Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adıdeğmez

Editor
  • Content Count

    186
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by adıdeğmez


  1. Öncelikle, Adnan Menderes'in sağda alternatifi yoktu.

     

    Bugün de sağda alternatif var görünse de bu partiler -halk iradesi ve vs. sebepler- ile pasif kaldıkları için, sağda tek alternatif ve kurtarıcı ya da kurtarıcılıktan ziyade, oyalayıcı-geçiştirici gibi görünen AKP yer alıyor.

     

    Bediüzzaman Hz. nin kime oy vereceği muamma olsa da bazılarımız için asıl muamma bu partinin ne için oy istediğidir?

    Vehametin farkındalar mı değiller mi? Asıl muamma budur...


  2. Ah şu netameli oy!

    Soy kurutan garblı soy!

    Parti ağzı bir goy goy...

    Yalan istifli debboy;

    Deve dikeni şebboy...

    Duman ye, havayla doy!

    Uygarlık mı, Yes my boy!

    Elini vicdanına koy!

    Peşinden milleti soy!

    Hakkın gözlerini oy!

    İnsanlık ezelden toy...

    Hakikat, şanlı kovboy,

    Ne gün gösterecek boy?

    OY BABAM,OY ANAM

     

    Üstad...


  3. İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

    Hz. Ali, Ebu Bekri Sıddıkın halifeliğini seve seve kabul etmişti. Bunu herkes iyi bildiği için, (İstemeyerek kabul etti) demekten başka söz bulamadılar.

    Hz. Ebu Bekir, halifeliğe layık olmasaydı, Hz.Ali onu istemez, benim hakkımdır derdi. Nitekim, Hz. Muaviye'nin halife olmasını kabul etmedi. Kendisi halife olmak için uğraştı. Halbuki, Hz. Muaviye'nin ordusu, kuvveti çok idi. Bu yüzden çok kimselerin ölmesine sebep oldu. Böylece güç durumda hakkını istediği halde, hakkı kendinde görseydi, Hz. Ebu Bekir'den istemesi daha kolay idi. Seçilmesini ister ve hemen seçilirdi. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir'i seçtiğini bildirip biat ettikten sonra, minberin önünde oturdu. Sonraki konuşmalarda, Halifenin suallerine tesirli cevaplar vererek Halifeyi destekledi. (Reddi Revafıd)

     

     

    Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri aynı kitabında, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan'ın üstünlüklerini gösteren hadis-i şerifleri ve hilafetlerini uzun uzadıya bildirdikten sonra, buyuruyor ki:

    İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Hz. Muaviye'ye teslim etti. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Hz. Muaviye'nin hilafeti hak ve sahih oldu. Bu suretle, Server-i âlemin haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum seyyiddir. [Yani büyüktür] ALLAHü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur. [Yani barıştırır]) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Görülüyor ki, imam-ı Hasan'ın tâbi olması ile, Hz. Muaviye, İslamiyet'e uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi. Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve dünyadaki bütün müslümanlar, Hz. Muaviye'yi halife olarak tanıdı. Server-i âlem, Hz. Muaviye'ye, (Halife olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idare et!) buyurdukları gibi, diğer bir hadis-i şerifte, (İslamiyet değirmeni, 35 sene veya 37 sene devam edecektir) buyurdu. Peygamber efendimizin çarh, yani dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halife ve imam-ı Hasan ile tamamlandıktan sonra, geri kalan beş veya yedi senesi, Hz. Muaviye'nin hilafeti zamanıdır. (Gunyet-üt-Talibin)

     

    Mevahib-i ledünniyye ikinci cildinde, Resulullahın gelecekte olacak şeylerden verdiği haberleri bildirirken diyor ki:

    İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, Hz. Muaviye'ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et. Kötülük yapanları da, af eyle!) buyurdu. Yine İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) buyurdu. Hz. Ali, Sıffin muharebesinde: Bu hadis-i şerif hatırıma gelseydi, Muaviye ile harp etmezdim, dedi.

    İmam-ı Beyheki diyor ki, Hz. Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:

    (Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak, Eshabımı kötüleyeceklerdir. Bunlar, müslümanlıktan ayrılacaklardır.)

