Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

kevser

Üye
  • Content Count

    176
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by kevser


  1. Yenilerde okuduğum, içinden çıkamadığımız girdaptan bir kesit misali, buruk bir kalble ve tüm fikredebilme gücümüzle halimizin kalbimize sitemini yansıtan aşağıdaki ufak yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.

     

    ................................................

     

     

    Şimdi fırsat varken; yol yakınken dön! Sana senden yakın olana. Seni senden daha iyi tanıyana. Senin duygularına göre bir âlem yaratana. Sana bütün dostlarından daha şefkatli, enis ve sırdaş olana. Zira O’dur asıl dönülecek olan sevgili. Zira O’dur asıl teslim olunacak Tabib-i Ezeli. Cemil-i Sermedi, Kudret-i Layezali...

    '

    Gerçekten güzel bi yazıydı BDG paylaşımın için sağol

    selam ve duayla........


  2. Sitesine girmişte alkol yokmuş. Adamlar kendi sitelerinde "evet alkol var Müminlerin imanlarına zarar verir" derler mi hiç?

     

    Yakında vodkalı redbull çıkarsa sitelerine yine gir bak. O zamanda alkolün helal fetvasını verirler. Bizde rahat rahat içer sızarız.

     

    Redbull için diyo ya.

     

    :P

    haha

    :) akşam akşam(ya da gece) beni güldürdün Allah da seni güldürsün derviş..............:D


  3. offfffffffffffff yaaaaaaa ya da afffffffff mı ???serdengeçti!!!........ kardeşim oldu mu şimdi :P.................. :)

     

    ya aksilik bugünlerdede hiç bi işim yolunda gitmiyordu zaten :P bu yazıyıda okudum iyice canım sıkıldı :D

     

    ya Allahım yeis çukuruna mı düşüyorum nedir? :D :P imdaaaaaaat!!! diye bağırsam acaba beni kurtarmaya gelen olur mu ??? :P


  4. Harun Tokak'ın ''Önden Giden Atlılar'' adlı eserini okumuştum.düşüncelerimi kağıda dökmek konusunda pek de yetenekli görmüyorum kendimi :) bu kitabı acaba nasıl anlatsam.:P keşke formda bu kitabı okuyan başka bi arkadaşım olsada o anlatsa,ondan dinlesek .........bu kitap riyasız,karşılık beklenmeden insana yapılan hizmetleri anlatmaktadır......ve yapmadığımız ya da ihmal ettiklerimizden dolayı bilmeden kaç insanınvebali altına girdiğimizden bahsediyor.yaşatma arzusu ile yaşayanların destanlarına yer verilen benim için çok özel bi kitap diyebilirim..

     

    bukitabı inanın abartmıyorum her bölümünü göz yaşları içerisinde okuyacaksınız............ikinci seri olarakta''Yoldakiler Süvarisiz küheylan '' ismini taşıyo

    ''Önden giden Atlılar'' şiddetle!!!! tavsiye ettiğim bir kitap :D eğerki kendime gelmeye,silkelenip doğrulmaya ihtiyacım var diyorsanız mutlaka okumalısınız. :P :D

     

    selam ve duayla...........


  5. Hahahaha. Alişime bak, üstadım diye girdim diye nasıl da kendisini üstad zannettiğimi düşünüp açıklama yapmış 'ben senin üstadın değilim' diye. Merak etme dostum ('ben senin dostun değilim' demeni bekliyorum), ironiden o. Sırf cevap vermek için ironiyi gerçekmiş gibi yorumlayıp da oradan laf atmaya kasan adamları da çok seviyorum, bin bir derde deva oluyorlar. bak azizim (hadi buraya da 'ben aziz değil Müslümanım' de, şahane olur), basit dediğin çıkarımlara karşı ikna edici bir argüman ortaya atmadan 'ben senin nerden üstadın oluyomuşum yaa?' benzeri kahvehane kavgası muhabbetlerine sardırman hoş olmamış; sanki bir peçeleme gayreti, bir örtme arzusu. Yakışmıyor seviye kılıflı şahsına. Vallahi. Yo yo yakışmayan polemik değil, düşük tavır.

