Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

tugra

Üye
  • Content Count

    185
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by tugra


  1. Kankırmızı sehere yüz vermedim. Sırma renkli güneşe: Gel evime! demedim.

    Saz benizli mehtaba hiç de gönül çekmedim.

    Seni gördüm, seni sevdim, ey gönlümün perisi!

    Doldum ama taşmadım, taşdımsa da coşmadım, cilve işve kör düğümmüş, sıkıştırdım açmadım.

    Zemin aşık, zaman aşık, ben aşık... Yola düştüm yaralandım.

    Sana vardım, sende kaldım, ey gönlümün perisi!


  2. Sustur beni, kes şu lisânı...

    Bir âhenk olayım, cihânın sığdığı tetreyiş olayım... Elsiz ayaksız, isimsiz sıfatsız, kayıtsız vâdesiz köpürüp taşayım.

    Yetişmiyor bu lisan, sığmıyorum dünyâya... Sığmıyorum kendime. Aç şu kapıları, çöz şu zincirleri... Bırak da cihâna çıkışlar yapayım. Bırak da gönülden hamleler kılayım.

    Gitmek istiyorum. Ayak değmedik, kuş uçmadık, sel geçmedik, yel esmedik dünyâlara gitmek istiyorum.

    Zâhidâne cünbüşler burda kalsın. Şekiller, sûretler sizlerin olsun. Bırakın gideyim. Merâmın kelâmın el pençe durduğu, sevdânın biricik ibâdet olduğu dünyâlara gideyim. Bir titreyiş olayım, bir âhenk olayım. İsimsiz sıfatsız, renksiz şekilsiz tek soluk olayım. Olayım Allahım! Senin olayım!


  3. PEYGAMBER EFENDIMIZ (S.A.V) SAKA YAPMAYI SEVER FAKAT ASLA INSANLARI ÜZÜCÜ VE KIRICI SAKALAR YAPMAZ ASHABININ DA YAPMASINA ENGEL OLURDU.PEYGAMBERIMIZ'IN SAKALARINDAN BIRI DE SÖYLEDIR; BIR GÜN ÜMM-Ü EYMEN ISIMLI BIR KADIN RASULULLAH'A GELEREK "YA RESULULLAH! KOCAM SIZI DAVET EDIYOR DEYINCE.RESULULLAH KOCANIZ IKI GÖZÜNDE BEYAZLIK OLAN ADAM MI? DIYE SORDULAR. "HAYIR,ONUN GÖZÜNDE BEYAZLIK YOKTUR." "HAYIR,HAYIR VAR. KADIN YINE "HAYIR YOK" DEYINCE RASULULLAH GÖZÜNDE BEYAZLIK OLMAYAN OLUR MU? BUYURDULAR.

     

     

    KENDISINE ÇOCUK YASTAN ITIBAREN HIZMETINDE BULUNAN HZ.ENES'E LATIFE OLSUN DIYE IKI KULAKLI DERDI. EFENDIMIZDEN YÜZLERCE HADIS NAKLEDEN HZ.ENES'IN ISITME DUYUSU OLDUKÇA KUVVETLIYDI. ÇABUK İŞİTİRDİ BU SAKA ONUN IÇIN BÜYÜK BIR ILTIFATTI VE DAHA DIKKATLI DINLEMEYE TESVIK MANASI TASIYORDU.

     

    HZ ALİ İLE BERABER KAHVALTI ETMEKTEDİRLER. HZ PEYGAMBER GÜLÜMSEMEKTEDİR, ÇÜNKÜ ÇAKTIRMADAN YEDİĞİ ZEYTİNLERİ HZ ALİ' NİN

    ÖNÜNE YIĞAR. SONUNDA HZ ALİ' YE ÖNÜNDEKİ ZEYTİNLERİ GÖSTEREREK; EY ALİ ÇOK ACIKMIŞSIN HERHALDE, NE KADAR DA ÇOK ZEYTİN YEMİŞSİN” DER. HZ ALİ ŞAKAYI ANLAR VE HEMEN CEVAP VERİR; “EVET YA RESULALLAH! FAKAT SİZ DAHA ÇOK ACIKMIŞSINIZ HERHALDE , BAKSANIZA ÖNÜNÜZDE HİÇ ÇEKİRDEK YOK, ÇEKİRDEKLERİYLE BERABER YEMİŞSİNİZ”.

