Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Hayy bin Yakzan

Üye
  • Content Count

    280
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Hayy bin Yakzan


  1. çok samimi olsalardı ,cemaatte nfk kitaplarıda okutulurdu..

     

    Çok samimi dost ifadesi bayağı bir mübalağalı. Üstad, Fethullah Gülen tarafından Edirne'de ağırlandığı sırada F. Gülen'in ifadesine göre kendisine teveccühte bulunmuş, o kadar...

     

    Üstadın okutulması meselesine gelince F. Gülen'in külliyatına göz atarsanız, her bir-iki yüz sayfada bir Necip Fazıl'a bir şekilde bir atıf bulmanız mümkündür. Ya şiiri geçer, ya üstadın kullandığı kelime kalıpları aynen kullanılır veyahut bir konudaki görüşü aktarılır.


  2. Esselam Gönüldaşlar...

     

    Üstadın o meşhur, can alıcı yeri geldiğinde can yakıcı nüktelerini bir karikatür albümü haline getirmeye yönelik bir düşüncemiz var. Yakın bir zamanda bu konuda çalışmaya başlayacağız inşallah. Bugün Ntv Kitap bile Şekspir klasiklerini çizgi roman halinde satışa sunuyor; çizgi hikaye tarzının bir başka etkisi, gücü söz konusu...

     

    Sitemizde zaten üstadın nüktelerine dair bir derleme çalışması mevcut, bir parça daha ek bi gayretle neleri çizgileştireceğiz belirledikten sonra, çizimlere başlayacağız inşallah.

     

    Tabi bir de karikatür mü yoksa çizgi hikaye mi olacak onu da yeniden gözden geçirebiliriz. Çalışmamızda yer almak isteyen arkadaşların bana ulaşması rica olunur.


  3. Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, İstanbul Boğazı'nın, Sarayburnu-Üsküdar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında olmak üzere iki köprü ile bağlanması projesi yapılmıştı. Fransız inşaat mühendisi F. Arnodin'e 1900 yılında çizdirilen projede köprülerin, Eyfel Kulesi'nin yapıldığı çelik teknolojisiyle yapılması hedefleniyordu.

     

    Sarayburnu-Üsküdar arasındaki aktarma köprünün iki kara tarafından ayakları arasındaki mesâfe 1700 metre idi. Projede beş ayak üzerine kurulması planlanan köprünün orta ayağının 32 metre derinlikteki deniz tabanına oturtulması planlanmıştı. Denizden yüksekliği 50 metre olan köprünün altından asılacak teleferiklerle vagonların taşınması hedefleniyordu. Rumeli Hisarı-Kandilli arasında yapılması planlanan köprü ise ilgili vesîkasında "Cisr-i Hamîdî" (Hamîdiye Köprüsü) olarak isimlendirilmiş sâbit bir köprüydü. Projede istasyonların Bakırköy ve Bostancı'ya kurulması, böylece demiryolunun şehrin dışından geçmesi planlanıyordu.

     

    Boğaziçi'nde yapılacak olan bu köprü aynı zamanda Bağdad demiryolu hattına da bağlanacaktı. Cisr-i Hamîdi projesi büyük bir bina üzerine, minarelerle ve Kuzey Afrika mimârî tarzında kubbelerle süslü, som kârgîr destekler arasına kurulu, çelik halatlarla havada asılı demirden bir bina manzarasında idi. Bu kubbelerden her biri granitten yapılmış bir sütun üzerinde olup bunların üzerine toplar kurulmuş idi. Döner kulelerle askerî savunmaya da faydalı olacak olan köprü, aynı zamanda boğaz geçişini de kontrol altında tutacaktı. Köprünün geceleri çok güzel bir şekilde ışıklandırılması da, projenin mühim bir tarafını oluşturuyordu.

     

    Bu köprüde yani Cisr-i Hamîdî'de tren, araba ve yayaların geçmesine mahsûs yollar ve basamaklar bulunmaktaydı. Köprü bu şekilde Anadolu ve Rumeli yakalarını birbirine bağlıyordu.

