Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

gece güneşi

Editor
  • Content Count

    162
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by gece güneşi


  1. Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!

    Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

    Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;

    Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

    Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

    Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

    Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;

    Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.


  2. yine eski yazılanları karıştırırken yeni iletilerde olması gerektiğini düşündüğüm bir başlık buldum.sanki forumda çok fazla konu açılıyor ama sadece başlığı açan kişi o konuyla ilgileniyor gibi.yani ortada bir birlik eksikliği var gibi.bir yada iki yanıt gönderilmiş o kadar çok başlık var ki.tabi bazı yoğun talep olan başlıkları tenzih ederim.yani acaba siteye de mi sadece görmeye geliniyor.mesele yerine zamanı geçirmek için mi geliniyor.şimdi teşhisi koyduğumu düşündüğüm için bir de reçetem olmalı ama malesef ne yapılabileceği konusunda hiç bir fikrim yok :rolleyes: ne dersiniz???


  3. programı indirmek çok uzun geldi ben de o inerken kendimce uyanıklık yapıp netten bakıyım dedim :rolleyes: sonra googla iz bırakanlar programı yazdım ilk gelene tıkladım bilin bakalım karşıma ne çıktı :blink: forumumuzun Hİlal Tv De İz Birakanlar Programi'nda Üstad başlıklı konusu ;) sanki herkes gibi google bile bana sabretmesini öğren der gibi ;)


  4. gerçekten ferd ferd içimizde hissettiğimiz acıyı çok güzel dile getirmişsiniz.keşke olmayan kanunlarla,daha anlamını bilmeden durup durup dile getirdikleri şusal alan busal alan tanımlarıyla o pis ellirini başörtümüze uzatma küstahlığını gösterenler,bizim her gün okula girerken yaşadığımızı bir gün yaşayabilselerdi.bir gün içleri öyle acısaydı da nasıl bir vebal aldıklarını biraz anlar gibi olsalardı...


  5. eeeeeeee o kadar yazıyı verdikten sonra bir de bu yazıya verilmeye çalışılan cevabı da yazmak lazım ki tam olsun dimi.işte o sarışının(Tuğçe Baran)cevap niyetine yazdığı yazı :rolleyes:

     

     

     

    Dilipak’a çarşaf modelleri

     

     

    Üç gündür neredeydim? Soru üstüne soru. İşten atılmış olabilir miydim?

     

    Hayır. Abdurrahman Dilipak’ın benim için özel diktirdiği çarşafın provasındaydım... Heh!

     

    Biliyorsunuz sonunda itiraf ettiler. En azından Abdurrahman Dilipak etti. Keseceğiz dedi. Ne kadar başı açık, dinsiz, imansız varsa hepsini keseceklermiş. Kıtır kıtır. Takiye yapıyorlarmış, zamanı gelince kör testerelerini toprak altından çıkaracaklarmış. Bir zaman vermemiş ama yakın bir zamanda diyor.

     

    Benim bu saflığıma da artık dayanamıyormuş Abdurrahman Bey. Birinin bana gerçekleri söylemesi gerektiğini düşünüp geçen günkü yazıyı kaleme almış. (“Ah şu aptal sarışın şey” 01.Ağustos. 2007, Vakit)

     

    Bana da bir sürprizi varmış. Nefis bir çarşaf diktiriyormuş.. Gel al diyor!

     

    Ne diyeyim.. Allah razı olsun.. Kıyak geçmiş bana. Kesmeden önce son bir dönme şansı vermiş. Bari ne renk onu da şeedeydi..

     

     

    ***

     

    Adamcağız bir latife yaptı millet gerçek sandı.

     

    “İtiraf ettiklerine göre, eh madem sen de o kadar döndün, (nereyeyse?) artık leopar desenli bir çarşaf yaptırırsın kendine” diye bir mektup aldım, bana pek kızgın bir okurdan.

     

    Vay canına! Fanteziye bakar mısınız?

     

    Fakat leopar desenli çarşaf da hakikaten enteresan olurdu ha! Nereden aklına geldiyse?

     

    Gözünüzün önüne geliyor mu (mesela Bülent Ersoy’un üzerinde) leopar desenli bir çarşaf? Böyle uzaktan geliyor, sanki üç leopar üst üste, alt alta! Manzaranın dehşetini hayal edebiliyor musunuz?