     

    Bak bak nasıl da belden aşağıya vuruyor, lorke morke. Ahmet Necdet Sezer, Aydın Doğan, Süleyman Demirel, Doğu Perinçek, Bush gibi adamlar öldüğünde de zırıl zırıl ağlarsın nazlı kelebeğim o zaman desem, tam da yaptığın seviyesizliğin ve çarpıtmanın muadili olur. Haa, ölen Fazıl Hüznü değil de daha mühim bir adam olsaydı dediğini yapar, sana da onlu selpak paketi yollardım. Konuşmuş olmak için konuşmayalım. Lütfen.

     

    Fikirsizlik ve temelsizliği gösteren şey üsluptan ziyade ne dediğindir Ali beyciğim. Burada cevap yetiştirme kasıntısıyla irtifa kazanacağına fikir üretseydin, kimse sana fikirsiz ve temelsiz dememişken kendini bu kadar başarıyla teşhis etmek mecburiyetinde kalmazdın. Göğe baş değdirmekle işim yok, ayağım yere sağlam bassın yeter. Meseleyi Fazıl Hüznü'den 'ölülere laf söylemeyin' noktasına çeken kişinin fikirlerini elbette ki yeri geldiği için cevaplayacağım.

     

    Cenaze namazını siz kıldırmamış olabilirsiniz, isterseniz mezarından çıkartıp bi de siz kıldırın farketmez, mesele o değil. Ölüm tenkitten berat değildir ve 'işimiz ölülerle değil' lafı saçmalıktır; budur.

     

    isminizi bile telaffuz etmekte zorlanıyorum....size akşam yazacaktım ama bi taraf sağduyulu olmalı deyip sustum.....saygısızlık yapmak, olayı kızıştırmak da istemiyorum ama yaptığınız düpe düz terbiyesizlik....bu ne ya hu bizim dinimizin gerktirdiklerindendir. 'ölülerin ardından konuşulmaz '.bÖlen kişi kim olursa olsun isterse koministin önde gideni,isterse firavun........... size fetva verecek bi konumda değilim zaten....... size ne söylesek nasılsa üzerine bi kılıf geçirip bize öyle sunacaksınız :P :D

    kimsenin avukatıda değilim ama insanları tanımadan onların kişilikleri ile alakalı yorum yapmanız da büyük bi gaf ......... üzerinden alay ettiğiniz insanı tanısanız inanın bu yazdıklarınızdan dolayı utanacaksınız(zannetmiyorum bunda da biraz tereddütüm var ama :) )

    yazımın üzerine ne yazarsanız yazın bu başlığa bir daha yazı yazmayı düşünmüyorum :D

    selam ve duayla..........


  6. postmortem kardeşim teşekkür ederim güzel bi yazıydı :P yazı için seçtiğin fotoğraf zaten ayrı güzellikte,tam yerine oturmuş. :) resimdeki çocukları görünce zaten insana ayrı bi yaşama sevinci geliyor .......Allah razı olsun Ali Çolak abi de her zaman olduğu gibi muhteşem :P:):D

    selam ve duayla..............

     

     

    (itiraf ediyorum sırf bu fotonun hatrına yazdım) :D


  7. Türkçe'nin ses bayrağı Dağlarca'yı kaybettik

     

    Türk şiirinin en yaşlı çocuğu Fazıl Hüsnü Dağlarca 94 yaşında ömrünü tamamladı. Büyük şair, tedavi gördüğü Başkent Hastanesi İstanbul Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde böbrek yetmezliği ve enfeksiyon nedeniyle dün (15 ekim) saat 16.30 da aramızdan ayrıldı.Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey 'in oğlu Mehmet Fazıl, 26 ağustos 1914 te İstanbul da doğdu.1933 te Kuleli Askeri Lisesinden,1935 te Harp okulundan mezun oldu.15 yıl orduda görev yaptı .1967 de ABDdeki Milletlerarası Şiir Formu tarafından 'En İyi Türk Şairi' seçildi.'Türkçem benim ses bayrağım .'diyen Dağlarca için pazartesi günü saat 11.00'de Süreyya operasında bir tören düzenlenecek.Şairin cenazesi.Söğütlüçeşme Camii'nde kılınacak cenaze namazından sonra toprağa verilecek.


