Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

rabia BDG

Editor
  • Content Count

    227
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by rabia BDG


  1. BAŞYÜCELİK EMİRLERİ- KADIN KILIĞI

     

     

    Kadın kılığı, bu emirden itibaren edep hadlerine girecektir.

     

    Bu hadlere girmek, ölçümüzün kadın vücudunda görünmesine müsaade ettiği kısımları açık bırakıp, görünmesine müsaade etmediği kısımları örtülü bulundurmaktır.

     

    Edep hadleri mahfuz bulundurulmak şartıyla kadın kılığında, ne kadar süs, zarafet, güzellik unsuru varsa tatbik olunabilir.

     

    Yepyeni ve misilsiz şartların çerçeveleyeceği Büyük Doğu aleminde kadın, hadleri mahfuz tutarak,zevki ve bedii her bakımdan zenginleştirmek ve bütün cihana örnek diye takdim etmekle mükellef olduğu kılığını, bir taraftan mücerret kadın zarafet ve şahsiyetinin en ileri ifadesi, öbür taraftan da İslamî ve ahlaki edeplerin en mükemmel tecellisi halinde abideleştirecektir.

     

    Büyük Doğu aleminin kadını, bu kılığa girdikten sonra, artık ona, ev, mektep, salon,daire, konser, konferans, merasim; zatiyle dini bir yasak belirtmeyen her yer açık ve serbesttir.

     

    Dava, ne kadını bir konserve maddesi gibi simsiyah çarşaflar içinde lehimleyip içinde hava temasından uzak bulundurmak, ne de sokağa atılmış bir yemek gibi köpek nefslere peşkeş çekmektir.Dava, kadını birbirine zıt iki batıl telakki arasında, ancak Şeriatın kendisine tayin ettiği içtimai hüviyetiyle heykelleştirip cemiyet meydanına dikmektir. Yani dava, fazlası ve eksiği olmadan, bu mevzuda aynı ve asliyle Şeriati tatbik etmektir.

     

    Kadın kılığı konusunda yobaz, şeriat emrini, kadını utanılacak ve korkulacak bir madde gibi büsbütün iptal etmek diye anladığı için bizzat şeriate karşı kabahatli; son üç çeyrek,yarım ve bilhassa çeyrek asırlık hal de, kadını bütün perde ve hicaplarından soyarak nazarî ve içtimai bir zina ve iştiha unsuru şeklinde meydana arzettiği için suçludur. Bu iki cürüm de, biri, ana ölçüsünün sağından, öbürü solundan kaymak suretiyle, biri bilmeden, öbürü bile bile hakikate karşı ihanettir.

     

    Kadın kılığının tabi olacağı had, meselesiyle, bu had üzerinde bina edilecek güzellik davasını, en ileri din ve (estetik) adamlarından bir heyet edecektir.

     

    İslamiyetin resmettiği kadını, bir fıçı içinde oturur ve ancak fıçının tıpasından ses verip ses alır (asosyal-la içtimai) bir ucube sananlar, Büyük Doğu aleminin İslamiyete bütün gerçekliğiyle uygun kadınını gördükleri zaman, iman ile güzelliği ve ahlak ile zarafeti bir araya getirmiş olmanın harikası, yani İslamiyetin olduğu gibi tecellisi karşısında, Firavun hayret ve dehşetiyle apışıp kalacaklardır.

