Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

ilcege

Editor
  • Content Count

    401
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by ilcege


  1. Kıymetli bir çalışmaya benziyor.Türk fikir hayatının üç büyük mustaribini konu edinmesi, kitabın keyfiyetine dair işaretler veriyor.Üç nev'i şahsına münhasır insan, üçü de -yine üstadın tabiriyle- 'cins kafa'...Peyami Safa vehimlerin virtüözü, Cemil Meriç helezonların...E Üstad zaten malum.Yalnız bir hakikat var; Üstad'a nasip olan birçok nimet diğerlerine nasip olmamış.Yani Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri'ni tanımak nimeti, bu üç isim içinden sadece Üstad'a nasip olmuş.Bu nokta dikkat çekici.


  2. ŞizoFREN(lenemeyen) Hâl

     

    Gözlerim yanıyor, karanlığa bakmaktan

    Dört duvar bu kadar yakın olamaz

    ‘Aspirin’ deme bana ölüm kokuyor

    Zaten sancıma da kâfi gelmiyor

    Âmâ bir çocuğun rüyasında

    Saymadığım adımlarla hep koşuyorum

    -Kaybettiğim alemi- bulamıyorum…

     

     

    ilcege

     

     

    27 Şa'bân 1429


  3. Batı Tek'tir Ama Evrensel Değildir-1

     

    Son yıllarda Batılılar, Batı kültürünün dünya kültürü olacağı ve ol­ması gerektiği şeklinde yorumlar yapmakta, buna kendilerini inandır­makta, Batılı olmayanları da öfkelendirmektedirler. Bu böbürlenme iki türlü ifade edilmektedir.

     

    Birincisi Coca-Colonizasyonu tezi' dir. Tezin iddiasına göre, Batı 'nın özellikle de Amerika'nın popüler kültürü dünyayı sarmakta­dır. Amerikan yemekleri, giyimi, müziği sineması ve her türlü tüketim eşyası her kıtada günden güne yayılmakta ve benimsenmektedir.

     

    İkinci tez ise modernleşmeyi konu edinmekte, Batı'nın bütün dünyayı mo­dernleşmeye yönelttiğini söylemekte, bununla kalmayarak, başka uy­garlıklara mensup olanların da modernleştikçe giderek Batılılaştığını, kendi geleneksel değerlerini kurumlarını, örf ve adetlerini batınınkilere bulduklarını ifade etmektedir. İki tez de, evrensel ve homojen bir batı dünyası hayal etmektedir ve her ikisi de değişen ölçü­lerde de olsa övünmeci, yanlış, hatalı ve tehlikelidir.

     

    Coca­ Colonizasyonu tezinin savunucuları, kültürü tüketim eşyası ile özdeş­leştirmektedir. Halbuki bir kültürün esasını din, dil, değer hükümleri, gelenekler ve adetler oluşturur. Coca-cola içmek bir Rus'u bir Amerikalı gibi düşündürtmeyeceği gibi, soşi yemek de bir Amerikalıyı bir Japon gibi düşündürtmeye yetmez. İnsanlık tarihi boyunca, ilgiler ve eşyalar bir toplumdan diğerine geçmiş ama bunların yayıldığı top­lumlardaki temel kültürlerde fazla bir değişiklik meydana getirmemiştir. Çin, Hind veya başka kültürlerden gelen birçok unsurlar zaman zaman Batı dünyasını kaplamıştır ama, kalıcı bir etkileri olmamıştır. Pop müzik kültürünün veya tüketim eşyalarının yeryüzünü kaplaması­nın Batı uygarlığının zaferini gösterdiği iddiası, diğer kültürlerin gü­cünü küçümsediği gibi, Batı kültürünü de, yağlı yiyecekler, şişko be­denler, ve foşlayan içeceklere indirgeyerek bayağılaştırmaktadır. Batı kültürünün temelinde Magna-Mac değil, Magna-Carta yatmaktadır.