     

    YAŞLI BİR KADIN MESCİDE GELİR VE PEYGAMBER EFENDİMİZ’E; “EY ALLAH’IN ELÇİSİ ,BENİM İÇİN DUA ET DE ALLAH BENİ CENNETİNE KOYSUN.”DER

    HZ PEYGAMBER; “YAŞLI KADINLAR CENNET E GİREMEZ” DER.

    BUNUN ÜZERİNE KADIN ÜZÜLÜR VE AĞLAMAYA BAŞLAR. RASULULLAH GÜLEREK;ÜZÜLME! DER, ''CENNET ‘E HERKES GENÇLEŞMİŞ OLARAK GİRECEK”.

     

    BİR ARKADAŞI PEYGAMBERİMİZDEN BİR BİNEK DEVESİ İSTER.. O; “OLUR DER SENİ BİR DİŞİ DEVE YAVRUSUNA BİNDİRELİM”. ARKADAŞI ŞAŞIRARAK İTİRAZ EDER;

    -“İYİ AMA BEN DEVE YAVRUSUNU NAPAYIM? İŞİME YARAMAZ Kİ”

    HZ PEYGAMBER GÜLER VE; “BÜTÜN DEVELER BİR DİŞİ DEVENİN YAVRUSU DEĞİL Mİ” DER.


  4. Mevlâna'nın Namaz Değerlendirmesi, Mesnevî'den...

     

    Namaza tekbir getirip başladıklarında, kurban misali bu alemden çıktılar. Çünkü imamın 'Allahü Ekber' demesinin manası şudur:

     

    - İlahi! .. biz senin huzurunda kurban olduk!...

     

    O sırada beden İsmail, can da İbrahim (sav) gibidir ki can, bedenin heva ve hevesini kesmek için tekbir getirmiştir.

     

    İşte o zaman beden, şehvetlerden ve hırslardan ölüp kurtulmuş, kul namaza başladığında :

     

    - Bismillâhirrahmânirrahim, diyerek boğazlanmıştır.

     

    Namaz kılanlar kıyamet gününde Allahu Teâla'nın huzurunda nasıl ki saflar halinde duracaklar, aynen o şekilde nefislerini hesaba çekerek, Rablerine yalvararak gelirler.

     

    Allah'ın huzurunda göz yaşı dökerler. Kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilir gibi namazda kıyam ederler. Cenab-ı Hak onlara şöyle der :

     

    -Sana verdiğim süre içinde ne kazandın, bana ne getirdin ?

    -Ömrünü hangi amelde bitirdin ?

    -Rızkını ve kuvvetini hangi işte tükettin ?

    -Gözünün cevherini nerede eskittin ?

    -Beş duyu organını nerede kullandın ?

    -Sana bel ve kazma gibi el, ayak verdim. Ben onları kendi lütfum ile bağışlamıştım. Ne oldular ?

     

    Onlar bu halde iken sorular ardı ardına gelir. Soruya muhatap olan utancından iki kat olup rüku halini alır. Zira utandığından ve ayakta duracak hali kalmadığından, Allahu Teâla'yı tesbih eder :

     

    -Sübhane Rabbiyel Azim, der. Cenab-ı Hak :

     

    -Ey Kulum ! Başını kaldır da sorularıma cevap ver, diye ferman eder.

     

    Kul mahcup bir halde başını kaldırır ama ayakta duramaz.Hemen secdeye kapanır. Bu kez ona :

     

    -Secdeden başını kaldır, yapmış olduklarını anlat, denir.

     

    Fakat kul, mahcup olarak başını secdeden bir ara kaldırsa da duramaz. Hemen yüz üstü kapanır. Cenab-ı Hak tekrar :

     

    -Başını kaldır ve açıkla! Yaptıklarından birer birer hesap soracağım , buyurur :

     

    İşte bu heybetli hitaplar o kulun ruhuna tesir eder. Artık ayakta duracak hiç hali kalmamıştır. bu ağır yükün tesirinden dolayı ayakları üstüne otura kalır. Cenab-ı Hak bu halde iken ona :

     

    -Anlat şu halini! Sana nimet vermiştim. Nasıl şükrettiğini söyle. Sana sermaye vermiştim, nasıl tükettiğini göster !..der.

     

    Ve....Kul, bir çıkış yolu bulabilmek için sağ tarafına selam vermek üzere, nebilerin ve meleklerin bulunduğu tarafa yönelir :

     

    -Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllah, der.