    ALLAHü teâlânın Kur'an-ı kerimde (Hepsine Cenneti vaad ettim, ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diye methettiği eshab-ı kiramın hiçbirine dil uzatılamaz. Fasık ve kâfir denilemez. Bu yüzden Hz.Ali kendisiyle savaş eden müslümanlar için buyurdu ki:

    (Kardeşlerimiz bize asi oldu. Bunlar, kâfir veya fasık değildir.)

    İmam-ı Şafii hazretleri de, (ALLAHü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu.

     

     

     

    İmam-ı Nevevi onun hakkında şöyle demiştir;

    "Hz. Muaviye, Hudeybiye günü müslüman oldu. Müslümanlığını anne ve babasından gizli tuttu. Hz. Peygamber (a.s.v)'le Huneyn savaşında bulundu. Hz. Peygamber (a.s.v)'e gelen vahyi yazan katiplerden biriydi."

     

     

    Nitekim Şeyh İbn-i Hacer, Savaik adlı kitapta der ki;

    "Hz. Muaviyenin Hz. Ali ile çekişmesi, içtihad yollu yapılan bir çekişmedir. Bilindiği gibi, içtihad yapan bir müçtehid içtihadında isabet ederse iki sevap, isabet edemezse bir sevap alır. Burada Hz. Ali içtihadında isabet ettiği için iki sevap, Muaviye içtihadında hata ettiği için bir sevap almıştır."

     

     

    İmam-ı Rabbani (k.s) 251. mektubunda şöyle demiştir;

    "Bu mesele de en doğru ve sağlam yol, Hz. Peygamber (a.s. v)'in arkadaşları arasında cereyan eden hususlarda susmaktır ve onların çekişmelerinden konuşmamaktır."

     

    İmam Muhammed, Siyer-i Kebir isimli eserde Hz. Peygamber (a.s.v)'in şu Hadis-i şerifini rivayet etmiştir.

    "Ashabım hakkında Allah-u Teala'dan korkun! Onları hedef edinmeyin. Kim onları severse, muhakkak beni sevmiş olur ve kim onlara eziyyet ederse, bana eziyyet etmiştir." (Tırmizi)

     

     

    Abdullah ibni Mübarek hazretleri buyuruyor ki:

    Hazret-i Muaviye, Resulullahin yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz'den bin kere efdaldir.

     

    Ikinci binin müceddidi imam-i Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

    Hazret-i Muaviye'nin yanılması, Resulullah'ın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani'nin ve Ömer bin Abdülaziz'in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As'in yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.

     

    Din-i Islamin en büyük âlimlerinden Ibni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:

    Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber Efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalik şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullah'ın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sidki ve salahi ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.

     

     

     

    ve daha birçok örnek...


  4. Kanal konusunda yorum yapmayacağım. Bunu zaman gösterir.

     

    Bütün yazıları okudum ve kıssadan hisse diyerek, Harun Yaşar kardeşimin,

     

    Kendine Müslüman diyen her insan benim öz be öz kardeşimdir.

     

    cümlesini, kendisine "Müslümanım" diyen herkes beynine, aklına, gönlüne kazımalı diyorum.

     

    Müslümanlık, ancak bu şekilde yaşanır; gayrısı hüsran...


  5. Recep Tayyip Erdoğan; Üstad'ın talebesidir.

    Ve ondaki Üstad sevgisi merak etme seni de, beni de ezer geçer.

     

    Bu konuyu aydınlatalım.

     

    Recep Tayyip Erdoğan, Üstad'ın konferanslarında bulunmuş, kendisiyle yüzyüze görüşmüş olabilir. Hatta, böyle değil ama, günün 24 saatini bilfiil Üstad ile geçirmiş de olabilir.

     

    Fakat bu vakıalar, Recep Tayyip Erdoğan'ı, Üstad'ı bütün fikriyatı ve davası ile büsbütün anlamış, benimsemiş, önemsemiş ve hayata geçirmiş biri kılmaz. Fikriyat ve icraatlar birbirini tutmuyorsa, sorun büyüktür.

     

    Üstadımın, "Yakınlıktan ötürü, kaçıp gitmiş yakınlık.." mısraları bu konuyu yeterince açıklamama vesiledir.

     

    Bildiğim kadarı ile Üstad, birkaç gerçek talebesi haricinde, diğer talebelerini elemiştir.

     

    Ya biz...

