Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. Mayın tarlasında zorunlu bir açıklama

     

    1. Tayyip Erdoğan'dan nefret edenlere yâr olmam, çünkü ben Tayyip Erdoğan'ı seviyorum.

     

    2. AK Parti'li değilim, ama “AKP”ye vurmak için fırsat kollayanlardan hiç değilim.

     

    3. Başbakan'a ve AK Parti Hükümeti'ne karşı daima adil olmaya çalıştım; iyi bir şey yaptıklarını düşündüğüm zaman hiçbir komplekse kapılmadan tebrik ettim, kötü bir şey yaptıklarını düşündüğüm zaman da hiçbir komplekse (yahut korkuya) kapılmadan tenkit ettim.

     

    4. Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazilerle ilgili kanun bana göre sorunlu bir kanundur. Ahmet Taşgetiren ağabeyin de dediği gibi “AK Parti'nin bu mayınlı alana sürülmemesi lazımdı”. Başbakan ve AK Parti Hükümeti'nin hatalı olduğunu düşünüyorum. Onları bu konuda -ve hatalı olduklarını düşündüğüm başka konularda- elbette tenkit edeceğim.

     

    5. Başkaları “AKP yıpransın” diye tenkit edebilir; ben “AK Parti toparlansın” diye tenkit ederim. Beşinci Raşid Halife olsaydı yine tenkit ederdim. Zaten raşid halifeler tenkidi bizzat kendileri davet ederlerdi.

     

    6. Eski Başbakanlık Sözcüsü, yeni Radikal Yazarı Akif Beki, 27 Mayıs 2009 tarihli ve “Başbakan 'faşizan' tarlasında” başlıklı yazısında dedi ki: “Sonunda bir Başbakan, faşizan anlayışlara meydan okuyor. Büyük hadisedir. Bence Davos çıkışından da büyük... Şimon Peres'e 'One minute!' diye kükremesinden de cesur... Davos'taki duruşuyla ayranımızı kabartmıştı. Ama asıl mesele, lazım geldiğinde kabaran ayranları söndürebilecek miydi? Onu da yaptı. Hem, Filistin'de hak-hukuk tanımadığında İsrail'e kafa tuttu... Hem de gün geldi, ırkçı hezeyanlara karşı İsrailoğulları'nı himayesine aldı…” Tüylerim diken diken oldu bu satırları okurken. Irkçılığın ve faşizmin dibini bulan Siyonist Soykırım Rejimi'ne karşı olmayı “ırkçı hezeyan” gibi görüyor / gösteriyor Akif Beki. Ve ekliyor: “Bir de baktık ki... Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak, CHP'li Onur Öymen'le, Canan Arıtman'la, MHP'li Oktay Vural'la, Tunca Toskay'la aynı safta buluşuvermişler.” Ayıptır! İsrail'e karşı hassasiyet gösterince ve Başbakan'ı da Davos'ta sergilediği hassasiyeti yeniden kuşanmaya çağırınca “faşizan” tarlasında 'ulusalcı' mı oldum? Akif Beki ve benzerleri beni yukarıda mezkûr zevat ile aynı kefeye koymasın diye “Ha İsrail ha yerli sermaye, küreselleşen dünyada böyle ayrımlar anakronik kaçıyor, yaşasın neo-liberalizm” filan mı diyeyim? Neyse ki AK Parti tabanı Akif Beki gibi düşünmüyor.

     

    7. Konuyla ilgili yazılarıma AK Parti tabanından gelen tepkilerin tamamına yakını destek mahiyetinde. Bir-iki kişi hariç, hiç kimse, “AK Parti düşmanlarının değirmenine nasıl su taşırsın? Başbakan'ımızı nasıl hedef alırsın?” filan demedi. Bunu çok önemsiyorum, çünkü niyetimin bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olduğunu anlatamaz hale geldiğimde yazı yazmamın bir anlamı kalmaz.

     

    8. Suriye sınırındaki arazileri mayın temizleme karşılığında kiraya vermeyi iki yıldır ihtiras derecesinde arzu eden, asıl tercihi başından beri bu olan, işi Savunma Bakanlığı vasıtasıyla yaptırmak ve Maliye Bakanlığı'na “hizmet alımı yoluyla mayın temizliği” için ihale açtırmak gibi seçenekleri kanuna kerhen koyan AK Parti Hükümeti'nin ne yapmaya çalıştığı, niye yapmaya çalıştığı, Kürt meselesinin çözümü ve derin devletin tasfiyesi gibi çetrefilli mevzuların orta yerinde her zaman olduğundan daha güçlü olması gerekirken bu 'gizemli' inat uğruna güç kaybetmeyi ne diye göze aldığı, onca tepkiyi durduk yerde üzerine çekerken hangi akla hizmet ettiği, benim için hâlâ merak konusu.