     

    Bunu yapmakla, 'ey manevî rehberler! ..Şefaat ediniz ki bu kötü kuşun ayağı ve dili çamura batmış, kurtulsun' demek ister.

     

    Onun bu sözü üzerine peygamberler ona şöyle der :

     

    -Biz dünyada iken sana çare idik. Orada salih amellerde bulunmadın. Şimdi vakitsiz öten kuş gibisin. Ey talihsiz kişi !.. Git, kanımıza girme.

     

    Onlardan bir fayda göremeyen kul, bu kez sol tarafa aile ve yakınlarının bulunduğu tarafa, soluna yönelir :

     

    -Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllah, der. Onlar da :

     

    -Sus !.. Bizden yardım isteme. Biz kim oluyoruz ki sana yardım edelim.Bizden el çek, derler.

     

    Zavallı ne o taraftan ne de bu taraftan bir fayda görür. Ruhu çaresiz kalır: Kalbi parça parça olur. böylece ümitleri tükenmiş bir halde Allahu Teâla'ya yalvarmak için ellerini yukarı kaldırır :

     

    -Ya Rabbi!.. Artık ümidim kalmadı. Sığınacak tek kapım sensin. Senin rahmet ve mağfiretinde son yoktur, der."


  5. 1925 yılında Samaç’ta(*) dünyaya gelen Aliya, babasının Saraybosna’ya taşınmasıyla beraber, artık doğduğu şehirden ziyade -kendisinin de deyimiyle “Saraybosnalı’yım”- kimliği ön plana çıkmıştır.

     

    Gençlik yıllarından itibaren siyasetle ilgilenmiştir. Henüz 16 yaşındayken, yani II. Dünya Savaşı sırasında “Genç Müslümanlar Örgütü”ne üye oldu. Bundan dolayı da savaştan sonra hapsedildi. 1949 yılında beş yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Hapisten çıktıktan sonra, hukuk, sanat ve bilim konularında eğitim gördü. Bu esnada bir inşaat şirketinde işe girdi. “Genç Müslümanlar” teşkilatında aldıkları karar doğrultusunda, dinî eğitim almaya başlayan Aliya İzzetbegoviç, Yugoslavya’da yayınlanan birçok dergi ve gazetenin yanısıra, İslam dünyasında da yazılar neşretti.

     

    Bütün dünyada büyük bir yankı uyandıran en önemli eserleri 1970 yılında kaleme aldığı “İslam Bildirisi” (manifestosu) ile 1980 yılında tamamladığı “Doğu ile Batı Arasında İslam” adlı kitaplarıdır.

     

    “İslam Bildirisi” kitabı delil gösterilerek 1983 yılında tutuklanarak 14 yıl hapse çarptırıldı. Önce 12, arkasından 9 yıla indirilen cezası, sonradan, yaptığının hatalı olduğunu söylemesi neticesinde çıkarılacağı ifade edilmesine rağmen bu teklifi şiddetle reddetti. Daha sonra uluslar arası baskının da etkisiyle affedildi. 1989 ylında hapisten çıktı.

     

    Henüz hapisteyken komünist bloğun dağılacağını ifade eden Aliya, yakın arkadaşlarıyla beraber bu durumun kritiğini yaptı. Nitekim çıktıktan bir müddet sonra 1990 yılında bir sanatçı arkadaşının ismini koyduğu “Demokratik Hareket Partisi - Stranka Demokratske Akcije” SDA’yı kurdular. Oybirliği ile ilk başkanı seçilen Aliya, ölünceye dek genel başkan olarak kaldı.

     

    Kitabını hazırlayan Alev Erkilet Hanıma: “Sizi en çok hangi yönü etkiledi?” diye sorulduğunda, o: “Beş yüz sayfanın her satırı... Bu kadar ceza, ayrımcılık ve katliam yaşadığı halde, kalbi asla katılaşmamış bir insandı, beni en çok bu insan yanı etkilemiştir.” diyerek insanî ve İslamî hoşgörüsünü ifade etmekte.

     

    Cemalettin Latiç ise: “Her zaman göğsünü gere gere, İslamcı olarak gördüğünü ve bu yüzden hapiste yattığını söylerken, o, ayağında prangalar taş kırdı, ama bir gün olsun ideallerinden kaygılanmadı.” Aliya, dostlarına şunları söylüyordu: “Bağımsız bir Bosna devleti kuruldu, zalimler devrildi. Çok yaşadım ve yoruldum. Şimdi sevgilime kavuşmak istiyorum.” derken dünyada yapacaklarını yaptığını ifade ediyor.

