Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adıdeğmez

Editor
  • Content Count

    186
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by adıdeğmez


  1. mesela

    ensemin örsünde bir demir balyoz

    şekilden şekile girdim böylece

    bir kanlı şafakta bana çil horoz

    yepyeni bir dünya etti hediye

     

    burda üstadın yaptığı teşbihi anlayamadım..smile.gif

     

     

    ...Bir gece... Sabaha karşı...

    Herkes uykuda... Yalının yemek odasında bir yazı yazıyorum. Gecenin ilk saatlerinden beri üstüne

    abandığım bir yazı... Yazıda bir dünya muradı üzerindeyim. Fakat bu muradı öyle kurcalıyor,

    onun künhüne; içine nüfuz etmek için öyle çırpmıyorum ki, nihayet onun da, her şeyin de sınırını

    aşmıs gibi bir şey oluyorum. Karsıma «Rakip» ismiyle Allah çıkıyor ve artık o murat bana birşey

    ifade etmez oluyor. Gökte, tam bir mesafe emniyetiyle uçarken birden bire bir duvara çarpmak gibi

    bir hal... İnandığım dünya bir anda elimden çıkıveriyor ve ben kalemimi bırakıp dehsetler içinde

    başımı tutuyorum.

    Edebiyat ve sanat yapmıyorum, azametli bir vakıa, sert bir oluş hendesesi üzerindeyim.

    Tam o anda ensemde, balyozla vurulmuş gibi bir ses duyuyorum. O ân, kül olmak üzere olduğumu,

    yahut beynimin bir atom gibi çatlamak üzere bulunduğunu sezercesine yerimden fırlıyorum:

    Elektriği açık bırakarak kendimi dışarıya atıyorum, merdivenleri beyninden kurşun almıs bir

    yaralıdan beter bir yıkılışla çıkıyor ve kendimi yatağa atıyorum. Ve kendime, mevcut bütün

    enerjimle emir veriyorum:

    — Uyu!.. Bu öyle sert bir emir ki, cihanda benim cinsimden hiç bir fânî, nefsine böylesini

    verememiştir.

     

    Tam o anda, gözlerim yumulu, apaçık, bir şey görüyorum: Bir canavar, anlatılmaz bir canavar,

    köpek azmanı bir canavar, ağzını açmış, iğne ucundan daha sivri dişlerini çıkarmış bana hırlıyor.

    Uyuyorum... Yahut müthiş bir his iptali altında kendimden geçiyorum.

    Ertesi sabah kalktığım zaman, dünya benim için başka bir dünyadır.

    Bu hali biraz daha yakından görebilmek için, ondan üç dört yıl sonra yazdığım ve evvelâ

    (Senfoni), arkasından (Çile) ismini verdiğim ve en çok sevdiğim şiiri okumak lâzım...

     

    Ensemin örsünde bir demir balyoz;

    Kapandım yatağa son çare diye.

    Bir kanlı şafakta bana çil horoz,

    Yepyeni bir dünya etti hediye.

     

    (O ve Ben kitabından)

    • Like 1

  2. Bu adam bir sapıktır. İşi-gücü ehl-i sünnet ve'l cemaat itikatıdır.

    Bize burada düşen iş, bu adam gibilerinin fikir hezeyanlarına, safsatalarına "acabalarımızla" dahi katılmamak. Bu gibiler, Allah korusun, insanı imandan dahi edebilir. Tekrar ediyorum ki bu adam bir sapıktır. Allah ıslah eylesin bu ve bu gibileri.


  3. Tüm yorumlar için hepinizden Allah razı olsun. Gökan kardeşim, hakkın ödenmez.

     

     

     

    GELİNLİK

     

    Goncalar açardı gülünce yüzünde,

    Mevsimler aşıktı baharına onun.

    Bir gül damlası ki süslüydü gözünde,

    Kuşlar dizilirdi pınarına onun.

     

    Görürüm, o yerde sevdasını bekler,

    Bilirim, hasrete hasretini ekler;

    Şimdi bir gelinlik süslemiş çiçekler,

    Leyla’dan emanet mezarına onun…


  4. hadi sapıkları görmedik diyelim.peki harun yahya isimli yahudinin kitabı orda ne arıyor.

     

     

    Boşver kardeşim, sen yine de Yahudi diyerek tekfir etme.

    "Ben Müslümanım" diyen birine tekfir edilmez.

     

    "La ilahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyin! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.) [buhari]"

     

    "Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [buhari]"

     

    Verilen linkten bakarsanız şayet, tekfirliğin ölçülerini görebilirsiniz. Harun Yahya denilen zat, bu kriterlere uyuyor mu uymuyor mu ayrı konu. O zatı iyice inceledikten sonra bir görüşe varılabilir. Fakat, Kominizm ve Darwinizm gibi tehlikeli cereyanları bertaraf etmelerindeki rolleri, küçük de olsa oldukça nafidir, yararlıdır.

    Ben derim ki tekfir etmemek (susmak), kişi kafir olsa dahi, tekfir etmekten daha iyidir.

     

    http://www.dinimizislam.com/mobile/detay.asp?Aid=335


  5. Sakarya Savaşı, 1683 II.Viyana Kuşatması'ndan beri süregelen geri çekilmenin, son durağıdır. Büyük Taarruz'a yol açan, son müdafaadır. Bir bakıma, Müslüman-Türk'ün yeniden şahlanmaya başlamasıdır.

     

    Böylesi kritik bir değere malik olan Sakarya Savaşı, bu şahlanışın neticesini alabilmiş midir?

     

    Yoksa, bu şahlanış, ölüm halindeki hastanın, son defa can havli ile doğrulmasından, bir müddetlik iyilik belirtileri göstermesinden mi ibarettir?

     

     

    İşte Sakarya'nın şahlanışı;

     

    Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

    Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

    Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

    Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

    Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

    Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur?

     

     

    Hakikatten de imtihan değil miydi bu zaferin getirisi?

     

    Sakarya'nın nezdinde, Müslüman-Türk'ün, bu getiri ile kendi iman yekünundan neler götürüldü?

     

    İşte Sakarya'nın, arada ve boynu bükük kalışı;

     

    Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

    Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

     

    Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

    Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

     

     

    Peki Sakarya Savaşı ve devamında gelen Büyük Taarruz'un neticesinde neler oldu?

     

    Hakeden, hakettiği değeri aldı mı?

     

    Ya haketmeyen?

     

    Şimdi Lozan'a hangi nazar ile bakıyoruz?

     

    Hilafet makamı ile kaldırılan yalnız hilafet miydi, yoksa ameliyat masasındaki zalim doktorun elinde, beyni, bütün damarlarından öksüz bırakılarak ölüme terkedilen aciz misali, mazlum ve bedbaht Müslüman dünyasının reisi olan Müslüman-Türk milletinin hizmetkarlığını yaptığı mukaddes değerleri miydi?

     

    Çeyrek istiklalin katliam mahkemeleri, şapkalar, Türkçe ezan ve Kur'an'lar (haşa), din kisvesinde dinsizlik...

     

    Vesairesi ziyadesi ile fazla.

     

    Birbiri ardınca gelen ve hücumunu direk İslâm'a yönelten bütün küfür menşeinin tek derdi, bu dini ve bu dinin insanlarını topyekün yoketmek iken; bu küfre karşı kazanılan böylesi zafer silsileleri ardından, hangi değer için savaşıldığını bilen fakat bu değeri yine öz sandığı ellerde ve öz diyarında kaybeden Müslüman-Türk'ün nezdinde, eski günlerini yad edip, geleceğine ağlayan Sakarya nasıl dövünmesin?

     

     

    Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

    Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

    Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

    Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

    Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

    Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

    Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

    Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

    Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

    Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

     

    Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

    Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

     

     

    Sakarya'yı, üçbuçuk-dört asırlık miskinlik uykusundan kaldıran o mukaddes ruh, tek numunesini Allah ve Rasûl aşkından alıp, yedi düveli parça parça etti etmesine de, yerine pinekleyen ve numunesini Allah ve Rasûl aşkından gayri herşeyde arayan kör-topal-çolak varisi, olası durumda, hangi aşka yüz vuracak, hangi aşk onu diriltecek?

