Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Abdulhamid

Editor
  • Content Count

    137
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Abdulhamid


  1. Erdoğanın söylediği zindandan Mehmede Mektup ve Canım İstanbul şiirlerinin müziklerine nasıl ulaşabilirim?

     

    bu şiirlerin müziğini ''gündoğar'' yapmıştı vakti zamanında..arkadaşların da dediği gibi netten bulmak biraz zor,ama imkansız değil.sonuçta o müzikler yapılmış.siz ''gündoğar''ismi üzerine yoğunlaşırsanız, istediğiniz müziği bulacağınızı tahmin ediyorum.çünkü ''gündoğarın''buna benzer ve farklı alanlarda yapmış olduğu çok güzel fon müzikleri var..şimdiden kolay gelsin diyorum.


  2. SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE - IV

     

    Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

    Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

    Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında

    Sana geldim

    Ayaklarına kapanmaya geldim

    Af dilemeye geldim

    Affa layık olmasam da

    Uzatma dünya sürgünümü benim

     

    Güneşi bahardan koparıp

    Aşkın bu en onulmazından koparıp

    Bir tuz bulutu gibi

    Savuran yüreğime ah

    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil

    Ayaklarımdan belli

    Lambalar eğri

    Aynalar akrep meleği

    Zaman çarpılmış atın son hayali

    Ev miras değil mirasın hayaleti

    Ey gönlümün doğurduğu

    Büyüttüğü emzirdiği

    Kuş tüyünden

    Ve kuş sütünden

    Geceler ve gündüzlerde

    İnsanlığa anıt gibi yükselttiği

    Sevgili

    En sevgili

    Ey sevgili

    Uzatma dünya sürgünümü benim

     

    Bütün şiirlerde söylediğim sensin

    Suna dedimse sen

    Leyla dedimse sensin

    Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım

    Salome'nin belkis'in

    Boşunaydı saklamaya çalışmam; öylesine aşikarsın bellisin

    Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için

    Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini

    Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini

    Ey gönüllerin en yumusağı en derini

    Sevgili

    En sevgili

    Ey sevgili

    Uzatma dünya sürgünümü benim

     

    Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta

    Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında

    Çatı katlarında bodrum katlarında

    Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba

    Hep kanlıca'da emirgan'da

    Kandilli'nin kurşuni şafaklarında

    Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında

    Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında

    Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

    Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

     

    Ey çağdaş kudüs (meryem)

    Ey sırrını gönlünde taşıyan mısır (züleyha)

    Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi

    Sevgili

    En sevgili

    Ey sevgili

    Uzatma dünya sürgünümü benim

     

    Dağların yıkılışını gördüm bir venüs bardağında

    köle gibi satıldım pazarlar pazarında

    günesin sarardığını gördüm konstantin duvarında

    senin hayallerinle yandım düşlerin civarında

    gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında

    ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda

    verilmemiş hesapların korkusuyla

    sana geldim

    ayaklarına kapanmaya geldim

    af dilemeye geldim

    affa layık olmasam da

    sevgili

    en sevgili

    ey sevgili

    uzatma dünya sürgünümü benim

     

    ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

    mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

    aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır

    yoktan da vardan da ötede bir var vardır

    hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

    o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardir

    sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

    ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

    gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

    yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

    yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

    sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

    göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

    senden ümit kesmem kalbinde merhamet adli bir çınar vardır

    sevgili

    en sevgili

    ey sevgili

    Uzatma dünya sürgünümü benim

    SEZAİ KARAKOÇ

    2001 yılında çıkarılan '' hep kahır,gurbet şiirleri'' albümünde savaş ay bu şiiri okumuştu.fenada okumamıştı. dinlemek için

    ..o şiir albümü sayesinde her kesimden ustaları bir arada görme imkanı bulmuştuk. diğer şiirler ise şöyle

     

    01 - hep kahır (cem karaca)

    yorumlayan : cem karaca

    02 - gurbet (necip fazıl kısakürek)

    yorumlayan : ayşe egesoy

    03 - daüssıla (fethullah gülen)

    yorumlayan : ibrahim sadri

    04 - memleketim/vapur (nazım hikmet)

    yorumlayan : müşfik kenter

    05 - gülnare (nurallah genç)

    yorumlayan : ibrahim sadri

    06 - gurbet şiiri(a. vahap akbaş)

    yorumlayan : ayla algan

    07 - yol düşüncesi (yahya kemal beyatlı)

    yorumlayan : haluk kurdoğlu

    08 - gurbet (servet yüksel)

    yorumlayan : uğur arslan

    09 - garibin garip türküsü (abdurrahim karakoç)

    yorumlayan : nihat nikerel

    10 - kardelen (hayrullah paşalıoğlu)

    yorumlayan : nedret güvenç

    11 - binbirinci gece (bekir sıtkı erdoğan)

    yorumlayan : ahmet selçuk ilkan

    12 - sürgün (sezai karakoç)

    yorumlayan : savaş ay

    13 - aney (mehmet atilla maraş)

    yorumlayan : bedirhan gökçe

    14 - balacan (saadettin kaplan)

    yorumlayan : cem karaca


  3. BİZİM YAŞADIĞIMIZ

     

     

     

    bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim

     

    biz de soluk alıp vermedeyiz

     

    yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri

     

    bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği

     

    kurban bayramlarında kınalı koçları

     

    başları eloyasıişlemeli yemeni ile kapalı

     

    bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı

     

    pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları

     

     

     

    kalbim ağrıyorsa da kardeşim

     

    gönlüm bulanıyorsa

     

    tedirginsem kuşkuluysam

     

    kalın kitapların yazdığına bakarsan

     

    acaip suçluysam

     

    havada ihanetdışarıda sıcak

     

    duvarda yazılar

     

    kalbimizde acılar varsa da

     

    bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim

     

     

     

    mektubun geldi bugün haziran

     

    kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından

     

    haberin geldi

     

    haberin geldi iki damla gözyaşın kağıtta

     

    çok bakarsın yağmur yağanda

     

    ıslak ve buğulu camların ardından bilirim

     

    bilirim, acı

     

    nasıl oturur adam yüreğine

     

    ne var yani işte

     

    iyiyim diyorum ya

     

    inan olsun iyiyim anne

     

    insan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe

     

    bak üzülme

     

    yazıyorum bir daha

     

    nolur üzülme

     

    üzülmüyor analar

     

    oğulları üzülmüyorum dedikçe

     

     

     

    bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim

     

    biz de soluk alıp vermedeyiz

     

    yani her insan gib isevmekteyiz, seviecek şeyleri

     

    bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği

     

    kurban bayramlarında kınalı koçları

     

    başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı

     

    bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı

     

    pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları

     

    bu şiiri dinlemek için tıklayın


  4. .ADAK IŞIĞI

     

     

     

    Sıcak yaz göklerinde

     

    Önde uzanan ovada

     

    Birden bir ışık sağdan

     

    Bir ışık soldan çıkar

     

    Ve bunlar

     

    Şimşek hızıyla birbirlerine ulaşırlar

     

    Bunu halk adak için uğur sayar

     

    Derler: Leyla ile Mecnun buluştular

     

    Bu göz açıp kapama anında

     

    Ne varsa dile muradında

     

    Mutlak yerine gelir arzun

     

    Yerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlar

     

    Ve bir uğurlu anda

     

    Kavuşmak isteyenleri kavuştururlar


  5. aslında biz bu insanların cahilliğine yabancı değiliz..hatta cehaletten de öte bazen sövmeye kadar ileri giden öyle hareketleri var ki...mesela geçen sene, akşam haberlerini sunan spikerleri (murat ongun )sanırım insandan bozma bu adam müsveddesi,''aa'' muhabirinin çektiği bir fotoğrafa kafayı öyle bir takmıştıkı sanki ülkenin bir numaralı göndemi haline getirmişti.çünkü fotoğrafı çeken muhabir kocatepe camisini ve anıtkabiri aynı kareye sığdırmasını başarmıştı.ben bir ankara yabancısı olarak arada ne kadar mesafe var bilemiyorum, o da aradaki mesafenin uzaklığından dolayı bu fotoğrafın mümkün olamıyacağını,fotoğrafın kesinlikle fotomontaj olduğunu iddia etmişti.hatta daha da ileri giderek ''aa'' nın genel müdürü'nün işten alınması gerektiği gibi bi sürü zırva vs..eğer bu fotoğrafı yeniden çekmeyi başarırlarsa herkesten özür diliyecem demişti bay ongun..ertesi gün o muhabir aynı kareyi (kocatepe camii ve anıtkabiri) çekmeyi hemde noter huzurunda başardı. ama bay ongun'un özür dilediğini falan görmedim. demek istediğim şudur arkadaşlar:bunlar bunu hep yapıyor ve bilinçli yapıyor.çamur at ,yapışmassa izi kalsın...


