Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. Nasıl ki tamamen silip atamadığımız duygularımız, hislerimiz vardır, vefa duygusu da derinde, ama hep bizimle yaşayan, fakat çoğu zaman karşımızdakilerden beklediğimiz, bencilliğimiz sebebiyle en yakınımızdan bile esirgediğimiz, üzerini zaman perdesiyle örttüğümüz en insan yanımızdır.

     

    Keşke, bütün unutulmuşluklara, bütün uzaklıklara, zaman ve zamaneye karşı; karşılık görmesek de, hiçbir beklenti içinde olmadan, Fuzûli gibi bizler de; “Yâr kılmazsa mana cevr ü cefâdan gayrı/ Men ana eylemezem mihr ü vefadan gayrı” (Sevgili bana sürekli eziyet etse de, ben ona yine vefa gösteririm) diyebilseydik.

     

    Bütün yarı yolda bırakılmışlıklara, sırt çevirmelere, korkup dönmüşlüklere ve acaba kim ne der düşüncelerine defalarca muhatap olsamda, zerre kadar birşey beklemeden aynı şeyi yapmaya devam ediyorum. Bilmiyorum bu yaptığım vefa mıdır ama bunu yaşadım çoğu zaman.

     

    Başkaları için fedakar olmak, birşeylerden feragat etmek elbette olması gereken bir haldir ve mevzu bahis yapılmamalıdır. Fakat insan öyle ya da böyle bir incelik, karşılık, tepki bekliyor. Bunu isteme sebebi ''karşılık versinden ziyade'', karşındaki insana duyulan ciddi ve sarsılmaz güvenle alakalı sanırım.

    • Like 1

  2. -Hiç'li Çağırış-

     

    Belki yazgıdır bana, peşime düşen gölgeler ve gençliğim tenhada.

    Ve gece homurdanmaları; karanlık, sinsi, ürkütücü...

    Gelen nedir boşver, gelmiştir. Zihin okumaları, feryad med-cezirleri, günaha davet, aydınlığa reddiye ve inkâr. İnkar edilesileri.

    Ümit çağırışları, sükût sofraları, bağdaş hakikatleri... Ve ötesi ömrümün.

    • Like 2

  3. -Meçhule-

     

    Ben seni aradım mı, arayabildim mi bilmiyorum? İnan bilmiyorum Meçhule. Yaşadığım, daha doğrusu ve anlamlısı yaşatıldığım şu vakte kadar aradığımı ve beklediğimi iddia ettim belkide. Bunuda bilmiyorum. Bilebildiğim, yani sözlerime kefil olabileceğim ve bildiğim şeylerde var elbette.

     

    Ben seni düşündüm; yüzünü bulmaya çalıştım, resmini görmeye uğraştım, hayaline iliştim, uzaklara baktım; denizlerin uzaklarına, ovaların ötelerine, görebildiğim uzakların oralara baktım hep.

     

    Kim olduğunu, ne olduğunu, nasıl olduğunu, duruşunu, yürüyüşünü, seslenişini, susuşunu, tebessüm etmeni, ayağının taşa takılıp sendeleme halini, yemek yapışını , çay demleyişini ve belkide elini yakışını hep ama hep düşündüm.

     

    Var, vardır, varsa gelecektir ve bulacaktır dedim. Belki bu inanmışlıkla tam aramadım, aramak istemedim seni. Herhangi bir yerde, bir zamanda, bir saatte, bir caddede, bir sokakta, köşe başında, kaldırımda beni bulacak dedim...

     

    Hep dedim bunu Meçhule, hep bunu dillendirdim. Seni, itiraf ettim kendime. Şöyle olacak, böyle olacak, kesin öyledir, düşündüğüm ve düşlediğim gibidir, tabi, elbette, muhakkak ve Allah büyük dedim, yalan söylemiyorum Meçhule.

     

    Kadere inanmış olduğum ve bunu yaşayabildiğim kadar inandım bunlara ve inanmaktan da ne usandım, ne de yoruldum. Bu bana iyi geliyordu ve ben seni hep iyi şeylerde, iyice, iyi düşünüyordum.

     

    Batmışlığıma, yoldan defalarca çıkmışlığıma, eksikliğime, af dilemeye bile yüzümün tutmadığı günahlarıma, defalarca ve defalarca aman dediğim dileyişlerime ve herşeyime...

     

    Herşeyimde birazda sen vardın Meçhule.

     

    Ben seni aradım mı bilmiyorum Meçhule? İnan tekrar tekrar bilmiyorum, bilmekte istemiyorum. Bilipte, seni tekrar arama vaktimin ! geçtiğine yanmak ve yana yana bunu bilmek istemiyorum Meçhule.

