Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. Çok şükür bu halinide gördük Ednan Hocanın !... Arka fonda esen Roman Havasına uygun el, kol ve benzeri hareketlerle bir çeribaşı oynaklığında ne de güzel oynuyordu öyle. Gizli bir cemiyetin ve tarikatın mensuplarıymış hissini veren civciv sarısı saçları ve pembe dud.... 'lı hanım kızlarıyla iştigal olduğu muhabbetler yetmiyormuş gibi; birde Romen oldu Ednan Hoca. Aklımıza mukayyet ol Allah'ım (c.c)...

     

    Başımıza taş yağdırsan dolu sayarız vallahi kereminden :blink:

     

    Proğramını falan seyre daldığım yok aman, haberlere konu olduda öyle müşerref olduk beyefendinin son icraatine...

    • Like 1

  2. Usulü, biçimi, şekli, içtihad pratiği, şartları tartışılacaktır elbette... İdamdan daha caydırıcı, adil ve önleyici bir ceza var mıdır bilmiyorum? Bir canı haksız yere, bazen keyfiyane, tavuk öldürme kolaylığında öldürenleri; bir kızın, kadının ırzına geçip onun hayatını söndürenleri; bombalarla insanları havaya uçurup, çoluk-çocuk, genç-yaşlı kim varsa katledenleri ağırlaştırılmış şu kadar yılla, müebbetle cezalandırmak ne kadar adildir?

     

    Yüreği yanana, canı yanana, tecavüze uğrayana, oğlunun bıyıklarını bile terlemeden toprağa gömen analara-babalara sormak lazım bunu. Benim canımı yakan, ocağımı söndüren, parçamı koparan birisini devlette olsa "kıytırık cezalarla" cezalandıramaz.

     

    Bu hak benimdir gardaşım sonuna kadar. Allah'ın (c.c) bana verdiği yetkiyi benim adıma kullandığını söyleyen hâkimler hakikaten millet adına mı karar veriyorlar, bırakalım Allah aşkına !? Bunun cezasını bende veremem tabi; heyet, şura, meclis, mahkeme neyse... Ama onbeş yılla, yirmi yılla, müebbetle değil. Emsal olması için, caydırıcı olması için, önleyici bir sisteme geçilebilmesi için konuşulmalıdır idam.

     

    Bakınız Amerika... Biz bu işgalci ve emperyalist ruhlulardan daha mı adiliz (vatandaşına), yoksa daha mı demokrat? İkiside olmadığımıza göre artık konuşmak, tartışmak gerek diye düşünüyorum. Tabi "ben olsam Kızılay'da sallandırırım" ucuzluğuyla değil...

    • Like 2

  3. Konuşmayan, kendince müthiş ama bana göre beş kuruş etmeyen sözlerini defalarca tekrar etmeden uyumayan adam kalmadı. Herkes kendini âlim, psikolog, avukat, yazar, şair, molla, stratejist zannediyor. Vallahi öyle. Ben cehaletinden susan insanla karşılaşmadım. Susanlar da içten içe büyük bir kibirle "Konuşsam evren yıkılır, hükümet çöker" zannıyla susuyor. Yani aslında kendi kendine konuşuyor, insanımız kendisinden başka kimsenin aklına güvenmiyor. Problem şu ki; kendisinde de zerre kadar akıl yok!

     

    Ak gibide yüreği var Bülent abinin. Öyle biliyoruz inşallah. Evet herkes birşey, hatta çok şey. Derinlik, analiz, çıkarım, çağrışım, kıyas... Bunları o kadar çok yapan varki, bazen aynı eksende olupta birbirinin eksenini kaymış ilan edenler var. İşte nefs burada kendini gösteriyor sanırım. Allah (c.c) şaşırtmasın, kaydırmasın.

     

    Susmak lazım evet. Ama susmanın hakkını vererek, susmanın ağırlığını taşıyarak, özümseyerek.

     

    Ataların deyişiyle altın bellemek ve öyle muamele yapmak sükuta,

     

    Merhum Erdem Ağabey'in "Susmam seni ürkütmesin, içimde çağlar var bilmelisin" bercestesini kazımak hafızaya,

     

    Başakları büyüten gök gürültüsü değil, yağmurlardır hakikatini anımsamak...

     

    Herşeyin bir bedeli olduğuna göre, susmanın bedelinide iyi bilmek ve iyi taşımak gerek bünyede. Kibirden, nefsten, egodan, zırvaca özgüvenden, bunuda söylemezsem içime dert olur saplantısından, nasıl laf koydum ama ucuzluğundan, topu doksana çaktım seviyesizliğinden uzak bir şekilde... Susmak, evet.

