Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. Evet Elazığ da okuyup da fazla seven kimse yoktur takdir edersiniz ki. ben de bu şehirden nefret etmiyorum en azından ilk senelerimdeki gibi ama hala da yaşanılası bir maneviyatı olduğunu düşünmüyorum.Yine tekrarlıyorum bu benim kişisel görüşüm..smile.gif

     

    İzzet paşa camisinin avlusunda ihtiyar amcalarla hiç sohbet etmedim ama evet sıcak bir havası var orasının...

     

    İlaveten:

    1-)Öğrencilerin istediği bir çok aktivite aslında yok. Kendimi bunların bir kısmından tenzih ederek söylüyorum ki ben de aradığımı çok fazla bulamadım belki de arayış şekil farklılığındn kaynaklanabilir ...

     

    2-)Hazar Şiir Akşamları'nı isim olarak dahi hiç duymadım..Böyle bir etkinliğin varlığından haberdar olmamı sağladığınız için de teşekkür ederim.Ama bir çiçekle bahar gelmez:)

     

    Evet, her insana farklı duygular yaşatır şehirler. İzzet Paşa konusunda hem fikiriz o zaman. Zaten demiştim: genel anlamda öğrencilerin beklentilerini karşılayan bir yer değil Elazığ.

     

    Meşhur Hazar Şiir Akşamları... Her sene düzenlenen bir etkinlik; yurt içinden ve yurt dışından yoğun katılımla gerçekleşir. İlgilenmenizi ve bilgilenmenizi tavsiye ederim smile.gif


  2. Nerede yaşadığınızı bilmiyorum ama ben elazığda yaşıyorum 2.5 yıldır ve 1.5 yıl daha yaşayacağım Allah kısmet ederse..Bilmiyorum Elazığ'ı gördünüz mü öyle söylüyosunuz yoksa görmediniz mi ama aslında Elazığ'ın pek de manevi bir havası yok ben burada genel anlamda maneviyata dair çok şey görmedim..Aslında "babalar diyarı" olarak da anılıyo..Oldukça fazla sayıda türbe var çünkü Harput dolaylarında.O mibareklerin ruhu belki biraz manevi hava katsa da genel anlamda en azından bir üniversite öğrencisi için yaşanılır bir şehir sayılmaz..Tabii ki kişisel görüşlerimdir..Kimsenin düşüncelerini bağlamaz..smile.gif)

     

    Elazığ'da okumuştum (2 sene). Manevi havası solunucak bir yer derken, ''kanımca'' ifadesi kullanmıştım zaten. Yani tamamen kişisel bir tanımlama. Bunu deme sebebine gelince; Harput'a çıktığım vakitlerden, İzzet Paşa Camisinin avlusunda arada sırada muhabbet ettiğim ihtiyarlardan ve insanlarının genel anlamda cana yakın/misafirperver olduklarından dolayı olabilir.

     

    Fakat üniversite öğrencisi gözüyle bakarsak, elbette pek iç açıcı bir şehir sayılmaz. (Öğrenciler ne ister, onuda bilmiyorum?) Unutmamak gerek; sonuçta orası bir Doğu kenti ve hem fiziki, hem de sosyal anlamda bunu yansıtıyor Elazığ.

     

    Tabi bütün bunlar şahsi düşüncelerim ve bunun aksini savunabilirsiniz smile.gif

     

    İlaveten:

    1) Sizin şu anda Elazığ'da ne hissettiğinizi ve nasıl bir durumda olduğunuzu (öğrenci olarak) çok iyi anlıyorum. Aynı duyguları yakın arkadaşlarımda yaşıyor ve benle anlaşamıyorlardı Elazığ konusunda.

     

    2) Hazar Şiir Akşamları gibi güzel bir etkinliğe sahiplik yapan şehirde olduğunuzu da anımsatırım.


  3. Evet beslemeydi; milletin kursağına giren bir lokma ekmeğin bile hesabını yapan ve ye ama zehir zıkkım olsun diyen bir adi sistemin taşeronları türünden besleme değildi !