  8. ekonomik kriz başlığını görünce aklıma geçenlerde yeni öğrendiğim bi fıkra geldi...:D

     

    Temel her zaman gittiği bir benzinciye gider.benzinci durmadan hayıflanmaktadır...türkiye şöyle sarsıldı, kriz ülkeyi böyle sarstı, bilmem kaç euroluk zarar ettim diye hayıflanıp durmaktadır.....sonra Temel e döner benzinci peki Temel bu kriz seni nasıl etkiledi ..sen nasıl zarar ettin der

    Temel alaycı bi bakışla, daha öncede 10 ytl lik benzin alıyordum şimdide............benim için değişen bi durum yok der.................. :)


  9. Eveeeeeet............... ben de bu konuya yeni bir bakış açısı getirmek istiyorum....kızım ya odanda kitap okuyorsun ya da internetin başından kalkmıyorsun diyen bir aile.......birazda gel bizim yanımızda otur aynı duvarlar arasında yüzüne hasret kaldık..... peki bu yeni nesil gençlere ne diyelim :P Ahmet abi buna da güzel bi cevap verir ama :) .............bence gözüne görünmeyelim(en azından ben :P ) :P :)


  10. bu kitabı okurken insan kendi nefsiyle sürekli münakaşaya giriyor...sürekli kendi nefsini aşağılayası geliyor..bu elbette güzel bir şey....hatta muhteşem bir şey...gerçekten çok ama çok faydalı bir eser...

    her velinin her sözü her davranışı elbette ki bizler için birer model..hepsi birbirinden kıymetli inci taneleri gibi...kitapta ben sarsan çok yer oldu...bunlardan birini yazmak istedim..üzerinde gerçekten çok düşünülmesi gerekiyor bence...

     

    MARUF(KERHİ)

     

    bir gün talebeleriyle bir arada, dicle kenarında hurmalıklardan birinde oturuyordu.tevhid bahsi konuşuluyor.bakıyorlar ki dicle'nin yukarısından bir kayık geliyor.kayıkta bir kaç kadın ve erkek...içki,saz,nara cümbüş.. bu acı manzara karşısında bir talebe Maruf'tan rica ediyor.

     

    -Efendimiz;bunlar için beddua buyurun!bir daha böyle kötü harekette bulunmasınlar.

     

    şeyh,ellerini icabet dergahına kaldırıyor:

     

    -YARABBİ;sen bu kullarını dünyada sevindirdiğin gibi ahirette de sevindir!

     

    talebeler hayrette kalıyor.nihayet birisi cesaret edip soruyor:

     

    -Efendimiz;ettiğiniz beddu değil,en güzel dua..nasıl olur?

     

    cevap:

     

    -eğer HAK bunları affedip cennetine alırsa size ne ziyan gelir?derdiniz ne ki,itiraz ediyrsunuz?

     

    Aradan bir kaç saat geçmeden şu hadise oluyor:

    kayık bir sahile yanaşıyor.erkekler ve kadınlar birbirinden ayrılıyor ve nereden geldiği meçhul bir sevk altında tövbe ve nedamete koşuyorlar..

     

    Tefsirci:

    -müslümanlık,sadece sevgi ve iyilik temennisinden ibarettir.

     

     

    dehşet verici.......

     

    Bu kitabı okumadım ama gerçekten bu bölüm bizlere güzel bi ders....kendin için istediğinin kat ve katını başkası için istemek ne yüce bir davranış....bizim bi türlü beceremediğimiz bir davranış :)


  11. kalemine kuvvet Harun Yaşar ben seni şiirlerinle tanımıştım demek böyle güzel yeteneklerinde varmış.:)

     

    Bugünkü Cem Kızıltuğ'un çizgi yorumuda görülmeye değer.Sayın!!!!!! dünyadan bi haber hava kuvvetleri komutanımızla alakalı bir yorum yapmış....

     

    selam ve duayla...


  12. SEN SÖYLE MEVHİBE

     

    Kapıyı titreyen elleriyle kapattı. Anahtarı üç defa çevirdikten sonra yine de yokladı. Pişmanlık duygusu, içine soğuk bir nefes gibi yayıldı. Elinin tersiyle, buğulanmış gözlerini ovuştururken, “Affet beni Allah’ım!” diye mırıldandı. Anahtarı pantolonunun cebine bıraktı ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Hava yeni yeni kararıyordu. Mağazaların önünden geçerken, ürkek bakışlarla ahbaplarının akşamlarını hayırladı. Arkasından seslendilerse de beklemedi. Sonraki caddeye yönelerek, gittikçe azalan kalabalığa karıştı.