     

    İlaveten: Abimiz neden yazıyorum diye sormuş ve cevaplamış bir yazısında. Neden yazdığının sebeplerinden birisinide "diksiyonunun bozuk" olmasına bağlıyor birazda mizah yaparak. Aslında gayet hoş ve tatlı bir Elazığ ağzı vardır ve kendisinede çok yakışıyor. Bunuda ayrıca belirtmek istedim :)

    • Like 1

  4. Az kaldı: Kalemi kıracağım, kibritlerin hepsini yakacağım, sigarayı bırakacağım ve elimde çay termosuyla parklarda sabahlayacağım...

     

    Külliyen iltica edeceğim "yazma/karalama" işlerinden.

     

     

    Bilgi: Bir üstteki mesajla ilgili değil bu durum -azıcık ilgili, yalan demiyeyim :)- belirtmiş olayım.


  5. Mübârek divane...

     

    Kâfirlerden yediği dayaklara, olmadık zulümlere, türlü hakaretlere rağmen Kabe'ye deli-divane atılıp, göğsüne vura vura "Allah (c.c) birdir, Muhammed (s.a.s) onun elçisidir" diye haykıran, feyrat koparan asil ruh.

     

    Rebeze Çölünde ecel ona gelmezden önce eşine "kalk, belki şurada biraz ot bulurda, yeriz" diye mırıldanan ulu fakir.

     

    Yalnız yaşamak zor değil mi Ya Ebu Zer diyenlere "İnsanlarla yaşamak daha zor" diyen Allah (c.c) aşığı...

    • Like 1

  6. Uyku kaatillerin bile çeşmesi diyor Üstad. Yahu kaatildende mi kötü olduk bu ne iş !? Sanki kanlı-bıçaklıyız; omuz attık, çattık, racon kestik, rest çektik bu uyku hazretlerine tövbe destur pirler erenler yediler kırklar aşkına...

     

    Üzerimde yeni bir ilaç falan mı denediler yoksa, uykulu anıma denk getirip :huh:

     

    Göz var bende göz. Sağlam bir okunmam lazım mızraklı ilmihalden mi olur, şıhlar meclisinden mi artık...

    • Like 2

  7. Yav spirit dur meselenin köküne dinamit koyma. Benim dediğim çok farklı birşey bir, İslami devrim kötü mü dedim bu iki, bunun hallolması için devirmeye filan gerek yok üç ve ayrıca İslam devirmek için değil; yapmak, onarmak, düzene sokmak, birleştirmek için vardır buda dört...

     

    Ve elbette İslami olan birşey kötü değildir, olamaz...

    • Like 2

  8. Batı'da, Amerika'da, Afrika'da İslam Devrimi mi oldu sanki? Bilimadamı, polis, kamu görevlisi olupta sakallı pek çok insan var orada. Tek tip insan modelinin bir numunesidir bu saçmalık. Saçın-sakalın, giyimin-kuşamın yasalarla yasaklandığı bir ülkede oh ! elhamdülillah müslümanız deyip avunuyoruz ya !... BİMER'e yazmıştık bunla alakalı ama dönen olmadı. Hatta Enerji Bakanımızı emsal göstermiştik :)

     

    Neyse, Tayyip Reis inceden inceden bu sorunuda halleder inşallah..

    • Like 2

  9. Gözümün nuru, başımın tacı, dualarındaki küçük ve deli oğlu, ömür borcum, çilekeşim, canım Anam'a..

     

    Bugün geç kalktım biraz, sanırım uykuyla olan aramın açıklığı yüzünden. Ne bilem? Uyuyamıyorum pek; ne gözüm, ne de fikrim tutuyor bu aralar. Kalktım sabah, gurbet dolu odamın perdesini çektim, pencereyi açtım, yüzümü yıkadım. Telefonum çaldı: Ne yapıyorsun gardaş? Gelemde kahvaltı yapak, ne alayım gelirken dedi arkadaşım. Zeytin var, yumurta var, tereyağı var ve sende gelirken kestane balını getir evden dedim, ekmeğide sipariş ederek.

     

    Yedik içtik demlendik anacığım, yine güzel demlediğim çayla. Renkliler birikmişti, götürüp attım makineye -derece 30 ve narin modunda- bastım düğmesine.

     

    Eskisi gibi zor ve ağır gelmiyor sanki gurbet, sanırım yıllar devrile devrile alıştım, ya da alışmış ayağına yatıyorum belli olmasın diye. Kalktık sonra, bir güneşi görelim, havamız değişsin, tebdil-i mekan yapalım diyerek düştük çarşı yoluna. Her zamanki gibi oturduk çay ocağına: Bir çay, birde sade soda. Çayı ben içtim anacığım. Sonra Fotomaç, Sabah, Star, Yenişafak okuda oku. Bu gazeteler havayla poyraz anacığım, hepsi hikaye. Bir kaç sevdiğim abi olmasa, yer sofrası yapmaya devam bunları, ser ha ser...

