Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

ilcege

Editor
  • Content Count

    401
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by ilcege


  1. Sual: Kadir gecesinin önemi nedir?

     

    CEVAP

    Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan en kıymetli gecedir. Bazı âlimlere göre Mevlid gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Kadir Gecesi, bu ümmete mahsustur. Başka peygamberlere böyle faziletli bir gece verilmemiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

    (Allahü teâlâ, Kadir gecesini ümmetime hediye etti, başka ümmete vermedi.) [Deylemi]

     

    Resulullah’a, kendisinden önceki insanların ömürlerinin ne kadar olduğu bildirilince, kendi ümmetinin ömürlerini kısa buldu, uzun ömürlü olan diğerlerinin işledikleri salih amelleri işleyemezler diye düşününce, Allahü teâlâ Ona bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini ihsan etti. Allahü teâlâ, (Kadir gecesi senin ve ümmetinindir) buyurup Habibini ferahlandırdı. (İ. Malik)

     

    Resulullah efendimiz, (Benî İsrail peygamberlerinden 80 yıl hep ibadet eden oldu) buyurunca, Eshab-ı kiram hayret etti. Cebrail aleyhisselam gelip, (Ya Resulallah, ümmetin o peygamberlerin, [diğer işlerin dışında] 80 yıl hep ibadet etmesine şaşıyorlar. Allah sana ondan iyisini verdi) diyerek, (Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Rıyad-ün-nasıhin)

     

    Baliğ olarak 50 yıl yaşayan kimse, 50 tane Kadir gecesi geçirir. Bir gece, 80 yıl değerinde olunca, 50x80=4000 yıl eder. 4 bin yıl ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur. Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar, Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

     

    (Sevabını Allah’tan umarak, Kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur.) [buhari, Müslim]

     

    (Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur’an-ı kerimi hatim etmekten daha sevabdır. Kadir gecesinde bir Sübhanallah, bir Elhamdülillah, bir La ilahe illallah söylemek 700 bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadet etmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni]

     

    (Kadir gecesi üç defa “La ilahe illallah” söyleyen müslümanın, birincisinde bütün günahları bağışlanır. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.) [Tefsir-i Mugni]

     

    Kaynak: www.dinimizislam.com

    • Like 4

  2. Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde askeri konvoyun geçişi sırasında yola döşenen mayın patladı. Saldırıda 8 asker şehit oldu. Yaralı askerlerin olduğu belirtiliyor!..

     

    Hakkari-Çukurca karayolunda patlama meydana geldiği bildirildi.

     

    Alınan bilgiye göre, sabah saatlerinde, Hakkari-Çukurca karayolunda henüz belirlenemeyen bir nedenle patlama meydana geldi. Patlamanın ardından Hakkari-Çukurca karayolu trafiğe kapatıldı. Güvenlik çemberine alınan bölgeye, sadece ambulanslar alındı.

     

    Çok sayıda askerin sevk edildiği bölgede, hava destekli operasyon başlatıldı.

     

     

    www.haberkusagi.com

    • Like 1

  3. Bugün Mirac kandilidir

     

    Sual: Mirac ne demektir?

     

    CEVAP

    Resulullah’ın göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir. Recebin 27. gecesidir. Resulullah’ın, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. (Bahr)

     

    Peygamber efendimiz miracını özetle şöyle anlatıyor:

    Verilen Burak’a binip Beyt-ül-Makdis’e geldim. Onu, önceki Peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım, sonra Mescide girip orada iki rekât namaz kılıp çıktım. Cebrail aleyhisselam bir kap şarap, bir kap da süt getirdi. Ben sütü seçtim. Cebrail, yaratılışa uygun olanı seçtin, dedi. Sonra bizi 1. semaya çıkardı. Gök kapısında, sen kimsin diye bir ses geldi. Ben Cebrail’im dedi. Yanındaki kim dendi. Muhammed aleyhisselam dedi. O, Peygamber olarak mı gönderildi dendi. Cebrail, evet dedi. Gök kapısı açıldı. Hazret-i Âdem’le karşılaştım. Bana merhaba diyerek hayır dua etti. 2. semaya çıktık. Yine orada da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Burada iki teyze oğlu İsa ve Yahya ile karşılaştım. Onlar da bana, merhaba diyerek dua ettiler. 3. semaya çıktık. Bu kapıda da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Orada Hazret-i Yusuf’u gördüm. O da dua etti. 4. semaya çıktık. Aynı konuşmalar oldu. Kapı açıldı. Hazret-i İdris’i gördüm. O da dua etti. 5. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti. Kapı açıldı. Hazret-i Harun’u gördüm. O da dua etti. 6. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar oldu ve kapı açıldı. Hazret-i Musa’yı gördüm. Merhaba diyerek dua etti. 7. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti ve kapı açıldı. Arkasını Beyt-ül-mamura dayamış Hazret-i İbrahim’i gördüm. O da dua etti. Beyt-ül-Mamur’u gördüm. Sonra Cebrail beni Sidret-ül-Münteha’ya götürdü. Allahü teâlâ, günde elli vakit namazı farz kıldı. Hazret-i Musa’nın yanına gelip anlattım. (Rabbinden azaltmasını iste! Ümmetin buna güç yetiremez. Tecrübem var) dedi. Birkaç defa Rabbimle görüşmeye devam ettim. Nihayet Rabbim, (Beş vakit namazı farz kıldım. Her vakit için on sevab vardır. Böylece elli vakit namaz olur) buyurdu. (Müslim)

     

    Mirac gecesini ibadetle, mesela kaza namazları kılmakla, Kur’an-ı kerim ve ilmihal okumakla, tesbihatla, gündüzünü de oruçla geçirmeli. İki hadis-i şerif meali:

    (Mirac gecesinde iyi amel eden için yüz yıllık mükâfat vardır.) [İ. Gazali]

     

    (Recebin 27. günü [yani yarın] oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir.) [İ. Gazali]

     

    Kaynak

    • Like 1

  4. On yıl evvel böylesi bir yaz günü kaybettiğimiz Bedreddin Arvas Doğu Anadolu’da tecvid ve tilaveti ile bilinirdi. Okur musunuz dendi mi asla nazlanmaz, Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i şerifini ve Şeyh Ahmed-i Cüzeyri Hazretlerinin divanını dillendirirdi. Kendine has, yanık, hüzün yüklü bir sesi vardı, insanın yüreğine işlerdi. Ömrünün son yıllarında talepleri kıramamış (TGRT FM Stüdyolarında) Molla Cüzeyri Hazretlerinin divanını seslendirmişti...

