Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. 'Tam ve gerçek anlamda entegrasyon'

     

    Türkiye ve Suriye'nin karşılıklı olarak vize uygulamasını kaldırması, "iki ülke" arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanması ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in bu münasebetle yaptığı konuşmada bölge ülkelerini Suriye-Türkiye örneğini takip ederek safları sıklaştırmaya çağırması ile ilgili yazımı, "Bu, 'Çırağan Ruhu'dur" diye bitirmiştim…

     

    Kaldığımız yerden devam edelim:

     

    "Bölgesel sorunların bölge ülkeleri tarafından çözülmesi gerektiğini, aksi takdirde yabancı ülkelerin müdahalelerinin kaçınılmaz olacağını" savunan Türkiye, Irak'a komşu ülkelerin dışişleri bakanlarını 23 Ocak 2003 günü Çırağan Sarayı'nda topladığında, anlı-şanlı "siyasi gözlemciler"in neredeyse hepsi "Bu işten bir şey çıkmaz" havasındaydılar.

     

    Ama çıktı işte.

     

    Çıktı, çıkıyor ve çıkmaya devam edecek inşaallah.

     

    Dönemin Başbakanı Abdullah Gül ve bilhassa Ahmet Davutoğlu hocamızın gayretleriyle düzenlenen Çırağan toplantısının gündemi Irak meselesinden ibaret değildi; sonuç bildirgesinde Irak krizinin barışçı yollardan çözümünün hedeflendiği belirtildikten sonra, "Bu süreç, ayrıca, bölgemizdeki sorunların çözümüne ve herkes için barış, güvenlik ve gönencin sağlanmasına kadar devam edecektir" deniliyordu.

     

    Davutoğlu, toplantıdan sonra verdiği demeçlerde, metne kendisinin koydurduğundan emin olduğum "herkes için barış, güvenlik ve gönencin sağlanmasına kadar devam" ifadesinin altını çizerek, bu girişimin 'stratejik derinliğini' kavramakta güçlük çekenlere yardımcı olmaya çalışmıştı.

     

    'Açılımlar Ülkesi Türkiye'yi ve Ortadoğu'da esmeye başlayan 'yeniden yapılanma' rüzgârını iyi okumak için, okumaya o günlerden başlamak lazım.

     

    Hatta, Davutoğlu'nun, ilk baskısı 2001 yılında yapılan "Stratejik Derinlik" adlı kitabından başlamak lazım.

     

    Türkiye'nin bugünkü Ortadoğu (ve Kafkasya, Balkan, Afrika…) politikalarının temelinde bu kitaptaki tezler yatıyor; Davutoğlu'nu öteden beri takip edenlerin çok iyi bildiği gibi, ABD'nin "Büyük Ortadoğu Projesi"nden çok önce şekillenen tezler.

     

    Kim ne derse desin, Türkiye Ortadoğu'da KENDİ PROJESİNİ uyguluyor ve KENDİ İRADESİYLE hareket ediyor.

     

    (Aynı şey "Demokratik Açılım" ve "Ermeni Açılımı" için de geçerli.)

     

    Uluslararası konjonktürün şu veya bu etkisi -yahut uluslararası konjonktürle şu veya bu 'örtüşme'- bu gerçeği değiştirmez.

     

    Şahit olduğumuz gelişmeler, Türkiye'nin inisiyatifiyle başlayan Çırağan Süreci'nin devamıdır.

     

    Başladığı gün bittiği zannedilen Çırağan Süreci devam ediyor, evet.

     

    Türkiye ile Suriye arasında vize uygulamasının kalkması ve Türkiye'nin hem Irak hem de Suriye ile "Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği"ne gitmesi gibi muazzam ivmeler kazanarak devam ediyor...

     

    İnanılmaz bir süratle devam ediyor…

     

    Geçen hafta, Suriye ile entegrasyon yolunda atılan tarihî adımların ilan edilmesinin üzerinden 24 saat bile geçmeden, Türkiye-Irak Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Toplantısı ('ortak hükümet antrenmanı') yapıldı.

