Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Abdulhamid

Editor
  • Content Count

    137
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Abdulhamid


  1. Genel kanı görmesede ben kendimce başyapıt olarak kabul ediyorum bu şiiri. Beğendiğim şiirler arasındadır. Üstadın neden daha sonra bu şiiri reddettiğini öğrenebilir miyim?

     

    üstadın ilk dönem şiirlerinde rastladığımız ana bir tema var,şiirlerin konusu genelde ya insan ya madde oluyordu.bu şiirde olduğu gibi.. bir kadına yazılmış sanki...bakın mesela ilk dönem şiirleri arasında reddetmediği şiirleride var ama onların konusu ya ölümdür ya çok sevdiği annesine yazdığı şiirlerdir ya da ,azda olsa manevi bir havası olan şiirleridir.üstad'ın bu şiiri redetmesinin sebebi bana göre sadece bir kadından söz edilmiş olması.tabi bunların hepsi benim düşüncelerim çünkü 2.dönem şiirleriyle karşılaştırlıdığında bu şiirde manevi bir hava, ilahi bir tarz ,ya da üstadın bir çok şiirinde nakşettiği ölüm tema'sına rastlamak mümkün değil.bu şiirdeki ölüm bana göre gerçek bir ölüm değil sadece bir kadın için herşeyinden vazgeçmiş birinin dünyadan soyutlanması gibi..edebi dili ve hece ölçüsü üstadın hiç bir zaman bırakmadığı iki silahı gibiydi.bu hem birinci dönemde hemde ikinci dönemdeki şiirlerindede aynıdır ama muhteva bakımından çok farklılık gösterir.


  2. YUSUF HAYALOĞLU

     

     

    dışarıda yağmur yüzümü dövmekte

    duvarlar içeride üstüme yürür

    varsın da değişmesin birşey sövmekle

    ölüm arzusu bende daima büyür

     

    güneş sehervakti içer kanımı

    ruhsuz bedenlere hayat bahşeder

    bense yeniden doğarım her gün batımı

    hayata bağlar beni rahman geceler

     

    serkeş zaman koşup geçer yanımdan

    mekan bir kafestir, sarar vücüdumu

    söker gibi bir otu yatağından

    davran azrail, savur göklere ruhumu


  3. Mesela gece saat 10.00. Hiç bilmediğin bir kente yeni inmişsin. Auckland. Elindeki Lonely Planet'a ve biraz da hislerine güvenip kentin Beyoğlu'su oldugunu tahmin ettiğin semtine atıyorsun kapağı. Buldugun bir backpackers'taki odana sırt çantanı bırakıp (aman ne güzel, sadece 3 kisiyle paylaşıyorsun odayı, 12 kişi kaldığın 3 katlı ranzası olan dormlar düşünülürse bu gece rahat uyuyacaksın) kendini sokağa fırlatıyorsun. Istanbul'dan uzakta gecen 74. günün bu ve kentin İstiklal Caddesi gibi bir yerini bulmayı umuyorsun. Haftalardır ilk kez büyükçe bir kente adım attığın düşünülürse bu gece biraz eğlenmek hakkın. Sola dönüp yürüyorsun. İşte aydınlık bir sokak. Dal hemen. Heyecanlanıyorsun. Ama karşına dizi dizi pavyonlar ve önlerinde bacaklarını sergileyen ağır makyajlı hatunlar, travestiler çıkıyor. Yanlış adres. Kente biraz alışsan bu sokağın da kokusunu solursun ara sıra ama şimdi sırası değil. Ters yöne dönüyorsun bu kez. Evet, bu sokak olmalı... Nereden geldigi belirsiz müzik seslerine doğru ilerliyorsun. Buldun işte..... Hangisine girmeli. Bir isim ilgini çekiyor. Voodoo. Dar kapıdan geçip karanlık merdivenleri çıkıyorsun. Ve oradasın. Sahnede rock yapan bir gig, dans eden, kafa sallayan, tribe girmiş, girmemiş, kafası iyi, kafası henüz iyileşmemiş her türlü insan çevrende. Hemen bir vişne soda VB... Her şey yoluna girdi işte...

     

    bu yazının yazarı sizmisiniz ?diğer yazarlar bölümünde isimsiz yazı olduğu için dikkatimi çekti.size aitse kendi yazdıklarınız diye bölüm var oraya kendi isminizle yazarsanız daha güzel olur.


  4. Kurulu düzene başından itibaren eleştiri getiren iki siyasi akım oldu: Sol/sosyalizm ve İslam. Birincisi daha milli mücadele günlerinden itibaren -Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinde de görüldüğü gibi- baskı altına alınır ve hayat hakkı bulamazken, ikincisi ise hep tatlı sert bir baskı ve kontrol altında tutuldu. Özellikle de 2. Dünya Savaşı'nın ardından gelen Soğuk Savaş koşulları solun kaderini büyük ölçüde etkiledi. SSCB'nin komşusu olan ve NATO'nun ileri karakolu haline gelen Türkiye'de sola, sosyalizme hayat hakkı tanınmayacaktı. Solun emekçi sınıflar içinde örgütlenmesinden, demokratik ve özgürlükçü muhalefetinden, eşitlikçi eleştirisinden yoksun kalan toplumda siyasi İslam'ın boy vermesine şaşılabilir mi? Her şeye rağmen sol/sosyalist hareketin 60'lı yıllarda yaptığı atılım 12 Mart müdahalesiyle, 70'li yıllarda gerçekleştirdiği yükseliş ise 12 Eylül darbesiyle önlendi. 80'li yıllarda Evren sadece solu ezmekle kalmadı. Sırtındaki Genelkurmay Başkanı üniformasıyla memleketin neredeyse bütün meydanlarını dolaşırken Kuran'dan ayetler aktarıyor, "Türk-İslam sentezi" adı verilen milliyetçi-faşist-dinci anlayışı savunuyor ve İslami bir hareketin gelişmesi için bütün koşulları hazırlıyordu.

     

    be hey dangalak!sol'un bu ülkede kaç yıllık geçmişi varki,müslümanlarla solcuları sadece sistemin karşısında olduklurı için ,ikisini aynı kefeye koyup bu ülkedeki müslümanlarla koministleri karşılaştırma gafletinde bulunuyorsun.

     

    Birincisi, islam bu topraklarda 1000 yıldır var ve varolmaya devam edecek.milli mücadele yıllarında müslümanların yeni kurulacak olan sisteme karşı çıkmalarını anlarımda solcular neden karşı çıkıyormuş.cephelerde Allah Allah diye canını veren koministlermiydi ?sizi gidi uyanıklar sizi fakir ve müslüman halk kanını,canını,malını feda ederek savaşlarda galip gelsin siz üç beş satılmış kominist ajanlar,istediğiniz sistemi kuracaksınız he?

     

    ikincisi kenan evrenin kur'andan ayetler aktarması onun has ve hakiki müslüman olduğunu göstermez.öyle olsaydı tuncay özkan adlı insancık bundan birkaç ay önce kubilayı anma mitinginde otobüsün üstünde elinde kur'an-ı kerimle poz vermezdi.buna nasıl bir kılıf bulacaksınız merak ediyorum.''sol-faşist-dinci''..şeklindemi?diyelimki kenan evren ayetlerde okudu be hey dangalak ırkçı faşizmiyle dini nasıl bir tutarsın?kendi kafandaki o çürük fikirleri savunurken yalan dolan ve iftira atmaktan hiçte geri kalmadığın gibi sol'un tekrar yükselmesi için sahte reçeteler hazırlamışsın.nazım hikmetten özür dilemekmiş 68,78 kuşağından özür dilemekmiş.sizin anlamak istemediğiniz nokta şurası:siz (sol)ucanlar insanların sadece madde tarafını kurcalarsınız aş,iş vs..islam ise bunların yanında ruhu doldurur.