     

    9. Gözümü Suriye sınırından ayırmıyorum. Konuyu takip etmeye devam edeceğim inşaallah.

     

    10. Yeni Şafak'a devam. Asayiş berkemal.

     

    * * *

    Milli Görüş hareketinin duayenlerinden Hazım Oktay Başer vefat etti. Yıllar önce bir hastane odasında kendisiyle şen-şakrak sohbet etmiştik. Ağır hastalığına rağmen koruduğu neşesinden çok etkilenmiştim. Öbür dünyada da neşeli olur inşaallah. Cenab-ı Hakk, Hazım amcaya rahmet eylesin… Yakınlarına Sabr-ı Cemil ihsan eylesin… Amin.

     

    Hakan Albayrak


  2. Bu tartışmanın dışında, aslında ilintili ama farklı bir durumdan bahsetmek istedim. Her zaman deriz ve bunu fırsat buldukça her ortamda dile getiririz: Biz böyle milletiz, şöyle yaparız, bize kimsenin gücü yetmez, iki dakikada yerle bir ederiz (bazı ülkeleri/bölgeleri), hatta daha öte gidelim vurdum mu oturturuz falan vs.

     

    İşte Araplar, Yunanlar, Rumlar, Farslar, Ermeniler daha kim varsa bize düşmandır ve topraklarımızda gözü vardır (zımnen haklılık payı olsada) psikolojisi ve söylemleri de başka bir boyutu tabi bu durumun.

     

    Halbuki Amerika gibi bir ülkede bile, Türkiye diye bir devletin var olduğunu ilk defa duyanlar/öğrenenler var. Keza başka ülkelerde de buna benzer örnekleri görebiliriz.

     

    Hükümet ve mayın konusuna gelince:

     

    Bu adamları (hükümeti) eleştirmek, kızmak, hatta ihanetle suçlamak kişisel bir hak ve tercihtir. Burada her hangi bir sorun yok. Fakat şu hakikatı ve manzarayı da inkar etmemek lazım.

     

    Son elli yılda, kırk yılda hiç gitmediğimiz (devlet başkanı temsilinde) onlarca ülke vardı şu vakte kadar. Hiç bir siyasi, ticari, kültürel ve ekonomik bağlantımızın olmadığı ve olmamasından da rahatsızlık duymayan devlet anlayışımız oluşmuştu neredeyse.

     

    Dışarda artmaya başlayan değerimizi, vizyonumuzu, arabuluculuğumuzu ve aranan bir ülke olduğumuzu kimse görmezden gelemez. Lübnan meselesinde, Halid Meşal'in Ankara'ya gelişinde, Gazze katliamında, Mukteda El Sadr'ın Türkiye'ye davet edilmesinde, BM Geçici Güvenlik Konseyi üyeliğinde, Afrika zirvesinde vs. gördük ve görmeyede devam ediyoruz bu anormal gelişmeyi/iyileşmeyi.

     

    Kendimize korku duvarı oluşturmak, sebebsiz düşman üretmek, güven eksikliği yaşamak, ihanet-peşkeş-hainlik üçgeninde boğulmaktan kurtulmalıyız artık. Çünkü bu hakikaten travma yapıyor bizlerde.

     

    Dışa kapanık, kendinden başkasına güvenmeyen, şanlı bir maziye sahip olduğu halde her an parçalanma paranoyasında yaşayan, içerde ve dışarda suni kavgalar peşinde olan bir ülke olmamalıyız ve bundan sıyrılmalıyız.

     

    Kendi soydaşına, dindaşına, vatandaşına bile tereddütle bakan insanlar olduk/oldurulduk yıllarca. Artık yeni şeyler yapmanın ve söylemenin vakti geldi, geçiyor bile.

     

    Elbette siyasal ve kültürel tercihlerimizi savunacağız, elbette muhalefet olacağız, elbette hükümetin icraatlarını gözleyeceğiz ve denetleyeceğiz, elbette doğruya-yanlışa müdahil olacağız.

     

    Fakat bunları yaparken hepimizin bu ülkeye ait olduğunu ve bu ülkeden başka gidecek bir yerimiz olmadığının da farkında olacağız. Ortak paydalarımızın, şahsi taleplere/öngörülere kurban gitmemesini sağlayacağız.

     

    Nasıl cuntaya, ihtilale, müdahaleye karşıysak, toplumun her kesimini ilgilendiren konularda da aynı tarafta olmaya çalışacağız. Çünkü, bu vicdani ve insani bir sorumluluktur.

    ...

     

    ALİ


  3. AKP Genel Başkanı RTE diyen başlayan bir makalenin/yazının sonrasını ve maksadını anlamak için kahin olmaya gerek yok. Kim kullanıyor bu RTE ibaresini önce buna bakalım?

     

    Bir İlhan Selçuk ve benzerleri, bir de MHP çizgisinde/camiasına yakın olup, aşırılıkta ve söylemde Devlet Bahçeli'yi bile çileden çıkartanlar. Hatta, belki Bahçeli'nin tasfiye ettiği guruplar bile diyebiliriz.

     

    Ha, bir de Başbakan ve eşine Yahudi diyen Ergun Poyraz'ın tayfası. (Hatırlarsınız, Musa'nın çocukları kitabı). Bu sözlerin, jargonların, yakıştırmaların devri geçti ama bunu moda görenler var tabi.

