Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Achar

Admin
  • Content Count

    1,001
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    24

Posts posted by Achar


  1. ÜSTAD (SULTANUŞ-ŞUARA)

     

    Şairlerin sultanı olabilmek... Üstad olabilmek... Dava adamı olabilmek... İşte büyük bedeller isteyen kavramlar. Bu bedeli her şair gibi Üstad?da âlem-i ervah'da veriyor. "Ya kelimeler ya da hayatınız dendiği zaman, ikisi birden olmaz mı." Diyorlar. Olmaz deniliyor... Hayatlarını vermek istemiyorlar. Kelimelerden ise hiç geçemiyorlar... Kelimeler ağır basıyor. Sonunda "kelimeler" diyorlar. Tamam deniliyor; alın kelimelerinizi verin hayatlarınızı." (1)

     

    "Her satır yazının bir haysiyeti vardır." fikriyatını, bütün eserlerine nakış nakış işleyen, kelimelerini adeta bir sarraf titizliğiyle kullanan adam Üstad Necip Fazıl. Kalemiyle kimine zehir kimine merhem olan, kelam ve kalem ilmini yürek ateşinde pişirerek, mutlak hakikat arayışını şiir giziyle varlık âlemine sunan dava adamı.

     

    Şiir sanatında olduğu kadar, davasında da çelikten bir cevizdir Üstad, 1948'lerde temyiz mahkemelerinde uğraşırken, geçimini son iskemleye kadar satarak temin eden, yine de pervasız bir şekilde batılın karşısında izzetli bir duruş sergileyen adam. Güç odaklarının "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Çığırtkanlığına, can çekişmesine mânidar bir nazarla gülüp geçen bir gönül adamı.

     

    Zordur Üstad olmak. Bu yazıda Üstad'ı anlatabilmekten daha zordur. Zaten anlatılamaz da. Sanatını ve aşkını Arvâsî hazretlerinin feyizli iklimlerinde yoğurup İslam'a hadim eyleyen kalem ustasını bir kaleme sığdırmak zor. 60'lı yıllarda "Sahte Kahramanlar" konferansıyla bütün ülkeyi salladığı zamanlarda, dönemin başbakanı, bir adamını gönderip kendisinden bahsedilmemesini isteyince adeta gürleyerek:

     

    Var git, adamına söyle, sahte kahramanlık da bir seviye işidir! Onda seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim!(2) der.

     

    Tutuşturanlar, lügat kitabını elime,

    Bilsin; Allah'tan başka bilmiyorum kelime.

     

    Büyük Doğu'nun kapağına çizdiği bir karikatürden dolayı hapsi istenen Gürbüz Azak'a (hiç haberi olmadığı halde) "Bu kapağı bana Necip Fazıl çizdirtti! O, tarif etti, ben yaptım!.. de" diyerek cezayı kendi üzerine almak ve arkadaşına karşı isar ahlakıyla yardım etmek isteyen bir yürek.(3)

     

    İşlenmedik günahların vebalini yüklenmeye hazır bir gönül adamı Üstad Necip Fazıl.

     

    Ben, kimsesiz seyyahı meçhuller caddesinin

    Ben, yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin

    Ben sırtında taşıyan, işlenmedik günahı;

    Allah'ın körebesi, cinlerin padişahı.

    Ben Allah diyenlerin boyunlarında vebal;

    Ben, bugünküne mazi yarınkine istikbal

     

    Defalarca zindana girip çıkan Üstad, İslam'ın izzeti adına fırtınalar kopartmıştır.

     

    Ondaki izzet, şeref ve haysiyeti çokları gurur zannetmiştir.

     

    Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,

    Affet senden habersiz aldığım her nefesten...

     

    Üstadın günlük gazete çıkardığı yıllarda paraları biter. Sezer Bey'e söyler. Büyük Doğu parasızlıktan battı diye kuklalara malzeme olmamak için bir yol aranır. Zaten o dönemde İslam içerikli çıkan iki yayın vardır. O da parasızlıktan kapanmamalıdır

     

    Üstad o dönemin burnuna üfüren, suç unsuru teşkil eden bir manşetle çıkartır Büyük Doğu'yu. Sonra da savcılığa ihbarda bulunur. Savcılık Büyük Doğu'yu toplatır ve bir müddet için kapatılır. Bu vesile ile büyük Doğu parasızlıktan çıkamadı diye bir manşetten korumuş olur, İslam'ın izzet ve şerefini.

