Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Abdulhamid

Editor
  • Content Count

    137
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Abdulhamid


  1. benim cocuklugumda da

    'bati'ya, bati'ya, bati'ya'

    cigirirdi kuslar,

    'bati'ya, bati'ya, bati'ya'

    dil kurslari

    resim sergileri

    elektronik buluslar.

    yol uzun, yol zahmetliydi, yol yenisme, yol kavga, yol ispatti. nihayetinde birkac yaldizli diploma karsiligi kahramanlarimi aldi, duslerimi, kanatlarimi kirdi. yuzbir bilim adami, binbir kitap gordum. 'siz dogulular pek bir seysiniz...' dediler, 'anliyorsunuz, degil mi?...hadiii, canim, siz anlarsiniz. ne de olsa batililasmis sayilirsiniz!' 'biz, dogulular' kimdik? 'pek bir...' neydik? 'ben neyi anlayacaktim?' budisti, bedevisi, acemi, kambocyalisi, cerkezi, vietnamlisi, turku, cinlisi, kurdu, tibetlisi, alevisi, malezyalisi, suriyelisi, sumatralisi, kisacasi, meric'in dogusunda yasayan tum halklar, 'biz, dogulular'. biz gabi,

    sehvetli,

    kaypak,

    hain,

    hissiz,

    pis,

    despot.

    biz, bir ornek dogulular

    biz, bedensel faaliyetleri disinda, ne idugu belirsiz dogulular

    biz, sosyal 'bilim'lere, siyasi 'bilim'lere edebiyatcilara meze dogulular.

    'batililasin,

    batililasin,

    batililasin!' cigirirdi,

    sinemalar,

    konferanslar,

    konseyler,

    moda evleri,

    tekeller,

    karteller.

    nasil bir cagriydi? cipil mavi gozlerin pipo dumanlari arasindan talep ettikleri neydi?

    nasil bir cagriydi, halkima yasayabilmek icin once kendisini, 'dogulu' kendisini iptal etmesi gerektigini tekrarlayan?

    marx'a nasil umutla sarilmis olabilecegimi dusunebiliyor musun?

    das kapital'in ve otuz yorumunun isigini dusunebiliyor musun?

     

    silili 'yabanci ogrenci' ortega,

    kolombiyali omar,

    hintli daver

    ulkelerimizin acilarina 'sozcu' arayan

    ulkelerimizin acilarina care arayan milyonlarca biz'ler.

     

    yil 1853'tu.

    ingiltere, hindistan'i yok ediyordu.

    marx, insanlarin istiraplari ile mesgul tek batili bilim adamiydi.

    biz'imle gozyasi doktu, yuregimize aldik.

    yillarca dizinin dibinde oturduk.

    'kitap'a abdestsiz dokunmadik.

    derken, bir gun, fazla aglamis olmaliyiz ki,

    'ama, unutmayin' deyiverdi, marx,

    'ingiltere'nin, hindistan'da yerine getirilecek iki gorevi vardir: birisi yikici, birisi yapici.

    yasli asya toplumunu ortadan kaldirmak,

    onun yerine,

    avrupa toplumunun kurallarini getirmek.'

     

    oh, oh, oh, oh, oh!!!

    ayi, vayi, vayi!!!

    yerinden sicradi, daver!

    'yasli asya toplumu dedigin benim

    anam,

    babam,

    dayim,

    kardesim!

    agzindan cikani kulagin duyuyor mu senin?!!!'

    'ne var yani?' dedi. marx, en bilimsel haliyle

    timur'un boyundurugu sondurmedi mi, sayisiz insan yasamini?'

    ne bicim bir ictihatti?

    ne bicim bir gerekceydi?

     

    hintliler oldurulmeye alisiktirlar, bu kez de biz kendi iyilikleri icin kessek, ne olur?'u

    benim 'dogulu' yuregim anlayamazdi!

     

    hintliler diye birileri yoktu,

    'dogulular' diye birileri yoktu, benim amcalarim, dayilarim, kardeslerim, komsularim vardi!

    talep etmedikleri bir cografyaya, talep etmedikleri bir haritaya hasbelkader duhul etmis, iki litre kanli, iyi ayakli, coluklu cocuklu, sevincleri, acilari ile 'insan'dilar!

    su kullenmek uzere olan yosunlu gezegende bir gidim dolasacaklar, sonra herkes geldigi yere donecekti.

    bir basina.

    kendi iyilikleri icin yok edilmenin rasyonalini anlayamazlardi.

    inkalar, aztekler, massachusettler de anlayamadilar!

    bu baglamda, hitler, oryantalistlerden daha bir namusluydu:

    yahudileri, onlarin iyilikleri icin degil, 'ustun' alman irkinin iyiligi icin kestigini hic saklamadi!

    'uygarlastirma misyonu'nun ardina saklanmadi.

     

    cilk yarama bir de tuz basti, marx,

    'bosver' dedi, daver'i gostererek,

    'bu insanlar bizim gibi aci cekmez.

    onlar, doguludur.

    o halde, biz onlari baska yollardan anlamaya calismaliyiz.'

     

    'bati'ya, bati'ya, bati'ya' cagirdi

    gorkemli binalar

    dolu vitrinler

    kisa calisma saatleri

    iscilerin

    altlarindaki otolar,

    ozgurlukler.

    ne ki, ihanetin acisi yuregimdeydi.

    artik brosurleri incelemeden,

    onlari 'baska yollardan anlamadan' hicbir davete icabet, paketlenmis doldurusa gelmeyecektim.

     

    baktim, bir daha baktim, bir daha baktim,

    gordum ki, hakkinda ahkam kesilen insan degil, insanin izdusumu.

    kartondan oyulma bir sekil,

    egzotik,

    gizemli,

    yasamayan bir tas bebek,

    bir oyuncakti.