     

    Bedr dolunay demek, Bedreddin “dinin nuru ışığı!” Hakikaten bir nur, halâvet, sevimlilik vardı simasında... Derler ya ismi ile müsemma.

    Biliyor musunuz merhum dedem (Şeyh Masum Efendi) dua etmiş. Ya Rabbi oğullarım için zenginlik istemiyorum, yalnız biri âlim olsun, biri gönül ehli, birinin de sesi billur gibi.

    Babam rahle başına bir oturuyor üç beş haftada hatmediyor. Hocası da şaşırıyor dedeme geliyor “Efendim Bedreddin hatmetti!”

    Dinlemek isterdim ama benim yanımda sesi çıkmaz, sen yan odaya al, bir aşır okut ona... Dinliyor namütenahi bir ses, aliyyül âlâ. Bu duam da kabul oldu Elhamdulillah. Tecvid, tertil, tam kıvamında... Sanırsın Kahire’den hafız gelmiş Van’a!

    Rahmetli babam Kur’an-ı kerimi, Molla Cüzeyri Divanını ve Türkçe Mevlüd-i şerifi pek güzel okurdu. Tarif ederken “hani” derler, “o sesi güzel seyyid var ya...”

     

    HASRET VUSLAT

    Dedem Masum Efendi nüfuzu olan bir insan, düşünebiliyor musunuz sırf bu yüzden sürgüne yollanıyor. Babamı son defa kucağına alıyor, öpüyor kokluyor, Gevaş iskelesinden kalkan tekneye bindiriliyor.

    Önce Van, oradan Trabzon. Soma, Sındırgı derken 10 yıl Marmaris’te ikamete mecbur ediliyor.

    Sonra Ankara’ya getiriliyor. O günlerde İbrahim Arvas avukat, medeni cesareti olan bir insan. Fevzi Çakmak’a çıkıyor, “Masum Efendi vatan millet sevgisi ile dolu bir büyüğümüzdür” diyor, “ondan ne istiyorlar?”

    Fevzi Çakmak tebdili kıyafet ediyor, gidip Taceddin Dergâhında dedemi buluyor. Halini hatırını soruyor. Hayat hikâyesini dinliyor. Masum Efendi “bizden Rus ve Ermeni çetelerine karşı mukavemet etmemiz istendi, kâbul ettim. Hatta sol kolumu bu uğurda kaybettim. Dün bana gazilik unvânı verenler, bugün süründürüyor. Bir vatandaş devletinden üç şey bekler “Hamiyet, mürüvvet ve sadakat!” Bizim bunları istemek hakkımız değil mi acaba?

    Mareşal müteessir oluyor. O hızla Başvekil İnönü’ye çıkıyor. Paşam biz bu adamı niye tutuyoruz Ankara’da?

    - Aman aman aman. Çok tehlikelidir onlar!

    - Nasıl tehlikeli!

    - Ermenilere karşı üç günde harekat başlatabilen biri bize karşı da başlatabilir. Madem güç sahibi, memleketinden uzak tutulsun o kadar.

    - Bu söylediğinizin mantığı var mı paşam!

    - Peki mesuliyeti üstlenir misin?

    - Getirin ne imzalanacaksa...

    İmzalıyor ve salıyorlar.

    Dedemin Van’a geldiğini duyunca babam çok heyecanlanıyor... Koşuyor, nasıl kalabalık... İçlerinden biri babası ama hangisi? Tanımıyor ki... Ayrıldığında üç yaşındaymış daha!

    Bir anda gözleri gözlerine saplanıyor, yüreği kafesine sığmıyor. Koşup boynuna sarılıyor. Masum Efendi onu bağrına basıyor, doya doya kokluyor. Çocukcağızın boynu bükük kalmış. Elinden tutuyor, “gel sana yeni bir elbise alalım, potin bakalım.” Çarşıda yürüyorsun, baban yanında. Saadet bu işte, insan ne ister ki başka!

     

    KAVUNUN KOKUSU

    7 erkek kardeşler, Mehmet Bakır, Selim, Selahaddin, İbrahim, Taha ve Emin Garbi Amca... Her birinin de kendine has hususiyetleri meziyetleri var.

    Mâlum seyyid çocukları zeki oluyor.

    Dedem (Rahmetullahi aleyh) o sene bir kavunu tohumluk bırakıyor. Diğerleri bitiyor, bu son parça göze batıyor... Kokusu esans gibi yayılıyor ortalığa.

    İbrahim amcam “Ya Bedreddin” diyor “bu kavunu yesek mi n’apsak?”

    - Babam kızmaz mı?

    - Nerden anlayacak?

    - Ya sorarsa?

    - Sen çık hele sırtıma...

    Öyle tarlaya giriyorlar. “Kopar şu kavunu!” Koparıyor. “Al kucağına!” Alıyor. “Kes*!” Kesiyor. “Ağzıma koy!” Koyuyor. “Kendin de ye!” Yiyor.

    Dedem ertesi gün siz gelin bakayım buraya diyor. İki zanlı yan yana!

    - O kavuna n’oldu çocuklar?

    İbrahim amcam “eğer kavuna dokunduysam” diyor, babam ise “eğer ayağımı bostana bastıysam!”

    Mübarek gülüyor, gülüyor, gülüyor: “Hadi afiyet olsun” diyor, “onun kokusu sizden geliyor!”

     

    FUKARA GUREBA ARASINDA

    Babam hep gariplerle olurdu, aranmayanları arar, sorulmayanları sorar.