     

    Bu hadiseyle de hüküm giymiştir, Üstad Necip Fazıl. Onlar, kukla gazetelerin İslam'ın izzetine en ufak bir saldırısını dahi hesaba katarak, tedbir almayı ihmal etmeyen böyle yürekli insanlar. Necip Fazıl da böyleydi işte. (4) (M. Özdamar, N. F. K.)

     

    Cinnet mustatili dediği hapishanenin kantini ile Hilton adı verilen 9. koğuşu arasında volta atan Üstad, Hüseyin Üzmez'e dert yanıyor:

     

    "Bugün karımdan mektup aldım. Evin elektriğini kesmişler, suyunu da... Çocuklarım sokaktaki çeşmeden su alıyorlarmış... Kirayı da verememişler. Ev sahibi çıkın diye tutturmuş. Ne yapacağım bilmem ki?.."

     

    Tam bu sırada gardiyan mektup getiriyor açıyorlar... İçinden iki buçuk liralık bir kâğıt para ile el kadar bir pusula çıkıyor. Pusula da şöyle yazıyor.

     

    "Kilisliyim... Fukarayım... Bir hafta hamallık yaptım. Çocuklarımın nafakasından ancak bu kadar artırabildim. Yarın Allah huzurunda mesul olmamak için onu da size gönderiyorum. Elimden başka bir şey gelmiyor. Affedin... Dua edin... Cenab-ı Hak yardımcınız olsun."

     

    Necip Fazıl gözyaşlarını tutamıyor, hücresine kapanıyor ve günlerce çıkamıyor.(5)

     

    Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan

    Dakika düşelim senelik paydan

    Zindanda dakika farksızdır aydan

    Karıştır çayını zaman erisin

    Köpük köpük, duman duman duman erisin!

     

    Arvasi hazretlerinin tasavvufî ikliminden istifade eden Üstad, bu manevî havadan feyizyâb olup, Sonsuzluk Kervanı'ndaki yerini şu dizelerle alıyor.

     

    Sonsuzluk kervanı peşinizde ben,

    Üç ayakla seken topal köpeğim!

    Bastığınız yeri taş taş öpeyim,

    Bir kırıntı yeter kereminizden

    Sonsuzluk kervanı peşinizde ben...

     

    Gidiyor gidiyor nurdan heykeller...

    Ufuk, önlerinde bayrak kulesi,

    Ölçüden ahenkten daha güzeller

    Gidiyor gidiyor nurdan heykeller...

    Sonsuzluk kervanı istemem azat

    Köleniz olmakmış gerçek hürriyet

     

    Ölmezi bulmaksa biricik niyet

    Bastığınız yerde ebedî hayat

    Sonsuzluk kervanı istemem azat.

     

    Bu dizelerdeki tasavvufî terbiye ve hiçlik duyguları ibret vericidir. Kendi halini sorunca şöyle bir cevap veriyor Üstada, mürşidi Arvasi Hazretleri:

     

    Gemiyle beraber paspas da gider. Yeter ki, sen o geminin içinde ol!

     

    Ağlamak gönlün şekillenmeye başlamasıdır. İnsanlığa, insan olmaya bir çağrıdır, Üstad?ın nazarında.

     

    - Ağlayın çocuklar!.. Mazlumun kendinde kıyılana, zalimin de kendinde kıydığına ağlayın! Ağlamayı öğrenin.(5)

     

    Muhtacız diyor Üstad ve hemen sıralıyor:

     

    "Kimin malını aldımsa, işte malım kimin sırtına vurdumsa işte sırtım, gelsin vursun!" diyen Allah'ın sevgilisinin ahlakı, buna muhtacız.

     

    Çölde devesine nöbetleşe binen Reisler Reisinin ahlakı... Buna muhtacız.

     

    Ahdine hain düşman kralının kesik başını mızrağının ucunda "İşte sözünü tutmayan başın akıbeti!" diye gezdiren Fatih yeniçerisinin ahlakı... Buna muhtacız.(6)

     

    "Hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşayan Üstad, Mayıs ayında sırlarla dolu bir gecede (25 Mayıs 1983) yatağından doğrulup, ela gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikerek; "Demek böyle ölünürmüş!" der.(7)

     

    79 yıllık mücadele dolu ömrünü gece vakti oğlu Ömer Kısakürek'ten Yasin-i Şerif ile ve dualarından dökülen Kelime-i şahadetle tamamlıyor.