     

    Minareleri ve kuleleri "Halîfe-i Müslimîn olan pâdişâh-ı âlî-câhın bütün kudret-i dîniye ve siyâsiyesini pîş-i enzârda tecellî etdirerek Osmanlıların şân ve azametini irâe" ediyordu.

     

    Bu köprü ile de îcâbında Medîne'den trene binildiğinde Viyana'da trenden inmek mümkün olacaktı.


  4. İstanbul'u İstanbul yapan birçok doğal ve beşeri güzellikleri bizlere kazandıran, nice aşıklara, şairlere ilham kaynağı olan bu şehrin koca bir dönemine Türk-İslam damgası vuran Ulu Hakan'a ahde vefa göstermek adına 3. Köprüye O'nun adının verilmesini istiyoruz.

     

    Asıl önemli olan konu; 3. Köprüye mutlaka onun isminin verilmesi değil, Böyle bir projeye verilecek isimlerin tartışılması esnasında Fatih'ten sonra akla gelen ilk isim olmasıdır.

     

    Bizim aklımıza bir isim geliyor: II. ABDULHAMİD

     

    Ve diyoruz ki:

     

    Boğazın 3. Örgüsü: II. ABDULHAMİD KÖPRÜSÜ


  5. http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1479

     

     

    Bu derginin peşine düşmek lazım!

     

    Necip Fazıl, hakkında en çok özel sayı veya özel dosya yayınlanan şairlerimizin başında gelir. Türk Edebiyatı dergisinin Temmuz 1983 (S. 117) “Necip Fazıl Anıt Sayısı”, Mavera’nın Temmuz/Ağustos/Eylül 1983 (S. 80/81/82) “Necip Fazıl’ı Rahmet Özel Sayısı” bu yolda dikkat çeken ilk dergi yayınlarıydı. Sonraki yıllarda bunlarda artış gözlendi. Bunlar arasında ilk akla gelenler şöyle sıralanabilir: Yitik Düşler dergisinin Mayıs 2002 “Necip Fazıl Sayısı”, Hece’nin Ocak 2005 (S. 97) “Düşünce, Tarih ve Bir Coğrafya Tasarımı Olarak Büyük Doğu ve Necip Fazıl Kısakürek” sayısı ile Yedi İklim’in Mayıs 2005 (S. 182) “Doğumunun 100. Yılı Kutlamalarının Son Ayında Necip Fazıl Özel Sayısı”, Ay Vakti dergisinin Haziran 2008 (s. 93) “Necip Fazıl ve Esas Duruş Özel Sayısı”, Yeni Dünya dergisinin Mayıs 2009 “Necip Fazıl Özel Sayısı”…

     

    Cevahir’in, “Üstad’a Özel” sayısı, bu halkaya eklenen son dergi olarak edebiyatseverlerin, özellikle de Necip Fazıl hayranlarının ilgisini çekecektir…

     

     

     

    Peki, Niçin?..

     

    Bursa Ali Osman Fen Lisesi’nin Cevahir’ini diğer özel sayılardan ayıran yönlere dikkat çekmek gerekir burada.

     

    Öncelikle, bu bir öğrenci dergisi. Necip Fazıl’ı, onun dünyasını, hayat memat anlayışını genç yaşta kavramaya çıkan zinde beyinlerin dergisi. Onların bu taptaze Necip Fazıl yorumunu niye ıskalayalım?

     

    İkinci olarak, Necip Fazıl ile ilgili bir yerlerde unutulmuş kalmış bazı bilgileri genç kardeşlerimin bu dergisi yeniden gün yüzüne çıkarıyor. Onları tekrar kültür dünyasının tedavülüne sevk ederek dikkatlere sunuyor. Böylece, üstadın açtığı yol işlek hale geliyor.

     

    En iyisi de, bu dergide bir takım akademik yaklaşımlara uzak durulmuş, böylece durağan bir hâlden ziyade, devinim ve hareket dolu bir yürüyüş öncelenmiştir…

     

     

     

    Cevahir’de Neler Var?!