     

    gunga din, cieko, ortega,

    omar, hozan,

    kitleyi olusturan

    ve fakat

    ve aslinda

    bedenimizde hergun

    milyonlarcasi yenilenen

    hucreler gibi

    onemsiz

    kisiliksiz

    ve anlamsizdilar.

    muhalefet hakki olsun taninmayan insanoglu nasil yasayacakti

    'bir agac gibi tek ve hur

    ve bir orman gibi kardescesine?'alev alatli, valla kurda yedirdin beni 1. baski, sahife 325-329, boyut, istanbul, 1993


  2. selam aleykum

     

    gerçeken etkileyici bir yazı.bu yazıyı 2006 nın mayısında üstadın ölümünü anmak amacıyla tv8 de (nebil özgentürk,haşmet babaoğlu ve hıncal uluç)yaptıkları bir programda hıncal uluç'tan dinlemiştim.ve kendisindeki üstad hayranlığını açıkça dile getiriyordu.bir çok kişinin hayatında bu türden kareler vardır.


  3. selam aleykum

     

    bir tanede burda kalmış.bende i-h-l mezunuyum.imam hatipliler için yazılmış güzel bir şiir ve o na yapılmış bu klibi sizinle paylaşmak istedim.

     

    O GENÇ

     

    Bir sonbahar günü…

    Yapraklar düşüyor dallardan isteksizce..

    Yürekleri yakan bir poyraz esiyor uzaklardan kalbe

    Takatsizliğe rağmen, gülümsüyor güneş ufuktan

    Dağların eteklerinde bir duman,

    Mecnun gibi yanıyor dağlar sabahtan

     

    Bir genç... Mahzun bir sonbahar sabahında

    Elinde 3-5defter, ağır ağır süzülüyor okula…

    Yollar suskun, insanlar küskün,sokaklar bomboş!

    Biçare ilerliyor, ayaklı taşlar arasında…

     

    Serseriler oturmuşlar bir kenarda

    Uyuşuyorlar, bambaşka alemlere gidiyorlar bir anda…

    “İmam mı olacan lan!”diye bir ses yankılanıyor boşlukta

    Genç yavaşlıyor..

    Kalbinden 3 damla sitem dökülüyor çamurlu toprağa…

    Dili susuyor, yüreği konuşuyor…

    Dudakları sesizce açılıp kapanıyor…

    Ben bu ülkenin tozlu yollarında,

    Rutubet kokan okul duvarlarında..

    Aşk ilanı tahta sıralarda….

    Sabaha kadar kitap başında çalışa çalışa

    İşte işte bu şekilde birgün ulaşacağım arşa!

     

    Okula geliyor içi sıkılıyor

    Ruhu o anda kainatta dolaşıyor

    Biraz sora hoca geldiğinde ayağa kalkıyorlar saygı içinde

    Nasılsınız!diye bağırıyor komutan!?

    İyiyiz!diye yalan söylüyorlar hep bir ağızdan..

    Sırasına konuyor ürkek bir kuş misali..

    Duygular okyanusunda boğulmama mücadelesi onunki…

    Ama daima yanık sinesi ümitli…

    Ertesi gün uğurlanıyor tahta kundakla

    Ebedi yolculuk o kara toprak altına..

    İnşallah adresi altından ırmaklar akan saraylara!...

     

     

     

     

     

    ABDULLAH YALNIZ


  4. selam aleykum

     

    konuyla alakalı olarak bu yazıyı eklemek istedim.

     

     

     

     

     

    BİR VESİKA

     

    Bu zâtın dâva ahlâkı ve peşine taktığı avanesi bakımından ne olduğunu, şimdiye kadar gizli tuttuğum şu vesikadan anlayınız:

    Sene 1969... Büyük Doğu'nun 14. Devresi... Malûm zat evimize kadar geliyor ve Ağustos sıcağında bahçemizin gölgelik bir yerinde koltuğa kurulup, o zamanlar alâkası bulunduğu "Odalar Birliği" hakkında, Büyük Doğu sayfalarında yayınlanması dileğiyle (istirhamiyle demek daha doğru olur) bir röportaj yazdırıyor.

    Röportajın hedef tuttuğu şahıslar arasında Bedii Faik de vardır. Bedii Faik, sözcü olarak Erbakan'ı, yayınlayıcı olarak da beni dâva ediyor.

     

    Hakkımda milyonluk bir alacak takibi yapılsa İcra dairesine kadar gidip bunun asılsız olduğunu bildirmeyi zahmet sayacak derecede tiksinti duyguları içinde yüzen ben, duruşmayla asla alâkalanmıyor ve mahkemeye ayak basmıyorum. Erbakan ise kendini şöyle müdafaa ediyor:

    - Ben Büyük Doğu'ya böyle bir mülâkat vermedim! Lâflarımı Necip Fazıl uydurmuş olsa gerek...

    Ve iki yalancı şahit tedarik ediyor:

    Balmumu adamlarından Hüsamettin Akmumcu ve Hüseyin Abbas...

    Bir şey olduğuna değil de, olmadığına, yani "nefy"e şehadet eden bu yalancılar, taşıdıkları kukla adam sıfatını, din yolunda çalışan ve kendilerine feyz verdiği kabul edilen bir adamı yalan şehadete mahkûm ettirip Efendilerini bu işten sıyırmak gibi bir fazahate kadar düşüyorlar.

     

    Bense şu kadar lira nakdî cezaya çarptırılıyorum; ve hayretler içinde görüyorum ki, Bedii Faik mahiyetinde dâvamıza tam aykırı bir insan bu parayı tahsil etmiyor; yani asalette Erbakan'a taş çıkarıyor.

     

    Yalancılık derecesinin, hem de Hak yolunda mücadele edenleri mahkûm ettirmek ve bu yolda İslâm Kanunlarının en büyük suçu yalancılık cinayetini işlemek gibi, bu efsanevî rütbesi önünde Lider Hazretlerine yakışacak sıfatı müslümanlar biçsin...

    Mahut yalancı şahitlik âletleri, bir müddet sonra, Erbakan'dan ve Parti'den kopunca bana şu mâzereti beyan ettiler:

    - Ne yapalım; bizi kandırdı. Bizim böyle şahitlik etmemiz için kendisine sizin talimat verdiğinizi söyledi;

    "Üstad böyle istiyor!" dedi!..