     

    Kökleri, emelleri ve pratikleri bozuk ve bir o kadar da Anadolu insanının dinine/imanına/vicdanına saldırmayı gelişim ve çağdaşlık gibi kisvelerle marifet sayan bu topraklardan olmayanlar gibi besleme değildi. Tepeden inmedi, sofralarda bulunmadı, kışlaları zapteylemedi Necip Fazıl.

     

    Evet, evet. Necip Fazıl beslemeydi; hakikate ve vicdana dair ne varsa ondan besleniyordu, Anadolu'nun her hangi bir köyündeki çınarın, mübarek topraklardan beslendiği gibi besleniyordu o. Alnı pak, yüzü pak, eli pak insanların muhabbetinden ve dualarından besleniyordu.

     

    Bu ülke besliyordu onu ve bu ülkenin namuslu insanları.. Bu besleme onların bellediği ve bildiği türden bir besleme değildi; bu besleme, kendisi için istediğini/istediğinden fazlasını, müslüman kardeşi içinde isteyen ve bundan bir an olsun tereddüt etmeyen bir anlayışın tezahürüydü.

     

    Bu besleme; vaktini, harçlığını, evini, arabasını vs., sakınmadan başka yol arkadaşına veren ve teslim eden bir inanışın beslemesiydi.

     

    Betonlardan, putlardan, taklitçilikten, yaftalamaktan, devirmekten beslenen sizler için, bizim besleme ve beslenme şeklimiz bozar sizin metabolizmanızı.. Çünkü bu durum; sizi çıldırtan ve kafanızı duvardan duvara vuran bir kişilerin ve zihniyetin resmidir, yaşadıklarıdır.

     

    Not: Fehmi Koru hakkında yazdıklarıyla zerre kadar ilgilenmiyorum, çünkü gerçekten ilgilendirmiyor.

    ...

     

    ALİ


  4. Yazıyor ve bir şeyler söylüyor insana İbrahim Tenekeci. Yazdıklarında biraz Üstad Karakoç'tan, biraz merhum Zarifoğlu'ndan (çok okumadım ama ACZ'yi) sözler var sanki. Şairler arasında kıyas yapılmaz ama bana biraz öyle geldi.

     

    Okunası ve düşünülesi şiirler. Yüreğine sağlık İbrahim Tenekeci'nin.


  5. Elazığ'da yaşamak ister miydim? Evet isterdim.. Bilen insan için farklı ve manevi havası solunacak bir yer orası kanımca. Tahribatlar olsada, güzel ve özel bir şehirdir Elazığ. Ve Elazığ'lı gardaşlarım, fahri hemşerilerim...

     

    Ha birde doğmuş olsaydım İstanbul'da elbette. Türkiye dışındaysa, Bosna'da..

     

    Kendi memleketimin hakkı mahfuzdur tabi.


  6. Karabekir Paşa'nında, Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay'ında, Atıf Hoca'nında, Bediüzzaman'ın da ne açılıma, ne de iade-i itibara ihtiyaçları vardır. (Konuyla alakası yok)

     

    İttihad ve Terakki hakkında defalarca yazıldı, konuşuldu, tartışıldı, hatta ağır sözler sarfedildi vs. Bütün enkazı ve enkazın sonuçlarını bu cemiyete mal edersek gerçekçi olmayız ve ucuza kaçmış oluruz bence. Ciddi ve tahribata yol açan siyasi ve askeri hataları olmuştur, yanlış ve sakat düşünceleri pratiğe dökmüşlerdir, eyvallah. Bunlar muhakkak ve barizdir zaten.

     

    Herşeyi ama herşeyi İttihad ve Terakki'nin üzerine atarak, sağlıklı bir tartışmada yapıl(a)mayacağı kanısındayım. Herkes Enver Paşa'ya vur ha vur ediyor; belaların ve musibetlerin sebebi görüyor, onu baş suçlu ilan ediyor. Bunu yapabilirsiniz, hem hakkınız, hem de şahsi değerlendirmeleriniz olabilir. Bunda her hangi bir beis yok.