  6. her çocuğun bir yazar,şair veya düşünür olduğu bu şiirde, 6.çocuk üstad,7.çocuk ise sezai karakoç olduğu düşünülüyor..

     

     

     

    Masal

     

    doğuda bir baba vardı

    batı gelmeden önce

    onun oğullari batıya vardı

     

    birinci oğul batı kapılarında

    büyük törenlerle karşılandı

    sonra onuruna büyük şölen verdiler

    söylevler söylediler babanın onuruna

    gece olup kuştüyü yastıklar arasında

    oğul masmavi şafağin rüyasında

    bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

    öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

    baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

    öcünü alsın diye kardeşini yolladı

     

    ikinci oğul batı ülkesinde

    gezerken bir ırmak kıyısında

    bir kıza rastladı dağların tazeliginde

    bal arılarının taşıdığı tozlardan

    ayna hamurundan ay yankısından

    samanyolu aydınlığından inci korkusundan

    gül tütününden doğmuş sanki

    anne doğurmamış da gök doğurmuş onu

    saçlarını güneş destelemiş

    yıllarca peşinden koştu onun

    kavuşamadı ama ona

    batı bir uçurum gibi girdi aralarına

    sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

    alıp götürdü onu

    ve ikinci oğulu

    sivri uçurumların ucunda

    buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda

    baba yağmurlardan anladı bunu

    yağmur suları aci ve buruktu

    işin künhüne varsın diye

    yolladı üçüncü oğlunu

     

    üçüncü oğul batıda

    çok aç kaldı ezildi yıkıldı

    ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

    açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

    fakat batinin büyüsü ağır bastı

    iş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

    sonra büsbütün unuttu onları

    şef oldu buyruğunda birçok kişi

    kravat bağlamasını öğrendi geceleri

    gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

    patron oldu ama hala uşaktı

    ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü

    bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda

    ondan hesap sordu o da

    sırf utançtan babasına

    bir çek gönderdi onunla

    baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

    yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

    bu yüklü çeki

    iyice yaşlanmıştı ama

    vazgeçmedi koyduğundan kafasına

    dördüncü oğlunu gönderdi batıya

     

    dördüncü oğul okudu bilgin oldu

    kendi oymak ve ülkesini

    kendi görenek ve ülküsünü

    günü geçmiş bir uygarlığa yordu

    kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

    batı bilginleri bunu kutladı

    o da silindi gitti binlercesi gibi

    baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle

    kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

     

    beşinci oğul bir şairdi

    babanın git demesine gerek kalmadan

    geldi ve batının ruhunu sezdi

    büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır

    batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

    topladı tomarlarını geri dönmek istedi

    çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

    kum gibi eridi gitti yollarda

     

    sıra altıncı oğulda

    o da daha batı kapılarında görünür görünmez

    alıştırdılar tatlı zehirli sulara

    içkiler içti

    kaldırım taşlarını saymaya kalktı

    ev sokak ayırmadi

    geceyi gündüzle karıştırdı

    kendisi de bir gün karıştı karanlıklara

     

    baba ölmüştü acısından bu ara

    yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

    baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

    bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

    bir de o talihini denemek istedi

    bir şafak vakti batıya erdi

    en büyük batı kentinin en büyük meydanında

    durdu ve tanrıya yakardı önce

    kendisini değistiremesinler diye

    sonra ansızın ona bir ilham geldi

    ve başladı oymaya olduğu yeri

    başına toplandı ve baktılar batılılar

    o aldırmadı bakışlara

    kazdı durmadan kazdı

    sonra yarı beline kadar girdi çukura

    kalabalık büyümüş çok büyümüştü

    o zaman dönüp konuştu :

    batılılar !

    bilmeden

    altı oğlunu yuttuğunuz

    bir babanın yedinci oğluyum ben

    gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

    babam öldü acılarından kardeşlerimin

    ruhunu üzmek istemem babamın

    gömün beni değiştirmeden

    doğulu olarak ölmek istiyorum ben

    sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

    karşınızdakini değistirmek

    beni öldürseniz de çıkmam buradan

    kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

    fakat değişmeyecek ruhum

    onu kandırmak için boşuna dil döktüler

    açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

    o gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

    bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

    o nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

    batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

    hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

    en onulmaz yarası olanlar

    ta kalblerinden vurulmuş olanlar

    yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar...


  7. Besmele geri kalmışlık göstergesi'

     

     

    Habertürk'te Sevilay Yükselir canlı yayında Sudan ile ilgili öyle "derin" bir analiz yaptı ki, izleyenler pot mu cahillik mi anlayamadı. Konuyu toparlamak Fatih Altaylı'ya kaldı.

     

    Konu; Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir'in Türkiye ziyaretiydi.

     

     

    Programın adı: "Olaylar ve Gerçekler"

     

    Programının sunucusu Sevilay Yükselir, Sudan'ın "çok geri kalmış bir ülke" olduğunu anlatıyor. Buraya kadar bir şey yok...

    Olay bundan sonra...

    Geri kalmışlığın nedeni bakın neymiş;

     

    -Sevilay Yükselir: "Ama gerçekten çok gerideler, onu söyliyeyim yani, çok gerideler; Bismillahirahmanirrahim diye konuşmalarını açıyorlar."

     

    Sevilay Yükselir'e göre Sudan'ın geri kalmışlığının kanıtı "besmele" ile konuşmalarına başlamalarında... Bu örneğine, program arkadaşı Fatih Altaylı şu yanıtı verdi;

     

    -"Bir çok Müslüman ülkede konuşmalara "Bismillahirahmanirrahim" denilerek başlanır"...


  8. evet kardeşim malesef bu ülkede büyük kesimi hemde büyük bir kesimi inançlı müslümanlardan oluşmasına rağmen adeta bu vatanın yabancıları gibi yaşadık yıllarca.bana göre bu durumun sebebi bu güne kadar sesimizi yükseltememiş olmamızdan ve üzerimize kurulan baskıyı kıracağımıza kendimizin bile inanmıyacak olmasındandır.bununla ilgili bir sözü sanırım ismet inönü söylemişti..

     

    “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur”

     

    ve bu durumu özetleyici bir deney..dün ''osman özsoy''un köşesinde kaleme alınmış bir yazı..

     

    Kim derdi ki pirelerin başına gelen bir olay, milletçe asırlardır içinde yaşadığımız sıkıntıları izah etmemizde bize bu kadar yardımcı olacak… Hem de tam da bugünlerde…

     

    Önce pirelerin başına ne gelmiş onu okuyalım, ardından hadisenin bugünlerde olan biteni anlamamıza nasıl katkıda bulunabileceğine ışık tutmaya çalışalım.

     

    Pireler hakkında ansiklopedik bir bilgi verelim. Pireler sıçrama yetenekleri ile tanınan canlılardır. Bir pire 30 cm yükseklik ve 50 cm uzaklığa çok rahat sıçrayabilir.

     

    Bilim adamları deney amacıyla kullanmak üzere pireleri 20 santim derinliğinde bir fanusun içine koyarlar. Fanusun üstüne cam kapatırlar. Ardından fanusu alttan ısıtmaya başlarlar.

     

    Sıcaklığı hissetmeye başlayan pireler rahatsız olur. O ortamdan kurtulmak için yukarıya doğru zıplamaya başlarlar. Ama her zıplayışta kafalarını tavandaki cama çarparak yere düşerler. Tekrar tekrar deneseler de, nafile... Her zıplayışta başlarını çarpıp aşağıya düşerler.

     

    Engel görünmez olduğu için, kendilerini neyin engellediğini bir türlü anlayamazlar. Üst üste yaptıkları denemeler pirelerin zihinlerinde bir "özgürlük sınırı", yükseldiklerinde karşılarına çıkması muhtemel bir engelin var olduğu etkisi oluşturur.

     

    Deneyin ikinci aşamasına geçilir...

     

    Aynı pirelerin içinde bulunduğu fanusun üstünü kapatan cam bu defa kaldırılır. Engel yoktur artık... Fanus yine ısıtılır. Görülür ki, pireler en fazla 20 santim zıplıyor... Hâlbuki bir pire 30 santim çok rahat sıçrayabilmektedir. Daha yükseğe zıplama imkânları, özgür olma imkânları vardır ama kafayı çarpmamak için buna cesaret edemezler. Çünkü artık "görünmez engel" zihinlerindedir... Orada bir engel olduğunu sanırlar. "Yapamayız, hiç boşuna denemeyelim" diye düşünürler. Bilim adamları buna "Cam tavan sendromu" diyorlar.

