Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

tugra

Üye
  • Content Count

    185
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by tugra


  1. Vaktinüze hazır olun ecel varur gelür bir gün

    Emanetdür kuşca canun ıssı vardur alur bir gün

     

    Niçe bin kerre kaçarsın yidi deryalar geçersin

    Pervaz uruban uçarsın ecel seni bulur bir gün

     

    İş bu meclise gelmeyen anup nasihat almayan

    Elifden bayı bilmeyen okır kişi olur bir gün

     

    Tutmaz olur tutan eller çürür şol söyleyen diller

    Sevüp kazanduğun mallar varislere kalur bir gün

     

    Yunus Emrem bunı söyler ışkun deryasını boylar

    Şol yüce köşkler saraylar viran olur kalur bir gün


  2. Dolap niçün inilersin derdüm vardur inilerem

    Ben Mevla'ya aşık oldum anun içün inilerem

     

    Benüm adım dertli dolap suyum akar yalap yalap

    Böyle emreylemiş Çalap anun içün inilerem

     

    Beni bir dağda buldılar kolum kanadum kırdılar

    Dolaba layık gördiler anun içün inilerem

     

    Dülügerler beni yondı her azam yirine kondı

    Bu inildüm Hak'dan geldi anun içün inilerem

     

    Suyum alçakdan çekerem dönüp yüksekden dökerem

    Görün şu ben ne çekerem anun içün inilerem

     

    Ben bir dağun ağacıyam ne tatluyam ne acuyam

    Ben Mevla'ya duacıyam anun içün inilerem

     

    Derviş Yunus eydür ahı gözyaşı döker günahı

    Hakk'a aşıkum vallahi anun içün inilerem


  3. Dertlü ne ağlayup gezersin burda

    Ağladursa Mevlam yine güldürür

    Nice dertlü kondı göçti burada

    Ağladursa Mevlam yine güldürür

     

    Bu derd benüm munisümdür yarümdür

    Arşa çıkan benüm ah ü zarumdur

    Seni ağlatan lutf ıssı kerümdür

    Ağladursa Mevlam yine güldürür

     

    Daim Hakk'a cemalüni dike-dur

    Zikr ile Mevla'yı dilden ana-dur

    Kahrı kime ise lutfı anadur

    Ağladursa Mevlam yine güldürür

     

    Sevdaya salma şu garib başunı

    Akıdur gözünden kanlu yaşunı

    Kerimdür onarur kulun işini

    Ağladursa Mevlam yine güldürür

     

    Yunus senün gözlerinde çok hal var

    Önünde uğrayup geçecek yol var

    Gice gündüz dur da Mevla'ya yalvar

    Ağladursa Mevlam yine güldürür


  4. 3384-anka-bb.jpg

    Tür : Dram / Psikolojik / Politik

    Yönetmen : Mesut Uçakan

    Senaryo : Mesut Uçakan

    Görüntü Yönetmeni : Mehmet Gün

    Yapım : 2006,

     

    Oyuncular

     

    Yalçın Dümer , Kenan Bal , Ceren Öztürk , Rahmi Dilligil , Gafur Uzuner , Kaan Girgin , Cansu Şahin , Mahmut Hekimoğlu , Fatih Hürkan

     

    Çocukluğunda ufak ve kendi halinde bir kasabada büyümüş olan Selman, anne ve babasını kaybedince okumak için büyük şehre gitmiş ve yıllarca burada kalmıştır. Çekmiş olduğu ilk filmle pek çok festivalde ödül ve övgü almış olsa da, kendi içinde bir türlü çözemediği hesaplaşmalardan kurtulamamaktadır.

     

    Geçmişte yaşamış olduğu sakin ve kendi gelenekleri içinde yaşayan o kasaba ile yıllarca öğrenim gördüğü ve büyüdüğü metropolün karmaşası arasındaki ikilemin getirdiği çelişkiyi bir türlü içinden atamayan Salman, çok mutsuzdur. Artık bir çözüm bulmak zorunda olduğunun bilinci ile doğduğu kasabaya giderek Emin Efendi'yi bulur ve baş edemediği soruların cevaplarını onunla birlikte aramaya başlar.

     

    Wachowski Kardeşler’in Matrix üçlemesinin paralelinde bir öyküsü olması nedeni ile ilgi çeken Anka Kuşu’nun yönetmeni, Türkiye'nin ilk bilim kurgu filmi olan Kavanozdaki Adam'dan ve geçen yıl vizyona çıkan Anne ya da Leyla'dan tanıdığımız Mesut Uçakan.

    Reis Bey, Yalnız Değilsiniz, Sonsuza Yürümek, Kelebekler Sonsuza Uçar, Ölümsüz Karanfiller... filmlerinden tanıdığımız yönetmen, bakalım son filminde neler sergilemiş? Hep beraber görelim...


