Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. Farklı açılardan ele alınmış ve kapsayıcı bir yazı cidden. Temas ettiği noktalar, pek çok kesimin ezberlerini bozucu ve rahatsız edici. Bilhassa; Şeyh Said'i yüzüstü bırakanları, onu etnik bir hareketin kahramanı görenleri ve diğer tarafta malum iç tehdit algısının ''idamlık yorumu''nu kutsayanları daha iyi görebilmeyi sağlamış Erdal Kurgan, tabi ilgilenenlere.

     

    Paylaşımın için teşekkürler Kırkgeçit kardeşim.


  2. ''Aklımla kalbimin, hâlimle sözümün, teslimiyetimle ve vehmimin arasında kaldım ben. Aklımı gösteren ismimle aşkımı gösteren ateş arasına düştüm, o uçurumda yittim ben.

     

    Aynı anda iki şey olunamadığı için aşkın saltanatında, o uçurumda yitirdim ben”

    Nazan Bekiroğlu/Mor Mürekkep

    • Like 1

  3. Necip Fazıl heyecan, Sezai Karakoç sükûttur. Necip Fazıl nârâ, Sezai Karakoç kor ateştir. Nobeli çoktan hak etmiştir. Fakat Nobel almamak Sezai Karakoç için bir eksiklik değildir. Nobel vermemek bu kurum için bir ayıptır. Aynı ayıbı, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Cemil Meriç’te de işledi. Nobel almak için ateist...lik, yerli düşünceye düşman olmak gibi bir gizli gündemleri ümit ederiz ki yoktur. Sezai Karakoç, İslam kültürünü, Kâab bin Züheyr’i, Şeyh Galib’i, İmamı Rabbani’yi, Abdülhakimi Arvasi’yi bildiği gibi Camus’u, Kafka’yı Kierkegarad’ı, İonescu’yu, Dostoyevski’yi, Puşkin’i, Marx’ı, Hegel’i vs. o ülke entellektüellerinden çok güçlü şekilde anlar ve tahlil eder.

     

    Rahim Er

    • Like 1

  4. -Ölüm Üstüne, Birşey-

    Ölüme inanmak, ölüme inanır gibi yaşamakla mümkündür, değil mi? Konuşurken, düşünürken, yürürken veya severken veya nefret ederken sonunda ölüm olduğunu bilmek lazım. Madem ölüm var; değer mi, değmez mi? Susmak mı, konuşmak mı? Sevgi mi, nefret mi? Riyakârlık mı, doğruluk mu? Aslında ölümü düşünmekte yetmiyor, insan tek başına kaldığında ''kendiyle'' kalıyor bir bakıma.

     

    Günahlar, tek başına kalındığında daha da belirginleşirmiş..

    • Like 2

  5. Milliyetçi muhafazakar/ülkücü hareketin mümessili olduğu iddiasındaki MHP, statükonun/seçkinciliğin/resmi ideolojinin savunucusu CHP ve bu iki partinin yürüttüğü siyasetten çok acılar/zulümler çektiğini söyleyen Kürtçü (savunduğu değerlere binaen) parti BDP...

     

    Eğer, Türkiye gibi anormallikler ülkesinde ''bu referanduma'' HAYIR'da birleşilmişse;

     

    Yetmez, az bile, devamı da gelir inşallah:

     

    EVET kardeşim, EVET !..


  6. Bir Alperen'in istifası

     

    Suriye'nin PKK'ya desteği çoktan mazi oldu. 1998'de imzalanan Adana Mutabakatı, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir sayfa açtı. Bu sayfanın başında iki ülke arasındaki 'aktif sorunlar' sıfırlandı, sonra azami işbirliği ve entegrasyon safhalarına geçildi. 2003'ten beri devam eden bir entegrasyon süreci var. Vaktiyle savaşın eşiğine gelmiş olan Türkiye ve Suriye orduları da bu süreçte ortak tatbikat yapacak kadar yakınlaştı. "Bugün Türkiye'nin en yakın müttefiki kimdir?" sorusuna hiç tereddütsüz "Suriye" cevabını vermemek için dünyadan fena halde habersiz olmak lazım.

     

    İran'la ilişkiler Suriye ile ilişkiler kadar gelişmiş değil, ama PKK'ya karşı işbirliği konusunda Türkiye'nin İran'dan memnun olduğu (hatta medyun-u şükran olduğu) da dünyadan haberdar olan herkesin bildiği bir şey.