    • Like 2

  2. Yirmi dört yıl önce Marksist olduğumu haykırdım.Bu,ümitsizlikten doğan bir isyandı.Bir nevi meydan okuyuş.O yalnızlık içinde bir şey olmak ihtiyacı.Yılları çeşitli “humiliation”lar içinde geçen, kucağında yaşadığı cemiyette hep yabancı muamelesi gören, bazen Türk,bazen şehirli, bazen insan olduğu için çeşit çeşit hakarete uğrayan göçmen çocuğu bir yere tutunmak, bir komünüteye girmek ihtiyacındaydı. Sınıfı yoktu zaten. Bir bakıma parya.Parya, çünkü köksüz , koruyucusuz.Hasta bir baba, çocuğun maddi ve manevi buhranlarından habersiz. Toprağından sürüldüğü için, bir türlü kendine gelemeyen zavallı bir anne..Ve yuvasına ekmek yetiştirebilmek için kadınlığından vazgeçmek zorunda kalan yiğit ama gözyaşlarından başka yardımı dokunamayan bir abla.Sonra? Sonrası yok... Hafızasında iz bırakan en eski yıllarda sadece itildiğini,istenmediğini, dövüldüğünü hatırlıyor.Neden? Neden onu hor görüyorlardı? Dünyada milletler olduğunu bile bilmiyordu henüz.Ama mahallesindekiler başka bir dil konuşuyordu. Çerkezler vardı, Kürtler vardı, Türkmenler vardı, Türk yoktu.Ne var ki, bunu bir ırk meselesi saymamak lazım.O şehirden gelmişti, konuşması da giyinmesi de farklıydı başkalarından, yabancıydı.Oynamadı, çocuk olmadı,içine ve kitaplarına kapandı.

     

    Sonra lise yılları.Yine yalnız, yine yabancı. Açlık,midenin,etin ve ruhun açlığı. Ve inkisarlar. Sevdiklerinin küçüklüğü,hayalinde kurduğu dünyaların birer birer yıkılışı. Evvela öbür dünyanın, sonra,evet sonra..Etüt de yutar gibi okuduğu Yusuf Akçona, “Türk Yurdu” koleksiyonları,”Türk Yıllığı”. Mubassırdan yediği tokat. Bu defa şehirli olduğu için değil, Türk olduğu için, sömürgeciliğe karşı olduğu için hırpalanış. Sonra İstanbul. Putları yıkılan göçmen çocuk yeni putlar peşindedir.

     

    Ve bir nisan sabahı evinin aranışı, nezaret,hapishane...

     

    Marksist im dediği zaman tek işçinin elini sıkmış değildi, sadece namuslu olmak, korktuğu için sustu dedirtmemek istiyordu.Zaten yaşanmaz bir dünyada idi artık.Seksüel buhran,ruhi buhran..en küçük pırıltı yoktu hayatında.Yüksek tahsil yapmaya ümit edemezdi o vakit.Ne olabilirdi o vakit? Hiç. Bir köy öğretmeni.

     

    Markisizm, silinmemek, ezilmemek için sarıldığı bir daldı belki. Belki de inanıyordu. Nasıl inanabilirdi? Onun için, ezilen insanlar, kurtarılması gereken insanlar vardı, ama kim olduklarını bilmiyordu onların. Fakirdi.. Ne var ki kültürü ile adeta tek bir varlık,bir nevi aristokrasi idi.Üç beş kitap okumuştu o konuda, ne kadar anlamıştı, anlayabilir miydi? Orada sınıf kavgası bambaşka renkler altında tecelli ediyordu...O, rüyalarıyla Marksisti belki. Yani kahredici bir realiteden kurtulmak için ilk mütefekkire sığınıyordu.Sonra..sonra yine aç kaldı, yine işsiz kaldı. Sözde beraat etti ama yirmi yıl peşini bırakmadı polis...Bu memleketin büyük faciası, en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesi.Halledilmesi gereken büyük dava, bu topraklarda münevverin nefes alacak hale gelmesi.

     

    Marksizm bir tecessüstü onda.Herhangi bir Batı memleketinde büyük bir fikir adamı olabilirdi, bir teorisyen olabilirdi. Ezdiler.Acaba ezilen kaç kişi? Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım, karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Türkiye’de bir sınıf savaşı var mı? Var ya da yok, dava bu değil. Her oyunun kaideleri var.Avrupa burjuvazisi iktidarı beşiğinde bulmadı.Dünya proletaryası bir hakkını şehitler vererek kazanabildi.Ama o ülkelerin hakim sınıfları insanı bu kadar küçülmeye zorlamadılar, düşünceyi kuduz köpek gibi kovalamadılar.Batıyoruz. Ayağımızın altındaki uçurumu kendimiz kazdık.Aydın, gölgesinden korkuyor. Kafasıyla düşünen adamın tutunabileceği dal yok.

     

    Neden İşçi Partisine girmiyorsun? Girmem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan,aydınlanmak ve aydınlatmak isteyen bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum.İşçi sınıfına karşı beslediğim sevgi de platoniktir, tanımıyorum onları!...