     

    Sonra namaza niyet ve ikinci rekatta bir müslümanın arkasında el bağlayış; selam, dua, durgunluk...

     

    Akşam ne yesek, ne yapsak, şudur budur derken Antakyalı arkadaşım fitili ateşledi: Gardaş söğürme yapak, yanına bulgur pilavı, tavuk ve cacık. İkiydik üç olduk yemekte. Başka bir arkadaşım -oda az akıllı değil oğlun gibi- icabet etti soframıza. Yaptık, yedik, içtik gözümün nuru, başımın tacı anacığım.

     

    Sonra yine çay, ve bıraktıktan sonra tekrar başladığım (dört ay oldu) sigara, ve muhabbet, ve patırtı, ve tantana, ve gurbet...

     

    Mevlam seni incitmesin, sızlatmasın, ayağını taşa değirmesin anam... Dualarıma sizleride katmayı ihmâl etmemeye çalışıyorum. Sen zaten çifter çifter yolluyorsun o mübarek ellerinden, kalbinden, zikirlerinden...

     

    Selam eder, hürmetle ve muhabbetle ellerinden öperim anacığım, selam ve muhabbetle...

    • Like 1

  10. bende gittim almaya olmadığını görünce hayal kırıklığına uğradım. bana öyle geliyor ki Ramazan ayı boyunca verilmeyecek sonra devam edilir...

     

    Görev sebebiyle bulunduğum şehirde Üstad'a olan ilgisizlikten midir nedir, bugün Star gazetesi aldığım yerde dört beş tane vardı. Hatta başka yerlerde de dikkatimi çekti bu durum. Galiba reklamlar yetmiyor; yani öğretmenlerinde teşvik etmesi lazım öğrencilere. Hoş, gerçi öğretmenlerin çoğu okumuyorken Üstad'ı, çocukların okumaması normal bir durum olsa gerek..

     

    Bu haftaki dergide hoşuma giden yazılardan birisi, dergi yazarı bir ağabeye gönderilen mektuptu: Siz, kölelik yapıyorsunuz bu adama, yani Necip Fazıl'a diye başlayan ve yazarında taşı gediğine oturttuğu müthiş cevabıyla son buluyordu yazı :)

     

    Zihniyet, tıynet, çap (malum zihniyeti kastediyorum) her devirde aynı mı ne :)

    • Like 1

  11. Hatırla ve sıkı tut

     

    Malazgirt Savaşı'nın yapıldığı ovaya ayak bastığımda, henüz yirmi yaşındaydım. (Ağustos, 1990) Oturmuş ve uzun süre ovayı dinlemiştim. Genç aklımla neler düşünmüştüm, tam olarak hatırlamıyorum. İnsanı yoran bir ıssızlık, dersine çalışmış bir rüzgâr ve diz boyu sararmış otlar. Aklımda bunlar kalmış. Sonradan ise şunu anladım: Orada sadece İslamlık vardı.

     

    Evet, o yıllarda, Doğu Anadolu'da birçok il ve ilçede bulundum. Gezdiğim ve kaldığım yerlerde ilk dikkatimi çeken şey, yoksulluk olmuştu. Yokluğu ve yoksulluğu az-çok bilen insanlardık; fakat buralardaki yoksulluk, Şeref Bilsel'in de yazdığı gibi, başka bir şeydi: "Biz yoksulluğu doğuya gelin verdik." (Mecnun Dalı, Sayfa 33)

    Muş'ta, bir pazar sabahı, saat sekiz gibi, çarşıya gitmiştim. Yaşlı bir kadın, duvarın dibine çömelmiş, bir bağ karalâhanayı satmaya çalışıyordu. Öğle veya akşam olmuş olsaydı, satmış, elinde sadece bu kalmış diyebilirdik. Bu manzara, gözümün önünden hiçbir zaman gitmedi. O bir bağ karalâhanayı satacak, eline geçen iki-üç lirayla kim bilir ne alacaktı? Daha doğrusu, ne alabilirdi?

     

    Yoksulluk, bazılarında öfkeye dönüşebilir, dönüşmüştür de. Buna rağmen, çok sık telâffuz edilen "geri kalmışlık" ve "ekonomik nedenler", bana hitap etmiyor. Ülkemizin başka yerlerinden örnekler verip yoksulluk yarıştırması yapacak da değilim. Sadece biraz geriye gitmek istiyorum.