     

    Çarşı esnafı birbirini iyi tanıdığı için Mustafa’nın ürkek tavırları gözlerden kaçmadı. Çünkü o, işi ne kadar acele de olsa, hatır sormadan geçmezdi. “Bu akşam başka bir hâl vardı Mustafa’da.” Bakışlardan kaçarcasına aralarından sıyrılıvermesinden belli oluyordu garipliği. Kaç yıldır aynı çarşıda komşuluk yapmalarına rağmen, bu hâline ilk defa şahit oluyorlardı. Evet evet, bir tuhaflık vardı onda. Havadaki şaşkınlığı, sözlerden çok birbirine çarpan bakışlar anlatıyordu ve bu bakışlar, Berdi Mustafa’yı caddenin sonuna kadar takip etti.

     

    Akşam kızıllığı, şehrin üzerine yumuşak bir tül gibi çekilirken, Mustafa’nın tedirgin adımları giderek hızlandı. Bir an önce kalabalıktan sıyrılıp çıkmak, eve ulaşmak istiyordu. Çevredekilerin, kendisine suçlu olduğunu biliyormuş gibi baktığını hissetti. Selâm verişlerinde bile bir tereddüt gördü. Yüzündeki suçluluk izini karanlığın örteceğini sanmıştı oysa…

     

    Tedirgindi. Eve yetişmeden, bir aksilik çıkmasından korkuyordu. Dudakları kıpır kıpır, bildiği duaları tekrarlıyordu. Öyle dalmıştı ki, önünden geçtiği bahçedeki akşamsefası kokusunu duymadı bile. Balkonda çamaşır toplarken annesine yardım eden çocuğun, kendisine nasıl baktığını hiç fark etmedi.

     

    Mağazayı düşündü. Bu sabah gelen uzun boylu, hafif kilolu müşteri, batıyordu içine. Çırağın böyle bir yanlışı yapacağını nerden bilebilirdi? Kim olduğunu bilse, kapısına dayanacak, ne yapıp edip, kendini affettirecekti. Ama adamı tanımıyordu ki. Bu koca şehirde, tanımadığı birini nasıl bulacaktı.

     

    Bu düşüncelerle ilerlerken Fırıncı Rıza Usta’ya uğrama alışkanlığını da terk etti. Bu baba dostunun hatırını sormadan geçmezdi her akşam. Ama bu sefer uğramadı. Fırının önünden geçip gitti. Hem uğrasaydı ne diyecekti? Yaptığı hatayı anlatamazdı ya! Düşünürken bile yüzü kızardı. Alnında boncuk boncuk terler birikti. Elinin tersiyle alnını silerek yürümeye devam etti…

     

    Rıza Usta sıkı esnaflardandı. Sağlığı eskisi gibi olmasa da yine işinin başındaydı. Ağırbaşlılığından ve olgunluğundan, herkes ona “Rıza Baba” derdi. Babalık öyle kolay olmuyor tabi. Birçoğuna kendi ailesi bile ağır gelirken o, koca mahallenin derdiyle ilgilenirdi. O konuşunca herkes susar, kulaklar ona çevrilirdi. “Fırıncılık, esnaflığın mayasıdır.” derdi. Bu işin teknesini karıştıran, kürekçiliğini yapanların kolay kolay yanlışa düşmeyeceğine inanırdı.

     

    Bir günün daha bittiğini ilân eden ezan sesi, içindeki suçluluk duygusunu daha da kabarttı. Pişmanlık ve korku el ele vermiş, içini kemiriyordu. “Sokağa yıkılmadan eve bir yetişebilsem.” diye mırıldandı. Tıka basa yolcuya doymuş şehir otobüsleri, yüklü bir şekilde peş peşe geçiyorlardı. Akşamın telâşı durakta bekleşenlerin yüzüne yansımıştı. Gün içinde arabalardan taşan bangır bangır müzikten eser yok şimdi. Hepsinde bir an evvel yolu bitirme isteği... Sabahın ilk ışıklarıyla evlerinden savrulan insanlar, akşamın eliyle yeniden toplanıyordu.