     

    Neredeysen iyi kal, iyi ol. Ah gençliğime bedel olsaydı da, seni arayıp bulsam ve sonra yok olsaydım Meçhule...

    • Like 3

  4. Berat Demirci anlatıyor:

     

    Bıyıklarım gür gelsin diye günde iki kere tıraş olan bir köy öğretmeniydim. Bir haber: Necip Fazıl, Sivas'ta...Mahallelim de olan, öğretmen arkadaşımla (Vahdettin Altu" kafaya vererek köyün iki dolmuşundan birini ayarttık; yolları kar kapamıştı. İki yol vardı; biri kese, biri sapa. Sapa yolun açık olma ihtimali vardır diye yollara düştük, maceralı bir seferden sonra iki saatlik yolu altı saatte alarak şehre vasıl olduk.

     

    Aynı akşam Esen Sineması'nda Necip Fazıl konferansı var daha öncesinde Köşk Oteli lobisinde yüzünü gördük; etrafında geniş bir hayran ve siyasi ikbal uman bazı zevat... Üstad dinlenecek dediler ve odasına geçti.

     

    Oda, otelin en büyük odası... Etrafında bu sefer MTTB'li gençler ve üstadın özel korumaları... Üstad böyle özel muameleyi sever derlerdi; sever miydi bilmem? Gençlerden cevval bir arkadaş, biledin reğine kuvvetli gençleri tanıtıyor. Kimi karakuşak millî karateci kimi gençlerde dünya şampiyonu güreşçi... Evvel Üstadın meşhur tiki harekete geçiyor ve arkasından: "Geçin bunları çocuklar! İçinizde beyin var mı, beyin?" diyor. Takdimci arkadaş renk alıp veriyor ama çevresindekiler bu nükteyi bir yana kaydediyorlar.

     

    Hemen aynı anlarda Üstad çay içmektedir... MTTB'nin Necip Fazıl müptelası gencecik başkanı (Zeki Kılıç) da çayı dolduruyor. Eli ayağı titriyor ve bardak devriliyor, sehpanın üzerinde Üstad'ın Bahar sigarası... Bahar, Bafra ile aynı içimdeydi karton kutuluydu, inceydi ve iki nefeste dibini bulabiliyorduk. Çay sigaraya doğru akarken, devrilen bardağı düzeltiyor. Necip Fazıl fırsatı kaçırmıyor: Başkan, öyle başkanlık olmaz! Çay gitti, sigarayı kurtar! diyerek, başkana ders vermiş oluyor.

     

    Dünya tatlısı bir adamdı merhum üstadımız! Dikkatli, ders verici, esprileri olağanüstü incelikli; gençlere karşı daima sevgi dolu...

     

    Sivas konferansından sonra Ülkücü Gençliğe teveccühle, MHP'ye destek vermiş; milliyetçi hareket içinde ayrı bir dalgaya vesile olmuştu. Etrafının doluluğuna rağmen, dünyanın en saf yalnız adamlarından biriydi. Bugün bile geçmişten deliller getirerek, onun bazı siyasi ilişkilerini fena halde hicvedenlerin dertlerinin vefasızlık yahut hasetlik olduğunu düşünüyorum.

    İnsanoğlu hatadan hali değildir; Necip Fazıl ise hatadan ibaretmiş gibi gösterenlerin, onun güzel yanlarını görmemelerini başka türlü yorumlamaya terbiyem el vermez.

     

    Akşam kavuşmadan balkon dediğimiz katı da olan sinema salonu hıncahınç doldu. Konferansın konusu, "Dünya Bir İnkılab Bekliyor" idi. Dünya hala bekliyor... Üstad, ne söylerse söylesin dinleniyordu; acayip karizması vardı. Dinlemeyenler de seyrediyordu. Kendisi bir Anadolu seferinde bunların çoğu beni seyretmeye geliyor!" demiştir. Elbette seyredenler, Büyük Doğu'nun kahramanını görmek için gelenlerdi.

     

    Rivayettir, salon ahalisi "Üstad, Üstad!" diye göğü inletirken, seyircilerden biri de "Üst kata bakıyormuş, sinemanın balkonuna. Sonra ! gençlere "Üst kat, üst kat diye bağırıyorsunuz! Ust kata bakıyorum bakıyorum bir şey göremiyorum!" diye sitem etmiş.