     

    Neyse, vatan ve satmak konusuna gelelim. Hani şair diyor ya:

     

    “Kalkın ey ehl-i vatan dediler kalktık. Bir baktık ki onlar oturmuş biz ayakta kaldık !

     

    Yıllarca elden gitti, geldi, düştü, satıldı, parçalandı, bilmem ne oldu vatana. Abdülhamid Han'ı tahttan al aşağı eden zihniyette böyle konuşuyordu bir asır önce. Fakat her nedense, vatanı ve milleti ağzından düşürmeyenlerden çekiyor bu millet.

     

    Hükümet'in politikalarını dibine kadar, sonuna kadar eleştir, yargıya götür, daha fazlasını yapalım vs. Hükümetin yanlışları yok mu, elbette var. Bunu söylemekle, olayı kutup ve odak hale getirmek başka şey.

     

    Fakat bunu yaparken insaf ve mantıktan uzaklaşmamak gerek. Bu kadar kolay mı? Başbakan'ın vatanı peşkeş çekmesi, satması, bilmem ne yapması?

     

    Kimse resmin şu kısmını görmüyor, ya da görmezden geliyor. Kandil'i BBG evi gibi izliyoruz, SAT-SAS-Özel Kuvvetlerimizle göz kamaştırıcı ve caydırıcı tatbikatlara imza atıyoruz, ordumuzun Avrupa'nın ve dünyanın bilmem kaçıncı güçte ve hareket kabiliyetinde olduğunu göğsümüzü gere gere anlatıyoruz...

     

    Peki, teknik ve askeri olarak bizden çok geride olan Araplar bile mayınlarını temizlerken, bizim ''bu işi biz yapamayız' dememizin anlamı ve amacı nedir sizce?

     

    Alın size mayın, alın size vatan, alın size denklem.

    ...

     

    ALİ


  4. Bu tür haberleri okuduğumda, aklıma (utanarak söyleyeyim) hep Üstad'ın şu sözü gelir:

     

    ''Bunlar tirajları artsın diye, kendi öz kızlarının en mahrem yerlerini magnezyumla fotoğrafını çekip basarlar''

     

    Maalesef öyle olduk, oldurulduk. Maraş'ta, Antep'te müslümanların namusları için toprağa düşenlerden, kendi namuslarının ifşacısı/sergileyicisi kişilere geldik. Ha peçeye el uzatan Fransız, ha kendi mahremiyetine ve değerlerine lanet okuyan fikrin temsilcileri.

     

    Zerre kadar farkı yok; ikiside bize düşman, ikiside bize bilenmiş.


  5. Bu başlığa ve bazı açıklamalara tepkimizi koymuştuk, dile getirmiştik evvelce. Neyse, yeniden polemik yapacak/yaptıracak niyetimiz yok. Zaten yeterince çekiyoruz polemiklerden.

     

    Sadece şunu hatırlatmak istedim. Terbiyesizlik yaptığı iddia edilen Vakit'in, Pazar günü Üstad'la alakalı nasıl bir manşet attığını ve haber yaptığını okudunuz mu, ya da terbiyesizlik yaptı diyen arkadaşlarımız gördü mü acaba?

     

    Vakit'in bulunduğu konum ve üstlendiği görev ''sert ve keskinlikte'' ölçüyü bazen kaçırsada, bizce malumdur ve desteklenmeye mecburdur. Bunuda unutmamak lazım. Eleştiri ve anlamadan/analiz etmeden hüküm vermek çok ama çok farklı şeylerdir. İşte bu konuda sıkıntı yaşıyoruz galiba.


  6. Bu konuya biraz dışardan, birazda başka boyuttan bir mesaj yazdım neredeyse 'Ayasofya düşmanı' ilan edilecektim maazAllah smile.gif Gerçi sonra anlaşılırlık konusunu aştık ve tatsızlık olmadan bitirdik ama, polemiktente sıyrılamadık bir hani.

     

    Şimdi üstteki mesajın daha kapsamlısını ve tepkilisini yazsaydım, Yunus kardeşimle yeni bir savunma-hücum aşamasına geçerdik. Vazgeçtim ve belki başkaları yazar benim düşündüklerimi dedim.

     

    Evet, yazılmış ve tam anlamınıda bulmuş doğrusu. Sırf görüntüye aldansak bile, bu mektup yoldan geri döner. Kaldı ki Başbakan'a ulaşmayı, Başbakan'ın okumasını.

     

    Bu mektubun, Başbakan'a ulaştığını düşünsek bile; kendini Üstad'ın yolundan giden bir talebe olarak tanımlayan birisinin, hem Üstad'ı, hem de mektubun yazılma sebebi olan Ayasofya'yı çok zor durumda bırakacağından şüphemiz olmaz sanırım.

     

    Lütfen bana kız, bağır, eleştir Yunus kardeşim. Ben bir kardeşin/abin olarak bunu söylemeyi senin ve benim açımdan borç bilirim. Yani, esas söylemezsem kötülük yapmış olurdum sana ve bana.

     

    Yinede: Niyet ve azim yönünden tebrik ve takdir ederim/ettim seni.