  3. İslamın sayısız dallara ayrılan siyaseti tek gövdede birleşir :Bütün insanlığın İslama teslim olmasını sağlayıcı usul... Teslim olmakta selamete çıkmak, selamete çıkmakta İslama ermek, İslama ermekte sonsuz kurtuluşu bulmak vardır ; ve İslam siyasetinin baş hedefi, İslam ülkelerinin içinde ve dışında, insanlığı bu saadete erdirmektir.

     

    Siyasetin bu esasi hedefi yolunda İslam, iki esasi vasıta kullanır : Kılıç ve kalem... Kılıç maddeyi, kalem de ruhu fethetmenin bütün vasıta ve aletlerine şamil iki remzdir.

     

    İslam , topyekun madde ve topyekun ruh kadrosunda hakiki fatihlerin ulvi çerçevesini belirtir. Bu yüzdendir ki, İslam siyasetinin ana gövdesi, madde ve ruh fatihlerinin sayısız iş ve fikir dalını nefsinde düğümleyen yekun hattıdır.

     

    İslamın madde fatihliğindeki aleti kılıca, orak, sapan, kazma,balyoz,makine, motor,bütün inşa ve imal aletleri ;İslamın ruh fatihliğindeki aleti kaleme de,kitap,kürsü,ses,çizgi, eda,ifade , bütün telkin vasıtaları girerken, bunlarla ve bu soydan her şeyle mukaddes gayeyi devşirmek için ne kadar yol,çare,şart ve usul varsa hepsine birden enfes ve mükemmel nazariyle bakılacak ve bunlardan hepsine birden el atılacaktır. Tek , Allah’ın ve Peygamberinin emirleri muhafaza olsun.

     

    Ferdinden cemiyetine ve dünyasına kadar İslam siyasetinin ruhu, babaya,anneyeevlada,kardeşe,dosta, muhite, cemiyete, yabancı fertlere ve milletlere gerçek kurtuluş yolunu maddi ve manevi her vasıtasıyla göstermek, belirtmek, benimsetmek ve sevdirmektir. İslamın muhabbet telkini dehası,kendisini sevindirmek isteyen bir kadının tavr ve hareket dehasını geçmelidir. Bu çetin işde de fertlerin ve cemiyetlerin imkan ve istidatlarını son derece dikkatle hesap etmek ve nazik aletleri tamir ve ihya ederken gösterilen inceliğe sahip kılmak başlıca usuldur.

     

    İslam siyasetinde usul,kılıç yolunda hudutsuz bir doğruluk ve adalet,kalem yolunda da sonsuz bir güzellik ve zarafettir.Her iki yolun da gayesi "kolaylaştırın,zorlaştırmayın;müjdeleyin,soğutmayın!" mealindeki Hadis emrine tam uygundur. Netice de her yoldan ne yapılırsa yapılacak ,fakat inandırılacak ve sevdirilecektir.

     

    İslam, günlük ,istismarcı,miskin,hasis,sadece hile için hilekar politikadan nefret eder ve kendi vecd ve aşk hamurunun kıvamında buna yer vermez.

     

    İslam siyasetinde ,24 saatlik hayata hakim olmak davasını güden cüce açıkgözlülüklerden hiçbirine yer yok!; ebedi hayata nailiyet yolunun dünya ve cemiyet tedbirlerini arayan büyük ve muhteşem zekaya ise baş üstünde yer vardır.Bu zekanın rakip ve düşman millet ve dünyalara karşı,politikası da ,İslamın iç ve dış oluşunu köstekleyici her halde mani tedbiri almaktır. Sırasında kuvvet, sırasında hud'a,sırasında idare.."Harp hud'a demektir!" emri..

     

    Bütün bu bakımlardan, en muğdil, en girift,en açık,en sade, en mürekkep, en basit, en saf, en kurnaz, en kahraman, en hud'acı, en sert, en yumuşak; ve eşya ve hadiselerin her an icabına baş eğen, incelerin incesi ve derinlerin derini siyaset, İSLAMDADIR...