     

    Modernleşme tezi, Coca-Colonizasyonu tezine göre; entellektüel yönden daha ciddi görünmesine rağmen, onun kadar kusurludur. Bu teze göre, bilimsel ve teknolojik bilgi birikiminin on dokuzuncu yüz­yıldaki göz kamaştırıcı yayılışı, insanoğluna, çevresini değiştirmede akıl almaz boyutlarda imkanlar sağlamıştır. Modernleşme, kentleş­meyi, sanayileşmeyi, okur-yazarlığın yaygınlaşmasını, eğitimi, refahı, sosyal hareketliliği, ve daha karmaşık ve çeşitli mesleki yapılanmayı içermektedir. Bu ise devrim niteliğinde bir değişimdir ve ancak Milattan 5000 yıl önce, Dicle, Fırat, Nil ve İndüs vadilerinde başlayan ve ilkel toplumdan ilk medeni topluma geçişte gördüğümüz devrim süreciyle kıyaslanabilir. Modern toplum insanının tutumu, değer hü­kümleri, bilgisi ve kültürü geleneksel toplum insanından çok farklıdır. İlk modernleşen olması dolayısiyle Batı uygarlığı, modern kültüre ge­çen ilk uygarlık olmuştur. Diğer toplumlar da benzer eğitim, iş ve re­faha ulaşıp benzer sınıfsal yapıya kavuştukça - iddia devam ediyor­. Batı kültürü dünyanın ortak kültürü olacaktır.

     

     

    Modern ve geleneksel kültürler arasındaki belirgin farklılık müna­kaşa götürmez. Elbette bir kısmı modern bir kısmı geleneksel olan toplumların yaşadığı bir dünya, bütün toplumların modern kültür içinde yaşadığı bir dünyadan daha az homojen olacaktır. Ancak bun­dan, modern kültüre sahip olan toplumların, geleneksel kültüre sahip olan toplumlardan daha fazla benzeşeceği sonucu çıkarılamaz. Sadece birkaç yüzyıl önce, bütün toplumlar geleneksel kültür içinde yaşamak­taydı. Geleceğin modernleşen dünyası, o zamanın dünyasından daha mı fazla homojen olacaktır? Muhtemelen hayır. Fernard Brudel'in göz­lemine göre, "Ming Çin'inin Volais Fransa'sına yakınlığı, Mao Çin'inin 5'inci cumhuriyet Fransa'sına yakınlığından, daha fazladır." Modem toplumlarda yaygın olan çok şey vardır ama bu, homojenliğe kadar gitmemektedir. Bu iddiada olanlar görüşlerini modem toplumun tek tip olacağına, dayandırmaktadırlar.

     

     

    Bu, yanlış bir özdeşleştirmedir. Konu ile ilgilenen bütün bilim adamları, Batı uygarlığının 8 ve 9 uncu yüzyıllarda ortaya çıktığını, onu diğer uygarlıklardan ayıran özelliklerin sonraki yüzyıllarda belir­ginleştiğini kabul etmektedirler. Batı uygarlığında modernleşme. 18 nci yüzyılda başlamıştır. Kısacası Batı, modern olmadan çok önceleri de Batı idi.

     

    Samuel P. Huntington


  4. ''Sen düşüncelerin bulutlaştığını bilir misin? Bulutlaşır, cıvıklaşır, katranlaşır. Tedailer zikzak çizer boyuna. Kafatasında musîkisi biter kelimelerin, uğultu başlar, şuuraltının veya şuursuzluğun uğultusu. Hayat, uyku ile uyuşukluk arasına rakseder. Tehlikeye düşen vücut için, şuur bir safradır. Külçe gibi, leş gibi yaşamak da yaşamaktır. Zekânın sürekli isyanlarından bîzar olan madde, bu şımarık, bu geveze, bu mütecessis meşaleyi bir üfleyişle söndürür. Cinnet maddenin zaferi.*''

     

    *Bu Ülke'den...


  5. Lennon ve Bastiat

     

    İngiltere'nin Liverpool kentinde 1940 yılında işçi bir çiftin oğlu olarak doğmuştu. 1956 yılında lisedeyken tanıştığı Paul McCartney ve 1958'de tanıştığı George Harrison ile bir araya gelmeleri, şarkıları tüm dünyayı sarsacak bir müzik grubunun ilk adımları oldu. Daha sonra aralarına Ringo Starr'ı da alarak 1962 yılında ilk 45likleri olan "Love Me Do"yu piyasaya çıkardılar. Ardından büyük başarıları geldi.