     

    yukarda arkadaşlar herşeyi açıklamış zaten daha fazla yorum yapma gereği görmüyorum.


  5. imam gazali kur'an ve hadis'i iyi bilen bir müceddiddir. eserlerinde yer verdiği bilgiler mutlaka bir kaynağa dayanmaktadır. bu nedenle idda ettiğiniz hadislerin uydurma olup olmadığını bilmeden sadece,az bilgiyle çok yorum yapma cihetinde bulunan birkaç akıl cücesinin lafına bakarak idda ederseniz kendinizi çok ağır bir vebalin altına sokarsınız.

    trradomir kardeşim herşeyi anlatmış ortalıkta gezen çok fazla sayıda uydurma hadis var,bu bir gerçek ama itham ettiğiniz kişi sıradan bir insan değil çağının en büyük müceddidi ''imam gazali''...o yüzden bu tür büyük alimlere,yalancılık yaftasını isnad etmeden önce 40 bin kere düşünmek lazım.


  6. En Aktif:nfk-fan

    En Alçak Gönüllü:nevbahar

    En Ciddi:reyhan

    En Çalışkan:serdengeçti

    En Düzenli:bdg

    En Geyik:achartave

    En Gıcık:adı bende saklı

    En Gizemli:tutsak

    En Gözü Kara:trradomir

    En Havalı:gece güneşi

    En İçten:mehmet

    En İlginç:zizou

    En İyi Avatar:bdg

    En İyi İmza:L'état, C'est Moi!..(devlet benim) nfk-fan

    En İyi Nick:kılıçkıran

    En Karizmatik:mürid

    En Komik: e.bekir

    En Kültürlü:reyhan

    En Popüler:nfk-fan

    En Sakin:saim38

    En Samimi:cihat

    En Sevilen:serdengeçti

    En Uçuk:m-b-u

    En Yardımsever:mehmet


  7. Öncelikle ABDULLAH GÜL'ün tüm ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.her ne kadar hatalarıda olsa üstadın sevgilim dediği 2 şahsiyetten biridir,diğeride fehmi koru'dur.

    Allah yolunu ve yolumuzu açık etsin.

     

    Ben hiçkimseyi üstadla karşılaştırma gibi düz bir mantık yürütemem,bu yalnış olur.nasılki her ağaç aynı meyveyi veremiyorsa ,her insandan aynı verimi beklemekte yalnıştır.

     

    Üstadın Gençliğe Hitabe' sinde de katılmadığım tek husus "meclisinin duvarında hakimiyetin hakka ait olduğunu" belirten ifadenin eksikliği. Bana göre İslam' ın bu zamanda tasvib edeceği tek yönetim şekli demokrasidir. Kuran-ı Kerim halkları yönetmek için gönderilmemiş, bireylere gönderilmiştir. Yani Kuran' ı bir devletin anayasası olarak kabul etmek, Kuran' a hakarettir bana göre. Ki İslam dininin en önemli ilkelerinden birisi "Dinde zorlama yoktur". Eğer dinde zorlama yaparsanız insanları dinden soğutursunuz. Şu an Türkiye' de giderek gelişen demokrasi diğer milletlere örnek teşkil edecek yapıya ulaşmıştır bana göre. Ve ben Ankara Kızılay' da gezerken yanımdan bir mini etekli bayan, ardından çarşaflı bir bayan geçince ülkemle gurur duyuyorum

     

    öte yandan bu yazının hiçbir kelimesine katılmıyorum bu tamamen kendi düşünceni yansıtan bi yazı kaldıki kimse islamı kendi kafasına göre yorumlayamaz.hakimiyet her daim hakk'ındır biz ne kadar milletindir desekte...islam bu zamanda veya başka bir zamanda yönetim şekli tasvip etmez.islamiyet başlı başına bir sistemdir.ve tüm zamanların sistemidir,ortaçağdan kalma bir sistemin günümüz ihtiyaçlarına cevap veremez derseniz eğer hemen tövbe ve istiğfar edin,çünkü bu kuralları koyan ALLAH'tır.Kuran-ı kerim bireylere yollanmış diyorsunuz ama toplumu oluşturanda bireylerdir.toplum kendi kendine oluşmuyor.

     

    ''Dinde zorlama yoktur''işte en çok hata ettiğimiz konu burası..bu ayetin anlamı ,hiristiyan veya yahudi veyahut diğer dinlere mensup kişileri zorla islama sokmayın manasındadır.sizin yorumladığınız şekilde değil.eğer ki bu halk müslümanım diyorsa islamın(5) ve imanın(6) şartlarınıda yerıne getirmek zorundadır.

     

    türkyede demokrasinin geliştiği falan yok ,öyle olsaydı insanlar düşünce ve giyim tarzından dolayı dışlanmaz hor görülmezdi.bedeni açıp teşhir etmek ilericilik ve çağdaşlık sayılıyorsa o zaman cahiliye dönemi arabistanıda en çağdaş ve ileri toplum olarak ilan ettmemiz gerekirdi.

     

    yanımdan mini etekli kadın geçince gurur değil utanç duyuyorum.bir toplumu bozmanın en kolay yolu kadını bozmaktan gelir.kadının ahlakını ve giyimini bozarsan o toplumda bozulur.

    Allah hepimizin yardımcısı olsun.

    • Like 1

  8. MÜMİN KAFİR'den

     

    LAİSİZMA

     

    Mümin - Siz lâisizmanın ne demek olduğunu, ne ifade ettiğini, nasıl bir içtimaî ve siyasî vesileyle ortaya atıldığını, hangi dini veya dinleri şümulüne aldığını, hangi noktalara istinat ettiğini, tarih boyunca nasıl bir seyir takip ettiğini bilmiyorsunuz değil mi?

    Kâfir - Bilmiyorum; ben onun yalnız dini dünyadan ayırmak olduğunu biliyorum ya, yetmez mi?

    Mümin - Yağma yok!.. Size, o kadar ucuz tarafından hakikatleri çiğnetemeyiz! Hep bu açıkgözlüğe bağlanan demagocya sanatına artık paydos! Şöyle bir sigara yakınız da, size lâisizmayı, bütün incelik ve hususiyetleriyle anlatayım! Ha, şöyle!.. Dinleyin: Lâisizma tâbiri Fransız İnkılâbının bir icadıdır. Aslından inhiraf ettirilmiş ve zaten dünya ile alâkasız bir din olarak yerleşmiş bulunan Hıristiyanlık, gitgide kendi dâvasını kendi mümessilleriyle ayak altına alınca, Fransız İnkılâbı, sırf Hıristiyanlığı Hıristiyanlıktan ibaret bırakmak ve rahiplerin Hıristiyanlık dışı tasallutlarına engel olmak için lâisizma ölçüsünü meydana getirdi: "Din, yani Hıristiyanlık, kendi kendisinden ibaret kalacak ve zaten müdahale salâhiyetinden uzak bulunduğu dünyayı da kendi haline bırakacaktır!..." Ölçü şudur:

    Hıristiyanlık ruhanî nüfuz ve murakabesinde istediği gibi devam edebilir; fakat bunu, kendi nefsine uygun olarak, cismanî sahaya teşmil etmemelidir.

    Kâfir - Demek lâisizma budur, ha!..