     

    Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Bu, ikili ilişkilerimiz bağlamında önemli bir dönüm noktası olduğu gibi bölgemizde de yepyeni bir model ortaklık anlayışının ilk örneğini oluşturmaktadır… Hedefimiz, ülkelerimiz arasında tam ve gerçek anlamda en kapsamlı şekilde ekonomik entegrasyonun sağlanmasıdır. Bundan sonra gerçekleştireceğimiz projelerle Basra ve Edirne birbirine bağlanacaktır. Bağdat ile İstanbul'un kaderleri ortak olacaktır. Sınır boylarımızda iki kardeş halk, geleceklerini birlikte şekillendireceklerdir… Aynı mekanizmayı Suriye ile de kuracağız…" müjdesini verdi.

     

    Çırağan Sarayı'nda (yine Çırağan) düzenlenen toplantıda, ilişkileri bir süredir fevkalade gergin olan Irak ve Suriye'nin dışişleri bakanları bir araya getirilerek, bu iki devlet arasındaki sorunların medeni bir şekilde çözülmesi için gerekli vasatın oluştuğu müjdesi de verildi.

     

    Dahası, Türkiye-Irak ve Türkiye-Suriye stratejik işbirliğinin ötesine geçip Türkiye-Irak-Suriye stratejik işbirliğini sağlayacak üçlü bir mekanizmanın kurulması konusunda zihin jimnastiği yapıldı.

     

    Suriyeli üstadımız Cevdet Said'in kulakları çınlasın…

     

    Bir makalesinde şöyle diyordu, bundan 10 sene evvel:

     

    "Ben Arapların ve bütün Müslümanların da zorlama olmaksızın Avrupa Birliği benzeri bir birlik oluşturabilmelerini bütün kalbimle temenni ediyorum… Çoğumuz Avrupa Birliği'ni tev'il etmekten (okumaktan) aciziz. Ortak çıkarlar üzerinde ittifak ettiklerini söyleyerek Avrupalıları eleştiriyor ve küçümsüyoruz. Çıkarlar üzerinde anlaşmak ayıp mıdır? Keşke Araplar ve bütün Müslümanlar da ortak çıkarlar üzerinde anlaşabilseler ve zillet ve meskenetten kurtulabilselerdi." (El-Mecelle, Sayı 1084)

     

    Zillet ve meskenetten kurtulmak için ilk adımlar nihayet atılmış bulunuyor.

     

    Tünelin ucunda ışık göründü arkadaşlar.

     

    Bayramınız mübarek olsun.

     

    Hakan Albayrak


  2. Türkiye-Suriye eksenindeki muhteşem gelişmeler

     

    Hicaz Demiryolu'nun –Mekke bağlantısı da tamamlanarak- yeniden faaliyete geçmesi için Türkiye, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan hükümetleri arasında mutabakata varıldığına ilişkin gazete haberlerini okurken, "Vize uygulamaları kalksa da pasaportumuzu kaptığımız gibi trene atlayıp bu coğrafyayı rahat rahat gezebilsek, Müslüman halklar birbirlerini çatkapı ziyaret edebilseler" diye bir yazı yazayım demiştim.

     

    O yazıyı yazmama fırsat kalmadan bu yöndeki ilk adım atıldı; Türkiye ve Suriye karşılıklı olarak vizeyi kaldırdı.

     

    Üstelik, ortak bakanlar kurulu toplantıları düzenlenmesini (bir nevi koalisyon hükümeti kurulmasını) öngören Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşması da imzalandı "iki ülke" arasında.

     

    "İki ülke"yi tırnak içine alıyorum, çünkü Türkiye ve Suriye derken aslında tek ülkeden bahsediyoruz.

     

    Aradaki saçma sapan sınırı biz çizmedik; fitne olsun diye Frenkler çizdiler.

     

    Vize uygulamasına son verme kararı, bu fitneyi aşma yolunda bir kilometre taşıdır.

     

    Yakın bir gelecekte pasaport ve hatta nüfus kâğıdı ibraz etme mecburiyeti de kalkacak, tamamen serbest dolaşım uygulamasına geçilecektir inşaallah.

     

    "O kadar da değil!" demeyin…

     

    10 sene evvel "Türkiye ile Suriye arasında vize kalkabilir" diye yazsaydım, bundan daha 'inanılmaz' bir 'öngörü'de bulunmuş olurdum.