     

    Şarkılarıyla, yazılarıyla, fikirleriyle ve yaşam biçimiyle tüm dünyayı etkileyen Beatles grubunun efsanevi kurucu üyesi John Lennon'dan bahsediyorum. Özellikle Lennon'un kariyerinden değil, 1971 yılında New York'a yerleştikten sonra orada yazdığı ve top ten listelerinin zirvesinden uzun süre inmeyen, bir çoğumuzun ezbere bildiği bir parçasından. Şarkının ismi "Imagine-Hayal et". Lennon bu şarkısında "... ülkelerin olmadığını hayal et - Imagine there's no countries" der ve ölmenin, öldürmenin olmadığı, savaşlardan uzak, insanların barış ve kardeşlik içinde yaşadıkları, açgözlülük ve açlığın mevcut olmadığı, paylaşmanın hâkim olacağı bir dünyanın hayalini kurduğunu söyler. Hayalperest olmadığını ve insanların, bir gün kendisi gibi düşünenler arasına katılacağını umut ettiğini de şarkısının sözlerine ekler.

     

    Lennon'un şarkısında söz bulan bu hayal, Lennon'dan önce de bir çokları tarafından savunulmuştu. Lennon'un sözleri aslında Fransız serbest piyasa ekonomisti Frederic Bastiat'ın 1846 yılında gazetede yayımlanan bir köşe yazısının ve bu yazısındaki soylu ve romantik bir umudun yansımasıydı. Yazısında, "... umarım sonunda tüm uluslar kendilerini ayıran engelleri firlatıp atarlar" diyordu, Bastiat.

     

    Frederic Bastiat, büyük iktisatçılardan Joseph Schumpeter tarafından tarihin gördüğü gelmiş geçmis en parlak iktisat gazetecisi olarak adlandırılmış, Ludwig von Mises'in ise övgülerini kazanmış, zamanının ötesinde düşünebilen bir iktisatçıdır. Bastiat, Harmonies Economiques (İktisadi Ahenkler) adlı eserinde korumacılığı, "... bir milletin diğerine yönelik saldırgan bir eyleminden ve ahengin tahrip edilmesinden başka bir şey değildir" şeklinde açıklar. Ona göre "... nasıl ki feodal aristokratlar, çalışan nüfusun sırtından yaşamaya gayret ediyorlarsa, milletler de korumacılıkla diğerlerine yağma uygulamaktadır. Sözde askeri kahramanlık meziyetlerinin tamamı da, gerçekte sadece nefret edilen yağma ruhunun göz boyamacılığı ve tehlikeli bir haklılaştırılmasından başka bir şey değildir. "

     

    Bastiat, "... eğer mallar sınırları geçmezse, askerler geçecektir" diyor. Gerçekten de ülkeler arası ticaret hacminin artması, maliyetler çok daha büyük olacağı için ülkelerin birbiriyle savaşma eğilim ve arzularını da azaltacaktır. Dolayısıyla Lennon' un ve daha birçoklarının hayal ettikleri ve peşinden koştukları dünya barışının sağlanmasında, serbest ticaretin özel bir önemi olduğunu söylemeliyiz. Frederic Bastiat'in dediği gibi; "İnsan ne zaman kendi ihtiyaçlarının giderilmesinin ancak diğerlerini zorlama yoluyla (diğerlerinin aleyhine) gerçekleşeceğine inanmayı bırakırsa, işte o zaman dünyada ebedi barış olacaktır. "

     

    Yrd. Doç. Birol Kovancılar

     

    Toplum ve Politika Enstitüsü


  6. O zaman cevap vermeyin efendim. Hiçkimse damarına basılmasından hoşlanmaz. Benimde yumuşak karnım Fenerbahçeliliğimdir. Birşeyler yazarken karşı tarafın tutumunuda göz önünde bulundurma alışkanlığını edininiz.

     

    Dervish iyi diyorsun hoş diyorsunda, bundan evvelki yazında Galatasaray'a gönül verenlerin damarına basıyorsun.Evet 'birşeyler yazarken karşı tarafın tutumunu da göz önünde bulundurmak lazım' bu tespitin doğru ama önce kişinin kendisi bunu uygulamalıdır değil mi kardeşim?..

     

    Not:Benimde yumuşak karnım Galatasaray'dır.