  7. Cumhurbaşkanı'na dokunan yargıcın dokunulmazlığı

    Anayasa'nın açık hükmüne rağmen bir yargıç Cumhurbaşkanlığı makamına yargı yolunu açıyor. Kısa yoldan Cumhurbaşkanı'na dokunmuş oluyor. Attığı en küçük imzaya kadar bütün kararlarında "sorumsuz" olan Cumhurbaşkanı güya "dokunulur" hale geliyor. Gerçek durum böyle mi?

    Eldeki delillere, ifadelere ve duruşmalar boyunca yargıçların oluşan kanaatlerine göre verilen bir yargı kararı değil Sincan Ağır Ceza yargıcının verdiği karar. Yargıç kendince Anayasa'nın 105'inci maddesini yok sayıyor ve açık hükme rağmen "cumhurbaşkanı yargılanabilir" şeklinde bir şahsi rey ihsas etmiş oluyor. Bu kararın arkasındaki niyet de sorgulanmalı. Cumhurbaşkanı, milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle –kendisinin yargılanma talebine rağmen- isnad edilen suçtan yargılanamadı; ama suçu bireysel değil, parti yetkili mercilerine isnad edilen bir suçtu ve kendisiyle aynı durumda bulunanların tamamı suçsuz bulundu. Bu davanın bir uzantısı olan tazminat davasından da ayrıca "şahsi sorumluluğu olmadığı gerekçesiyle" beraat etti. Hakim, bütün bunları bilmesine rağmen, olmayan bir kapıyı önce ihdas etmeye, sonra da açmaya zorluyorsa ortada başka bir şey var demektir. Yargıcın çiğnediği daha genel bir hüküm var: "Yargıçlar kararlarıyla konuşur". Kararı veren yargıcın, Habertürk'te canlı yayında kararını savunmaya girişmesi, çiğnenen prensibin sadece bir Anayasa hükmünden ibaret olmadığını anlatıyor.

     

    Durumun vahametini tersinden gösterelim.

     

    Yaptığı işi monoton ve tüketici bulan bir yargıcı göz önüne getirin. Yaşı ilerledikçe yanlış bir meslek seçtiğine daha fazla inanıyor. Bir dans yıldızı veya bir tiyatrocu olmayı hayal ettiği gençlik yıllarını, sabahları koyun sürülerinin evinin önünden geçtiği taşra kasabalarında geçirmiş. Hayaller tükenmiş; ama hâlâ yargıcın yüreğinde bir umut var. Bir yolunu bulup bu sıkıcı hayattan sıyrılabilir, toplumun ilgi ve hayranlıkla izlediği bir yıldız olabilir. Mahkemenin kaleminde görev alan bir kâtip ve hizmetli yerine büyük sayılara hükmedebilir. En önemlisi kendisine artık saygı bile göstermeyen eşinin ve çocuklarının gözünde yeniden önemli biri olabilir. Vicdanları dışında hiçbir merciye ve arzuya boyun eğmeyen yargıçları tenzih ederek soralım: Yaptığı işin monotonluğuna rağmen bir yıldız olma hayalinden vazgeçmeyen, üstelik işine de saygısı olmayan bir yargıç pekala mümkün olabilir, öyle değil mi? Politikada yıldız olmayı kafasına koyan bir yargıçtan söz ediyoruz. Karşınıza mesleğinin şeref ve itibarını ikbal arayışları için harcayacak bir yargıç portresi çıkmıyor mu?

     

    Bir hukuk sistemini, toplumun hak ve adalet duygusunu, yargı sistemine olan güveni siyasî ikbal peşinde koşan bu yargıca karşı nasıl korursunuz? Böyle bir yargıcın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve halkını şahsında temsil eden Cumhurbaşkanı'nı dünya aleme rezil etmeye kalkmasını, dolayısıyla ülkenizin şeref ve haysiyeti ile oynamasını nasıl engellersiniz? Önümüzde iki yol var. Birincisi Cumhurbaşkanlığı makamını, bu tür keyfi tasallutlardan azade tutmak ve böylece bu makamın izzetini ve şerefini korumak için cumhurbaşkanının şahsını dokunulmazlık zırhı ile donatmak. Bu koruma zırhını Anayasa hükmü haline getirerek herkesin gözünün içine sokmak. Peki Anayasa'ya bu zırhı yerleştirdikten sonra, ikbal peşindeki bir yargıç yine de bu zırhı delmeye alenen teşebbüs ediyorsa?

     

    O zaman yargıya, Anayasa hükmünü alenen çiğneyerek yargıya olan güveni sarsan bu suistimalin hesabını sormak düşüyor. Bir vatandaş olarak cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda bulunuyorum. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın şahsında Türk devletinin ve anayasal kurumlarının uluslararası alanda itibarına zarar veren bu yargıcın, TCK'nın 302-308 maddeleri arasındaki suçlardan yargılanabilmesi için "yargıç dokunulmazlığının kaldırılmasını" talep ediyorum. Devletin bütün kurumlarını –bu arada yargıyı da- tek başına şahsında temsil eden cumhurbaşkanının dokunulmazlığı yoksa bir yargıcın nasıl olabilir?