    Mümin - Evet, lâisizma yalnız budur. Fakat bizde bunu ne bilirler, ne de bildirmek isterler. Lâisizma, bizzat Hıristiyanlığa karşı tehdit edici bir engel değil, ruhanî nüfuzdan faydalanarak dünyayı idareye kalkan papazların nefslerine karşı bir mâniadır. Bizde ise bunu, doğrudan doğruya dini dünyadan ayırmak mânasına alıyorlar. Bu işde ne muazzam bir canbazlık yapılıyor. Din, bizzat dünya hükümlerine malik olunca onu ya topyekûn red ve nefyetmek, yahut kabûl etmek mümkündür; herhalde dünyadan ayırmak mümkün değildir. Dini hem kabul, hem de dünyadan ayrı mütalâa etmek, bütün mevcutları yaratan Allah'ı tasdik ettikten sonra, onun dünyaya karışmıyacağını iddia etmektir ki, bu da abeslerin ve muhallerin şâhı olur.

    Kâfir - Yâni ne demek istiyorsunuz?

    Mümin - Şunu demek istiyorum ki, hem dünya, hem de ukbânın hesabını veren bir dine, sırf Hıristiyanlığa mahsus hususî bir ölçü olan lâisizma tatbik edilemez. Edilecek olursa, o dini kaldırmak, fakat kaldırıldığını söylememek mânasına gelir. Lâisizma İslâmiyete tatbiki kabil olmıyan bir ölçü olduğu, hem gerçek lâikler, hem de kâfir ve müminlerce hakikattir. Onun içindir ki ben lâisizma üzerinde müsbet veya menfi hiçbir hüküm izhar etmeden, onun, bütün kâinatı ihata edici dinlere mahsus bir ölçü olmadığını belirtmekle iktifa ediyorum. Bu da, sizin gibi bir münkire; ve vasıtanızla, bu mefhum üzerinde demagocya canbazlıkları yapmak isteyen cehil istismarcısı açıkgözlere verilecek en şapa oturtucu cevaptır.


  9. Babanın mirasını mı reddediyon lan!

     

    Bugünlerde Hürriyet Gazetesi'nin ağzı bozuk yazarları yeni bir moda başlattı. (Yazının başlığını yazarken de Hürriyet yazarlarından esinlendiğimi itiraf etmeliyim.) Mesela söz gelimi Milli Takımlar Teknik Direktörü'nü beğenmiyor musun?

     

    Hemen çıkıp deklarasyonunu yapıyorsun. "Fatih Terim benim hocam değil, olmaz, olamaz." Pat, hemen senin teknik direktörün olmuyor. Diyelim, İstanbul'da mı oturuyorsun? "İSKİ benim su ve kanalizasyon işlerim değil, ben bunu reddediyorum" diyorsun. Sistemden çıkıyorsun. Bahçene kuyu açarsın, ya da pislik içinde yaşarsın. Ha... Paşa gönlün mesela bir televizyon kanalını mı beğenmedi, hemen kanalı değiştirirsin, senin kanalın olanını izlersin. Hiç sorun değil!

     

    Mesela diyorsun ki, "Güneş benim güneşim değildir." Hemen gözlerini kapatıyorsun, gece oluyor. Bütün gün öyle dolanıyorsun. İstersen gözlerini gece açıp, yarasalar gibi de ortalıklarda dolanabilirsin tabii.

     

    Gökyüzünü mü istemiyorsun? Kolayı var. Kafanı devekuşu gibi hemencecik en yakın kuma gömüyorsun. Oh rahatlıyorsun. Kimseyi görmüyorsun. Gökyüzü senin gökyüzün olmuyor. Fakat kıçın açıkta kalıyor. Bu da eyleminin yan etkisi oluyor. Ya da diyorsun ki, adamın biri kendini halktan, herkesten üstün görüp, halkın iradesine köpek muamelesi mi yapıyor? Yüzde 50'yi göbeğini kaşıyanlara mı bağlıyor? Bu benim yazarım değil kardeşim diyorsun ve tepkini koyup o yazarın yazdığı gazeteyi okumuyorsun! Sevdiğin, beğendiğin yazarı okuyorsun, İstediğin gazeteyi satın alıyorsun. Çelişkin çözüme ulaşıyor.

     

    Sonra bir anda üstüne bir nur iniyor ve Abdullah Gül senin cumhurbaşkanın olmuyor ama sen yine de onun vatandaşı oluyorsun! Gündüzü sevmiyorsan geceyi, İSKİ'yi sevmiyorsan viskiyi içersin çalgıcı yazarım. Ama bu ülkede bir tane cumhurbaşkanı var. Onu sevmeyebilirsin, beğenmeyebilirsin ve seçilene kadar aleyhinde muhalefet de yaparsın. Ama... Halkın iradesiyle seçilen ve bütün Türkiye'yi temsil eden cumhurbaşkanını reddedemezsin. Cumhurbaşkanı senin evlatlıktan çıkarabileceğin biri değil.

     

    Senin şamar oğlanın hiç değil. Paşa paşa kabul edeceksin. Etmiyorsan alırsın pılını pırtını, defolup gidersin bu ülkeden! Ahmet Necdet Sezer bir projeydi. Herkes onun bir adet özgürlükçü konuşmasına kanıp benimsedi. Ama o hiç de benimsediğimiz gibi çıkmadı. Türkiye'ye koskoca yedi yılını harcattı. Hiç de konuştuğu gibi çıkmadı. Meğer cumhurbaşkanı olmak için takiyye yapıyormuş. Biz onu reddettik mi? Hayır? Sonuna kadar sabrettik. Bak gördün mü zamanı tükendi, gidiyor artık. Sonunda Gül de gidecek.

     

    Sezer'i sevmedik ama tahammül ettik. Öyle pek de tahammül edilebilecek birisi olmadığı halde. Hiç de tarafsız olmadığı halde, hiç de cumhurbaşkanı olabilecek asgari nitelikleri taşımadığı halde...

     

     

    Nuh GÖNÜLTAŞ

    (BUGÜN)


  10. selam aleykum

     

    cevap:ümit yaşar oğuzcan desek kabul edilirmi acaba?doğru olduğunu farzedip bi tane şiirde ben yazayım :(

     

     

     

    dışarıda yağmur yüzümü dövmekte

    duvarlar içeride üstüme yürür

    varsın da değişmesin birşey sövmekle

    ölüm arzusu bende daima büyür

     

    güneş sehervakti içer kanımı

    ruhsuz bedenlere hayat bahşeder

    bense yeniden doğarım her gün batımı

    hayata bağlar beni rahman geceler

     

    serkeş zaman koşup geçer yanımdan

    mekan bir kafestir, sarar vücüdumu

    söker gibi bir otu yatağından

    davran azrail, savur göklere ruhumu

    • Like 1

  11. selam aleykum

     

    Dilsizlikte bir bedahet ifadesi vardır. Her şeyi bedahetle bilir, akılla ararız. Bedahet duygumuz

    olmasaydı, akıl tek şeyi anlayamazdı. Bedahet öyle bîr his ki, akıl» ona köle diye verilmistir. Ve

    bizim akıldan beklediğimiz selâhiyet onda... Bedahet, peygamberlik makamının aslî ve mutlak

    sahibince buyurulduğu gibi «kalbte bir nur»dur ve" izah üstü bir şey... Bedahet «besbelli»

    hükmüdür ve Allah'a açılan geçidin parolası...

     

    (Aynadaki yalan- s.140)


  12. selam aleykum

     

    "Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?

     

     

     

    DAiRE HiKMETi

    içinde tam bir sene, etimle ve kemiğimle, beynimle ve iliğimle fukur fukur kaynadığım,

    kaynatıldığım, kaynanıp da yine kıvamını bulamadığım kaynar su, kaynar demir rejiminden sonra

    yüzüm gözüm yerine gelmis, huzurlarındayım.

    Derdin böylesinden de dönülür mü?

    Dönmüs, döndürülmüs bulunuyorum.

    Karşımda o nur heykeli...