    • Like 1

  7. Medeniyet Dairemizde Tarih Unsuru

     

    Tarih’te 17 devlet kurmuşuz. Her birinin tarihi var. Zengin hazinelerimiz sıralamasında saray, müze ve arşivlerimiz başta gelir. Başbakanlık Devlet Arşivleri bu coğrafyadaki bütün devletlerin ortak mazisi. Maden, bor vs. birer servettir. Fakat tükenmek kaderleridir. Kültürel zenginlikse zamanla kıymetine kıymet katar. Orta Asya bozkırlarından tutun, Orta Avrupa’ya, Orta Afrika’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar çok geniş bir coğrafya kültür sahamızdır. Çok kentimiz âdeta açık hava müzesi. Daha başka beldelerimizin de “bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır.” Çok şehrimizin “sade bir semtini sevmeye bir ömür yetmez.” Çünkü İstanbul, bütün bu yerlere asırlarca bir güzellik yansıtıcısı olmuştur.

    Tarihimizin bir bölümü, İslam öncesi-sonrası Türk tarihi.

    İslam tarihi ise üçe ayrılmakta Sevgili Peygamberimizden -aleyhisselam- önceki tarih/ Peygamberler tarihi, Peygamberimizin hayatı/Siyeri Nebi ve İslam tarihi.

    Bunun dışında mekâna bağlı tarihimiz de var. “Osmanlı Tarihi” dediğimiz de Asya, Afrika, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu tarihi. Anadolu tarihi ise kendi içinde dönemlere ayrılarak Finikelilere, Hititlere kadar gidiyor. Bizans, yakın vakit. Önceki kavimlerin bıraktıklarını bugün tevarüs etmiş bulunmaktayız. Ayasofya için, surlar için “bizim değil” demek mümkün mü? Disiplinlerin tarihi de var. Edebiyat, mimari gibi. Bunlardan haberdar olmak insan olmanın şartıdır. Bunlardan haberdar olmamak cehaletten haberdar olmaktır.

    Sosyal liselerin çoğalması lazım.

    Buralarda Osmanlı Türkçe’si mecburi ders.

    Bir milleti ifade eden iman yüceliği, tarih şuuru, hukuk muhkemliği, edebiyat, mimari, sanat ve estetiktir. Buna “kültür” kültüre de “hayat üslubu” diyebiliriz. Tören tarihçiliği, tatil tarihçiliği, ders başına para kazanma tarihçiliği, edebiyatçılığı olmaz.

    Sosyal ilimlerin kitleye mal edilmesi lazım. Çocuklara zorla divan şiiri kalıbı değil, andlaşma maddeleri değil, bir başka ülkenin akar suları hiç değil. Yerli ruh ve şuur aşılanmalı. Araştıran ve değerlerine âşık gençlere muhtacız.

     

    Entellektüel Boyut

    Türkiye Gazetesi-28 Ağustos 2008 Perşembe


  8. Paylaşımınız için teşekkürler evvela.

     

    Yazıyı okuyunca karşımıza üç tip çıkıyor.Bir incelemeye tabi tutarsak bu üç tipi, şunları diyebiliriz:

     

    Mesut Yılmaz: Üstad'ın (Feliks Kulpa) mefhumunu tarif ederken kullandığı bir tabir var (mes'ud cinayet) diye.Bu adam bir bakıma böyle bir tip.Bir kere o kadar galiz bir hata yapıyor ki, İslamiyet ile Hristiyanlığı -haşa- müsavi dinler gibi analiz ederek.Bu dinlerin uygulandığı ülkelerde laiklik kavramının uygulanmasının da farklı olacağını/olması gerektiğini söylüyor.Elbette böyle olmalıdır.Son ve hak din ( İslamiyet) ile, tahrif olmuş, hükmü kalmamış bir dini ( Hristiyanlığı) aynı kefede tutmak büyük bir hatadır.Bu hatasını dayanak noktası belleyip, Türkiye'de uygulanan laikliğe meşru zemin bulmaya çalışıyor ve İslam'a -saldırgan bir din- imajı verme gafletine düşüyor.Bu Mesut Yılmazın tamamen İslamiyet'ten bihaber olduğunun en bariz örneğidir.

     

    Diğer bir husussa, darbeye ilişkin çarpık, postal sevdalısı fikirlerinde karşımıza çıkıyor.Neymiş efendim irtica ve bölücülük devam ettikçe ordu kışlasına dönemezmiş.Böyle bir martavalı artık kimsenin yediğini düşünmüyorum.Naom Chomsky'nin bir sözü var:''Terör devletlerin gizli silahıdır.'' diye.Türk devleti ve onun içindeki hakiki gücün(Türkiye'nin WASP'ı denilebilir), gerek pkk ve gerekse hizbullah gibi örgütleri nasıl kullandığını ve bunlar üzerinden nasıl politikalar yürüttüğü hakikatini bir düşünelim.