     

    Mümtaz'er TÜRKÖNE

    21.05.2009-Zaman


  8. Sen oralara kadar nasıl geldin, ne mücadeleler verdin ve geceli-gündüzlü ne emekler harcadın Gökhan kardeşimiz yerine; neden Üstad'ın adını zikretmedin, ondan bahsetmedin demek biraz haksızlık olur kanımca.

     

    Yani, en azından Gökhan kardeşimizin geldiği ve daha da ilerleyeceği noktaya. Heyecandır, tecrübesizliktir, unutkanlıktır vs.

     

    Durma ve yorulma Gökhan kardaşım. Başladın ve sonuna kadar sürdür bu yarışı. Mevlam yar ve yardımcın olsun.


  9. Devletin dini İslam'dır ibaresi, 1924 Anayasa'sından çıkarılmamış mıydı? Yani iktidarın, Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın kim olduğu bilinen yıllar. Neyse bunun sebepleri üzerine değil, sonuçları üzerine kafa yormak lazım.

     

    Atatürk'ü koruma kanunu var yahu? Kimden koruyorlar Gazi'yi? Milletten mi !?

     

    Evet, Hacegan kardeşimin ve benimde her zaman zikrettiğim mesele; şahıslar odaklı/merkezli olmuyor bu işler? Yani o bunu yaptı, şu bunu yaptı gibi. Mesele iyi ve kötü olanları bilmek, görmek ve ona göre durum kontrolü yapmaktır. İlerisi için, ülkemizin daha güzel yerlere gelmesi için bu şarttır.

     

    Yoksa resmi olan tarihte, resmi olmayan tarihte biliyor manzarayı. Birisi arka plandan veriyor görüntüyü, birisi ön cepheden. Esas sorun; ikisinin ortasında kalmaktır her halde. Tabi ön cepheden bakmaya devam edeceğiz, ondan şüphemiz yok.

     

    Arkada kalanların Allah yardımcısı olsun.


  10. Buyur yeniçeri38 nikli kardeşim, pür dikkat seni dinliyorum. Çünkü bir çağrı ve uyarı yapmışsın kendince. Bana da dinlemek ve cevap vermek düşer.

     

    Ben anlatım özürlü, ya da kelime oyunları yapan bir sahtekara mı benziyorum Allah aşkına? Kurban olduğum Allah (c.c) sizi bana sayıyla ya da sabır taşını test amacıyla mı nasip etti yoksa?

     

    Bak kardeşim, birilerine ve birilerinin sözlerine/düşüncelerine taraf olabilirsin. Bu sizin en doğal hakkınız ve tercihinizdir. Buna bir şey demiyorum. Dediğim çok başka bir şey.

     

    Sen demişsin ki:

     

    Yok sözün altında neler neler arıyormuşum da, yok gönüldaşları forumdan soğutuyormuşum da, sohbetin tadını kaçırıyormuşum vs. vs. Kendinize gelin, sadece ve sadece kendinize gelin diyorum. Benim gelmem gerekse, ben kendime geleyim. Ya ne okuduğunuzu bilmiyorsunuz, ya da neyi konuştuğunuzu? Bu sitede beni, sen ve senin gibilerin kullandığı sözlerle itham eden/ilişkilendiren bir Allah'ın kulu daha çıkmamıştı bu vakte kadar? Eleştirenler, kızanlar elbette oldu. Fakat bu tartışmanın düzeyinde ve niyetinde değil.

     

    Şimdi kalmış ilkesizliği ve hakareti savunup, beni zan altında bırakıyorsunuz?

     

    Söyledim, yine söyleyeyim: Mizansen olarak yazdığım ve yazarken de hiç bir ciddiyetsizlik niyeti taşımadığım/taşıyamayacağım dörtlükten dolayı, benim ahlak ve davayı feda edebilecek birisi olduğumu söyleyen insana gösterdiğim tepki çok hafif ve haklı olmuştur.

     

    Siz kimsiniz dedim, evet bu soruyu sordum.

     

    İnsanların dava ve ahlak anlayışlarını ölçülendirecek kadar yüce şahsiyetler mi? Dava ve ahlak gibi kavramları, bu kadar ucuz bir tartışmanın içine çekecek kadar yörüngesiz? Aynı davaya inandığınız arkadaşların olduğu bir mekanda, yazdıkları ve ifade ettikleri ayan beyan ortada olan birine hakereti meşru gösterecek kadar tutarsız mısınız diye sıraladım/demeye çalıştım?

     

    Kimsenin şahsını rencide edecek bir beyanatım olmadı ve olmazda. Ben, fikirsel anlamda eleştirir ve tespitlerimi sunarım buradaki arkadaşlara. Öyle, kahramanlık yapma adına ulvi kavramlar üzerinden polemik falan yapacak adam da değilim onu belirteyim.

     

    Hadi beni geçtik; ben ölçüyü kaçırdım ve haksızca karşılık verdim fikirçilesi nikli arkadaşınızın yazdıklarına. Peki ya NFK-Fan kardeşimizin dediklerini/tepkisini niye görmezden geliyorsunuz? Oradaki yazılanları okusanız bile, meselenin ne olduğu ve ne olmadığını idrak edeceksiniz? O cevap bile, yeterli ve nihaidir.