     

    Fransız aydını Henry Levi’nin deyimiyle: “Avrupa Bosna’da öldü.” Yani Avrupa’yı Bosna’da öldürürken Aliya şöyle diyor: “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”

     

    “Hayat kısa değil, ben onu uzun buluyorum.” diyen, İslam dünyası için bir model lider olan Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, 78 yaşında 19 Ekim Pazar günü Hakk’a yürüdü.

     

    Büyük bir değerini kaybeden İslam dünyasının başı sağolsun.

     

     

     

    Entellektüel bir liderdi

     

    Cesaret ve kararlılığıyla hemen herkesin dikkatini üzerinde toplayan İzzetbegoviç, fikri ile fizikini hiç bir zaman ayırmadan yaşadı. İnce siyasetiyle bir ulusun imhasını önleyen Aliya, gittiği bütün toplantılarda halkını düşünerek hareket etti. Budapeşte’deki bir toplantıda kadeh kaldırmayan tek lider oydu. Cidde’de yapılan bir toplantı sonunda Kabe’ye giden Aliya, iki rekat namaz kıldıktan sonra şöyle dua eder: “Allah’ım, lütfen kendi merkezlerinden çok uzakta yaşayan halkıma, çektikleri acılarda ve yalnızlıklarında yardım et.”

     

    Evet, o genç yaşta başlattığı mücadelesini, asimile edilmek istenen milletini, İslam kültürüyle ayağa kaldırmaya çalıştı. Riske girmeyi hayatının bir parçası gördü.

     

    Dinî terbiyesini, önce ailesinden, özellikle de annesinden alan Aliya, mahalle camisindeki sabah namazlarını ve hocanın okuduğu Rahman suresini unutamadığını söylemekte. Daha sonra Ali Mütevellic’in yazdığı “İslam Işığında” adlı eseri ile Osman Nuri Haciç’in “Hz. Muhammed ve Kur’an” isimli eserlerin İslam’ı anlamasında çok rolünün olduğunu ifade etmekte.

     

    Bosnalı Müslümanlar olarak çok baskı gördüklerini ifade eden Aliya İzzetbegoviç, bu yüzden yeterli dinî eğitim alamadıklarını söylemekte. “Ben, İslam’ı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Fazlurrahman gibi alimlerin kitaplarından öğrendim.” demekte.

     

    Maziyi iyi bilen, geleceğe ümitle bakan, hali iyi değerlendiren kültürlü bir Müslüman lider olan Aliya İzzetbegoviç örnek bir kişiliğe sahipti.

     

     

     

    Aliya’nın kişiliğinden kesitler

     

    Aliya, riya olur veya üzerine gösteri gölgesi düşer korkusuyla cuma namazını hangi camide kılacağını en son ana kadar gizli tutardı. Gideceği camiyi, oğluna ve korumalarına, arabaya bindikten sonra söylerdi.

     

    Dini istismardan çok korkardı...

     

    Savaşa rağmen, cuma namazında Gazi Hüsrev Bey Camii tıklım tıklım doluydu. Hocaefendi hutbedeyken, oğlu ve iki korumasıyla camiye giren Aliya İzzetbegoviç’e yer ayırarak öne geçmesini teklif ettiler, diğer taraftan da hoca hutbeyi durdurdu. Bu durum karşısında Aliya, “Burası Allah’ın evidir. Burada farklılık olmaz. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır Herkes bulduğu yere oturur. Ben, burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; amma, İslam’ı inşaallah çiğnetmeyeceğiz... Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın.” demişti. Aliya’nın bu tavrından dolayı bütün cemaat duygulanmıştı.

     

    Emeklilik maaşıyla geçinen Aliya, geride kalanlara servet olarak mal-mülkten ziyade, hürriyet bırakan bir lider olarak dünyadan ayrıldı.

     

    O, en zor şartlarda dahi, adalet ve hoşgörüyü elden bırakmadı. Kimseden nefret etmediğini söyleyen Aliya, şöyle diyor: “Bizler özgürlük için mücadele eden, kimseden nefret etmeyen bir halkız. Kısmen cesaretimiz, kısmen de bilgeliğimiz ve iyiliğe yönelmemiz suretiyle amacımıza ulaşmak isteyen insanlarız. İnsanlara karşı nefret hissetmiyorum. İnanın bana, tüm bu acı tecrübelerden sonra dahi, insanlardan nefret etmiyorum. Herşeyin güzel neticeleneceğine ve bu cehennemden bir çıkış olduğuna dair ümit etmemi sağlayan şey budur işte.”