     

    Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

     

     

    İşte bu olası durumun mahiyetini bilecek olan da, olası durumu tarumar edip, ayaklar altına alınan başlar ile, baş tacı edilen ayakları yerli yerine koyacak olan da yine Sakarya ve onun nezdinde, zehirle pişmiş aşı yiye yiye, yaralı, bitkin, derbeder bir ahval içinde, bugünlere gelmeye muvaffak olan Müslüman-Türk'tür.

     

    Üstad'ın (R.Aleyh) buyurduğu gibi;

     

    11. asırdan 16. asra kadar Türk'ün elinde yüceltilen İslâm, sonunda Türkiye'de bozuldu ve İslâm iddiasındaki her yerde aynı hale geldi. Şimdi ancak Türkiye'de düzeltilmelidir ki, her yerde düzeltilebilsin??

     

    Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

    Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

     

    Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

    Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

     

    Allahû Alem, manaların manasını özünde taşıyan bu mukaddes şiirden anladığımız bir mana da budur...


  6. Sesli Dinlemek İçin:

    http://www.nurmektebi.net/portal/farkli-bi...egi-bir-eserdir

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Risale-i Nur Herkesin İstifade Edebileceği Bir Eserdir

     

    Mehmet Paksu: Geçtiğimiz ay Teketek programında çok çeşitli konulara temas ettiniz. Bu konulardan bir tanesi de Risale-i Nur ile alakalı konulardı. Bazı insanlar açıklamalarınıza farklı yorumlar getirerek Risale-i Nur hakkında tenkitlerde bulundular. Risale-i Nur hakkındaki görüşlerinizi sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz.

     

     

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Bazı kere insanın haddini aşan yorumlar da olabilir. Bazen de haddini aşmazda haddini aştırırlar, yani başkaları anlamak istediği gibi yorumlar yapar. Risale-i Nur hakkında yanlış anlaşılmama çok üzüldüm. Üstad Hazretleri, Allah dostlarından bir velidir, ilham sahibidir. Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: Eski ümmetlerde muhaddesler, yani ilhama mazhar kullar vardı. Peygamber Efendimiz, ?Benim ümmetimde de varsa, Ömer onlardandır.? Şimdi Peygamber Efendimiz, benim ümmetimde varsa deyince mutlaka vardır. Öyle ki en faziletli ümmette nasıl olmaz.

     

     

     

    ÜSTAD HAZRETLERİNE İLHAM OLUNUYOR

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Ben, Bediüzzaman Hazretlerinin onlardan biri olduğuna inanıyorum. Bunun alametleri vardır. Bu alametler; az yemek, az uyumak, az konuşmak, az görüşmek. Hadis-i şeriflerde vardır. Bir insanı görürseniz ki az konuşuyor, insanlardan uzlet ediyor, az yiyor, az uyuyor, yani sürekli Allah?ı zikrediyor; bilin ki Allahütealâ tarafından ona ilham olunuyor. Bu ilham için temelinde de ilmi yapı şarttır. Üstad Hazretlerinin böyle bir zat olduğuna inanıyorum. Çünkü bunca eser, bu kadar büyük bir hizmet, yüz binlerce, milyonlarca insanın ehlisünnet üzere İslamiyeti yaşayan bir cemaatin imanlarını kazanmalarına sebep olmuştur.

     

     

     

    Mehmet Paksu: Risale-i Nur?un tamamı İngilizce, Arapça, Almanca gibi dillere çevrilmiştir. Dünyada da ellinin üzerinde master ve doktora çalışmaları, hatta sempozyumlar yapılıyor. Siz Risale-i Nurları okuma fırsatı bulmuş muydunuz?

     

     

     

    RİSALE-İ NUR?DAN SORACAKLARINI SÖYLEMEDİLER

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Böyle bir etki tesiri Mevla batıla vermez. Şimdi mesele Allahütealâ?nın da buyurduğu gibi, ?Batılı köpük gibi üste çıkarırım, köpük gibi atar gider. İnsanlara fayda veren hak ise yerde kalır? diyor. Kalıcı olması zaten bizim için bir alamettir. Yanlış anlaşılmamdan dolayı özürle başlayayım. Çünkü bana daha önceden Risale-i Nur ile ilgili soru sorulacağı söylenmedi. Konunun dışına çıkıldığı için neticede ben her şeyi bilen biri değilim. Dolayısıyla bildiğim kadar konuşmam gerekiyor. Risale-i Nur meselesi de gündemde yokken, programda soruldu. Benimde Risale-i Nur ile ilgili bazı mevize türü noktalardan okumuşluğum var. Çünkü çocukluğumdan beri evimizin kütüphanesinde var.

     

     

     

    Mehmet Paksu: Bediüzzaman hazretleri 1952-1953?de Fatih, Çarşambaya geldiğinde Mehmet Fırıncı abinin evinde üç buçuk ay kadar kalıyor. O yıllarda babanızda aynı mahallede ikamet ediyor... Bediüzzaman Hazretleri ile babanızın bir yakınlığı var mıydı?

     

     

     

    BABAM BEDİÜZZAMAN?DAN DUA ALDI

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Ben daha doğmamıştım. Babam, Bediüzzaman hazretlerini ziyaret etmiş, elini öpmüş ve duasını almıştır. Sonra iki sefer Isparta?ya gitmiş. Babam ulemaları dolaşmaya meraklıydı. Üstad hazretlerinden de o yıllarda dua almış. O zaman için çok az insan bu işlerle uğraşırdı. Mehmet Fırıncı ağabey ile devamlı dostlukları devam ediyor. Telefonla hala görüşürler.

    İyi insanlar özrü mazereti kabul ederler. Kötü şerli insan olursa mazereti kabul etmezler. Kerim insanlar özrü kabul ederler. Bende, Bediüzzaman hazretlerine gönül veren bu camiadan özrümün kabul edilmesini istirham ediyorum. Çünkü beyanlarımda kasıt, kötü niyet olmamakla beraber, yanlış anlaşıldım. Bu üzüntüden dolayı özür diliyorum. Çünkü Risale-i Nur Külliyatı herkesin istifade edeceği eserlerdir.

     

     

     

    ?SÖZLER?İ OKUDUM

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Risale-i Nur?un tümünü incelemediğim için, bu eserler hakkında ne dersiniz denildiğinde de okumadığımı, bilmediğimi itiraf ettim. Bu önemli, çünkü yarın birisi de Cübbeli hoca farklı konuşuyor demesin. Sözler?den, ahirete imandan mevize türü konulardan okudum. Bana Risale-i Nur hediye de edildi. Fakat bu çok uzun bir külliyattır. Bir de bunun içinde izaha muhtaç, milletin yanlış anlayabileceği konulara rastlamadım. Bana bir anda bu kitaplar hakkında ne dersiniz diye sorulunca, şimdi bir yorum yapmak için muhtevayı bilmem lazımdı. Bilmediğimi itiraf ettim. Kimileri ?cahil adam, nasıl okumaz? dediler. Herkesin kendi görüşüdür. Birincisi nasip kader meselesidir. İkincisi ben okuyamadan niçin yorum yaptın soruları yöneldi. Ben öncelikle şahsi yorum yapmadım. Bir yorum naklederken orada hata yaptım. Çünkü başkasının ağzından, kendim görmeden yorum yapmış oldum. Buna rağmen sonunda şunu ekledim: Bu eserlerin ihtisasını yapan âlimler var. Benimde tefsir üzerine otuz senelik ihtisasım var. Bir ayet sorulsa, hemen yorumunu yapabiliyorum. Bilmediğim bir kitap hakkında yorum yapamam. Çünkü Risale-i Nur da çok geniş bir külliyattır. Ancak bu külliyat hakkında bazı yazarlarında şöyle yorumları olmuştur, bu işin ehline sorulması ve cevap alınmasını öneriyorum dedim. Aslında ehline sorulmasında havale ettim. Bir internet sitesinde bana bir cevap geldi. O mesajda da müfit bir durum yoktu. Efendim Hıristiyanlar ve Müslümanlar omuz omuza cennete gidecek. Bu yanlıştır. Risale-i Nur?u anlamayan, Üstad hazretlerinin muradını doğru belirlemeyen bazı cevaplar geldi. Bu cevaplar beni daha da rahatsız etti. Ben üstadın görüşlerinin böyle olmaması gerektiğini biliyorum. Çünkü Üstad hazretleri ehlisünnet imamıdır.