     

    acaba bizdemi cam tavan sendromu yaşadık yıllarca? karşımızdaki azınlığın kemmiyet hesabına bakmadan çıkardıkları gürültüdenmi korktuk?bence bütün mesele bu..


  9. Ben imanımızın , milliyetçiliğimizin ve vatanseverliğimizin göstergesi olarak beş bine yakın şehidi tekbirlerle toprağa gömmüş bir hareketin mensubu olmaktan herzaman şeref duyan bir insanım, bu bir! ikincisi , mhpnin ikdidar oldğu dönemi tasvip etmiyorum ve inan senden daha fazla eleştiriyorum bu dönemi! ben mhpli değilim ve ülkücüyüm bunu aklının en önemli köşesine yerleştir. şimdi bana "canım olurmu öyle şey?" gibisinden laflar söyleyip kaçamazsın! neymiş efendim ne ümmetçi ne milliyetçi olabiliyormuşuz, şuna bak hele! işte senin milliyetçiliği, türk milliyetçiliğini anlama çapın bu kadar! türk milliyetçiliği "ilay-ı kelimetullah" ı ülkü edinen bir fikriyat sistemidir ve islam'a ve ümmet'e hizmeti gaye edinen bir bir fikriyattır! biz ümmeti sevip, ümmete hiz etme ülküsünü "ümmetçilik" gibi bir sıfatla anmayı doğru bulmayacak kadar samimi bir fikriyatın mensuplarıyız. her ne kadar sonuna "çilik" eki gelmiş kutlu ideolojiler olsa dahi "ümmet" gibi mübarek bir kavramın sonuna "çilik" ekini getirip, diğer fani fikriyatlarla onu aynı kefeye koymayacak kadar ümmet sevdalısıyız. herhalde bu satırların arasından, sen elinde cımbızla dolaşan şahıs, cımbızınla seç beğen cümlelerin arasındabn bir cümle seç ve tartışmayı oraya sürükle bakalım, çünkü ancak bu yolla tartışmaya devam edebilirsin. işte senin gözündeki büyük "ümmetçi" tayyip erdoğanın bir sözü, bu sözü açıklarmısın bana lütfen , lütfen açıkla, büyük ümmetçi tayyip erdoğan diyor ki: "ABD'NİN IRAK'TA SAVAŞAN KAHRAMAN BAY VE BAYAN ASKERLERİN EN AZ ZAYİATLA ÜLKELERİNE MÜMKÜN OLAN EN AZ ZAMANDA DÖNMELERİ TEMENNİSİ İLE DUACIYIZ."selametle...

    Evvela, senin yalancı olduğunu söyliyerek başlıyacam yazıma..çünkü ben senin yazının bir kısmını cımbızla çekip sadece o yönde bir tartışma yapmıyorum.senin-sizin genel dünya görüşünüzü eleştiriyorum. ama sen bunu göremiyecek kadar basiretsizsin.ne yapayım herkesin bir kusuru var senin de kusurun basiret yoksunu olmakmış.

    Gelgelelim bahsettiğin ve kendine –kendinize maletmeye çalıştığın konulara.bu üke 5 bin vatan evladını şehit vermiştir ve vermeye devam ediyor. ama bu şehitlerin adını kullanma hakkını hiçbir zümre,parti,ocak ve teşkilata vermemiştir.ama görüyorumki siz özelikle ‘’siz’’ diyorum senin şahsına olan saygımdan değil,siz bunu her ortamda kullanıp bu aziz şehitlerin mirasını yemekten vazgeçmiyorsunuz.sana basit bir örnek verecem.bir şehrin ülkü ocakları başkanı olan bir akrabam,esnaftan haraç toplarken senin bu söyledikerini söylediğini övüne övüne sölemişti bana… fi tarihinde.neymiş efendim biz 5 bin şehit verdik sizde bize haraç vermek zorundasınız…siz kimsiniz lann?o insanlar,sizin başka insanlara zulüm yapmanız içinmi şehit oldu?

    Ben mhp li değilim ülkücüyüm diyorsun ayrıca bunu anlıyacak çapta olmadığımı üstüne basa basa sölemekten imtina etmemişsin.hazret elinde kumpasla dolaşıp milletin çapını ölçüyor demekki.bu arada o elindeki aletle kendi çapınıda ölçüver bi zahmet..bir olay hakkında hüküm verilirken zahiri olarak verilir batını Allah bilir.şu anda ülkücülük ve ülkü ocaklarını sahiplenen kim? Söleyiver bi zahmet ..ülkü ocaklarını sahiplenen kimm? Yoksa ülkü ocakarında bağımsız bir zümre mi var kimseye bağlı olmayan .şimdi sen bana, onlardan değilim ben kendi çapımda ükücüyüm diyebilirsin o zaman ya kendini ya onların ismini değiştireceksin .

    Türk milliyetçiliği ilay-ı kelimetullahı ülkü edinen bir fikriyat sistemimiymiş.bunu hangi kitaptan kopyaladın be kuzum ?yoksa atsız’dan mı alıntıladın. hani şu öve öve bitiremediğiniz ilay-ı kelimetullah düşmanı küfrün denizlerine çırılçıplak atlıyan adam.biz bıktık bu kopyala yapıştır mevzularından ..yok biz şuyuz yok biz şöyleyiz bizim amacımız bu yapacaklarımız şunlar vs.vs.vs.. herkes zahiri hüküm verir batını Allah bilir.biz,dua ederken ‘’Allah türkü korusun’’ diyerek noktasını koyan akıl ve iman cücelerinin gittiği yolu elimizin tersiyle iteriz.ilerde bu ülküyü sahiplenip bayrağı altında toplandığınız vakit o zaman bizde sizinle oluruz.ama şu ana kadar sizin fikriyat sisteminizin ‘’boş’’luğunu görebilecek kabiliyete sahibiz Allah’a şükür.

    Açıkçası sizin aklınızdan şüphe duymaya başladım.hem ümmet’te hizmet edip ümmetçi olduğunuzu söyliyeceksiniz hemde bu kutsal davranışı isimlendirirken kendi kafanıza göre isim koyacaksınız.

    Veda hutbesinden:kırmızı tenlinin siyahı üzerine,siyah tenlinin de kırmızı tenlinin üzerine hiçbir üstünüğü yoktur.üstünlük ancak takvayla olur.bunun tek ve değişmez adı ümmetçi olmaktır.sonuna ‘’Allah türkü korusun’’noktası koyduğunuz o dualarınızla sizin çürük ‘’milliyetçiliğiniz’’ değil.

    En başında seni yalancı olmakla itham ederek başlamıştım yazıma ..şimdi ise hem yalancı hemde tutarsız olduğunu söylüyorum.çünkü , l aflarını cımbızla ayıkladığımı söylemene rağmen görüyorumki sayın başbakanın bir lafını cımbızla tutup bu laf üzerine hükmünü vermişsin.sayın başbakan’da insan bazen dil sürçer yalnış cümle kullanabilir.ama ‘’ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’’ sözünü şair bu gibi durumlar için söylemiş.ama, senin bunu anlamanı beklemiyoruz tabi..seninde dediğin gibi ‘’çap’’ meselesi…

    Karşıma yaptığınla gel yapacaklarınla değil.sana saygı duyulmasını istiyorsan saygı göstereceksin.haydi şimdi git elindeki o oyuncaklarla oyalanıver..