     

    Karşılık ta veririm, tepki de gösteririm. Bundan hiç geri durmam. Hatta olayı kişileştirmeden, daha sert bir tartışma zeminine de çekerim. İnsanların dava ve ahlak anlayışını lekeleyenler olduğu müddetçe. Yazdıklarının eleştiri değil; çamur atmak ve hakaret etmek olduğunu anlamayanlar olduğu sürece.

     

    Hala kalkmış Ayasofya için mektup kampanyasından uzantılı polemiklerini, buradaki konuyla iliştirip, kendince taraf oluyor ve beni de hedef gösteriyorsun yeniçeri38 nikli kardeşim. Oldu mu şimdi bu?

     

    Burada, yani bu sitede kimin ne olduğu ve ne yazdığı bellidir, herkeste bunu biliyor ve ona göre muamele ediyor. Onun için, fazla söze gerek yok. Fazlası başta bize, sonrada bu siteye yakışmaz.

     

    Ben, ikinci mesajımda dilediğim helalliği ve özrü yineleyeyim: Böyle bir tartışmaya dahil olduğum/edildiğim ve kullandığım ölçüsüz üsluptan dolayı herkesten helallik ve özür dilerim.


  11. İnk.Kitaplarında İstiklal Mahkemelerinin masum gözükmesine dayanamıyorum

    Acı tarafı ise onların istediği sekilde cevap vermezseniz dersten kalıyorsunuz..

     

    Esas acı taraf, acınası taraf olandır kardeşim. Biz de çok üzüldük, ah dedik, diş sıktık, kızdık. Hatta bazen daha ileri gidip ''siz hakiki tarih anlatmıyorsunuz, bu işin aslı böyle değildir'' diye çıkışlar, patırtılar yaptık..

     

    İşte o acınası tarafa, doğru ve ilmi bir duruşla karşılık verebilirsiniz. Okuyun, araştırın, kendinizi geliştirin, örgütlenin, organize olun, aynı ideal için mücadele edin. Tarih bir hakikatler süreciyse, bu süreci hakiki konuşanlar/hakiki duranlar yazacak ve yazmayada devam edecektir.


  12. Hıyanet-i Vataniye ve İstiklal Mahkemesi demişken, bir kitaptaki hatırat geldi aklıma. Elazığ'da kurulan sözde bağımsızlık mahkemesinde, bir Erzurum mebusu yargılanıyormuş. Karar beraat olmuş ve bir diyeceğin var mı diye sormuşlar mebusa?

     

    Oda talihsiz ve tarihsiz yüreklere saplanan hançer gibi şu cevabı vermiş:

     

    Bu mahkeme çok namuslu adamı asmıştır. Bizde bir namussuzluk mu gördünüz ki, asmak yerine beraat verdiniz (!)


  13. Amerika'da, Avrupa'da okullara girip onlarca insanı öldürenlerin töresi nedir, bunu çok merak ediyorum !? Ya da fazla uzağa gitmeyelim; yani kendi ülkemizden bakalım isterseniz.

     

    Kız arkadaşının (Münevver) başını gövdesinden ayıran, 2-3 tane yabancı dil bilen genç hangi töreye tabidir bilmek istiyorum !? Hukuk Fakültesi öğrencisi bir genç kızın, annesini hunharca öldürmesinin aşiret/ağalık gibi kavramlarla izahı nasıldır acaba !?

     

    Hadi Güneydoğu'da töre var diyelim. Bu örnekleri nasıl açıklayacağız o zaman? Bunların (malum ve arsız zihniyetin) amacı başka, nedir o? Meseleyi ne yapıp, ne edip İslamiyete, İslami normlara ve dini unsurlara dayandıracaklar. Yani, işte bunlar din yüzünden/dini baskıdan dolayı oluyor falan. Hem o bölgenin dinle/dini yaşamla bağını gevşetmeye çalışacaksın/ız, hem de o bölgede yaşanan bu katliamlara/insanlık dışı olaylara hümanist yaklaştığınızı beyan edecekseniz.

     

    Aklıma, Üstad'ın Son devrin din mazlumları kitabından bir pasaj geldi. Kısaltarak yazayım: Doğu'da yaşanan bu facianın (Dersim olayları) sebebi asayişsizlik ve itaatsizlik değil, Doğu'nun sulandırılmak istenen İslami rengidir.

     

    İşte bunların çağdaşlaşmasının/uluslaşmasının acı meyvaları. Halka olmadık şeyleri yap, kanaat önderlerini as/sür, bununla birlikte ağalar/eşkiyalar/bölücü mihraklar çıkar piyasaya.

     

    Alın size denklem, alın size paradoks. Bunların yaşanmasında bizlerinde dolaylı yönden suçu olduğu kanısındayım. Yani, iğne batırmak olayı. Allah rahmetiyle muamele eylesin hepsine. Mekanları cennet olsun.