  5. Misyonerlerin gayesi, başka milletleri Hristiyan yapmaktan ziyade, sömürüye hazır hale getirmektir. Aksi halde kendi gençliği ve milleti ruhen ve inanç yönünden ölüyor, halkı elden gidiyor, gelen giden olmadığı için on binlerce kilise kapanıyor, hatta bazılarını Müslümanlar satın alıp camiye çeviriyorlar... onlara yönelik hiçbir şey yapmazken, başka milletleri güya(!) Hristiyan yapacağız diye uğraşıyorlar. Gerçekte ise oraları daha fazla sömürmenin gayreti içindedirler.

     

    1963'te bağımsızlığına kavuşan Kenya'nın ilk Başbakanı Kamau Kenyatta'nın şu sözleri misyonerlerin durumlarını trajik biçimde çok güzel dile getirir: 'Misyonerler geldiğinde, İncil onların, topraklar Afrikalılıar'ın elindeydi. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Neden sonra gözlerimizi açtığımızda, İncil bizim, topraklar onların olmuştu.

     

     

    ABDULLAH UÇAR

     

    MİSYONERLER (Modern Haçlılar)


  6. Nicedir selamın alamaz oldum

    Anladım unuttun yazma istemem

    Sensiz de yaşanır bir dünya kurdum

    Kurduğum düzeni bozma istemem

    Sebep ne bilmesem, bilsem ne çıkar?

    Değil mi ki boşa geçti o güzel yıllar

    Aşkımı aşkına bağlasa yıllar

    Çevremde dolaşma, gezme istemem

    Vefasız diyene düşman olurdum

    Zamanlar içinde artık yoruldum

    Arayıp derdimi sezme istemem

    Demek ki ihmali gurur sanmışsın

    Yılları yerinde durur sanmışsın

    Aldandım derim de, bana kızma istemem

    Yaralı gönüle girilir sanma

    Ölen aşk yeniden dirilir sanma

    Özürle kabahat silinir sanma

    Bu yolda bin yalan düzme istemem

    Kapandı hesaplar artık açılmaz

    Kırıldı kanatlar tekrar uçulmaz

    Arasan, sorsan da faydası olmaz

    Hem beni, hem kendini üzme istemem

    Dünyamdan uzaksın, gönlümden ayrı

    İşin yok artık yanımda gelme istemem

    Acılar küllendi, deşilmez gayrı

    Geciken dermanı bulma istemem

    Peşine bir gözü takıp geçersin

    Kelebek gibisin, konar kaçarsın

    Gün gelir ektiğini sen de biçersin

    Bu kadar hercai olma istemem

    Bu hızlı hayattan yorulacaksın

    Zamanla elbette durulacaksın

    O zaman kalbini boş bulacaksın

    Ömrünü bin bölük bölme istemem

    Sana da çektirir gün gelir Allah

    Bıkarsın hayattan, dersin illallah

    Acılar çok derin olmaz inşallah

    Sevgisiz kal ama, ölme istemem

    Gizlice peşinden izlemekteyim

    Attığın her adımı gözlemekteyim

    Yürekten severek özlemekteyim

    Yine de bunları bilme istemem

     

    aslında bu şiiri ayrı başlık verip açmıştım ama site görevlileri başka başlık altında toplamışlar. konu açışımda yazmıştım, silinmiş. tekrardan yazmak icab etti:

     

    şiirin adı: istemem

     

    yazanlar: gölge and güzide gülpınar taranoğlu.


  7. hakikaten sayılan çoğu maddeyi biliyomuşum. istisnalar var ama onlar da yöre farklılığından olsa gerek. walla o dönem (hatta şimdi de) tek özlediğim 'SUSAM SOKAĞI' o başladımı öööyle dalıp, büyük bi zevkle izlerdim :D hey gidi günler!

    küçükken söyleyemez, 'mini guş' dermişim babam hala takılır öyle diye. 'kirpi' oynardık; en büyük çocuk ben olunca bi de o zamanlar kardeşlerime sözümü dinlettiğim için patron ben olarak benim fikrime uyulurdu :D (ne güzel şimdi de öle olsa)

    edi - büdü, kurabiye canavarı(hala içim gider onun yalandan yiyipte etrafa döktüğü kırıntıları) ...

     

    fikrimce şuanki çocuk programlarından çok daha kaliteli. ee doğru söze ne gerek?