     

    Bakın zebra desenli çarşaf da güzel olabilir. Madem coştuk, tam coşalım. Şişmanlar boyuna çubuklu, zayıflar enine çubuklu geçirir, nefis bir illüzyon da olur.. Fonksiyonel çubuklu, doğaya (bilhassa Kenya ilimizi ziyaret ederken..) uyumlu. Nefis bir seçenek

     

    Fakat bir başka seçenek de “kamuflaj” desenli çarşaf! Olamaz mı? Düşünsenize: İki “zıt” bu kadar mı “kardeşçesine” birbiri içinde erir? Bir tasarım bu kadar mı yin/yang felsefesine uygun olur? Bu kadar mı toparlar, kucaklar bütün memleketi? Yüzde 20.1’leri, yüzde 16.3’leri, yüzde 46.6’ları? Ayrıca şu da denilebilir: Bir başka fantezinin bir başka şekilde gerçekleşmiş hali! Tam bir neye niyet neye kısmet durumu.. “Eee.. Ööö.. Ama biz içindekilerin erkek olmasını istemiştik!? Hani darbe marbe durumları?!” “Ablacım, elde bu var. Yersen..”


  6. 163.syf

    Boş konuşuyoruz boş...Bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon laf,arayıpda bulamadığımız tek cümle için...Arayıp bulamadığımız,arayıpda bulur gibi olduğumuz,bulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız, elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz, tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için...O cümle nedir, o cümle?... Ben o cümleyi bilmiyorum.Fakat bütün mevcutlarla beraber,bütün cümlelerin,içinde eridiği ve yok olduğu tek bir kelime biliyorum.Her an söyleyip de hiç bir an hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek kelime "Allah..."

     

    70. syf

    Batının büyük mustaripleri hakikat dağına tırmanış yolunda islam velilerine nisbetle çıkmaz sokağın cüce piyonlarıdır.Istırap felsefesine, hafakan hikmetine kadar ulaşırlar da yine yolda kalırlar ve büyük oluşu bulmaya yakın, büsbütün kaybederler.Dönüp dolaşıp yine akılda kalırlar ve aklı akılla yenecek seviyeye tırmanamazlar.Tırnakları kan içinde, tutundukları kayalardan aklın bütün cicili bicili oyuncaklarıyla beraber düşerler.

     

    en iyisi defterimdeki bütün notları yazmıyım nerdeyse bütün kitabı yazmışım :mellow:

     

    ama şu cümleyi yazmam lazım

    65.syf

    "Allah'a malik olan neden mahrumdur, Allah'tan mahrum olan neye maliktir"


  7. Malatya Davasından Notlar:

     

    Necip Fazıl ayağa kalkarak, iddia makamında sırf kendisine karşı çıkarılan 4 savcıyı göstererek demiştir ki:

    -Amme avukatı olarak tek fikir etrafında tek kişinin temsil etmesi gereken iddia makamında bu 4 kişi de nedir? Ben hiç bir operada 4 tenor görmedim!

     

    Necip Fazıl:

    -Usule ait gayet mühim bir nokta arz edeceğim. Başlangıçta garip görünse de dinlenmesini istirham ederim. Hapishanelerde sanıklar ve hükümlüler "müddet-i umumi" tabirini "müddeyum" diye telaffuz ederler ve kendileriyle düşüp kalkan, cezalarını infaz ettiren, idam ipini çektiren "müddeiyum" olduğu için onu adaletin başlıca temsilcisi sayarlar. Mahkeme hey'etine de adeta onun bir nevi zabıt katipleri gözüyle bakarlar. Halbuki memleketimizde bazı hukukçuların bile tam manasiyle kestiremediği bir hüviyet olarak savcı, taraflardan biridir ve Batı dünyasında olduğu gibi mahkeme huzurunda yeri sanıkların yanı başıdır. Bu makamda da sanıkların her türlü hücum ve taarruzuna açık hedeftir. Bu bakımdan yüksek adalet temsilcilerinin huzurunda tıpkı sanıklar gibi davalı, davacı ve amme müdafiliğinden ibaret üç unsurdan biri olarak parmağını kaldırıp izinle konuşması ve mahkemenin cereyan şekli üzerinde asla müessir rol oynamaması icap eder. Halbuki hakimlerle aynı sırada ve seviyede oturan bizim "müdeyum"lar, sanıkları susturmakta hakimlerin kulağına eğilip laflar fısıldamakta mübaşire emirler vermekte, adeta duruşmayı idare rolüne bürünmektedir. Yağma yok efendim; bundan böyle yanımıza gelip mevki almasalar da, oturdukları yerden hüviyet ve salahiyetlerini bilerek hareket etmeleri ve her tezahürlerini yüksek heyetinizden müsaade alarak meydana getirmeleri lazımdır. Ve iyice kavramaları gerektir ki eğer hakimlerle aynı sırada oturuyorlarsa, bu, bir hukuk anlayışsızlığının marangoz hatası şeklinde tecelli etmiş ifadesidir.