     

    Cevahir’e öğretmen ve editör olarak katkı sağlayan Mehmet Ateş önsözde şunları söylemiş: “Necip Fazıl, kendini milletine adayan, onlar için çile çeken ve bunu vicdanlara taşıyan büyük bir dava adamıdır. Necip Fazıl bu yönüyle kendi döneminde ve sonrasında haklı olarak adeta abideleştirilmiştir. Bizi biz yapan değerlerimizi, inancımızı, duyarlılıklarımızı, hayata bakış açımızı, klasik yöntemlerin dışına taşarak onurlu millet olmanın vazgeçilmez temellerini bize en iyi biçimde sunmasını bilmiştir.”

     

    Cevahir bu önsüzü müteakip “Seksen Yıllık Ömrün Çilesi” başlığıyla Üstad’ın biyografisine yer veriyor. Ardından “Necip Fazıl’ın Edebiyatımıza Etkisi”, “Necip Fazıl’ın Fikir Özellikleri”, “Necip Fazıl Kısakürek Şiiri, Sanatı, Aksiyonu” gibi yazılarla devam ediyor.

     

     

     

    Metin Önal Mengüşoğlu ile Necip Fazıl üzerine söyleşi…

     

    Cevahir’in en önemli çalışmalarından birisi Mengüşoğlu ile Üstad üzerine yapılan söyleşidir denilebilir. Fen Lisesi’nin üç öğrencisi tarafından (Maalesef bir eksiklik: Bu genç kardeşlerimizin fotoğrafları bulunmakla beraber isimleri belirtilmemiş.) yapılan söyleşide Mengüşoğlu’na şu tarzda sorular sorulmuş: Necip Fazıl’ın edebiyatımızdaki yeri, bir döneminde yazdığı şiirleri reddediş sebepleri, günümüz şair ve yazarlarına etkisi, nüktedanlığı, Nazım Hikmet’le mukayesesi, gençliğe verdiği mesajlar…

     

    Burada, Mengüşoğlu’nun cevaplarından kısa bir alıntı yapalım. Üstad’la tanışıp tanışmadığı hususundan:

     

    “Galiba 1963 yılıydı. Malatya’da lise birinci sınıftaydım. Bir dernek Necip Fazıl’ı konferansa davet etmişti. Ben de o derneğin kültürel faaliyetlerine sıklıkla katılıyordum. Esasen o yıllarda bir lise talebesinin böyle siyasi içerikli derneklere gitmesi oturumlara katılması resmen yasaktı. Bu yasak hem ailelerimiz hem de okul yönetimleri tarafından ciddi biçimde takip edilirdi. Ben bu yasağı delen talebelerden birisiydim. İşte bu cesaretim, benim erken yaşta Necip Fazıl ve daha nice sanat ve düşünce adamıyla tanışmama sebep olmuştu.”

     

    Mengüşoğlu’nun bu cevabının devamında ilginç bir hatıra var. Onu, okuyucuya bırakıyoruz…

     

    Diğer Yazılar…

     

    Necip Fazıl Öyküsünün Türk Öykücülüğündeki Yeri, Necip Fazıl’dan Nükteler, Necip Fazıl’dan Nazım Hikmet’e Mektup Var, Necip Fazıl ve Öğretmen, Büyük Üstad’ın Vasiyeti, Orhan Okay ile Necip Necip Fazıl Kısakürek’in Sanatı, Şiiri ve Poetikası Üzerine söyleşi,Necip Fazıl Hakkında Çıkan Kitaplar, Bir Adam Yaratmak’ın Yeniden Sahnelenmesi Münasebetiyle Necip Fazıl Tiyatrosu… Bu yazılar da Cevahir’de yer alıyor.