  10. başka bir konu açmak istemiyorum ama buradan bir kayıp ilanı vermek istiyorum : akp ikdidara gelmeden önce kızlarımızın milli ve manevi duyguları ile oynayıpokul önlerine zincerletilmesi, sıksık eylemler yapılması sözkonusu iken, akp ikdidara geldikten sonra dişe dokunur bir eylem yapılmaması, hatta eylemlerin durma noktasına gelmesi bizlerin bazı "komplo teorilerine" maalesef kapılmasına yol açıyor. herneyse ben bu eylemleri yapıp altı senedir ortalarda gözükmeyen arkadaşlarımızı duyan gören varsa haber vermesini istiyorum.

    asıl meseleye gelince, mukaddesatçı cephenin bu önemli konuda parti ayrımı gözetmeksizin birlik olması gerekliliğine inanıyorum.

    ancak şunuda ekleyeyim, asıl mukaddesatçılığın, abd'nin ıraka yaptığı zulme dur demekle olacağını, orada müslümanlar katledilirken burada gıkını bile çıkartamayaların nasıl bir "mukaddesatçılık" örneğini verdiğini hayretle izlemekteyiz. siyaset yapacak insanların, inandıkları doğrular uğruna kelleri koltukta yürümeleri gerekir;abd'ye karşı gelmiş, milli ve manevi değerlerin savunulmasında kellesini ortaya koymuş bir büyük devlet adamı menderes'i rahmetle anıyorum...

    selam ve sevgilerimle...

    sayın yorumyok nikli arkadaşım..yazdığın mesajların geneline ak partiye olan düşmanlığını yazmak zorundamısın?bizimde düşman olduğumuz kimseler yokmu? elbette var.ama lafı döndürüp dolaştırıp onlara getirmiyoruz.uygun başlıklar açıp dost kim düşman kim açıkça yazıyoruz.ama siz hep belden aşağı vuruyorsunuz laf aralarına çaktırmadan nefret kokan kelimeler sıkıştırmasanız be yerlerinize bişey olur demi? bizden olduğunu söleyipte bize en büyük düşmanlığı yapan milliyetçi olduğunu söyleyen insanlar oldu hep.bunun nedeni bana göre safınızı tam seçememiş olmanızdır.ne tam ümmetçi ne de tam milliyetçisiniz.bir yandan ümmetçi (üstad)bir adamı benimserken,diğer taraftan Allah düşmanı (atsız) başka bir insanıda kendinize şiar ediniyorsunuz.bana göre bu mukallit durum,solcu veya kürt milliyetçiliğinden daha tehlikeli bir durum.bu işlerde orta yol yoktur,ya sınırın öbür yanındasın ya da beri yanında...ağız tadınıza uygun olanları iktibas edip diğerlerini görmezden gelemezsiniz.bu yazıyı senin şahsın üzerinden, senin gibi düşünen herkese yazıyorum.sizi anlamıyorum 5 yıllık bir geçmişi olan bu partiye yaptığınız bu düşmanlık nerden geliyor?yukarda alıntıladığım bu yazıyı ilkokul seviyesindeki bir bebenin zeka seviyesine sahip birinin kaleminden çıkma sanki..arkadaşım senin kafan yerindemi ne akp si ne zincirlemesi?gelin sizine geçmişe doğru bi yoculuk yapalım ne dersiniz.madem illa bu konuyu kaşımak istiyorsunuz ..

     

    söyleyin bakalım sizi gidi milliyetçiler akp iktidara gelmeden önce bu halk kime lanet yağdırıyordu?(bizzat ben yüzerce defa okudum o lanetlerden )

    söyleyin bakalım o masum örencileri o kapılara zincirlenmek zorunda bırakanlar kim?akp mi ? siz kim olduğunu benden iyi bilirsiniz.

    söyleyin bakalım şehit cenazelerini şov alanına çevirenler kim?duyamadım kim? bunları yazsana kardeşim neden çuvaldızı başkasına batırırken topluiğneyi kendine dokundurmaktan acizsin?

    siteye her yeni gelen siz milliyetçiler için ayrı bir tartışma başlığımı açalım?çünkü sizin düşüncenize sahip her yeni gelenle aynı mevzuları tartışıyoruz

     

    ''abd ye karşı gelen her politikacı iyidir''mantığıyla nereye kadar yol alırsınız çok tartışılır. burdan abd tarafında olmamız gerektiği anlamıda çıkarılmasın.

     

    özetle diyeceğim şudur:siyasi görüş olarak akp yi sevmiyor hatta düşman olarak görüyor olabilirsin.ama yiğidi öldürüp hakkını yemiyeceksin.bugün en aşırı uçtaki islam düşmanları bile bu kadronun türkiyeyi daha ileriye taşıdığının ortak paydasında birleşirken sizlerin deve kuşu misali kafanızı kum'a gömmeniz hangi sebeptendir?


  11. bir tane maşallah'ta benden olsun kardeşime..etkileyici ve sürekleyici bir anlatım tarzı..daha ilk denemelerde bile bu kadar başarı sağlanıyorsa ilerisi için hayli hayli ümitvar olduğumu söyleyebilirim.

     

    Evet, o inşaat çökmeliydi.. Mücerret zeminde vuku bulan, ruhları kasıp kavuran hadiselerin müşahhasa sirayeti. Bu çöküş, ruhî hallerin mahsulü.. Mücerretin başladığı yerde müşahhas hükmünü yitiriyor..

    hocam çok acımasız gördüm sizi :rolleyes: ya o inşaatın çöken blokları altında başka insanlar olsaydı?


  12. MÜMTA'ZER TÜRKÖNE

     

     

    Geçmişini pazarlayan adam

     

     

    "Dönek" lafı ideolojilerin dar dünyasına ait; ama bu sözü önüme koyan Ahmet Hakan'ı galiba eksik anladım. "Dönekliğe racon kesmek" elbette işi bilenlerin hakkı.

    "Dönekler kulübü"ne adam devşirmeye kalkmak ise farklı. İkincisinde hafif bir nedamet, yeni hayatında hissettiği yalnızlık, bol miktarda içinde bulunduğu şartlardan rahatsızlık var. "Bakın sadece ben dönek değilim, başkaları da var" türünden bir ferahlık arayışı. Ahmet Hakan ikincisini yapmış. Ben ise onun sığacağı kalıbın döneklik değil, eyyamcılık olduğunu söyleyerek dünyasını yıkmış ve sınırlarını zorlamışım. "Can yakma" maksadıyla yan yana getirdiği cümlelerden hiçbirinin bana ait olmaması, sadece dedikoduya dayanması bu yüzden olsa gerek. Niyetim Ahmet Hakan'ın canını yakmak değildi; ciddiyetsizliğin hesabını sormaktı. Bana yönelttiği, "Şu dönekliğin hesabını ver" sorgulamasını, "Diyarbakır Amed olsun" sözüne dayandırdı. Ben böyle bir şey söylemedim. Önümüzdeki geleceği resmederken uluslararası sözleşmeleri referans göstererek ihtimallere dair örnekler verdim.

     

    Ahmet Hakan'ı "döneklik sığınağı"ndan çıkartmak lâzım. Kimse ondan bir ideolojinin veya inancın emrinde olmasını beklemiyor. Kimse onu fikirlerini değiştirdiği için suçlamıyor. Kapitalist sistemin mantığı içinde bir yeteneğiniz varsa ücret mukabili bunu satarsınız. Muhkem bir zekâ, kuvvetli bir natıka, cevval bir kalem yazarlık mesleği için sermayedir. Ahmet Hakan'da saydığım yeteneklerin hepsi var. Ama o kendisinde yeteri kadar mevcut olan bu yetenekleri değil, bambaşka bir şeyi sermaye olarak kullanıyor. Neyi dersiniz?

     

    Önce bir düzeltme: Ahmet Hakan'ın verdiği ve arkasına sığındığı örnek yanlış. Kendi macerasına meşruiyet ararken "dönekliğinin hesabını vermiş biri" sıfatıyla Taha Akyol'u öne sürmesinden bahsediyorum. Taha Akyol'un benim fikir geçmişimde önemli bir yeri var ve Ahmet Hakan'ı düzeltecek bilgiye sahibim. 1976 yılında "militan" sıfatıyla ilk defa karşısına çıktığımda "kavga işlerini bırak, kitap yaz" nasihatini (dinlemediğim için hâlâ pişmanım) aldığım Taha Akyol ile bugünün Taha Akyol'u arasında bağlı olduğu "siyasî değerler" bakımından hiçbir fark yok. Aynı demokrat, aynı özgürlükçü kişilik ve millî konularda aynı hassasiyete sahip fikir adamı. Elbette mevzular değişiyor; o günün sosyal değişmesi bugün küreselleşme başlığı altında. Şartlar değişiyor: O gün soğuk savaş vardı bugün ise bambaşka bir dünya.

     

    Ahmet Hakan'ın sermayesi, arasına kalın bir çizgi çektiği kendi geçmişi. Ahmet Hakan, onu var eden, onu kimliğini ve kişiliğini oluşturan geçmişini ve ilişkilerini pazarlıyor. Bir zamanlar içinde ısındığı cemaati, dostlarını ve dostluklarını piyasaya sürüyor. Yazdığı yazılara, onu "farklı" kılan sözlerine bakın: Hepsi artık reddettiği geçmişinden geliyor. Geldiği eve beraberinde getirdiği bohçasından çıkarttıklarını gösteriyor herkese. İmam hatipli olmasa, "İmam hatipler kapatılsın" sözünün bir değeri olur mu? İçeriden biri olarak konuşmasa eskiden tanıdığı bugünün ricaline dair yazdıklarının bir anlamı kalır mı?