     

    Necip Fazıl:

    -Benim, müteşebbis sanıkları doğrudan doğruya azmettirdiğime dair elde hiç bir delil bulunmadığına, her şey yazılarımdan alınan ilhamla yapılmış farz edildiğinde ve bütün mes'ele böyle bir faraziyenin ceza hukuku bakımından suç teşkil edip etmeyeceği üzerinde olduğuna göre, bu davayı kökünden hall ve fasl edici bir misali takdim etmeliyim: Dünya edebiyatında kıskançlığın şaheseri (Otelle) dur. (Şekspir) in meşhur (Otelle)su. İmdi; hastalık derecesinde kıskanç bir koca, sırf bu hissi yüzünden karısını öldürse de cebinden (Otello) çıksa şu, kürsünün üzerine eğilmiş beni hayretle dinleyen kaytan bıyıklı savcı, (Şekspir)in iskeletine pranga vurulması için Londra Savcılığına müzekkere mi yazacaktır? Daha evvel de söylediğim gibi, her insanda, mücerrede ve umumi telkinlere karşı bir (fren) ve hareketini sırf nefsine bağlayıcı şahsi bir istiklal ve mesule duygusu olmak lazım gelmez mi?

     

    Şahsen azmettirici olmadığı için yazılarının basın suçları çerçevesine girmesi icabetçiğini ve onların da zaman aşımına uğradığını iddia edip tahliyesini isteyen Necip Fazıl hakkinde ilk karar "zaman aşımı görülmediğinden tahliye isteğinin reddine" şeklinde olmuş, müteakip celsedense Necip Fazıl zaman aşımını isnat edince "her ne kadar zaman aşımını isnat edince "her ne kadar zaman aşımı görülmüşse de bu husustaki karar ana hükümle verileceğinden reddine" kaydiye, çok garip bir vaziyet doğmuştur.

    Bunun üzerine Necip Fazıl celse kapandığı ve söz hakkı kalmadığı halde, reise hitap etmiştir:

    - Efendim; zaman aşımının tespiti ve başka bir noktadan ittihat altında bulunmadığımın tasdiki, vaziyetimi, hukukta "mevad-ı ibtidaye" denilen çerçeveye sokar. Yani Ali aranıyor da Veli olduğum halde Ali yerine de, "Öylesin amma, bu hususta verilecek karar ana hükümle verileceğinden tahliye talebinin reddine" mukabelesinde bulunuluyor. Öyleyse, Ankara'da ne kadar hırsızlık, cinayet, ırza tecavüz vakıası varsa hepsinin birden fâili olarak beni tutsunlar ve benim, aranan adam olmadığım hakkındaki iddiama, "Karar ana hükümle verileceğinden tutukluluk halinin devamına" kararını versinler!...

    Necip Fazıl'ın bu hitabına, reisin verdiği fevkalade mânâlı bir cevap vardır:

    -Hakkınız var, Necip Fazıl!

    Reis Dazıroğlu, zamanenin politikasını ve adalet üzerindeki tazyiklerini istihza yoliyle teşhir eden bir insandı.

    Nitekim, Necip Fazılcı reis odasına çağırtmış, yanından jandarmaları uzaklaştırmış ve ona şöyle demiştir:

    -Tavan üzerime yıkılacak gibi oluyor. Cübbemi paralayacağım geliyor. Fakat sizi tahliye edemiyorum! Anlayınız!...