     

    (üstat, ideolocya örgüsünden)


  4. ATV'nin her kesimce dikkatle izlenen dizisi "Hatırla Sevgili" ,ne hayet son buldu. Ama ardında sahte kahramanlar bırakarak.İlk başlarda tarafsızca olayları nakletmek yoluna giderken, Deniz Gezmiş karakterinden sonra , devrimci gençlerin yaptıkları, haklı bir mücadele gibi önümüze sürülmeye başlandı. Mücadeleleri kutsal(?) gösterildi, ve sahte fikirlerde sahte kahramanlar bu dizide dirildi..

     

    Ne var ki, böyle bir dizinin verdiği mesajlar sadece coşkunluklarını kavgalarda tüketen bir geçmiş değil, unutulmuş bir fikrin sahte kahramanlarla gençlere tekrar hatırlatılmasıdır.

     

    Neden biz de kendi fikirlerimizi anlatabileceğimiz bir çalışma yapamıyoruz, bu bizim en zayıf yönümüz.

     

    ama yine de ALLAHA ŞÜKÜR bitti bu kabus dizi.

     

    selam ve dua ile


  5. GÖSTER BANA

     

    Göster bana bir zulmün ne kadar

    Zalim olabileceğini

    Göster bana ayaklarıma kelepçe vuran

    Zulmün isimsiz çocuğunu

    Göster bana çöl sıcağıyla kavrulan aşkın

    Nasıl yüreğime nakşedildiğini

    Ve nakşedenin kim olduğunu

    Göster bana, yalnız bir kavganın kabardığı

    Bir anlık bakışları

    Göster bana bir peri masalının

    Çirkin bir siluette can buluşunu

    Göster bana can çekişen ebem kuşunun

    Yüreğindeki son çırpınışlarını

    Göster bana yaşarken bedenime kefen çizen

    Sevdanın adını

    Göster bana gizli bir maşukun ardına düşmüş

    Aşığın ayak izlerini

    Göster bana yağan yağmur altında inadına

    Ateş yakmış meçhul yolcuyu

    Göster bana unutulmuşların hasretini

    Göster bana

    Mecnunun Leyla da gördüğü o ince tebessümü

    Göster bana şafağa çıkmayan sabahların

    Acizane duacısını

    Göster bana gözleriyle semaya ahdetmiş

    şeyda yüreklerin belirsiz bakışlarını

    ve

    göster bana

    arkasından kurşun yemiş bir bebeğin

    gözlerindeki son ışığı...


  6. Abdurrahman Dilipak,Hasan Karakaya, Serdar Arseven(başörtümüze çıkarılan sıkıntılarda bize çok yardımı oldu,Allah razı ols.) ,Hasan Cemal.

     

    Gülay Göktürk'ün yazılarıda dolu geliyor bana.

     

    Karşı görüşlerede bakmaya çalışıyorum, Güngör Mengi, Bekir Çoşkun,Oktay Ekşiyi genelde göz atarım mecburen.

     

    selam ve dua ile


  7. AĞLARSIN

     

    Kırdığın kadehte kalan ömrümden,

    Ağlarsın içtiğin yılları bilsen.

    Hicrinle sararıp solan ömrümden,

    Ağlarsın biçtiğin dalları bilsen.

     

    Sefiller gücünü bende sınadı,

    Kimi kaçık dedi, kimi bunadı;

    Berdûş eleştirdi, sarhoş kınadı,

    Ağlarsın düştüğüm dilleri bilsen.

     

    Ar ettim sakladım uğraşlarımı,

    Haberdâr etmedim sırdaşlarımı.

    Gizlemek isterken gözyaşlarımı,

    Ağlarsın seçtiğim yolları bilsen.

     

    Felsefe böyledir dîvânelerde,

    Teselli aranır bahanelerde,

    Bir kadeh mey için meyhânelerde,

    Ağlarsın döktüğüm dilleri bilsen.

     

    Ateşe su dedim göz göre göre,

    Aklım zavallıydı duyguma göre,

    Bahtına şükretti Mecnûn bin kere,

    Ağlarsın düştüğüm çölleri bilsen.

     

    CEMAL SAFİ


  8. “Uzlaşmanın kahrolası çarkına bir kez kaptırmaya görsün insan elini,geride ne kol kalır,ne de düşünce.”

     

    “Müslüman girdiği çevreye uyan değil,girdiği çevreyi inancına uydurandır.”