     

     

     

    Kenan Demirtaş: Bir konuşmamızda ?Eğer Teketek programında bana Risale-i Nur hakkında soru sorulacağı söylenilseydi, hazırlanır daha iyi cevaplar verirdim. Çünkü Üstad Hazretlerini anlamaya çalışırdım? demiştiniz. Şimdi o cevap hakkı size verilse nasıl yanıtlarsınız?

     

     

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Sizlerin bana gönderdiği yazılarda zaten Üstad birbirini tefsir ve şerh ediyor. Ancak ben bir camiaya mensubum. Bu camiada da böyle görüşlerin olduğunu gizlemenin lüzumu yok. Bunu vuzuha kavuşturalım. Bu meselelerin dedikodusu yapılacağına her şey tartışılarak böyle bir iftira ve şaibe Allah dostuna karşı yayılmasın.

    Mehmet Paksu: Seksen yıldır Risale-i Nur ortada. Herkes okuyor. Tüm ulemalar okumuşlar. Hiç kimse Risale-i Nur hakkında yanlış dememiştir. Sizin düşünceleriniz nedir?

     

     

     

    ?ÜSTAD KENDİSİ ŞERH ETMİŞ?

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Risale-i Nur?da bazı muğlâk yerler var. Keşke bu işin ehli ihtisası bu muğlâk yerleri çözüme kavuşturabilseydi önceden, anlaşılmayan konuların izahı şurada denilseydi iyi olurdu. Aslında her şeyde bir hayır vardır. Üstadın orijinal sözleri kendi beyanları olduğu için bu da işin güzel tarafıdır. Netice de kendi kendini şerh etmektedir.

     

     

     

    ?İSLAMİYET İLE HIRİSTİYANLIK FARKLIDIR?

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: En çok merak ettiğim Üstad hazretlerinin Hıristiyanların cennete girebileceğine dair meseledir. Üstad hazretlerinin cennete girecekler diye bir beyanı yok. Burada çeşitli şartlar çerçevesindeki durumu gerektiriyor. Üstad hazretlerinin direkt olarak görüşü, Hıristiyanların İslam akidesiyle muhalif oldukları, aralarında fark olduğudur. Mesela diyor ki: İslamiyet?in Hıristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırrı şudur ki: İslamiyet?in esası mahz-ı tevhittir. Yani vesait ve esbaba tefsir-i hakiki vermiyor. Yani arada bir vasıtadır ama hakiki tefsiri yoktur. Hangi veli mürşit olursa olsun vasıtaya hakiki tesir vermiyor. İcat ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Yaratma vasfı, halk ve icadı hiçbir veliye, meleğe, peygambere vermiyor İslamiyet. Yaratmak sadece Allah?a mahsustur. Hıristiyanlıkta Allah?ın oğlu düşüncesini kabul ettiği için esbaba kıymet verilir. Yani onlarda da bir benlik koyuyor. Onlara yaratma tesiri koyuyor. Adeta rububiyeti ilahiyenin bir cilvesini azizlerine büyüklerine verir. Yani Allah?ın Rab?lik vasfının bir tezahürünü da kendi velilerine azizlerine veriyor. ?Onlar Allah?ı bıraktılar, hahamlarını ve papazlarını Rab edindiler. Onun içindir ki Hıristiyanların mertebece en yüksek olanları bile diye anlatmaya devam ediyor Üstad hazretleri. İslamiyet?te tevhit, Hıristiyanlıkta oğul fikri vardır. Bundan dolayı da azizlerine Rab?lik, ubudiyet payesi vermişlerdir. Bunu söyleyen Bediüzzaman hazretlerinin cennetliktir demesi mümkün değil.

     

     

     

    TEK YANLIŞ ÜSTADI DOĞRU ANLAMAMAK

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Bir başka yerde ise İkinci Dünya Savaşı?ndan bahsederken kâfir de olsa masumlar için yani çocuklar için şehit olmaları, belaya uğramasalar cennetliktir. Bu hadislerde de geçer. Üstad hazretleri zelzelede, kazada, kırılmış dökülmüş masumlara da mükâfat bir mertebe artar diyor. Yine Üstad devam ediyor: üç dört aydır dünyanın vaziyetlerinden haberim yokken, Avrupa?daki, Rusya?daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. Manevi bir ilham geldi. Onlar adına çok acı çekiyordum diyor. Bir ilham merhem sürdü acıma diyor. O musibeti semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felaketten vefat eden veya perişan olanlar var diyor. Eğer bunlar on beş yaşından evvel ise diyor. Burada şunu da izah etmek lazım. Şafi mezhebindendir. Akidede itikatta Eşari mezhebindendir. Maturidi ve Eşari iki ehlisünnet vardır. Dört fıkıh mezhebinin üçü Eşari?dir. Şafi, Hanbelî ve maliki. Bir tek Hanefi mezhebi Maturidi?dir.

    Şimdi Üstad Hazretleri?nin şafi olması ve Eşari olmasını da göz önünde bulundurmamız gerekir ki buluğ çağı bazen on iki, bazen on beş olarak geçer. Tabii buraları da bilmeyenler karıştırırlar. Müslümanlar itikatta iki mezhepten birine bağlıdır. Mesela bazı cahiller vardır. Adam işte kerrat vakti camiye girmiş namaz kılıyor. Bir başkası kerrat vakti kılınmaz diyor. Adam da ona ben şafiyim kardeşim diyor. Öteki de ne olursan ol kılınmaz diyor. Şimdi bu diyalog cahilliktir. Şafi mezhebinde sebepli olan nafileler kılınır. Eşari?nin görüşü de ehlisünnettir. Görüş ayrılıkları illaki vardır. Konumuza gelecek olursak meseleler birbirini anlatıyor. Üstad hazretleri hangi dinde olursa olsun buluğ çağına girmemiş her çocuk Müslümandır, şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfatı maneviyeleri o musibeti hiçe indirir. Burayı biz neye göre kabul ediyoruz?

     

     

     

    Bu Eşari?nin görüşüdür. Bir kısmı cennet ehlinin hizmetçisi olur denir. İmam-ı Rabbani?nin şöyle bir görüşü var: Yaşadığı ana tabidir. Eğer Dar-ül İslam?da ise cennettedir. Eğer kâfir ülkelerde ise o zaman onları da cehenneme göndermemek için yani çocuk olduğundan cehennemi hak etmemiştir diyor. Bundan dolayı fetret ehli hükmünde toprak olurlar diyor. Şimdi hepsi ehlisünnet dairesindedir. Buradan da Bediüzzaman Hazretleri ehlisünnetin dışına çıkmamıştır. Hiçbir yanlış yoktur. Savaşlarda öldürülen, zulme bulaşmamış, kendisi suçsuz masum kişilerden bahsediyoruz. On beş yaşından büyükseler eğer masum iseler derken ise ayırıyor, yani olaylara karışmamış temiz diyor. İşte Üstad Hazretleri?ni doğru anlamamaktan kaynaklanıyor.

     

     

     

    ?HIRİSTİYANLAR CENNETE GİDECEK DEMİYOR?