    Bir gün Mazhar Geylani amca babamı yad ediyordu. “Hayatımda bu kadar alçak gönüllü bu kadar zarif, sanatkar bir insan görmedim” dedi, “ O seyyidliğini de izhardan kaçardı.”

    Mehmed Said Hoca “Biliyor musunuz” dedi, “Hazreti Hasan da (Radıyallahu anh) seyyidliğini saklardı. Hatta bir gün çarşıya çıkıyor, kendisini tanımayan bir esnaf arıyor. Bakıyor yabancı bir sima. Ben bunu tanımıyorsam oda beni tanımaz. Alacağı malı seçiyor, soruyor ne kadar? Şu kadar!

    Bu ses, bu çehre, bu nezaket, bu asalet... Besbelli! Habibullahın kokusu var.

    - Pazarlık sünnettir onda bir indirim yapsan?

    - Efendim size yarıya da olur.

    Mübarek bakıyor tanındı, “kalsın” diyor, vazgeçiyor.

     

    İYİLİK... HERKESE AMA...

    Babam herkese iyilik yapardı, bilhassa hışmına uğradıklarına. Bazen hakaret ederler, azarlar, ileri geri konuşurlar. Anında unutur, kesinlikle kayda almaz.

    Hepsinin de resmi dairelerde, belediyede, vilayette işi çıkar, gelir yardım isterler. Babam bir şey olmamış gibi gider işlerini halle çabalar.

    Çocukluk bu ya... Ürktüğünü, çekindiğini sanırdık hatta..

    Hastalığında da hiç zevali olmadı. Ablama “bana bir ay sabret kızım” demiş, “merak etmeyin sizi üzmem, yormam!”

    Istırabı yoktu, nefes almakta zorluk çektiğinde araba ile çıkarıp gezdiriyorduk, koltukta azıcık dalıyordu, o kadarcık uyku yetiyordu ona.

    Vefatına bir hafta kala dermanı azaldı, abdeste götürmek için koluna girmeye başladık.

    Babam bir seferinde yine hareketleniyor, annem ile ablam ayağa kaldırıyor. Sanki Seyyid Fehim hazretleri gelmiş gibi konuşuyor, gözleri kapıda.

    -Efendim hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

    Sonra bir daha... Bu sefer Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine hitaben “buyurunuz Efendim şeref verdiniz” diyor, ihtiram dorukta... Ablama hitaben “görmüyor musunuz hanemize teşrif etmişler” diyor.

    Sahi sanırlar sonra...

    Babam Gevaş’ta Selimiye Camisinin İmam Hatibiydi... Van Şamranaltı camisinde de vazife yaptı bir ara.

    Çok mütevazı idi. Hatta bir gün Hüseyin Hilmi Beyler “efendim” demişler “tevazu iyi bir haslettir ama herkese yapılmaz, cahiller essah sanırlar sonra.”

    Vefatından bir ay evvel, doktora götürecektim, evrakları almak için TGRT binasına geldik. Ben girmeyeyim dedi, insanlar meşguldür, rahatsız etmeyelim.

    O ara Enver Abi geldi. “Oooo Bedreddin amca içeri buyursaydınız ya!”

    - Ben emekli adamım zamanım çok, sizin kıymetli vaktinizi almayayım.

    - Bedreddin amca bu nasıl söz, hastasınız, sizin sıhhatiniz bizim zamanımızdan mühim mi? Ya Rabbi bu ne tevazu ya?

    Babam kimseden bir şey istemezdi (dua hariç) birine sıkıntı olacağım diye ödü kopar.

     

    KABRİDE KENDİ GİBİ

    Babamın vefatını dostlara akrabalara bildirdik Onlardan Medine’deki yakınımız “İnnalillah ve inna ileyhi raciun...” dedikten sonra.

    - Biliyor musunuz ben 17 yaşında iken evinizde bir rüya gördüm. Demişti ki “nolur şefaat et bana!” Tuhafıma gitmişti, ben nasıl şefaat edebilirim ki ona? Az evvel, Medine’de Ravda-i mutahhara önündeydim, nedense babanız düştü aklıma, yana yakıla dua ettim. Ismarladım Habibullah’a! (Sallallahü aleyhi ve sellem) Subhanallah, ayrıldım telefon çaldı ve vefat haberi verildi. Hikmeti şimdi çıktı ortaya...

    Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri “sabah namazından sonra Cüzeyri divanından bir beyit okumak fidana verilen can suyu gibidir” buyurmuş. Babam da divanın faziletini bilenlerdendi. Oku dediler mi hiç nazlanmaz, hemen başlar. 1994 yılında TGRT FM stüdyolarına davet ettiler, kayda aldılar hatta. Divan Türkçe değildir, bazıları sorar, “Bedreddin amca ne diyor burada?”

    “Çeviremem” der, “benim kelimelerim yetmez ona. Öylesi cümleleri ancak veliyullah kurar!”

    Kabir taşı hazırlatıyoruz, büyüklerimize danıştık, “Mâlum babam Şeyh Ahmed-i Cüzeyri Hazretlerinin aşığı idi Divanından bir beyit yazdırsak mı acaba?”

    “Hayır” buyurdular, “babanız hayatı boyunca hep tevazu içinde yaşadı. Onun en büyük hasleti sadelikti, kabir taşına Bedreddin yazdırın yeter, Seyyid bile yazdırmayın hatta!”

     

    DARDA KALIRSANIZ

    Babam derdi ki çocuklar başınız sıkıştığında dedeniz Seyyid Fehim’i (kuddise sirruh) hatırlayın. Allahın izni keremi ile koşar imdadınıza.