  8. ince saz diyince böyle bir tiplemenin aklınıza gelmesine sebep olduğuma çok üzüldüm :P bari bunu düzeltmek için biraz hatırlatma yapıyım.ekmek teknesi dizisinin müziklerinin,son osmanlı filmindeki"bir özlem var içimde uzaklara doğru,engin denizlere sana ve aşkımıza.." diye başlayan şarkının,ıhlamurlar altında dizisinde"çok aşığın var diyorlar" eserin , yaprak dökümü dizisindeki bir çok şarkının sahibi ince saz grubudur.sunum şeklinde hazırlanan programlarda da fon müziği olarak çok kullanılır şarkıları.benim bildiğim bu kadar ama eminim daha bir çok yerde seslerini duyuyoruzdur :mellow:

    bu da bir şarkılarının sözleri

     

    Üsküp'ün içinde kumaş biçerler

    sevdadan gayrısı dar gelir bana

    ellerin zoruyla yardan geçerler

    ben yari bırakmam zor gelir bana

     

    aşkın acısına ferman diyorlar

    ellerin fermanı vız gelir bana

    olmaz iklimlerden yollar aşırdın

    gönlünün fermanı yaz getir bana

     

    kırk düğüm atmışlar sevda üstüne

    yoluna çıkarsa çöz getir bana

    zemheri ayında güller açırdın

    gönlümün kışında yaz getir bana

     

    dipnot:tabi ki müzikle dinlemekle kıyaslanamaz okumak çünkü ağırlık verdikleri güfte değil beste.niye bu kadar üstünde duruyor bu kız diye düşünebilirsiniz ama ben keşfettiğimde çok sevinmiştim.bu güzel duyguyu sizinde yaşamanızı isterim bu yüzden yani :)


  9. ben tanıyorum galiba :mellow: posta kutusundaki mızıka kitabını okumuştum.gerçekten benim de çok hoşuma gitmişti.normalde mektup şeklinde yazılan eserleri sevmem ama bu gerçekten etkileyiciydi.bir bölümünü defterime yazmıştım aktarmak isterim-yanlış hatırlamıyorsam arka kapağında da bu kısım yazıyordu,ama emin değilim :) -

     

    Sevgili Dost!

    Bu sabah kuş sesleriyle uyandım...

    Ne güzel değil mi?

    Hayır güzel değil

    Açık penceremden ok gibi dalıp, yastığıma saplanan karga sesleriydi!

    Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum.

    Bu karganın bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan, güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette...

    Yüzümü yıkarken acaba diyordum;acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz?

    Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor?

    Acaba, insan denince hatırlanıyor muyuz? :P


  10. başlığı görür görmek "ince saz" ismini görmek için bütün yazılanları okudum ama hüsrana uğradım :P gerçekten aranızda hiç ince saz dinleyen yok mu ???

    bir ara gençlik hevesiyle epey yabancı müzik dinledim ama artık kafam almıyor :mellow: benim kategorim türk klasik müziği.Münir Nurettin Selçuk,Müzeyyen Senar,Safiye Ayla,Hafız Burhan dan -makber-, saymasam daha iyi çünkü uzar gider ama bir Bursa'lı olarak - piyasa müziği yaptığı yönünde yapılan bütün eleştirilere rağmen -Zeki Müren'e olan hayranlığımı belirtmezsem olmaz.bir de Umut Akyürek'e beslediğim antipatiyi belirtmeliyim galiba :)


  11. İŞTE AYNI GAZETENİN HABERİNİN DEVAMI... -KEMAL ÖNDER, ŞEREF OĞUZ-

     

     

    24 Mayıs Salı'yı 25 Mayıs Çarşımba'ya bağlayan gece yarısı...Saatler 01:30'u gösteriyordu.

    İstanbul'un pek çok semtinde cadde ve sokaklarda el ayak çoktan çekilmiş, yorucu bir günün ardından insanların çoğu evlerinde, sıcak yataklarında uykuya dalmışlardı.

    Ama, gecenin bu saatinde uyumayan, uyuyamayan insanlar da vardı. Uyuyamayan bu insanlardan biri de Türk Edebiyatı Vakfı'nın üç yıl önce yine bu tarihte kendisini İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde muhteşem bir törenle "Sultanü'ş-Şuara (Yaşayan en büyük Türk şairi-Şairler Sultanı) ünvanını sunduğu 78 yaşındaki Üstad Necip Fazıl Kısakürek idi.

     

    "ACI ŞEKER'İN PENÇESİNDE"

     

    Üstad, Erenköy Ethemefendi Caddesi'indeki 16 sayılı evinde, sıcak yatağında bir süreden beri, tıpta "Diabetüs Mellitus" olarak tabir edilen "şeker hastalığı" ile boğuşuyordu. Üstadı pençesine alan bu illet uzun süreden beri onun vücudunu iyice kemirmiş, döşeğe sermiş, hareket kabiliyetini azaltmıştı.