     

    O akşamın bence en güzel hadisesi, Sivas'ın meczuplarından "Hayhak Süleyman" ile Üstad arasındaki konuşma idi. Şehrin Süleyman Emmisi merkez camilerde ikamet eder ve aşka gelince "Haaaay Haaakkk!" ve arkasından "Aşkk" diye nara atardı. Bazen de sadece "Aşkk" derdi. Her yerde de ve her zaman böyleydi ve kim olursa olsun lafını esirgemediği için, şehre ricalden birileri geldiğinde Süleyman Emmi'yi polis abiler müsait bir karakolda misafir eder, ağırlarlardı.

     

    Necip Fazıl konuşuyor, Hayhak Süleyman da cümle sonlarında "Aşkk" diyordu; birileri müdahale etti. Üstad, konuşmayı keserek, yanında nöbet tutan gence (Necati Çelik) ne olduğunu sordu.

     

    Delikanlı da, özür bildirir bir şekilde, "Aşkk!" diye bağıranın bir meczup olduğunu filan söyledi. Üstad, "Hiçbir itirazım yok!" dedi, Süleyman Emmi'ye müteveccih, "Sen bir defa, ben bin defa söyleyim!" dedi ve şehrimizin meczubuyla aynı makamdan peşi peşine:

     

    Aşk, Aşk, Aşk, Aşk! dedi. Azıcık durakladıktan sonra, konferansa devam etti. Müthişti.

     

    ***

    Sultanşehir Kültür Sanat Dergisi'nin 13. Sayısından Haber 7 ekibince alıntılanmıştır... Fotoğraflar, Zeki Kılıç arşivinden alınmıştır... Hatıra Berat Demirci'ye aittir...

    • Like 1

  5. Tarihçi dediğimi göremiyorum ya da hatırlamıyorum. Araştırmacı.. Evet, araştırmacı. Hep tartışılır, tarih nesnel midir, öznel midir? Tarafsız olunur mu, olunmaz mı? Bunlar tarih ilmiyle iştigal olanların (akademik olarak) cevaplayacağı sorulardır. Benim bildiğim: Tarih, milletlerin hafızasıdır, yaşanmışlığıdır, inkar edilemez. Fakat, milli ve dini duygular bu ilmin her daim içinde ve yorumlanmasında varolmuştur.

     

    Mustafa Armağan konusunda polemik yapacak değilim Cihandar kardeşim. Yaptığı çalışmalardan Genelkurmay bile etkilendi (aslında rahatsız oldu desek daha uygun olur) ve Kazım Karabekir'in birileri tarafından (o birileri M.A oluyor) suistimal edildiğini, Genelkurmay'ın bu İstiklal Harbi komutanına her daim sahip çıktığını, paşayla ilgili öne sürülen tarihi bilgilerin yanlı ve ideolojik olduğunu beyan etti.

     

    Gayreti, kurcalamaları, derlemeleri, birleştirmeleri, bol kaynaklı tarihi olayları kamuoyuna sunması gayet güzel ve takdir edilesidir. Tam mıdır? Elbette değildir.


  6. Vaktiyle forumda Mustafa Armağan'a bayağı yüklenilmişti. Tartışmaya katılanlar bilir. Ne olursa olsun; Mustafa Armağan'ın iyi bir araştırmacı ve tarihi olaylarla günümüz hadiselerini yorumlama/öngörüleme yeteneği gözardı edilemez. Bilhassa ''Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı'' kitapları çok ciddi bir araştırma eseridir.

     

    Özellikle birinci kitap müthiş derlenmiş. Bunu belirtmek istedim. zaten okuyanlar bunun farkında olmuşlardır.


  7. Sümela Manastırında (Trabzon) ve Akdamar Kilisesinde (Van-Bitlis) ayinlere serbestlik getiren, azınlıklara taşınmazlarını iade eden hükümetimiz, her zaman çıkartabildiği kanun hükmünde kararnameyle veya başka bir yasal düzenlemeyle Ayasofya'da da ibadet yapma hakkını teslim edebilir müslümanlara..

     

    Madem desteklenesi konularda Ak Parti'ye destek oluyoruz (askeri ve yargı vesayeti, sivilleşme, derin devlet tasfiyesi, sosyal politikalar vs.), Ayasofya konusunda da hakkı istemek ve bunu her ortamda dile getirmek gerekmez mi?

     

    Milletvekillerine, bakanlara, Başbakanlığa, hatta Köşke... Mektup yazarak, telefon açarak, faks çekerek, elektronik posta yollayarak girişebiliriz bu işe.

     

    Ayasofya'nın açılması, orada müslümanların ibadetlerini yapması en meşru ve vazgeçilmez haktır.