     

    Derginin son sayfalarında Necip Fazıl’ın albümünden yapılmış bir fotoğraf sergisi bulunmaktadır. Demek ki, Cevahir’in bu özel nüshasını bulup okumamız için pek çok sebep var. Peki, bu dergiyi bulmanın yolu yordamı nedir? Adres şöyle: Ali Osman Sönmez Fen Lisesi, Demirtaş Mah. Osmangazi, BURSA. Tel: 0 224 262 24 01.

     

    Cevat Akkanat haber verdi


  6. Tesettür konusu, türlü türlü demogojilerin kaynağı haline geldi. Tartışmalar tıkandı, çünkü art niyet var. O yüzden emrin hikmeti yerine illetine bakmak gerek.

    Bu Allah'ın emri güzel kardeşim, kadın-erkek herkese belirtilen ölçüler içersinde örtünme farz. Bu kadar... Niyesini boşver...

     

    Eğer uymazsan da fiil kötüdür, fail hakkında hüküm Allah'a ait. Dilerse rahmetiyle dilerse adaletiyle hükmeder.


  7. Muazzez Akkaya’yı buldum

     

     

    ŞAİR Sezai Karakoç’un meşhur "Mona Roza" şiirinde, Türk edebiyatının en mahrem akrostişi gizlidir.

     

    Şiirin her kıtasının başındaki harfleri yan yana getirdiğinizde "Muazzez Akkayam" çıkar.

     

    Karakoç, 1950’de Mülkiye’de öğrenciyken yazmıştır bu şiiri.

     

    Ancak 2002 yılına kadar hiç yayınlamamıştır.

     

    Buna karşın tam 50 yıl kuşaktan kuşağa aktarılmıştır bu etkileyici şiir.

     

    60’larda daktiloyla, 70’lerde teksirle, 80’lerde fotokopiyle çoğaltılmıştır.

     

    Bu efsane şiir, bir aşk acısının yürek burkan sesidir.

     

    Şöyle başlar:

     

    "Mona Roza siyah güller ak güller / Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak / Kanadı kırık kuş merhamet ister / Ah senin yüzünden kana batacak / Mona roza siyah güller ak güller."

     

    * * *

     

    Ketumluğu, vakarı, onuruna düşkünlüğü, içe kapanıklığı, aşırı kırılganlığı ve küskün bir çiçek oluşuyla tanınan Sezai Karakoç’un, tam 50 yıl Muazzez Akkaya hakkında tek bir kelime etmesi tabii ki beklenemezdi.

     

    Herhangi bir babayiğidin de Muazzez Akkaya konusunu Sezai Karakoç’a sormaya cüret etmesi de düşünülemezdi.

     

    Bundan dolayı Muazzez Akkaya, Türk edebiyatının bir büyük gizi olarak kaldı.

     

    Giz devam ettikçe de, efsane üretmeye meyilli tipler girdi devreye.

     

    Neler neler anlatılmadı ki...

     

    En meşhur hikáye şudur:

     

    Güya Sezai Karakoç, Mülkiye’de okuyan Muazzez Akkaya’ya aşkını itiraf etmiş ama karşılık bulamamış, bunun üzerine "Mona Roza" şiirini yazmış, şiiri okuyan Muazzez Akkaya intihar etmiş.

     

    Bu rivayet, "Sezai Karakoç da bu nedenle hiç evlenmemeyi tercih etmiş" diye bitiyor.

     

    * * *

     

    Dikkat! Dikkat!

     

    Edebiyatımızın büyük sırrı çözüldü.

     

    Nasıl mı?

     

    Anlatayım:

     

    Bundan bir süre önce bir yazımda Sezai Karakoç’un "Mona Roza" şiirine ve Muazzez Akkaya’ya şöyle bir değinmiştim.

     

    O yazının yayınlanmasının ardından New York’tan bir e-posta aldım.

     

    Şunlar yazılıydı e-postada...

     

    "Selam Ahmet Bey... Ben New York’ta doktorluk yapıyorum. Muazzez Akkaya’nın kızıyım. Yazınız ailecek çok hoşumuza gitti. Annemin adını yazınızda geçirdiğiniz için çok teşekkürler. Ayşe."