     

    Peki bunun adı döneklik mi? Size şaka gibi gelebilir ama Ahmet Hakan sadece yeni pozisyonunu kavrayamamış biri. Gazetenin münhâl muhafazakâr yazar kadrosuna alınıyor; ama o aynı soyadını taşıdığı köşe komşusu ile akraba çıkmaya çalışıyor. Patronun suçu yok. Kimse kendisinden böyle bir şey beklemediği halde o sınıf atlamayı saf değiştirmek sanıyor.

     

    Geçmişimiz kimliğimizdir, ne amaçla kullanılırsa kullanılsın değişmez ve yok edilemez. Ahmet Hakan hâlâ aynı mahallenin çocuğu; bu yüzden kavgası kendi içinde sürüyor. Demek ki hâlâ umut var. Ben onun yerinde olsam sergilediğim bohçayı kapatır, ceviz bir sandığa kilitler ve kimseye göstermezdim. Geçmişte kalan dostluklarımı, bana güvenen insanların namusuma emanet ettiklerini pazara sürmeyi bırakır başka bir mesleğe el atardım. Mesela magazin yazarlığı?

     

    Çokça karşılaştığım "Neden muhatap alıyorsun?" diyenlere cevabım: Sözüm aslında Ahmet Hakan'a değil, bugünün pırıltılı gençlerine. Faust'u okumak yerine gazeteyle yetinmeyi tercih edenlere.

     

    Beni var eden geçmişimde bir cemaat sıcaklığının izi yok. Bana yol gösteren, yardım eden, elimden tutan ağabeylerim ve büyüklerim olmadı. Ahmet Hakan'ın sermayesini oluşturan geçmişine bu yüzden gıpta ediyorum. Benim sadece kavga ederken edindiğim ve bugüne kadar bir tekini bile kaybetmediğim dostlarım var. Demek ki, döneklik ve eyyamcılık arasındaki farka dair söylenecek daha çok söz duruyor önümde.

    03 Ocak 2008, Perşembe


  13. şiirlerinde kendi mükemmelini arayan necip fazıl kısakürek, kitaplarının yeni baskılarında sık sık sözcükleri ve kimi zaman dizelerin tümünü değiştirirdi. çile'de son halini vererek bastığı 1937 yılında yayınlanan bu şiirinin 2. dizesi, örümcek ağı adlı kitapta "ne kanlı şehidi mezar" olarak yer almaktadır.www.eksisozluk.comda rastladığım bir yazı dikkat çekici..üstadın bazı şiirleri değiştiriğini biliyoruz.lakin bu şiirde bu tarz bi değişliğe gittiğinden malumatım yoktu şahsen.


  14. Çok karışık, çok!

     

    Müslüman bayramı, Hıristiyan Noel'i ve yeni yıl arifesinde, uçakları bombardıman için havalanmış tek devlet (uçakları havada asılı İsrail'i saymazsak) Türkiye idi.

    Operasyonlarla, gece vuruş kabiliyetiyle gurur duyduk. Doğrudur.

    Türkiye'nin sabrı zaten taşmıştı ama;

    ABD öyle istediği için gözü dönmüş saldıran "terör örgütü" nü, ABD artık öyle istemediği için vuruyordu uçaklar.

    ABD izin vermediği sürece yıllarca gece görüşü olmayan uçaklar, ABD izin verdiğinden beri gece vurabiliyordu.

     

     

    Kaynak: http://siradisi.e-politica.com/viewtopic.php?p=3739#3739

    bu yazıyı yazan yazarda art niyet aramamak mümkün değil gibi geldi bana.evvela karşındaki düşmanın hangi dine mensup olduğunu bilmek gerek.ondan sonra burada sıraladığın kutsal günlerin kimin için anlam taşıdığını bilmemiz gerek.ne yani pkk kadroları kürt diye(oda çok tartışmalı ya)müslüman sınıfına mı dahil edecez?asla.bu devlet yıllarca bu azgın köpeklerle siyasi platformda uzlaşma aradı.hatalar vardır muhakkak ama hırsızda suçsuz değildir.bizler sanıyoruzki bunlara dil,tv,okul vs.. açma serbestliği verilse bu katliamdan vazgeçecekler.öyle bişey yok.mutlak bir toprak parçası için savaşıyorlar.kimin için?büyük israil için.sen dağlıcada da birliği basıp 12 asker şehit ettikten sonra 8 ini kaçır,tüm bunların üstüne devlete meydan oku devlette bayramın ,noelin geçmesini beklesin öylemi?unutmaki o askerlern şehit edilmesinde abd nin payı vardı.ve bu operasyona abd mecbur kaldığı için destek verdi.pkk dan vazgeçtiği için değil.bu devlette abd istedi diye vurmadı onları.abd şunu çok iyi biliyor karşısında düşman bir türkiyeyle ortadoğuna hiç bişey yapamaz.bazen küçük aktörleri feda etmek zorunda kalıyor.işte pkk da bu feda edilen küçük bir aktördür sadece.sırf birilerine yüklenmek için yazı yazanlar,ve bu yazıları maharetmiş gibi dergilerinde yayınlayan bu zihniyeti anlamıyorum.


  15. Bizim en iyi yaptığımız şey,başkalarını yargılamak, yargılamak,yargılamak..dönüpte bi türlü kendimize bakmıyoruz.ben neyim?ben kimim?bu yetkiyi bana kim veriyor ?diyemiyoruz.yargıladığımız insanın (erdem beyazıd)ortalama bir insanın en az bir kaç gömlek üstünde olduğu halde,sırf üstadın yanında yetişmemiş olduğundan,ya da sizin deyiminizle ibda mensubu olmadığından, ona üstadı yazma ve tanıtma hakkını vermiyorsunuz.kaldıki yazı,ortalama bir insanın yazabileceğinden çok daha üstünde..peki nedir derdiniz?hemen çıkrmışsınız zaten baklayı ağzınızdan.neden ibda mensubu bir yazarın yazısını buraya koymuyorsunuz? sancınız bu yönde sanırım.yoksa erdem beyazıdın üstadı iyi anlatamaması değil.ve bana öyle geliyorki,daha siteye girer girmez bu konuya odaklanmanız ,daha önce bu konudan dolayı sancınız olduğunu gösteriyor.

     

    şu hususta mutabakat sağlamamız lazım.burdaki tüm yönetici arkadaşlarım üstadı idrak noktasına varmış,ve neyin ne olduğunu bilen insanlar.herkes eleştiriyle hakareti birbirinden ayıracak kadar zeka,kabiliyet,idrak ve bunlara vereceği cevabın dozunu yerinde ayarlıyacak yeteneğe sahiptir. şimdi siz daha bismillah der demez,suçsuz ve günahsız bir adamı karalama yolunu seçerseniz,''hoop arkadaş burası çıkmaz sokak sen yalnış geldin''diyen çıkacaktır.ama sen, '' ben bu duvara tırmanıp aşağı atlamak istiyorum'' dersen karar senin.


  16. Tavuk ve horozlardan dergi abonesi olur mu? Karşıma çıkan oldukça duygulu bir vefa hikâyesi ile karşılaştığımda aklıma ilk gelen, bunu en kısa zamanda haber7.com okuyucuları ile paylaşmalıyım düşüncesi oldu.

     

    Üsküdar Belediyesi her yıl Üsküdar Sempozyumu adıyla uluslar arası bir toplantı düzenliyor. Birkaç gün süren bu toplantılarda birbirinden kıymetli bildiriler sunuluyor. İşin güzel tarafı, yüzlerce bildiriden oluşan bu hazineler çok geçmeden kitap ve CD halinde istifadeye de sunuluyor. Sempozyumun bu yıl beşincisi yapılırken, bir önceki toplantının bildirileri de 2 kalın cilt halinde istifadeye sunuldu. Bir solukta diyebileceğim şekilde kitapları okurken, sizlere paylaşmayı düşündüğüm ilginç notlar da aldım. Bugün bunlardan sadece birini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ta ki, nerede ise unutulmayı yüz tutan “vefa” duygusunu az da olsa hatırlayalım diye…

     

    Necip Fazıl’ın etrafındakilere, “Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur! Aziz dostum, işportacı Hilmi!” diye tanıttığı vefa abidesinin hikâyesine göz atalım..