    • Like 2

  8. Binsekizyüz bilmem kaç yılında, yeni yeni palazlanan A.B.D'nin konsolosluk/temsilcilik açmak istediği şehir.

     

    Ve Devlet-i Ali'den cevap:

     

    Böyle birşeyi lüzumlu görmüyoruz, çünkü Erzurum'da Amerikan vatandaşı yoktur !..

    • Like 3

  9. İnsanların su ve gıda malzemesi temin etmek için kilometrelerce yürüdüğü ve bu esnada bazan çocuklarını kaybettiği bir dünyada; yarın ne yesek acaba diye düşünenlere diyorum ki: Zıkkımın kökünü yeyin, boğazınıza dizinize dursun !...

    • Like 2

  10. Asker mi, polis mi?

     

    Sağa sola savrulmaya, muradı dışına çıkarılmaya müsait bir tartışma.

     

    Hükümet terörle mücadelede polisi öne çıkartmak istiyor. Meselâ MHP'yi temsilen Oktay Vural, 'Devlet topyekûn mücadele eder, polisi askeri mi olur bu işin?' diye atılıyor. Tartışmanın mantık sınırları dışına çıkmaya meyilli halini, tersinden bir öneri ile göstermek mümkün. 'Türkiye'nin savunmasını polise bıraksak?' Bu öneriyi tartışmanın bile anlamsızlığı ortada olduğuna göre, o zaman askerin asayiş ve iç güvenlik konularında yegane otorite olarak varlığını sürdürmesinin mantığı ne?

     

    Zorlu bir tarihsel döneme giriyoruz. Ayaklarımızı yere sağlam basmak ve gelecek fırtınalara hazırlıklı olmak zorundayız. Avrupa'dan yayılan ekonomik kriz sinyalleri, bütün dengeleri ve hesapları değiştirmeye aday. Bir dünya yıkılıyor ve yerine yeni bir dünya kuruluyor. Kürt sorununu ne İmralı ile, ne de BDP'li politikacılarla çözemeyeceğimiz anlaşıldı. Bu ülkede huzur, barış ve refah arayan ve sadece bu ortak paydada buluşanların sağlam bir zemine ihtiyacı var. Bütün kurumlarımız ve reflekslerimizle gelen dalgaları göğüsleyip yolumuza devam edeceğiz.

     

    Bir devleti, diğer benzer bütün kurumlardan ve yapılardan ayıran temel kıstas, meşru şiddet kullanma ayrıcalığıdır. Hukuka uygun hareket eden bir silahlı güç devrede olmazsa, devlet adaleti sağlayamaz. Asker, diğer ordularla savaşmak üzere organize olduğu için, meşru şiddet kullanma ayrıcalığı polis ile özdeşleşir. Akıllı, çevik, organize ve hukuk ihlalleri için caydırıcı bir zabıta gücü, hak ve özgürlükleri korumanın vazgeçilmez şartıdır. PKK'nın sürekli ürettiği PKK'lı hainleri, PKK'nın zulmünden bu polis gücü koruyacak. Son günlerde bu ihtiyacın artacağını dikkate alarak, polisin artan önemini vurgulamış olalım.

     

    Polis ile politika, aynı kökten gelen Yunanca iki kelime. Polis şehir (devlet), politika ise şehre (devlete) ait işler demek. Medeniyetin, birlikte hukuk güvencesi altında yaşamanın, gelişmiş kurumlara sahip olmanın en ileri hali 'polis'te somutlaşıyor. İç güvenlik hizmetinizin durumu, sizin devlet beceriniz hakkında doğrudan fikir veriyor. İç güvenliğinizi sağlayan ve adaletin tevziine hizmet eden polisin durumu, birlikte yaşama becerinizin de göstergesi.

     

    Türk polisi çok iyi durumda. Adalet son zamanlarda güven veriyor. Kimsenin kanun karşısında dokunulmazlığının kalmadığının anlaşılması, bu güvenin temel sebebi. Bu güvenin arkasında karınca gibi çalışan, donanımlı ve yetenekli polis teşkilatı var. Yaşadığımız sıkıntıların kaynağında yer alan temel problem ise askerin, başta terör olmak üzere bir kısım iç emniyet görevlerini üstlenmiş olması. Hükümet şimdi isabetle iş bölümünü netleştirmeye karar vermiş. Bu karara iki itiraz gelecek. Birincisi CHP ve MHP'den, 'askerin yetkilerini kısıtlıyorlar' muhalefeti, ikincisi BDP-PKK'nın 'Kürt sorununu şiddet yöntemleri ile çözmek için polisi öne çıkartıyorlar' demagojisi. İkisi de yanlış veya art niyetli. Doğrusu, polisin iç güvenlik konusunda tek otorite haline getirilmesi.