     

    Okuyunca "Vay be" diye haykırdım. Muazzez Akkaya’nın izini bulmuştum.

     

    Hemen bir yanıt yazdım: "Lütfen anneniz hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?"

     

    Yanıt şöyleydi:

     

    "Annem Mülkiye’de okumuş. Öğrenciliğinde çok güzel bir kadınmış. Grace Kelly tipinde. Pingpong şampiyonu olmuş okulda. Bugün anneme Sezai Karakoç’un aşkını ve şiirini sordum. Annemin bu aşktan ve şiirden haberi olmamış. Ama şunu anımsıyor: Paltosunun cebinde şairi meçhul aşk şiirleri bulurmuş! Babamla evlenirken babama bu şiirlerden söz etmiş, babam da şiir yazmaya kalkışmış annem için ama tabii ki çocukça şiirler olmuş bunlar. Annem Hazine avukatlığından emekli oldu. Maliye Bakanlığı’nda çalışırken babamla tanışıp aşk evliliği yapmışlar. 48 sene harika bir evlilikleri oldu. Maalesef geçen hafta babamı kaybettik."

     

    * * *

     

    Muazzez Hanım’ın Mülkiye’de okurken "pingpong şampiyonu" olduğunu öğrenince...

     

    Hemen aklıma Sezai Karakoç’un "Ping-Pong Masası" adlı başka bir şiiri geldi.

     

    Şiiri bulup okudum...

     

    Şu dizelere dikkat kesildim:

     

    "Ha Sezai ha ping-pong masası / Ha ping-pong masası ha boş tüfek / Bir el işareti eyvallah ve tak tak / Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi / Ne kadar güzel ne kadar sıcak / Tak tak tak tak tak."

     

    Gözümün önüne şöyle bir görüntü geldi:

     

    Ezik ama onurlu Ergani çocuğu Sezai, uzak bir köşeden Muazzez’in pingpong oynamasını izlemektedir. Muazzez topa şımarık bir edayla vurdukça "Ha Sezai ha ping-pong masası" diye içlenmektedir.

     

    Ne dokunaklı değil mi?

     

    * * *

     

    Hadi girin internete ve bu çok eski devirlere aitmiş gibi gözüken dokunaklı aşka nüfuz etmek için "Mona Roza" şiirini bulup okuyun.

     

    50 yıllık büyük gizin aydınlanmasının hatırına...

     

    Bir parça kederlenip aşka olan imanınızı tazeleyin.

     

    Okuyun ve içinizi ısıtın:

     

    "Yağmurlardan sonra büyürmüş başak / Meyveler sabırla olgunlaşırmış / Bir gün gözlerimin ta içine bak / Anlarsın ölüler niçin yaşarmış / Yağmurlardan sonra büyürmüş başak."


  8. Karakoç'un masa tenisi ile ilgili bir şiirinden yola çıkarak, dönemin masa tenisi okul takımında yer almış Muazzez Akkaya'yı Ahmet Hakan buldu. Yanlış hatırlamıyorsam vefat etmiş, Ahmet Hakan kızıyla irtibata geçti. Muazzez Akkaya biriyle evlenerek (galiba bir diplomattı) Amerika'ya yerleşmiş. Merak eden ayrıntısını Ahmet Hakan'ın hürriyetteki arşivinden bulabilir.

     

    Düzeltme: ayrtıntılar aklımda yanlış kalmış, aslı aşağıdadır.


  9. Bu hiç mesele değil... Yeter ki böyle ifade edilsin, bu şekilde davranılsın. Sizin pozitivizminiz size bizim dinimiz bize deriz, gül gibi geçinir gideriz.

     

    Gelgelelim denizin dibini boylatmak isteğiyle harekete geçip kutsal hükümleri ele alır kafanıza göre reforme edebileceğinizi sanırsanız, Arap saçmalıkları der hakaret ederseniz, dini hükümleri kanun zoruyla kolluk kuvvetiyle engellerseniz, üstelik bunu güya dinin aslını reforme ettiğinizi söyleyerek yaparsanız orda durum değişir işte.