    Hâdise üzerine o zamanlar Konya Milletvekili ve şimdi Büyük Doğu'cu zanlısı olduğu için açıklar livası Reşat Aksoy'un yazıhanesinde beni görmeye gelen Erbakan'ın her zamanki yüzsüz tebessümüyle bana uzattığı elini reddediyor ve diyorum ki;

    - Siz, kendi dâvanızın en büyük cürüm saydığı yalancılığı ve yalancı şahitliği, hem de Allah yolunda gittiğiniz bir insana karşı irtikap edebiliyorsunuz!

    Haysiyeti bir paralık olmasın diye bu vesikayı şimdiye kadar sakladım fakat artık ortaya dökülmesini din borcu bilerek ifşa mevkiinde kaldım. Buna rağmen de o gün, bugün, kendisini ıslah yolunda çalışmaktan geri kalmadım.

     

     

    alıntı:www.necipfazil.com


  5. Arkadaşlar bildiğiniz gibi winrar ile bir kaç barçaya bölündükten sonra upload yapılan movie dosyalarını bütün parçaları indirmeden klasore çıkartamıyoruz, aslında bunun basit fakat herkes tarafından bilinmeyen kolay bi yolu var;

     

    Diğelim ki 10 winrar parçasından oluşan bir film var ve siz ilk parçayı indirdiniz, videonun görüntü kalitesini VS. merak ediyorsunuz, yapmanız gereken indirdiğiniz bu winrar parçasına çift tıklayarak sol üstteki extract to iconuna tıklamak,

     

     

    17vi43oi.jpg

     

    Ardından açılan pencerede sol altta bulunan ve alttaki resimde de görülen keep broken files çekini işaretlemek, sağdaki menuden nereye kaydedeceğinizi de belirttikten sonra Tamam 'a tıklamak!

     

    17vi44mb.jpg

    • Like 1

  6. kaynak: http://www.inndir.com/haberler.php?id=83205

     

     

    http://www.google.com/language_tools?hl=en

     

    Google'dan çeviride devrim!..

     

     

    Google, 100 dilden akademik düzeyde eksiksiz çeviri yapacak bir program geliştirdi. İstediğiniz dilden bir metni Google’e girdiğinizde 1 saniye içinde tam tercümesi karşınıza geliyor.

     

    Google’ın Los Angeles laboratuvarında geliştirdiği sistem şu an internette yer alan çeviri programlarından/sayfalarından çok farklı bir şekilde çalışıyor. Varolan sözlükler ya da simultane tercüme programları çeviri yaptıkları dilin gramer kuralları dahilinde cümle içindeki kelimelerin teker teker anlamlarına bakarak çeviri gerçekleştiriyor.

     

    Google’ın geliştirdiği sistem ise şimdiye kadar bire bir çevrilen milyonlarca dokümanı referans alarak çeviri yapacak. Google bilgisayarlarına aylardan beri Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin dünyanın çok değişik dillerine çevrilmiş olan binlerce dokümanı yükleniyor. Bu metinler daha sonra yeni çeviriler için kaynak olarak kullanılacak.

     

    Yani siz Çince bir metni Google’e girdiğinizde Google bilgisayarları hemen o metinde yer alan ifadeleri daha önce veritabanına kaydettiği metinlerde arayıp hemen karşılığını bularak size ulaştıracak. Tabi ki bu bahsettiğimiz çeviri işlemi 1 saniyeden daha kısa bir sürede gerçekleşecek.

     

    Tek bir tıklama ile tamamı Çince olan web sitesini karşınızda Türkçe olarak, hem de mükemmel bir çeviri ile göreceksiniz. Google’ın otomatik çeviri çalışmalarının yürütüldüğü laboratuvarların başındaki 3 dil bilen Alman asıllı mühendis Franz Och var. Özellikle Çince, Arapça ve Rusça’da büyük başarıya ulaştıklarını söyleyen Och, “Uzun zamandır otomatik çeviri işi içinde olan insanlar bizim Arapça-İngilizce çeviri çalışmalarımızı gördüklerinde, sonuçların ’şaşırtıcı’ve ’çığır açıcı’olduğunu söylediler” dedi.

     

    Google’ın hedefi projeyi aralarında Türkçe’nin de olduğu 100 dilde çeviri yapacak şekilde genişletmek. Arapça, Çince ve Rusça çeviriyi denemek için adres:

     

    http://www.google.com/language_tools?hl=en


  7. hz.hamza.

     

    soru:peygamber efendimiz (s.a.s)vefatından sonra ezan okumaya çalıştığı her defasında,(eşhedü enne muhammedün resulullah)kısmına geldiğinde kelimelerin boğazına takılıp kaldığı ve her dafasında ağladığı için bir daha hiç ezan okuyamayan büyük sahabi kimdir.


  8. selam aleykum

     

    cihat bence gayet güzel ve hoş bir çalışma olmuş,kendine haksızlık etme istersen.biz çok beğendik emeğine eline sağlık.

     

    kral kardeşim senınkini seyrederken kendimden geçiyorum.son mohıkan'ın film müziğini kendi filminden sonra,gördüğüm en güzel yere yakıştırmışsın.emeğine eline sağlık.


  9. selam aleykum

     

    Bana birisi çıkıpta bu lafları söleyen adamı savunmasın.ya da savunurken şunlar böle yaptıda ,bunlar öyle söledi ama yerine getirmedi deyipte bu kabahatlere mazeret aramasın.hiçbir aklıselim ve dindar bir insan bu lafları hazmedemez.benden olsun kım olursa olsun,ne sölerse sölesin yeterkı benden olsun ben her zaman o adamı savunurum düşüncesini topyekun reddedip , karşında cephe aldığımızı da belirtiriz.

     

    bu düşüncede olduğunuzdan da adım gibi eminim.alın şu yazıda ispatı.bunu söleyende desteklediğiniz bu gürühün eskı devlet bakanı.

     

    MHP'ye, Öcalan cevabı eski MHP'li bakandan geldi

     

    MHP'nin koalisyon hükümeti döneminde uzun süre bakanlık koltuğunda oturan Enis Öksüz, Öcalan'ın idam edilmeme tartışmalarına katıldı. Enis Öksüz, bu konuda net konuştu.

