katilimli eylemler yapildi. Çok sayida insan gözaltina alindi, bir kismi yargilanarak tutuklandi. Ertesi gün gazete mansetleri 11 Ekim 1998 günü yapilan "Inanca Saygi Düsünceye Özgürlük Için Elele" eylemini takip eden günlerde kartel medyasnin mansetlerinden farkli degildi. AYM 5 Temmuz 1989’da üniversitede basörtüsüne izin veren yasanin iptaliyle ilgili gerekçeli karari açikladi. Danistay da AYM gerekçeli kararina dayandirarak 13 ögretim üyesinin basvurusu üzerine üniversitelerde türbana izinveren yönetmeligi iptal etti. Bu kararlar özellikle yaz ortasinda verilmisti. 1989-1990 ögretim yiliyla yaygin protestolarin baslamsi basörtüsü karsisinda tavizsiz düsmanligiyla taninan kenan evren’in görevinin bitimi ve yerine Turgut Özal’in geçisiyle bu destekten mahrum kalan YÖK 28 Aralik 1989’da ögrenci disiplin yönetmeliginin yasakla ilgili 7/h fikrasini kaldirmasiyla türban yeniden serbest birakildi. Uygulama rektörlerin insafina birakildi. Bazi üniversitelerde uygulanirken bazi üniversitelerde uygulanmadi. 90’li yillar boyunca genel olarak yasak uygulanmadi. Özellikle I.Ü. hemsirelik meslek yüksekokulu, I.Ü. florance nightingale hemsirelik yüksekokulu, hacettepe üniversitesi, gazi üniversitesi gibi lokal olarak basörtüsü yasagi israrla sürdürüldü. Bu arada 29 Ekim 1996’da gazetelere ilginç ayni zamnda trajik bir haber çikti. I.Ü. Cerrahpasa tip fakültesinde Sükran Erdem adli doktor basörtüsü oldugu için dört ay boyunca cerrahi müzeye kilitlenmisti. Sorumlusu cerrahi anabilim dali dekani kemal alemdaroglu’ydu. Daha sonra I.Ü. rektörlügüne seçilerek bu uygulamalarini üniversiteye yayacaktir. (Basörtüsü sorunu, Mazlum-Der, 2. baski, s. 166)


  9. sana bahsettiğim resmi bulamadım, hocama da ulaşamadım. Kafatasıyla oynayan adam var elimde… izini sürmekte oluğum şu birkaç adamın diğer bir adamın midesini açıp inceledikleri olay görünürlerde yok.. ki zaten anladığım kadarıyla sizin bir şeyler yapmanız isteniyor.. belki birkaç resim bir araya getirilerek hoş bir komposizyon oluşturulabilir, ama bütün bir sanat tarihini taramak gerekecek.. :) ve eserlere yöneltilen yorumların iyice araştırılması gerek.. bende iş üstüne iş çıkarıyorum sanırım, iyisi mi susayım.. :) yine de, da vinci, albrecht dürer ve karavaçyo yardımcı olabilirler bu konuda…onun dışında ben saksıyı çalıştırmaya devam edeyim… kolay gelsin, Allah yardımcınız olsun…

     

    teşekkür ederim kardeşim.aslında biz hep resimler üzerine yoğunlaştık ama bir araştırma da yapılabilir.yani anket uygulaması yapıp bunun sonuçlarına da posterde yer verebiliriz.tek önemli olan merak uyandıracak birşey olması.hissediyorum az kaldı yakında olacak inşallah :)


  10. Bir tavsiye de biz verelim madem. iNş. faydalı olur.

     

    Tüm ayrıntılarıyla bir operasyon sahnesi... Alnından süzülen üç-beş damla ter ve elindeki aletleri ile kahramanımız (doktor)....

    Resmin arka planında, bir baloncuk içerisinde de olabilir, müstakil bir resimcik daha... Bu resimdeyse endişeli surat ifadeli ve gözleri asıl sahneye (yani ana tabloya, operasyon sahnesine) dönük bir sürü insan tipi gösterilebilir ya da insanlığı simgeleyen kalabalıklar ameliyat masası üzerinde çizilebilir.