    Göz; değdiği yeri kezzap gibi oyabilen, tohumun merkezindeki görünmez noktanın kıvranısını

    görebilen göz, ne görür kendilerinde?..

    Büyükler büyüğü imam-ı Rabbani Hazretlerinin daire misaliyle belirttikleri hikmetin

    mazhariyetini...

    Söyle:

    Veli, dairenin en asağı noktasından yola çıkarken bir hiçtir; çıka çıka en yukarı noktasına erisir.

    Ondan sonra gerçek kemâli, daireyi tamamlar; ve inis gibi görünen, halbuki çıkısın çıkısı olan

    noktalardan geçip isi baslangıç noktasında bitirir. Bu noktada, kaba mantık gözü için, olduğu

    yerde kalanla, daireyi devretmis bulunan arasında fark yoktur. Oysa, asıl fark, farkların farkı o

    noktada... imam-ı Rabbânî üstüste iki noktanın birine «muhik» ve öbürüne «muptil» diyor. Biri

    hak, biri bâtıl... Yani, olduğu yerde kalanın hiçliği hakikat; kemâli bir devir sonra aynı yerde

    bulanın «hep» olarak «hiç» görünmesi de bâtıl... iste o «Muhik»i, o «muptil»den ayırabilen gözdür

    ki, gözdür.

     

    ''O VE BEN''


  13. selam aleykum

     

    üstadın bir çok şiirinde olduğu gibi bu şiirdede,derin bir aşk var.ikinci mısrayı görmeden ilk mısraya bakacak olursak ,üstad önüne bir hedef koymuş ve bu yolda ne yapılması gerekirse hedefe ulaşmak için yapacaktır.bu hedef üstadın deyimiyle en büyük rütbe ulaşılması en zor makamdır.

     

    ikinci mısrayı kendimce 2 şekilde yorumlayabilirim.birincisi : O 'nun kulu yani peygamber efendimiz (S.A.S)in kölesinin kulu olmak üstadımızın telakki ettiği en büyük rütbedir.

     

    ikincisi ise:O'nun kulu Abdulhakim arvasi hz. nin yanında bulunan en düşük rütbedeki hizmetkarının hizmetkarı olmak arzusu üstadımızın en büyük arzusudur.ben ikinci yorumun daha ağır bastığına inanıyorum.çünkü birinci rütbe o kadar büyük bir rütbeki bunu istemiyecek hiçbir veli,ve islam önderi yoktur.onun için 2.yorumun daha ağır bastığı kaatindeyim


  14. selam aleykum

     

    fan'la aynı görüşü bende paylaşıyorum.ya hidayete ersin ya ölsün.aslında ben,nasılsa bu adamın kaybedecek hiç bişeyi kalmadı artık herşeyi açıkça anlatır sanmıştım hani zamanında çevirdiği dalavere ve dolapları ama yanılmışım.ömrünün son saniyesine kadar imanla savaşma yolunu seçmiş.böyle bir insan için yaşama temennisinde bulunmak abes kaçar..fan meraklanma dinozorların nesli tükeniyor yavaş yavaş az daha sabır.


  15. Geçtiğimiz Pazar günü (5 Ağustos 2007) Zaman’ın Pazar Keyfi ekinde kaleme aldığım “CHP gençliğinin Çanakkale şehitleri rezaleti” başlıklı yazı, başta haber7.com ve moralhaber.net olmak üzere pek çok internet sitesinde alıntılandı ve gördüğüm kadarıyla bu sayede epeyce geniş bir okur kitlesine ulaştı. Ne var ki, yazının metninde sözü edilen resim gazetede teknik bir sebeple yayınlanamamış, internet sitesinde ise zaten köşe yazılarına resim konulmadığı için metindeki o ifade havada kalmıştı. Üstelik bazı okurlarım yazımı herhangi bir belge göstermeden yazdığım için de kınıyorlardı beni.

     

     

     

     

    Aslında elimde bir değil, dört resim var. Üstüne üstlük devrin şöhretli kadın şairlerinden Şükûfe Nihal’in Kadeş rezaleti üzerine kaleme alınmış özel şiirini de bulmuştum. Bu görsel malzemeyi nerede değerlendirebilirim? diye düşünürken, ‘Neden internet olmasın?’ diye geçti içimden ve onları sizlerle paylaşmaya karar verdim. Maksadım, hem bu ilginç konuyu bir şekilde devam ettirmek, hem de benden belge isteyenlere bir tür cevap vermektir.

     

     

     

     

    Fotoğraflar, Millî Yol dergisinin 30 Mart 1962 tarihli 10. sayısındaki dosyadan alınmıştır. Dergi, Kadeş rezaleti konusuyla yakından ilgilenmiş ve sonraki sayılarından bir kaçını okur tepkilerine ayırmıştır. Şükûfe Nihal’in şiiri ise Hilâl dergisinin Nisan 1962 tarihli 26. sayısında çıkmıştır. Yalnız şiir ilk olarak burada mı yayınlandı, yoksa bir alıntı mıydı? Bunu şimdilik tespit etme imkânımız olmadı.

     

    73098.jpg

    Yayınlayacağımız ilk fotoğraf, Kadeş gemisinde dans eden bir çifti gösteriyor.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Çiftin gözleri, o devrin basın ahlak anlayışı gereğince bantlanmış.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Alt yazıda şöyle deniliyor: “Ça ça ça: Çanakkale’ye inince, şehitlik yerine Truva harabelerine koşacak damı ve kavalyesi pek neş’eli bir dans esnasında.”

     

     

     

     

     

     

     

     

    --------------------------------------------------------------------------------

     

     

     

     

     

     

     

    İkinci fotoğraf, vapurda kurulan bir çilingir sofrasının başındaki acıkmış gençleri göstermekte. Soldan ikinci ve sağdan üçüncü şahıslar içki şişelerini başlarına dikmişler.

     

    73096.jpg

    Soldan birinci şahıs ise kadehini doldurmayı tercih ediyor. Alt yazıda şunlar yazılı: “Vur patlasın, çal oynasın: Şarap şişeleri açılmış, çakırkeyif gençler, herkesin gözünden uzak olduklarını sanarak sanki bir turistik geziye çıkmışlar

    73095.jpg

    Fotoğraflarımızın üçüncüsü, Çanakkale yolcusu bir ‘çifti’ gösteriyor. Erkek öğrenci, içkinin etkisiyle olacak, yorgun düşmüş ve sevgilisinin dizine uzanmış.

     

     

     

     

    “Samimi bir sahne” diyor alt yazı ve devam ediyor: “İçkinin verdiği mahmurluğu kız arkadaşının kucağında gidermeye çalışan bir öğrenci. Biraz sonra Çanakkale şehitlerinin hâtırası önünde eğilecek vücutlar, şimdi pek tatlı (!) bir istirahate çekilmiş.”

     

     

    Dördüncü olarak bu resimlerin yer aldığı Millî Yol dergisinin orta sayfasındaki haberin fotokopisini sunuyoruz.

     

    73097.jpg

     

    Son olarak sunacağımız belge ise o devrin milliyetçi-mukaddesatçı çevrelerini derinden sarsan bu ‘vahim’ olayın duyulmasının hemen ardından Cumhuriyet döneminin ilk kadın şairlerinden Şükufe Nihal’in kaleme aldığı şiir.

     

     

    73127.jpg

     

    Göreceğiniz gibi bu şiire derin bir hayal kırıklığı ve üzüntü hakim. Bu da Kadeş rezaletinin o günlerin siyasi ve edebi kamuoyunda uyandırdığı derin teessürün bir yansıması olarak dosyamıza eklenmiştir.