     

     

    Demokrat Parti (DP) Mersin 1'inci sıra milletvekili adayı ve 57'nci Hükümet'te Ulaştırma Bakanlığı yapan eski MHP'li Enis Öksüz, eski Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, terörist başı Abdullah Öcalan’ın asılmasını engellediğini öne sürdü.

     

    Mersin'in Anamur İlçesi'nde seçim çalışması yapan Enis Öksüz, partilileriyle sohbet etti. MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin terörist başı Abdullah Öcalan'ın idam edilmesini engelleyerek Anayasal suç işlediğini öne süren Öksüz, “Bebek katilinin, dosyası önlerine geldiğinde meclise sevk edilmemesi için atılan imzanın başında benim o zamanki partimin genel başkanı olan Devlet Bahçeli vardı. İdam dosyasını meclise sevk etmeyerek Anayasal suçu işledi” dedi.

     

    Devlet Bahçeli'nin yargılanması ve Yüce Divan'a sevk edilmesi halinde hapse girmesi gerektiğini savunan Öksüz, şöyle devam etti:

     

    “O dönemdeki parti liderleri, idam cezasının kaldırılması için elbirliği ile çalışmaya başladı. Devlet Bahçeli, verdiği sözün arkasında durmadığı gibi komisyonlar topladı, ‘AB, bizi ya almazsa’ endişesiyle hareket ettiler. ‘Bir Apo için, bebek katili, cani için Türkiye’nin menfaati ile mi oynayalım?’ diyerek idamın kaldırılması için dosya hazırladılar. Apo'yu asıl kurtaran işte bu harekettir ve bunun içerisindeki birinci adam Devlet Bahçeli'dir. Şimdi çıkmış ona buna ip atıyor. Size ip atlamak yakışır” diye konuştu.

     

    bugün bu lafları söleyen adam dün nerdeydi.dün bunları söleseydi acaba koltuğumu giderdi?bunu yorumunu da size bırakıyorum

     

     

    peruk takmalarını sen veya siz sölemediniz ama seçim vaatlerinde bu sorunu çözecem diye naralar atıp,ardından meclise girdikten sonra katlayıp cebine koymak suretiyle ayaklar altına almaktan beter eden güruhuda siz benden iyi bilirsiniz.


  10. SELAM ALEYKUM

     

    Sultan II. Abdülhamid’in çektirdiği Mekke Medine fotoğrafları gün yüzüne çıktı. İşte mukaddes mekanların, geçmişini gösteren tarihi fotoğraflar

     

    Osmanlı Devleti’nde fotoğrafçılığın en büyük destekçisi olan Sultan II. Abdülhamid’in bizzat çektirdiği Mekke ve Medine’ye ait ilk fotoğraflar Yitik Hazine Yayınları tarafından “II. Abdülhamid Yıldız Albümleri Mekke-Medine” ismiyle yayınlandı.

     

    Albümü hazırlayan Mehmet Bahadır DÖRDÜNCÜ yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Dünya dengelerinin tamamen Osmanlıların aleyhine döndüğü bir devirde tahta çıkan Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı coğrafyasını fotoğraflardan takip etmiştir.

     

    1.jpg

     

    Günümüzdeki MOBESE sisteminin bir benzerinin bizzat padişah tarafından fotoğraflarla yapıldığını görmekteyiz. Fotoğraflar sayesinde Mısır’dan Balkanlar’a, Arabistan’dan Kafkaslar’a kadar geniş bir coğrafyayı tanıma imkânına sahip olan sultan, kendisinin gitme imkânı bulamadığı yerleri ve buralarda yapılan faaliyetleri fotoğraflardan öğrenmiştir.

    2.jpg

    80 civarında fotoğraftan oluşan albümün kapağı orijinal haline sadık kalınarak bordo kadife üzerine altın yaldız baskı ve kadife kabartma olarak hazırlanmış. Albüm, Osmanlıda fotoğrafçılığın kısa tarihçesini anlatarak başlıyor. II. Abdülhamid’in fotoğrafçılığa olan ilgisinin anlatıldığı yazıların ardından, fotoğraflar hakkında genel bilgiler veriliyor.

     

    Osmanlıların Mekke ve Medine’ye yaptıkları hizmetlerin özet olarak anlatıldığı bölümde bölgede bulunan Osmanlı eserleri, Surre Alayları ve Hicaz Demiryolu da kısaca anlatılıyor. Yazıların kısa tutulmasındaki amaç; albümün yazılara boğulmasını önlemek ve fotoğrafları ön planda tutmak olarak açıklanmış.

     

    Giriş kısmının son kısmında ise bölgenin Osmanlının elinden çıkışı anılarla anlatılıyor. Özellikle Medine Müdafii Fahrettin Paşanın destansı savunmasından bahsediliyor. Konu anlatımları Sultan Abdülhamid’in çektirdiği fotoğraflarla zenginleştirilmiş.

     

    Eserde fotoğraflı kısım, Mekke ve Medine’yi gösteren bir harita ile başlıyor ve Osmanlıların Lübnan’dan başlayarak ilerlediği Hac yolunu göstererek önce Mekke’ye ardından Medine’ye oradan da Taif’e ulaşan bir güzergâh izliyor. Eserin en sonunda panoramik olarak çekilmiş 6 parçadan oluşan Mekke ve 12 parçadan oluşBan Medine resimleri dijital ortamda birleştirilerek konulmuş..