     

    Necip Fazıl’ın cezaevine ilk girişi, Ahmet Emin Yalman’ın 22 Kasım 1952 Cumartesi günü (şu an Vakit gazetesi yazarı olan) Hüseyin Üzmez tarafından vurulması ile gerçekleşen Malatya Hadisesi’nin patlak vermesini takip eden günlerde gerçekleşir. Necip Fazıl şeker hastası olduğu için daha önceden kesinleşmiş mahkûmiyetin infazı raporlarla ertelenirken, Malatya Hadisesi üzerine bir daha rapor alamaz ve 12 Aralık 1952 Cuma günü tutuklanarak Toptaşı cezaevine konulur. Necip Fazıl’a cezaevi kapısına kadar eşlik edenler arasına eşi de vardır.

     

    Necip Fazıl, 24 Haziran 1957’de toplam yirmi aylık hapis cezasını çekmek üzere ikinci kez Toptaşı Hapishanesine girer.

     

    Bir vefa abidesi işportacı…

     

    Necip Fazıl’ın Toptaşı’nda üçüncü kez çile doldurduğu 1960-1961’li yıllarda birisi vardır ki, onu hiç yalnız bırakmayacaktır. Mehmed Niyazi Özdemir Bey’in tabiri ile bu kişi; Necip Fazıl’ın “azad kabul etmez kölesi” Hilmi Oflaz’dır.

     

    27 Mayıs darbesini yapanlar af çıkardılar, bir tek Necip Fazıl’ı affetmediler. Necip Fazıl Toptaşı Cezaevi’ne atıldı ve bir buçuk yıl yattı. İşte o günlerde Hilmi Oflaz Mahmutpaşa’daki işportacı tezgâhını ‘Üstad’a bir şey olabilir’ endişesiyle Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Necip Fazıl cezaevinden çıkana kadar orada bekledi.

     

    Hilmi Oflaz Mahmut Paşa’da işportacılık yapan nev’i şahsına münhasır biridir. Kazandığı bütün parayı kitaba ve hayır işlerine harcamıştır. Oturduğu gecekondu tıka basa kitapla doludur. 30 bin adet kitabı olduğu söylenir. Belirtmeye gerek yok, bunların başında Necip Fazıl’ın kitaplarıyla Büyük Doğu dergileri en başta gelmektedir. Üstad’ın adıyla özdeş hale gelen Büyük Doğu’nun yaşaması için en büyük gayreti o göstermiştir. Bunun için bazen akla hayale gelmedik yöntemlere başvurmuştur.

     

    Mesela evinde bulunan herkesi, hatta çeşitli isimler takarak tavukları ve horozlarını bile Büyük Doğu mecmuasına abone kaydetmiştir. Ona göre en büyük şair, en büyük mütefekkir, en büyük tiyatro yazarı; hikâyeci, romancı, aksiyon adamı sadece ve sadece Necip Fazıl’dır. Bu bağlılığın, bu olağanüstü hayranlık duygusunun verdiği hazla ve hızla ömür boyu üstadının peşini bırakmaz.

     

    Necip Fazıl hapse düşünce o da peşine düştü. Mahmutpaşa’daki tezgâhlarını bırakıp pılını pırtısını Toptaşı Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Hem geçimini sağlamak hem de bu arada Üstad’ın ihtiyacını karşılamak, arandığı zaman “Ben buradayım!” demek için tam bir buçuk yıl cezaevinin önünde zarf kâğıt vesaire satmakla meşgul oldu.

     

    “Aziz dostum, işportacı Hilmi!”

     

    Gece gündüz buradan ayrılmadığına göre, bari Üstad’ı görebiliyor musun diye soranlara, “Bulutların arkasından güneşin görünmesi gibi, camın önünden geçerken, parmaklıkların arasından görüyorum!” cevabını verdi.

     

    Necip Fazıl’ın ona düşkünlüğü de çok fazladır. Necip Fazıl’ın konferanslardan birini vermek için gittiği Bursa’da Çelik Palas Oteli’nde şerefine bir yemek verilir. Yemeğe iş adamları, mebuslar, bürokratlar katılmıştır. Çıkışta sokak kalabalıklaşır. Tezahürat yapan gençler arasında yaşlıca bir adam vardır... Üstad derhal yanına gider ve elini omzuna koyarak, bu aziz dostu yanındakilere tanıtır:

     

    “Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur! Aziz dostum, işportacı Hilmi!”

     

    Necip Fazıl işsiz kalırsa nasıl geçinir?

     

    Hapisten çıkınca, dönemin baskısından olacak Necip Fazıl’a kimse yazdırmıyordu. Etrafındakilerin üzüldüğünü anlayınca, “Benim geçimimi düşünmeyin. Ben 53 eser sahibiyim. Beyazıt’ta bir boya sandığı koyar, üzerine de “53 eser sahibi Necip Fazıl” yazarım. Millet utansın. Ben utanmam. Hayatımı kazanırım. Ama hizmetimiz aksıyor” dedi.

     

    Toptaşı Hapishanesi Necip Fazıl Kısakürek’in toplam on yedi ayını almıştı. Necip Fazıl Toptaşı günlerini Cinnet Müstatili adlı kitabında bütün ayrıntıları ile anlatır. Yazıya son vermeden önce, Necip Fazıl’ın cezaevi günlerinde aldığı notlara da dikkatinizi çekmek isterim.

     

    Necip Fazıl Toptaşı’nda çektiklerini yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Toptaşı Cezaevi’nde, bir buçuk sene içinde, ayrıca birkaç yıllık kaza namazı kıldım ve bulutlar dolusu ağladım. Bugün tek hasretim, işkence şartlarından uzak olmak şartı ile o gözyaşı... O kadar ezildi ki orada nefsim, zindandan çıkınca benden intikam almaya kalktı ve ilk iş olarak gözlerimi kuruttu. 1962 başından beri gözlerim kurumuş çeşme ve ben, gözyaşından uzak kaldıkça fikir ve harekette ne olursam olayım, duyguda bir kütükten farksızım...”

     

    Toptaşı Hapishanesi’ni, içinde unutulmuş insanların hayaletleri gezen bir orta çağ kalesi olarak niteler. Onu en çok, eşinin mahzun mahzun hapishane kapısına bırakarak yanından ayrılışı üzer. Eşini uğurlarken ağlayamaz. Gözyaşını içine gömmüştür. “Onun arkasından o kadar gözyaşı zaptettim ki; onları Toptaşı kasvet ocağının, asırlık, şerha şerha süngere dönmüş duvarlarına verseydim içmezdi, yutamazdı, alamazdı bu duvarlar!” şeklinde tasvir eder.

     

    1 Ocak 1952 Perşembe günü defterine şu satırları not eder; “İbadet, ibadet, gözyaşı, ibadet, Allah’ı düşünmek... Başka işim yok yahut ben öyle zannediyorum.”

     

    O günlerde onu asıl memnun eden hediye, yaşlı ve tanımadığı bir mü’minin “Allah rızası için” Ramazanda iftar hediyesi olarak getirdiği karpuz olur. Defterine, “Hayatımın en güzel hediyesi...” diye not düşer.

     

    Büyük insanlar öylesine büyük olmuyorlar. Hayatları hakikaten “çile” ızdırap, gurbet ve hasret dolu

     

    Osman ÖZSOY

    haber7.com


  17. Ölememek

     

    İnandığım güzelliklerin büyüsü bozulmadan

    Dayasam başımı dönülmez uykunun yanağına...

    Lanetlerin kıskacında,

    Yalın ayak yaşanmış bir hayata elveda diyerek,

    Igreti duran su ruhumu bedenimden silkeleyerek,

    Kan değil zehir çeksem her an iliklerime...

    Her an, anlık kurulmuş, anlık yıkılan

    Bir varmış, bir yokmuş düşlerime

    İnse beklenen-beklenmedik tokat davetsizce...

     

     

    Bilsem ve en kralından bir sigara yaksam, ölüme bir kala

    Ve boğup bütün dünyayı bir duman bulutunda...

    Yitirilmiş cennetlerin verasında,

    Eşlik etse mahzenimde yankılanan çığlıklarım İsrafile...

    Bir güneş kadar özgür olsam sonra, ölüp dirilmekle

    • Like 1

  18. MUKADDES EMANET

     

    Üstadın bu eserinde kaleme aldığı olaylar, 1. Meşrutiyetin ilanından ( Osmanlı’nın son dönemi ) Cumhuriyet dönemine ve günümüz Türkiye’sinden bugüne kadar devam eden ve hala devam etmekte olan olaylar silsilesinin kısa bir özeti halinde karşımıza çıkmaktadır. Eser, son 150 yıla yakın bir süredir adeta ruhumuzu, maneviyatımızı, örf, adet , gelenek, eskiye dair ne varsa kısaca mukaddesatımızı topyekün tasfiye etmek isteyen ve kısmen de başırılı olmuş bu kişilerin Anadolu insanı ve toprakları üzerinde oynadıkları oyunları apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

     

    Mukaddes Emanet, 4 padişahın tahta çıkışlarını görmüş ve Osmanlı-Rus (93 harbi) harbinde cephede aktif olarak rol almış bir baba’nın, Cumhuriyet'in ilanından sonra gelinen son durumda oğluna (Abdullah) yaptığı nasihatleri ve Abdullah'ın da çocukları ve torunları arasında yaşadığı mücadeleyi anlatır. Eserde Baba; Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet dönemine, oğul (Abdullah) Cumhuriyet'in ilk devirlerinden orta devrine, Abdullah’ın oğlu ve torunları ise Cumhuriyet'in en son devrelerine tekabül eder ve gerek maddî gerekse manevî-ruhî olarak yaşanan değişimi en çarpıcı örnekleriyle gözler önüne serer.