     

    Biz, ya kendi vicdanımızda eleneceğiz ya da talebelik makamına layık olmaya çalışacağız.

     

     

     

    Nazım Hikmet mevzuuna gelince, CHP'nin çarşaf açılımının birebir kopyası derim. Oy derdi nelere kadirdir, oy...


  6. KİP

     

    Geçti zaman.

    Takvimler yırtık.

    Seneler artık…

    Yanınca saman,

    Geçti zaman.

     

    Geçmiş zaman.

    Maskeli yüzler,

    Nice öküzler

    Tarihte roman.

    Geçmiş zaman.

     

    Geçiyor zaman.

    Yedi başlı dev

    Yıkmaktı ödev.

    Hani kahraman?

    Geçiyor zaman.

     

    Geçecek zaman.

    Ölüm her nefes,

    Ölüm yırtan ses.

    Hakikat yaman,

    Geçecek zaman.

     

    Geçer zaman.

    Beden titriyor,

    Ömür bitiyor.

    Nafile aman,

    Geçer zaman.

     

     

    Geçti zaman,

    Yanınca saman.

    Geçmiş zaman,

    Tarihte roman.

    Geçiyor zaman,

    Hani kahraman?

    Geçecek zaman,

    Hakikat yaman.

    Geçer zaman,

    Nafile aman.


  7. KÖRDÜĞÜM

     

    Kırılsın ruhumda büyün aynalar,

    Hicranımı görsün bana bakan göz.

    Daldığı rüyadan kalksın anılar,

    Uyansın sırrımda sakladığım öz.

     

    Açsam da belaya doğru bağrımı,

    Duymasam, kalbime düşen ağrımı;

    Bir sûkut öpsün ki dudaklarımı,

    Ne bir tek kelime edeyim, ne söz!

     

    İşte her aynada gördüğüm… Zaman!

    Sûkutun ağıyla ördüğüm… Zaman!

    İnsanın boynunda kördüğüm… Zaman!

    Diyorlar ki bana: Kördüğümü çöz!..


  8. PENCEREMDEKİ GÜVERCİN

     

    Penceremdeki güvercin

    Yeni bir günü müjdeler.

    İçimde bir kör sevincin

    Nâmelerini besteler.

     

    Gezinir durur, narince,

    Her adımı ince ince;

    Gözlerim, o dem çekince,

    Uykusuzluğu desteler.

     

    Güneş semayla yarışır,

    Şehrin gözleri kırışır;

    O, hu-hu’lara karışır,

    Bana düşünce secdeler…


  9. Harun Yaşar ve e-selçuk.. Teşekkür ederim arkadaşlar...

     

    Gökan kardeşime, ayrı teşekkür ederim..

     

    NERDE

     

    Sıra sıra dizildik,

    Sehpa nerde, ip nerde?

    Kağıt kağıt çizildik,

    Sonsuz kuyu... Dip nerde?

     

    Bir müşahhas mevsimdir,

    Sulu boya resimdir!

    Bu nasıl merasimdir?

    Yıldız yıldız cip nerde?

     

    Gülle bezendi kasır,

    Altı leş, üstü hasır!..

    Beynimize münhasır

    Burgu burgu çip nerde?

     

    Gidenler de can imiş,

    Mirasları kan imiş.

    Yaratılan hanimiş?

    O biricik kip nerde?

     

    Hele bak şu adiye,

    Rivayeti badiye!..

    Biz ne yapmışız diye

    Dövünecek tip nerde?

     

    Kor verse de eline,

    Vur kafirin beline!

    Nesline, evveline...

    Hani bana bip nerde?

     

    Adıdeğmez / 26.11.2008


  10. DİVANE

     

    Ziyan oldu sende bahtım;

    Beyaz mı, siyah mı bilmem?

    Meçhullerde saklı adım;

    Hicran mı, eyvah mı bilmem?

     

    Ecel nazarıyla baktın,

    Ateş gururuyla yaktın;

    Koluma hasreti taktın;

    Bâki mi, seyyah mı bilmem?

     

    Yirmibeş yıl senin oldu,

    Bir zalim senenin oldu;

    Divane denenin oldu;

    Gece mi, sabah mı bilmem?