    Kendisi anlatmıştı: Bir gün yakacak odun aldık, külüstür bir kamyonla dönüyoruz Gevaş’a. Sarp bir yoldan aşağı iniyoruz. Zemin kar, buz. Şoför frene basınca araba kontrolden çıktı, sol yan öyle bir uçurum ki dibi görünmüyor. Gözlerimizi yumduk, gidiyoruz. Ya Rabbi Seyyid Fehim Hazretlerinin hatırına... “Çat” diye bir ses, araba askıda. Şoför kapıyı açtı, bir baktı, kuşlar uçuyor altında. “Aman kıpırdama hocam, yavaşça çıkalım sizin kapıdan!” Nefesimizi tutarak indik. Kamyon tahterevalli vaziyetinde ve durması için bir sebep görünmüyor. Meğer bir kaya diş gibi çıkmış iki lastik arasından yakalamış son anda. Şoför “kurban” dedi “vallah tesadüf değildir. Himmet var bunda!”

    Yine kendisi anlattı: Gevaş’ta komşu köye gitmiştim. Gündüz gözü döneyim dedim. Israr ettiler kalın burada... Hava nasıl berrak. Gök lacivert, bulutlar akça pakça. Kar deniz gibi pürüzsüz, yer yer ışıklar oynaşmakta.

    Yok gideyim dedim, yürüyeyim de elim ayağım açıla. Henüz yolu yaralamadım ortalık kararıverdi. Bir rüzgar, kar bora fırtına!

    Etrafımda gölge gölge hayvanlar. Karlara batıp batıp çıkıyor, sıçraya sıçraya ilerliyorlar. Köpek olabilir mi... Sanmam kesin “kurt” bunlar.

     

    KURTLAR KUŞATINCA

    Nitekim biri ilerledi önünden geçeceğim çalılığın ardına sindi. Belli ki üstüme atlayacak. Diğerleri sağa sola yayıldı, hilal gibi kuşatıyorlar.

    Son anda telgraf direğini fark ettim. Bunlar genelde çıplak olur, binde birine tahta çakarlar, hani basamak basamak.

    Baktım basamaklı düşünmeden tırmandım. Kurtlar direğin dibinde toplandılar.

    Hırlayıp uluyor, yukarı doğru sıçrıyorlar.

    Belki korkarlar diye kaputumu çıkarıp üstlerine attım, daha da kudurdular. Soğuk şiddetleniyor, donup gideceğiz burada...

    Benim bir arkadaşım vardı. Bir gün atla giderken kurtlara rastlıyor, yanında tüfeği var ateş edip birini vuruyor. Diğerleri kaçıyor.

    İniyor tüfeği eğere takıyor, kurt postunu atın sırtına atınca olanlar oluyor. Hayvan kurdun leşinden bile tırsıyor, şaha kalkıyor, bir kaçıyor ki aşk olsun tutana...

    Tüfek de gitti mi, yapayalnız kalıyor dağ başında... Adamı öyle bir yiyorlar ki gram et kalmıyor, kafatasını bile sıyırıyorlar.

    Aklıma bu hikaye gelse de içim rahat. Duaya sığınmışım. En güçlü silah!

    Meğer yakınlarda bir mezra varmış, onlar da askerden gelecek oğullarını bekliyorlarmış. Gözleri yolda. Kurt seslerini duyunca koşmuşlar.

    Tam gücüm kesiliyordu ki bir tüfek patladı, kurtlar kaçıştı. Baktılar direğin üstündeyim. “Hocam sen ne arıyorsun orada?”

    Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Demek ki rızkımız bitmemiş daha...

     

    Kaynak


  5. Güzel bir tahlil ve yerinde tespitler. Bu verimli çalışma, Üstadın 'Sayıklama' şiirine daha iyi nüfuz etmemizi sağlayacağı gibi; Üstadın diğer eserlerini de anlama, kavrama ve eserleri bütünüyle kuşatma adına bir kilometre taşı mesabesinde değerlendirilebilir.


  6. Projemizin müşahhas planda tezahür etmesi için elinden gelen gayreti ardına koymayan Beylerbeyi kardeşime ve w-racer arkadaşıma bu vesileyle teşekkür ediyorum. Ülkemizin mücerret kafa yetiştirmekte ki kısırlığı dikkate alındığında; Üstad gibi hayatının her döneminde mücerreti kovalamış, Mutlak Hakikat davasının çilesini çekmiş bir mütefekkirin kitaplarını dağıtma işi, nereden bakarsanız bakın mühim bir iştir. Bu işe gönül veren herkesten Allah razı olsun.


  7. Her alanda dökülen CHP'nin, geçmişte, Sırrı Sakık'ın ifade ettiği türden bir girişimde bulunduğuna dair inancım yüksek. Neticede statükonun temsilciliğini yaparak, bugüne dek elde ettiği kazanımları koruma gayretine düşen CHP, oy almak adına hain diye nitelediği insanlarla bir araya da gelir, militanı aday da gösterir. Ne yazık ki bu parti ülkemizde hala ana muhalafetin başı olarak yer edinebiliyor. Fakat değişen dünya ile birlikte ülkemizin de pek çok açıdan değişime uğradığı bir dönemde statükocu ve sonuna kadar pragmatist CHP mantığının artık hayat bulması çok zor diye düşünüyorum.


  8. Site olarak keyfiyetli bir toplantıyı daha geride bırakmanın sevincini yaşıyoruz. Üstadımızın eserlerinin dağıtılması projesine katılan, projenin kemale ermesi için gayret ve emek sarfeden herkese teşekkürü bir borç biliriz. Bu proje vesilesiyle Üstadın her biri fikir kokan kitapları muhtelif yerlere hediye edilecek ve belki de birçok insanın ruh kökünü kavramasına, yaşadığı hayatı, dolayısıyla eşya ve hadiseleri iç ve dış hatlarıyla tetkik etmesine vesile olacaktır inşaâllah.

     

    Daha nice hayırlı, keyfiyetli projeler tertip etmek temenni ve duasıyla...


  9. İnsanoğlu eşyanın hakikatını ne zaman öğrenebilecek.

    Dipsiz kuyu dediğimiz atomaltı dünyası hâlâ meçhulümüz. Atomaltı parçacıkların, (Kuarkların) insan mantığıyla açıklanamayan hareketleri insanoğluna hâlâ meydan okuyor.