     

    Kırılır da bir gün bütün dişliler,

    Döner şanlı şanlı çarkımız bizim

    Gökten bir el yaşlı gözleri siler,

    Şenlenir evimiz barkımız bizim.

     

    Seni hiç unutmayacağız. Ruhun şâd olsun.

     

    Ruhuna Fatiha...

     

     

    Mücahid DEMİN


  2. NAZİL OLDUKTAN SONRAKİ MUCİZE

     

    Allah'a ve neticede Resulüne ve Kur'ân'a inanmayanlar vardır. Allah'a inandığını sanıp da Resulüne ve Kur'ân'a inanmayanlar vardır. Bunlar bile bedahet aydınlığı içinde kabul eder ki, Kur'ân O'nun ağzından serpildiği gibi, sımsıkı, mahfuz kaldı.

     

    Tek kelimesi değiştirilmemiş, harfi titrememiş ve o, en küçük aşıntı kabul etmez bir tamamlık halinde günümüze gelmiştir. Yarına da böyle, sonsuz yekpareliği ve tecezzi üstü mahiyetiyle zamanı delip geçecektir.

     

    İşte Kur'ân'in nazil olduktan sonraki mucizesi! Bizzat Allah, bizzat O'nun ağzından, Kur'ân'ın mahfuz olduğunu söylemedi mi? Bu İlâhî ahd da gerçekleşti.

     

    Aradan geçen bindörtyüz yıl içinde; Kur'ân, medeni muhafaza vasıtalarından mahrum devirler ve içli dışlı, İslâmiyet düşmanlarının; pusulaları içinde yol alarak geldiğine göre, onun bu muhteşem masunluğunu izah edin:

     

    — Tesadüf...

     

    Kelimesinden başka bir ifade yok mudur?

     

    Vardır:

     

    Ancak İlâhî kudrettir ki, onu elde tutmak iktidarındadır.

     

    Kur'ân'ı Allah'ın kelâmı diye uyduran bir insanın!

     

    — Ebediyen mahfuz kalacak!..

     

    Diyebilmesi muhaldir. Uydurulması muhal olduğu gibi...

     

     

    Allah varlığını, ezelî kelâmını, Resulünü ye O'nun sıdk derecesini Kur'ân'da öyle gösterdi ki insan, denize düşse ve suda boğulsa, yine bunun kadar, boğulduğu denizi hissetmek kadar açık bir vâkıa tecellisi karşısında kalamaz. O kadar keskin...

     

     

    Ve Kur’ân’da, haber verilen birçok fethin gerçekleşmesi, Daha bildiğimiz ve bilmediğimiz, gördüğümüz ve görmediğimiz nice zuhur...


  3. EZELİ VE EBEDÎ KİTAP

     

    İçinde «Arap dili üzere» nâzil olduğu Allah tarafından bildirilen ezelî ve ebedî kitap...

     

    Bir bakıma beşerî ve umum kelâm unsurları içinde apaçık ve apaydınlık iken o değil; bir bakıma da her harfinin gerisinde bir cihan gizliyecek kadar esrarlı, kapalı ve o... Bunlardan biri zahir, öbürü bâtın istikameti... Ufuk gibi, gaye gibi, gittikçe gidilir ve tutulmaz sır, bâtında... Fakat o zahir ve bâtın, tek bir bütün...

     

    Yazılışı ve okunuşiyle, harfleri ve telâffuziyle, kendi aslî heyetinden zerre feda etmez, mutlak yekpare, mutlak bütün...

     

    Allah'ın, ezelî kıdem sıfatı içinde kadîm ve onunla kaim kelâmı... Kelâm-ı Kadîm...

     

    Ve mahlûk değil...

     

     

    Allah’tan gelen namütenahi icaz, namütenahi mâna, namütenahi ahenk, namütenahi nizam, namütenahi azamet, namütenahi hikmet, namütenahi ölçü, namütenahi nisbet çağlayanı...

     

     

    Kur'ân'ın zâhîrindeki yalnız:

     

    «— Her şey helâkta; onun vechine karşı...»

     

    Yahut:

     

    «— Allah'ın yüzünden başka her şey helakte...»

     

    Veya:

     

    «— Onun yüzüne karşı, her mevcut yoklukta...»