  8. benim de kendimi gördüğüm yazısından biri. büyükbabamın ölümü canlandı gözümde. büyükbabamın hayatımda büyük yeri vardır az zaman paylaşmamıza rağmen. az ve öz yaşadık onunla (ALLAH RAZI OLSUN) ölümünün ardından günlerce ahirete intikaline inanamamakta güçlük çektim.

    aslında ölümü bütün aileyi sarsmıştı, çünkü sevilen biriydi. o zaman ben 8, kardeşim 5 yaşındaydı. ölümünün ardından kardeşimle babam ziyarete gitmişler, kardeşim mezara ööylece bakmış ve babama: nerde dedemin penceresi? demiş

    çocuk aklıyla demekki ölüyü 'pencereden' izleyebileceğini düşündü.

    vel hasıl sevdiğin insanın ölümü bu denli derin iz bırakıyor kalbinde. üstad her zamanki üslubuyla derince anlatmış duygularını...


  9. teşekkürlerimi fışkırtarak başlıyım...

    bizi duygulandırdığınız için. bu da bi erdemdir üstad'ın da zikrettiği gibi. eşinden aldığı mektup, sekerat-i mevt hali... epey koptuğumuz anlardan...

     

    yazıyı okurken (sav) in tebliği geldi aklıma. O'da bir kişi İSLAM olur düsturuyla yaşamıştıya ve olunca da dünyaların da O'nun olduğu. üstad da bu yol üzereydi, yayın yolu ağırlıklı sürdürmekteydi davasını. davasına da sımsıkı sarılıydı. (SAV) gibi zorluklarla boğuşmuş, bu yol üzere yaşamış ve nice insanlara ulaşmış.

     

    büyük insanların yaşamları da büyük ve inşaallah ahiretleri de büyük olacak. bize (bana) okyanusun damlası kadar ONLAR'ı yazmak düşer.

     

    SİZE İKİ ŞEY BIRAKIYORUM, ONLARA SIMSIKI SARILDIĞINIZ MÜDDETÇE ASLA SAPMAZSINIZ. ALLAH'IN KUR'ANI VE RASUL'üN SÜNNETİ. (HADİS)

    HERŞEY O'NUN İÇİN GELDİ, O'NUNLA GELDİ VE O'NUNLA GAYESİNE ERECEK.

     

    tebliğ üzere yaşamak için...


  10. Birçok insanın dost bulamamaktan şikayet ettiğini işitirsiniz. Öte yandan dostluk övgüsüyle dolu birçok edebiyat metniyle karşılaşırsınız. Dost bulamadıklarından yakınanlar kendilerine dostça tavır gösterilmeyişi dolayısıyla hoşnutsuzdur. Dostluğu övenler ise kendi dost duygularına güvenenlerdir. Açıkçası dostluk insanlar arasındaki yankısını karşılıklılık suretiyle değil, iki taraftan yalnızca birinin tutumu yüzünden bulabiliyor. Dostluğa hakkını vermek, yani dostlar arasındaki sağlam dengeye kavuşmak çok zor. Bu zorluk karşısındaki görüşlerini Henry Adams (1838-1918) şöyle dile getirmiş:'Ömür boyunca bir dosta sahip olmak hayli miktarda sayılır; iki dost çok sayıda demektir; dostlardan üç tane edinmek ise neredeyse imkan haricindedir.' Bir dostluk kurmak bile yeterinden çoğunu kazanmış olmak demektir.

    Acaba bu kıtlık hangi sebeplerden ötürü doğmaktadır dersiniz? Henry Adams, yukarıdaki sözleri dostluk şartlarının bir arada bulunmasının ne derecede müşkil olduğunu bildiği için söylemiş. Şöyle devam ediyor sözlerine: 'Dostluk hayatta belirli bir koşutluğu, bir düşünce müşterekliğini, amaca ulaşmada bir yarışmayı gerektirir.' İki insanın bu üç şartı aynı anda yerine getirmek suretiyle dostluğa ulaşmaları gerçekten 'yeterinden çok' bir şeyi gerçekleştirmiş olmaları demektir. Halbuki biz yukarıda sayılan üç şarttan yalnızca birini getirdiğimizde dostluk doğuversin isteriz. Çünkü her üçü de tek başına küçümsenecek işlerden sayılmaz.

    Hayattaki belirli koşutluk yalnızca bir ortamı paylaşmaktan ibaret sayılmaz.İki insanın koşut(paralel) hayatı olması demek onların yaşama düzeni bakımından aynı yöndeki akışı benimsemesi demektir. Her ikisinin dış zorlamalar yüzünden aynı hayat kalıbına zorlanmış olmaları koşutluğu doğurmaz. Gerekli olan istikameti paylaşmaktır. İkinci şartı yerine getirmek, düşünce müşterekliğini ele geçirmek hayat koşutluğu içinde bulunmaktan daha zordur. Çünkü iki insanın düşünce müşterekliğindeki kıvamı tutturabilmeleri için vakıaları değerlendirmede ortak ölçülere rağbet etme zorunluluğu vardır. Yani iki insan 'hem hal' olmadıkça ortak düşüncenin mahiyeti hakkında hiçbir şey öğrenemezler.