     

    Babasının isteği üzerine, eğitimine köyde kalarak devam eden Abdullah, kendini yetiştirir ve en üst dereceye kadar yükselir. Hatta ilim ve bilgi bakımından köyün en ileri geleni olur. Ancak buna rağmen, oğlu onun sözünü dinlemeyip annesinin de altınlarını çalarak köy enstitüsünde okumaya karar verir ve okur. Oradan tanıştığı sıra arkadaşıyla evlenir, çocuk sahibi olur ve ileride valilik makamına kadar yükselir. Ama o Abdullah’ın gözünde hala adî bir hırsızdan başka bir şey değildir.

    Üstad, Mukaddes Emanet’i, bütün insanların anlaması, kavraması, idrak etmesi ve buna bağlı olarak da memur oldukları işleri yapması ve yerine getirmesi bakımından zorunlu bir görev olarak telakki eder:

     

    Kâfir — İnsan nedir?

    Mümin — Allah’ın aynası...

    Kâfir — Neye memurdur?

    Mümin — Mukaddes emanete...

    Kâfir — Mukaddes emanet ne demektir?

    Mümin —Allah’a ermek sırrı...

    Kâfir— Nasıl erilir?

    Mümin — Kullukla...

    Kâfir — Kulluk nasıl olur?

    Mümin —Allah’ın emir ve yasaklarına baş keserek. (1)

     

    Üstad bu durumu bizim zaviyemizden, yani Anadolu insanı gözüyle şu iki satırla özetliyor.

    ‘’Yüzlerce yıl keşfedilemeyen, hep yabancılar elinde sömürülen, bir türlü kendi kendisinin efendiliğini alamayan Anadolu'nun derdi!... Şuurlandırılamayan dert..

    Son birkaç asırdır Batı’nın bizzat kendisi ve onun içimizdeki sadık ajanları sayesinde bilinçli ve sistematik bir şekilde mukaddesat-maneviyat yıkımı tüm hızıyla sürdürülmüştür. Bu hastalığı gören, sahtelikleri anlayan ve bunların canına ot tıkayan ilk padişah 2. Abdülhamid olmuştur. (ama gücü bir yere kadardı ve zamanı yetmedi )

     

    Bu devrelerin en sonuncusunda ise artık iş işten geçmiş ve deyim yerindeyse mukaddes emaneti kökünden devirmek ve bu topraklardan silmek isteyenlerin yaptığı çalışmalar meyvesini vermeye başlamıştır. Yahudi ve masonların işbirliğiyle mukaddesatımızı tasfiye etmeye bu son devrede başlanmıştır. Yani sonun başlangıcı işte bu son devre..

     

    ‘’Mezarda kan terliyor babamın iskeleti,

    Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?’’ (2)

     

    Sadece onlar mı suçlu? Bizim suçumuz yok mu? Asırlarca gafletten uyanamayan bir millet üzerinde elbette oyunlar oynanır, projeler çizilir ve bunlar tatbik edilmeye başlanır. Ama iş işten geçtikten sonra ağlamaktan başka çaremiz kalmıyor maalesef. Tıpkı Endülüs Emevileri'nin son Hükümdarı Abdullah Sagir gibi.. Ülkesi işgal edildikten ve o da ülkeyi terk ettikten sonra, geriye baktığında muhteşem Elhamra Sarayını görünce ağlamaya başladı. Annesi ona tarihe mal olmuş şu sözü söylemişti: Ağla utanmaz, ağla. Erkekçesine vatanını, dinini, müdafaa ve muhafaza etmeyenlere, kadınlar gibi ağlamak yaraşır.

     

    Bizim Abdullah'tan tek bir farkımız var; hala bu topraklar bizim ve bu topraklar üzerinde yaşıyoruz.

     

    ‘’O’nun mukaddes emanetini, asırlarca koruduktan, zaman ve mekanın zirve noktasına çıkardıktan sonra, iki felaketli devre halinde, önce hikmetsiz yobaz ve peşinden nasipsiz kafir elinde pörsütülmüş ve çöplüğe atılmış gören Türk, şimdi onu bütün saffet ve asliyetiyle ihya etmek ve bu muazzam hamlenin yeni kaynağı olmak memuriyet ve mesuliyeti altındadır. Evvela kendisine, sonra İslam âlemine en sonra da insanlığa sunulacak kurtuluş iksiri, petrolden evvel sondaj burgusunu, beyin beyin ve yürek yürek daldırıp bu iksiri bulmak. Burada bozulan, burada bozulup bütün İslam âleminde bozulanı, burada düzeltip bütün İslam âleminde düzeltmek! Dava bu. Ve sonra Allah’ın Türk’e bahşettiği tarihi kader tecellisindeki imtiyazla tek noksanı olmayan bir tamamlık içinde Batı’nın karşısına çıkıp ona, yaşanmaya değer hayatın örneğini vermek. Türk şu haline rağmen bu kadar büyük bir teklif aldı. Ve ‘Ya ol-Ya öl’ çizgisinin orta yerinde şimdi, ölüm güdücülerinden sonra hayat güdücülerini beklemektedir’’ (3)

     

    Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...

    Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir çığlık kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

    Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...

    Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında "Hakimiyet Hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik... (4)

     

    ABDULLAH — (Başı hafif kalkık) Mukaddes emaneti unutma!...

    KIZINDAN TORUNUNUN OĞLU — Allah Allah... Allah... (5)

     

    1) Mü'min Kafir

    2) Destan

    3) 1400 hitabesi

    4) Gençliğe hitabe

    5) Mukaddes Emanet


  19. Neden birlik olamadığımız yazılan yorumlardan anlaşıyor küfür guruhu küfründe birlik ve beraberlik olduğu halde bizim yaptığımıza bakın onların ağzıyla konuşuyoruz
    kuzum sen kimsin de karşındakilerini topyekün ''tekfir''manasına gelebilecek, bu kadar ağır ve iddalı sözü,söyleme cesaretini kendinde buluyorsun?sana ne oluyorda bizim suizanda bulunduğumuzu, suizan'da bulunarak hakaretlerin en ağırına kılıf uyduruyorsun?kaldıki biz,olmayan bir hadise, yapılmamış bir olay hakkında fikir

    yürütmüyoruz. herşey apaçık ortada..ama sen hakikatlari görmek yerine görmek istediklerini görürsen sana bizim fikirlerimiz küfür ehlinin ağzından çıkan sözler gibiymiş gelebilir.yani bir kafir veya küfür topluluğu bir hakikati savunduğunda o hakikat değerini yitirip batılmı oluyor?bir müslüman küfür ehliyle bir hakikati savunma paydasında buluşamazmı?sizinki nasıl bir düz mantıktır -ki kafirle bir hakikatte birleşen müslümanı tekfir derecesine varacak sözlerle itham edersiniz?

    Buda biline kimse cinayeti savunmuyor değil bir müslüman insan olan böyle bir şeyi savunamaz kişileri bu gibi canavarlıkla itham etmek üstad sevenlerine yakışıyor mu

     

    bu sözünüzden anladığım kadarıyla bizim ismail türüt ve ozan arif'e cinayeti isnad ettiğimizi sanıyorsunuz.sizin hakikatleri görmediğiniz gibi okunanları anlayıp yorumlama kabiliyetinizde ''0''.öyle değilse diğer tarafa O.S ve Y.H zaten katil onları savunmuş olmazsınız.

    kuzum bana sölermisiniz yapılan bu yorumların hangisinde ismail türüt ve ozan arife bu cinayetin failleriymiş gibi suizanda bulunuldu?bir tane yazı gösterebilirmisiniz?yoksa sadece göze batmak ve ve sivrilmek için mi yazıyorsunuz.yazdıklarınızı beyin süzgecinden geçiriyormusunuz?sadece muhalefet olayım diyemi yazıyorsunuz ?