     

    Gelin görün ki, Büyük Birlik Partisi yönetimi, Başbakan Erdoğan'a sunduğu "Terörle Mücadele İçin Öneriler" dosyasında, Suriye ve İran'ı, İsrail'le beraber, "terörü bir nevi müdahale etme ve ceza verme aracı olarak kullanan ülkeler" diye anarak hedef gösterdi. Genel Başkan Baş Müşaviri (Alperen Ocakları eski Başkanı) Eyüp Gökhan Özekin buna defaatle itiraz etmiş, fakat nafile. Sonuçta o ifade değiştirilmedi ve Eyüp Gökhan Özekin uzun bir açıklama yaparak görevinden istifa etti. İşte o açıklamanın can alıcı kısmı:

     

    "...Bu dosyanın hazırlık aşamasında, her konuda olabileceği gibi bir takım görüş ayrılıkları söz konusu oldu. Bunların teferruatına girecek değilim ancak bu görüş ayrılıklarının geneli, tabiri caizse katlanılabilir görüş ayrılıklarıydı. Fakat 'Terörün Uluslararası Desteğine Karşı Mücadele' başlığı altında, ilk satırda, Suriye ve İran'ın İsrail ile aynı kategoride değerlendirilerek ülkemizdeki terörü bir nevi müdahale etme ve ceza verme aracı olarak kullanan ülkeler olarak değerlendirilmesi, şahsımın katlanamayacağı bir durumdur. / Bu okuma biçimi, birkaç cihetten arızalıdır. Birincisi mevcut duruma ters bir anlayıştır. Suriye gerek teröristlerin kendisine, gerekse finans kaynaklarına karşı ciddi bir mücadeleye girişmiş, İran idam cezaları dahil bir çok yöntemi kullanarak teröre savaş açmışken, Suriye ve İran'ı İsrail'in yanına iliştirmek insafsızlıktır. İkincisi bizim ideolojik duruşumuzla ilgilidir ki, bu daha da ehemmiyetlidir. Bizler, 'bu hududu kimler çizmiş gönlüme, dar geliyor dar geliyor kardeşim' diyen Nizam-ı Alem ülkücüleriyiz. İlayı Kelimetullah için Nizam-ı Alem... Biz medeniyet dairemizin içine giren hiçbir ülkeye, millete yahut etnisiteye tavır alma lüksüne sahip değiliz. Bu teferruat meselesi değil, temel bir meseledir. Mukaddesatımıza, 1993 ruhuna, Muhsin Yazıcıoğlu'na, verilen mücadeleye, mütefekkirlerimizin kanaatlerine, şahsi görüşlerime, yani hangi ölçüye bakarsam bakayım vazgeçilmez, boş verilmez, tevil edilemez bir meseledir."

     

    Bu satırları okurken ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Siyaset tarihimizin en asil istifa gerekçelerinden birisiyle karşı karşıyayız. İttihad-ı İslam davasına sadakat adına görevinden istifa eden bir siyasetçiyle karşı karşıyayız. Türkiye ve bütün İslam dünyasının ihyası için elzem olan siyaset ufkunun tezahürüyle karşı karşıyayız...

     

    Aziz kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım, yoldaşım Eyüp Gökhan'ı ayakta selamlıyorum. Onun hassasiyetini öpüp başımın üstüne koyuyorum. Sergilediği asil tavrın bereketli olmasını Cenâb-ı Hakk'tan niyaz ediyorum.

     

    HAMİŞ: BBP camiasına muhabbetim malumdur. Eyüp Gökhan bu camiadan kopmak için istifa etmediği gibi, ben de onun istifasını kutlarken bu camiaya cephe alıyor değilim. "İnşaallah hayırlara –BBP camiasının da hayrına- vesile olur" diyerek kutluyorum...

     

    KADDAFİ'NİN JESTİ

     

    Gazze'ye yardım gemisi gönderen Kaddafi Vakfı'ndan nefis bir açıklama geldi:

     

    "Kaddafi Vakfı olarak bu eylemimizi İsrail saldırısına uğrayan Türk gemisi Mavi Marmara'daki kahramanlara ithaf ediyoruz. Aziz Mavi Marmara şehitlerine minnetle..."