  14. Bu konunun açılması davaya ve dava ahlakına karşı yapılmış bir ihanet olarak asla değerlendirilemez. Bir göndermenin ve bu gönderme etrafındaki mizahi bir muhabbetin insanların dava ahlaksızlıklarını gösterdiğini söylemek, muhattaplarınıza karşı yaptığınız korkunç bir terbiyesizliktir. Bu başlıktaki eleştirileriniz, karşınızdakini ciddiyete davet ederek uyarmaktan ileriye geçmemeli. En azından bu şekilde başlamalı... Neticede bu söz ne bir hadis, ne de bir ayet. Üstad'la ilgili bir sitede, Üstad etrafında halkalanmış şahıslara gönderme yapmak amacını taşıyan bir espri bu. Yazdığı yüzlerce mesajla kendini belli etmiş insanları farklı yönlerden eleştirebilirsiniz, kendileriyle polemiğe de girebilirsiniz fakat böyle alakasız bir meseleden hareketle insanların dava ahlaklarını yok saydığınızı söylemek haddinizi aştığınızı gösterir. Ciddiyetsizliğin konuyu kaldırmayı gerektirecek bir noktaya ulaştığına bizi ikna eden bir mesaj gelseydi, konuyu zaten silerdik.

     

    Benim öfkemin ve kullandığım üslubunda (buda benim eksiğim oldu) sebebinin bunlar olduğunu zaten izah ettim. Burası lunapark değil, ya da ilkokul sıraları. Sen kalk, bir mizahi durumu ahlak ve dava anlayışıyla bağdaştır.

     

    Bunun mantığı, iyi niyeti, eleştiri amacı olmaz/olamazda. Bu kadar basit ve ucuz mudur dava ve ahlak anlayışımız? Üstelik şu ana kadar, hep sınırlarımı bilmeme rağmen, böyle bir yakıştırmaya maruz kaldım. Yazdıklarım, dile getirdiklerim, çizgilerim/iz, hassasiyetlerim/iz zaten ortada.

     

    Senin de belirttiğin gibi, yakışıksız/ahlaksız/davasız bir mesaj yazsaydım zaten silinirdi ve silinmeside gerekirdi.

     

    Neyse, ben kullanmak zorunda kaldığım üslubumdan ve birazda aşırı tepkimden dolayı özür dilerim. Şahsım adına helallik diler, bu lüzumsuz tartışmanın benim açımdan bittiğini belirteyim.

     

    İlaveten: Madem rahatsız oldun ve hoşuna gitmedi; o zaman nerede durduğunu, duracağını ve kime, neden ve neyi yazacağını iyi bil Onur1. Sende bilirsin ki: söz uçar, yazı kalır.


  15. Yazılarınızı, fikirlerinizi, şiirlerinizi ilgiyle okuyorum ve mütevazi cevaplarınız beni mestediyor.

    Yazdıklarınızı karalama diye adlandırıyorsunuz. Sizin karalama dedikleriniz boş sayfalara mana katıyor. Biz ise toplum olarak içi mana dolu karalanmış sayfalara boş gözlerle bakıyoruz... Ne acı...

    Allah siz ve sizin gibi insanlardan razı olsun.

    Saygılar... (Onur1)

     

     

    Maske ve düşmekten kasıt nedir, bilmiyorum ama? Bu sitedeki bazılarının hem varlık, hemde fikir olarak duruş sorunu var sanırım. Bana, yukardaki övgüleri kullanmış bir arkadaşımızın, başka birisine yazdığım cevaptan sonra maske ve düşmekle alakalı atak/teşebbüste bulunması da manidardır.

     

    Şimdi size soruyorum:

     

    Siz kimsiniz, nesiniz, neyi amaçlıyorsunuz, burada davadan ve ahlaktan dem vurup, neden bu iki unsurun dışına çıkmakta ısrar ediyorsunuz? Kendinizi burada farklı mı konumlandırmak istiyorsunuz? Yani ''sanal kahraman'' olmak falan mı istiyorsunuz?

     

    Kafanızı kaldırın biraz, Allah aşkına bre kardeşim? Polemikçilik, felsefecilik, büyük doğuculuk, ahlakçılık, dava adamcılık oynama/görünme gibi bir derdiniz mi var sizin?

     

    Yani, burası n-f-k.com olabilir. Fakat ne siz Üstad'sınız, ne de beyanlarınız? Hamaset nutukları atarak, bir amigo edasında ve ağır dava adamıyız türünden yorumlar yapmaktan vazgeçin.

     

    Bırakın yaftalamayı, hiç tanımadığınız kişiler hakkında çirkin ifadeler kullanmayı.

     

    Ne başınız göğe erer, ne de onur madalyası takarlar size? İkide bir çıkıp dost beni bahçede türünden çıkışlarla gereksiz ve alakasız sözler sarfetmeyin?

     

    Dava, ahlak, nizam adına bildiğiniz ve sahip olduğunuz ne varsa; onun adamlığını ve gerektirdiğini yapın.

     

    İki mesajdır kendi formatımın dışına çıktım, hazetmediğim bir üslupta yazdım, hatta birazda öteye gittim. Hiç yapmadığım (istisnalar hariç) şeylerdi bunlar. Çünkü müslüman bildiğim, insan bildiğim, adam bildiğim kişiler hakkında su-i zan yapmadım, itham etmedim bu vakte kadar.