     

     

    Gelgelelim YARSAV başkanın ifadelerine.Yine bildik vehimler.Akp şeriat getirmek istiyor vs.Bunlar üzerinde laf söylemeye lüzum olmadığını düşünüyorum.Ama bir husus var ki orada duralım ve kıymet hükmümüzü kaydedelim.YARSAV başkanı diyor ki: 'İslam Hıristiyanlık gibi değildir. Sadece inanç boyutunda uygulanmasını amaçlamıyor, aynı zamanda devleti düzenlemek ve yönetmek de ister.'' Evet bu doğrudur.İslamiyet sadece camii ile sınırlı değildir.Hayatın her sahasına müdahildir.Bu doğru bir tespittir fakat -pejoratif- manada bunu dile getirmesi dikkatimizden kaçmamalıdır.

     

    Süleyman Demirel'e gelince...Bu adamın en kritik konularda söylediği sözlere bakınız.Hep statükodan yana tavır koymuştur.Halktan değil, hele müslümandan hiç değil.

     

     

    Son olarak, Lord Keynes'in önerdiği iktisat politikalarını kısa vadeli bulanlara verdiği cevap ile bitireyim, Keynes der ki: "Uzun vadede hepimiz öleceğiz."*

     

     

    *(Bu yukardaki üç tip içinde geçerli.)


  9. Hakkatten katılıyorum. Gerçekten bazı repliklerde çok sağlam felsefi argümanlar ve sosyal düzene dair özeleştiriler var, Dövüş Klubü'nde (Fight Club) olduğu gibi.

     

    nefrazde doğrudur, filmde çok önemli felsefi argümanlar ve sosyal düzene yönelik ciddi eleştirler bulunuyor.Öyle bir filmle karşılaşacağımı hiç tahmin etmiyordum.

     

    Dövüş Kulubü'nün namını çok duydum ama izlemek nasip olmadı.


  10. inşaAllah şu günlerde gelecek;

     

    -Ne iş yapıyorsun?

    -Okuyorum.

    -Açıköğretim mi?

    -Hayır 4 yıllık.

    -İlahiyat mı?

    -Hayır genetik bilimi.

    -Höynk..:) nerde pekii?

    -Massachusetts Institute of Technology'de...

    -...???... :graduated:

     

     

    zirveye daha zirveye oynayan kardeşlerimizde çıkacak inşaAllah...


  11. ''Bir benzetmeyle açıklamak gerekirse, aslında bütün sorun, Recep veya Abdullah gibi kenar mahalle çocuklarının, Devlet Mahallesi'ne gelip de mahallenin parkında Deniz ile Oytunç'un oynadıkları oyuncaklara talip olmalarıyla başladı.Kaç nesildir itibarlı ailelerin oturduğu ve çocuk bahçesinden sadece onların çocuklarının yararlandığı bu mahalledeki seçkin yurttaşların ağzının tadı da o zaman bozuldu. Kendilerini mahallenin sahipleri olarak görenler, yeni durumu bir türlü kabullenemediler. *''

     

    Bence meselenin iktisadi-sosyal arkaplanından dolayı bir hazımsızlık var 'karşı taraf'ta.Ne de güzel ötekileştirdim ama :graduated: Hoş bu hazımsızlıktan öyle kolayca kurtulmak mümkün değil.Türkiye'de yeni nesil bir burjuvazi yükseliyor.Muhafazakar/demokrat bir burjuvazi.Artık bu kesim; en fiyakalı yerlerde oturuyor, en kaliteli lokantalara gidiyor ve elit mekanların kapısını aşındırıyor.Belkide 'hazımsızlığın' ipuçları bunlar olsa gerek.

     

     

    *Kenar Mahalle Çocukları Hiç Sevilmedi, Bekir Berat ÖZİPEK


  12. Kulağa hoş gelsede, böyle bir birleşmenin olması en azından şu an itibariyle muhaldir.Haa şöyle denilse 'efendim Türkiye ile Azerbaycan iktisadi, sosyal ve kültürel ilişkilerini daha da kuvvetlendirsin.Her alanda müşterek faaliyetlere girişsin' buna tamam, eyvallah derim.Ki zaten ilişkilerimiz bu minvalde ilerliyor.