     

    Hakan Albayrak


  7. Albay Dursun Çiçek intihara zorlanıyor

     

    Belki de o şerefli üniformayı taşımanın bir bedeli olduğunu düşünmüştü. Boğazına kadar siyasete batmış bir karargâhta görev yapıyordu.

     

    Askerlik, dış düşmanlara karşı sınırları korumaktan çok ülkeyi yönetmek demekti. Yönetimin dizginlerini elde tutmak için ise karargâh harıl harıl çalışmalıydı. Meslek askerlik olunca plansız hareket edilir mi?

     

    "İrtica İle Mücadele Eylem Planı"nı hazırlayan Albay Dursun Çiçek'e -yaptığı işe duyduğum öfke bir yana- ıslak imza tartışmalarının başından itibaren sebebini tarif etmekte zorlandığım bir sempati duydum. Belki biraz bizden biri gibi olmasından. Mahkemede "kız kardeşlerimin başı kapalı" diye kendini savunduğunu okurken, bu duyguya bir gerekçe bulmuştum. Yüzde yüz eminim ki, taburunun başında geri dönülmesi imkansız bir göreve gözünü kırpmadan gider. Asker, verilen emri yerine getirir. Verilen emir vatandaşa komplo kurmak olunca?!..

     

    Albay Dursun Çiçek, temel görevi siyaseti tanzim etmek olan Genelkurmay Karargâhı'nın bir parçasıydı. Verilen emri, bir asker olduğu için yerine getirdi. Kendi milletine karşı suç işledi. Şimdi ona bu emri verenler, onu kurban ediyor. İşte bu yüzden şimdi Albay Dursun Çiçek'in başına örülen çorabı elbirliğiyle çözmeliyiz. Bu askerin meslek onuruna sahip çıkmalıyız.

     

    Savaşı kazanmak için kendi birliklerinizden bazılarını feda edebilirsiniz. Hatta düşmanla boğaz boğaza süngü savaşına girmiş bir birliği, savaşın kaderini değiştirecekse düşmanla birlikte kendi top ateşiniz ile imha edebilirsiniz. Askerin mantığı böyle işler ve bu mantık savaş için doğrudur. Ya savaş siyasî alanda yürütülüyorsa? Şimdi asker yürüttüğü siyasî savaşta şerefli bir albayını feda ediyor. Üstü örtülemeyen bütün suçları bu albayın üzerine yıkıyor ve güya bu sayede saplandığı bataklıktan çıkmayı, komutanları kurtarmayı umuyor.

     

    İki ihtimal var: Birincisi Dursun Çiçek'in bu fedailiği kendisinin üstlenmesi veya bu konuda ikna edilmesi. Suçu kendi iradesi ile üstlenmiş ve içinde yer aldığı kurumu temize çıkartmış olacak. İkinci ihtimal, Dursun Çiçek'in yine bir karargâh planı ile kurban edilmesi. "Ben emri yerine getirdim" diyecek, ama amirleri böyle bir emir vermediklerini söyleyip onu yalancı durumuna düşürecekler.

     

    Bir asker gibi düşünemeyenler, Dursun Çiçek'in ruh halini kavramakta zorlananlar kendilerini onun çocukları yerine koysun: General olamadım diye koskoca ordunun itibarını iki paralık etmek için oturup şerefsizce komplolar planlayan ve bunları icra eden biri olmak veya onun çocukları sıfatını taşımak, sizce nasıl bir duygu? Kızı, babasının yüksek askerî niteliklerinden özellikle de askerlikte çok önemli olan verilen emre itaat alışkanlığından bahsediyor. Benim de en küçük şüphem yok. Bir Türk subayı, emir almadan böyle bir işe kalkışmaz. Suç işleyip sonra da kendi kendini ihbar etmez. Neden kendini suçlu duruma düşürsün? Daha ötesi, bir tek subayın terfi alamadığı için kâğıttan kaplan gibi yere serebileceği bir orduyla, bu kadar çaresiz bir ordu ile ülke savunulur mu?

     

    "İrtica İle Mücadele Eylem Planı" Genelkurmay'ın sıralı emir-komuta zinciri dışında hazırlanmış olamaz. Albay Dursun Çiçek'i, askerî savcılıkça isnat edilen "komplo kurma" suçundan temize çıkartacak çok sağlam deliller var. Bu planın benzeri olan ve daha önce tartışılan Taraf gazetesinin yayımladığı "lahika"lar. Dursun Çiçek'in hazırladığı planı öncekilerden farklı kılan, Erzincan'da somut olarak uygulanmış olması. Askerî savcı, Erzincan sanıklarını temize çıkartırken ve bütün suçu Dursun Çiçek'e yıkarken daha önceki benzer "lahikalar"ı nereye koyacak?