    3.jpg

    Mehmet Bahadır DÖRDÜNCÜ Abdülhamid için fotoğrafın önemini Abdülhamid’in bir sözü ile anlatıyor. “Her resim bir fikirdir. Bir resim yüz sayfalık yazı ile ifade olunamayacak siyasi, hissî manaları telkin eder. Onun için ben, tahrir-i mündericattan (yazılı bilgilerden) ziyade, resimlerden istifade ederim.” Özellikle Mekke ve Medine’nin ilk fotoğrafları olan Albay Sadık Bey’in çektiği fotoğrafların çok yıpranmış olduğunu belirten DÖRDÜNCÜ, fotoğraflarda zaman içinde oluşan nemlenme ve mantarlanma dolayısıyla fotoğrafların bazılarının dijital ortamda temizlendiğini ve uygulanan filtrelerle daha görünür hale getirildiğini belirtiyor

    4.jpg

    Mekke Medine Albümü son yüzyıl içinde Mekke ve Medine’nin yaşadığı değişimi göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşıyor. Fotoğrafların pek çoğunda bulunan Osmanlı eserleri günümüzde bulunmuyor. Mekke’yi koruyan Hint ve Fülfül Kalelerinden sonra 2001 yılında Ecyad Kalesi’nin de yıkılması ile Mekke’deki Osmanlı izleri iyice azalmış bulunuyor. Tavaf alanının içinde bulunan Kütüphane, Muvakkithane (Namaz vakitlerinin belirlendiği yer), Minber, mezheplere ait yerler ve diğer yapılar tamamen kaldırılmış durumda. Tavaf alanında Osmanlıdan geriye Revaklar ve Kâbe’nin üzerinde bulunan Altınoluk’tan başka bir eser kalmadığı görülüyor.

     

    Mekke’de bulunan ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) annesi Hz. Âmine; eşi Hz. Hatice; amcası Ebu Talip ve Mekke’de vefat eden diğer yakınlarına ait Cennet’ül Mualla Mezarlığı fotoğrafında Osmanlıların yaptırmış olduğu türbeler gözükürken günümüzde Cennet’ül Mualla Mezarlığı dümdüz bir vaziyette bulunuyor. Bu gün Medine’de Mescid-i Nebevi’de bulunan Osmanlı eserlerinin pek çoğu kaldırılmış durumda. Kanuni zamanında yaptırılan surlar yıkılmış, karakolhaneler, kışlalar da ortadan kaldırılmıştır.

    5.jpg

     

    Osmanlı dönemi ile günümüzün Mekke Medine’si arasında bu kadar fark olmasının nedenini Mehmet Bahadır DÖRDÜNCÜ şöyle anlatıyor: “Bizim bu albümü hazırlamaktaki amacımız bir kimseyi veya devleti suçlamak değildir eserin hazırlanmasındaki amaç; bu eserlerden günümüz insanının da haberdar olmasıdır. Evet, günümüzdeki Mekke Medine, Osmanlı dönemine göre çok büyük farklılıklar gösteriyor. Bazı mezheplerin anlayışları ve bazı maddi kaygılardan dolayı Osmanlıdan sonra bölgede çok büyük değişiklikler olduğu muhakkak. Tarih boyunca bir bölgeye hâkim olan üstün kültür o bölgeden çekilince yerine gelen kültür eskisinin boşluğunu dolduramadığı zaman ondan geriye kalan eserleri ortadan kaldırmaya çalışır. Bunun tarih boyunca pek çok örneği var: Persler ve Moğollar gibi… Sanırım bu coğrafyalarda da benzer bir durum söz konusu.

     

    DÖRDÜNCÜ, II. Abdülhamid yıldız albümlerinin padişah için de çok büyük manalar taşıdığını bu fotoğrafların bulunduğu albümlerin diğerlerinden daha ihtimamla hazırlanmış olduklarını belki de hacca gidemeyen padişahın bu fotoğraflarla Mukaddes Topraklara duyduğu hasreti giderdiğini belirtiyor.

     

    Albümde yer alan ilginç bilgilerden birkaçı şöyle:

     

    Medine’de Hz. Peygamberin kabrinin bulunduğu Yeşil Kubbe, II. Mahmud zamanında yapılmış

     

    Medine’de, Osmanlıların peygambere duyduğu saygıdan dolayı, hiçbir binanın Ravza-ı Mutahhara’dan daha yüksek olmasına izin verilmemiş.

     

    Medine’de yer alan Mescid-i Nebevi’nin inşaatında kullanılan eserlerin en kaliteli malzemeden yapılmasına çalışılmış. Mescit içinde Türk çinileri kullanılmış.

     

    Mescid-i Nebevi’nin zemininde yer alan Hindistan seccadeleri kaldırılmış yerine Uşak, Hereke, Isparta ve Gördes’ten getirtilen özel yapım Anadolu halıları serilmiş.

     

    Sel baskınları ile tahrip olan Kâbe IV. Murad, II. Mustafa ve Mehmed Reşad tarafından tamir ettirilmiş.

     

    Çelebi Mehmed’den itibaren Osmanlılar Kutsal Topraklara Surre Alayları göndermişler. Yavuz’dan Vahdettin’e kadar Osmanlı padişahları bölgeye yardımlarda bulunmuş ya bina yaptırmış ya da mevcut binaları tamir ettirmişler.

     

    Kanuni zamanında Mekke’ye ilk medreseler yaptırılmış ve bu medreselerin planları Mimar Sinan’a çizdirilmiş.

     

    Osmanlılar Mekke ve Medine’de gerek Hz. Peygamberin gerekse Sahabilerin anılarını yaşatmak için bazı mekânlara mescitler yapmışlar.

    Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya sürülen albüm özellikle yitirilen hazine değerindeki Osmanlı eserlerini fotoğrafla dahi olsa göstermesi bakımından çok anlamlı bir iş görüyor.


  11. BÎR ANDA SAÇLARI BEMBEYAZ YAPAN HATA

     

    Muğla'nın Milas kazasında orta yaşlı bir adam, bir gece rüya görmektedir:

     

    Kendisi ölmüştür. Yıkarlar, kefenlerler ve mezara defnederler. Rüya çok net ve

    berraktır. Adam mezara konduktan ve üzeri örtüldükten sonra kapkaranlık bir yerde

    kalır. Bir müddet sonra sağ tarafından bir menfez açılır ve iki kişi girer. Bunlar

    kendilerinin münker ve nekir olduğunu söylerler. Kendisini alıp o menfezden

    geçirerek geniş bir sahaya, pazar gibi bir yere getirirler. Bir üzüm tezgahının

    basma geçirerek karşıdan gelen bir zata üzüm satmasını söylerler. Münker ve nekir de

    kendisinin sağ ve solunda muhafız gibi durarak satışa nezaret ederler. Kendisinin

    alış-verişte cüzî bir haksızlık yaptığını gören münker ve nekir hemen tezgahın

    basından alarak çok büyük bir kapının yanma getirirler. Kapı kale kapışı gibi çok

    büyüktür. Kapının yanına gelir gelmez kapı otomatik olarak açılır.