    Dünyanın en özel iki büyük laboratuvarı, -Cern ile Fermilab- yıllardır bir protonun hakkından gelemediler.. Kainatın en küçük varlığı hâlâ meçhulümüz.

    Bunun için değil midir ki, Sevgili Peygamberimiz “Allah’ım bana eşyanın hakikatını göster” diye yakarıyor..

    İnsanlık madde ve anti maddelerin sınırını öğrenmek için yıllardır iki protonu çarpıştırmaya çalışıyor.

    ***

    Başımız proton’la belâda.. Proton da, elektronlar da dipsiz kuyular.

    İkisi de aklın dışında cirit atıyorlar ve insanoğlu onları anlamaktan âciz..

    Adetâ dalga geçiyorlar bizimle.. Dalga mıdırlar, kitle midirler, enerji paketi midirler, her an her şey olabiliyorlar..

    Pozitif bilimlerle, daha doğrusu pozitivizm ile alay eder gibi bir halleri var. Aslında aklımızla alay ediyorlar.

    Ve galiba bunun içindir ki teorik fizikçilerin çoğu “aklın dışında da bir bilgi alanı var” demek zorunda kalıyorlar.

    Ve galiba yine bunun içindir ki filozof Alain “Nazarımda bütün deliller şerefsizdir”.

    Ve galiba yine bunun içindir ki; son asır teorik fizik bilginleri Heisenberg’in indeterminist ilkesini benimsediler. Holografi, Sicim teorisi ve Kuvantum bizi aklın kıskacından kurtarmış, inanç dünyamızı zenginleştirmiştir.

    ***

    İnsanoğlu aklın sınırları içinde kaldıkça kozmik trajediler yaşamaya mahkum.

    Aklı inkâr mı edeceğiz? -Asla!

    Ancak kalbimizin sesini dinlemeden tek başına akıl yoluyla ancak buraya kadar gelebildik.

    Neyse eşyanın hakikatını öğrenebilmemiz için kıyamete kadar yolumuz (!) var.

    Gelin hep beraber Sevgili Peygamberimizin duasını tekrarlıyalım: “Allahım bize eşyanın hakikatını göster.”

     

    Ömer Öztürkmen

     

    Kaynak


  10. NECİP FAZIL’DA ANNE UNSURU / Gökhan AYVERDİ

     

     

    Bu çalışmamızda şiirimizin, büyük şairlerinden Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerindeki anne unsurunu açıklamaya çalışacağız.

     

    Yıl 1916...I.Dünya Savaşı devam ediyor… Payitaht İstanbul’ da bir hastane odası…12 yaşında bir çocuk hasta annesini ziyaret ediyor. Annesi, yanındaki yatakta yatan veremli bir kızın başucundaki şiir defterini işaret ederek ‘’senin şair olmanı ne kadar çok isterdim’’ diyor. Bu olayı daha sonraki bölümlerde şairin kendi ağzından anlatmaya çalışacağız. Şimdi şiir hayatı üzerinde bilgi vermek yerinde olacaktır.(1)

     

    Her satır yazının bir haysiyeti vardır. Fikriyatını, bütün eserlerine nakış nakış işleyen, kelimelerini adeta bir sarraf titizliğiyle kullanan adam, Üstad Necip Fazıl. Kalemiyle kimine zehir kimine merhem olan, kelam ve kalem ilmini yürek ateşinde pişirerek, mutlak hakikat arayışını şiir giziyle varlık âlemine sunan bir şairdi o.(2)

     

    Necip Fazıl’a göre:

     

     

    „Şiir mukkaddes eşiğin süpürgesi, şair de boynundaki süpürücülük borcuyla insan oğlunun en yüksek rutbelerinden birisi…

    Ben bu rutbelerin en yükseği içinde, O’nun ümmetlik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o mukkaddes eşiğin süpürücüsüyüm. Kendimi böyle takdim ederim“ diyor Çile kitabının başında...(3)

     

    Öfkelerini, polemiklerini; dini, milli temele dayalı açık iddialarını, inanç ve fikir motiflerini; fıkra, piyes ve hikâyelerine koyan Necip Fazıl üstün sanatkârlık gücünü daha büyük ve yoğun ölçülerde şiirine yansıtır.(4)

     

    Üniversitede öğrenciyken Yeni Mecmua’da yayımladığı ilk şiirlerinde(1923) hece ölçüsü içinde ayrı bir ses yarattığı kabul edilen Necip Fazıl, Rıza Tevfik ve Faruk Nafiz beğeni çizgisi üzerinde, kaynağını alaturka duyarlılıklardan alan genç bir şair adayı olarak görünür. Bu yılların tarihlerini taşıyan “Ayrılık Vakti”,”Tütün Ruh”,”Hayal” gibi şiirlerinin buluş ve söyleyiş özellikleri yönüyle orta düzeyi aştıkları söylenemez.(5)

     

    Necip Fazıl ilk aşamaya (1926–1930) yıllarında ulaşmış, çoğunluğu Milli Mecmua(1924–28) ve Hayat(1928–29)dergilerinde yayımladığı şiirlerde getirdiği temalar ve bunları işleyiş yönünden değişik bir kişilik ortaya koymuştur. Yıllar sonra(1962’de) kendisinin de bağını kopartmadığını belirttiği bu dönem ürünleri arasında “Kaldırımlar”,”Otel Odaları”,”Sayıklama”,”Bu Yağmur”,”Noktürn”,”Gel”,”Geçen Dakikalarım” gibi şiirleri sayılabilir. Şair bu dönemde, saklanma gereğini duymadan içini dökerken, bir yandan Faruk Nafiz ve öteki hececilerin varamadıkları söyleyiş olanaklarına varmış, yıpranmış benzetilerden kendisini uzak tutmayı başarmıştır. Bu nedenle şiirlerinde kendi temalarına bağlı bir duyarlılık ve değişik biçimler geliştirdiği görülür.