     

    Askerî savcılık bir iddianame değil, bir senaryo hazırlamış. Bu "intikam senaryosu"nun hizmet ettiği tek amaç var. Ağustos Şûrası'nın üzerine inen Ergenekon gölgesini kaldırmak. Saldıray Berk gibi "sanıklar"ı Şûra'da korumak. Ne pahasına? Albay Dursun Çiçek'in yok edilmesi pahasına.

     

    Dursun Çiçek meslekî bir intihara sürükleniyor. Askerlik şerefi adına ve belki daha önemlisi hukukun üstünlüğü adına Dursun Çiçek'in yok edilmesini engellemek gerekiyor. O artık bizim Dreyfüs'ümüz..

     

    Mümtaz'er TÜRKÖNE

    15.07.2010 - Zaman


  8. ‎"Onlardan ayrı kalmışlığım şuramda duruyor ya. Bir zamanlar Eyüp Sultan Camii'nin avlusundaki çınarın dibini mekân tutmuş olan kanadı kırık leylekler vardı. Onlar kanatları kırık olduğu için öteki leyleklerle birlikte uçup göçemezlerdi. Kendimi, şimdi, bu dünyada onlardan mahrum kalmış o kanadı kırık mahzun leyleklere benzetiyorum. Hele de Erdem, Eyüp Sultan'da, uçmaya o avludan başladığından bu yana..."

    (Rasim ÖZDENÖREN)


  9. Geçenlerde yazdı Can Dündar: Birileri Atatürk'ü dindar, dini hayatı olan birisiymiş gibi yazmaktan, anlatmaktan vazgeçsin. Hatta birazda ağır konuşmuştu. Atatürk aslında bize anlatıldığı gibi değildi, o dini safiyane yaşayan ve aslında bunu hayatında da tatbik eden halis bir dindardı imajı falan mı oluşturuyorlar? Bazı İslamcılar/İslami camia mensupları ısrarla, aslında Atatürk diye başlayıp, saçmalıyorlar ve komik duruma düşüyorlar.

     

    İlaveten: Bu yazıyı malum kişilere yollasan fena olmaz M-B-U kardeşim. Sevap işlersin inan.


  10. Şeyh Said parti kurabilir miydi?

     

    Şeyh Said ve arkadaşları, devletin gidişatını legal yollarla etkileme imkânına sahipler miydi? Hiç değilse prensipte, potansiyel olarak var mıydı bu imkân?

     

    Bir siyasi parti kurup halkın oylarına talip olabilirler miydi mesela?

     

    Yahut Halk Fırkası'nın milletvekili aday listelerinde kendilerine yer bulabilirler miydi?

     

    Devletin bazı uygulamalarına itirazlarını Meclis çatısı altında özgürce -'Bazı kelleler gidecektir' diye tehdit edilmeden- dile getirebilirler miydi?

     

    Tabii ki hayır.

     

    Bırakın siyasi parti kurmayı, Meclis'te temsil edilmeyi...

     

    Fikirleri doğrultusunda bir gazete, bir dergi bile çıkaramazlardı 1925'in Türkiye'sinde.

     

    Hatta bir kitap bile basamazlardı.

     

    Basarlardı, ama onun bedelini de başlarıyla öderlerdi.

     

    Şapka İnkılabı'ndan iki yıl önce yazdığı bir risalede Şapka Kanunu'na muhalefet ettiği gerekçesiyle idam edilen İskilipli Atıf Hoca gibi...

     

    * * *

    "Devlete başkaldırmış olan Şeyh Said ve arkadaşları için nasıl anma töreni düzenlenir?" diye soruyorlar.

     

    Halbuki şöyle sormaları gerekirdi:

     

    "Tek parti diktatörlüğünde başkaldırıdan başka seçeneğe sahip olmayan Şeyh Said ve arkadaşlarına yapıştırdığımız hain yaftasının günümüz demokrasi ortamında gözden geçirilmesinden daha tabii ne olabilir?"

     

    * * *

    Diyarbakır'da idam edilişlerinin 85. yıldönümünde Şeyh Said ve 47 arkadaşını rahmetle anıyorum.