     

     

     

     

     

     

     

    Belki Kadeş rezaletinin bir faydasından söz edebiliriz: O da ertesi yıldan, yani 1963’den başlayarak milliyetçi-mukaddesatçı gençlerin içlerinde bir Çanakkale ateşinin yakılmasına vesile olmasıdır.

     

     

     

     

     

     

     

    İşte belgeler! Bakalım bunların karşısında ne diyecekler?

     

     

     

     

     

     

     

    Yakın tarihimizin aydınlatılması için çıktığımız bu yolculukta kimbilir daha ne sürprizler çıkacak karşımıza.

     

    ***

     

     

     

     

    Mustafa Armağan'ın Zaman Pazar Keyfi'ndeki son yazısı "CHP gençliğinin Çanakkale şehitleri rezaleti"ni okumak için tıklayın

    http://pazar.zaman.com.tr/?bl=14&hn=1054


  16. selam aleykum

     

    öncelikle hırsızlığı bütün halk tarafından sabit ''CEM UZAN''dan bile fazla oy alamayan bu adamı utanmadan çıkıp savunuyorsunuz ya size hala şaşıyorum.ve utanmadan üstadın bu adam hakkındaki tesbitlerini tekrar eden arkadaşlara ''terbiyesiz'' yaftasını yapıştırmaktan geri kalmamışsınız.onu aynen size iade ederiz.

     

    erbakanın bu durumunuda komik bir bahaneye sığdırmışsınız.''ANLŞILMAMAK''...hade ordan anlaşılmıyormuş.medya ve benzeri güçler durmadan başka güçleri empoze ederek halkın gözüne sokuyormuş güya, bak sen..buna sen inanıyormusun medya ve tsk halkın gözüne en çok kimi sokuyordu ne oldu?siz hangi ülkede yaşıyorsunuz söylediklerinize inanıyomusunz.

     

    size sorarım ''ÜSTAD''ın hangi eleştirisi kendi çıkar ve menfaatleri uğruna yapmış.''ÜSTAD'' o eleştirileri yaparken erbakandan hangi menfaatleri beklemiş ya da erbakan ''ÜSTAD''ın hangi çıkarlarını engellemişte ''ÜSTAD''o eleştirileri yapma gereği hissetmiş.siz bunları söylerken terbiye sınırlarını çoktan ihlal etmiş ve ''HAK''dava uğrundaki zerre tavizsiz olan bu adama en ağır hakaretleri yapmış olmuyormusunuz.sonra bizim en iyi bildiğimiz şeyi yani erbakanın olaylara verdiği tepkiyi bir hadis-i şerifle örneklemeye çalışmışsın.''PEYGAMBER''efendimiz (s.a.v)taifte ayakkabıları kanla doluncaya kadar taşlanmış,''CEBRAİL''in,emir ver şu dağları başlarına geçireyim demesine rağmen,onlar bilmiyorlar,bilseler böyla yapmazlar demiştir ''EFENDİMİZ''.peki ya erbakanın tavrı ne olmuştur?kendisinden haklı olarak kopan tertemiz insanlara en ağır hakaretleri etmekten geri kalmamış.hatta ısrarla söylüyorum tuncay özkan adlı o insan müsveddesiyle kanaltürke çıkıp aynı fikirleri paylaşmıştır.bu halk enayi değil olup bitenleri ve bunlara cevap vermeyi en güzel şekilde bilir.1994-95 te en yüksek oy verdiği bu adamlara 99'dan sonra adeta gömmüştür.sebebini biliyorsunuz heralde bilmiyorsanız bidaha anlatayım.hani ordu nun dayatmasıyla imzalamak zorunda kaldıkları bi karar vardı ya hatırlayınız...erbakanın siyaset anlayışı demirelle parelellik gösterir.bunlar zoru gördüğünde birisi paltosunu diğeride şapkasını alıp gider.sonra ortam durulmaya başladığında bakarsın ki bu adamlar gene gelmiş ama atı alan üsküdarı çoktan geçmiş.

     

    size tavsiyem,üstadı topyekün kendine şiar edinmiş bu insanların arasında gelipte erbakan ve avanesini savunmayın. isterseniz ağzınızla kartal yakalayın fikrimiz değişmez.umarım bu konuyu daha fazla uzatmazsınız.


  17. selam aleykum

     

    hikmetarif24 kardeşimiz erbakanın siyasete bir Allah dostunun tavsiyesiyle girdiğini ve itaat ettiğini sölemiş.kime itaat etmiş ilk önce bu sorunun cevabını vererek başlıyabilirsin.

    hadi diyelimki o Allah dostuna itaat etmiş peki ya üstad haşa Allah düşmanımıydı ki, babasının yaşındaki bu adama itaat etmeyi pek aklına getirmemiş.hatta onunlada kalmayıp üstad hakkında iftira ve yalancı şahit tutmak suretiyle üstada en ağır hakareti etmiş ve kendini bedii faikten daha aşağı seviyelere çekmiş.

     

    3.soruda demişsinki kenan evrenın iltifatlarına mazhar olmuş. yüzbin tane kenan evrenın iltifatına mazhar olmakmi iyi yoksa üstadın, artık seni bir hiç saymasımı? bunu sen cevapla.bizim cevabımız bellidir.

     

    4.soruyu sorarken sanırım 20 gün öncesini unutup sormuşsun.ben bu devirde kimsenin erbakana yüklenip eleştirdiğini,aşağladığını hiç görmedim.bilakis erbakan ve avanesi kendi benlik ve hırsları yüzünden kendilerinden kopmuş olan insanlara en ağır hakaretleri etmiş ve kinlerini açıkça sergilemişlerdir.bununlada kalmayıp hakk'ın en büyük düşmanları olan tuncay özkan ve yadaşlarıyla bir olmayı hatta kanaltürke çıkıp bu hakk düşmanı avanenin savunduğu düşünceleri savunmuştur.bu bile bir insanın seviyesini ölçmek için başlı başına yeten bir sebeptir.

     

    Erbakanın siyaset anlayışında dik durmak yoktur yumruğunu sıkmak yoktur.sen istediğin kadar dindarlıktan dem vur ağzın dünyanın en güzel kelimelerini kullansın hiç önemli değil.hani derler ya ''ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz''diye işte bu en güzel kıstastır.

    eğer 1997 de adam gibi tavır sergilemeyi becerebilseydi bugün düştüğü bu rezil duruma düşmezdi.içlerinden ,zulme karşı eğilmeyelim hükümetin yıkılması pahasına bu kararı imzalamıyalım diyenlere verdiği cevap ibret vericidir.''hadi ordan devlet yünetmek çocuk oyuncağı değildir burda kabadaylığa yer yok''deyip kendi ipini çekmiştir.açıkçası ben üstadı okumaya başlamadan önce bile erbakan benim için bitmişti.

     

    üstadı okumaya başladıktan sonra ve onun hakkında yazdıklarını gördükten sonra üstadın bu can alıcı tesbitini ve ileri görüşlülüğü karşısında,demek üstad böyle olunurmuş...demekten başka söz bulamadım.

     

    bide bölücü olmıyalım demişsin.bundan kastın sanırım erbakanıda benimsemek ve kabul etmek diye anladım.herkes kendi düşüncesinde özgürdür isteyen erbakanı sever istemeyen sevmez veya üstadı isteyen sever istemeyen sevmez kimseye illa herkesi seveceksin diyemeyiz.birini sevip birini sevmemek bölücülük taşımaz bunuda belirteyim.öyle olsaydı erbakana da ,üstadı sevmediği için bölücülük yaftasını yapıştırırdık.ama kimse erbakana bölücülük ithamında bulunmadı.