    Dostluğun üçüncü şartı ilk ikisinden de çetin. İki dost amaçlarına varma işinde birbirlerini geride bırakmaya çabalayacaklardır. Dostluğa olan katkısından dolayı iki dosttan biri diğerinin kendisini geçmesine, geride bırakmasına tahammül edemez. Buna isterseniz sadakat adını verebilirsiniz. Her şeye rağmen dostluğa sadakat. Öyle ki iki dosttan biri diğerinin dostluk konusunda tökezlediğini fark etmesi halinde açığı kapatma konusunda elinden geleni yapacaktır. Nerede o dost? O dost siz değilseniz, ne hakla bir başkasından öyle bir nitelik umuyorsunuz?

     

    'BİLİNÇ BİLE İLGİNÇ'


  11. ÇANAKKALE MAHŞERİ' NDEN

     

    ... Mösyö Valentin hayallere daldı. Oğuzhan'dan başlayan Türk tarihi gözlerinin önündeydi. 'Tanrı'nın kırbacı' dedikleri Atilla ünlü kılıcını çekmiş, Avrupa'yı titretiyordu. Alparslan'ın Diyojen'i perişan edişini görür gibiydi. Atını denize süren cengaver Fatih'in topları Bizans'ın surlarını dövüyordu. Bir insanın pasaportla gezemeyeceği ülkeleri kısacık saltanatında ülkesine katan Yavuz, Sina Çölü'nü geçiyordu. Her bahar 'Bize mi sefer yapacak?' korkusuyla Batılıların rüyalarına giren Kanuni, Mohaç'ı geçmiş, atını mahmuzluyordu...

    ... Kulübenin kapısı açıldı; bastonuna dayanarak bir kocakarı dışarı çıktı ve bağırmaya başladı. Gazanfer! Mücahit! Muzaffer! Çocuklar kulübeye doğru koşarken Mösyö Valentin'in yüzü ciddileşti, bakışları değişti, arkalarından bakarak mırıldanmaya başladı.

    -Gazanfer! Mücahit! Muzaffer!.. haa!.. En karanlık gününde çocuklarına bu adları takan millet, bir yerde toprağa gömülse bile, bir başka yerden fışkırır!!!


  12. DAHİLEK YA RASULALLAH!

     

    Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam

    Yanar dağlar, yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam

    Alevler yansa göklerden ve ben messeylesem duymam

    Cemalinle ferah-nak et ki, yandım YA RASULALLAH!

     

    Ne devlettir yumup aşkınla göz, rahında can vermek

    NASİP OLMAZ MI SULTANIM, HAREMGAHINDA CAN VERMEK

    Sönerken gözlerim asan olur ahında can vermek

    Cemalinle ferah-nak et ki, yandım YA RASULALLAH!

     

    Boyun büktüm perişanım, bu derdin sende tedbiri

    Lebim kavruldu ateşten döner payinde tezkiri

    Ne dem gönlüm murad eylerse taltif eyle kıtmiri

    Cemalinle ferah-nak et ki, yandım YA RASULALLAH!


  13. DELİKANLI İNCİTME CEDDİNİ ALLAH'I SEVERSEN!

    MİLYARLA ŞEHİDİN EBEDİ VARİSİSİN SEN!

     

    ..............

     

     

    ALLAH'A DAYAN, SAY'E SARIL, HİKMETE RAM OL;

    YOL VARSA BUDUR, BİLMİYORUM BAŞKA ÇIKAR YOL.

     

    ..............

     

     

    ZEVKE DALMAK ŞÖYLE DURSUN, VAKTİMİZ YOK MATEME,

    DAVRANIN, ZİRA GÜLÜNÇ OLDUK BÜTÜN BİR ALEME.

     

    ..............

     

     

    ŞEHAMET DİNİ, GAYRET DİNİ ANCAK MÜSLÜMANLIKTIR,

    HAKİKİ MÜSLÜMANLIK EN BÜYÜK KAHRAMANLIKTIR.

     

    ...............

     

     

    NE İRFANDIR VEREN AHLAKA YÜKSEKLİK, NE VİCDANDIR,

    FAZİLET HİSSİ İNSANLARDA, ALLAH KORKUSUNDANDIR.

     

    ................

     

     

    HÜDA'YI KENDİNE KUL YAPTI, KENDİ OLDU HÜDA;

    UTANMADAN DA BU İŞE TEVEKKÜL DİYOR HAA!

     

    ...............

     

     

    DOĞRUDAN DOĞRUYA KUR'AN'DAN ALARAK İLHAMI,

    ASRIN İDRAKİNE SÖYLETMELİYİZ İSLAM'I!!!

×
×
  • Create New...