     

    soruyorum neden adamlar ben bu şarkıyı bu cinayeti işleyenlere övgü niteliğinde yazmadım dediği halde hayır efendim sen bu niyetle yazdın diye diretiyorsunuz hani müslüman hüsnü zanda bulunurdu din kardeşine karşı süizanda bulunmazdı. Yoksa müslümanlık tavrımız kişilere ve olaylara karşı değişiyor mu

     

    bu yazınızı neresinden tutarsam elimde kalıyor.bir üst satırda adamları cinayetle itham ettiğimizden dem vurup suizanda bulunduğumuzu,suizanda bulunarak yazmış olmanıza rağmen ,bir alt satıra geçtiğinizde ise onların bu şiiri cinayeti övmek maksadıyla yazmış olduğunda direttiğimizi sölüyorsunuz.yani yapılan tüm fiiller ortadayken,aynı anda 5 faktörün tesadüfen yanyana gelmiş olduğunu sanacağımızı sanacak kadar ya safsın yada gözün kör.farzedelimki senin dediğin doğru ozan arif bunu cinayeti övmek maksadıyla yazmadı,tesadüfen 5 faktör yanyana geldi .peki bunları yazarken hiç göze batacağını hesaba katmadımı?şimdi sen oruçlusun ve canın denize girmek istiyor,ama orucunun bozulmasını istemiyorsun napacan?el cevap:girmiyeceksin.sen oruçlu olduğun halde denize girersen orucunun bozulma ihtimali var ve hiç bir mazeret uyduramassın.cezasınada katlanacaksın.anladınmı kuzum?

    bir kesimin sempatizanı olabilirsin buna kimse bişey diyemez.ama sırf muhalefet olsun diye hakikatleri görmezden gelip''taassub'ta''ısrar edersen senin içinde pek iyi olmaz ,ortada kalırsın.


  20. 19 Ocak 2007 günü Agos Gazetesi'nin yazarı Hrant Dink'i gazetenin önünde vurarak öldüren O. S. tam 8 aydır cezaevinde. Olay tarihinde yaşının 17 olması nedeniyle hazırlanan iddianamede hakkında 14 ila 20 yıl arası hapis cezası istenen O. S. kaldığı Kandıra Cezaevi'nde diğer tutuklulara geceleri haram ediyor.

     

     

    İşlediği suçun altında ezildiği ve geceleri sürekli ağladığı belirtilen O. S.'ın bu gürültüleri, diğer tutukluları canından bezdirdi. Geceleri hiç uyumayan, sürekli bağıra bağıra ağladığı belirtilen Ogün Samast'ın zaman zaman da başını duvarlara vurarak gürültü yaptığı ileri sürüldü.

     

     

    O. S.'ın ağlama krizlerinin dışında sürekli "Beni kullandılar" diye bağırdığı da iddia ediliyor. O. S. ile aynı koridorda bulunan hücrelerde kalan organize suç örgütü lideri Sedat Peker, Sedat Şahin ve Beyoğlu'nda Güneydoğu'dan getirdiği çocuklardan kapkaç çetesi kurduğu iddiasıyla tutuklanan Fırat Delibaş ise bu durumdan oldukça rahatsız.

     

     

    Uyumadığı gibi kimseyi de uyutmayan O. S.'ın gürültü yapmaması yolunda infaz koruma memurlarınca sürekli uyarıldığı belirtilirken, katil zanlısının bu tarz davranışının değerlendiren Prof. Dr. Kerem Doksat, O. S.'ın bu menfur saldırıyı planlayanların tam aradıkları bir tip olduğunu vurgulayarak, O. S.'ı "Dünyanın hemen her yerinde benzeri eylemlerde benzer kişileri kullanırlar. Konan psikiyatrik teşhis ne olursa olsun, “hayatı kayan” büyük bedenli bir çocuk bağırıp ağlıyor, annesini istiyor; kullanılmış ve hapishânede çürümeye terk edilmiş" bir kişi olarak değerlendiriyor. Prof. Doksat'ın, O. S.'ın cezaevindeki durumuyla ilgili yorumu ise şöyle:

     

     

    "Gencecik yaşta, cehâlet ve cesaretin en yoğun yaşandığı dönemde çukura atılan bir pitonun hazin haykırışları bunlar. Bu döneme “ergenlik çağı" yanısıra, Türkçemizde “delikanlılık çağı” da denir. Çok güzel tasvir ediyor ruh hâlini bu çağ insanının. Bunalma, şiddetli sıkıntı çakmayacak de ne yapacak. Zâten belli ki olgunlaşmamış ve antisosyal kişilik özellikleri var; huy olarak hipertimik (kolay öfkelenip neşelenebilen, fevri) ve irritabl (anında şiddetle tepki veren, kolay gaza gelen) bir kişi. Karadenizlilerin çoğu böyledir. Muhtemelen bu vak'anın zekâsı dahiç parlak değil, beyni kolay yıkanmış! Profesyonel ve hâince suç işleyen kaatiller asla böyle davranmazlar; gözü kara militanlar da! İşi zor, fakat insanoğlu her şeye intibak eder. O da tedaviyle ve sâire, intibak edip kaderini yaşayacaktır."

     

    gazeteport

    ********

     

    siz şiirinizi yazın,türkünüzü söleyin kasetleriniz satmaya devam edin,kafatasçı kabuk milliyetçileri bu ülkeyi ve ülke insanını vatan hainlerinden korumak adına kafasına göre adam vursun, çete kursun ,haraç alsın her türlü batağa boynuna kadar saplansın ,bunları yaparken yaşı dolmamış cahil insanları kullansın sonrada biz çıkıp helal olsun size,siz olmasanız bu ülkenin şeref ve haysiyeti yerlerde sürünür,iyiki varsınız Allah sizi başımızdan eksik etmesin mi diyecez?

     

    şöyle bir geriye gidelim dink cinayetinden daha geriye..hatırlarsanız santa maria kilisesi rahibi Andrea Santaro'da öldürülmüştü.olayı ilk önce nasıl lanse ettiler?misyonerlik faaliyetinde bulunan rahip öldürüldü. amma işin aslı nasıl çıktı?çocuklar rahipten ayine katılma karşılığında istedikleri ücreti alamayınca rahibi vurup

    öldürmüşler.

     

    ardından dink cinayeti geldi.her zaman sert ve delikanlı söylemleri ağzından düşürmeyen,normal bir hatibin konuşmasıyla gaz'a gelip vatan millet sakarya nidalarıyla ortalığı inletenler,bu cinayete alkış tuttu.karşı cenah'ta buna reflex olarak hepimiz ermeniyiz pankartını açtı.ne hrant dink'in cinayetini tasvip ederiz nede hepimiz ermeniyiz pankartlarını...eğer bu ülkenin kurtuluşu bunlar (dink,santoro vs..)gibi bozuk paraları harcamaya kalmışsa vay halimize..hepimiz biliyoruzki içimizdeki prof.sıfatlı insancıklar bunlardan daha tehlikeli ve daha fazla vatan millet ve kutsallık adına ne varsa hepsinin düşmanı.isim vermeye gerek yok birisi şimdi türk eğitim sistemini düzenleme görevini yürütüyor.

    herkes hesabını yaptı payına düşeni aldı,olan 15-16 yaşındaki çocuklara oldu.herkes kendine çeki düzen versin vatan şarkı, türkü,şiir,saz,ud,piyanoyla kurtarılmaz.ve böyle bir şiiri yazdıktan sonra çıkıp efendim ben böle demek istememiştim beni yalnış anladınız,başka yönlere çekildyse suçum ne derseniz kusura bakmayın ama yemezler..sen trajını bir kaç bin daha artırmak adına bunu yazamassın buna hakkın yok.

     

    verhasıl kurtuluşu böyle saçma sapan işlerde ve reçetelerde bulacağını sananlar derin bir yanılıgı içindeler.Allah, islam bilincinin ve kuran ahlakının temel alındığı yeni bir neslin doğmasını nasip etsin.


  21. Yahu biraz az isteyin de bizim 3 yazmaya, 5 yazmaya yüzümüz kalsın ama di mi? :)

     

    5...

     

    (Gülmeyin be, fakiriz biz, nooolmuş? Allah Allah yaa...)

     

    şimdi sana desemki,trradomir karşı mahallede kavga var hadi adamları toplayıp orayı basalım.. en önde sen gidersin.ama iş hayır hasenat işine gelince birden fakirleşip,köşeye çekiliyorsun.bundan sonra seni kavgalara götürmiyecem.

    ne zaman 100 yasin okudun o zaman gelirsin.işine gelirse..

×
×
  • Create New...