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Yazarlardan birisi yine ?Bizimle savaşsalar bile? gibi bir sözde Risale-i Nur?da yok. Olan biten Kastamonu Lahikası?ndaki beyandır. Bunun üzerine yoğunlaşıyoruz. Çünkü başka bir ifade yok. On beş yaşından büyük olanlar eğer masum ve mazlum ise zalim, harp başlatmış, milleti kıran, geçiren bir durumda değil de, haksız yere mağdur olmuşlar için söylüyor. Üstad Hazretleri, bunun mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır deyince birisi zannediyor ki, efendim Hıristiyan da olsa adam cehenneme girmeyecek diye adam tahlil yapıyor. Çünkü ahir zamanda fetret derecesinde din ve dini Muhammediye bir lakayitlik perdesi gelmiş, efendimizin dinine, fetret derecesine ulaşmış diyor. Fetret dönemi, peygamberin kesik olduğu, Hazreti İsa ile Peygamber Efendimiz arasında beş yüz senelik fetret var. Ayeti kerimede ne diyor: İşte size Resul geldi. Bu Resullerin fetret döneminden sonra size yeni bir peygamber geldi. Bize peygamber gelmedi demeyin diye beyan edilen fetret derecesinde Dini Muhammediye bir lakayitlik olmuş. Ahir zamanda din yok gibi milletin hiçbir şey ile alakası kalmamıştır. Ahir zamanda hazreti İsa?nın dini hakikisi hükmedecek, İslamiyet ile omuz omuza gelecek buradan da yanlış çıkaranlar var. Başka bir mektubunda ahir zamanda hazreti Hz. İsa dini hakikisi derken Hıristiyanlık değil, Hz. İsa?nın din akidesi İslam?dır. O İslam?ın kendisidir. Diğer bir mektupta diyor ki: İslam metbu olacak, Hz. İsa?nın dini tabi olacak. Burada şimdi omuz omuza gelecek deyince yanlış anlaşılıyor. Kimse birleşecekler gibi anlamıyor. Hâlbuki İslami çerçevede birleşecek, tabi olacak denilmek isteniyor. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan, Hz. İsa?ya mensup mazlumları, bu mazlumlar çektikleri (bu arada gerçek hazreti İsa?ya mensup Hıristiyan kalmamıştır.) hükmü fetretten çıkıyor. Bu bir nevi şahadet denilebilir diyor.

     

     

     

    ?İMAM-I RABBANİ?YE BAĞLIYIZ?

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Tahlile göre on beş yaşından büyük bir Hıristiyan diyor, yani akıllı buluğ çağına girenler için söylüyor. Bela ve husumetin çıkmasında bu adamın payı varda bu adam zalim ise bunun başına gelen hiç mükâfat veya kefaret olmaz diyor. Bunlarda fetret derecesinde karanlıkta iseler diyor. Bu şartı görmezsek birisi kalkar der ki: Üstad hazretleri Hıristiyanlar cennete gidecek. Hıristiyanlar genel anlamda cennete gidecek demiyor. Yalnız fetret derecesinde karanlıkta kalmışsa diyor. Şimdi burada da hüküm İmam-ı Rabbani hazretleri Maturidiler ile Eşarileri kıyas ediyor. Kendisi bana başka bir yol ilham edildi diyor. Şimdi bu bizi bağlamaz. İmam-ı Rabbaniye bağlıyız. İtikatta da müçtehit kabul ediyoruz. Fakat biz şimdi görüşlerin tümünü almak zorundayız. Bir görüş var, Muhyiddin Arabî?ye ait. Onu çok uzak görüyorum diyor. Kıyamet günü bir peygamber gönderilecek ve o peygambere orada inananlar cennete gidecek, tebliğe inanmayanlar hakkında da hemen orada cehennem hükmü verilecek. Diyor ki fütuhat sahibinin bu dediğini bu fakir uygun görmüyor. Ahiret darül cezadır, darül teklif kalmıştır. İmam-ı Rabbani Maturidi olduğu halde, Maturidi bunların cehenneme gideceğini söylediği için beğenmiyor. Diyor ki: Maturidi ashabımız, akıl müstakim yeter, akıl yeter, fakat dağ başında olup puta tapan gibi kimselere hiçbir peygamber daveti ulaşmasa da dediler ki diyor, bunlar kâfirdir. Maturidi?nin görüşü budur diyor. Cehennemde ebedi kalacaktır diye açık bir tebliğ gelmemiştir diyor. İşte o zaman Üstad hazretlerinin sözü daha iyi anlaşılıyor. Şimdi dünyada hala bazı kabileler fetret hükmündeler. Dünya ile hiçbir bağları yok.

     

     

     

    Kenan Demirtaş: Hatta İmam-ı Gazali hazretleri şunu buyuruyor. Eğer peygamberin ismini duydu da peygamber olarak değil de hâşâ bir sihirbaz olarak duydu ve ilgilenmedi ise bu da fetretin içine girer diyor...

     

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Zaten Eşari?nin görüşü o. Bir de İmam-ı Rabbanin ?belagulmübin? demesi. Peygamber gönderilecek, kuvvetli delil gelmeden cehennemde ebedilik olmaz diyor. Adamın aklı vardı bulsaydı diye adama azap hükmü veremezsin diyor. Maturidi bu görüşte değil. İmam-ı Rabbani bir orta yol buluyor. İsa peygamberin Kuran?da geçen sözünü naklediyor, ?Allah?a şirk koşana, Allah cenneti haram etti. Cehenneme gidecektir.? Burada suale cevap verirken ben burada çok zorlandım diyor.

     

     

     

    ÜSTAD, İMAM-I RABBANİ İLE AYNI GÖRÜŞTE

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Her ikisinde de şefkat ve merhamet ağır basıyor. Yalnız üstadın Eşari?nin görüşü, akılda helak payı çoktur. Sadece adamın aklı vardı diye, anlamadı diye adamı cehenneme ebedi bırakacak, açık bir beyan olmadan bunu cehenneme sokmak bana çok ağır geliyor diyor. Adamda şirk varken de bu da cennette ebedi kalacak kararını vermek de bana ağır geliyor diyor. Eşari?nin görüşü de budur diyor. Üstad hazretleri de Eşari gibi düşünüyor. İmam-ı Rabbani de bana ilham geldi diyor. Bunlar kıstas yaparlar, kul haklarını ararlar. Hayvanların boynuzlu koyun boynuzsuz koyun meselesi gibi. Kısas bitince yok edilirler, toprak olurlar. Fakire göre darül harp çocuklarının durumu gibi bunlar yok olurlar. Çünkü cennete girmek imanladır. Ya asaleten kendi Müslüman olacak, ya da İslam darına tabi olacak. Zimmet ehlinin çocukları Müslüman bir ülkede yaşadığından cennetliktir diyor. Gayrimüslim çocuklarında iman olmadığından cennete de gidemezler ama tebliğ gelmediğinden cehenneme de giremezler diyor. Şirk koşarsan cehennemde kalacaksın diyor. Bir de fetret derecesine ulaşanları ayırıyor. Bir peygamber daveti ulaşmamışsa bunların da hükmü budur diyor.

     

     

     

    ÜSTAD İZAH GETİRİYOR

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Maturidi Allah?ın varlığını birliğini bulmadıysa cehennemliktir diyor. Hani yaratıyı bilmeli. Vahdaniyet birliği de şart koşmaları ağır gerçektende. Eşari?nin görüşü ise: bunlar cennete gider. Üstad hazretlerinin dediği ise ehlisünnetin Eşari görüşüdür. Dolayısıyla bu görüş fetret derecesinde karanlık içerisinde kalmış. Adı Hıristiyan?dır. Yoksa dinini de bilerek yaşamıyor. İş fetret derecesine geldiği zaman Üstad o kaydı koymasa yanlış anlaşılabilir ama o kayıt bize izah getiriyor. Fetret derecesinde olan cahil kalmış, hiç dinden haberi olmayan bir Hıristiyan bir de zulme uğramış ise diyor bunu cehennemden kurtarır demiştir. Zaten İmam-ı Rabbani ile de ittifakta. Cennete girecek dediği Eşari?nin görüşüdür. İmam-ı Rabbani ise toprak olacaktır diyor. O halde Üstad hazretleri ehlisünnete muhaliftir denemez. Yalnız burada benim kafama takılan bir şey kalıyor. Şehitlik gibi bir mükâfat vaat ediyor. Bu Üstad hazretlerine gelen özel bir ilhamdır. Bu ilham onun görüşüdür. Şimdi cehennemde bile yananların azabında hafifleme var. Cömertse, kâfir de olsa iyilikse sever olarak azabın azalması var.