     

    Hikmetine, bütün beşerî tefekkür yekûnu ve tecrid çilesi yetişmedi. Bu hikmete yaklaşır gibi olan büyük mustaripler de, ellerini değiştirdikleri anda, gaipler perdesinden ruhlarına geçen cereyanla kavruldular. (Sokrat) tan (Paskal) a kadar bütün bir kol!.. Hakikati arayan büyük fikir mustaripleri...

     

    (Paskal), geçirdiği metafizik buhranın nihayetinde:

     

    «— Bana Allah gerek... Filozofların değil, peygamberlerin haberini getirdiği Allah...»

     

    Dedi ve tek tek peygamberleri saydı da, O'nun ismini söylemedi, eteklerine yapışamadı ve kıl farkiyle kurtuluş teknesine sıçrayamadı.

     

    Bu misali, insan aklının tek başına ve rehbersiz nereye kadar uzanabileceğini göstermek için ölçü diye aldık.

     

    Peygambersiz, yâni Allah habercisinden ayrı iş yok... Bunu bilmek de kâfi değil; asıl haberciyi de bilmek ve bulmak lâzım...

     

     

    Nazil olurken, ümmî Peygamberi râşelerle doldurdu, alnını ter damlalariyle noktaladı ve dizine, dizi değeni yıldırım gibi çarptı.

     

    Bazen dünyanın en güzel insanının yüzüyle, bazen de heyûlâi tarakalarla geldi ve daima Melek getirdi.

     

    O'nun ağzından serpildi de, O'nun ağzından çıkan hiçbir söze benzemedi.

     

     

    Harfleriyle, sesleriyle, sayılı kelimeleri, 114 sûresi ve 6666 âyetiyle, mahlûk dilinin karşısında, Allah'ın mahlûk olmayan, sayıya gelmeyen ve bölünmek bilmeyen Kelâmı..

     


  4. ÇÖLE İNEN NUR

     

    Allah’ın Kitabı

     

    EN BÜYÜK MUCİZE

     

     

     

    O'nun en büyük mucizesi Allah'tan getirdiği kitap... Kur’ân...

     

    İsâ Peygamber, ölüye:

     

    — Kalk, Allah'ın izniyle!

     

    Dedi ve ölü kalktı.

     

    Musa Peygamberin asası ejder oldu; ve yere birtakım ipler atıp onları yılanlaştıran sihirbazların marifetlerini yuttu.

     

     

     

    Peygamberler Peygamberi de, bir taraftan, kameri ikiye böler, parmaklarından binlerce şahabının abdest almasına mahsus suyu fışkırtır, on kişilik yemeği bin kişiye yedirir, elinin değdiği noktada her illeti siler ve her haliyle ayrı bir mucize belirtirken, öbür taraftan, bütün bu mucizeler semasındaki yıldızların merkezine, Allah'tan gelen güneş mucizeyi yerleştirdi.

     

     

     

     

    Birçok peygamberlere kısım kısım, bazılarına da bütün olarak inen kitaplar içinde, Kur'ân, Allah'ın hem kulların elinde mevcut, hem de kendi' indinde ve kendisiyle kaim mutlak Kitabı...

     

     

    Ve Kur'ân, ölüyü dirilten İsâ, denizi yaran Musa, ateşi gül bahçesine çeviren İbrahim Peygamberlerin mucizeleri yanında, hem akıl almazlık, hem de açıklık ve belirlilik bakımından en büyüğü...

     

    Allah'ın Peygamberinde tecelli ettirdiği her mucize kendi zaman ve mekânın marifet telâkkisi neyse ö plânda zahir oldu.

     

    Kur'ân, Araplarda, üstün marifet telâkkisinin kelâm olduğu hengâmede indi. Ve onu dinliyenin dili tutuldu.

     

     

    Allah tarafından indirilmiş ve insanlarca tahrif edilmiş eski kitaplarda, sırf beşerî hikmet olarak ele alabileceğimiz bir söz vardır. Vücut adına hiçbir şey mevcut değilken kelâmın var olduğunu kaydeden cümle... Fezada, fezanın da olmadığı akıl ermez bir âlemde başı ve sonu yok, muazzam bir dalgalanış halinde kelâm helezonları... Yani saf fikir, fikirler âlemi... Ve onun verâ'sında Allah...