     

    Camiye yönelen kalabalığın arasından bir suçluymuş gibi geçti. Bu kez aralarına katılmadı. Alıştığı davranışları aksatan birinin suçluluk hâlini de yüklendi. Oturduğu apartmana yaklaşınca, buraya kadar koşturarak gelmiş olduğunu fark etti ve adımlarını yavaşlattı. Suçluluk duygusu peşini bir türlü bırakmamıştı. Apartman girişindeki zili çalmadı. Daire kapısını da kendisi açtı. Oysa her akşam, geldiğini dışarıdaki zile dokunarak haber verirdi. Kapıda karşılanmak hoşuna gidiyordu çünkü. Kapıya yönelen hanımıyla bakışlarının çarpışmasına fırsat vermeden doğruca lavaboya yürüdü. Abdest aldıktan sonra salona geçti. Namazını kılıncaya kadar sofrada onu beklediler:

     

    — Bey, akşam namazını camide kılardın, yoksa bir şey mi oldu, kapıyı da kendin açtın bu sefer?

     

    Soruyu cevapsız bıraktı. Hanımına bitkin gözlerle bakmakla yetindi. Yemek yerken de fazla konuşmadı. Soruları kısa cevaplarla geçiştirip, üzerine çevrilen kuşkulu bakışları görmezden geldi. Bu akşam kendi içine saklanmıştı Berdi Mustafa. Tıpkı, kabahat işlediğinde bir yerlere saklanan ve çıkmak istemeyen çocuklar gibi. Yemeğin sonuna doğru iyice durgunlaştı. Cevapsız kalan sorular karşısında daha da tedirginleşen hanımı ısrar etmeye korktu. Mustafa, tabağındaki yemeği bitirmeden sofradan kalktı. Oysa tabakta yemek bırakmayı hiç sevmezdi. Yemek sonrası yine salona geçti.

     

    Kızı Fatma, çatalının ucundaki yoğurtlu makarnayı abisi Hasan’ın yüzüne fırlatıverdi. Abisi küplere bindi. Başka zaman olsa tabağı başına çevirirdi ama bu akşam kardeşine bağırmakla yetindi. Gözü babasındaydı:

     

    — Anne, babamın nesi var ya!

     

    — Neden oğlum?

     

    — Bu akşam bizimle hiç konuşmadı.

     

    — Yorgundur, oğlum.

     

    — Yok yok, başka bir şey var anne. Fatma’yı sırtında gezdirmedi, bugün okulda neler öğrendiğimi sormadı, işlerin nasıl gittiğinden hiç söz etmedi...

     

    Söyleyecek bir söz bulamayan Mevhibe Hanım, sofrayı toplamaya koyuldu. O akşam, çocukların gürültü yapmalarına izin vermedi. Uyumaları için erkenden, yataklarına gönderdi. Kendisi de: “Zaman hangi derde çare olmadı ki.” diyerek uykuya çekildi. Gecenin son çeyreğinde uyandığında Mustafa’yı yanında göremedi. Önce önemsemedi. Kocasının akşamki hâlini hatırlayınca, birden gözlerini açtı ve kapıya fırladı. Koridora çıktığında salondan ses geldiğini duydu. Işığı yakmaktan vazgeçti. Elini düğmeden çekti ve yavaşça ilerlemeye devam etti.

     

    Salonun aralık kapısından koridora hafif bir ışık sızıyordu. Kocası iki büklüm vaziyette yere çömelmiş oturuyordu. “Kesin çok kötü bir şeyler oldu.” diye düşündü. Daha fazla dayanamadı. Ne olup bittiğini artık öğrenmeliydi.

     

    Berdi Mustafa, eşinin geldiğini fark edince gözlerini sildi. Sorular karşısında önce sessiz kalmak istedi ama artık o da anlatmak, rahatlamak istiyordu.

     

    — Firmadan beş koli pantolon sipariş ettim. Yaz günü iyi satılır diye, iki kolisi defolu olsun dedim.

     

    — Eee!

     

    — Bizim çırak, kolileri raflara dizerken karıştırmış. Ben de akşama kadar defolu malları sağlam olanlarla birlikte aynı fiyattan satmışım!..