     

    Türkistan topraklarında Kızıl Ordu'yla günlerce savaşan Enver Paşa değil de, başkası mıydı? Ha birde merhum Üstad'ın (Bediüzzaman) şu sözleri geliyor insanın aklına:

     

    ''Onlara şiddetli bir karşı koyuş içerisindeydin, şimdi neden susuyorsun?” diye sorulduğunda, dedi ki: “Suskunluğumun nedeni, düşmanların onlara şiddetli hücumlar yapmasındandır. Düşmanın saldırı hedefi, onların iyi tarafları olan dirençleri ve İslâm düşmanlarının zehirleme vasıtası olmaktan uzak durmalarıdır. Bence yol ikidir. Terazinin iki kefesi gibi… Birinin hafiliği ötekinin ağırlığını geçer. Ben tokadımı Antarik’e patlatırken Enver’e, Venizelos’a yapıştırırken de Said Halim’e vurmam! Nazarımda vuran da sefildir (alçaktır)!”

     

     

    Ne İttihad ve Terakki'yi, ne de Enver Paşa'yı tutmak/taraf olmak/övmek gibi niyetim yok. Olması için sebep te yok, lakin biraz tarih, hakikat ve insaf ölçülerini gözden kaçırmasak iyi olur derim.

     

    Muhabbetle.


  7. Selmanbey demiş ki:

     

    Üstad şunu dedi, üstad bunu dedi, üstad onu dedi...

     

    Hem üslub, hem de muhteva olarak Üstad demiş diyeceğini. Yani sen birşey dememişsin Selman kardeş.

     

    Neyse, herkes diyeceğini dedi, bizde dedik, demiş olduk. Vesselam.


  8. Metin Yüksel'in bir hayranlığı olabilirdi, bunda mahzur ne?

     

    Yenilmişliğin, hezimetin, ezilmişliğin, Batı'ya karşı hep mahkum olmuş bir coğrafyada, Amerika'ya ve emperyalizme karşı kazanılmış ve öyle ya da böyle adına İslami devrim denilmiş olan bir eylemin/hereketin sonucunda bu hayranlık bence yadırganmamalıdır.

     

    Sonuçta bir devrim olmuş ve bu devrim bizim düşmanlarımızın, bizi ezenlerin, bize böcek muamelesi yapan bir ittifakın (şer ve küfr neyse artık) bütün tehditlerine, baskılarına ve ambargolarına rağmen başarıya ulaşmış.

     

    Elbette ne Şia'yız, ne de Şia'ya hayran. Fakat, bu onların hakkının teslim edileceği yerleri görmezden gelmemize mani değildir.

     

    Yine demiş olayım:

     

    Metin Yüksel'in şehadeti hiç bir sebeble gölgelenemez ve tekrar tekrar tartışma konusu yapılamaz.


  9. Kanımız aksada zafer İslam'ın diyen bir teşkilatın/cemiyetin/camianın geldiği ve durduğu noktaya bak sen ! Bazen laik söylemleri ve dini s/açılımları CHP'yi bile geride bırakıyor.

     

    Konuşacak, tartışacak, bağıracak, vuracak, ortaya dökecek başka meseleler kalmamış gibi, bu ülkenin en sıkıntılı ve hassas konusu olan başörtüsü üzerinden Meclis'te gündem oluşturuyorlar.

     

    Bu nasıl iştir, nasıl davranıştır, nasıl dava anlayışıdır bilemiyorum? Dede Korkut otağından, Yesevi dergahından, Yunus ocağından beslendiklerini/esinlendiklerini söyleyen bir hareketin, bu hale nasıl geldiğine ve getirildiğine şaşıyor insan.

    ...

     

    ALİ


  10. Gitmedim İstanbul'a, nasip olursa gitmeyi düşünüyorum. Fakat sanırsam bu şehir ''bahçe-şehir'' olduğu yıllara baka baka iç çekerken, şimdilerde ''beton-şehir'' olmanın azabını/işkencesini yaşıyor olsa gerek.

     

    Bostanların, bahçelerin, meyveliklerin şehrinden ne hale geldi İstanbul? Dünyada, bu kadar önemli ve hatta kutsiyet atfedilen bir başkent olupta, yine kendisine bu kadar ihanet edilen bir şehir yoktur sanırsam.

     

    Zaten İstanbul kurtulsa, kurtuluşun seslerini de duyacağız.