     

    teşekkürler.daha aydınlatıcı olması için soruyorum.burda anlatılmak istenen sadece hekime bağlananan umut mu yoksa farklı bir mesaj daha var mı :)


  11. Sağolun efendim.ben de çok merak ediyorum nasıl birşeyin ortaya çıkacağını.tabi en çokta ilk üçe girip giremeyeceğini :) görelim mevlam neyler neylerse güzel eyler.

    yeni birşeyler aklına gelen varsa ve paylaşırsa çok memnun olurum hayat memat meselesi (en azından benim için :) ) düşünüp akıl yoran herkese teşekkürler...


  12. Aaa, hocaların beğenmemesi korkusu sebebiyle kendi olmak istediği doktor portresini posterleştirmekten çekinen kişi mi bunları söylüyor? Oh mon dieu! :)

     

    Peki efendim siz kendiniz tek yüzlü olarak devam edin. En iyidir istikamet üzre olmak bence de. :)

     

     

    orta yolu bulmak lazım efendim.sonuçta ileride meslektaşım olacaklar muhakkak ki ortak bir yanımız vardır.ne onların istemediği bir poster ne de benim istemedğim bir poster yapmaya gerek yok böylece kimseye karşı iki yüzlü olunmamış olur.dimi ya :)


  13. Ahaha süpersin. Mesela birisini idam etmeye çalışıyorlar ama doktorun biri çıkıp adamı bir türlü öldürtmüyor. Onlar zehirli iğne yapıyor, bizimkinin Hipokratlığı tutuyor, adamın kanını temizliyor (zehir kalbe gitmeden nasıl becerecekse artık); darağacında sallandırıyorlar doktor adamın boynunun kırılmasını ve boğulmasını filan önlemeye çalışıyor. Sonunda adamlar bıkıyor, doktor kazanıyor. Hmm, daha ziyade kısa filme benzedi bu :) . En kıymetli şey olan insan hayatını böylesine bir gayret ile korumaya çalışan, işinin aşığı, tersinden psikopat adamlar...

     

    peki ya idam edilen kişi hakediyorsa bu durumda doktorun çabası ne anlam taşıcak :)


  14. Rica ederim.Ben de teşekkür ederim düşünmek bile çok zevkliydi :) Ayrıca beğenmenize ve fikrimi listenin ilklerinin arasına eklemenize sevindim,en azından şimdilik işe yaramış oldu :) Poster seçtikten sonra kullanılacak programlar hakkında da yardımcı olmak isterim,gerek olursa tabi :) Öğrendiklerimi uygulamış olurum :)

     

    tabi konu seçildikten sonra poster hazırlığını da hep beraber yaparız inşallah.hatta bu posterin basımında her bir grup üyesine bir nüshası verilecek bir şekilde sitenin isminin de yer almasını sağlayabilirim belki.tabi inşallah :) daha nice güzel fikirleri bekliyorum sonra liste yapar oylamaya sunarız :)


  15. çok teşekkür ederim çok eğlenceli bir poster fikri.yani hocalar ne der bilmem ama ben çok sevdim.listenin ilk başlarında yerini aldı bile.gerçekten düşüdüğünüz için sonsuz teşekkürler

     

    Ben hala aklımdakini aktarabildiğimdiğimden emin değilim,o yüzden şunu da ekleyeyim dedim,ellerdeki savaş aletlerini unutmayalım :) Hem düşmanların,hem de doktorumuzun :) Bu savaş aletleri silah falan değil tabi aman diyeyim poster hazırlayalım derken çocukları şiddete yönlendirmeyelim :) Kastettiğim alet edavatı da siz daha iyi bilirsiniz :)

     

    tabi karanlık alandaki düşmanlara stateskopuyla saldıran bir doktor gerçekten sevimli olabilir :)


  16. Ben olsam hicvederdim. Darağacında, boynunda idam urganı, ölmekte olan olan bir idam mahkumunun gövdesinde, yani göğsünde bir takım tahliller yapmaya çalışan bir doktor potresi olabilir. Tabi bu daha çok mizah dergileri için uygun bir tasarı olurdu. :)

     

     

    bu biraz doktorlara siz gereksiz bir uğraşı içerisindesiniz mesajı olmaz mı acaba :) yani hocalar sen ne demeye çalışıyorsun demesin :)

×
×
  • Create New...