     

    Jandarma, nüfusun ağırlıklı olarak köylerde yaşadığı dönemde iç güvenlik hizmetini, mecburi askerlik görevinin içine dahil ederek ucuza getirmenin yöntemiydi. Şimdi ekonomik olarak toparlandığımıza göre gereği kalmadı. Kırsal alanda güvenlik hizmetinin profesyonel polisler eliyle ifa edilmesi lâzım. Teröre karşı ordunun yapısı itibarıyla kullandığı yöntem, dev bir ekskavatörü küçük sinekleri yok etmek için kullanmaktı. Ortaya çıkan zaafların tamamı bu çarpıklığın eseriydi.

     

    Ordumuz, iç güvenlik tartışmaları içinde yıprandı. Orduya olan güvenin hızla yeniden tesisi ve itibarının iadesi için aslî işine yani dış güvenliğe dönmesi lâzım. Polisin terörle mücadelede bütün yetkiyi uhdesine alması, Kürt vatandaşlarımız nezdinde bu sefer devlet kurumlarına güveni tesis etmek için yeni bir başlangıca vesile olabilir. Devletin imajını düzeltmek için fırsat.

     

    Hızlı, çevik, etkili, akıllı, cesur ve her eylemini hukuk içinde yapan polis teşkilatının, iç güvenliği bütünüyle uhdesine almasına şiddetle ihtiyacımız var. Demagojiyi ve istismarı bırakıp niyeti halis olanların hükümetin teşebbüsüne destek olması lâzım.

     

    Not: Ülkücü camiaya büyük emek vermiş, benim de gençliğimde çok istifade ettiğim Necdet Sevinç'e, Allah'tan rahmet, sevenlerine de başsağlığı diliyorum.

     

    Mümtaz'er TÜRKÖNE

    24.07.2011 - Zaman


  11. -Kapı Eşiği-

    Düşünebildiğim zaman dilimlerinden arda kalan zamanlarda zorlanıyorum, bu kesin. Olmanın, yok olmanın, veballerin, görülesi muhakkak hesapların, ötenin ve ötenin hakikatinin ağırlığına dair birşeyler mırıldanmak isterim. Doğumum ve ölümüm arasında sığdırılmış -ki insana göre, sarsılmaz ve sorgulanmaz ömrümün bütün med cezirlerini afişe etmek, hedef göstermek, yanmak, dilemek, dilenmek, had bilmek, teslimiyet, arınmak, mahcup olmakla mükellef ne varsa yapmayı ve yapabilmeyi.

     

    Nasıl isteyebilirim ki bunları, istemenin yolundan defalarca çıkmış ve yolları açık-seçik-fikri-kalbi günahlarla süslemiş olan kahrolası Ben'e esir ben, neyi, nasıl isterim? Ümit diyor ötelerin sesi ve sahibi, ümit. Siz, ümitli olunuz ve ümitle dolunuz.

     

    Ümit... Beni, bu ümitten ve bu ümide sahip olmayı istemekten geri çevirme Allah'ım.

     

    Nokta !..

    • Like 2

  12. -Dua-

    Ey Rabbim !... Duy ve nasip et, lütfen.

    Bir büyüğümüzün ifadesiyle: ''Beni, kendi nefsime karşı savcı, başkalarına karşı avukat yap''.

     

    Ve Abdullah İbn Revaha'nın (r.a) feryaf figan duasıyla:

    Senden sadece mağfiret istiyorum. Birde ta yüreğime işleyen dehşetli bir yara !...

    • Like 3

  13. Bütün bunların ötesinde, zaman ve mekanın varlığıyla, bir gurbet yaşıyorum... İçlerde, fazla derin ya da belirgin bir somutluk değil, ama soyut olduğu iddiasıda yok, aşırı bir anlamsızlık olur bu.

     

    Evet, içlerde, içe dair bir yerlerde. İçimizde... Gurbet.

    • Like 1

  14. Hah sonunda halloldu işte. smile.gif

     

    Teşekkür ederiz bizleri aydınlattığınız için.

     

    Rica ederim. Hakikaten aydınlanmaya değer bir mevzuydu bu smile.gif Üstad'ın yaşadığı olaylardan (olayın kahramanları meselesi) birisinin daha muğlaklığı gitmiştir sanırım. Aslında böyle çok var edebiyat dünyasında. Sağlam delil ve birinci ağızdan şahitlerle/nakillerle belirtmek lazım.

     

    Muhabbetle.

    • Like 2
×
×
  • Create New...