  11. Marmara Kıraathanesi'nin müdavimlerine ''Marmaratör'' denilirmiş. Merhum Nurettin Topçu'lar, Erol Güngör'ler, Fethi Gemuhluoğlu Marmaratör'lerden bir kaçı. Üniversite gençliği gelir ve boş buldukları (tabi varsa) bir masaya oturur ve Marmaratör'lerin masasına kulak misafiri olurlarmış/münazaraları dinlerlermiş..

     

    Hey gidi eski ve güzel günler hey !..

     

    Ziya Nur Aksın'ın ismindeki Nur, Bediüzzaman Hz.lerine olan yakınlığından/ona muhabbetinden dolayı verilmiş. Risale-i Nur'ların zamana hitap ettiğini, içerisinde hem dini, hemde bilimle alakalı görüşlerin olduğunu her ortamda savunurmuş ve bunu akademik bir düzlemde dile getirirmiş.


  12. Bir de delil/ispat/video istemiş sayın Hareket Merkezi. Neyin ispatını, neyin videosunu istiyorsunuz? Siz neyin ve kimin hareket merkezisiniz bilmiyorum ama, ez cümle müslümanların bildiği şeyler var, onu belirteyim.

     

    Çeçen davasının ne olduğunu, nasıl geliştiğini ve nasıl mücadele verildiğini en iyi Rus'lar bilir. Senin yorumlarına ve beyanatlarına bakarsak, sanki biz uzaydan geldik te, Çeçenya'yı Los Angeles'la falan karıştırıyoruz.

     

    Aptal ya da özürlü mü sanıyorsun sen bizi? Köyler güllük-gülistanmış, camiler yapılmış, vs... Doğrudur, bunlar oluyor ve olmakta Çeçenya'da. Neden oluyor ve nasıl oluyor? Bundan makul ve faydacı politika mı olur söylesene? Çeçen haklı ve onurlu davası kırılmış, bütün liderler öldürülmüş/sürülmüş, halk sefalete ve anarşiye (adam kaçırmalar, infazlar) mahkum edilmiş bir yerden bahsediyoruz sayın Hareket Merkezi.

     

    Şimdi, madem açtın ve başka cepheden girdin bu konuya, biz de vicdan ve izan cephesinden girelim.

     

    Yerle bir edilen şehirlerin, evlerin, camilerin videosunu mu istersin? Tecavüz edilen binlerce Çeçen kadının videosunu mu istersin? Ayakları yok, elleri yok, gözü yok, kulağı yok olan Çeçen çocuklarının videosunu mu istersin? Kim yaptı bunları? İstanbul'da katledilen Çeçen'lerin videosunu eklemek isterdim ama, maalesef yetişememiş ! kameramanlar. Katar'da bombayla şehid edilen Zelimhan Yandarbiyev'in videosu da fena olmaz aslında.

     

    Zilletle yaşamanın ve zilleti konuşmanın videosunu mu istersin yoksa? Çünkü açtığın bütün konular zilleti işaret ediyor bize, başka bir şeyi değil ! Ya da Rusya ile müttefik oldukta bizim mi haberimiz yok?

    ...

     

    ALİ


  13. -Gelişine ve Gidişine Dair Bir Deneme-

    Düşünmek...

     

    Sabahın ayazında bir güvercin izinde aramak ve ayak seslerine kulak seğirtmek tan yeri geceye veda ederken. Gök mavinin altında olduğunun hakikatine sarılmak ve yetinmek varlığınla. Aynı zamanlarda bulunduğumuzun işareti olan yollarda yürümek seninle ve yalnız olmak, ne tuhaf !..

     

    Akşam kızıllığındaki gidişini şölene çevirmek ve seni baş davetli yapmak fikrimin en bilinmez köşesine, defalarca gelmediğini görerek...

     

    Günah sınırlarında dolaşmak, belki ihlal etmek bütün yasaları ve yaşamları senin bir gelişine ve gelişinle getirdiğin bahar serpintilerine. Bilmek, bulmak, kaybetmek ve yeni baştan, çocukça bir heyecanla aramak seni...

     

    Korku ve ümidin günaha dönüştüğü tılsımlı bir gün ortasından seslenmek sana:

     

    Sendin bana gelen, benden habersiz, ani ve yağmurla ve öteden...