     

    Kelâm, zaten insan san'atının en büyüğü, insanî sıfat ve mahiyetin ta kendisi...

     

    O'nun mucizesi insan denilen mucizenin, en büyük hikmet, marifet ve mahiyeti «namütenahiyi» getirdi ve mucize üstü mucize oldu.


  5. NECİP FAZIL İÇİN NELER SÖYLEDİLER?

     

     

    Mustafa Miyasoğlu: O’nu unutturmaya çalışıyorlar

     

    Üstad’ın biyografisini yazan Mustafa Miyasoğlu diyor ki: "Çöle İnen Nur" yazılıncaya kadar Türkiye’de yüzlerce sene siyer kitabı yazılamamıştı. "Ulu Hakan Abdülhamit Han"a kadar o hep "Kızıl Sultan", Vahdettin yazılıncaya kadar "Vatan Haini" biliniyordu. Üstad’ın bütün bunlardan daha önemli "İdeolocya Örgüsü" adlı eseri var. Bu eserini unutturmaya çalışıyorlar. Üstad’ı "Şairlerden bir şair", kısa pantalonlu çocukluk resmini göstererek, "Prens Necip Fazıl, at meraklısı Necip Fazıl" Tuhaf hatıralar anlatarak Necip Fazıl’ın asıl vasfını unutturuyorlar. Bunu biraz daha açıklamak gerekirse şöyle diyebiliriz. Üstad Necip Fazıl’ın, vahye dayalı son dinin (İslam), değişmez kitabının (Kur’an-ı Kerim), ilhamıyla Ehl-i Sünnet yolunda İslâm düşüncesini, İslâm kültürünü ve yaşayışını bir hayat ve medeniyet telakkisi olarak ortaya koyup, aydınlanma düşüncesine, pozitivizme, sosyalizme ve ateizme kökten karşı çıkışını, eleştirisini unutturmaya çalışıyorlar. Olay budur."

     

    Ömer Öztürkmen: Sanki dünyaları bağışladı

     

    Üstad’ı 1949’da tanıdım. O’nun hayranlarından biriydim. Tam 2 sene Üstad’ın yazdığı yazıları Şafak Matbaası’na götürdüm. Büyük Doğu ile matbaa arasında mekik dokuyordum. 1950’de Büyük Doğu günlük gazete olarak çıkmaya başladığında Üstad beni "Yazıişleri Müdürü" ilan etti. Bu arada küçük fıkralar da yazmaya başladım. Büyük Doğu’da imzam çıktığı zaman öyle sevindim, öyle sevindim ki; Üstad Necip Fazıl sanki dünyaları bana bağışladı. Ücret yok. Üstad’ın Falih Rıfkı aleyhinde yazdığı hakaretamiz bir yazı vardı. Son cümlesi "Kalemini münasip yerine sokarım" diye bitiyordu. Ben de Yazıişleri Müdürüydüm. Dava açıldı. Ben mahkemeye gidiyorum, Üstad gelmiyor. Dava 1952’de bitti ve ben Üstad’ın "Hilton" ismini verdiği Toptaşı Cezaevi’nde 2 ay hapis yattım.

     

    Ali Nar: Hayali, Ayasofya’nın açılmasıydı

     

    O’nu, Milli Türk Talebe Birliği’nde verdiği Ayasofya konferansında gördüm. Fatih’in heyecanıyla konuşuyor, "Gençler" diyerek söze başlıyor ve şöyle diyordu: "Fethin ve Ayasofya’nın yalnız manasını anlasak, Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendine açılır. İsterse açılmasın. Peygamber Efendimizin, müjdesini duyarak 95 yaşında ta Medine’den kalkıp İstanbul’un kuşatmasına katılan Eyüp el Ensari Hazretleri’ni düşünün. Akşemseddin Hazretleri’ni ve 21 yaşında İstanbul’u fetheden Fatih’i düşünün. Siz bunları gerçekten düşünürseniz, Ayasofya açılacak. Gençler; Ayasofya’yı bir sel açacak. Bu sel üzerinde bir saman çöpü olsam, daha ne isterim: Bu sel yakındır. Allah mukaddes zatının ve sevgili Resulü’nün dostlarıyla beraberdir!..