     

    Lakin, Allah'tan korkmak lazım. Elde etmeye çalıştığımız dava ve ahlak anlayışını böyle bir konuya dahil ederseniz, sert ve belkide yakışıksız tartışmalar yaşıyoruz nihayetinde.


  16. Gerçi, evvelden de girmiş (malum konuya) ve pek çoğunda sportif üstünlüğümüzü sağlamıştık/göstermiştik Fenerbağ- bahçe- emlak işleri takımının sempatizanlarına.

     

    Öyle değil mi Hasip kardeşim, sende şahitsin smile.gif

     

    İşte başta Ü.Y kardeşim olmak üzere, diğer arkadaşları kastediyorum.

     

    Olmuyor ve uzun sürede olmayacak gibi bu hasretin sona erişi. Galiba, bu kupaya ayrı bir transfer ve oyun anlayışı şart oldu. Ya da psikolojik, mental ve fizik durumunda başka başka şeyler.

     

    Evet, mizah gibi mizah olmuş başlık ve resim. Aşırıya kaçma yok, tahrik yok, hakaret yok.

     

    Ben de üç beş söz edip, bitireyim:

     

    Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

    Paran var, pulun var, stadın ve tesislerin var;

    Fakat hala çim üstü sürünmektesin,

    Ayağa kalkta, havalan kanarya.

     

     

    Muhabbetle ve eyvallah.


  17. Hadise'ye uzak kalmayalım bari; yani hadise dedikse, mevzudan ibaret. Başka bir şey değil. Gerçek Hayat'ın (al sana İslami dergi) son sayısında bu konuya değinilmiş. Hem kapak yapmışlar, kapak derken Hadise'yi değil, konuyu kastettim. Yani buda başka bir şey değil. Hem de dosya hazırlamışlar. (Ümmühan Atak ablamız)

     

    Muhafazakarların iktidarda olduğundan tutunda, TRT'nin açılım/saçılımlarına kadar ince, sahici ve müspet analizler yapılmış. Madem bir hadise var, hadise çıkarmak lazım değil mi?

     

    Konuya dönersek (şimdiye kadar yandaş dergicilik yaptım, affola) eğer; vizyon, misyon, çağı yakalama, hatta çağın üstüne çıkma tartışmalarının sıkça ve çokca yapıldığı bu ülkede, Hadise olayıda münferit adledilecek ve oldu canım bir kere türünden es geçilerek, hastalıklarımızın üstüne hastalık olacaktır.

     

    Uzmanı var, ilahiyatçısı var, bakanı var, yetkili ve etkilisi var. Diyebileceğim tek şey, Uğur Işılak yorumuyla dinleyenlere gelsin:

     

    Biz ne bilek beyim, böyükler bilir !


  18. - İnsanları yığınlaştırıp köleleştiren komünizm, insani bir özellik taşımayan kapitalizm ve ikisinin genel çerçeveleri olmaktan başka bir şey olmayan sosyalizm ve liberalizm çağımızın karanlığı, zulmüdürler.

     

    - Nazizm, kapitalizm, komünizm insanlığa mutluluk değil, felaket getirdiler. Çağımızda denenmedik şimdi tek yol kaldı. Eskiden denenmişti ve deneyen insanlık bölümü iki dünya mutluluğuna ermişti.

     

    Sezai Karakoç


  19. Para'yı, Ahmet Yenilmez abinin oyununda izledim. Oyundan sonra ''bulgur bulgur'' terliyordu Ahmet abi, o denli bir performans gösterdi anlayacağınız.

     

    Şimdide Parmaksız Salih ilişti gözüme, afişlerini gördüm. Bir gençlik merkezinin tiyatrocuları oynayacakmış. Bakalım hakkını verecekler mi? Yoksa sadece eser sahibi üzerinden bir reklam mı olacak?


  20. Ne ahmak, ne de haksızsın Yunus kardeşim. Mesele başka bir şey burada, yani hak-haksızlık gibi bir ayrım değil. Senin niyetinden, teşebbüsünden ve gayretinden şüphemiz yok. Nasıl olabilir ki?

     

    Burada mükemmel insanda yok, mükemmel müslümanda. Bunu iddia eden de yoktur sanırım. Herkes fikrini, eleştirisini, tespitini, önerisini sunar ve söyler. Bu, birilerine üstünlük sağlama aracı ve amacı olmaz, olamaz.

     

    Benim bu konuya yazdığım (aynı düşüncedeki diğer arkadaşların yazılarınıda) ilk mesajı tekrar okursan, sanırım biraz daha anlaşılır olacak tartışma. Orada bir karşı duruş, tipik ve klasik bir muhalefet ya da konuyu açılma sebebinin dışına çıkarmak gibi ''hezeyan'' yok.

     

    Diğerlerini yazmanın sebebini zaten izah ettim. Olayı, kişiler üzerinden konuşmamak ve kişileri itham etmemek lazım.

     

    İşte bütün mesele bu; başıda bu, sonuda bu. Kendini suçlayacak ya da yanlış yaptım hissine kapılacağın bir durum yok.

     

    Eyvallah.

×
×
  • Create New...