     

    Birde burada, görünen resimde, sadece Türkiye ile Azerbaycan mı var?İşin Amerika ayağı var (global çapta), Rusya ayağı var ( bölgesel çapta)...Bu tip bir eyleme onlar kayıtsız kalır mı?

     

    İlaveten ülkemiz bırakın böyle bir aksiyoner hamle yapmayı, öz sınırlarını bölünmeden koruyabilmenin telaşında.Dolayısiyle böyle bir hadisenin cereyan edeceğini zannetmiyorum.


  13. Çocuk, Anne ve Baba

     

    Bir çocuk; elinde taş, gözünde yaş

    Bakma, kırılmaz asla…

     

    Bir ana; kalbinde keder, ömrüyse heder

    Sorma, söylemez asla….

     

    Bir baba; cebinde yokluk, gözünde tokluk

    Korkma, yıkılmaz asla…

     

    ...

     

    ilcege

     

    23 Şa'bân 1429


  14. goksal hocam doğrudur kararlı olmak, sigarayı bırakmak için elzem bir faktör.Yalnız bu söylediklerinizi yapabilmek başlı başına bir mesele.Sigara kullanmayan birisi olarak, çevremdeki sigara tiryakilerine dair gözlemlerim sonucunda bu kanıya vardım.Hani mübalağa olacak ama adamın elinden sigarasını alacağına canını al daha iyi.Sigarayı bırakmak böyle insanlar için çok zor.Şimdi burda kötü polisi oynamakta istemem ama en iyisi hiç bulaşmamak sigaraya.


  15. Eye Niye Ölmürsen?

     

    İstanbul'dan Kars'a hareket eden bir otobüste iki yolcu yan yana oturuyor. Yolculardan birinin hastası var çok düşünceli diğeri ise bu yol nasıl biter diye düşünerek yanındaki yolcuyu konuşturmak ister.

    -Kardeş senin adın nedir? diye sorar. Hastası olan

    -Mehmet Rıza diye cevap verir. otobüs Gebzeyi geçer yine sorar;

    -Kardeş senin adın nedir? Adam cevap verir;

    -Mehmet Rıza. Otobüs Adapazarını geçer yine

    -Kardeş hakket senin adın neydi? der. Adam kızarak

    -Mehmet Rıza Mehmet Rıza! diye cevap verir.

    Düzcede verilen moladan sonra adam yine sorar;

    -Ya kardeş senin babanın adı neydi? diye sorar. Bu sefer dahada kızgın bir sesle;

    -Eye niye ölmür sen. Menim adımı ağlında tuttun kaldı babamın adı.


  16. Tesadüf mü? Pardon!..

     

    "Tesadüf, inançsızların kadere taktıkları isimdir." (Andre Suares)

     

    Amerikan Adlî Tıp Derneğinin 1994 te San Diego da tertiplenen ödül yemeğinde dernek başkanı Don Harper Mills, aktardığı acayip bir ölüm olayındaki adlî komplikasyonlarla dinleyicilerini şaşkına çevirmişti.Kaderin adaletine dair ince bir nükte taşıyan bu yaşanmış öykü, sanırız sizleri de hayrete sevk edecektir.

     

    23 Mart 1994'te Ronald Opus'un cesedini inceleyen adlî tabip, onun kafasından yediği kurşunla öldüğü sonucuna vardı.Müteveffa, on katlı bir binanın tepesinden, intihar niyetiyle aşağıya atlamıştı. (Umutsuzluğunu, geride bıraktığı bir notta açıklıyordu.) Fakat, dokuzuncu katın önünden geçerken pencereden gelen bir kurşun başına isabet etmiş, hayatı bu kurşunla sona ermişti. Apartmanın sekizinci kat penceresi düzeyinde cam silicileri korumak için konulmuı bir ağ vardı; ama bu ağın varlığını ne silahı çeken, ne de müteveffa biliyordu. Açıkçası, kurşun olmasaydı, Opus'un intihar teşebbüsü başarılı olamayacak; zemine çakılmadan, sekizinci kattaki ağa takılıp kalacaktı. Bu durumu anlattıktan sonra, "Normal olarak," diye devam etti Dr. Mills, "intihar etmeye karar veren biri, mekanizma tasarladığı gibi olmasa da, bunu eninde sonunda başarır."