     

    Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara çok korkunçtur. Müthiş bir yangın ve

    içerisinde yanan insanlar vardır.İnsanlar bir taraftan yangın ve içerisinde yanan

    insanlar vardır, insanlar bir taraftan yanmakta; bir taraftan da derileri ve

    vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları feryatlara dayanılır gibi

    değildir.

     

    Münker ve nekir adamı, meydanın tekrar ortasına getirirler. Kendisine: Cezanın orada

    gördüğü gibi yanarak mı, yoksa bir başka şekilde verilmesini mi, istediğini;

    hangisine razı olduğunu sorarlar. Adam gördüğü o müthiş yangında yanan insanların

    yanmasındaki cezaya razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine,

    birdenbire vücudunda binlerce derece bir hararetin baş gösterdiğini bütün dehşetiyle

    hisseder. Dayanılmaz bir ızdırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır.

    Avazı çıktığı kadar feryat ve figana başlar.

     

    (Bu anda dönelim rüyanın geçtiği adamın evine, adam gerçekten avazı çıktığı kadar

    bağırmaya başlıyor, vakit gece yarısı, karısı uyanıyor, bitişik odadaki iki yetişkin

    oğlu uyanıyor. Konu-komşu duyup geliyor, adam bağırıyor, yanındakiler uğraşıyor,

    fakat bir türlü uyandıramıyorlar. Belki bir veya biraz daha fazla saat geçiyor bütün

    uğraşmalar nafile, adam uyanmıyor bir türlü.)

     

    Dönelim gene rüya içine adamın hararetten yani içerisine düşen yangından bütün

    vücudu fokur fokur kaynıyor ve dayanılmaz bir hal alıyor. Feryatlar dayanılmaz

    şekilde... Bir müddet sonra münker ve nekir'in müdahalesiyle ceza tatbiki sona

    erdiriliyor. Ve adama deniliyor ki, “îşte gördün ve anladın ki ufak bir hatanın

    cezası bu. Şimdi seni tekrar hayata, dünyaya iade ediyoruz. Bundan soma yaşayışını

    buna göre tanzim et.”

     

    Bu müsaadeden sonra rüya sahibi uyanır amma, simsiyah olan saçları da, bu rüyanın

    dehşetiyle bembeyaz olur.

     

    Vakayı bize nakleden ve bu şahsı gören Avukat Fethi Ün'ün ifadesine göre, şimdi

    artık o, hayatım kılı kırk yararak geçirmekte, bundan sonraki menzili olan kabirde

    kendisine faydası olacak salih amellerin, güzel şeylerin peşinden gitmektedir.


  12. En ulvî tecrid ve mânalandırmalara, çok defa en süflî teshis ve maksatlandırmalar

    musallattır. Kendimi bunlardan korumak için, sadece yavan bir isim delâleti yüzünden

    dâvaların en çıkmazı, en kabasiyle aramızda benzerlik arayacak vehimleri simdiden kovalım:

    BÜYÜK DOĞU’nun kucakladığı ve bütünlestirdiği Sark, vatan sınırları dısında herhangi bir

    ırk ve coğrafya plânına bağlı değildir. Biz BÜYÜK DOĞU’yu, öz vatanımızdan baslayarak

    günesin doğduğu istikameti kurcalayan bir madde ve kemmiyet zemininde aramıyoruz. Biz

    BÜYÜK DOĞU’yu, vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlariyle çevrili bir ruh ve keyfiyet

    plânında arıyoruz. O, kendini mekân çerçevesinde değil, zaman çerçevesinde

    gerçeklestirmeye talip...

     

     

     

    · Maddi ve manevî sınır dısı ırk gayreti, kavim hırsı ve toprak istahı, sadece alâkasız

    olduğumuz bir is sanılmasın!.. büyük ve gerçek kurtulus adına, yüzdeyüz düsmanı sıfatiyle

    alâkalı olduğumuz ve karsısında cephe tuttuğumuz zıt ve bâtıl hedeflerden bir tanesi!..

    · Kendimizi kendi içimizde; fert ve cemiyetimizi içinden ve dısından kucaklayarak kendi

    içimizde tamamlığa erdirmeden dısarda gözü olmak, bu iç olusa ihanettir. Ötesi, olduktan

    sonra düsünülecek is...


  13. 332.gif

     

    TUĞRUL TÜRKEŞ, NUSRET DEMİRAL GİBİ KONUŞTU, MHP’DE İPLER GERİLDİ!

     

     

    “Onlar Ürdün tipi baş bağlamaktan söz ediyorlar. Anadolu tipi baş örtmesiyle onların siyasi araç olarak kullandıklarının arasında fark var. Anadolu tipi bağlamayla kimsenin sorunu olmaz. Bana göre sistemin de sorunun olmaması gerekir”

    Bu sözler ilk bakışta, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ait sanılabilir. Ya da CHP Lideri Baykal’a veya Doğu Perinçek’e.

     

    Ama sıkı durun.

    Bu sözler, oğul Tuğrul Türkeş’e ait.

    Hemde geçtiğimiz Haziran ayında sarfetmiş.

    Kendisi şimdi MHP’den milletvekili adayı.

     

    Oğul Türkeş, Milliyet Gazetesi’nden Devrim Sevimay’a verdiği röportajda zikrediyor bu sözleri.

    Şaşırdım.

    Röportajda bir hata, bir çarpıtma olabilir miydi acaba?

    Araştırdım.

    Yokmuş.

    Kanal 7 Ankara temsilcisi, Mehmet Acet’in programında da konu gündeme geldi. Programa konuk olan Tuğrul Türkeş, inkar etmedi.

    Dahası daha da ileri gitti.

     

    Sokağa çıkın ve başörtüsü takan kadınlara bir bakın. Bir tek şey görürsünüz. Neredeyse tamamı birbirine benzer şekilde kapatıyor başlarını.

    Ve yine tamamı inancı gereği örtünüyor.