     

    Anlatılanları pür dikkat dinleyen Mevhibe Hanım, yumuşak bir sesle:

     

    — Peki, bunda bu kadar üzülecek ne var?

     

    — Öyle deme! Daha önceleri de hatalarım olmuştu. Her seferinde başıma bir şeyler gelirdi. Hatırlarsın, bir defasında ayağım kırılmıştı; kaç gün benimle hastanede beklemiştin. Başka bir seferinde, kasadan yüklü miktar para kaybolmuştu… Fakat bugün bir aksilik olmadı…

     

    — Çok şükür ki olmamış.

     

    Bir müddet suskun bekledikten sonra:

     

    — Ben buna sevinemiyorum Mevhibe. Hattâ üzülüyorum.

     

    — Olur mu öyle şey!

     

    — İnsan sevdiğini uyarır Mevhibe. Çocuklarımızı sevdiğimiz için en ufak hatalarında bile uyarmıyor muyuz? Yanlış yapmalarını istemeyiz; ama tanımadığımız kimselerin hatalarını görmezden geliriz. Bugün ben yanlış yaptım; fakat bir aksilikle karşılaşmadım. Kıymetim azaldı korkusuna kapıldım. Utanıyorum. Çok utanıyorum. Nasıl ağlamayayım şimdi, sen söyle!

    (yağmur dergisi)ALİ ŞANVERDİ

    • Like 1

  13. Hayata dönmesi tıbben imkânsız, tıbbî ifadesiyle beyin ölümü gerçekleşmiş ve hayatını yaşam destek ünitesine bağlı olarak sürdüren hastanın destek ünitesinin fişini çekmek ötanazi manasını taşır mı? Bu kararı veren kişi veya kişiler dünyevî ve uhrevî, hukukî bir sorumluluk altında mıdır?

    Modern dönemlere ait sayılabilecek bu problem hakkında İslam fukahasının serdettiği görüşleri vardır. Asıl itibarıyla organ nakli sorununun ele alındığı sahada serdedilen bu görüşler, ötanazi meselesine de dolayısıyla ışık tutmaktadır. Aşağıda arz edeceğimiz fukaha görüşlerini okurken bir hususun sürekli hatırda tutulması gerekmektedir; bu görüşler, kanaatler, yorumlar ve hükümler tıp dünyasındaki ilmî bilgiler üzerine kuruludur. Onun için fukaha, kendilerine tıb dünyasının sunduğu bugünkü mevcut ve son bilgiler üzerine mütalaalarını yürütmektedir. Eğer ilmî gelişmelerle bu bilgiler değişirse, elbette söz konusu içtihadî hükümler yeniden gözden geçirilmek zorundadır.

     

    Uzmanlardan aldığımız bilgilere göre tıp dünyasının hakiki ölüm adına kabul ettiği gerçek, beyin ölümüdür. Beynin yapısı ve insan vücudundaki tesir alanı itibarıyla -ki bu, fişi çekme veya çekmeme kararında esas alınan bilgidir- korteks/kabuk ve beyin sapı olarak nitelenen bölümleri vardır. Kabuk kısmının hayatiyetini yitirmesi durumunda hasta koma/bitkisel hayat dediğimiz safhada yaşar. Bu durumda olan hastalar sayıları az dahi olsa hayata geri dönüş yapabilir. Sap kısmi işlevini yitirdiği zaman hastanın geri dönüşü tıbben imkânsızdır. Yani gerçek ölüdür. Sunî solunum cihazları ile hastayı yaşatma çabaları, sebepler planında hastanın hayata geri dönüşü için yeterli değildir. Zira bu, bitkisel hayatın ötesinde bir aşamadır. Zaten organ nakilleri de kabuk ve sapı ile beraber beyin ölümü gerçekleşen kişilerden yapılır.