    İngiliz yüzbaşı Freud Burnaby'nin At Sırtında Anadolu kitabında müthiş bir sahne var. Bu yüzbaşı, 93 Harbi'nin seferberlik zamanında, İstanbul'dan Batum'a kadar at sırtında yolculuk ediyor. Kitap, işte bu yolculuğun notlarından oluşuyor. Erzincan civarındaki gözlemlerinden biri de şu: "Yolda üç yüz Kürt'e rastladık. Bunlar Erzurum'a yürüyen redif askerleriydi. Yanlarında subay yoktu. Erzurum'a giden yolu kendi başlarına bulacaklardı mecburen. İğneli tüfekleri vardı ama üniformasızdılar, çoğunlukla hırpani giyimliydiler. Çoğunun ayağında ne bir ayakkabı ne de bir çarık vardı, karda yalınayak yürüyorlardı. Adamlardan birkaçı katırlara binmişti, yakından bakınca zavallıların soğuktan donmuş olduklarını gördüm. Kimileri yürüyüş esnasında ayak parmaklarını yitirmişti." (İletişim Yayınları, Sayfa 252)

     

    Diyelim ki, yoksulluk hâlâ ailemizin bir ferdi. Peki, o günden bugüne ne değişti de, toplu bir akıl, hatta vicdan tutulmasının içine girdik? Sorumuz bu.

     

    ***

    Şimdi, bir yere geldik. Kabul edelim ki, iyi bir yere gelmedik. Adeta, birbirimizi yanlış anlamaya şartlanmış gibiyiz. Ne söylersek söyleyelim, tartışma programlarındaki o sevimsiz klişeyle karşılaşıyoruz: "Bu şekilde hiçbir yere varamayız."

    'Hangi şekilde varabiliriz' sorusunun ise ortak kabul görmüş bir cevabı henüz bulunamadı. Kimlik üzerinden yapılan tartışmalar ise bizi sadece nüfus müdürlüğüne götürmez. Şaka desek değil; 'vatan' kelimesi bile hamaset edebiyatı kapsamına girdi. Sanki vatan, sadece gazete veya bir şirket adıymış gibi.

    Bugüne kadar yapılan yanlışların artık herkes farkında. Bunu, devlet ricali de yüksek sesle dile getiriyor.

    Yahya Kemal, Siyasî ve Edebî Portreler kitabında, Doktor Nazım'ı anlatırken şöyle der: "Hayatın her türlü zahmetlerine tahammül edebilir, lâkin kendi kanaatlerinden başka türlü kanaatlere tahammül edemezdi." (Yapı Kredi Yayınları, Sayfa 91)

     

    Kesin bir şekilde biliyor ve söylüyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, uzun süre, böyle bir zihniyet tarafından yönetilmiştir. Her türlü zahmete katlanılmış, fakat farklı görüşlere ve görünüşlere asla tahammül edilmemiştir. Bu zihniyetin veya tutumun açtığı yaralar, pansumanla kapanacak gibi de görünmüyor. Unutmayalım ki, yakın zamana kadar, çocuklara Furkan adının verilmesi de yasaktı veya mümkün değildi. Belli bir yaşın üzerinde olup da Furkan adını taşıyan kaç kişi gördünüz?

    Kendi adıma, Nurettin Topçu'nun devlet anlayışını savunuyorum: "Otoriter ve adil." Abartılı bir şekilde otoriter olunmuş, buna karşılık hiç adil olunamamıştır. Bu adaletsizlik ve inkâr, sadece bir kesime yönelik değildir. Daha az veya daha çok, Anadolu'nun her köşesi, acıklı hikâyelerle doludur.

    Bana kalırsa, asıl mesele, birbirimizi yeniden kazanmak değil, milli hafızamıza tekrardan kavuşmaktır. Çalışılması gereken yer, tam olarak burasıdır. (Milli hafıza meselesi, bir sonraki yazımızın konusu olsun.) Bir de şu var: "Kötü niyetliler suçlu arar, iyi niyetliler çözüm."

    Nurettin Topçu, "Anadolu'nun kurtuluş savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmamıştır" der. Biz buna, 'içimizdeki yoksulluk' diyoruz. Yaşanan sorunların ve karşılıklı biçimsizliğin birinci nedeni, işte bu yoksulluktur. İçimizdeki yoksulluk, artık görünür bir hale gelmiştir. Sözünü ettiğimiz akıl ve vicdan tutulmasının kaynağı budur.

     

    ***

    Bugün, ülkemiz, büyük ve yıkıcı bir kuşatmanın altındadır. Öte yandan, ilk kez böyle bir kuşatma altında olmadığımızı da biliyoruz. Mareşal Fevzi Çakmak'ın rakamlarına göre, Birinci Dünya Savaşı boyunca, Türk tarafına, 6.000.000 tam teçhizatlı düşman askeri saldırmış. O yıllardaki nüfusumuz ve ağır şartlar dikkate alınırsa, bundan daha korkuncu olamaz diye düşünüyorum. Dolayısıyla, aziz milletimiz ve mübarek vatanımız, inşallah, bu kuşatmadan da alnının akıyla kurtulacaktır. Toparlayacak olursak: Anadolu, Malazgirt'ten bu yana kader birliği yapanlar için gelinen son noktadır ve gidilecek, kalınacak başka yer yoktur. Dolayısıyla, çıkmaz sokağımızdır.