    Siyasi amaçla örtünen bir tek kişi gösteremez hiç kimse.

    Ancak, başörtüsüyle derdi olanlar bugüne kadar hep aynı argümanı koydular ortaya.

    “Başörtüsü siyasi bir simgedir” diye.

    Zira, başın örtülü olmasına düşmanlık etmeye hiç kimse cesaret edemedi, edemezdi de.

    Her defasında, “Biz bunun siyasi simge haline getirilmesine karşıyız” edebiyatıyla gizlediler gerçek niyetlerini.

    Takiyye yaptılar yani.

    Bugün benzer bir söylemi oğul Türkeş dile getiriyor.

    “Başörtüsü sorununu biz çözeriz” diyerek oy alıp iktidara gelen MHP’den milletvekili adayı.

    MHP barajı aşarsa, Tuğrul Türkeş mecliste.

     

    Peki “Anadolu tipi örtünme” ne demek?

    Anadolu’da kadınlar nasıl örtünür?

    Ben işim gereği Anadolu’yu sıkça gezerim.

    Oradaki örtünme biçimi de İstanbul’dan, Ankara’dan farklı değil.

    Kanımca Tuğrul Türkeş, “töresel” örtünmeden söz ediyor. Dinsel değil.

    Ancak sorun olarak görülen başörtüsü, inancın gereği.

    Yani bugün üniversiteye alınmayan genç kızın başına taktığı başörtüsü dinin emri.

    Ancak Tuğrul Türkeş aynı fikirde değil.

    Tıpkı Baykal gibi.

    O’na göre bu “siyasi bir simge”

    Ve son bir not.

    Tuğrul Türkeş’in bu tuhaf çıkışı, DGM başsavcısı Nusret Demiral’ı hatırlattı.

    Emekli olduktan sonra MHP saflarına katılan Demiral, bir seçim arafesinde “Ezan Türkçe okunsun” deyip bombayı patlatmıştı.

    Sonra da partisini baraj altında bırakmıştı.


  14. Hz. Nuh, İdris aleyhisselamın göğe çıkarıldıktan sonra azan insanlara peygamber olarak gönderildi. İnsanlar putlara tapmaya başladı. Cenab-ı Hak bunun için Nuh aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Yıllarca insanları dine davet etti, putlara tapınmaktan sakındırdı ve Allahü Tealaya ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh aleyhisselama kendi oğlu Yam yani Ken'an bile iman etmedi, hatta alaya alıp işkence ettiler: « Andolsun ki Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin, sizin ondan baska ilahınız yoktur. Dogrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum »

     

    sonra hz.nuh:yarabbi bu insanlar tövbe edip dine döneceklermi ?Allah hayır dedi.hz.nuh: yarabbi çocularıdamı iman etmiyecek gene hayır dedi Allah.peki torunlarındandamı ıman eden çıkmayacak gene hayır dedi Allah. o zaman hepsini boğ gitsin yarabbi dedi hz.nuh. bedduası hemen kabul edildi.

     

    (A'raf, 59) . Nuh aleyhisselam insanların davetine icabet etmedikleri için onlara beddua etti:« (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını artır » (Nuh, 24) Allahü Teala da bundan sonra Nuh aleyhisselam'a gemi yapmasını emretti: « Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme ! Onlar mutlaka boğulacaklardır

     

    derken yağmur yağmaya başladı.. hz.nuh o anda çömlek yapmakla meşguldü..yağan yağmur çömlekleri bozmuştu ve hz.nuh buna üzülmekteydi.ardından Allah:ey nuh çömleklerine üzüldünmü.evet yarabbi üzüldüm.işte bende boğulacak kullarım için üzülüyorum dedi.hz.bir anda ettiği bedduadan pişmanlık duyup geri almaya çalışsada iş işten geçmişti beddua çoktan kabul edilmişti bile.yani o kadar inkara sapmış olmalarına rağmen Allah yarattığı insanları helak ederken onlara üzülüyor.

     

     

    sözü burdan alıp güncel bir olaya getirmek istiyorum az önce Barış Akarsu hayatını kaybetti.her ne kadar sanat camiasının yaşam tarzını sevmesekte,ama sonuçta yitirilen bir cansa üzülmemek elde değil.kim olursa olsun.Allah taksiratını affetsin.ölüm denen şey o kadar yakınki onun yerınde herhangi birimiz olabilirdik.Allah hepimize, din'in tüm hakikatlerini yerine getirmiş ve iman üzerinde geçirilmiş bir ömrün ardından şerefli bir ölüm nasip eylesin.


  15. selam aleykum

     

    TÜRKİYE Almanya’dan, Sivas olayları ile ilgisi olduğunu iddia ettiği vatandaşı Muhammed K.’nın iadesini istemiş. Karlsruhe Yüksek Eyalet Mahkemesi bu isteği reddetmiş. Gerekçeleri şunlar:

     

    * Muhammed K. Sivas olayları esnasında yapılan gösterilere katılmıştır.

     

    * Ancak, kendisinin bu esnada taş attığı veya şiddet olaylarına karıştığına dair iddialar isbatlanamamıştır.

     

    * Bir gösteri, şiddet olaylarıyla sonuçlansa da, sadece bu gösteriye katılmış olmak bir suç teşkil etmez.

     

    Bakınız Alman adaleti nasıl ince eliyor sık dokuyor…

     

    Almanya’da:

     

    (1) Hukukun üstünlüğü ilkesi vardır ve hayata uygulanmaktadır.

     

    (2) Orada mahkemeler bağımsızdır; siyasî iktidar, çeşitli lobiler, gizli kuruluş ve dernekler, Derin’ler mahkemelere, hakim ve savcılara direktif veremez, asla baskı yapamaz. Böyle bir şeye yeltenenler toplumun, medyanın, aydınların, üniversitelerin sert tepkisi ve protestosuyla karşılaşır; adliyeye tesir etmek isteyen bir politikacının kariyeri sona erer.