     

    Nakşettin ömrüme sûru,

    Tufanmış gölgenin nuru;

    Gözlerin gönlüme doğru

    Umut mu, silah mı bilmem?

     

    Edebî derttir hasarım,

    Mahşere kadar yazarım;

    Aşkınla dolan mezarım

    Türbe mi, dergâh mı bilmem?

     

    Perişanlıksa bu ilim,

    Her maddesine kefilim;

    Hala anlamış değilim

    Sevgi mi, günah mı bilmem?


  11. BAŞIBOŞ

    Vatanımda sular akar, başıboş;

    Herkes, birbirini kakar, başıboş.

    Bozkırlardan topal bir tren geçer;

    Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.

    Yanmaz da yürekler, güneşe atsan;

    Bir kibrit, bir orman yakar, başıboş.

    Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,

    Buz denizlerinde çakar başıboş.

    Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar,

    Yafta yazar, isim takar, başıboş.

    Allah'ım sen acı bu saf millete!

    Akşam yatar, sabah kalkar, başıboş...

    1964

     

     

     

    Başıboşluk…

    Her cemiyete bela, her belaya sebep.

    Ne sefil bir kelimedir başıboşluk.

    Koskoca bir davayı gebe bırakacak kadar namussuz; aynı oranda bir toplumu topyekün namussuz bırakacak kadar pervasız.

    Küfrün elinde atom bombasını çatlatacak kadar tehlikeli, Müslüman elinde ise sudan-sabundan anlamaz ve arınmaz devasa bir mikrop.

    Tarihin her döneminde örnekleri mevcut olmakla birlikte, “ben öldükçe dirilirim” iddiasında bulunan başıboşluk, bu iddiasıyla aynı paralel üzerinedir.

    Alemlere rahmet, iki cihan güneşi olan Peygamber Efendimiz’in (SAV) yok etse de dirileceğini bildiği ve bu yüzden büyük üzüntü duyduğu; çok geçmeden Hz. Osman (RA) döneminde tekrar hortlayan başıboşluk, böylece İslam Davası’nda ilk temellerini atmış oldu.

    Kelime manasıyla yönetimsizlik, denetimsizlik, aşırı serbestiyetlik olan başıboşluk; nifakla girdiği İslam Toplumu’na, daha sonra uyuşukluk, kargaşa, isyan, bid’at, küfür ve en sonunda Allah ve Resul’ünü inkara kadar varan adi bir dille, Osmanlı’nın son 400 küsür senesinden, günümüze değin, hala “ölümsüzlük” iddiasını sürdürmektedir.

     

    Kur’an ve sünnet…

    İşte kurtuluşumuz, bu iki kurtarıcıya muhtaç ve bağlıdır. Allah, bizi, kurtaran ve kurtulmuş bir toplum eylesin.

    Amin…

     

     

     

    “Vatanımda sular akar, başıboş…”

     

    (1) Su…

     

    Çay, ırmakla buluşur; ırmak, denizle ve deniz, okyanusla kucaklaşır nihayetinde. Yönü kesilmiş, bentleri yıkılmış, sele aldanmış ve sel olmuş, varacağı son noktadan edilmiş bir su, elbetteki bütün bir şehri yutacak kadar öfke doludur. Ne cisim tanır önünde, ne engel. Yıkar, geçer. Herşeyi tarumar edip, bırakır. Su, biçimsiz ve şekilsizdir. Ya bütün berraklığı ve temizliğiyle akar ya da bütün heybeti ve şiddetiyle devirir.

    İşte büyük davanın, kollarını açıp, hasretler içinde gelmesini beklediği; bu davanın öncüsü olmaya memur bir gençlik, iman kaynağından fışkırıp, bir su gibi saf, berrak, temiz olup, hiçbir engel tanımadan; onu kuşatacak ve ona doğru yolu gösterip, “Kur’an bendinde” son şeklini verecek bir mayaya her zamankinden daha muhtaçtır.

    Su, gençliktir, gençtir. Yönünü, kabını, bendini bilemez, bulamaz ve bütün bunlar kendisine buldurulamaz ise başıboş akar, durur. Önündeki engelleri, taşları, dağları tanıyan; gireceği bendi, kabı bilen ve başıboşluktan kurtulmuş bir gençliğe ne kadar da muhtacız.