     

    Mekânları cennettir inşaallah.

     

    Hakan Albayrak


  11. -Senfoni-

    Karanlığın resmini çiziyor yalnızlığım,

     

    Ötelerde bir ses, bir senfoni var sanki;

     

    Varamadığım yanına,

     

    Duyamadığım.

     

    Duyamadığımız, farkına varamadığımız fakat varolduğuna inandığımız sezdiğimiz bir senfoni

    var ötelerde. Bu senfoni bazen kuşatıyor benliğimizi ama top yekün kendimizi ona adayamıyoruz, zaafımız bu olsa gerek.

     

    Maşallah çok sarih ve akıcı bir uslübunuz var.

    Allah (c.c) kaleminizin keskinliğini artırsın inşallah...

     

     

    Evet, böyle birşey var galiba. Sağol kalemdâr gardaşım, eyvallah..


  12. Gereği var mıydı diye bir soru akla gelebiliyor ama? Düşüncelerinden/yazdıklarından veya siyasi hâllerinden dolayı hapse konulan insanların, birde bal mumlarına aynı cezayı vermek biraz ironi midir nedir? Ya da şu mu denilmek isteniyor: Sağlıklarında bir araya (fikir olarak) gelemediler, bari bal mumları bir araya gelsin. Bu da düşünülmüş olabilir.

     

    Yine de ilginç ve ilk olması nedeniyle dikkat çekecektir kanısındayım.


  13. Kahbe düzenin tetikçisi: PKK

     

    Dışarıda İsrail, içeride "Ergenekon" atağa geçer de PKK durur mu? Kabuklarını kırmaya başlayan Türkiye'nin yeniden kabuk bağlaması için PKK da üzerine düşeni yapacak elbet.

     

    Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde Kürt'ün ve Kürtlüğün ciğerine tüküren faşistleri ihya etmek için...

     

    Cunta Anayasası'nın demokratikleştirilmesini engellemek için...

     

    "Demokratik Açılım"ın tehdit ettiği oligarşiyi korumak için...

     

    Kürt meselesinin çözümü yolunda atılan adımları boşa çıkarmak için...

     

    Dünyaya açılan Türkiye'yi Kandil'e çekerek oyalamak için...

     

    Uluslararası sistem lordlarının değirmenine su taşımak için...

     

    Kısacası fitne ve fesat için...

     

     

    * * *

    "Eskisinden daha şiddetli saldırılar olacak"mış, "Daha fazla kan akacak"mış...

     

    Niye ki?

     

    Ufukta çözüm umudu belirdiği için değilse ne?

     

    PKK'nın sahneye çıktığı 1984'te Kürt'ün adını anmak bile yasaktı, bugün ise taş gibi Kemalistlerin bile Kürt'e Kürt demesini icbar eden bir atmosfer var...

     

    1984'te sokaklarda bile Kürtçe konuşulamıyordu, bugün ise televizyonlarda bile Kürtçe serbest...

     

    1984'te "Kürt siyaseti" hayal bile edilemezdi, bugün ise adıyla sanıyla "Kürt siyaseti" yapan bir siyasi parti Meclis'te temsil ediliyor...

     

    1984'te "Güroymak" yerine "Norşin" diyecek bir adamın alnı karışlanırdı, bugün ise ülkenin cumhurbaşkanı bile "Norşin" diyor...

     

    1984'te Kürt meselesini çözmek şöyle dursun legal zeminde tartışmak bile mümkün değildi, bugün ise ülkenin başbakanı bile Kürtlere reva görülen zulümleri -mesela Dersim katliamını- açıkça kınayarak devletin özeleştiri yapması gerektiğini söylüyor...

     

    PKK'yı doğuran şartlarla bugünkü şartlar çok farklı.

     

    1984'te var olan sorunların tamamının çözüldüğünü söyleyemeyiz; fakat bütün sorunların serbestçe tartışılabilmesi ve legal zeminde çözülebilmesi için gerekli olan vasatın büyük ölçüde oluştuğu açıktır.

     

    Eksikliklerin, büyük ölçüde, PKK'nın "Ergenekon"la paslaşmasından kaynaklandığı da açıktır.