     

    Görüldüğü gibi en zor şartlarda dahi, ümidini kaybetmeyen, etrafına pozitif enerji vermeye çalışan bir kişiliğe sahip olduğu gibi, hiçbir zaman da kin tutmamıştır. Arkadaşlarına “geçmişi unutmayın, ama geçmişte yaşamayın” derken çok çalışmaları gerektiğini ifade etmekte. Ahlakın üstünlüğünü ve tesisini sağlamak için çalışan Aliya, entrikayı sevmediği gibi, açık ve şeffaf olmaya azamî derecede gayret eder ve hesap vermekten hiç çekinmezdi. Makam ve mevkî, onun için inanç ve ideallerini gerçekleştirme yolunda bir amaç değil, bir araçtı.

     

    Mütevazı, ama onurlu bir kişiliği vardı. Eleştiriye açıktı. Hayatı boyunca, Allah’a ve İslam’a göre şekillenen şahsiyetiyle, kendine olan güveniyle hep dik durmuştu. Gençlerin önünü açmak için, huzur içinde makamını genç kadrolara bıraktı ve onlara tecrübeleriyle yardımcı olmaya çalıştı. Ne asil, ne erdemli anlayış ve davranış.

     

    Hayatını özgürlük ve ülkesinin bağımsızlığına adayan Bilge Kral şöyle diyor:

     

    “Ben, her zaman ülkemi sevdim ve severim. Fakat, otorite söz konusu olunca hiçbir otoriteyi, hiçbir zaman sevmem. Otoriteye sadece riayet edebilirim. Çünkü ben, bütün sevgimi özgürlüğe adadım.”

     

    “Evet ilerlemiş yaşıma rağmen, inanıyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. Ya da daha doğrusu, bunu görecek kadar yaşamayı diliyorum. Çok mu bencilce bir istek bu? Belki de öyle, ancak size hayatım ve ölümüm hakkında hiç de takıntılı olmadığımı söylediğimde bana inanmalısınız. 70 yaşındayım ve daha uzun bir yol var önümüzde. Bireyler ölür, halklar yaşar. Mücadeleler bana bağlı değil. Önemli olan da bu. Sancağı binlerce insan taşıyor. Bunu sürdürecekler.”

     

    Dünyada istediğine ulaşan Boşnaklar’ın “Dede”sine Allah’tan rahmet, geride bıraktığı bağımsız Bosna-Hersek devletine de nihayetsiz ömür diliyorum.

     

     

     

    Kaynaklar:

     

    - Aliya İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, Klasik Yayınları,

     

    - Gerçek Hayat, Ekim 2003,

     

    - Yeni Şafak, 23-27 Ekim 2003,

     

    - Vakit, Sibel Eraslan,22 Ekim,

     

    - Zaman, Ali Bulaç, 25 Ekim,

     

    - Diyanet Dergisi, 154. sayı, Ekim 2003,

     

    (*) Samaç: 1868’de Belgrad’dan ayrılan müslümanlar için, Abdülaziz tarafından kurulan şehir. İlk ismi Aziziye iken sonra bu isimle anılmıştır

    • Like 1

  6. 14 Şubat gününün ülkemizde sevgililer günü (!) olarak kutlandığını bilmeyen yoktur. Neden 14 Şubat? Nisan değil, Temmuz değil de 14 şubat dersiniz? Bu günün seçilmesinin özel bir anlamı mı var?

     

    Roma halkının kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak kabul ettikleri Juno'ya saygılarını ifade etmek için 14 Şubat'ta tatil yaptıklarını biliyoruz. Zaten 15 Şubat da eski Roma'nın büyük bayramı(!) ''Lupercalia'' idi.

     

    Bu bayram halkın genç nüfusu için çok önemliydi. 14 Şubat günü genç kızlar, isimlerinin yazılı olduğu küçük kağıt parçalarını bir kavanoza koyarlardı. Genç erkekler de bu kavanozdan çektikleri kağıtta kimin adı yazıyorsa o kızla bayram süresince birlikte olurdu.

     

    Kadına nasıl değer verdikleri anlaşılıyor. Günümüzdeki karnaval ve faşinglerin eski Roma'dan farkı var mı bilmiyorum?