     

     

     

    CEHENNEMDE CENNET HAYATI

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Bu görüş Muhyiddin Arabî?nindir. Bu ekolde artık bir dereceye gelirler ki acı duymazlar. Yani ülfet alışkanlık oluyor. Pislik böceğinin pislikte yaşaması gibi. İmam-ı Rabbani bu görüşe katılmıyor. Mühim olan Üstad hazretleri kendisi bir şey mi uydurdu, yoksa ulema evliyadan dayanakları mı var? Biz üstadın dayanakları olduğunu görüyoruz. İlham geldi tamam ama uymuş mu uymamış mı diye bakıldığında kendisinin sözleri var: Beni ölçü ayara vurun sözlerimden uyanı alın, uymayanı atın. Burada görüşü Eşari?ye uydu. Üstad hazretleri ehlisünnetten çıkmıştır diyemeyiz. Yani görüşler ehlisünnet içerisinde ise sorun yoktur. Ehlisünnet dışındakilere reddiye yaparız.

     

     

     

    BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ RÜYAMA GİRDİ

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Şehitlik meselesini bir hafta tefekkür ettim. Evvelce de bir rüya anlattım size. Bir diyalog çerçevesinde bazı yazarlar dozunu artırarak düşmanlık etseler bile Hıristiyanlar cennete girer, amentümüz bir yazıları yazılırken, üstelik bunlar da Risale-i Nur?dan alıntı gibi gösterilince ben hiç incelemeden Bediüzzaman hazretleri bu görüşte olamaz diyorum ama delilim de yok. Orada biraz sıkıntı içime geldiği zaman biraz zat, Bediüzzaman hazretleri rüyama girdi dedi. Ahmet?e selam söyle. Ben Ahmet?i seviyorum. Ben onların anladığı görüşlerde değilim. Söyle benden şüphe etmesin. Kendisi veli bir zattır. Bediüzzaman hazretleri için hiçbir reddiyem yoktur.

     

     

    İşaratü?l-İ?caz?da, Ey ehli kitap, geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi hazreti Muhammed ile Kuran?a da iman edin. Zira onlar Hazreti Muhammed?in gelmesini temsil ettikleri gibi onlarında kitaplarının sıdkına olan doğruluğuna deliller hakikati ile Hazreti Muhammed?de bulunmuştur. Bütün kitapların ruhu Kuran?da, bütün peygamberlerinde ruhu Resulullah?ta toplandı. Kabul etmelisiniz diyor.

    İslamiyeti kabul etmenizde size zorluk yok. Şunu da uydurdular, İslam haktır ama biz girmiyoruz deseler de kurtulur. Yani peygamber yalancı değil demek yeterlidir diyorlar. Üstad bunu demiyor. Dininizi terk etmenizi istemiyor. Zaten itikatta tüm meseleler bir. Sizde sadece bazı şeraat hükümleri değişecek diyor. Şarap orada serbest ise burada haram edildi. Bunlarda ilaç gibidir, birine yarayan ilaç diğerine zarar verir. Doktor herkese farklı ilaç verdiği gibi ahir zamanda da bu İslam?ın reçetesidir diyor.

     

     

     

    Hz. İSA MESELESİ

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Ahir zamanda Hz. İsa Deccal?ı öldürdükten sonra insanlar ekseriyetle imana girerler. Hâlbuki yeryüzünde Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz. Peki, kıyamet nasıl kopacak, insanlar nasıl küfre dönecek sorusuna cevap veriyor. Hadis-i Sahihte rivayet edilen Hz. İsa, geleceğini ve şeriatı İslamiyet ile amel edeceğini söylüyor. Yani Hıristiyanlık tasaffi edecekteki kastı ne? Kastı, Hz. İsa, İslam ile amel edecek, deccalı öldürecek. İmanı zayıf olanlar uzak görüyorlar bunu. Hâlbuki hakikatini anlatırsa geri kalmaz. Bunlar sahihtir diyor. Süfyan çıkacak. Ehlibeytten Muhammed mehdi isminde bir zat çıkacak. Süfyan?ı helak ediyor. Hz. İsa Hıristiyanlığı tahrifattan sıyıracak. Hakikat İslamiyet ile birleşecek. Üstad hazretlerinin sözlerini bazen uzun olduğundan millet yanlış anlayabiliyor. Mehdi imam olacak, cemaati olacak. insan şekliyle bulunan Hz. İsa deyince ehli sünnettir. Bu söz iftiraları çözüyor. Hz İsa, geldiği vakit herkes onu bilmek lazım değildir. Nur derecesinde herkes onu tanır. Ancak o vazifesini yapacak.

     

     

     

    BİLMEMEK MAZERET DEĞİL

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Hıristiyanlığa karşı muhafaza eden camilerin arkalarındaki tekkelerde Allah Allah diyenlerin iman güçleri, tarikatlar bunlara vasıtadır. Hıristiyan siyasetinin müthiş hücumlarına karşı da sarsılmaz zikirlerdir. Dolayısıyla ben Üstad hazretlerinin bu yönünü bilmiyordum. Bilmemek mazeret değil, biz okumamıştık. Bunları okuyunca kendisinin Eşari görüşünde olduğu, ehlisünnet olduğu, tarikatlara olumlu baktığı, Hz. İsa?nın ineceği gibi konular anlaşılmış oldu.

     

     

    Mehmet Paksu: Bediüzzaman hazretleri üstatlarını sayarken Mevlana hazretleri, Şah Nakşibendî Hazretlerini, Abdulkadir Geylani, Bağdadi, İmam-ı Rabbani?den çok bahseder.

     

     

     

    RİSALE-İ NUR İÇİN İLİM, İHTİSAS, MUHAKEME LAZIM

     

    Cübbeli Ahmet Hoca: Onlara şehit hükmü vermesi açığa kavuşmadı. Orada üstadın ilhamı vardır. Âlimlerin zahir-i muhalif görünen görüşlerini de reddetmiyoruz. Ehlisünnet dışı da demiyoruz. Bu araştırmalarda Üstad hazretlerinde bir muhalefet olmadığını gördüm. Yalnız bazı mektupların şerh edilip, izah edilmesi noktasında bir ilim ehlinin anlatması gerektiğini düşünüyorum. İnsanların yanlış anlayarak üstada iftira atması söz konusu olabilir. Risale-i Nur için ilim, ihtisas, muhakeme lazım. Şahsı manevi lafında reformistlerin lafını anlıyorlar. Hâlbuki öbür sözünü görmeyince farklı şeyler anlar. İmam-ı Rabbani ile aynı görüşlerdedir. Her ikisinde de şefkat ve merhamet ağır basıyor. İmam Rabbani öyle ki cehenneme girmelerindense toprak olmalarına bağlamıştır. Yani azap olmadan kurtarıyor. Yalnız Eşari?ye tam olarak burada katılmıyor. Üstad ilhamlarına göre tercih yapıyor.

     

     

     

     

    Kaynak . http://www.nurmektebi.net

    Perşembe, 28 Ocak 2010


  7. HALEF

     

    Kapısız konağın boncukzadesi,

    Hayası gül suyu, tozdan rafine.

    Laf-ı güzar, pir-i fanî dedesi

    Üç ayaklı, nefes alan define.

     

    Temel çürük fikir, emel çağlayan,

    Kispet altın nakış, çoktur yağlayan.

    Meydana çıkınca, el-kol bağlayan

    Oracıkta varır tüm hedefine.

     

    Tağuta dayanır biricik öbek,

    Bu yüzden vicdanı, nefsinden köpek…

    İki bacak üstü, yağlıca göbek;

    Alabora bilmez, sağlam sefine.

     

    Yılanı yıllansa, domuzları var;

    Tırnağı kırılsa, boynuzları var.

    Nice intizarda bonusları var,

    Gece gündüz içer kan şerefine.

     

    Cenneti zindandır, zindanı rahat;

    Gölgesinde panik, yalancı cihat…

    Ebu Cehl yaşıyor, doğrudur Nihat,

    Tohumunu saçmış her halefine.