     

    Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi Hazretleri, Ehl-i Sünnet İtikadı (Bedir Yayınları, 1988) isimli eserinde bir soru sorar ve cevabını yine kendisi verir. "Soru: Hangi ortaklar, isteseler de taksim yapamazlar? Cevap: Aynı çıkmaz sokağı kullanan komşular." (Sayfa 185)

    Bunu da hatırlatmış olalım.

    • Like 1

  12. Okumaya başladım ama daha bitirmeden beni etkileyen kısmını yazayım dedim. Hisli olmamdan mıdır, yoksa kardeşlerime olan deli/divane bağlılığımdan mıdır bilmem ama şurası müthişmiş...

     

    Kız kardeşim Selma öldü. Annem, ikinci kattaki salon - sofada, orta yerdeki sedirin üstünde, yüzünü tırnaklariyle gererek çığlık çığlık ağlamakta... Yanında onu sükûnete getirmeğe çalışan, mahzun tavırlı iki erkek... Dayılarım...

     

    Üstünde beyaz gelin tülleri uçuşan küçücük tabut, konağın selâmlık kapısından çıkıyor...

     

    Annem Selma'cığın ölümünden öyle sarsıldı ki, ağır beyin hummasına tutuldu. O hastalıktan da kalkıp verem oldu.

     

    Annemi büyük dayımın yanında, İsviçreye gönderdiler. Orada bir sanatoryumda bir müddet kalıp İstanbul'a döndü.

     

    Bu devre benim, tekrar kitaplara dalıp hassasiyetimin en had derecelere ulaştığı çığır...

     

    Hele Vaniköyünde, Serasker Rıza Paşa yalısındaki «Rehber-i İttihat» mektebinde, ilk defa tattığım yatılı talebe acısıyle, Rıza Tevfik'in «Selma sen de unut yavrum» şiirini okuyarak, Boğaziçi'ne bakan büyük pencereler önünde döktüğüm gözyaşları...

     

    Selma'ya ait bir hatıram sonra sonra beni yakacak hale geldi:

    Büyük babamdan kıpkızıl bir lira çeyreği kopardığım bir gün, onu Selma'ya göstermiştim. Yavrucağın elinde, hafifçe ısırılmış, mini mini dişlerinin izini taşıyan bir elma vardı. Lira çeyreği o kadar hoşuna gitmişti ki, o ebediyen mahzun, yahut hüzün ebediyetiyle dolu gözlerini bana dikmişti de:

     

    - Ağabey, demişti; bu elmayı sana vereyim de o parayı bana ver! Biraz ısırdım ama, "ziyanı yok, değil mi?

     

    Pırıltılı lira çeyreğini vermiş, fakat elmayı da almak gibi bir gaflete düşmüştüm.

     

    Sonra sonra dövündüğümü hatırlıyorum:

     

    - Ah, niçin lira çeyreğini verdim de, hafifçe ısırılmış elmayı kendinde bırakmadım? Niçin «O da senin olsun!» diyemedim.

    Hayatımın ilk büyük vicdan azabı budur.

    • Like 6

  13. Telegraph Gazetesi'nin haberine göre İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, geçtiğimiz günlerde başkent Tahran'da düzenlenen Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında, Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü'nden, muhalif destekçilerine karşı harekete geçmesini istedi. Konseyin hazırladığı raporda, Suriye'de Esed'in devrilmesinin ardından İran'ın, Lübnan'daki Hizbullah örgütüne erişim imkânının kısıtlanacağı belirtildi.

     

    "KIRMIZI ÇİZGİLERİMİZİ HATIRLATIN"

    Raporun sonuç bölümünde, İran rejiminin Batı'ya 'kırmızı çizgilerini' göstermesi gerektiği, böylece Suriyeli muhalifleri destekleyen ABD, İsrail, İngiltere, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'a, 'eylemlerinin cezasız kalmayacağı' konusunda bir uyarı gönderilmiş olacağı vurgulandı.

    Kudüs Gücü, geçtiğimiz yıllarda batılı hedeflere yönelik gerçekleştirilen terör eylemlerinden sorumlu tutuluyor. Geçen yıl Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi'ne yönelik başarısız suikast girişiminin ve Şubat ayında Eurovision Şarkı Yarışması için Azerbaycan'da bulunan İsrailli diplomatlara hedef alan bombalı saldırıların arkasında Kudüs Gücü'nün olduğu ileri sürülmüştü.