    Şekeri sık sık yükseliyodu. Bu yükselme anlarında harareti alabildiğine artıyor, kalbi sıkışıyor, dudakları-damakları adeta çölde kavrulan bi bitki gibi kuruyordu.

    İşte bu anlarda Üstad, "Gaiblerden gelen sesler" le konuşuyor ... konuşuyordu.

    24 Mayıs'ı 25 Mayıs'a bağlayan o gece, yine öyle bir geceydi.

    "Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam

    Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

    Ve uçtu tepemden birdenbire dam:

    Gök devrildi, künde üstüne künde..."

    Onun altın çerçeve ile çerçeveletilmesi gerekli "Çile"sindeki gibi "Gaiblerden gelen ses" Üstadı çağırıyordu.

    Ve adeta "Artık gel ve boşluğu ense kökünde gezdir" diyordu.

     

     

    "MUTLAK HAKİKAT"E KAVUŞUYOR...

     

    Üstad bu çağrıya uydu. Yatağında yatarken mütevazi evinin tepesindeki dam birdenbire uçtu. Üstad, kendi tabiriyle "Künde üstüne künde" ye geldi. Gök devrildi ve aziz ruhunu "Mutlak Hakikat" dediği Yaradan'ına teslim etti.

    Ve "alnındaki ateşi" yavaş yavaş azalmaya başladı. Çünkü ecel, ruhuyla birlikte ateşini de almıştı onun.

    Türk-İslam ülküsünün büyük mücahidi, şairler sultanı artık karanlık sokaklar kadar sessiz ve esrarlı bir uykuya dalmıştı.

    Türk edebiyatının altın yaldızlı sayfalarından birinde yer alan "Kaldırımlar" şiirinde yazdığı gibi "Kaldırımların karasevdalı eşi" ebediyete intikal etmeişti. Hemen eserlerinde ve hayatının her anında hasretinin duyduğu "ölüm" onun kucaklayıp götürmüştü.

    "Kara haber" her zamanki gibi tez ulaştı her yana.

    Sevenleri, "Büyük Doğu" sundan feyz alan binlerce öğrencisi, Üstad'ın 1905 yılında doğduğu güne rastlayan 26 Mayıs günü cenaze töreninin yapılacağı Fatih Camii'nin avlusunu hıncahınç doldurdular.

    Ve kılınan cenaze namazını müteakip O'nun tabutunu eller üzerinde Eyüpsultan Mezarlığı'na doğru "son yolculuğu"na çıkardılar.

    Gerçi Üstad, "Vasiyet" adlı beyitinde:

     

    "Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam:

    Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam"

     

    diyordu ama, onun bu vasiyetindeki unsurlardan ikisi gerçekleşebildi. Cenazesindeki sadece "çelenk" ve "top arabası" yoktu.

    Üstad'ın düşündüğünün aksine, cenazesinde binlerce inanmış dostu vardı. İşte bu inanmış adamlar tabutunu eller üzerinde Fatih'ten Eyüp Sultan'a kadar götürdüler ve servilerin gölgelediği bu kabristanda O'nu kendisi gibi Türk-İslam ülküsünün mücahitlerinden biri olan büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak'ın mezarının hemen yakınındaki ebedi istirahatgahına, uzun servilerin serin gölgesine defnettiler.

    Yapılan bu son görevde, cenazeye katılan vatandaşlar kadar güvenlik için görev alan askerlerin ve polislerin hatta foto muhabirlerinin dahi okunan Fatiha ve Dua'ya iştirak etmeleri, O'nun çok, hem de çok sevildiğinin en açık deliliydi.

     

    tarayıcım olsa sizinle gazetenin resmini paylaşmak isterdim ama teknoloji engeline takıldım :mellow:


  12. aslında bu yazı hakkıda yapabilecek yorumum yok.birşeyler yazmamın tek nedeni -yeni iletileri göster- butonuna basıldığında bu başlığın ordada yer almasını istemem. inşallah yazının sonundaki endişe bu yazıda geçerli olmaz ve benim gibi yeni üye olan arkadaşlar sonuna kadar okurlar. ve inşallah o ümidi gösterenlerden olabilmek ümidiyle...


  13. Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır. Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görürü ve karısına e-mail atmaya karar verir.

    Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese gönderir....