     

    Rasim Cinisli: Tahran sokaklarında Üstad gibi dolaştım

     

    Üstad, Büyük Doğu’yu çıkarırken, kapakta "Reklâm almaz, abone kaydetmez" yazıyordu. Bu halde Büyük Doğu’nun nasıl yaşadığına kimse akıl-sır erdiremezdi. Üstad’ın etrafında bulunan birinci dereceden dostları vardı. Meselâ; Sezai Karakoç, Mustafa Müftüoğlu, Prof. Ayhan Songar, Prof. Süleyman Yalçın, Prof. Necmettin Erbakan, Hasan Aksay, Osman Yüksel, Süleyman Arif Emre, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu bu halkadandı. Meselâ; bir Hilmi Oflaz abi vardı. Üstad’ı öylesine severdi ki; mimikleri, sözleri ve hareketleri ile Üstad’ı taklid ederdi. Üstad da Hilmi abinin sadakatini çok severdi. Üstad’ın vefatını İran’ın başşehri Tahran’da duydum. O gün Üstad gibi cebimdeki bütün paraları yoksullara dağıttım. Hem ağladım, hem de yalınayak sokaklarda dolaştım."

     

    Nedim Urhan: Ajan var diye Üstad konuşmadı

     

    Üstad, bir konuşması anında içeriye genç biri girince, “Ajan varken, ben burada konuşmam" dedi. Katılanların çoğu İmam-Hatip’ten arkadaşlarımız. Yahya Kutluoğlu, Mustafa Göl, fakat biz, Üstad’ın "ajan" dediği adamı tanımıyoruz diye, bizi bir güzel haşladı. Üstadın yanına gittim. "Ben İstanbul İmam-Hatip’ten Nedim Urhan. O adamı gösterir misin?" deyince, Üstad, adamı gösterdi. Yanına gittik: "Bizimle dışarı çıkar mısın?" dedik. Adam "Ben gazeteciyim. Buradan çıkmam” dedi. Yahya abiye: "Arkadaşa bir çay ısmarlar mısın" dedim. Üstad konuşmasını yaptı, gitti. Meğer Adam A. Emin Yalman’ın (eski Vatan) muhabirlerinden biri imiş. Üstad, konuşması bitince beni diğer arkadaşlara gösterdi ve: "İşte Müslüman Türk genci; böyle zeki, cesur ve akıllı olur” dedi.

     

    M. Niyazi Özdemir: Üstad vefakâr bir adamdı

     

    Necip Fazıl’ı 1959’da Büyük Doğu’ya abone olarak tanıdım. 27 Mayıs darbesi oldu. Necip Fazıl’ın da bir mahkumiyeti vardı. 27 Mayıs darbesini yapanlar bir af çıkardılar. Bir tek Necip Fazıl’ı affetmediler. Üstad Toptaşı Cezaevi’ne atıldı ve bir buçuk yıl yattı. Hilmi Oflaz ağabey, Mahmutpaşa’daki işportacı tezgahını "Üstad’a bir şey olabilir’ endişesiyle Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Üstad cezaevinden çıkana kadar orada bekledi. Hapisten çıkınca, Üstad’a kimse yazdırmıyordu. Üstad üzüldüğümüzü anlayınca, “Benim geçimimi düşünmeyin. Ben 53 eser sahibiyim. Beyazıt’ta bir boya sandığı koyar, üzerine de "53 eser sahibi Necip Fazıl" yazarım. Millet utansın. Ben utanmam. Hayatımı kazanırım. Ama hizmetimiz aksıyor” deyiverdi. Bunun üzerine yayınevi kurmaya karar verdik. O sırada Peyami Safa ölmüş. Hanımı felçli. Baldız ona bakıyor. Kimse kitaplarını basmıyor. Ben varlıklı bir ailenin çocuğuydum. Babamdan para aldım. Necip Fazıl ve Peyami Safa’nın kitaplarını basmak için 3-4 arkadaşla Ötüken yayınevini kurduk.

     

    Ümit Meriç: Babamın can dostuydu

     

    Babam Cemil Meriç ile birlikte kendisini ziyarete gittik. Üstad Necip Fazıl, babama çok iltifat etti. İstanbul’un en meşhur lokantasından yemekler sipariş etmişti. Üstad’ın bana da lisanına ve şanına yakışır bir iltifatı olmuştu: "Bizde ilim hanımları ilimlerini devam ettirirken, hanım zerafetini unuturlar. Siz, hem bir ilim hanımısınız, hem de bir hanım zerafetinizi muazzam bir şekilde muhafaza ediyorsunuz."