     

    Organ nakli bir tarafa, biz bu bilgilere bağlı olarak ötanazi hakkındaki mütalaaları maddeler halinde sıralayalım;

     

    1- Kalp ve beyin ölümü gerçekleşmemiş ama tedavisinden ümit kesilmiş. Acıya dayanamadığı için ister kendisi isterse şuuru olmadığı durumlarda yakınları tarafından ölümü istenen hasta. Bu tip bir hastaya, hastalığı son tahlilde ölümcül bile olsa, öldürücü bir müdahalede bulunmak birçok fukahaya göre caiz değildir. Bizim daha önce aktif ve pasif ötanazi bağlamında dile getirdiğimiz şeyler ağırlıklı olarak bu kategoride yer alan hastaları içine almaktadır.

     

    2- Beynin korteks bölümü ölmüş; hasta tıbbın bitkisel hayat/koma dediği duruma girmiş. Başka bir tabirle tıbben henüz ölü değil; solunumunu yaşam destek ünitesi vesilesi ile yapabilmekte. Bu hastanın yaşam destek ünitesinden çekilmesi caiz değildir, ölümüne kadar beklenilmelidir.

     

    3- Beynin sap kısmı denilen ve hayatî organların çalışmasını sağlayan bölüm ölmüştür. Bu hasta tıbben ölüdür. Yalnız "tam beyin ölümü" kararını nöroloji, nöroşirürji, anestezi ve kardiyoloji uzmanlarından oluşan bir konsültasyon heyeti verir. Bu uzmanlardan müteşekkil heyetin kararı ile tıbben ölü olan bu hastanın yaşam destek ünitesine bağlı kalması, kalbe kan pompalanmasının ve çalışmasının temini hasta için hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu durumdaki hastanın yaşam destek ünitesinden çıkartılmasının mahzuru yoktur. Bu, tedaviye son vermek değil, hayatı ve ölümü tabii şartlara bırakmak demektir. Ötanazi değildir.

     

    İstatistikler ve tecrübeler göstermektedir ki, hasta yakınları en azından vicdanen tatmin olmak adına bu kararı vermekte zorlanmaktadır. Belki tıbbî bilgi noksanlığı, gerçeği kabullenemeyiş, dinî ve ahlâkî kriterler bu çerçevede rol oynuyor olabilir. Anlaşılabilir bu gerekçelere bağlı olarak hasta yaşam destek ünitesinde bir müddet daha kalabilir. Buna kimsenin diyeceği bir şey olamaz. Ama unutulmamalı ki; bu, hastaya eziyetten başka anlam taşımaz. Kaldı ki bu durumda bulunan hastalar yaş, fizikî güç vb. unsurlara bağlı olarak sayısı günlerle ifade edilen müddet içinde yaşamakta, sonra tüm hayatî fonksiyonlarını yitirmektedir.

     

    Bu arada beyin ölümü gerçekleşmiş hastalar için ülkelerin çıkartmış oldukları kanunlar da vardır. Ülkeden ülkeye değişen söz konusu kanunlara göre "fiş çekmek" hastaya eziyetten kamu sağlık giderlerini israf etmemeye uzanan maddî-manevî sebeplerle yakınlarına rağmen yapılabilmektedir. Sağlık sigorta şirketlerinin bu kanunların çıkartılmasında rolü olduğu da sağlık dünyasının kulis haberleri arasındadır.

    (AHMET KURUCAN)


  14. İlk kıtası ile insanı hüzün dolu bir dünyaya çeken şiir, ikinci kıtası ile rüyadan uyanış ve gerçeklerle yüzleşme moduna intikal ettiriyor. Son kıta ise ötelerin ötesinden insana göz kırpan tablonun renklerine katışmak için billûrvâri bir kıvama bürünmenin haberini veriyor.

    Şiir harikulâde.

     

    ..Aykut kuşkaya bu şiire layıkınca bir beste yaptığını düşünüyorum smile.gif

    selam ve duayla..........


  15. Merakınızı celbetmek için....

    üstadın en değerli şiirlerinden bir tanesi daha...........gündeme getirdiğin için Allah razı olsun 'Rindlerin Doğumu'

    selam ve duayla............


  16. tesettürlü ya da tesettürsüz diye insanları kalıplara sokup sokup çıkarmak yada illa ki bi insanı şucu bucu gibi katogorilere ayırmak ülke olarak yaptığımız en büyük yanlışlardan bi tanesi....ülke olarak en büyük ayıplarımızdan bi tanesi!!!!