    Hatta 27 yaşında “Kaldırımlar” gibi, sembolizm imgeleri ile dolu şiiri Bab-ı ali gazetelerinde yayınlanırken, dönemin sembolizm duayeni Ahmet Haşim “Bu çocuk nereden buluyor bunları? Bu çocuğa dikkat edin” diyerek hayretini belirtecektir.(6)

    Necip fazıl eserlerinde olgunluk dönemine 1930–1945 yıllarında ulaşmış ve bu dönem Varlık, Ağaç, Oluş, Ses, Büyük Doğu dergilerinde yaıyınladığı ”Zaman”,”Senfoni”, gibi şiirleri bu dönemin ürünleridir.

     

    Necip Fazıl, ilk gençlik yıllarında kısa bir süre dönemin beğeni sınırları içerisinde ülke şiiri arama eğilimleri taşırken, daha sonraları bunalım çizgisine yükseldiği görülmektedir. Daha çok bireysel patlamaları, iç buhranları şiire konu olmaya başlamış, bunun sonucun da ölüm konusu ağır basmaya başlamıştır. Ölüm konusunun dolaylı ve dolaysız olarak daha sonraki şiirlerinde de somut biçimlerde geliştikçe Necip Fazıl’ın gizemciliği (mistisizmi) oluşmaya başlar. Aynı dönemlerde farklı konulara eğilmeyi ihmal etmemiştir, mesela “Kaldırımlarda” insanların yaşamı, kalabalık kent yaşamı, toplumsal zorunluluklara eğilmiştir.(7) Kendi iç yaşamını şiirlerine konu ederken Allah, cin, sonsuzluk gibi konulara yer vermeye başlamış, bu dönem eserleri arasında bulunan “Senfoni”de ilk kez sonsuzluk temasını işlemiştir. Şairin içsel arayışlarında en temel noktayı oluşturan Allah, çoğu zaman şiirlerine ana konu olmuştur. Çile adlı eserinde bulunan “Çile”, ”Nur”, “Allah Derim” gibi şiirleri bu konu üzerine yazılmış ve bu konuyu işleyen şiirleri “Çile” adlı eserinde Allah bölümünde toplanmıştır.

     

    Zamanın ötesine geçmiş bir şair olarak Necip Fazıl, üstün bir üsluba, kişiliğe, zekâya sahiptir. Bütün bu özellikleri şairliğinde birleştiren şairin, ilk yazma hevesi annesi sayesinde ortaya çıkmıştı, bu olayı onun ağzından aktarmak bu bölümde yerinde olacaktır.

     

    “Bahanesi tuhaftır:

    Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim…Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde … Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp :

    —Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!

    Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkına varamadığım bir şey gibi göründü.”

     

    Bu olaydan mıdır bilinmez, anne konusuna zaman zaman yer vermiş ya da şiirlerinin dizelerinde kullanmıştır. Örneğin Kaldırımlar adlı şiirinde “Kaldırımlar çilekeş yalnızların annesi” diyerek anne şefkatine bir benzetmede bulunmuştur. Canım İstanbul’da “Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar” derken dünyanın en kutsal duygusu olan anneliğin dünyada vaz geçelimeyecek en büyük sevgi olmasını İstanbul’la bağdaştırmıştır. (8)

     

    Necip Fazıl’ın anne konusunu işlediği şiirlerden bir kaçının incelemesini yapacağımız bu bölümde anne unsurunun anlatımındaki özelliklere dikkat çekmeye çalışacağız.

     

     

     

    ANNEME MEKTUP

     

    Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,

    Her gün biraz daha süzülmekteyim.

    Her gece, içine mermer döşeli,

    Bu soğuk yatakta büzülmekteyim.

     

    Böylece bir lahza kaldığım zaman,

    Geceyi koynuma aldığım zaman,

    Gözlerim kapanıp daldığım zaman,

    Yeniden yollara düzülmekteyim.

     

    Son günüm yaklaştı görünesiye,

    Kalmadı bir adım yol ileriye:

    Yüzünü görmeden ölürsem diye,

    Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.(1924)(9)

     

    Şiirde anne kelimesinin hiç kullanılmamış olması dikkat çekicidir. Anneyi anlatan şey ona duyulan özlem olmuş ve anne hayali bir şekilde anlatılmıştır. Bu esere sembolik bir hava katmış, anneye duyulan özlem, gurbetin verdiği acı, buhran, kasvet havası, şiire konu olmuştur. Ayrıca şiire Necip Fazıl’ın şiirlerindeki diğer konu özelliklerinin yansıdığı da görülmekte ”Yüzünü görmeden ölürsem diye, Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.” dizelerinde ölüm unsuruna yer verilmiş, ayrıca bu korkuyla birleştirilmiş. Belki de gurbetin verdiği yalnızlığın, kavuşamama korkusunu ortaya çıkarmasından dolayı böyle bir unsura yer verilmiş olabilir. Benzetmeler, gurbet ve yalnızlık unsurlarının güçlendirilmesine yönelik kullanılmış olarak karşımıza çıkmakta, “Ben bu gurbet ile düştüm, düşeli, Her gün süzülmekteyim. Her gece, içine mermer döşeli, Bu soğuk yatakta büzülmekteyim.”.

    Şiirin geneline bakıldığında yazıldığı dönem itibariyle Necip Fazıl’ın, ilk aşama dönemi özelliklerini yansıtmakta, çünkü şiirde bir arayış duygusu gizlide olsa hissedilmekte, çoğu şiirinde olduğu gibi ikilemelere yer vermektedir “üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.”. Ayrıca ileride yaşayacağı bohem dönemi diyebileceğimiz döneme dair bazı sinyaller vermekte, şiirin bütünündeki iç buhranlar, arayışlar buna örnek olabilir.

     

     

     

     

    ANNECİĞİM

     

    Ak saçlı başını alıp eline,

    Kara hülyalara dal anneciğim!