     

    14 Şubat'ın sevgililer günü olmasının ikinci bir sebebi daha var:

    Aziz Valentine, Claudius'un hükümdarlığı zamanında Roma'da yaşayan bir papazdı. İmparator Claudius ''savaşacak asker bulamam'' endişesiyle Romalı erkeklerin evlenmelerini yasak etmişti.Valentine kendisi gibi papaz olan Aziz Marius'la birlikte Claudius'un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendiriyordu. Ancak imparator bu durumu kısa bir süre sonra öğrendi. MS 270 yılının 14 Şubat günü Valentine sopa ile dövülerek öldürüldü. Roma halkı her yıl 14 Şubat'ta Aziz Valentine'yi anmak için törenler düzenliyordu. 496 yılında Papa Gelasisus 14 Şubat'ı sevgililer günü olarak ilan etti. 1800'lü yılların sonuna doğru 14 Şubat resmen sevgililer günü olarak ilan edildi. (Posta Gazetesi, 11 Şubat 2005)

     

    Avrupalıların Valentine günü olarak da adlandırdıkları 14 Şubat'ta papazları memnun etmek ve onların özel günlerine sahip çıkmak istiyorsanız siz de sevgilinize, - dikkat buyurun eşinize, sevdiklerinize değil- (ne demekse sevgili?) hediye alabilir, kart gönderebilirsiniz...

     

    YÜZAKI DERGİSİ


  7. BEN SENİ SEVDİM Mİ?

     

    Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne?

    Tuttum ta içime oturttum seni

    Aldım, okşadım, saçlarını öptüm

    İçtim yudum yudum güzelliğini

     

    Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette

    Bendeydi özlemlerin en korkuncu

    Çıldırırdım ne kadar uzaksan

    Aşk değil, hiç doymayan birşeydi bu

     

    Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu

    Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim

    Biri vardı ağlayan gecelere

    Biri vardı sana tutkun; o bendim...

     

    Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük

    En solmayan güller açtı içimde

    Ömrümü değerli kılan birşeydin

    Sen benim toz bulanık geçliğimde.


  8. BİR GECE ANSIZIN

     

    Bu kadar yürekten çağırma beni

    Bir gece ansızın gelebilirim

    Beni bekliyorsan, uyumamışsan;

    Sevinçten kapında ölebilirim

     

    Belki de hayata yeni başlarım

    İçimde küllenen kor alevlenir

    Bakarsın hiç gitmem, kölen olurum

    Belki de seversin beni kim bilir

     

    Kal dersen dağlarca severim seni

    Bir deniz olurum ayaklarında

    Aşk bu, özleyiş bu, hiç belli olmaz

    Kalbim duruverir dudaklarında

     

    Ya da unuturum kim olduğumu

    Hatırlamam belki adımı bile

    Belki de çıldırır, deli olurum

    Sana kavuşmanın heyecanı ile

     

    Aşk bu, bilinir mi nereye varır

    Ne durdurur özleyeni, seveni

    Bakarsın ansızın gelebilirim

    Bu kadar yürekten çağırma beni


  9. İlahi Flört! Yani nerden aklına gelmiş Yunus'un sözlerine beste yapmak? Öyle bi hale gelmiş ki zoddirik, lay lay lom olmuş... Müziğin sesinden zaten sözler duyulmuyor... Artık gruplar fazla uçar oldu, tasavvuf müziğine bile el atmışlar. Maşaallah her telden çalıyorlar, heralde gitarın tellerinden kaynaklanıyor :rolleyes:


  10. TAVANSIZ

     

    Büyüklerden biri, bir vaize taşsız bir yüzük vererek

    -Al bunu da bana dua et. deyince vaiz şu karşılığı vermiş:

    Allahım sana cennette tavansız bir köşk ihsan eylesin!

     

     

    NEREYE

     

    Bir köylü fukahadan birine,

    -Abdest almak için soyunup, göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim? diye sorar. Fakih şu cevabı verir:

    -Ne tarafa soyunduysan o tarafa döndür de, elbiselerini çalmasınlar.

     

     

    İSLAM'IN ŞARTI KAÇ?

     

    İki köylü konuşuyorlar:

    -Recep, seni ağlamış görüyorum yanakların da kızarmış dayak mı yedin ne?

    -Ah kardeş sorma... Köyün imamı demin kahvede ''İslam'ın şartı kaç?'' diye sordu.

    -Ee sen de ''İslam'ın şartı dokuzdur'' diyemedin mi?