     

    tesettürlü\tesettürsüz diye dış görünüşüne bakarak insanları ayırıyoruz...peki ya bas bas meydanlarda haykırdığımız iç güzelliği nerde kaldı!!!!!

     

    tesettür konusunda da Bediüzzaman Said Nursi'nin tesettür risalesi okunursa kafalarda oluşan soru işaretlerine cevap bulunabileceğini düşünüyorum....

     

    Selam ve Duayla...........


  17. ZEYNEP

     

    Ne kadar özenmiş yaradan sana

    Ab-ı hayat oldun adeta cana

    Bir damla umudun kafidir bana

    Bu gönül sevgini ediyor talep

    Sensizliği lügatten siliyor Zeynep

     

    Biçareyim derbederim sarhoşum

    Sevgine kahrına talip olmuşum

    Derdime dermanı sende bulmuşum

    Ruhuma hitap eden ne varsa hep

    Her şeyi sende buluyor Zeynep

     

    Hasta gönlü avutmak mümkün değil

    Okyanusu kurutmak mümkün değil

    Gül yüzünü unutmak mümkün değil

    Sen oldun sanki varlığıma sebep

    Aklım hep sende kalıyor Zeynep

     

    Cemalini gördüğüm günden beri

    Alev aldı içerim yangın yeri

    Elinden içeyim en acı zehri

    Tutuşup yanan yüreğime su serp

    Bu yangın canımı alıyor Zeynep

     

    Matlaştı hayatın renkleri soldu

    Gözlerim başkasını görmez oldu

    Deli gönül bahara ermez oldu

    Eridikçe umudum kelep kelep

    Gözlerim yaş ile doluyor Zeynep

     

    Met cezir içinde buldum kendimi

    Dalga dalga yıkamadım bendimi

    Ak kağıda açar iken derdimi

    Dona kaldı kalemimde mürekkep

    Yazdığım yazılar soluyor Zeynep

     

    Sanma ki bu sevda küllenir biter

    Olmuşum mecnundan keremden beter

    Gemileri yakarım gel de yeter

    Mecnuna iki adım yoldur Halep

    Aşk dediğin dağları deliyor Zeynep

     

    Coşkun ARSLAN

    melike kardeşim bu şairin şiirlerini ilk defa okuyorum gerçekten güzelmiş....en çok da ZEYNEP adlı şiirinie hayran kaldım

    SELAM VE DUAYLA..........


  18. kimi daha kırk günlük çocuğunun yüzünü görmedi,kimi ardında gözü yaşlı anne baba kadeşini,askerlik boyunca evleneceği hayalleriyle yaşayan yavuklusunuyalnızbıraktı,kimi eşini çocuklarıyla iyi günde kötü günde birlikte olacakları ahtini bozdu..............onların gözüne vatan için savaşırken savaş meydanında hiç biri görünmedi..tabi vatan borcudur deyip kürdüyle türküyle lazıyla çerkesiyle...sırt sırta mücadele verdiler :) :)

    şehitler elbette ölmez !!!!Allah kimseye çekemeyeceği yük vermesin inş.Şehit ailelerine Allah sabır versin inş.....

    isyan etmek istemiyorum elbette ,şairde bu şiiri hangi ruh haliyle yazdı onu da bilemem ama bu şehit haberlerini duyunca aklıma malesef M.Akif'in şu dörtlüğü geliyor :P

     

    ''Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

    Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felahı!

    Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

    "Yandık!" diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun''

     

    ^^TERÖRE LANET OLSUN^^

    selam ve duayla...............


  19. Efendim fotoğrafları ve yazıları birlikte seçemediğimiz için ben kafama göre seçtim birşeyler de fakat hiç güzel olmadı.

     

    Sırf sözümü tutmak için yaptım videoyu. :)

     

    Hem yine yazılar net okunmuyor. Movie maker'ı bırakacağım bu gidişle. Proshow gold'a dönüş yaşarım sanırım.

     

    neyse video linki

     

    Müzik ve resim seçimlerin güzel olmuş...:) ama üzerindeki yazı seninde dediğin gibi biraz okunmuyor...yazı rengi biraz daha farklı olsa, okunabilecek bi şekilde olsa....Ellerine sağlık ,emeklerine sağlık çok güzel olmuş :P

     

    selam ve duayla..............

×
×
  • Create New...