     

     

    (2) Su…

     

    Efendimiz’in (SAV) “Temizlik, imandan gelir” düsturuyla, bedeni temizliğin biricik kaynağı olan su, aynı zamanda manevi temizlik için de “tertemiz bir iman ve fikir” hüviyetinin temsili olabilir. İşte suyun, bu duruluğu ve paklığı kaybettiği o an, çamur deryasından farkı kalmaz.

    O halde su, hem maddi, hem manevi temizliğin tek remzidir. Bu temizliği kaybeden toplum, ne davasına, ne tarihine, ne dinine, ne milletine, ne iffetine, ne de kendisine bahşedilen nimetlere sahip çıkabilir. Bütün özü, ahlakı ve idrakı ile kirlenmiş bir toplum elbetteki başıboştur. Bir mikroptan yüzbinlerce mikrobun ürediğini varsayarsak, kökü çok eskiye dayanmayan bugünkü çöküntümüzün sebebini daha iyi anlayabiliriz.

     

     

    (3) Su…

     

    Su, atasözlerimize ve deyimlerimize de bir çok defa ilham kaynağı olmuştur.

    Örneğin “Köprünün altından çok su geçti” deyimi, bize “zaman” kavramını bildiriyor. O halde su, zamandır, gündemdir. Bir olay ya da kişi, bir başka olay ya da kişinin yerini rahatlıkla alabiliyor. Hem de nefes almaktan çok daha hızlı bir biçimde. Yaşadığımız asra bakar isek, zamanın ve gündemin büyük bir başıboşlukla, ne de çabuk değiştiğini rahatlıkla görebiliriz.

    Veyahut “Su akarken testiyi doldurmalı” atasözüne bakarsak “ele geçen fırsatları, imkânları değerlendirmek, bu fırsat ve imkanlardan yararlanmak” yorumuna varabilir ve buna paralel olarak da suyu “para, altın, maden” gibi kıymet hükmü fazla olan değerlerle de ifade edebiliriz.

    Bugün yaşadığımız bu toprakların her türlü imkanı, fırsatı ve değeri koynunda barındırdığı gün gibi aşikar. Nasıl pervasızca kullanılıp, kullanılmadığı da hepimizce malum.

     

     

     

     

    “Herkes, birbirini kakar, başıboş.”

     

    Su bahsinde derinlemesine işlediğimiz bütün bir başıboşluğun, bugün ülkemizde başta terörizm olmak üzere, nasıl bir anarşi havasına büründüğünü; cinayetlerin, kargaşanın, soygunculuğun, dolandırıcılığın hangi seviyede olduğu hepimizce bilinen bir hakikat. Öyle ki, bu kargaşa ve kaos, bugün de dünde olduğu gibi, zengin-fakir, aç-tok, dahi-cahil, ilkokullu-üniversiteli, kadın-erkek vs. demeden vatanın her karışına sinmiş durumda. Allahû Alem, Allah sonumuzu hayır etsin.

     

     

     

     

     

    “Bozkırlardan topal bir tren geçer;

    Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.”

     

    “Bozkır”, üzerinde çeşitliliğin az ve genellikle çayırların hakim olduğu, karasal-sert iklime sahip bir bitki örtüsüdür. Ülkemizde daha çok İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde görülür.

    Üstadımın, “bozkırlar” sözünden kendi çapımızda bir anlam çıkaracaksak şayet, bu anlamı ikiye ayırmak en doğrusu olur kanımızca.

    Birinci kısmı, cehaletin getirdiği fikir ve iman kuraklığı diye açıklayabiliriz. Bu kuraklık, her türlü iç ve dış tehlikeye müsait bir mevkide ve başıboşluğa sebebiyet makamındadır.

    “Topal tren” ise, bir o yana bir bu yana savrulan, bulunduğu istikametten her an çıkabilecek ve her an devrilebilecek, oldukça eksik ya da haddinden fazla bir görüş, fikir, oluşum, dayatım, rejim, nizam gibi çok geniş bir yelpazeyi kapsayan bir benzetmedir. Daha öz bir ifadeyle, “topal tren” tabirinin dayattığı oluşum, kurak fikre musallat olur ve büyük bir kaos kendi kendini doğurur.