     

    "Tutkularınız; bileğinize kelepçe,boynunuza zincir,ayağınıza prangadır.”

     

    "Gündüzün yiğidi olmak, gecenin abidi olmaktan geçer.”

     

    “Bir sevgi ferde kendi kimliğini kaybettiriyorsa,o sevgi,sevgi değil,girdaptır.”

     

    MUSTAFA İSLAMOĞLU


  9. Hakimlere, onlara, bunlara suçu yükleyerek bu işin ismini koyamayız. Bu işin vebali ve müsebbibi sözde dava adamları, sözde muhafazakarlar, sözde vatanseverler, sözde çoğunluk olanlar; yani bizler...

     

    Aman sert konuşmayalım, aman itidalli olalım, bazı kurumları ürkütmeyelim, hassasiyetleri göz ardı etmeyelim, her yerde inancımızdan bahsetmeyelim vs.

     

    Hukukçu, bürokrat, yetki sahibi başlarımız nerede? Nerede hak ve adalet için, bu ülke için, milletimiz için görev yaptığını her yerde beyan eden büyüklerimiz?

     

    Üstad'ın bir sözü vardı:

    Sözde İslam...Bir ferdi bir ferdine kaynamaz

    Bu halde utanmadan camide saf saf namaz.

     

    Camileri doldurmaya gelince, düğüne/derneğe/eğlenceye gelince boş yer bırakmayız. Ses getirmeye ve ses vermeye gelince yokuz.

     

    Bu yazdıklarımı kimseye isnat etmiyorum; benim gibi davaya faydadan çok, zarar verenlere söylüyorum.

    ...

     

     

     

     

    Ne kadar doğru ve ne kadar insana ıstırap veren bir gerçek..Herşey Hak'tandır, ama bizim Hak'tan ayrılmamızdandır.Rabbimiz,”Zâfiyet göstermeyiniz ve sizler en üstün olduğunuz hâlde sulha davet etmeyiniz ve Allah(c.c) sizinle beraberdir ve size amelinizi eksiltmez.”buyuruyor.sessizce,her söylediklerini kabul eden edamızla,kendimizi sulha muhtaç gibi göstermiyor muyuz?Celâdet ve yiğitliğimizi muhafaza etmek yerine, zulüm bekçileriyle ortaklık yapmıyor muyuz?Allah(c.c)ın yanımızda olacağından,şüphemiz mi var?Öyleyse,hakkımızı aramamakta ki bu ısrar niye?ve Kime karşı bu kayıtsızlık?

     

    söylenecek söz yok,herşey bizde başlıyor ve biz de bitiyor.vesselam.

     

    selam ve dua ile


  10. Eşref Ziya'nın ezgileri eskisi çoşkusunu kaybetti, bir "Kalksam ve Dirilsem" ezgisini bir an dahi hatırlatacak ezgisini bulamıyorum artık. İlerlemek istediği çizgiyi hiç hatırlatmayacak, çok cazırtı parçaları var. Yüksek müzik ve karışık, çoğu peşpeşe sıralanan anlamsız sözler.

     

    Grup Genç -öyle aklımda kaldı- ACI parçası çok muhteşem.Tavsiye ederim tüm yürekten ezgi arayanlara.

     

    selam ve dua ile

    • Like 1

  11. Bilinçaltı olayını gözardı ediyoruz bence, elbette izleyen çocuk o dakika ahanda komünist oldum demez. Küçük yaştan bilinçaltına yerleştirilen kavramları büyüyünce sahiplenecektir.Bu herkeste böyle olacaktır denilemez lakin o insanın o kavramlara bakış açısını etkiler.

     

     

    Reyhan kardeşime bazı hususlarda katılmama rağmen,yapılan işin hangi amaçlar doğrultusunda yapılması önemsenmelidir, sonuçta bu kimseler boş bir amaçla yürümeye tenezzül eden kimseler olmaktan çok uzak.Her işlerinde, inandıkları fikirleri göz önünde bulundurdukları aşikar.

    İzleyen çocuk elbette komünizmin unsurlarını anlayamaz, ama bilinçaltı olayı gerçekten çok önemli. Küçük yaştan bilinç altına yerleştirilen kavramlar, o çocuğun bakış açısını etkileyecektir.