     

    Türkiye'nin Suriye öncelikli Ortadoğu açılımı sayesinde şartlar radikal bir şekilde değişti.

     

    10 sene evvel, Türkiye'yi ziyaret eden ve yahut Türkiye'den ziyaretçi kabul eden bir Suriyeli, "Muhaberat" tarafından günlerce sorgulanırdı.

     

    Bugün ise, Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, "Şam'dan Halep'e gider gibi Türkiye'ye" ve "İstanbul'dan Ankara'ya gider gibi Suriye'ye" gidilebileceğini müjdeliyor.

     

    Ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, "yüzyıllardır aynı kültürü paylaşan insanlar"ın yabancı güçler tarafından "bölündüğü"nü belirterek, "bölgenin bütünlüğü içinde ilişkileri güzelleştirme"nin ve "bölgeyi yeniden inşa etme"nin gereğine işaret ediyor.

     

    Dikkat buyurun; bölünmeden şikâyet ediyor, "bölgenin bütünlüğü"nü vazediyor, açıkça 'entegrasyon' mesajı veriyor…

     

    Diyor ki:

     

    "Suriye ve Türkiye arasındaki ilişkiler fevkalade gelişti. Bu bizi çok mutlu ediyor… Biz aslında yeni bir şey yapmıyoruz; her şeyi aslına –ihya edilmesi gereken eski haline- döndürüyoruz… Geçmiş dönemlerde birçok hatayı üst üste bina ettik... Yüzyıllardır aynı kültürü paylaşan insanlar, yabancı güçlerin oyunlarına alet olarak, bölündü. Bu yabancı güçleri eleştirmek kolaydır. Asıl hatayı kendimizde aramalıyız. Çatışma ortamında ortak çıkarlarımızı göremedik. Topraklarımızın işgal edilmesi ve bölgede insan haklarının çiğnenmesinin sebebi sadece sömürgeci güçler değildi. Bizim hatalarımız da vardı. Aramızdaki sorunların çözümünü uluslararası güçlere havale ettik, onların aleti olduk… Bölge ülkeleri kendi sorunlarını kendi aralarında çözmeli... Şimdi, bölgeyi yeniden inşa etmek için harekete geçmiş bulunuyoruz… Irk ve din ayrımı gözetmeksizin bölgenin bütünlüğü içinde ilişkileri güzelleştirmeye çalışmalıyız. Buna Türkiye ve Suriye olarak başladık. Başka bir yol yok."

     

    Bu, 'Çırağan Ruhu'dur.

     

    * * *

    Pazartesi günü 'Çırağan Ruhu'nu konuşalım…

     

    Hayırlı bayramlar.

     

    Hakan Albayrak


  3. Yücel Ağabey'e veda

    İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn. Mücahit sinemacı Yücel Çakmaklı öldü. Birleşen Yollar, Çile, Zehra, Diriliş, Kızım Ayşe, Oğlum Osman, Memleketim, Bir Adam Yaratmak, 4. Murad, Küçük Ağa, Hacı Arif Bey, Aliş ile Zeynep ve Kuruluş'un yönetmeni…

     

    Bediüzzamanların, Süleyman Hilmi Tunahanların, Necip Fazıl'ların başlattığı ihya hareketini beyazperdeye ve televizyon ekranına taşıyan büyük usta…

     

    Batı kültürünün, yer yer de lâdinî ve hatta din düşmanı bir "ulusal"cılığın hüküm sürdüğü Türk Sineması ve Televizyonu'nu mukaddes değerlerimize ve muazzez medeniyetimize açan fatih...

     

    Ulu çınar…

     

    Benim canım ağabeyim, kahramanım…

     

    Bugün, Fatih Camii'nde, öğle namazından sonra, Yücel Çakmaklı'yı ebediyete uğurluyoruz.

     

    Allah ganî ganî rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

     

    Geride bıraktığı eserler bereketlensin, Allah ecrini arttırsın.

     

    Amin, Yâ Erhamerrahimîn.

    (Hakan Albayrak)

    ...