     

    son bir not:seçimden önce tv.de erbakanın konuşmasını dinliyordum.çocuklarımıza değerli sanat ve fikir adamlarımızı öğretecez diyordu ve öğreteceği kişileri sayıyordu.m.akif,yahya kemal..bi kaç kişi daha saydı ama üstadı hiç anmadı.bu bile üstada verdiği değerin bir ölçüsüdür .


  18. selam aleykum

     

    Fakat bir başka seçenek de “kamuflaj” desenli çarşaf! Olamaz mı? Düşünsenize: İki “zıt” bu kadar mı “kardeşçesine” birbiri içinde erir? Bir tasarım bu kadar mı yin/yang felsefesine uygun olur? Bu kadar mı toparlar, kucaklar bütün memleketi? Yüzde 20.1’leri, yüzde 16.3’leri, yüzde 46.6’ları? Ayrıca şu da denilebilir: Bir başka fantezinin bir başka şekilde gerçekleşmiş hali! Tam bir neye niyet neye kısmet durumu.. “Eee.. Ööö.. Ama biz içindekilerin erkek olmasını istemiştik!? Hani darbe marbe durumları?!” “Ablacım, elde bu var. Yersen..”

     

    Belki onlarında bugüne kadar hoşlarına gidebilecek en iyi çözüm yolunu sunmuşsunuz.artık bunuda kabul etmemezlik yapmazlar heralde.


  19. selam aleykum

     

    aslında, özellikle dinlediğim bir müzik türü yok kulağa hoş gelen her tınıyı dinlerim.ister yerli olsun ister yabancı farketmez. mesela metallica'nın ''nothing else mathers'' parçasını severek dinlerim.u2'nin bazı parçaları,pink floyd'un bir iki parçası..ilahi dinlemeyide severim ama arka fonda sürekli ''hay''diyerek ilahi söyliyenleri hiç dinlemem.biraz iddalı oldu ama sevmiyom.öbür taraftan DURSUN ALİ ERZİNCANLI'nın yaptığı ilahileri topyekün ,şu veya bu diyerek seçmeden dinliyorum.mesela onun en sevdiğim parçası ''BEDİR''herkese tavsiye ederim.

     

    birde şiir..onun yeri apayrı.İBRAHİM SADRİ,BEDİRHAN GÖKÇE bide RECEP TAYYİP ERDOĞAN'ın 1999 da çıkarmış olduğu ve içinde üstadın iki tane şiirini seslendirmiş olduğu albümü dinlemeyi severim.


  20. selam aleykum

     

     

    a.rahman dilipak'ın yazısıyla aynı paralellikte bir yazıyı TAHA AKYOL yazmış.hak vermemek namümkün.

     

    Çankaya'yı ele geçirmek

     

    ÇANKAYA'YI da ele geçirecekler! Anayasa Mahkemesi'ne, YÖK'e gericileri atayacaklar! Rektör adayları arasında kendi 'yandaşları'nı seçecekler!

    Bu yolla Anayasa Mahkemesi'ni, üniversiteleri ele geçirecekler!

    Hepsi bu mu? Hepsi bu olur mu, cumhurbaşkanının daha nice yetkileri var!

    Yargıtay Başsavcısı'nı ve Başsavcı Vekili'ni, Askeri Yargıtay üyelerini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini de cumhurbaşkanı tayin ediyor.

    Yargıtay Başsavcısı'nın makamına gideceksin, bakacaksın ki, "mantıksız" bir "Haso Memo"yu oturtmuşlar!

    Anayasa Mahkemesi'ne gideceksin, aynı! Boğaziçi Üniversitesi'ne bakacaksın, aynı!

    Çankaya'yı kaptırınca cumhuriyetin kaleleri böyle birer birer düşecek!

    Elbette cumhuriyetin kalelerinden biri CHP'dir ve aslanlar gibi muhafızlığa devam ediyor, ama Anayasa Mahkemesi, yargı, üniversite "bunların" eline geçerse!..

    Bir yıl sonra mı desem, hayır o kadar erken değil; on yıl veya yirmi yıl sonra şeriat gelecek, bizi kıtır kıtır kesecekler!..

    Yakup Kadri de 1948'de yazdığı Panorama'da DP iktidara gelirse böyle olacağını yazıyordu. Hâlâ şifa bulmamış bir tür 'genetik' paranoya...

     

    Yetkisiz Çankaya!

    AKP'nin "sivil anayasa" hazırlamak için kurduğu komisyonun yazdığı metinde cumhurbaşkanının bütün bu yetkileri elinden alınıyor! Yargı ve üniversite camialarına veriliyor! Yargı, Çankaya'ya karşı da bağımsız oluyor! Üniversite, YÖK'e ve Çankaya'ya karşı da özerklik kazanıyor!

    Taslakta Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunluğunu yargı, azınlığını Meclis seçiyor. Meclis bu seçimini beşte üç çoğunlukla, yani mecburen uzlaşarak ve ilgili bilim dallarındaki profesörlerle büyükelçi gibi üst düzey kamu görevlileri arasından yapıyor.

    Rektörler nitelikli bir seçim süreciyle, üniversiteler tarafından bir dönem için seçilecek. Artık Sezer'in yaptığı gibi, en çok oy alan rektör adayını tasfiye edip en az oy alanı atamak mümkün olmayacak.

    Peki cumhurbaşkanı ne iş yapacak?

    Avusturya, İtalya gibi parlamenter cumhuriyetlerde ne yapıyorsa, bizde de onu yapacak: Sembolik cumhurbaşkanı... Elbette veto gibi, Anayasa Mahkemesi'ne dava açma gibi temel yetkileri olacak.

     

    Nasıl bir başkan?

    Ben uzun süre Türkiye'de siyasi yelpazeyi toparlamak ve koalisyonlardan kurtulmak için Fransa'daki gibi yarı başkanlık sistemini savundum. Artık, Türkiye'de koalisyon tehlikesi yok, DP'nin sosyolojik mirası AKP'de toparlandı; yarı başkanlık sistemine ihtiyaç kalmadı. Bu sebeple, yeni cumhurbaşkanı seçimi gündeme geldiğinden bu yana, parlamenter sisteme uygun olarak, Çankaya'nın yetkilerinin azaltılmasını savunuyorum.

    Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı gücünü, hoyratça kullandığı aşırı yetkilerden değil, her kesimde uyandıracağı saygıdan alır. Siyasi krizlerde kışkırtıcı da olmaz, inzivaya da çekilmez. Saygın kişiliğiyle hakemlik yapar. Dış faaliyetleriyle ülkesinin itibarını yükseltir, diplomasisini güçlendirir.

    Yeni bir anayasa yapacaksak, artık bilimsel ve maddi hiçbir temeli olmayan eski paranoyalardan kurtulmalıyız. Demokratik sistemin etkin işleyebilmesi ve 'yönetebilmesi' için anayasal mekanizmaların nasıl düzenlenmesi gerektiğini tartışmalıyız, bilgiyle, soğukkanlılıkla.


  21. 72314.jpg

     

    Nazan Kurt, Microsoft Redmond'ta çalışan 150 Türk’ten biri. Seferihisar’da büyüyen Kurt, 5.5 yıl önce henüz üniversitede okurken, hiç de aklında yokken Microsoft'tan iş teklifi almış.

     

     

     

    Akşam gazetesinde yayınlanmata olan Işınsı Kaygusuz imzalı "Microsoft'un Türk Dahileri" dizisinin üçüncü bölümünde ilgniç bir isme yer verildi. Bill Gates'in yatırım yaptığı genç Türk beyinlerinden birinin başörtülü olduğu ortaya çıktı.