     

    Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler... sınıfına adınızı kaydediveririz.


  10. Bizde de çok olmasa da istidad var :) üzerinde durulması lazım biraz tabii.

    Karitatür falan. :D

    Dualar dışında da yardıma ihtiyaç olursa biz buralardayız efendim.

    Kolay gele...

    Selamlar

     

    :D Tamam işte şimdiden kadroyu güçlendirmeye başladık ne güzel. Yönetimden idari görevlendirmeler yapıldıktan sonra, çizim ksımında yahut veri seçme heyetinde görev almak isteyen arkadaşlara ulaşılacaktır efendim. Katılmak isteyen herkesi bekleriz.


  11. Şüphe yok ki, güzelliğine dair kitap tasarımının...

    Bekliyoruz Hayy İbn-i Yakzan :)

    Muvaffakiyetler...

     

     

    Allah razı olsun, sizin beklentileriniz bizi kamçılayacaktır. Ama biraz uzun sürebilir, sonuçta biz çizer değiliz belki sadece istidadı ve ilgisi olan gençler.

     

    Daha nfk-fan'ın bile haberi yok :D kadroda düşündüğüm arkadaşların haberi yok. Sadece Reyhan Hanım bir öneride bulundu, benim de öteden beri isteğimdi.

     

    Belki bir kaç yıl bile sürebilir, ama olursa da güzel olur inşallah.


  12. Yıldırım: Doğu Türkistan Endülüs olmasın

    İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım Doğu Türkistan’da Endülüs’tekine benzer toptan bir yok oluşun yaşanmaması için Türkiye ve İslam ülkelerine çağrıda bulundu. Yıldırım, Türkiye ve İslam ülkelerinin Çin ile olan ilişkilerini Uygur halkının haklarını korumaya yönelik yeniden değerlendirmesi gerektiğini belirtti.

    http://www.ihh.org.tr/Duenyadan-Haberler-A....0.html?&L=

     

    Diken Üzerindeki Doğu Türkistan Mültecileri

    Doğu Türkistan meselesi, günümüzde yaşanan pek çok “azınlık” meselesi arasında belki de en fazla kangrenleşen ancak buna karşın dünyaya en az duyurulabilen sorunlardan biridir. Çin’in uyguladığı baskı politikaları nedeniyle dünya çapında yankı bulan ve 2008 Çin Olimpiyatları öncesinde ve olimpiyatlar boyunca bütün dünyada düzenlenen protestolarla uluslararası kamuoyunun gündemine sık sık gelen Tibet kadar “şanslı” olamayan Doğu Türkistan, unutulmaya yüz tutmuş bir coğrafya sayılabilir. Doğu Türkistan’ın ve Uygur Türklerinin bu unutulmuşluğu, Çin politikalarının bir sonucu olmakla beraber uluslararası kamuoyunda bir sorunun ilgi görmesi için hangi kriterlerin gerekli olduğu sorusunu da akıllara getirmekte.

    http://www.ihh.org.tr/Duenyadan-Haberler-A....0.html?&L=

     

    STK’lar Çin zulmünü protesto etti

    Taksim’deki Galatasaray lisesi önünde bir araya gelen sivil toplum kuruluşları Doğu Türkistan'da yüzlerce Müslüman Uygur Türk’ünü katleden, binlercesini de yaralayan Çin’i protesto etti.

    http://www.ihh.org.tr/Duenyadan-Haberler-A....0.html?&L=


  13. Turan konusunda doğru söylüyorsun.Ağzına sağlık.

     

    Maalesef ülkücü ve alperen gencler saf bir şekilde gelişiyor.Turan diyor ama Türki bölgeleri, devletleri sayamacak haldeler.Ülkücü ve alperen kurumlar ıslah edilmeli.

     

    Bu birliğin gerekliliği bir kez daha ortaya çıktı. Allah sonumuzu hayr etsin.