     

    Kendi acizane düşüncemle Achartave kardeşimin bu hususta hakkı var.

     

    selam ve dua ile


  12. Yine sözler içimizde kaldı, söylenecek ne bir söz temenni edilecek ne bir umut kaldı..Hukuki bir kararmış, çirkin suratlarını saklayamayacak kadar gerçekçiler! Meclis halka meyletse bile, bu zihniyet çürümedikçe ne başörtümün gözyaşı diner ne ruhumun gözyaşları..

     

    Ama ne geri, hep ileri hep ileri gidelim inşALLAH.. Tüm şüpheleri yok edelim dik duruşumuzla.

     

    selam ve dua ile...


  13. Bu nasıl bir nizam ki, bir türlü kendimize gelemiyoruz.Her ayağa kalkmak istediğimizde ,malûm zihniyet tepemize çöküveriyor.Bu kokuşmuş zihniyet ne vakit kök saldı evimize, ne zaman ilkeler ellerimize verildi?..

    Evet, Sezer'in atadığı 8 üyeninde red oyu vereceği aşikar, zaten vermezlerse ayıp etmiş olurlar (!)

     

    Yine de biz ne bir adım geri, hep ileri hep ileri yol almaya devam edelim, duayı eksik etmeyelim inşALLAH.

    vesselam.

     

    selam ve dua ile

     

    Ey genç adam,bu düstur sana emanet olsun:

    Ötelerden habersiz nizama lanet olsun!...


  14. "Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde başörtüsü serbestliği getiren Anayasa değişikliğinin iptali veya yok hükmünde kabul edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle açılan davayı yarın esastan görüşmeye başlayacak.

     

    Yüksek Mahkeme, CHP, DSP ve Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç ile birlikte 112 milletvekilinin imzasıyla yapılan başvuruyu yarın yapılacak toplantı gündemine ek gündem maddesi olarak aldı.

    AK Parti kapatılma davasına da konu olan düzenlemeyle ilgili kararda, gözler Anayasa Mahkemesi'ne çevrildi. Başvurunun iptal edilmesi için 11 üyesi olan Anayasa Mahkemesi heyetinin nitelikli çoğunluk olan 7 üyesinin oyu gerekiyor."

     

    perşembe günü bizim için biraz sıkıntılı ve tedirgin bir gün olacak.Her ne kadar görünen köy kılavuz istemesede dualarımızı eksik etmeyelim...

     

    Allah(c.c) yardımcımız olsun

     

    selam ve dua ile


  15. SENDEN SONRASI

     

    Aşkın hududunu aştı muradım

    Maksuda eriştir senden sonrası

    Erenler katına belki bir adım

    Belki bir karıştır senden sonrası

     

    Farkına varıp olup bitenin

    Kırdım zincirini nefsimin,bedenimin

    Beni aşkın ile ıslah edenin

    Lütfuna eriştir senden sonrası

     

    Bana bu gayreti sağlayan kudret

    Eyyûb ün sabrından aldığım ibret

    Ne riya,ne kibir,ne kin,ne nefret

    Ebedi barıştır senden sonrası

     

    Bir gonca bakinin gül destesinden

    Bir yudum sakinin sır testisinden

    Yüce mevlânın gel bestesinden

    Feyz alış veriştir senden sonrası

     

    Kevser sarhoşuyum,meyhane değil

    Hiçbir zevk böylesi şahane değil

    Kays gibi Leylay-ı mefsane değil

    Efsane görüştür senden sonrası

     

    Yumup gözlerimi yalana dolana

    Açtın can evimi gerçek olana

    Elif’i bırakıp Karacaoğlan’a

    Yunus’la yarıştır senden sonrası...

     

    Cemal Safi


  16. ...

    Yalan söyleyen aynaları kırdım birer birer.Gözyaşlarını içmek isterdim satırlarda.Mağlup oldum satırlarda,ama eğilmeyen, hükmeden bir mağlup.Sesin,bir yetim çocuk gibi,hüzünlüydü. Kahkahaların ise ,kahredici.Yakıyor her biri beni,içimi titretiyor hançerlenmiş sesi.Eskilerden bir ahenk geliyor satırlara,gülüşünün yıkandığı ırmak kadar bulanık. Gözlerine yüklenen hakikati eritiyorum mürekkebimin siyah rengiyle.