     

    (3) Orada Katolik, Protestan, dinsiz, Müslüman veya Budist mahkeme önünde, adalet karşısında eşittir. Almanya’da şu anda (sanırım) bir buçuk milyon Türk yaşamaktadır. Bunlardan biri mahkemeye düşerse, onun Sünnî veya Alevî olmasının neticeye ve verilecek hükme hiçbir tesiri olmaz. Orada adalet terazisi yanlış tartmaz.

     

    (4) Almanya’da ceza hukuku uygulaması sahasında “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” temel prensibi hâkimdir.

     

    (5) Almanya’da din, inanç, inandığı gibi yaşamak, fikir, görüş, tenkit hürriyeti son derece geniştir.

     

    (6) Almanya’da vatandaşların ve orada yaşayan Müslümanların dinî dernek kurma hakları vardır. İsteyen “Hilafet Derneği” bile kurabilir.

     

    (7) Alman üniversitlerinde, isteyen kız öğrenciler başları örtülü olarak okuyabilirler. Başları örtülü, saçları görülmüyor diye kimse onlara baskı yapmaz, hakaret etmez, tahsil yapma hürriyetlerine engel olmaz.

     

    Gelelim Sivas hadiselerine:

     

    * Sivas hadisesinden bahs ederken mutlaka, ondan birkaç gün sonra cereyan eden Başbağlar katliamına da temas etmek gerekir.

     

    * Başbağlar Katliamı Sivas hadisesinden daha feci, daha vahim bir cinayettir. Çünkü Başbağlar’da hiçbir provokasyon (tahrik, kışkırtma) yoktu. Camiden çıkan vatandaşlar çok hain, çok gaddar, çok acımasız, çok vahşi bir şekilde katl edilmişlerdir. Onların hiçbir suçu yoktu, onlar yüzde yüz mâsum idiler. Tek suçları Müslüman olmaktı.

     

    * Sivas hadiselerinde çok planlı, çok kötü niyetli kışkırtmalar vardır. Bunlar Büyük Millet Meclisi araştırma dosyasında isbat edilmiştir.

     

    * Sivas hadisesinde, Türk milletini bölmek, parçalamak, böylece hükmü altında tutmak isteyen gizli ve güçlü lobilerin, Derin’lerin tesiri vardır.

     

    * Başbağlar katliamının mahkemeye intikal etmemesi, suçluların yakalanmaması, cezaya çarptırılmaması son derece vahim bir insan hakları ihlalidir.

     

    İleride bu memlekette şu iki şeyin gerçekleşeceğine inanıyorum:

     

    (1) Başbağlar katliamı dosyası, tozlu arşivlerden çıkartılacak, suçlular bulunacak ve âdil ve bağımsız mahkemeler önünde hesap verecektir. Sadece suçlular değil, onlara kanat gerenler de yargılanacaktır.

     

    (2) Almanya’nın Karlsruhe eyaleti yüksek mahkemesinin Muhammed K. hakkında verdiği “Türkiye’ye iade edilemez” kararı da göstermektedir ki, Sivas davasının tekrar muhakeme edilmesi gerekmektedir.

     

    Sivas’ta ölenler, doğrudan doğruya öldürülmemiş, dumandan boğularak can vermişlerdir. Halbuki Başbağlar köyünde camiden çıkan Müslüman vatandaşlar, katiller tarafından kurşuna dizilmiştir.

     

    Sivas’ta Madımak Oteli’nde, kışkırtıcılardan biri şahsî tabancası ile iki mâsum vatandaşımızı şehit etmiştir. Bu katil cezasız kalmıştır.

     

    Sivas’ta Alevî kökenli bir gazeteci vatandaşımız, feryat etmiş, hadiselerin içyüzünü anlatmış, lakin kimseye laf dinletememiştir.

     

    Sivas olaylarının yeniden muhakeme edilmesi zamanı henüz gelmemiştir. Sanık avukatları, sanıkların bizzat kendileri, vatansever istihbaratçılar, vatansever aydınlar, hadisenin içyüzünü bilenler ellerindeki belgeleri, bilgileri, dosyaları titizlikle muhafaza etsinler. Gün gelecek, bu dosya yeniden açılacaktır.

     

    Fransa’da 1924’te işlenen bir cinayet dolayısıyla muhakeme edilen, müebbet hapse çarptırılan ve ölüp giden birinin dosyasının bile yeniden muhakeme edilmesine karar verildi. Bizde Sivas mahkemesi niçin yeniden görülmesin?

     

    Tekrar ediyorum:

     

    * Sivas hadisesinde büyük bir kışkırtma vardır.

     

    * Madımak Oteli’ni kim ateşe vermiştir?

     

    * İslâm dinine hakaret edenlere karşı yürüyüş yapmak suçlu olmak için yeterli midir?

     

    * Sivas hadisesinden birkaç gün sonra patlak veren Başbağlar Katliamının sanıkları niçin yakalanıp mahkemeye verilmemiştir?

     

    * Bütün vatandaşlar, temel hak ve hürriyetlere sahip olmak konusunda ve adalet önünde eşit değil midir? Yoksa bazıları ötekilerden daha eşit midir?

     

    * Sivas hadiseleri konusunda önce hafif cezalar verilmişken, sonra niçin çok ağır (idam) cezalar verilmiştir?

     

    Şu hususu da belirtmek istiyorum:

     

    Sivas davasında var güçleriyle çalışan, cansiperâne hizmet veren avukatlara teşekkür ediyorum, kendileri tebrike ve minnete layıktır. Var olsunlar.

     

    Ancak, birinci celseye show yaparcasına katılıp da sonradan boşlayanlara teessüf ediyorum.

     

    Mahkemeler show yeri değildir, kendini gösterme mekanı değildir.

     

    Bir teklifim var: Sivas hadiseleri ve Başbağlar katliamı konusunda bir komite kurulsun. Komite üyeleri hiçbir maddî veya manevî ücret almasınlar. Onbeş günde veya ayda bir toplansınlar, hedef belirlesinler ve Sivas faciasının yeniden muhakeme edilmesi ve Başbağlar katliamı sanıklarının yakalanıp ceza görmesi için çalışsınlar. Lâyık isem ve uygun görülürse bendenizi de bu heyete üye yapsınlar.

     

    Bir hakikat kalmasın Allahım âlemde nihan…

×
×
  • Create New...