     

    Gönüldaş ittihadı ve muhabbeti sağlamak adına şunu kaydetmek zorundayız ki, bu soruyu soran Hakan Albayrak. İslamcı Hakan Albayrak...

    Hani maalesef Filistin davası Türkistan davasına muhalifmiş gibi yansıtıyorlar ya...


  14. Aliya da Üstadları gibi -malesef- Kuranda birşey araken yahut -sözde- müctehidliğe soyunurken nakil silsilesine bağlı kalmamış, üstelik İslamın mantığına taban tabana zıt görüşler bildirmiştir. İnsan küt kafasıyla birşey bildirme hakkı kazandı da bunu İslam'a yamamak... Asla!

    Trradomir'e ek ne söylesem...

    Selametle...

     

    Sevgili kardeşim, Aliya Kur'an tefsiri yaparak o sonuca varmış değil. Malumun ki 20. asrın başlarında Osmanlı okullarında bile evrim kesin mutlak bilimsel gerçek olarak okutuldu yıllarca. Sen bir de bunun komünist rejim ve propaganda altında nefes bile alamayan bir coğrafyada nasıl olacağını düşün.

     

    Aliya ilk gençliğinde -dünyada her yerinde yüzeysel olarak evrim teorisene muhatap olan pek çok genç gibi- ateizme kayıyor; daha sonraları çalışmalarını derinleştirip, ''insan'' ı daha iyi tanıdıkça Kur'ana sarılıyor. Allah'ın sözünün Allah'ın yarattığına aykırı olması, ayrı düşmesi muhal olacağı için, yaratma şekli olarak gördüğü evrimi Kuranla tevile kalkışması 'O'nun için' çok doğal.


  15. Maalesef çeşitli platformlarda Filistinde, Çeçenistan'da konuşanlar nerde şimdi şeklinde... asabiyet kokan yorumlar yapıldığı için bir şeyin altını çizmek zorunda kalıyorum.

     

    Bu yazıda Çeçenistanla ilgili yaptığım yorumda anlatmak istediğim dünyanın tavrıdır. Yine Bosna savaşında ya da daha önce Afgan direnişinde Amerika'nın barış çabalarının insani duygulardan kaynaklanmadığını nasıl biliyorsak, Çeçen direnişinin Dudayev zamanında dünyadaki olumlu intibanın da belirli hesaplara dayandığını kastediyordum.

    Afganistanda bize karışma, Çeçenleri terörist ilan edelim dayanışmasından.

     

    Yoksa Çeçen direnişi gururumuzdur, Allah yardımcıları olsun...

     

    Bir eleştiri getirilmesi gerekiyorsa eğer şu soru sorulmadır : Arap birliği gerekli ve İslami oluyorken, niçin Turan'dan bahsetmek ırkçılık diye algılanıp buğzediliyor ? Müslümanlar, Afrikada ve Latin Amerikada bile tağuti düzenlere karşı kurulması muhtemel birliklere heyecanla ve umutla bakıyorken; Türk Birliği nasıl faşizm oluyor ?


  16. Dünyanın ilgisini Darfur çeker, Saddam'ın zulmu çeker... Daha sonraları gerçekleşecek el sıkışılıp anlaşmalar yapılmadan önce, Rusya ile bloklaşma yıllarında güya Çeçenistan çeker, Osetya çeker...

     

    Ya da petrol çeker, yer altı kaynakları çeker, siyasi ihtilaflarda müdahele hakkı ihtimali çeker.

     

    Ticari anlaşmalar tıkırındaysa zulum diye bir şey de yoktur.