     

    ALİ


  4. Sevgili büyükdoğu Gönüldaş, yine ve her zamanki gibi meseleyi örtücü tavır sergiliyor. Halbuki bir Büyük Doğu mümini olarak konuyu Ehl-i Sünnet çerçevesinde ele alıp biz şüphe ve korku besleyenleri tatmin etmesi gerekir...

     

    Derinden Gönüldaş'a da Abdülhakim Arvasi Hazretlerine Üstad vasıtası ile sevgi beslemenin yanında Büyük Veli'nin neden Büyük olduğunu öğrenmesini, Veli'yi iyice tanımasını tavsiye ederim. Eğer zamanın İrşad Kutbu'na bir saldırganlık söz konusu ise durum çok vahim.

     

    Tekrar soruyorum, Said Nursi'nin bağlı olduğu irşad zinciri hangisidir?

    Büyük Veli Beyazid-i Bestami Hazretleri Tasavvuf ilminde kendi başına iş yapanlar için Şeyhi olmıyanın şeyhi şeytandır der! Burası çok mühim... Düğüm de burada...

     

    Bu tartışma hakkında ne hüküm verdim, ne kaynak gösterdim, ne yorum yaptım. İnşallah sonra yazacağım diyerek gittim ve yazacağım anı bekledim.

     

    Ali NFK kardeşim de, beni töhmet altında bırakarak meseleyi örtücü bir tavır sergilediğimi ifade etmiş. Yani, ben bu zamana yazdıklarımla konuları hep oldu-bittiye getirmiş oluyorum sana göre. Üzerine alınıp, ismimi yazmaktaki amacını da anlayabilmiş değilim. Etiketçi tipitipleri kasetmiştim amma lakin sen... Neyse..

     

    Bu çok ciddi bir itham ve iddiadır Ali NFK.

     

    Bana ikide bir Abdülhakim Arvasi Hz.lerinden, Üstad'tan dem vurup, sanki ben bu iki zat hakkında yanlış şeyler söylüyor ve düşünüyorum gibi bir intiba uyandırma güzel kardeşim. Her tartışmaya aynı kişi ve aynı kişilerin varlığı üzerinden başka başka şeyler deyip ve bununda buraya yansıtıp söz edilmesi/laf konuşulması cidden ilginç bir durum oluşturmaya başladı.

     

    Bu sanal denilen ortam değiştirmesin ve başkalaştırmasın bizleri. Doğal olalım ve zorlamayla falan ekstra birisi olamayacağımızın farkında olalım biraz. Büyülenmeyelim Ali NFK, büyülenmeyelim güzel kardeşim. Neyse, bu başka bir şey.

     

    İkinci itiraz ve red meselesine gelince: Bu Büyük Doğu mü'minliği de nereden çıktı? Çıkmadık bir bu kalmıştı her halde, buda geldi tam olduk sanırım. Büyük Doğu mü'minliği (!) Yahu bu nasıl bir ifadedir Allah aşkına?

     

    Bizim iman-itaat konusunda bir sıkıntımız mı var? Kullanmış olduğun Büyük Doğu mü'mini ifadesini sadece mü'min olmaya çalışan birisi olarak ciddiye almıyor ve bunun bir gafletin tezahürü olduğunu söylüyorum sana.

     

     

    Burada ehl-i sünnete uygunsuz bir söylem ve eylemde olan bir Allah'ın kulu olamaz, olmaz. Varsada bilgi eksikliğinden, ilgisizce etkilenmelerden ve arayış içinde bulunmaktan olabilir.

     

    Bediüzzaman konusuna gelince; daha öncede tartışıldı ve herkes kendince bir şeyler şöyledi. Kimisi Risale-i Nur'ları okuduğu ve bildiği için konuştu, kimisi bu bilen ve konuşanlardan duyduklarını konuştu, kimisi bunların ikisini de bilmeyenlerin/tanımayanların sözlerine kulak vererek konuştu, kimisi google efendiyi aracı kıldı, kimisi gazete küpürlerini afişe etti vs. vs.