     

    Nazan Kurt, Microsoft Redmond'ta çalışan 150 Türk’ten biri. Henüz 27 yaşında. İzmir Seferihisar’da büyüyen Kurt, 5.5 yıl önce henüz üniversitede okurken, hem de hiç aklında yokken Microsoft Amerika'dan iş teklifi almış. Onu MS’e taşıyan öyküsü ise yine bilgisayar ve internetten geçiyor. Kurt'la MS'e gidiş öyküsü, aldığı eğitimler ve şu andaki göreviyle ilgili konuştuk

     

    Web sayfasının basarısı onu Microsoft’a götürdü

     

    Şirkete giriş öykünüz nedir?

     

    Aslında ben başvurmadım. Aklımda akademisyenlik vardı o yıllarda. Hacettepe Bilgisayar Mühendisliği bölümünde okuyordum. Okulumun da son yılıydı. Microsoft İnsan Kaynakları'ndan web sayfamı görmüşler. Bahsettiğim birkaç projemi beğenmişler. Benimle “Microsoft'a başvurmayı düşünür müsün” diye iletişime geçtiler. Ben de “niye olmasın” dedim.

     

    Yaptığınız işi anlatır mısınız?

     

    Windows Networking and Devices (Windows Bilgisayar Ağları ve Aygıtları) grubunda, network adapter driver'ları yani ağ kart sürücüleri ve Windows'un bu sürücülere sağladığı ara yüz (NDIS) üzerinde çalışıyorum. Kablolu ve kablosuz ağ kart sürücüleri için yazılım modelleri, örnek sürücüler ve ağ kart üreticilerinin "Windows'a uyumludur" logosu alabilmeleri için logo programları geliştiriyorum.

     

    5.5 yıldır MS'deyim.

     

    MS'de çalışan Türkler en çok çalışma ortamının rahatlığından memnun. Saatlerin esnekliği ve bunlar gibi. Peki siz en çok neyi beğeniyorsunuz. Ya da MS'de en çok hoşunuza giden şey nedir?

     

    İş ortamı oldukça rahat. 5 gün, günde 9 saat çalışıyorum. İşini iyi yaptıktan sonra, çalışma saatleri, kurallar oldukça esnek. Bazı günler evden çalışmak mümkün. Herkesin birbirine saygı duyduğu güzel bir ortam var. Kampusta herkes çok farklı. Yerel kıyafetiyle bir Hintliyi, ya da Çinli'yi görmek sıradan. Kafeteryada Meksika'dan Uzakdoğu'ya, Ortadoğu'dan Hindistan'a değişik ülkelerin yemekleri bulunabiliyor. Vejetaryen, helal, koşer, diyet yiyeceklere kadar her şey düşünülmüş. Bisikletle gelenler için duş, öğle saatlerinde spor yapabilecekleri alanlardan kitap ya da örgü kulübüne, sinevizyona salon tahsis etmeye dek değişik ihtiyaç ve hobileri destekleyen olanaklar mevcut.

     

    AMAC VERiMi ARTIRMAK

     

    Niçin bu kadar çok olanaklar sunuyorlar sizce?

     

    Kampus ve kurallar, çalışanların en verimli olmalarını sağlamak, potansiyellerini en iyi ortaya çıkarmak üzerine düzenlenmiş. Çok farklı profillerden çalışanları birleştirici, kuşatıcı bir ortam. Bu yüzden insanlar buraya çabuk alışıyor ve benimsiyor. Microsoft huzurlu, rahat, destekleyici bir çalışma ortamını sağlıyor, çalışanlar da yaptığı iş konusunda çok azimli. Zaten işini sevmeden, işini çok seven bunca kişiyle rekabet edebilmek çok zor. Bunu ilk başta söylüyorlar. O yüzden herkes ilgisini çekecek bir alanda çalışmaya yönlendiriliyor. Şirket içi grup değiştirme teşvik ediliyor.

     

    Bireysel sorumluluk

     

    MICROSOFT’ta genelde tek kişilik odalarda çalışılıyor. Başınızda çalışıp çalışmadığınızı kontrol eden kimse yok. Yıllık performans değerlendirmesi için kendiniz grubunuzun hedefleriyle paralel hedefler belirliyorsunuz. Yıl içerisinde bu hedefler düzenli olarak gözden geçiriliyor. Kariyerinizde ilerleme bu hedefleri ne kadar isabetli belirleyip ne kadar aştığınıza bağlı.

     

    Ne oralıyız ne buralı

     

    Amerika'da olmaktan mutlu musunuz?

     

    Burada çok mutluyuz ama Türkiye'yi çok özlüyoruz. Hiçbir yerin memleketin yerini tutması mümkün değil. Öte yandan ilk geldiğimizde, sadece Türkiye'yi özlüyorduk, dönsek geride bırakacağımız çok bir şey yoktu. Zamanla burada da sevdiğimiz şeyler olmaya başladı. Örneğin burada lahmacunu kebabı özlüyoruz. Bir gün dönsek, Krispy Kreme'nin doughnot'ini, buranın makarnasını özleriz. İnsan yıllar geçtikçe arada kalıyor. Hem oraya hem buraya ait oluyor biraz ve ne tam olarak buralı oluyor ne de eskisi gibi Türkiyeli. Çünkü Türkiye değişirken o değişikliklerin parçası olamıyor uzaktan.

     

     

    Peki size göre Microsoft'ta Türklere yaklaşım nasıl? Hiç olumsuz bir tepki gördünüz mü ?

     

    Öncelikle şunu belirteyim, olumsuz ayrımcılık yapmak işten atılma sebebi. Türklerin bıraktıkları iyi bir izlenim var: İngilizcesi anlaşılır ve işini iyi yapan... Bu olumlu yaklaşım sağlıyor. Bir de grubumdaki çok sayıda Amerikalı Türkiye'yi ziyaret etmiş. Güzel anıları var. Genelde hayatlarının bir zamanında bir Türk'le karşılaşanlar veya Türkiye'yi tanıyanlar olumlu yaklaşıyorlar.

     

    Microsoft’ta iş ve hayat dengesi

     

    Nazan Kurt, iş dışındaki günlük yaşamını şu sözlerle anlatıyor:

     

    “Benim için de Microsoft için de iş/hayat dengesi çok önemli. Hafta sonu ve akşamlarımı eşimle ve arkadaşlarımla geçiriyorum. İşten sonra bahçeyle ilgileniyorum. Haftada bir kere arkadaşlarla yüzmeye gidiyoruz. Burada doğa çok güzel. Eşimle mutlaka her hafta sonu bir yere yürüyüşe/trekking'e gidiyoruz. Bunun dışında hava müsaitse arkadaşlarla piknik, çadır kampı, çilek, lavanta, lale festivallerine ya da kültürel etkinliklere gidiyoruz. 3 günlük tatil bulursak da Kanada ve ABD'nin diğer eyaletlerindeki arkadaşlarımızı ziyaret ediyoruz. Gerek doğal güzellikler, gerek çok sayıdaki kültürel etkinlikler işin stresini kolayca unutturuyor. Daha çok Türklerle görüşsek de her milletten arkadaşımız var."

     

    MS’te sosyal olmak sart

     

    MS’de çalışanlar sandığımız gibi, işten başka bir şey düşünmeyen, hayata tek bir çerçeveden bakan insanlar değil. Zeki, esprili ve eğlenceli kişilikleri onların ne kadar sosyal olduğunun da göstergesi. Çünkü MS’de hedef “hayatı kolaylaştırmak için yaratmak”. Ve onlara göre de bu ancak her yönüyle hayatın içinde olan kişilerle olur.