  8. * AHMET HAKAN :

    Evrimce: (Haşa evrimci sanılmayalım) İnsanımsıları daha yakından görebilmek için...

     

    Çevrimce: Aslında o güzelim Ahmed isminin gerçek ismi olmadığını, gerçek isminin ise Ahmak olduğunu bizatihi söyleyebilmek için...

     

    Devrimce: 180 derecelik dönüş hızının, çokgen bir menfaat ile dikdörtgen bir banknota oranını yakından test edebilmek için.

     

    Nevrimce: Tükürük okyanus olsa, bir katresini bile yüzüne serpiştirmeyi ar sayacağım nevilerin de var olduğu teoremini hüccetleriyle açıklamak için.


  9. Üstad'ın, eksi yönleri elbette var ve olmalı da.

    Alemler Rasûl'ünü (Sallallahu Aleyhi ves'sellem) hariç tutmak kaydı ile Gencebay Orhan'ın dediği gibi "Hatasız Kul Olmaz"; nebiler haricinde de günahsız kul olmaz.

    Her alim, veli, İslâm Kahramanı vs.hata işleyebileceği gibi, elbette günah da işleyebilir.

    Üstad'ı bu kriterden mahrum bırakmak, "had" meselesine en büyük riayetsizlik olur.

     

    Lakin, Erbakan mevzuunda, "hak" meselesi mevcut bulunduğundan, Üstad'ın haklı olduğu kanaati (bizce) daha ağır basmaktadır.

    MGV'li Gençliğin, "Üstad, evine dön!" çağrısına, "Üstad sizin evinizdir!" cevabı, en keskin ifadeyi anlatmıştır. Bunun için, Üstad'a "ev-öz" nazarı ile bakmak gerekir. Mademki ortada bir dava var, mademki bu davanın da her numunesinin şeklini çizen bir inisiyatif var; öyle ise bu inisiyatif, "meşveret etmek ve meşveretin isabeti koşulu" ile sonuna kadar söz sahibi olmalıdır.

    Nitekim, Alemler Rasûl'ü (Sallallahu Aleyhi ves'sellem), meşveret ederken dahi, ashabının (radıyallahu ecmain) ictihatına önem gösterse de "Uhud Savaşı'nda olduğu üzere", Allah'ın izni ile, en doğruyu göstermesine ve bilmesine rağmen, ictihat ya da meşveret konusunda, görüş çoğunluğuna, istemeyerek uymuştur. "Hudeybiye Antlaşması'nda" ise görüş ortaklığının çoğunluğuna nazar etmemiştir. Bilindiği üzere, her iki olayda da haklı çıkmıştır ve çıkacaktır da. Meşveret ya da ictihad, "Beni Kurayza Gazvesi'nde", Hz. Sa'd bin Muaz'ın (radyallahu anh), doğru hükmü gibi isabetli olmalıdır.

    Belki Üstad'a, -kendimi hariç tutarım- bu mevzuu için, meşveret ölçüsünde katılınamayabilir. Lakin, asla ve kat'a "Üstad'ın bir bildiği vardır, bu yüzden Üstad'dır." şüphesinden de ayrı düşmemek gerekir.

    En azından bir "acaba mı?" sorusu sorulmalıdır.

     

     

    Vekiller, siyasetçi gözü ile mi, halk gözü ile mi, veli ya da mütefekkir gözü ile mi seçilmeli konusunda, acizane görüşüm, "hak gözü" ile seçilmesinden yanadır. İşte burada "hak gözü ile" yani adalet ile, "mütefekkir mi yoksa siyasetçi mi" daha isabetli görür, bunu idrak etmek lazım. Mütefekkirin ve siyasetçinin ölçüleri ise bellidir.

    Bir velinin, her konuda görüşleri olacak diye bir şey de söz konusu değildir. Konu "her"likten çıkıp, İslâm çerçevesinde "asliyet ve önem" kazandığı vakit, velinin ölçüsü zaten devreye girer. Üstad'da, Allahû Alem, ölçüsünü bu idrak üzerine kullanmıştır.

     

    "Müjdecim, kurtarıcım, Efendim, Peygamberim,

    Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim."

    Beyitindeki gibi işte bu idraktır ki, Üstad'a, İslâm'ı "en keskin" ve "lakaytlık kabul etmez cihette" savunma makamını layık görmüştür. Üstad'ın İslâm idrakında, lakaytlığa, laubaliliğe, tembelliğe ya da bu ahvale meydan verecek her türlü ahkama, tefekküre ve eğriliğe, katiyetle yer yoktur.

    Bu uğurda, Üstad'ın idrakı, teşbihen, "İslâm kırılmasın da dost, düşman, "hak eden ne var ise", kim kırılırsa kırılsın" mizacını güder. Bu mizaç, Hazreti Ömer (radyallahu anh) ve Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri (kaddesallahu sirruh) mizacının bir nevi aynası cihetindedir. Yine bu mizaç, "Kibirliye kibretmek sadakadır" Hadis-i Şerif'i ölçüsünde, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek kabilinde, enaniyeti, kişiye, yere ve zamana göre tayin eder.

    Yoksa,

    "Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben,

    Üç ayakla seken topal köğeğim.

    Bastığınız yeri taş taş öpeyim..."

     

    ya da

    "Ellerime uzanan dudakları tepeyim,

    Allah diyen, gel seni ayağından öpeyim."

    diyen birisinden, parmak ıssırtacak bir enaniyet beklenemez.

     

     

    Cübbeli Ahmet Hoca'nın söylediği gibi, "Üstad, Ehl-i Sünnet'in kalesidir.".

    Bu sözün esrarını, en sığ manasından, en derin ve geniş manasına kadar, açınız, açabildiğiniz kadar.


  10. Türk-İslâm Birliği...

    Acizane bildiğimiz ve arzu ettiğimiz kadarı ile, dünyadaki bütün "Türk İslâm" ve "İslâm Ülkeleri"ni biraraya getirmektir. Bu birlikteliğin, "Allah'ın izni ile", önce fikirde ve sonra da toprakta (haritada) olması için gaye gütmektir.

    Sadece Müslüman olan Türk birliği değil, Türk-Müslüman ve Müslüman birliğidir.

    Vesselam, burada bir ırk konusu söz konusu değildir.

    (Acizane yorumum beni bağlar; bu mevzuyu ben böyle algılıyorum, algılanması gerektiğine de inanıyorum.)


  11. ZAPTIRI ŞARKILARDAN ZIPTIRI SÖZLER

     

    Zaptırı şarkılardan,

    Zıptırı sözler dinle.

    “İğrenç”e vargılardan,

    Gıp-gıcır dil metinle.

     

    -Alo, n’aber, ben Aslı,

    Hani şu ceddi yaslı,

    Diyorsan sesin paslı,

    Konuşayım kedinle.

     

    -Fast-food yedik self servis,

    Buf oldu bizim perhiz…

    Hello my dear he is,

    Come hear kredinle.

     

    Aslan başını eğdi,

    Maymun göklere değdi;

    “Türkçe”mi kimler yedi,

    Karamanoğlu, inle!..


  12. büyük doğu mukaddesatçı gençliğin birleşme noktasıdır. ve bu grupların adları partileri farklı olsada davaları birdir, bu Alah davasıdır, ezilen müslüman halklarının kurtuluş reçetesidir.önemli olan bu birliği ilk evvel kendi içimizde gerçekleştirmek.üstadtan şiir okuyup büyük doğu ideolocyasıyla alakasız şeyleri yaparsak ancak üstadı sadece bir şair olarak algılarız.onun için etrafımızdakilere çevremizdekiler üstadın fikir adamı olduğunu ve kurtuluşun büyük doğuyla olduğunu anlatmamız gerekir.çeşitli miting ve protestolarda bu grupların büyük doğu altında birleşmeleri gerekir.[/b]

     

    Tesbit, tertib, tesdid ve Efkar-ı umumiyeye nakış nakış işlenmesi gereken hülasa budur işte.

    Allah razı olsun kardeşim...