     

    Bediüzzaman'ın kim olduğu veya olmadığını anlamak ve görmek için, Üstad'ın onun hakkındaki sözleri bile kafi gelir. Onun iman adamlığı, iman kahramanlığını tartışmak ve ucuz beyanlarda bulunmak ondan bir şeyler eksiltmez. O, bizim için küfrün karşıtı ve yıldırıcısı olmuştur. Böyle olmayada devam edecektir.

     

    Nice Prof'lar, alimler, ulemalar da tartıştı ve tartışıyor aynı meseleyi. Herkes bir şeyler diyor, bir şeyler iddia ediyor.

     

    Benim şimdilik ve sadece diyeceğim şudur:

     

    Toplumun kahir ekseriyetince bilindiği ve yine toplumun kahir ekseriyetince benimsendiği/muhabbet duyduğu kişi ve oluşumlar hakkında nefsi tatmin etmek için kullanılan tabirler çokta etik ve makul değildir.

     

    Araştırırız, tahlil ederiz, defalarca mukayese ederiz, ölçeriz, deneriz... Fakat ithamla, şuncu ve buncu gibi klasik etiketlemelerle, müslüman kardaşının kalbini incitmekle, hiddetle ve gelişigüzel yorumlar yapmakla olmaz bu işler.

     

    Benim demek ve müdahil olmak istediğim kısım burası. İrşad, tebliğ, kutup, diyalog, ehl-i kitap Hristiyanları vs. gibi hususları tartışacak ve enine-boyuna yorumlayacak bilgim de yok zaten.

     

    Benim için tek ve kalıcı ölçü: Allah (c.c) ve Resulü'dür (s.a.s); yani yüce Allah'ın tek ilah, Hz.Peygamber efendimizinde O'nun (c.c) kulu ve son peygamberi olduğuna şehadettir/tasdiktir.

     

    İlaveten: Allah (c.c) bize, Eski Bişr-i Hafi/Yeni Bişr-i Hafi, Eski Said/Yeni Said, Eski Necip Fazıl/Yeni Necip Fazıl devrelerini nasip etsin.


  5. Yine ve yeniden ci, cı, cu, cü gibi eklerin çokca kullanıldığı ve bilmeden konuşmak, görmeden hüküm vermek türünden ''nakarat'' haline gelmiş, kısır ve gereksiz bir döngü haline getirilmiş malum konulardan birisi daha...

     

    Buraya yazmak gerek, evet hem de yeniden ve yeni bir şeyler yazmak. Ömür yeterse, sonraya kalsın inşallah.


  6. Anladım, Allah hayırlara vesile eylesin diyelim Ü.Y. Finlandiya diğer Avrupa ülkelerine benzemiyormuş; yapılan anketlerde (yolsuzluk, güvenlik, istihdam vs.) en güvenilir ülke çıkıyormuş diye biliyorum ama?

     

    Ha bir de bildiğim iki şey daha var: Fin'lerin bir kısmı Türk olarak telakki ediyormuş kendisini, hatta Inter Turku vb. bir kaç takımı var sanırım. Bir de Kimi Raikonen...

     

    Tamam Erasmus'tur falan ama, sen Türkiye'den gelmiş ve dünyanın en farklı milletine mensup birisi olduğunu göster Fin'lere smile.gif

     

    Adles kardeşimide yollayabilirsek şöyle İsviçre'lere, İsveç'lere falan inşallah smile.gif Hadi muhabbetle ve selametle kal kardeşim.

     

    Not: Bu arada, dikkatimi çekti Ü.Y kardeşim; ı harfi yerine, i harfi kullanıyorsun, neden?


  7. Evet, Şeriati tartışılır ve tartışılmalıdır da- ki İran'da bile tartışılır hala- Türker.

     

    Fakat, Hz.Ebuzer'i hakikaten müthiş yorumlamış, benzetmelerle izah etmiş. Bu yadsınamaz kesinlikle. Kitabın Ek'ler kısmında Hz.Osman dönemine ait mal varlıklarıyla ilgili bilgiler sunmuş Şeriati. Kaynakları arasında İbn-i Kesir, Ahmed Cevdet Paşa vs. gibi İslam hukukçusu-tarihçisi şahsiyetler var. Bu husus (tarih ve kaynak) irdelenmeli ve dikkate alınmalıdır bence.