     

    Dünyanın en büyük fitness kulübü

     

    SEATTLE aynı İstanbul’a benziyor. Avrupa yakası, Anadolu yakası gibi. İki tane köprümüz de var. Biz onların birini Boğaz birini FSM diye adlandırıyoruz. Bizin Avrupa yakası dediğimiz taraf aynı İstanbul’un Avrupa yakası gibi iş alanları var gökdelenler var. Anadolu yakası tam tersi ormanlık. Aynı filmlerde gördüğünüz gibi iki katlı evlerin olduğu o tarz bir yer. İşte MS’de öyle bir yerde.

     

    Çok güzel bir kampusumuz var. Dünyanın en büyük fitness kulübü MS kampusunun hemen yanı başında. Tüm MS elemanları ücretsiz olarak kullanabiliyor. Kampus içinde futbol, voleybol ve plaj voleybolu sahalarımız var. Ve bunları kullanmaya vaktimiz oluyor.

     

     

    Nasıl yani. Tüm işleri bitirip, bu imkanlardan yararlanmaya vakit bulabiliyor musunuz?

     

    Evet, Çünkü MS’de insanlar proje bazlı çalışıyorlar. Projeler arasında 1 haftalık, 10 günlük daha az yoğun zamanlar oluyor. Seattle, yaşam standartları bakımından dünyada ilk beşin içinde . Seattle aynı zamanda Amerika’nın en zengin şehirlerinden biri. Amerikalıların en çok ettikleri muhabbet ise sabah koşu bandında 10 mili kaç dakikada koştukları. Yani ‘ay sonunu nasıl getiririm’ gibi hayatlarında dert edinecekleri hiçbir şey yok

    (Aşkam)


  22. 390.gif

     

     

    Barışçıl cevaplar...

    Seçim sonuçları kiminde memnuniyet, kiminde kızgınlık ve öfke yarattı. Kimi köşe yazarlarını okurken şöyle bir duyguyu hissediyorsunuz: ”Oylarınız yüzde yüze çıksa da, cümle alem size destek verse de beni kandıramazsınız”. Ben böyle kemikleşmiş duygular içinde “sizi gidi şeriatçılar, gericiler biz sizi biliriz” söyleminin sahiplerinin daha çok cumhuriyetin ilk kuşağı olduğunu zannederdim. Bizim kuşağın solcularını da Kemalistlerini de o kadar kemikleşmiş bulmazdım. Ama yanılmışım!

     

    Ece Temelkuran severek okuduğum, ideolojiler ötesinde insandan yana yaklaşımı ile pek çok kez kendimi hemfikir hissettiğim bir yazar oldu. Ancak son zamanlarda ki, satır aralarında başörtülülerin samimiyetini sürekli test eden “hadi itiraf edin şeriatçısınız” vurgusu ile yazılmış yazıları yoksa o da mı kemikleşmiş nefret sahiplerinden duygusunu uyandırıyor insanda...

     

    Dünkü yazısında yer alan “şampanya patlatanlar, gülsuyu patlatanlar” benzetmesini okuyunca bu sefer “acaba” sorusundan şüpheye düştüm. Şampanya içmek üzere patlatılır da gülsuyu ise ne içilir ne de patlatılır. İhtisas alanım değil ama bildiğim kadarı ile gülsuyu özellikle mevlitlerde alkolsüz olduğu için kolonya yerine dökülen ferahlık veren gül kokulu bir sıvıdır. Hiçbir irticai içecek mahiyeti yoktur.

     

    Yazıda ye alan, okullarda din dersi yerine İslam hukuku dersi konulması ile ilgili talebi de ilk kez duydum. Benim bildiğim İslam Hukuku Türkiye'de sadece hukuk fakültesinde ders olarak okutulur. Yazıda verilen sekülerlik bilinci dersini aldım eyvallah da, merak ettiğim böyle bilgilerin üretim merkezi ve sahibi olduğumuz iddia edilen gizli ajandanın yeni içeriği… Bizim gazetecilerimiz benzer üslubunu sıkça yabancı gazetecilerde de görüyoruz. Brezilya'dan İspanya'ya benimle röportaj yapan gazetecilerin ortak sorusu “secret agenda” oluyor. Tüm bunlardan yola çıkarak sizin düşüncenizden hoşlanmıyorum demek için illa aşağılayıcı bir üslup benimsemek mi gerekiyor?

     

    Bu üslup içinde sorulmuş olsa dahi “başörtülüler başörtülü olmayanlara nasıl bakıyor” sorusu yine de öfkeli cevapları hak etmiyor. Özgür düşüncenin en önemli vasfıdır özgürce soru sormak ve özgürce verilen cevaplara tahammüllü olmak. Ancak sorunun şekli soranın samimiyetini de ortaya koyuyor. Cevaplar ise sadece “bıktık artık sizin aşağılamalarınızdan” mesajını içeriyor.

     

    Başörtülü kadınlara lütuf babında sunulan barışçıl alanda, istenen cevaplara bir iki örnek vermek istiyorum. Cevapları en basitlerinden seçtim. İşte karşılıklı önyargılı bakışların ardındaki cümleler:

     

    ...”aile baskısı ile örtünüyorlar”

     

    “bunların ailesinde hiç Allah'a inanan yoktur”

     

    ... “giyinmeyi bilmezler, hiç estetik değiller, modern değiller”

     

    “tek bildikleri oralarını buralarını açmak, estetiği de modernliği sadece açılmak olarak görüyorlar”

     

    ...”erkek baskısına boyun eğerler”

     

    “Ne baskısı erkekleri hiç takmazlar”

     

    ...”o örtülerin altında neler yaparlar onlar neler”

     

    “Allah, peygamber bilmezler”

     

    ...”dünyayı tanımazlar”

     

    “cami dışında gidecek yer bilmezler”

     

    …”eğlenmeyi bilmezler”

     

    “barlardan çıkmazlar”

     

    ...”mahalle baskısı altındalar”

     

    “tek bildikleri batıdır, değerleri yoktur”

     

    ...”haremlik selamlık yaşarlar”

     

    “mahrem alanları yoktur”

     

    Ve daha pek çok şey… Hepsi önyargılı, genellemeci, ne dindar kadınların, ne de açık kadınların gerçek fotoğrafını veriyor.

     

    Bu önyargılı düşüncelerin kaynağı çoğu zaman bir-iki kişiyi kapsayan örneklerden yola çıkılarak geliştirilen şehir efsaneleridir. İki kesimin birbirlerinin hayat tarzlarına uzaklığı duygudaşlık yapma yetisini yok ediyor. Farklı olanı görmüyor, bakış hizasına almıyor, yok sayıyor, aşağılıyor. Kalıp yargılara teslimiyet de tam bu noktada başlıyor, bir tür zihin konforu içinde kimse önyargılarını yenileme ihtiyacını hissetmiyor. Buna başı açıklarda ki bir üst perdeden bakış durumu eklenince en ufak bir davranış bile ardniyetle yorumlanabiliyor.

     

    Eğer barışçıl ortam isteğimizde samimi isek aşağılama tonunu, baş öğretmen edalarını bırakarak içten bir konuşma dilini benimsemeliyiz. Nihayetinde hepimiz insanız görüşlerimizin, inançlarımızın farklı olması insan olma gerçeğimizi değiştirmiyor. Hepimiz bu ülkenin ikliminde rejiminde büyüdük, aynı okullara gittik, aynı mahallelerde oturduk. Akraba olduk, komşu olduk, sınıf arkadaşı olduk, birlikte bar taburelerinde oturmasak da toplantılarda seminerlerde, lokantalarda oturduk. Bunları yok sayıp aristokrat tavırlar içinde “nereden geldi bu başörtülüler “sorusu artık bıktırıyor insanı. Başörtülülere yönelik mahrem alanların şifrelerini çözme merakı ise bu soruları soranların türü ile ilgili insanda merak uyandırıyor. Sahi kim bu zuzaylılar!!!

×
×
  • Create New...