     

    Opus'un dokuz kat aşağıda yere çakılmayıp da dokuzuncu kattan düşüyor olduğu anda başına gelen kurşunla vurulmuş olması, muhtemelen, onun ölüm modunu intihardan cinayete çevirmeyecekti. Fakat, Opus'un intihar teşebbüsünün başarılı olmayışı, savcıyı elinde bir cinayet vakası olduğu düşüncesine itti. Silahın patladığı dokuzuncu kattaki odada yaşlı bir adam ve karısı yaşıyordu. Tartışıyorlardı ve adam kadını silahla tehdit ediyordu. Öyle sinirlenmişti ki, tetiği çekti; fakat mermi kadını ıskalayarak pencereden dışarı yöneldi ve Opus'a isabet etti. Bir insan A şahsını öldürmeye teşebbüs eder, fakat B şahsını öldürürse, o B şahsını öldürmekten suçlu sayılmalı idi. Savcının ulaştığı sonuç buydu. Dolayısıyla, dokuzuncu kattaki yaşlı adam, cinayetten suçluydu.

     

    Bu suçlamayla karşı karşıya kaldığında, adam da, karısı da çok şaşırdılar.

     

    Çünkü, tetiği çekerken adam da, karısı da silahın dolu olmadığından kesinlikle emindiler. Yaşlı adam uzunca bir süreden beri boş silahla karısını korkutmayı alışkanlık haline getirmişti. Bunu karısı da bilir, o yüzden adamın tehdidine pek aldırmazdı. Kısacası, adamın karısını öldürme kasdı yoktu; silahın dolu olduğunu dahi bilmiyordu. Böylece, Opus'un öldürülmesi bir kaza oluyordu; silah kazara doldurulmuştu.

     

    Araştırmalara devam edilince, ölümcül kazadan yaklaşık altı hafta önce yaşlı çiftin oğlunu silahı doldururken gören bir tanık ortaya çıktı. Anlaşıldığına göre, yaşlı kadın oğlundan mali desteğini çekmişti ve babasının annesini silahla korkutma temayülünü bilen oğul, annesini cezalandırma kasdıyla, babasının annesini vuracağını umarak, gizlice silahı doldurmuştu. Annesi ölecek, baba cinayetten suçlanacak, mallar oğula kalacaktı. Artık olay yaşlı çiftin oğlunun Ronald Opus cinayetinden sorumlu olduğu noktasına gelmişti.

     

    Tam bu sırada savcının karşısına yeni bir viraj çıktı. Araştırmalara devam edilince, geçen altı hafta içinde anneyle babasının silahla tehdide varan bir tartışma yaşamamaları, dolayısıyla annesinin ölümünü bir türlü başaramayışı nedeniyle, oğulun umutsuzluğunun arttığı anlaşıldı.

     

    Bu, onu 23 Mart'ta on katlı binanın tepesinden atlayarak intihar etmeye itmişti.

     

    Fakat, ölümü planladığı gibi olmamıştı; dokuzuncu katın önünden geçerken babasının boş zannettiği silahı tetiklemesiyle annesine isabet etmeyip pencereye seken kurşunun kafasına isabet etmesi sebebiyle Ronald Opus'un hayatı sona ermişti.

     

    Dosya intihar olarak kapatıldı. Düşünenlere duyurulur!..

     

    Ve son olarak Andre Suares çok manidar bir şekilde der ki: "Tesadüf, inançsızların kadere taktıkları isimdir."


  17. Gecenin bu saatinde epey güldüm.Hey gidi hey... :graduated:

     

    Haşil Oldunuz

     

    Kars'ın Kale Spor Kulübü Sivas'ta ilk maçına çıkar ve 1-0 yenilir. Soyunma odasına başkan rahmetlik Kara Zeynel girer ve kaptan Esko üzülerek;

    -Başkanım yarınki maçta bizi gör sahaya çıkıp bulğur kimi kaynayacağız der.Bunu duyan Başkan biraz sakinleşir.

    Ertesi günkü maça çıkan takım 3-0 yenilince, Başkan maç sonrası sporcularına seslenir;

    -Eye be hanı bulğur kimi kaynayacağtınız.Hepiniz haşıl* olup kazanın dibine yapıştınız.

     

    *Kars yöresine ait buğdaydan yapılan, üzerine kızgın yağ döküp afiyetle yenen bir yemek çeşididir.(ekşiszlk)

×
×
  • Create New...