     

    "barış türküsü söylüyor dünya bebeğim

    yüreğine namlular ateş kusarken

    yarınlar seninmiş güya bebeğim

    darağacı boynuna kement atarken

     

    çarklar böyle dönüyor inan bebeğim

    bu lafların ardında yalan bebeğim

    ne sınırsız bir dünya ne insanlık sevgisi

    barış çığlıklarında savaş bebeğim

     

    sana dost dost diyenlere kanma bebeğim

    sırtındaki hançerin sahibi onlar

    yıllar boyu vurulan sensin bebeğim

    katleden her silahın mermisi onlar

     

    çarklar böyle dönüyor inan bebeğim

    bu lafların ardında yalan bebeğim

    ne sınırsız bir dünya ne insanlık sevgisi

    barış çığlıklarında savaş bebeğim"


  17. Evrim oldukça karışık bir kavram... Bazı kesin biyolojik ve toplumsal kurallardan mı bahsediyorsunuz, bir takım verilerin destekler gibi göründüğü ama kesin olmayan bir teoriden mi? Yoksa dinlere karşılık üretmeye mi çalışıyorsunuz ? Ya da ideolojinizin tarihsel dayanağını mı kurmaya çabalıyorsunuz ?

     

    Öyle ki çocuk aklımla bizzat Üstad'dan tasavvufi tekamül görüşünü okuyunca dehşete düşmüştüm. Onun söyledikleriyle evrimi seküler teolojinin amentüsü olarak görenlerin inançlarının paralel olduğu zannına kapıldığımı hatırlıyorum.

     

    Yine Aliya İzzetbegoviç'in Doğu ve Batı arasında İslam adlı eserini okurken de aynı şekilde...

     

    Bu iki durumun da sebebi malum. Evrim kelimesine karşı önyargılıyız, evrim-tekamül kelimesi geçince fevri bir şekilde küfre odaklanıyoruz.

     

     

    Meseleyi daha sakin bir şekilde ele almakta fayda var, bir kere şu kesin: Yaratma fiili Kuran'da ve diğer tahrif edilmiş kutsal metinlerde açıkça ifade edildiği gibi, uzun bir süreçte, 6 dönemde-süresini Allah'ın bileceği günde gerçekleşmiştir.

     

    Ama türlerin ortaya çıkışı da böyle mi olmuştur ? İşte bu noktada kavramlar birbirine karışıyor...

     

     

    Serinkanlı bir şekilde yaklaşıp ciddi bir çalışma yapmaya ihtiyacımız var ? Çünkü bilimsellik taslayanlar bile kelami cevap veriyorlar, ileri sürdükleri tek gerçekçi gerekçe olan doğal ayıklanma türlerin oluşumunu açıklayamıyor, genetiğin temel kurallarıyla çatışmakta. Bilimsel açıdan hala ikna edici kesin kanıta şahit olmuş değilim.

     

    Velhasıl ne bir takım gaz İslamcılar gibi evrimi savunmayı İbrahimilik görmek ne de evrimden bahsetmeyi küfürle eş tutmak gerek.


  18. Efendimiz hiç bir muzicesi olmayan, kulağı ve ve burnu kesik siyahi bir köle olsaydı yine ona bağlı olacaktık...

     

    Benim takıldığım nokta, müslümanların tavırları ağabey. Her şeyi efsaneleştirme gayreti, böyle olunca gerçek hayatta bir arpa boyu yol alıyoruz tabi.

    Efendimizin önder belirleme ölçütleri ortada, daha başka bir şey aramaya luzum yok.

     

     

     

    Peygamberimiz(S.A.V) güzel ahlakı tamalamak için gönderildiğini söyledi.

    Hayy ibn-i Yakzan kardeşim, Peygamberimizin mucizelerine ne dersin? Onlar seni ilgilendirir herhalde... Şah-ı Nakşibend Hz.leri, gösterdiği bir keramet vesilesiyle şaşıran müridine, 'Bunlar tarikatın oyunlarıdır; gaye değil... Gaye Allah...' demiştir. Keramet ise gecenin bir vaktinde güneşin semaya mıhlanmasıdır.

     

    Ah kardeşim, deve toplu iğneden geçer mi? Bence geçer!

     

    Evet, uçmalar, kaçmalar(!) ve zamanı donduran hareketler bizi ilgilendirir ama, biliriz ki gaye bu değildir. Bu alemde anlamak yoktur, anlar gibi olmak vardır.

×
×
  • Create New...