    O titrek kalbini bahtın yeline,

    Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

     

    Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,

    Gecenin ardında yine gece var;

    Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,

    Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

     

    Gözlerinde aksi bir derin hiçin,

    Kanadın yayılmış, çırpınmak için;( 10)

    Bu kış yolculuk var, diyorsa için,

    Beni de beraber al anneciğim!... (1926)(10)

     

     

    Necip Fazıl’ın çocukluk döneminde yaşadığı hayat, annesine düşkün bir kişilik oluşturmuş ve incelediğimiz iki şiirdede bunun yansımalarını görüyoruz. Bu şiirdeki anne unsuru sembolik değil, somut olarak ifade edilmiştir. Şiirde yine bir kasvet ve umutsuzluk havası bulunmakta “Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var;” dizeleriyle şairin içine düştüğü umutsuzluk açık bir şekilde ifade ediliyor. Ayıca kadercilik düşüncesine yer verilmiş “O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim” dizeleri buna örnek olabilir. Bu şiirde işlenen ölüm, annenin ölümüdür, zaten şair ilk dizede “Ak saçlı başını alıp eline,” sözleriyle annesini yaşlılığını hissettirmeye çalışmış ve son dizelerde onun ölmesi ihtimaline alışmış ama yine onunla olmak isteğini ifade etmektedir. Yazıldığı dönem açısından ele alındığında ilk aşama dönemi özelliklerini yansıtırken, bu şiirde daha fazla bir bohem havasına girmiş görülmektedir.

     

     

    ANNEME

     

    Anne girdin düşüme.

    Yorganın olsun duam;

    Mezarında üşüme.

     

    Anlamam, anlatamam.

    Düşen düştü peşime,

    Artık vadeler tamam... (1982)(11)

     

     

    Daha önce incelediğimiz şiirlerin yazıldığı döneme göre çok daha sonra yazılmış bir şiirdir. Şair annesinin ölümüne alışmış bir hava içerisindeyken, özlemini yine de yitirmemiştir “Anne girdin düşüme” dizesinde bu belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Şair yine bir sıkıntı içerisinde annesine seslenmekte ancak duygularını ifade etmekte zorlandığı bir anlam ortaya koymuş,”Anlamam, anlatamam.” Diyerek yaşadığı duygu yoğunluğunu ortaya koymaktadır .

    Şiiri, Necip Fazıl ölümünden bir yıl önce yazmış ve ölümü sanki kendisine malum olmuş havası vermiş “Artık vadeler tamam…”dizeleri böyle bir anlamı doğuruyor.

     

    Necip Fazıl’ın şiirlerindeki anne, hep uzaktadır, özlenmektedir. Yaşadığı sıkıntılarını, anlatamadığı duygularını, arayışlarını, ölüm duygusunu… Anne üzerine yazdığı şiirlerinde bu duyguların ya bir kısmını, ya da hepsini aynı anda şiirlerinde görmek mümkündür. Anne her zaman aranan huzurun simgesi olmuştur, kaldırımlar şiirindeki gibi şefkat kucağı olmuş, Canım İstanbul’da dünyadaki en sağlam sevginin simgesi olmuştur. “Şiiri biz iman için bilmişiz” diyor. Necip Fazıl imanı ararken hayatının kaybolduğu anlarında en büyük yardımcısı annesi olmuştu. Şiirlerininde en büyük dertleşme kaynağıdır anne, bu konuda yazdığı şiirlerinde hep içini dökme duygusu hâkimiyet kurmuştur.

     

    Sonuç olarak Necip Fazıl şiirlerinde, yaşadığı sıkıntıları, iç dünyasını aktarırken en güzel kaynağı annedir. Çünkü ona derdini anlatırken daha güçlü, daha açık bir şekilde yazıyor, şiirini. Duygularını en fazla yaşadığı zamanlar yazma isteği duymuş, bu yaşanan bohem duygularının en çıkılmaz anlarında anne ona çıkış olmuş, onu aydınlatan bir ışık olmuştur.

     

     

    KAYNAKÇA:

     

    1.M. Sadık Arslan, Üstadın 100.yıl anısına

    2.Mücahid Demin, Üstad, ilk adım

    3.N.Fazıl Kısakürek, çile 52.bas. Büyükdoğu yay.

    4.Ahmet kabaklı, Türk ed.anks.3.cilt ist.1997

    5.Ş.Kurdakul,çağdaşTürk ed.cilt 3evrensel yay.2000

    6.ş. Kurdakul,çağ.Türk.ed.cilt 3 evrensel yay.2000

    7.ş.Kurdakul,çağ.Türtk.ed.cilt 3evrensel yay.2000

    8. N.Fazıl Kısakürek, çile 52.bas. Büyükdoğu yay

    9. N.Fazıl Kısakürek, çile 52.bas. Büyükdoğu yay

    10. N.Fazıl Kısakürek, çile 52.bas. Büyükdoğu yay

    11. N.Fazıl Kısakürek, çile 52.bas. Büyükdoğu yay

     

    KAYNAK


  11. İlçeke Abi belli mi olur, belki sende önümüzdeki Ramazan kendini Mozambik'te yahut Cibuti'de ya da ne bileyim dünyanın bi başka ucunda bulabilirsin. İki iftar arası çok şey olabilir abi. Mantık of the İlçeke :) Senin perspektiften konuşuyorum, dikkat ediyorsan... :) Senin her mevzuyu mazi denen o illete bağlama istidadına hastayım abi :) Gel, bugünü yaşa! Mazi, geride kalandır. Sen istikbali ıskalıyorsun, bilmem farkından mısın? Naçizane ajan tavsiyesi İlçeke Abime :)

     

     

    Mantık of the İlçeke... :) Sen benim bu mantığımı mumla ararsın bigün, simitçiden bozma ajan. Mazi denen illet mi? Mazi bir illet değildir ajanım, hayatın kendisidir. İstikbalin zeminidir. Onu ıskaladığın vakit bütün bir istikbali ıskalarsın. O, içinde o kadar çok esrar barındır ki, o sırlara vakıf olmadan aldığın nefes, nefes bile değildir esasında. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Hatıralar... Binlerce ölünün dirildiği, binlerce esrarın içinde harmanladığı ayrı bir alemdir. İnanır mısın, gelecek denen şey bir kuruntudan ibarettir. İnsanoğlunun kendi kuruntuları... Fakat mazi öyle değil. Onda ıstırap, sevinç, ölüm, hayat, tabiat, kısacası alem harmanlanmıştır. Aklı karış karış havada bi ajan için söylediklerim çok mu yavan, işin bu kısmını bilmiyorum. :) Yalnız, maziyi ve mazimi seviyorum. Sende orada saklısın ajanım. İstikbalde değil!