     

    Düştüğüm şerh açıktır ve Ehl-i Sünnet'te bizim hassasiyetimizdir.


  8. Ali Şeriati'nin Ebuzer kitabını okudum. Vaktiyle, buradaki bir tartışmada arkadaşımızın birisi bir ifade kullanmıştı:

     

    ''Hz.Ebuzer'i bu kadar iyi anlatan bir kitap daha yoktur sanırım''

     

    Hakikaten tam yerinde bir sözmüş, bunu müşahade ettim. Tabi, Şia hassasiyeti sebebiyle bazı Sahabe'ler hakkındaki görüşü Ehl-i Sünnet'e uymuyor/uymayabilir (Şeriati'nin). Buda, herkesin kendi günahı/sevabıdır.


  9. Bu süreç ve sürecin seyri bazı sıkıntılara/sancılara sebebiyet verse bile -ki bu doğaldır- hükümetin bu meseleye uzun zaman sonra, belki de ilk defa bu kadar ciddi ve uzun vadeli hassasiyetle yaklaştığı kanısındayım.

     

    Herkes konuşuyor, konuştu ve konuşacaktır. Burada da konuştuk, tartıştık ve değişik fikirler beyan ettik. Herkesin beklentisi, tepkisi, çekincesi, ümidi, korkusu olabilir. Haklılık payıda vardır bütün bunların.

     

    Ben, bu konuda bir tarafa tarafa olmak veya sırf yazmak için yazmak istemiyorum ve istemem.

     

    Fakat şu ifadeyi her zaman kullanırım ve her müslümanın da kullanması gerektiğine inanırım:

     

    Kendimiz için istediğimizi başkaları (müslümanlar) için de istemeliyiz. Müslümanın, müslüman için hak istemesi ve onun hakkını gözetmesi gerekir. Siyasi, kültürel, ekonomik vs. her konuda müslümanca düşünmeli ve müslümanca hareket etmeliyiz.

     

    İnşallah diyelim ve hayırlı olmasını temenni edelim.


  10. Zor ve yalnız bir adamdır Üstad. Bir şiirinde söylüyor ya: ''Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır'' diye. Kendisi de sırlı ve açılması güçtür Üstad'ın. Tercihi ve yaşam biçimidir bu. Deli köşesinde durur ve bekler. Fakat saçar ışığından, ruh ikliminden esintileri her tarafa. Beslenir ondan şairler, edebiyatçılar, gençler, adamlar, kadınlar, öğrenciler, çocuklar.

     

    Konuşmayı da pek sevmez Üstad, gerçi yazdığı gibi konuşmayı nasip etmemiştir Allah, öyle derler onu tanıyanlar/tanımaya çalışanlar. Hazinesinin kilidi açıldığında, özde ve ruhta neyi varsa yazar usanmadan.

     

    Uzun lafın kısası: Kendi gibi, kendince ve kendi kendinedir Üstad.


  11. -Bir Haziran Gününe-

    Nereden bilirdim ki?

    Seni, sensiz günlerin beni kuşattığı günlerde yazacağımı.

    Nereden bilirdim ki? Uzak bir diyarda, soğuk ve acı bir rüzgarın çalacağını kapımı.

    Nereden bilirdim ki? Allah'a ve sana bu kadar inandığımı.

     

    Göçtün...

    Akşam kızıllığını gör(e)meden.

    Mahçup, eksik ve geç bir özlem biriktirerek ruhumda.

    • Like 3

  12. Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

    Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü

    Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü

    Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü

    Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana

    Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana

    -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

     

    Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden

    Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden

    Bebekler hayta hayta yürümeden

    Geleceğim diyorum, geleceğim sana

    Ne olur kesin bir takvim sorma bana

    -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

     

    Beklesen de olur, beklemesen de

    Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende

    Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde

    Hangi ses yürekten çağırır beni sana

    Geleceğim diyorum, takvim sorma bana

    -Ihlamur çiçek açtığı zaman.

     

    Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi

    Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi

    Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?

    Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana

    Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana

    -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

     

    Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden

    Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben

    Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden

    Gemileri yaksalar da geleceğim sana

    On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana

    -Ihlamur çiçek açtığı zaman.