    Üstad Necip Fazıl, tam bir İstanbul beyefendisi ve babam Cemil Meriç’in can dostuydu. Babama Büyük Doğu’da yazı yazmak nasip olmadı ama, ilanlarına varıncaya kadar bana bütün yazıları okuturdu. Zaten Babamın zevkle dinlediği iki insan vardı. Birisi Kemal Tahir, diğeri Necip Fazıl. Üstad, Büyük Doğu’da babamı öven şu cümleleri yazdı: "Cemil Meriç, iç gözleri daha iyi görsün diye dış gözlerini Allah’ın görmez hale getirdiği hakiki İslam münevveridir" Bizim nesil, Üstad’ın şiirlerinin tamamına yakınını ezbere bilirdi. Üstad’ın cenaze merasimine de iştirak edenlerdenim.

     

     

    KAYNAK

     

     

    Selametle

    • Like 1

  6. :lol:

     

    bari sizler böyle yazmayın..! vallahi ayıp billahi günah.. :lol:

     

    Üstadın moskof kitabını okuduysanız orda geçmekte ki bana göre gerçektirde.

     

    Kitap şu an elimde olmadığı için ayrıntılı belge veremeyecem. Fakat ilk fırsatta buraya yazarım.

     

    Tabi padişah derken sadece şahsı kastetmiyorum. OLaylar o padişahların devirlerinde olduğu için öyle söyledim. Bazı dönemlerde devletin başındakiler cümleten uyumuş, uyumayan bir kaç kişi var isede uyutulmuş.


  7. Üstad bu kitabında rusların nasıl ortaya çıktıklarını vede güç olarak nasıl dünyanın sayılı milletleri arasında yer aldıklarını yazmış.

     

    Tabi osmanlı padişahlarından bazılarının buna nasıl izin verdiğini, Zevke sefaya kapılarak devleti unuttuklarını ayrıntısıyla yazmış.

     

    Vesselam


  8. Ağlayamayan, anlayamayan, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan insandan, Allahın Kur'anda "belhüm adal-Hayvandan aşağı" diye andığı iki ayaklılardan iğreniyorum!

     

    Hangimiz ağlıyoruz?

    Hangimiz anlıyoruz?

    Hangimiz müslüman kardeşlerimizin derdine düşüyoruz?

     

    Bizde belhüm adal ız.


  9. Benim de 1. bölüm çok iyi ama 2. bölüm berbat. Fen 2 bana çok zor geldi. Herkes normal diyor. Achartave :

    Say 1 ile bilg öğrt teknolojileri bölümüne girebiliyormuyum? Düz lise çıkışlıyım. Bilgin var mı?

     

    Tabii ki vardır bir hayır. Ama babam benden çok şey bekliyordu. Kötü geçti eyince çok şaşırdı. Çok yapmacık bir "hayırlısı olsun oğlum " lafı çıktı ağzından. Bu yüzden üzüldüm. Sadece babm değil herkesten aynı yapmacıklığı duydum.

     

    Összedelere geçmiş olsun diyorum. Hayatın sonu değil. Ama kulaklarımızı tıkayacaz ÖSS yi kazanana kadar.

     

    Aynen kardeşim. Aynı şeyler benimde başımdan geçti.

     

    Bildiğim kadarıyla girilmiyor kardeşim bilg öğrt teknolojileri bölümüne:)

    O bölüme say 1 ile meslek lisesi çıkışlılar gidebiliyor diye biliyorum.

     

    Vesselam


  10. Her önüne gelen parti kuruyor.Parti kurmak turşu kurmaktan farksız hale geldi.Bir kaç hıyarı bir araya getirdin mi oldu sana turşu.

     

    Paylaşımınız için sağolun

     

     

    İsmet sezgin bence bu konuda biraz haklı baksanıza bi yaşar nuri kalmıştı parti kurmayan o da kurdu zaten ;)


  11. Ahmet hakan galiba magazin konularıyla uğraşmaya başlamıştı üsdat hakkında yorum yapmak magazin yorumlamaya benzemez..o bildiği şeyi yapsın

     

     

    Hem bu adamın (!) amacı gündem de kalmak değilmi, ben ona şu artizlerle falan filanlarla uğraşmasını öneririm, eminim çok daha fazla gündemde kalır..

×
×
  • Create New...