     

    "İRAN MİSİLLEMEYE HAZIRLANIYOR"

    Özellikle Kudüs Gücü'ne bağlı 'Birim 400' adlı organziasyonun İran'ın saldırılarının asıl taşıyıcısı olduğu iddia ediliyor. Daily Telegraph'a konuşan bir batılı istihbarat yetkilisi 'Birim 400 son dönemdeki İran operasyonlarının tamamını gerçekleştiren birim. Tahran, Suriye'deki ayaklanmayı etkilemekle suçladığı Batı'ya karşı misilleme yapmayı aömaçlıyor dedi.

     

    GAZİANTEP'İ ÖRNEK GÖSTERDİ

    İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Hüseyin Nakavi, Gaziantep'teki terör saldırısına değinerek, Ankara'nın komşuları konusunda yürüttüğü politikayı gözden geçirmesi gerektiğini savundu. Parlamento haber ajansı ICANA'ya yaptığı açıklamada Gaziantep'teki terör saldırısına değinen Nakavi, "Türkiye, şimdi bir iç krizle karşı karşıya kalmış durumda. Ankara, Suriye'ye karışacağına ve bu ülke için düşmanca beyanat vereceğine kendi içişlerini çözmeye baksın" ifadesini kullandı.

     

    "SURİYE İLE ANLAŞMA GEÇERLİ"

    Bu arada İran Savunma Bakanı Ahmet Vahidi ise Tahran ve Şam arasında var olan ortak savunma anlaşmasının hâlâ geçerli olduğunu, ancak Suriye yönetiminin bu konuda İran'dan bir talebi bulunmadığını dile getirdi. İngiliz Telegraph Gazetesi, İran'ın dini lideri Ali Hamaney'in, Esed'i devirmeye çalışan aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelere, terör saldırıları düzenlenmesi için talimat verdiğini iddia etti.

    haber7.com


  14. O kadarda iyimserdik Türkiye-İran arasında cereyan etmeye başlayan siyasi, ekonomik ve azda olsa atılan askeri adımlar konusunda. Şer bloğuna karşı iki kadim milletin/medeniyetin içtihad farkı olsa bile, bu coğrafyada bazı şeyleri değiştireceğini ümit etmiştik, aslında da ediyoruz.

     

    Gel görelim, İran'ın Şii bloğu konusunda akıl almaz icraatleri, buraların delisi benim edası ve Suriye konusunda sergilediği mantık ve gayri insani tutum onu dahada sevimsiz hale getirdi ve yine İsrail'in, Amerika'nın, Batı'nın zaten yağlı olan ekmeğine biraz daha yağ sürdü.

     

    Bu Şii kibriyle, bu coğrafyada egemen olmak arzusuyla, kalkıştığı içi boş askeri hamlelerle kendisinden gayrı bir müslüman ülkeye, topluma fayda vermiyor, verecek gibide durmuyor beyefendiler.

     

    Usulü, içtihadı ve yöntem farklılıklarını bir kenara itip, Hakan Albayrak'ın dediği gibi: "İttihad-i İslam" için birşeyler yapmak gerekirken; tutuyor hırsına, egosuna ve Türkiye'nin değişen çehresine yüz çevirerek heba ediyor çoğu şeyi..

    • Like 2

  15. Kardeşlik ahlakı

     

    Arkadaşlık ve dostluk ahlakı da diyebiliriz. İş ahlakından, aşk ahlakından, isyan ahlakından bahsedilir de, kardeşlik ahlakından pek bahsedilmez. Oysa imanın ve İslam'ın olduğu gibi, kardeşliğin, arkadaşlığın, dostluğun da şartları bulunmaktadır. Her geçen gün eksikliğini hissettiğimiz şeylerden birisi de maalesef ve maalesef budur.

     

    Sühreverdi, dostluk bahsini, Kur'an'ın emirleri arasında görür. Buna bağlı olarak da, dostluğu bir 'amel' kabul eder. Ona göre, dostluğun şartları vardır ve o şartlardan birkaç tanesi şöyledir: Ayrılıktan şiddetle kaçmak ve birlikte olmaya ısrarla devam etmek. Dostun hatalarını görmezden gelmek, kusurlarını örtmek. Dost aleyhinde kalbe gelen vesveseleri kovmak için gayret sarfetmek. Elindekinin yarısını dostuna verip ondakinin yarısını istememek...

     

    Evet, kardeşlik ahlakı... Mehmet Kaplan, "Birbirine yalan söyleyen ve birbirini aldatan insanlar haydut çetesi bile kuramazlar" der. O halde, 'kardeşlik ahlakı'nın birinci maddesine 'itimat' bahsini yazabiliriz. Malum, 'itimat, itikattan önce gelir' denilir. Bir de Hadisi Şerif: Mümin, güven yurdudur.İtimat duvarı yıkılırsa, insana mahsus birçok incelik o duvarın altında kalır, kalmıştır. O andan itibaren, mümin müminin kardeşi değildir, insan insanın kurdudur.