  12. Yapma be ilçeke abi, bari sen yapma :) Şurada galeyana gelmişiz, mevzu da abd-i acizin kanaatine göre girift ayrıca. İçinden çıkamıyor zahir. Zaten şu sıralar işler yoğun, hayat yoğun, duygular yoğun... Neylesin gariban ajan? İlçeke Abi, mevzu ne biliyor musun? Bütün bir mazi bizimle beraber yaşıyor. Üstadın annesiyle kurduğu bağı işte bu girift hesaplaşmada kilit bir nokta olarak görüyorum. O bağ benim nazarımda, evet, bi kilometre taşı... Bu bana çok esrarlı birşey gibi gözüküyor, bilmem anlatabiliyor muyum? Hani senin Hamdi diyorya bi yerde : 'Her ninnide milyonlarca çocuk başı ve rüyası vardır.' Hah, işte mesele burada! O bağ, o eskimeyen ve her şeye karşı sapasağlam kalabilen bağ varya, o bambaşka bişey... Kelimeler kifayetsiz İlçeke Abi. Söyletme beni :)

     

    Ajanım elbette birtakım hususlarda insan tıkanabiliyor. Donup kalabiliyor. Fakat zaten bu tıkanmalar, donup kalmalar değil midir bizi hakikate ulaştıran? Zahmetsiz rahmetin olamayacağı hakikati her olayda ve tecrübede sabittir, bilirsin. Yalnız çok fazla da yüklenme mevzulara derim naçizane. İçinden çıkamayınca zorluklar baş gösteriyor. Anlattıklarınsa bu manada biraz tuhaf, biraz zahmetli fikirler gibi geldi bana. Bu arada rumuzumu da katletme :) İlçeke değil, halis muhlis İlcege! :)


  13. Belgeselin son kısmında Üstadın annesinin görüntüleri varya, ciğerimi dağladı. Üstadın annesine hayatının son deminde yazdığı şiir aslında bütün maceramızı anlatmıyor mu? O nasıl bir hasrettir öyle... Defalarca seyrettim. Anlamaya çalıştım. Sezmek istedim. Fakat vadeleri tamam ettiren şeyi tam kavrayamadım. İnsanoğlunun peşine düşen o dehşetli şeyi bilemedim. Neydi abi, Üstadın çilesi neydi? Bir insana ölümüne yakın 'anlamam, anlatamam, düşen düştü peşime, artık vadeler tamam' diye mısralar yazdıran hissiyat nemenem bişeydir? Vallahi anlayamıyorum. Anne, kilit nokta. Anne, kilometre taşı. Anne, ızdıraba karşı giyilen tek zırh. Ya peki zihinlerdeki binlerce sual?

     

    Bu ne hassasiyet mitajanı? :) Senin gibi profesyonel birinde bu kadar duygusallık fazla değil mi? :) Tamam, tamam... Latife yapıyorum, fişleme beni de :)


  14. herzamanki trradomir işte.kendi uzunca yazdığı yazının tamamı bilimsel mantık çerçevesinde boş olmayan sözlerden ibarettir.asla hakaret etmez alaycı konuşmaz.yapısı bu yani.

    size tavsiyem veliahd kardeş,formdaki diğer güzel şeyleri okumak bişeyler almak istiyorsanız bu şahsa yazmayınız.yoksa form yöneticisi sizin yazılarınızı siler hatta formdan atarlar ama karşı tarafa sadece uyarı mayiyetinle bişeyde bulunurlar.

    ne de olsa onun sigortaları var.Allah korusun devleri yakarda iletişimimiz bozulur....formun sigorta kartı...

     

     

    Neler zırvalıyorsun sen öyle? Söylediğin sözü ispat etmezsen müfterinin önde gideni olacaksın bunu o kafana yerleştir!

     

    Allah, Yüce Allah; devreleri atmışların iftiralarından ve şerrinden sitemizi, yönetimimizi ve hasseten trradomir'i koru! Amin!


  15. Yıllardır devam eden adaletsiz uygulama nihayet son buldu. Hayırlı olsun. Sırf bu yüzden mağdur olan ve hayatı keşmekeşe dönen o kadar çok insan varki, bunların ahının yerde kalacağını düşünmüyorum. Belki bu dünyada olmayabilir fakat öteki alemde muhakkak haklarını alacaklar. Hemde söke söke! Gönülleri rahat olsun.


  16. Ne o, darbe teşebbüsü mü var? Bu sitede NFK-Fan'ı devirmek ham hayaldir ilcege hocam. Boşuna heveslenmeyin. Kendisinin öyle güçlü, öyle kudretli, öyle dehşetli, öyle muazzam bir istihbarat ağı vardır ki, yapmayı planladığınız darbeyi taa günler, haftalar ve hatta aylar öncesinden haber alır. Gereğini yapar. Kendisinin deyişiyle, 'önce rütbe sonra kelle düşer!' Bu riski almaya hazır mısınız? Apoletlerinizin sökülmesini istemezsiniz herhalde. Demedi demeyin.

     

     

    Darbe mi? Yok canım, nereden çıkarıyorsun? Adminim sen inanma, seni devirmek ne haddimize! En büyük admin bizim admin sanal alemde. Bu arada mitajanı kardeşim, dezenformasyon derler senin bu yaptığına :) Benim söylediklerim kuru lakırdı. Adminimle aramı açma. Zaten altı üstü binbaşıyım, apoletlerimde gözün mü var yoksa?

×
×
  • Create New...