    -Ne diyorsun be, Allah'ı seversen! On ikiye kadar çıktım da yine razı olmadı. (Külliyat-ı Letaif)

     

     

    KURTUN VADİSİ

     

     

    Koyun dereden su içiyormuş. Başında bir kurt bitmiş.

    -Seni yiyeceğim çünkü suyumu bulandırıyorsun.

    -Nasıl olur kurt kardeş? Ben suyun aşağısından içiyorum, sense suyun başındasın. Kaynağın orada... Ben senin suyunu bulandıramam ki...

    -Olsun, seni yiyeceğim. Çünkü bir gün suyun başına geçersen, suyu bulandırma ihtimalin var!

     

     

    CAFCAF DERGİSİ'nden alıntıdır.


  11. ANNE

     

    İlk kundağın

    Ben oldum, yavrum;

    İlk oyuncağın

    Ben oldum!

     

    Acı nedir;

    Tatlı nedir, bilmezdin...

    Dilin, damağın

    Ben oldum!

    Elinin ermediği,

    Dilinin dönmediği

    Çağlarda, yavrum,

    Kolun, kanadın

    Ben oldum;

     

    Dilin, dudağın

    Ben oldum!

    Belki kıskanırlar diye

    Gördüklerini

    Sakladım gözlerden

    Gülücüklerini...

    Tülün, duvağın

    Ben oldum!

     

    Artık isterlerse, adımı

    Söylemesinler bana;

    ''Onun annesi'' diyorlar...

    Bu yeter; sevgilim, bu yeter bana!

     

    Bir dediğini iki

    Etmeyim diye öyle çırpındım ki

    Ve seni öyle sevdim, sana

    O kadar ısındım ki

    Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim...

     

    Gün oldu, kırdın...

    İncinmedim:

    İlk oyuncağın

    Ben oldum, yavrum,

    Son oyuncağın

    Ben oldum...

     

    Layık değildim,

    Layık gördüler:

    Annen oldum, yavrum

    Annen oldum!


  12. AŞK'ın VAV HALİ

     

    Ey aşkın binbir başlı vav hali

    Ey sonsuz kavram

    Gaflet vaktinde

    Gel gönlümün üstüne

    Usta bir hattatım ben

    Aşkı çizerim mekanlara

    Aşk sığmaz ki bu ummana

    Vav olur gözlerimiz

    Bürünürüz canlara

    Bir seyyah gibi

    Gelip göçen, göçüp giden

    Bu mekandan mekana

    Demem o ki

    Tarifinin yapamam ben imkana

    Bir hattatatım

    Zamana vav çizmekteyim

    Hilalin dolunaya

    Dolunayın hilale dönüştüğü zamana

     

    Ve mahlukat

    Nefes nefes aşk çekerken Mevla'ya

    Üstünde aşk kokusu var

    Yaşadıkça beni yontar

    Ve benzetir insana

    Elimde vav

    Gönlümde vav

    Gözümde vav

    Dem dem vav kesilirim

    Beni insan yapana

    Ey kalbimden geçeni bilen Allah'ım

    'Kulum' de kafi bana

    İster narına garket

    İster nuruna

     

    Mehmet Ekici


  13. Kayışzade Hafız Osman, daha hayatta iken yazıları aranan, bedestende yapılan artırmalı satışlarda çok rağbet gören hatların sahibi idi. O'nun her yazısı yüksek fiyatlara satılıyordu. Bir gün Beşiktaş'tan bir dolmuş kayığa binip, Üskadar'a geçiyordu. Kayık iskeleye yanaşınca müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başladılar. Hafız Osman üstünü arayıppara bulamayınca kayıkçıya döndü:

    -Hemşeri, benim param yok, sana bir 'vav' yazıvereyim; olmaz mı? dedi

    Kayıkçı homurdanarak;

    -Paran yoktu da ne diye bindin kayığa? Senin yazacağın 'vav'ı ne yapayım ben? dedi

    -Satarsın, dedi. Hafız Osman ve hemen imzalı bir 'vav' yazıp kayıkçıya uzattı

    Günün birinde kayıkçının yolu Bedesten'e düştü. Baktı ki kargacık burgacık yazılar, karalamalar mezat edip duruluyor. Hatırlayıp, cebinden 'vav'ı çıkardı. Tellal - Hafız Osman 'vav'ı... dedikçe fiyat durmadan arttı. Kayıkçı hiç ummadığı kadar para kazanınca pek sevindi.