     

     

    Eğer üstad demişse türkeş hakkında yazdıklarımı tamamen geri alıyorum saygılarımla....

     

    İntisab da ancak bu kadar güzel olabilir. Allah senden de razı olsun kardeşim.


  13. Öyleyse durdurun müsabakayı!

     

    Üstad'ın varmak istediği ya da tarafımızdan anlaşılan gaye, tüm içtenliği ve ustalığı ile bu sözde hedefini buluyor.

     

     

     

    Bir yarışma açıldıysa, Üstad da bu yarışmaya girmeliydi. O yazmasa kim yazacaktı bu marşı? Sol görüşlü veya milli duygulardan, İslami üsluptan uzak şairlere mı bırakılacaktı bu iş?

     

     

    NFK Fan kardeşim, gayet güzel açıklamış.

    Üstad, müsabakaya talipli olmasaydı ve o müsabaka durdurulmasaydı da İstiklal Marşı, Nazım Hikmet, Kemalettin Kamu, Behçet Kemal Çağlar gibilerinin eline düşseydi daha mı iyi olurdu sizce?

     

    Sonrasında gelişen olaylarda Üstadın, İstiklal Marşı yerine, Büyükdoğu Marşı için bir baskısı, bir bürokratik eylemi, bir çıkışı, bir söylemi olmuş mu, olmamış mı bunu iyi bilmek gerek. Yoksa hade-hödöcülükle bir yere varamayız.

     

     

    Ayrıca Üstad, Efendi Hazretleri ile 1934 yılında tanışmıştır. Yani Büyükdoğu Marşı'nın yazıldığı zamanlar, Efendi Hazretleri ile yaşanan zamanlardır.


  14. Cihat kardeşim; denilecek birşey bırakmamışsın.

    İnşallah, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şefaatlerine nail olman temennisi ile...

    Allah senden razı olsun.

     

     

    "Bir müddetten beridir, Büyük Doğu sahifelerinde Bedi'üz-zaman veya Said-ül Nursî diye anılan muhterem bir din adamına ait muhtelif parçalar görmektesiniz. Din incelikleri ve İslam büyükleriyle alakalı insanlar, bu namda bir zatı ve onun Nur risalesi isimli eser bütününü uzaktan tanırlar. Nice sahte şeyh ve kalpazan alimin ortalığı kapladığı ve müdafasız safdilleri avladığı bir hengâmede, emin hüviyet ve şahsiyetlerden başka kimseyi bağrına basmayan, bu hususta gayet ince tefrik ölçülerine malik bulunan ve bilhassa din işinde en basit ayar ve kıraat düşkünlüğüne bile tahammül etmeyen Büyük Doğu, onun yazılarını tereddütsüzce sütunlarına geçirerek kendisine itimadını zımnen ilân etmiş bulunuyor. Şimdi davamız, kendilerinin de bize karşı izhar buyurdukları mütekabil ve müstesna itimat hissiyle, gayeler arasındaki birlik ve beraberlik tespitiyle gerçek bir saadet kazanırken, dünya çapındaki mefkûremizin her sahayı birden kucaklayıcı, geniş ve aktif münevverler kalabalığına Said-ül Nursi Hazretleri'ni daha yakından tanıtmak lüzumunu duyuyor, ve bu mümtaz şahsiyetin hayat ve eserini birkaç yazı içinde çerçevelemekle, davamıza en nazik hizmetlerden birini gördüğümüze inanıyoruz."

     

    Profesör Ş.Ü (Üstad Necip Fazıl Kısakürek; Büyükdoğu Dergilerinden)


  15. Kimse Hz.Ali'ye karşı en küçük bir saygısızlık yapmamışken, size ne oluyor da bu kadar vaveyla içerisindesiniz.

    Hz. Ali, ashabın sıralamadaki 4. büyüğüdür ve makam bakımından Hz.Muaviye'den daha rütbelidir.

    Bu rütbe üstünlüğü Hz.Muaviye'ye küfür etmemizi mi gerektirir?

    Siz Allah Resulünden çok mu iyi biliyorsunuz ki -haşa- Hz.Muaviye'yi eleştiriyorsunuz?

    Ne güzel örnek verdik. Biz Hz.Vahşi'ye dahi dil uzatmaktan men edilmişken, nasıl olur da Hz.Muaviye'ye dil uzatırız?

     

    O zaman Hz. Halid bin Velid'e de bir zamanlar Müslümanlara kılıç çektiği için, Hz.Amr bin As'a Habeşistan'daki tavırları için, Hz.Süheyl'e Hudeybiye Antlaşmasındaki tutumu için, Hz.Ömer'e ilk halleri için, Hz.İkrime'ye Ebu Cehil'in oğlu olduğu için, Hz.Hamza'ya ve Uhud'daki birçok sahabeye de Peygamberimiz'in (SAV) savunma stratejisini reddettikleri için buğz mu edelim? Onlara -haşa- kafir damgası mı vuralım?

     

    Siz, iki kardeşiniz, iki öğretmeniniz, iki dostunuz kavga ettiği zaman birisini kalkıp kafir mi ilan edersiniz?

     

    Bir an evvel tövbe ediniz.....


  16. BİR EKSİ BİR

     

    Sen de usandın değil mi dualarımın gözyaşı,

    Tövbemin med-cezirinden, sabrımın selâmetinden

    Ve gölgende taşımaktan bu musallasız naaşı?

    Sen de usandın değil mi dualarımın gözyaşı?

     

    Anlıyorum kaderine yalnızlık düşmediğini.

    Biz, biz olamayız böyle, beni alıp gitmeliyim.

    Artık duymasan da olur yüreğimin dediğini.

    Anlıyorum kaderine yalnızlık düşmediğini…


  17. Hz.Muaviye sahabelerin büyüklerindendir.

    Hz.Habibe validemizin kardeşlerindendir ve dolayısıyla Efendimiz'in (S.A.V.) kayınbiraderidir.

    Aynı zamanda vahiy katibidir ve Efendimiz'in (S.A.V.) yüce övgülerine birçok kez mazhar olmuştur.

     

    Biz Hz.Vahşi Efendimize dahi dil uzatmaktan men edilmişken, böyle bir sahabeye dil uzatmayı aklımızın ucundan bile geçirmemeliyiz.

     

    Bütün sahabeler müctehiddir. Hepsi ictihad mertebesindedir ve hepsi cennet-mekandır. İctihadlarında isabet olursa, hem isabetinden dolayı hem de ictihad ettiklerinden dolayı birer sevap alırlar. İctihadlarında isabet yoksa, yalnız ictihad ettiği için bir sevap alırlar. (Bknz. İmam-ı Rabbani Hazretleri)

     

    Yüce Hadislerde bir çok defa sahabelerin büyüklüğü Efendimizce (S.A.V.)

    vurgulanmış ve hepsinin yüce değerleri, tıpkı bir elmas işleyicisinin elması ortaya çıkarması gibi, yüce öğreticileri tarafından ortaya çıkarılmıştır.

     

     

    “Benim sahabelerim âdildirler.”

     

    “Bir kimse sahabeyi severse beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden de bana düşmanlığından dolayı düşmanlık eder.”

     

    "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.”

    Bu son hadis hakkında çok güzel bir açıklamayı alıntılıyorum.

    Yıldız olma özelliğinde olan bütün yıldızlar eşit oldukları halde, aralarında büyüklük ve küçüklük itibariyle farklılıklar bulunduğu gibi, sahabeler arasında da fazilet ve mertebe noktasında elbette farklılıklar olacaktır. Bazısı İslâmiyet’le daha önce şereflenmiş. hizmette diğerlerini geçmiş, bir kısmı adalet ve idarede hepsinin üzerine çıkmış, bir diğeri yumuşak huy ve cömertlikte daha ileri gitmiş, bir başkası ilim ve kahramanlıkta diğerlerini geçmiştir.

     

    Artık bu hidayet yıldızları hakkında ileri geri konuşmanın, onların bir kısmına muhabbet edip, diğer bir kısmını kötülemenin, ne kadar büyük bir cinayet olduğunu kıyas ediniz.