    • Like 2

  14. Bir macera, ruh ve insan üzerine bir yol alış: ''Bir Ruh Macerası''. Evet, okunası ve ibret alınası bir kitap. Hem kişi olarak, hem de toplum olarak. Zira bu ruh macerası sadece Ayşe Şasa'nın değil, Cumhuriyet sonrası pek çok kimsenin ruh macerasıdır/kimlik bunalımıdır.

     

    Kitabın özü ve özeti, bizi anlatıyor aslında, bu ülkeyi.


  15. -Gurbet-

    Gurbet düşüyor hissemize; uzak ve yalnız bir gurbet. Şehrin, evlerin, sokakların ve insanların yabancılığı geliyor dört nala üstümüze. Sanki mağlup oluyoruz, sanki hezimet yaşıyoruz, geri çekiliyoruz.

     

    Tuhaflığı işin; bunlardan da öte bir gurbet yaşıyoruz içimizde. Gurbet...

    • Like 3

  16. -Bedel ve İnsan-

    Herkes bir bedel öder; gurbette sılanın bedelini ödeyenler olduğu gibi, sılada gurbeti yaşayanlarda öder bunun bedelini. Kimisi bir ülkeye olan kara sevdasının, kimiside bu kara sevdanın çilesinin bedelini öder uzaklarda veya yakınlarda.

     

    Bedel ödemek belki incitir ve yorar insanı. Fakat adanmışlık davasındaysa bir adam, hoş geldi/safa geldi ödeyeceğimiz bedel/ler der korkmadan. Yığınlara, mantık oyunlarına ve felsefe ucuzluklarına aldırmaz, yürür gider o insan.

     

    İnanmışlarla, dirilmişlerle, ruh yolcularıyla...

    • Like 3

  17. Usta şair Sezai Karakoç için Cine 5, 'Gün Doğmadan' adlı bir belgesel hazırladı. 15 Ocak'ta galası yapılacak belgesel bu ay içinde ekranlarda olacak. Belgeselin yapımcısı Cine 5 Medya Grup Başkanı Orhan Seyfi Güner "Bizim burada yaptığımız iş Sezai Karakoç'u, onun düşüncesini, anlama, tanıma ve tanıtma çabası olarak tanımlanabilir." diyor.

     

    TMSF'nin yönetiminde yola devam eden Cine 5, Türk edebiyatının usta şairi ve Diriliş hareketinin önderi Sezai Karakoç belgeseliyle, Türkiye'nin kültür arşivine önemli bir not düşüyor. Ocak ayı içinde yayınlanacak belgeselin arkasındaki isim olan Cine 5 Medya Grup Başkanı Orhan Seyfi Güner, "Türk şiirinin en önemli şairi ile karşı karşıyaydık. Ancak Sezai Karakoç sadece bu değildi. Bu nedenle belgeseli yaparken bir şairin hayatını konu almadık. İnsanlığın kurtuluşuna çareler arayan bir mütefekkir Sezai Karakoç. O sadece çığır açmış, iyi bir şair değil; aynı zamanda medeniyeti ihya edici bir aktör." diyor.

     

    Sezai Karakoç, Türk edebiyatının yaşayan en güçlü kalemlerinden biri. Ancak onunla ilgili bir haber, röportaj yapmak neredeyse imkânsız gibi. Belgesel yapmaksa imkânsızın ötesinde bir durum. Siz nasıl ikna ettiniz Karakoç'u?

     

    İkna etmedik, edemezdik. İkna etmeye çalışmak da edebe aykırı olurdu. Biz sadece üstadı bu belgeselden haberdar ettik. Kendisini ziyarete gittiğimde söyledim, böyle bir belgesel çekme niyetimizin olduğunu. "Hayırlısı olsun." dedi. Bu bizim için önemliydi. "Hayır çekemezsiniz!" de diyebilirdi. Hayır deseydi böyle bir işe girişir miydik, bilmiyorum.

     

    Bugüne kadar neden böyle bir belgesel çekilemedi sizce?