    Bir gün yine Hafız Osman'ı kayığına binmiş gören kayıkçı:

    -Para istemez hoca, sen yine bir 'vav' yazıver deyince, Hafız Osman:

    -Hemşeri, o 'vav' her zaman yazılmaz. Sen al paranı diye cevap verir.


  14. - Efendim, bizlere sık sık zat-ı alinizle bir mülakat isteği iletiliyordu. 'İnşaallah Cenab-ı Hak bir fırsatını verir' diyorduk. Çünkü Altınoluk çok geniş bir kesime ulaşıyor Elhamdülillah. Yeni bir nesil var.Yeni nesil de zat-ı alinizi tanımak istiyor.Belki umumi görüşmeler ve sohbetlerde bir akisleşme oluyor ama, en azından bazı çizgilerle daha yakından tanımak istiyorlar. O da muhakkak bir muhabbetin tezahürü. O bakımdan uzun zamandır bazı şeyleri paragraf paragraf da olsa ilk kaynağından, yani bizzat zat-ı alinizin lisanından öğrenmek arzu ediyorduk.

     

     

    Altınoluk dergisinde en çok okunan, sevilerek okunan yazılar da bu şekilde Hoca efendilerle yaptığımız sohbetler oluyor. Biz bu sohbet dizisini öncelikle zat-ı alinizden başlatmak isterdik ama kısmet olmadı. Geç olmakla birlikte inşaallah telafi etmiş oluruz.

     

     

    Evvelce bizim camiamızda bu kadar okunma imkanı yoktu.Gazeteler de ona göre. Cumhuriyet gazetesine gittik, mektepte okurken. Gezdirdiler Cağaloğlu'ndaki binayı... O zamanın en çok satılan gazetesiydi; 13 bin küsür dediler o zaman.

     

    Evvelce bir tek 'Büyük Doğu' çıkardı... Senede ya iki sayı, ya üç sayı. Ya parasızlıktan kapanırdı, yahut da Necip Fazıl Bey hapse girerdi. 'Sebilürreşad' daha evvel çıktı, günü belli olmazdı, onun için garipler, üzerine tarih de koymazdı. Senede bir çıkar veya çıkmazdı. Eşref Edib Bey çıkarırdı Allah rahmet eylesin. Abdurrahman Zapsu Bey sağdan soldan seksen-yüz lira topladı mı bu işi yapmaya cür'et ederdi. Ve okuyan da olmazdı. Herkes getirir bir kenara koyuverirdi. Yani İslami gayret sönmüştü.

     

    -Necip Fazıl'ın zat-ı alinize ziyaretleri oldu mu efendim?

     

    - Son zamanlarda olmuştu. Eski mücahit grup, hattatlar vs çok nazik, zarif, kanaatkar , zahiren geçimli insanlardı. Fakat ameli yanları biraz zayıftı. yüzde doksanı namazı kılmazdı mesela. Ama yine mücahid diye biz onlara hürmet ederdik, severdik. O zamana göre öyleydi. Bir kimseyi bir yerinden yakalamak lazım.

     

    Necip Fazıl merhumla Hacı Osman görüşürdü, sonra sonra Hacı Abdullah Muammer görüşürdü biraz da. Daha sonra fakir görüştüm tek tük, pek de nasip olmadı. Daha sonra da Hulusi abim görüşür oldu. Hulusi abim çok kızardı ilklerde, sonra sevmeye başladı.

     

    -Davanın cefasını da çekti efendim değil mi?

     

    -Çekti evet. Hapisle cezalandırıldığında bir ziyaret sırasında 'lağım farelerine müjdeler olsun, biz tünele giriyoruz' demiş. Bir de bu hürriyet, serbestlik içinde olsaydı neler yazardı.

     

     

     

    'ALLAH DOSTUNUN DÜNYASINDAN. HACI MUSA TOPBAŞ EFENDİ İLE SOHBETLER' kitabından


  15. Hüsnü hatta 'vav, elif, la' nın anlamı büyüktür. Özellikle de 'vav' harfinin. Bi söz vardır; pilavı güzel yapan artık sınavı geçmiştir, bütün yemekleri ustalıkla yapar diye. Konuya mukabil, hattatların söyleyişiyle 'vav' sınavını geçen de artık belli bir mevkiye ulaşmıştır...

     

     

     

    İmam Rabbani'den;

     

    İllallah sarayında masivanın boynuna 'LA' ile vurmadıkça Allah'a ulaşamazsın.

×
×
  • Create New...