     

    İtimat bahsinin hemen altına veya yanına 'vefa'yı yazmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bana kalırsa, en önemli kusurlarımızdan biri, 'kendini kurtaran' veya birkaç adım öne çıkan kişinin, dönüp geriye bakmamasıdır. Kardeşlik ahlakı, ileriye değil, geriye bakmayı uygun görür. Bu ve buna benzer şeylerin (himmeti ve hizmeti unutmamak vs) toplamına 'vefa' diyoruz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'ne göre, arkadaşını geride bırakmak, bedenin afetlerinden biridir. (Marifetname, Sayfa 1296) Afetler bahsini hafife almayalım derim. Yine, birçok büyüğümüz, kesin bir dille şunu söyler, söylemiştir: "Vefasızlık, ahlaksızlıktır." Bize de atalar sözünü hatırlatmak düşsün: Vefası olmayanın sefası olmaz! Emek olmadan yemek olmaz gibi bir şeydir bu... Peki, kardeş bildiklerimizden bir vefasızlık görürsek, ne yapacağız? Elbette Hüseyin Kazım Kadri'nin şu nasihatini dinleyeceğiz: "Dostlarından bir vefasızlık görürsen, onları sakın kırma; üslup ile geri çekil."

     

    Bir de emanet bahsi var. Kardeş kardeşin, arkadaş arkadaşın emanetidir. Sadece bedenen değil elbette. Sözler, ameller ve mahrem meseleler de kardeşler arasında karşılıklı emanetlerdir. Emaneti korumak ile korumamak arasındaki yakıcı farkı herhalde bilmeyenimiz yoktur. Yine de 'küçük' bir uyarı yapalım: "Sırrı ifşa etmek, dilin afetlerindendir."

    Kardeşlik ahlakının vazgeçilmez başlıklarından birisi de hürmet meselesidir. Konuyla ilgili, İsmail Kara hocamızın bir sözünü hatırlatmak, sanırım yeterli olacaktır: "Dostluk ve hukuk, biraz da karşı tarafın hissiyatına ve hassasiyetlerine hürmet etmektir." (Ezel Erverdi Kitabı, Sayfa 5)

     

    Kuşkusuz, örneklerimizi madde madde çoğaltabiliriz. Etkili olur mu, olmaz mı, orasını bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da, bunların ilk defa söylenmiyor, yazılmıyor oluşudur.Artık devir değişti deniliyor. Dost ararsak, cebimize bakacakmışız vb. Ben de, üzgün ve yorgun zamanlarımdan birinde, şunu demiştim: 'Artık her insanın son kullanma tarihi var. Çünkü karşımızdakine insan olarak değil, imkân olarak bakıyoruz.' Bu da bir şairimizden: "Arkadaş adreslerinde eskiden / İncecik ve güzel şeyler vardı."

    "Eşyayı dahi incitme" diyen medeniyetin mensupları, bugün, özellikle siyaset ve sosyal medya üzerinden, birbirlerini incitme yarışı içindeler. "Bunu düşman yapmaz" diyebileceğimiz birçok şeyi, maalesef birbirimize reva görmekten çekinmiyoruz.

     

    Bütün bu olumsuzlukları hızlı bir şekilde geçelim ve şunu diyelim: Çok kuvvetli bir biçimde kardeşlik ahlakına ihtiyacımız var. Hesapsız ama kitaplı dostlara, arkadaşlara, kardeşlere...

     

    İsmet Özel, "Titizlik, ahlakın ta kendisidir" diyor. (Henry Sen Neden Buradasın, Sayfa 14) Demem o ki, bu titizliği, dolayısıyla bu ahlakı, önce insan ilişkilerinde göstermemiz gerekiyor.Bu hayati meseleler, hem kişiseldir, hem toplumsal. Sözgelimi son zamanlarda yaşanan olaylara ve gerilimlere de kardeşlik ahlakı penceresinden bakmamız icap ediyor. "Ayrılıktan şiddetle kaçmak ve birlikte olmaya ısrarla devam etmek" nasihatine veya prensibine, ülke olarak, en çok bugünlerde ihtiyacımız var. İsmail Kara hocamızın o önemli tespitini de unutmayalım, tekrar ve tekrar hatırlayalım...

    (22.08.2012, Yeni Şafak)

    • Like 2

  16. Bu gençlik irfansız yetiştiği için Batının her türlü hastalığına açıktır. Eğer biz dinimizi, edebiyatımızı, irfanımızı bilseydik böyle olmazdı. Evvela kendi düşüncemizi bilmemiz lazımdır. Her şeyi bilmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü gençliğin kendi değerlerini bilmesi lazımdır.