    Satırlarda bir tebessümün enkazı kaldı;dipdiri, yaşayan,unutmayan bir tebessüm.Ben,kalem tutmayı öğrendiğim günden beri,zaaflarımla siyah satırlara zincirlenmiş bir mahkumum. Kalem, çözülüyor avuçlarımda;yorgun bir at gibi ayağım sendeliyor.Sana koşamıyorum satırlarda.Bütün satırlar boğuyor beni,yazmak ecele baş kaldıran ölüm gibi.Akıyor kalemimden,hayâsız,bir günahkâr kadın gibi.

    Satırlar, yüreğimden daha özgür.Hayallerimden daha gerçek,benden daha diri,daha coşkun.

    Satırlar,sokak aralarını ezberlemiş bir serseri. Bazen bedbaht bir hayat,bazen zillete kılıç çeken bir kahraman.Kılıçları kuşanmış bir bedevî.

    Satırlar, kendi kılıcıyla yaralanmış bir hükümdar.Ruhuma giydirilmiş bir deli gömleği,aşkına söz geçiremeyen mecnun. Suskun bir çocuk,haykıran bir dev.

    Satırlar,yaralanmak için tutkuyla bağlanmış bir Leyla.Bazen,cinnetin kapısında sabahlayan bir Mecnun.Canına kefen biçmeye yeminler etmiş bir sevgili,kelepçeleri kırmaya güç yetiren bir cüce.Diken üstünde,ürkek bir ruh.

    Satırlar,sözcüklere adanmış bir heveskâr kadar hayat dolu.

    Satırlar,uzviyetim kadar susuz,dirilen fikirlerimi yutan bir hırsız.

    Satırlar ,gökyüzüne bir dua, yüreklerde salıncaklar kuran neşeli bir çocuk.Ne Leyla ı çizebildim satırlarda ne Mecnun u.Ne yaşatabildim ne öldürebildim.Sessizce mağlup oldum satırlara,kalem elimi yaraladığı vakit,ben kalemi terk ettim.Daha söyleyeceklerim vardı dudağımda,satırlar siyah bir nokta.Gözlerimi kör eden bir muamma.

    Ben satırları sevemedim bir türlü...

    ...


  17. "...

    Tamamen kanuni haklarımız önünde nefes almak kadar tabii bir hareketçiliğe bile bize cinayet saydırıyorlar.Ortalığa hakim sürüye galip, birkaç yaygaracı şirret yüzünden bir katakomp hayatı yaşıyoruz.İster istemez boşlukta mekan teşkil etme hassasına malik olduğumuz için, biz 25 milyon Türk, bu 2,5 kişiden adeta af dilemek mevkiindeyiz.Bu halimizi görmüyorlar da, bizi irticai ayaklandırmakla suçlandırıyorlar.Hayır efendim,Asıl küfrü ayaklandırmak ve Müslümanları büsbütün ezdirmek için bahane arıyor ve buluyorsunuz!İsa Peygamberin hak yolu zamanında Romalı(Tiranlar) neyse, şimdi bizim karşımızda da bazı gazetelerin açtığı hava o..Bizimkiler, hiç bir inanışa tabii olmayan ve kendi öz kaynağını yıkmak isteyen Müslüman(?) isimli şahıslar.Bunlar, (Neron)un aç arslanlarına karşılık,tok ve doymak bilmeyen sırtlanlar halinde üzerimize atılıyor ve kalplaeimizi didik didik ediyor. Ne şuradan ne buradan üzerimize hiçbir müdafaa eli uzanmıyor. Kurucusunun dediği gibi bu," Bu din garip gelmiştir, garip gidecektir"...

    Aslında,tüm bu engeller, bir türlü yolumuzu bulamamktan, hakkımızı arayamamaktan, memuriyetimizi yerine getirememekten, Allahın sırtımıza bindirdiği yük..Onlar yüzünden imtihanların imtihanını çekiyoruz..." (üstat)

     

    Görüyoruz ve biliyoruz ki , geçmişte bize mussallat olan bu zihniyeti ancak bizim çabamız, samimi gayretimlerimiz, yüreğimizde kıvrım kıvrım dolaşan iman gücümüzle ayağa kalkarak silkinmemiz söndürebilir.Çünkü, bizi çok yıprattılar, ve halende inandığımız değerlere kayıtsızca dil uzatma lüksündeler.. Söylenecek aslında hiç bir şey yok, gören göz için ve düşünen insan için her şey ortada...