     

    İnsanların zihninde yanlış bir Sezai Karakoç imajı var. "Acaba biz böyle bir işe girişirsek üstad buna ne der? Bize kızar mı? Asla rıza göstermez" diye bir kanaat var. Onu müstağni tavırlar sergileyen, herkesi azarlayan biri olarak görüyorlar ya da böyle gösteriyorlar. Halbuki yanına gittiğinizde mutlaka ayağa kalkarak karşılıyor sizi. Konuklarına buyur etmeden çayını yudumlamayacak kadar nezaket sahibi. Sözlerinin inşirah veren bir yanı var. Yanındayken kendinizi güven içinde hissediyorsunuz. Hal böyle iken kalkıp aksini söylemek çirkin bir iftiradır. Bu durum onun duruşunu ve derinliğini kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Sezai Karakoç, enginliği bu ülkenin sınırlarıyla sınırlı olmayan bir mütefekkir. Böyle bir mütefekkir benim belgeselimi yapın ya da yaptığınız işe izin veriyorum der mi? Bize şunu söyledi: "Size yapmayın diyemem. Ama eleştiri hakkım mahfuzdur." Bu muhteşem bir sözdü.

    Zor oldu mu bu belgeseli yapmak?

     

    Sezai Karakoç üstada ilk gittiğim gün hoşgörüsüne sığınarak şunu söyledim; "Ne yaparsak yapalım, iddianızın büyüklüğü karşısında bu belgesel mütevazı bir çalışma olacaktır." Bizim burada yaptığımız Sezai Karakoç'u, düşüncesini, tanıma ve tanıtma çabası olarak tanımlanabilir. Bu, sinema alanında Sezai Karakoç ile ilgili yapılmış ilk çalışma. Bununla, Sezai Karakoç düşüncesini anlamaya yönelik çok güzel çalışmaların önünü açmak istedik.

     

    Belgesele kimler emek verdi?

     

    6 ay önce yapmaya karar verdik. Sezai Karakoç üç nesli etkilemiş bir mütefekkir. Biz bunun son halkasıydık. Yapacağımız belgeselin bu aidiyete yakışır olması gerekiyordu. En çok Sezai Bey beğenmeliydi bu belgeseli. Yusuf Kaplan hocamızın yol göstermesi ile çatıyı oluşturduk. Metin yazımı işini Hamit Can ve Yusuf Armağan'a yükledik. Hamit Can Beyefendi otuz yıla yakındır 'Diriliş' çevresinde bulunuyordu. Genç nesil gazeteci-yazar Yusuf Armağan, inanılmaz bir özveri ile çalıştı. Bu arada Sezai Karakoç'un eserlerinin tümünün taranarak bir fihrist çalışması yapılması ihtiyacı doğmuştu. Cesur Küçük'ün organizasyonuyla 15 genç arkadaşın oluşturduğu bir okuma grubu Sezai Bey'in tüm eserlerini aralarında paylaşarak okudular. Bizim için de ayrı bir önemi vardı bunun. Çünkü bu belgeseli yapmaktaki asıl amacımız Üstad Sezai Karakoç'u genç nesle tanıtmaktı. Belgeselin yönetmeni Ensar Altay, Ergani, Maraş, Maden, Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Bursa'da Sezai Karakoç'un izini sürdü. Onu aradığımda ya Sezai Bey'in okuduğu okulun arşivinde bir ipucu bulmak için aramalar yapıyordu, ya da bir röportaj alabilmek için yüzlerce kilometre yol gidiyordu. Ergani'deki Zülküfül Dağının zirvelerindeki Zülküfl Nebi (A.S.) makamına kamerasını yüklenerek çıkıyor, Ali Dağı'nda Hazreti Ali'nin ayak izini arıyordu. Belgesele başladığımız günden itibaren hep şunu vurguladım: Bu iş bir mîrî malıdır, hepimizin eseridir.

     

    Karakoç'u anlatırken sadece şair kimliği üzerinden mi yol alındı?

     

    Sezai Karakoç, Poetika'sında "Sanat tutumum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onun bir sesini, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir." der. Türk şiirinin en önemli şairi ile karşı karşıyaydık. Ancak Sezai Karakoç sadece bu değildi. Bu nedenle belgeseli yaparken bir şairin hayatını konu almadık. İnsanlığın kurtuluşuna çareler arayan bir mütefekkir Sezai Karakoç. Fikirlerini hayatına bir iman-amel bütünlüğü içerisinde yansıtmaya çalışan bir eylem insanı. O sadece çığır açmış, iyi bir şair değil; aynı zamanda medeniyeti ihya edici bir aktör. İşte bu sebeple 'öldükten sonra dirilme' kavramından yola çıkarak oluşturduğu hareketin adını 'Diriliş' koymuştur.