     

     

     

    Onlar vahyin gelişine bizzat şahit oldular. Dıhye sûretinde, defalarca Cebrâil’i (as.) gördüler. Binlerce mucizeye şahit oldular. Bütün insanlık âlemini nura, hidayet ve saâdete eriştirmek için gönderilen Kur’ân-ı Kerim’i ilk defa onlar dinlediler. Onlar Kur ân-ı Azimüşşân’ın ilk talebeleri olma şerefine eriştiler. Ondaki yüce hakikatleri Peygamber Efendimizden ders aldılar. Kur’ân-ı Hakimi bütün kalplere, akıllara, vicdanlara ve dolayısıyla hayata hâkim kıldılar. Kendilerinden sonra gelen hiçbir kimsenin ulaşamadığı feyz ve berekete, ilim ve irfana, ihlâs ve sadakate, feragat ve fedakârlığa eriştiler. Bakışları ibretle, fikirleri ilim ve hikmetle, kalpleri ilâhi muhabbetle doldu. Onları ne dünya esir edebildi, ne de Cennetin güzellik ve çekiciliği kayıt altına alabildi. Onlar dünya ve ahiret nimetlerine değil, o nimetleri verene talip oldular ve O’nu buldular. Sadece ve sadece Allah’a kul olmanın yüce şeref ve izzetiyle yaşadılar.

     

    Onların hepsi kurtuluşa erenler zümresindendir; hepsi “Sahabe” olma şerefinde, ortaktır. Allah ve Resulü, onların hepsinden razı olmuş ve onları överek yüceltmiştir.


  18. Alatav kardeşim, konuyu dallandırıp, budaklandırmışsınız.

     

    Hazret kelimesini yeteri kadar iyi açıkladığımızı düşünüyordum.

     

    Bu kelimenin, en başta, sadece Peygamberlere ait ünvan olduğunu belirtmişken, daha sonraki mesajlarınızda velilere kadar indirgemişsiniz. Bu güzel bir tümevarım sizin açınızdan.

     

    Üstad'ın şiirleri ile mukabele, hazır söz konusu iken bizden de bir şiir gelsin.

     

    "Ne kadar göz bebeği varsa üst üste gelse,

    Yine ayrı manzara, ayrı görüş herkese."

     

     

     

    Yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

     

    "...Necip Fazıl'ı hiçbir abartı yapmaksızın ifade etmek gerekirse; tefekkür sahasında beş asırdır beklenen büyük zuhûr, büyük mütefekkir insandır. Bu insanın, fikirlerini aşılayabilmesi için deha çapında bir şair olması gerekiyordu -böyledir de- zaten evvela şiirlerini yazmış, ondan sonra fikriyatını herkese okutmaya başlamıştır.

     

    Size Üstad hakkında bir sır vereyim. Bilenler bilir, Üstad son zamanlarında "velayet mertebesinde" bir insandı.

    Bunu çok az insan bilir. Merhum Ahmet Kabaklı da bunu biliyordu.

    Ben kendisine Allah'tan rahmet diliyor ve herkesten, ona birer Yâsin-î Şerîf okumasını, hediye etmesini istirham ediyorum..."

     

    Ekrem Zingal / Cuma Dergisi

    Mayıs 2002

     

    Buradaki vargı belki sizi yeterince tatmin etmeyebilir ama bizi yeterince tatmin etti. Üstüne ek olarak bizzat yaşadığım olaylar, şek'ten de eser bırakmadı.

     

     

     

    Not /

    Sonsuzluk kervanı peşinizde ben,

    Üç ayakla seken topal köpeğim...

     

    olacaktı...


  19. 4.Murad konusu, evet, bazıları için çok ağır gelebilir fakat çoğu tarihçiler dahi, özellikle içki meselesini ne tümüyle kabul ediyor ne de tümüyle reddedebiliyor.

    Gönül ister ki içmemiş olsun demekten alıkoyamıyoruz kendimizi.

     

    Zamanımızın tüm tarihçileri tarafından üstün dehası ve yaptığı işler takdir edilmiş, bu doğru ama Üstad'a da haksızlık etmeyelim. 4.Murad'ı tüm yönleriyle ele alırken, dehasını, komutanlığını birtakım yaptığı işleri, açıkça takdir ediyor. Ama gözüme ilk çarpan, örneğin, şehzadelerin boğdurulması olayı. Bu vahşete öteden beri karşıyım. En nefret ettiğim konu budur Osmanlı tarihinde. Mesela Kanuni'nin kendi öz oğlunu boğdurtmasının geçerliliğini hiçbir aklıselim bana anlatamaz.

    4. Murad'ın, belki de kendisini bir linçten kurtaran kardeşi Beyazıd'ı boğdurtması da keza. Misalen, ortalık iyice yumuşamış ve kontrol tamamen elinde iken, kendisinden sonra halef olarak Beyazıd'ın üstüne titreyip, Osmanlı'yı şaha kaldırabilirdi. Nitekim, tarihçiler de Kanuni'nin oğlu Mustafa örneğinde olduğu gibi, Bayezid örneğinde de "katledilmeselerdi çok büyük hükümdar olabilirlerdi, o yeteneğe sahiptiler" diye de görüş bildiriyorlar.

     

    Osmanlı padişahlarını dönemleri, karakterleri ve hata yapabilecekleri pay oranı ile değerlendirmek gerekir.

     

    Bana kalırsa şayet, Osmanlı'da, Yıldırım Han (iyi-kötü hakkında ne denirse densin) da dahil ilk dokuz padişah ve II.Abdülhamid Han ile Sultan Vahideddin dışında hem dönemleri ve hem de karakterleriyle örnek bir padişah mevcut değildir.

    Bizce nazik nokta işte burada, dönem ve karakter beraber değerlendirilmelidir. Karakteri iyi olabilir ama yaptığı bir icraat hemen hiç yoktur. İcraatı iyi olabilir ama karakter de sorun vardır. Ya da en kötüsü hiçbiri.

     

    Bu arada kitabı okuyalı uzun zaman oldu. Çok fazla ayrıntıya giremeyeceğim bu yüzden.


  20. "üstadı gören gözler bence yaşayan en şanslı gözler bu dünyada."

     

    Arkadaşımız, yaşayan en şanslı gözler der iken yaşadığımız şu anı kastederek söylüyor. Yaşadığımız şu anda Üstad'a yetişip, onu gören talebeleri ya da insanlar elbette var. Şu anda yaşayanlar içinde en şanslı gözler olarak sayıyor o talebeleri veyahut insanları. Yoksa tabiki en şanslı gözler, sahabelerden de önce, Yüce Allah'ı gören, Alemler Resulü'ne (S.A.V.) aittir.

     

     

    "o ki rahmet kapısına giden yolun başındaki köprünün köprü başı o bizim deniz fenerimiz. "

     

    Rahmet kapısına giden yolun başındaki köprünün tam karşısı Alemler Resulü'dür. O (S.A.V.) sizi alır, rahmet kapısına götürür. Arkadaşımız da Üstad'ı, o köprünün köprü başı olarak nitelendiriyor. Peygamber (S.A.V.) yolunun vasıtalarından biri olarak addediyor, ne var bunda. Bir Peygamber aşığına sımsıkı bağlanmak abes değil. Dahası, köprücük kemiği bile olamayacak nice köprübaşı addedilenler var.

     

    Niyet okuyuculuğu yapmıyorum, benim anladığım bu.

     

    Eğer sizin anladığınız manayı arkadaş gelir de savunursa o zaman en büyük tepkimizi de veririz.


  21. Ben abartılı bulunabilecek bir söz görmedim, okumadım.

    Kardeşim gayet güzel bir şekilde, hissiyatını yazıya dökmüş.

    Bütün makamlar bir yana, herşeyden evvel bir Peygamber (S.A.V.) ve Sahabe aşığı olan Üstad'ı, birgün ziyaret etmek ve o nur iklimin havasını içimize sindirmek bize de nasip olur inşallah.

    Beni çok duygulandırdın kardeşim, Allah senden razı olsun.

×
×
  • Create New...