     

    "Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın"

     

    vesselam...


  18. Onur Öymen'in, Cumhuriyet Halk Partisi genel sekreteri Önder Sav'ın çirkin ve bir o kadar da rahat sözlerine karşın: "Bu gibi konuları temcit pilavı gibi her gün gündeme getirerek, esas konulardan, halkın gündemini uzaklaştırmamak lazım. Sav, inancına, dinine, laiklik düşüncesine ne kadar bağlı olduğunu bu kadar yıldır insanlar anlamadıysa bundan sonra da anlayamazlar. O bir devlet adamıdır, herkesin O'na saygı duyması lazım.."

    sözleri bizi hiç şaşırtmadı.Zaten kara bir zihniyetin ürünü olan bu kimselerden birbirlerini yalanlamalarını yahut özürle de olsa biraz haysiyet beklemiyoruz.Onlardan beklenen ,birbirlerinin sözlerini tasdik ederek, aynı zihniyetin ürünü olduklarını her defasında hissettirmeleridir...Bizi hiç şaşırtmadılar, beni üzen ve kahreden hala bu zihniyetin varlığını sürdürmesi ve istedikleri her şeyi yaptırma her sözü söyleme lüksüne erişmeleridir..vesselam.


  19. Benim bir tane doktorum olabilirdi; o da, tam 10 yıl evvel ölmüş, daha doğrusu ölümsüzlüğe geçmişti. Ankara’da, Keçiören’in ilçesinde, Bağlum köyünün mezarlığında, maddesiyle küçük bir kabre sığmış ve ruhaniyetiyle bütün Fezayı doldurmuştu. Alemin Fahri’nin maddi ve manevi büyük sülalesinden gelen, efendim ve mürşidim Abdülhakîm Efendi Hazretleri. Fakat ben, maddeye esir, âciz ve perişan adam, onun ruhaniyatini her an üzerimde bildiğim halde, dizlerime kapanmadığım ve ötelere bakan gözlerine dalamadığım için tesellimi bulamıyordum. Hattâ bu hâlimin, onun bir tasarrufu olduğuna inanıyor, dolayısıyla tesellimi hemen bulduracak bir itikat taşıyor, bu hâlimden, derdimden kurtulacağımı seziyor ve yine de itminan duygusuna geçemiyordum. Bakın siz tasarruf dediğim şeyin kuvvetine!...

     

    Onu ilk tanıdığım zaman da büyük bir buhran geçirmiş ve sonunda “Çile” şiiriyle, ”Bir Adam Yaratmak” piyesin yazmıştım. Şimdiki buhranımı ilkinden daha ağır görmeye başlıyordum. İlk buhran içinde, bana ettiği dua ve nasihatleri hatırlıyordum. Bir kere, derin bir vecd içinde, yüzüme bakmadan, ağlamaklı bir sesle şöyle buyurmuştu:

    -Sen hasta olma!...

    Daha sonra şöyle:

    -Keşke bu kadar zeki olmasaydın!...

    Ve şöyle:

    -Allah seni iki cihanda aziz etsin!...

    Hayallimde bunlar, gözyaşıyla kıbleye dönüyor, ellerim açıyor ve yalvarıyorum:

    -Allahım, sana açtığım bu eller, benim değil onun elleridir. Beni hasta etme!... Beni kafir saflarına rezil etme!... ”Sen hasta olma!” diyen Efendimin duasını kabûl et!... Beni zeki yarattığın kadar ıstırabımı ver, fakat çaremi ve şifamı da lûtfet!... Beni iki cihanda aziz et!...

    Nasihatleri içinde, bir de uyku emri vardı. Her gece sekiz, dokuz saat uuyumam gerektiğini söylemişlerdi.

    Bu mesele; uyku... İş, uyuyabilmekte... İnsan yiyen yatakta uyku...

×
×
  • Create New...