     

    Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif

    Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız

    Ey benim alfabemdeki kadîm Elif

    Ne güzellik, ne de tat var baharsız

    Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana

    Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana

    -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

     

    Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

    Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan

    Kimseye uğramam ben sana uğramadan

    Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana

    Takvim sorup hudut çizdirme bana

    Ben sana çiçeklerle geleceğim

    -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

     

    Bahaeddin KARAKOÇ

    (Uzaklara Türkü)

     

    3, 4 ve son mısrasının ezgi/türkü halini Hasan Sağındık ağabeyden dinlemenizi tavsiye ederim. Güzel yorumluyor gerçekten.


  13. ali kardeşim, heralde dikkatinizden kaçmış, eğitim sorununun çözümüne ivme kazandırır diyecekken eğitim sorununa ivme kazandırmışsınız, hayır herkes böyle şeyler yapar da, şimdi aklıma geldi acaba bizim başbakan da anayasa filan hazırlarken ara sıra böyle küçük hatalar yapıyormu ne? smile.gif biggrin.gif

     

    Dediklerinden pek bir şey anlamadım razali kardeşim (sen anlatmışsın da, ben anlayamadım cidden). İvme kazandırır derken, zaten olumlu anlamlılığı kastetmiştim. Yani, sorunun çözümüne ufak ve pozitif bir katkıdan. Neyse, kelime israfı yapmayalım. Bir kaç mesaj daha yazılırsa, konuyu zemininden kaydırmış oluruz smile.gif


  14. 28 Şubat'ta 15 yaşındaydım. Fadime'ciklerin ve sahte Ali'lerin ve sipariş meczupların sahne aldığı yıllar hani. İmam-Hatip'te okumadım, fakat İmam-Hatip'li kardeşlerim yüzünden mağdur olduğum söylenen (varsın olsun, müslümanın derdi de ortaktır) Meslek Lisesinden mezun oldum bende. Mağdur olan ve buna rağmen sindirilemeyen İmam-Hatip'li kardeşlerime ve ülkeme hayırlar getirmesini temenni ederim. Ufakta olsa, eğitim sorununa olumlu bir ivme kazandıracaktır inşallah.


  15. Kelleli/kafalı söylemleri bende tasvip etmiyorum. Niyet olarak ''kelle koparılması'' kastedilmemiş olsa bile, hoş değil. Kellesi de, gövdesi de, kulağı da yerinde dursun A.Hakan'ın. İhtiyacımız da yok, gereğide yok.

     

    Mürekkep kurutmaya gelince, evet bunu yapmak lazım. Madem herkesin bir kalemi var, kağıdı var, köşesi var ona göre davranmak lazım. Kimin neyi var, neyi yoksa ortaya döksün. Neyi savunuyor ve savunmaya devam ediyorsa aynı çizgide sürdürsün bunu.

     

    Yeter ki çirkinlik, çirkeflik, çamurluk olmasın. A.Hakan için daha öncede demiştim: İsmini ve söylediklerini buraya taşıyıp, şahsına değer ve ölçü biçmemek lazım diye. Ne yani, üzerinde fikir yürütecek, tartışılacak kadar etkin ve mühim biri midir A.Hakan? Katiyyen hayır.

     

    Herkes kendi mahallesinin gereğini ve gerektirdiklerini yapıyor. Bunu normal karşılamak lazım. Çünkü mahalle sakiniyle iş bitmiyor, mahallenin hatta memleketin sahipliğine gark olan ''kodaman ve kocaman'' adamlar var her yerde.

     

    Mümtaz'er Hoca'nın kullandığı bir ifadeyi de eklemeden bitirmeyeyim:

     

    ''Geçmişini pazarlayan adam''


  16. -Yaşadık İşte-

    Hayat işte... Bazen bir bahar sancısı, bazen de bir sonbahar yazgısı. Sonsuzluğa eş bir süreç; su gibi akar gider yataklardan, kum gibi dökülür avuçlardan. Bilinmez, bilinmeyi de istemez.

     

    Onu, yaşayana verir ve çekilir bir kenara.

     

    Hayat işte... Ne de olsa, yaşamaya ve yaşanmaya değer kılıyor kendini.

    • Like 6
×
×
  • Create New...