     

    Gençlik meselesi diye bir şey yoktur. Kafası boş bırakılan, irfansız yetişen bir gençlik vardır; bunların kabahatlisi kendisi değildir. Eğitim metodundan ileri geliyor. Batının oyuncağı olan birtakım insanların uzun zamandan beri uyguladıkları metottan (aslında metotsuzluktan) dolayı gençlerimiz böyle olmuştur..


  17. Yezid oğlu Yezidler, Nemrut ruhlular, merhametten nasiplenmeyenler, siyonizmin farecikleri, kahpe davalılar, insanlık düşmanları, kan içici vampirler... Kahhar olan Rabbim sizi kahreylesin, dûçar eylesin, yok eylesin mübarek bayram günü...

     

    Gaziantep'te Karşıyaka Polis Merkezi önünde patlama meydana geldi. İlk belirlemelere göre patlamada bir halk otobüsü alev aldı. Patlamada 8 kişinin hayatını kaybettiği 50'ye yakın kişinin yaralandığı belirtiliyor.

     

     

    Çok sayıda yaralı olduğu öğrenildi. Olay yerine çok sayıda ambulans ve itfaiye ekibi sevk edildi. Patlamaya bomba yüklü bir aracın yol açtığı belirtiliyor.

     

    Patlamada çok sayıda yaralıların olduğu belirtirilerken ölü olup olmadığı konusunda bir açıklama yok. Patlama nedeni ile iki katlı bir otobüsün tamamiyle yandığı ifade edildi. Karşıyaka Polis Merkezi'nin Gaziantep'in en kalabalık semtlerinden birinde olduğu belirtiliyor.

     

    Gaziantep'in merkez Şehitkâmil ilçesinde yer alan Karşıyaka Polis Karakolu'nun önünde meydana gelen patlamanın ilk belirlemelere göre bir terör saldırısı olduğu öğrenildi.

     

    34 plakalı bomba yüklü bir aracın polis karakolunun önünden geçerken patladığı öğrenildi. 5'in üzerinde sivil vatandaşın hayatını kaybettiği iddia ediliyor.

     

    Olay sonrasında bir halk otobüsü ve onlarca araç patlamanın etkisiyle paramparça olurken, dükkanların da camları kırıldı. Polis, teröristleri yakalamak için geniş çaplı çalışma başlattı.

     

    Gaziantep Valisi Erdal Ata, şehirde meydana gelen patlamanın nedeninin, bomba yüklü bir aracın infilak ettirilmesi olduğunu söyledi.

     

    Gaziantep'in Karşıyaka Mahallesi'nde yer alan Şehitkamil İlçe Emniyet Müdürlüğü ve polis karakolunun önünde gerçekleşen patlama sonucunda 7 kişinin hayatını kaybettiğini ifade eden Vali Ata, çok sayıda yaralı olduğunu ve bunların hızlı bir şekilde çevredeki hastanelere kaldırıldığı bilgisini verdi.

     

    Edinilen bilgiye göre ölü sayısının 8'i bulduğu, yaralıların sayısının da yaklaşık 50 kişi olduğu ifade ediliyor.

     

    Gaziantep'te çok sayıda yaralı var, acil kan bağışı isteniyor

    Gaziantep'te gerçekleşen patlamada yaralananlar için yetkililer acil kan arayışına girdi.

     

    Bölgeye yakın olan devlet hastanelerine ve özel hastanelere sevk edilen onlarca yaralı için acil kan ihtiyacı doğduğunu ifade eden yetkililer, duyarlı vatandaşlardan acil kan bağışı yapmalarını istiyor.

     

    Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Güzelbey: 8 ölü, 60 civarında yaralı var

    Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Karşıyaka Polis Karakolu'na yönelik bomba yüklü araçla gerçekleştirilen terör saldırısında, 8 ölü, 60 civarında da yaralı olduğunu söyledi.

     

    Şehitkamil ilçesinde Karşıyaka Polis Karakolu önünde saat 19.45 sıralarında büyük bir patlama meydana geldi. Teröristlerin, Karşıyaka Polis Karakolu yakınına getirip otobüs durağında park ettikleri otomobildeki patlayıcıları uzaktan kumandayla infilak ettirmesi sonrası bir halk otobüsü ve çok sayıda otomobil alev alarak yandı. Civardaki binaların camları kırıldı. Aralarında polis memurlarının da olduğu çok sayıda kişi yaralandı. Hastaneye kaldırılan yaralılar için kan bağışı duyurusu yapıldı.

     

    haber7.com

    • Like 1
×
×
  • Create New...