    İkinci kısımda ise “bozkırlardan” varılan anlam, bizce, İç Anadolu ve ziyadesiyle ondan doğan taze başkenttir. Bu kısmın asıl tamamlayıcısı ve gözardı edilmemesi gereken en önemli unsuru “topal tren” tabirinin açılımıdır. Çocuk, yeni nesil ya da saflık; merkep, avenelik, hamallık, ahmaklık; öküz ise bu açılımdan doğan şaşkınlık ve hiçbir şey yapamama ile ifade edilebilir. Konunun derinliğini okurlara bırakıp, Allahû Alem deyip, burada noktalıyorum.

     

     

     

    ”Yanmaz da yürekler, güneşe atsan;

    Bir kibrit, bir orman yakar, başıboş”

     

    Üstad, “En Yakın” adlı şiirinin ilk mısrasında “Bütün insanlığı dövsen havanda” diye

    bir cümle kullanır. Bu cümleye paralel olarak, bütün insanlığı; fikriyatı, hayatı, vicdanı, namusu ve idealleriyle birlikte güneşe atsan bu kadar yanmaz da veyahut güneş, bu kadar yakmaz da bir kibrit ateşi, bir ormanı yok edebiliyor. Burada güneşten kasıt olarak, güneşin yerine, hatta güneş de dahil, dilediğinizi düşünebilir, dilediğiniz hengameyi, karışıklığı hayal edebilirsiniz.

    Yakın olsun, uzak olsun, hem kendi tarihimizde hem dünya tarihinde, kibrit-orman örneklemesi hayli fazladır. Özellikle yakın tarihe bakarsak, ülkemizden başlayıp, Almanya, İtalya, Sovyet Rusya gibi ülkelerin ve bu ülke vatandaşlarının, despot ideolojiler karşısında nasıl katledildiği, zulme maruz bırakıldığı, açlık ve sefaletle yüzyüze geldiği hepimizce malumdur. Dünyanın gözü önünde gelişen bu vahşet, bugünde hala izlerini koruyor; takipçilerini ise yeni arayışlar peşine sürüklüyor.

     

     

     

     

     

    “Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,

    Buz denizlerinde çakar başıboş.”

     

    Kimsenin farkında olmadığı, uğramadığı; hor görülmüş, inkar edilmiş; bütün yolları ve bağlantıları kesilmiş; uzak olan ve kaderine terkedilmiş bambaşka bir dünyanın, kendini gösterme veya kanıtlama çabasının nafileliği ne kadar vahim bir durumsa; Üstad’ın tabiriyle, çevresini topkeyün “sahte kahramanlar” kuşatmış bir tarihin, gün yüzüne çıkma ya da çıkarılma savaşı da bir o kadar vahimdir. Kaldı ki ihanet edilip, yalanlanan ve başıboş bırakılan bu tarihin her derinliği hakikat; yüceltilen ve baş tacı edilen her sathı ise yalandır.

    Konu ile ilgili geniş bir araştırmayı Üstad’ın “Sahte Kahramanlar” isimli eserinde bulabilirsiniz.

    “Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan,

    Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan”

    düsturuna malik, iman nesli elbetteki gelecektir.

     

     

     

     

     

     

    “Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar,

    Yafta yazar, isim takar, başıboş.”

     

    Osmanlı’ya matbaanın girdiği ve ilk gazetenin basıldığı 1800’lü yıllardan ta ki günümüze kadar gelen aydınların yapısını incelersek, önümüze üç sınıf aydın tipi çıkar:

     

    1-Hakikati yazanlar

    2-Doğru bildiği hakikati yazanlar

    3-Doğru diye bilinilmesi için, kah kendince kah üstlerince, bütün topluma dayatılan sözde hakikati yazanlar

     

    İşte bu üçüncü sınıf aydın tipi, Üstad’ın “Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar” tabirine en uygun olanıdır. Öyle ki dayattığı sözde hakikatin, hakikat olduğunu ispat edemeyecek hatta ispata dahi yanaşamayacak kadar delilsiz, kendi hakikati dışında bütün hakikatleri taciz edip, aşağılayıp, karalayacak kadar da başıboştur.

    Kelime dağarcığında “yobaz, gerici, süper mürşid, neo-müzülman, kızıl sultan, hürriyet, demokrasi, laiklik vs.” gibi yafta ve isimlerden bolca bulunan bu aydın tipi, menfi idealleri uğruna dayattığı sözde hakikati satıp, bir başka dayatmaya yanaşacak kadar da kişiliksizdir.