     

    2004'teki demokratikleşme hamlesine ateşkesi bozarak cevap veren, 2007'deki sivil anayasa rüzgârını karakol katliamlarıyla kesen, en çok "Kürt siyaseti"nin mustarip olduğu (?) parti kapatma furyasının önüne geçecek anayasa değişikliği oylamasında BDP'ye red oyu verdiren, şimdi de 'statükoyla hesaplaşma referandumu' sürecini ve müstakbel genel seçimleri "Ergenekon" lehine manipüle etmek için katliam üstüne katliam yapan

     

    PKK, Kürtlerin esenliği için gerekli olan şartların olgunlaşmasını asla arzu etmediğini daha açık nasıl ifade edebilir?

     

    Eskiden Kürt meselesinin çözümü için silahlı mücadeleden başka yol olmadığını düşünen pek çok BDP'li ve hatta PKK'lı bile diyor ki: "Şartlar değişmiş ve silahlı mücadele Kürt sorununun çözümü yolunda bir engele dönüşmüştür. Bu yöntemin bir an evvel terk edilmesi gerekir."

     

    PKK'nın bu değişen şartlarda şiddeti sona erdirmek yerine tırmandırmayı seçmesi ve sanki şartlar 12 Eylül döneminden bile daha kötüymüş gibi "Eskisinden daha şiddetli saldırılar olacak, daha fazla kan akacak" gibi mesajlar vermesi, hükümetin yanlışlarıyla filan izah edilemez.

     

    Hükümetin elbette yanlışları olmuştur; ama PKK'yı çıldırtan, hükümetin yanlışları değil doğrularıdır.

     

    Kahpe düzeni tehdit eden o doğruları büyütmek ve çoğaltmak için hiçbir şey yapmadı; tam tersine, o doğruların üstünü örtmek için elinden geleni yaptı ve yapıyor PKK.

     

    Hakan Albayrak


  14. İttihad yok diyorsunuz, evet bu doğrudur. Bu gerçekleşmeye başladığı zaman alem/dünya olan bir İslam mensubiyetinden bahsedebiliriz. Fakat; ortada coğrafi olarak bir yerde kümeli duran/sınırlarla ilintili ülkeler var ve buna İslam alemi demek aslında biraz da güç şişirmesi oluyor.

     

    Afrika'nın bir kısmı, Arap Yarımadası, Asya vs... Birbirinden o kadar kopuk, o kadar ilgisiz ve bir o kadar da ayrı-gayrı sözde müslüman devletler varki !? Bu halde olunmasına rağmen, aynı dik kafalılık, aynı iktidar hırsı ve ötekilere benzeme uğruna değersizleşme devam ediyor.

     

    İşte bu durumda ve gelinen noktada, sayın Başbakan'ın (dolayısıyla hükümetin) attığı adımlar ve gerçekleştirdiği bir takım işlerin önemi ve gerekliliği ortaya çıkıyor. İşte, müslüman devletlerin halklarında bunu yavaş yavaş hissettirmeye başladı diyebiliriz.

     

    Ne mi oluyor? Bugün Suriye'de, Mısır'da, Tunus'ta, Filistin'de vs. mitinglerde boy gösteren Türkiye ve Tayyip Erdoğan bayrakları posterleri birşeylerin muhakkak değişeceğini gösteriyor.

     

    Politik sistemlerin, iktidar düzeninin ve egemen kraliyet-aile anlayışının er ya da geç dönüşeceği görülüyor. Bunu biz mi diyoruz, hayır. Arap düşünürler, aydınlar, yazar-çizerler vs.

     

    Sanırsam Başbakan'ın Arap halklarına verdiği mesajların arka planında birazda bu var. Ki bu doğru ve tutarlı bir politikadır. Sadece bürokrasiyle olmuyor bu işler, hissi unsurlarda devreye giriyor.

     

    Ne olursa olsun, ben hükümetin geldiği bu noktayı takdir ve bunun dumura uğramaması içinde dua ediyorum.


  15. Konuyla ilgili görüşümü ilk mesajımda belirtmiştim. Fakat, şunu tekrar etmek ihtiyacı hissediyor ve biraz da tartışmaya açıyorum: İslam alemi diye bir ''alem'' var mıdır?

     

    Varsa, şu anda yaşadığımız buhranların, çatışmaların, parçalanmışlığın, bölünmüşlüğün olması nedendir? İslam alemi, dünyası gibi tanımlamaları bende kullanıyorum ama nedense gönül rahatlığıyla vardır diyemiyorum.

×
×
  • Create New...