     

    Sizce Sezai Karakoç için Diriliş ne anlam ifade ediyor?

     

    Sezai Karakoç'un bütün yazdıkları, söyledikleri ve yaptıklarının bütünüdür 'Diriliş'. Eserlerinde "Diriliş; yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır. Bir hakikat akımıdır." diyor. Yeni değil "yeniden" olması önemlidir burada. Bu çağrı insanlığın ilk devirlerinden beri yapıla gelmektedir. Bu yönüyle 'diriliş çağrısı' kadim bir çağrının günümüzdeki karşılığıdır. Diriliş düşüncesi; insanın, insan ile, eşya ile, zaman ile, mekân ile ve Yaratıcısı ile varoluş amacına uygun bir şekilde yeniden ilişki tesis etmesi gerektiğini vurgular. Sezai Karakoç'un 1960'lı yıllardan itibaren yapmış olduğu tespitler ve çözüm önerilerinin bugün hâlâ geçerli oluşu onun ufkuna henüz yetişemediğimizin bir kanıtı.

     

    Sezai Karakoç denilince akla 'Monna Rosa' isimli şiiri ve onun etrafında yapılan spekülasyonlar geliyor. Siz belgeselde bu tür spekülasyonlara yer verdiniz mi?

     

    İnternette bir tarama yapsanız, insanlara sokakta mikrofon uzatsanız Sezai Karakoç ile ilgili karşınıza çıkacak en çok sonuç 'Monna Rosa' olacaktır. 'Bu şiir önemsizdir' anlamında söylemiyorum; ama bu durum Sezai Bey'e yapılmış en büyük haksızlıktır. Türkiye'deki magazin merakına da güzel bir örnek aynı zamanda. Belgeselde böyle şeyler bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaklar. Ancak, görmezden gelmek yerine bu şiirin Türk şiiri açısından önemini vurgulamak bâbında, çok naif bir şekilde işlemeye gayret ettik.

     

    Özel kanallar, belgeseller hele de kültüre sanata dair belgeseller konusunda çekimser davranırken siz neden böyle bir yapıma sponsorluk yaptınız?

     

    Özel kanallar maalesef RTÜK'ten ceza aldıklarında, ceza alınan programın yerine RTÜK'ten gelen belgeseli yayınlıyorlar. Trajikomik bir durum bu aslında. İzleyiciye değer veren bir anlayışla televizyonlarda muhteşem işler yapılabilir. Televizyon, dayatma hayatları değil, yaşandığında insanın hayatını anlamlı hale getirebilir örnek hayatları anlatmalıdır. Biz burada bir örnek sergiledik. Bizler büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Sezai Karakoç'un 'Gök Medeniyeti' ya da 'Hakikat Medeniyeti' olarak tanımladığı bu büyük medeniyete, tüm insanlığın ihtiyacı var.

     

    11.01.2010-Zaman

    ...

     

    ALİ


  18. Elif Şafak'ın Aşk'ını (böyle bir aşkta yok, Mevlana'da !), merhum Erdem Bayazıt'ın Şiirlerini ve Üstad Sezai Karakoç'un Yitik Cennet'ini okudum. Bir daha okuyacağım Yitik Cennet'i; çünkü bir defada anlaşılacak bir kitap değil. Hep sol, aydın, entellektüel muhabbeti yapılır ya. Yok, öyle değil ! Bizler, kendi değerlerimizi iyice bilmediğimiz ve okumadığımız için bu komplekse giriyoruz.

     

    Üstad Kısakürek, Üstad Karakoç, Gemuhluoğlu, Cemil Meriç, Bayazıt, Bakiler... Bunlar dünya çapında yazar/şair/mütefekkir. Okumak lazım, beslenmek lazım ''süt emer'' gibi annelerimizden.

×
×
  • Create New...