     

     

     

     

    “Allah'ım sen acı bu saf millete!

    Akşam yatar, sabah kalkar, başıboş...”

     

    Bütün bu açıklamalar dahilinde, gelinen ya da getirilen noktanın her türlü sürecinde “haya, vicdan ve güzel ahlak” ve de bütün bunların biricik kümesi olan “Kur’an ve Sünnet anlayışı” yazık ki menfi idealler doğrultusunda en hakir zamanını yaşamaktadır. Üstüne üstlük milli irade dediğimiz, yüzyıllardır Kur’an ve Peygamber ipine sımsıkı sarılmış olan gücün ve anlayışın, Kurtuluş Savaş’ında son bir kez şahlanıp, yerini “nefsani irade”ye bırakmış olması, daha da vahimi, bu nefsani iradenin büsbütün kölesi olması sebebi iledir ki; rahatlığı, tembelliği, vurdumduymazlığı, inkarı, iftirası, ihtirası ve yazık ki küfrü ile birlikte, bugün başıboşluk mertebesinin camdan saraylarının kilitsiz odalarında, akşam yatıyor, sabah kalkıyor başıboş…

    Camdan sarayları tuz-buz edecek bir nesil ümidi ile…

     

     

     

    Daha fazla irdelemeden, şiirden, tarafımızca anlanılanı burada noktalıyorum. Örnekler çoğaltılabilir. Üstadımın BAŞIBOŞ şiirinde neyi ve nasıl kastettiğini elbetteki önce Yüce Allah, sonra Üstadımızın kendileri bilir. Biz, sadece işin teorisindeyiz ve aciziz.


  12. Yukarıdan, Aşağıdan ve Karşıdan

     

    Bana yukarıdan bakarsanız

    Sizin adınız kibir olur

    Asıl beni göremezsiniz

     

    Bana aşağıdan bakarsanız

    Benim halim nice olur

    Asıl sizi bulamazsınız

     

    Bana karşıdan bakarsanız

    kendinizi görürsünüz

    -ki-

    Aradığınız da bu değil mi?

     

     

    ilcege

     

     

    27 Şa'bân 1429

     

     

    Bu ne güzel bir kalem. Beğeniyle okudum. Devam, hep devam...


  13. BENİM AHIM

     

    Yanağına dökülen yaşlar benim ahımdır,

    Baharına dizilen kışlar benim ahımdır.

    Benim ahımdır yanıp, tutuştuğun geceler;

    Yüreğine bastığın taşlar benim ahımdır.

     

    Yıkılmaz bedenini yaprak gibi savuran,

    Ruhunu güneşimle, ateşimle kavuran,

    O sarhoş ümidinin başında gezip duran

    Kargalar, kara kara kuşlar benim ahımdır!..

     

     

    Adıdeğmez / 2006


  14. Yorumlarınız için teşekkür ederim arkadaşlar..

     

    LANET

     

    Benim şehirlerim vardı,

    Hayalimde yaşadığım.

    Benim şehirlerim vardı,

    Yüreğimde taşıdığım.

     

    Benim şiirlerim vardı,

    Dizeleri güller kokan.

    Benim şiirlerim vardı,

    Ruhumu derinden yakan.

     

    Benim şairlerim vardı,

    Adam gibi adamdılar.

    Benim şairlerim vardı,

    Hakikate idamdılar!

     

    Benim sairlerim vardı,

    Yazmaya zaman olmayan.

    Benim sairlerim vardı,

    Daha kahraman olmayan.

     

    Şiirim, şairim vardı;

    Dönülmeze davet eden.

    Şehirim, sairim vardı,

    Dönmüşlere lanet eden!..

     

    Adıdeğmez / 2004


  15.  

    ibn teymiyye'ye gelince pek çok ehl-i sünent alimi onu övmüştür. sıklıkla yapılan tesbit “büyük müctehid, müyük mücahid, büyük müceddid” ifadesidir.

     

    Hattab kardeşim.

    Ya sen müceddid ve müctehid'in anlamını bilmiyorsun ya da bu iki kelimenin kelime manaları, haberimiz yok iken değiştirildi.

     

    Bence sen müteceddid demek istedin...

×
×
  • Create New...