     

    veee o adresteki kadın, kocasının cenaze töreninden evine yeni dönmüştür ve bilgisayarındaki maili görür, arkadaşlarından geldiğini düşündüğü maili okuyunca olduğu yere yığılıp kalır. Odaya giren annesi yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür.

    Kime : Sevgili karıma

    Konu : Yeni ulaştım.

    Tarih : 16 Mayıs 2004

    Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar var ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoruz. Buraya yeni ulaştım ve kaydımı yaptırdım. Herşey yarın senin buraya geleceğini düşünülerek hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört gözle bekliyorum. Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin.

    Not : Burası çok sıcak. :)


  14. Bilime de inanmıyorum zaten, yarın birgün bir şey çıkıyor ortaya, hadi bakalım yeni baştan düzenliyorlar herşeyi. Newton kanunları bile tartışılıyorsa bugün, ben niye inanayım ki bunlara, eğer gözlemlerim ve ortada olan şeyler bedihiyse... Kesin birşeyleri gözden kaçırmıştır bunlar. Kur'an'dan, hadisten delil getirmek için bin dereye kova sarkıtan insanları hatırlıyorum birden :) Yok yok, art niyetli demedim. Gayr-i ihtiyarî...

     

    Bu arada bilim karşıtı değilim, yalnızca kendisine hakkından fazla itibar etmem. Bilim adamları yapsın işini, uğraşsın çocuklar. :)

     

    Benden önceki mesaja bütün kalbimle katılıyorumÜzerine bir söz söylemeye gerek yok diye düşünüyorum.

     

    aslına bakarsanız bu cümleler bile ne kadar farklı olduğumuzu ve kıyas gibi bir durumun mevzu bahis olmasının komikliğini çok güzel örnekliyor.yani diyorsunuz ki ne denirse densin yine biz akıllıyız.bazı hastalıklar vardır hep kadınlarda fazla çıkar.bununsa tek bir nedeni vardır.o da:erkeklerin doktora gidip hasta yüzdesine katılmamalarıdir.kesinlikle kadınlarda daha fazla görülmesi değil.bunu şunun için anlatıyorum.tamam diyelim ki erkeklerin başarı oranı daha fazla.ama böyle olsa bile bu erkeklerin daha başarılı olmasından değil kadınlardaki cevherlerin gizli kalmasından ve yüzdeye dahil edilmemesinden kaynaklanmaktadır.derseniz ki dünya çapında IQ testi yapıldı ve sonunda erkeklerin IQ ları fazla çıktı buna amenna.ama diğer genellemeleri kabul etmiyorum.aslında erkeklerin genellemeleri kabul etmeleri de bir güvensizlik belirtisi gibi geliyor bana :) .böylece kendilerine pay çıkarıyorlar.tabi birde dayanışma var bunun nedeni de sadece birlikte güçlü olmaları olabilir mesela :)

    o yazılanlarda sonuna kadar katıldığım tek şey birbirimizi tamamladığımız.işte buna sözüm yok :)


  15. aheste çek kürekleri şiirini koymak için girmiştim bu başlığa ama geç kalmışım :)

     

     

    SES

     

    - Fazıl'a -

     

    Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,

     

    'Yârab! Hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum.

     

    His var mı bu âlemde nekahat gibi tatlı?

     

    Gönlüm bu sevincin helecâniyle kanatlı

     

    Bir tâze bahâr âlemi seyretti felekte,

     

    Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te;

     

    Akşam!.. Lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam!..

     

    Tâ karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam;

     

    Sâkin koyu, şen cepheli kasriyle Küçüksu,

     

     

     

    Ardında vatan semtinin ormanları kuytu;

     

    Bir neş'eli hengâmede çepçevre yamaçlar

     

    Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar;

     

    Dalgın duyuyor rüzgârın âhengini dal dal,

     

    Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal;

     

    Bir lâhzada bir pancur açılmış gibi yazdan

     

    Bir bestenin engin sesi yükseldi Boğaz'dan.

     

    Coşmuş yine bir aşkın uzak hâtırasıyle,

     

    Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyle,

     

    Dağ dağ o güzel ses bütün etrâfı gezindi:

     

    Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.

     

     

     

     

     

    Âni bir üzüntüyle bu rü'yâdan uyandım.

     

    Tekrâr o alev gömleği giymiş gibi yandım,

     

    Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde,

     

    Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde;

     

    Her yerden o, hem aynı güzellikte, göründü,

     

    Sandım bu biten gün beni râmettiği gündü.

×
×
  • Create New...