Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adıdeğmez

Editor
  • Content Count

    186
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by adıdeğmez


  1. Arkadaşım.

     

    1.Bu siteye girip de Üstadıma "çirkin itham ve tehdit" yapıyor diyecek kadar küçülürseniz, biz de elbette Üstadımızın üstüne titreriz.

     

    2.HN Hz. diyerek nasıl kendinize ve Şeyh (!) inize paye biçiyorsanız; bizim de payemiz, Üstadımızı, ona Peygamber, Sahabi sıfatı vermeden, kendi gönül çerçevemizde olanca sevgimizi vermektir.

     

    3.Birçoklarınca şair, edip, dava adamı, yazar, öğretmen, senarist vs. kabul edilen Üstadımı, kendi kıymet hükmüm, kerametvari yaşadıklarım ve en yakın talebelerinden nakille "Allah'ın Velisi" ilan etmem beni bağlar.

    Nasıl ki sizin HN ismini Hz ile birleştirdiğiniz gibi benim de Üstadımı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek Hz. (R.Aleyh) sıfat ve payesiyle görmem beni bağlar.

     

     

    Küçülün, küçülün... Belki bir atomcuğa yerleşebilirsiniz.


  2. Üstadınızın şahsi kimliğine (Es-Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Hz) karşı bir sözüm yok! Kendi sözlerini size beyan ettim o kadar! şayet biliyor olsaydınız kendi beyanı ile sayın F.N.K ben şeyh değilim diyor. Siz de kendi kendinizi mürid ilan ediyorsunuz. Çok komiksiniz vallahi! :D Siz ne söylediğimi anlayamayacak kadar kör ve sağırsınız!

     

    Bu kanıya nerden varıyorum?: Müridi olduğunuzu söylediğiniz insan, ben şeyh değilim diye kimliğini topluma beyan ediyor. Siz kraldan çok kralcılar; onu mürşid ilan ediyor ve ona (şeyhiniz!) karşı "Bir mürid, mürşidine bağlılıkta musalla üzerinde kendini imama teslim eden ölü gibi olmalıdır" diye bağlılığınızı ifade ediyorsunuz.

     

    Siz kendi forum sitenizde yayımlanan, sayın N.F.K'nın " ben mürşid değilim" sözlerini yalanlıyorsunuz... Farkındamısınız? Bendeniz size inanmıyorum. sayın N.F.K'nın şahsi beyanına inanarak, (Es-Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Hz) nihayetinde bir kuldur. Ve kusursuz kul yoktur, babından mevzuyu ele alıp değerlendirdim.

     

    Üstelik sayın Onk.Dr. Haluk Nurbaki Hz.leri de seyyiddir. Ve sayın N.F.K'nın tehdit ve itham dolu mektubunda da yazdığı gibi; "onbinlerce genci tezgâhlamış ve nur heykelleri şeklinde meydanlara dikmiş!" Bizler O zaman da ki (1965) müridleri değiliz. Hamdolsun Mürşidimiz, Seyyid Onk. Dr. Haluk Nurbaki'nin elindeki ölü gibi duran müridleri olma yolunda samimi talebeleriz. Şeyhimiz de Manevi kimliğini (Hüseyni olduğunu) kullanmadı. Mânâda gören gördü, bilen bildi. Ve bizlere de, " Ehl-i Beyt'im diyen insanlara karşı saygılı olun" diye söylemişti. Bendeniz bu iki zatın arasında geçen mevzuyu şu anda gündeme almanın anlamsızlığını size önce nezaketen duyurmaya çalıştık. O mevzuyu şimdi o iki zat-ı muhterem Cenâb-ı Hakkın huzurunda halleştiler veya halleşecekler...

     

    Biz sevgili şeyhimizin bize öğrettiği yolda, nefsimizle mücadelemizin yanında, zalim ve ehl-i küfürle mücadele yolunda gayretle hizmet etmeyi niyetleyenlerdeniz. Düşünce bazında farklılıklar yaşadığımız inanan insanlarla murakebemizi daha usturuplu bir dille kendi aramızda yaparız. Ama ehli- küfürün kutsal davamıza saldırdığı zamanlarda değil... Kendi milletimizin içinde ve dış memleketlerde Fahr-i Kâinat Efendimiz'e ve pâk âline ve yüce Kitabımız Kur'an'ı Kerim'imize bunca hain sözlü fiili ( Karikatür, medya, int. medya vs.) saldırı varken, inananlar arası," yok senin şeyhinin gözü kara, benim şeyhimin elâ diyerek zaman öldürecek vaktimiz yok! Sizler kendi şeyhinizi savunmak niyetiyle diğer inanan insanların şeyhi hakkında polimik yazıları gündeme getirmek yerine; bir olabileceğimiz Fahr-i Kâinat Efendimiz'e dil uzatan, zalim ve ehl-i küfür yolunda seferber olanlara karşı beraber hareket etmenin ortamlarını hazırlayıcı, birleştirici mevzulara çanak olun!

     

    Âli İmrân Sûresi 103. :Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Bir de siz, bir ateş çukurunun tam kenarında bulunuyordunuz ve O, sizi tutup ondan kurtardı. Şimdi Allah'a doğru gidebilmeniz için size ayetlerini böyle açıklıyor.

     

     

    siz ne saçmalamışsızın Allah aşkına.

     

    Şeyh = Neyh demenin anlamını çözememişsiniz. Ben şahsi yorumumda şeyh demedim Üstadıma.

    Şeyh, tarikatta liderdir. Her şeyh, veli değildir. Her veli de şeyh değildir. O zaman, Said Nursi Hz. veli değil öyle mi?

    Çünkü mübarek zatları şeyh değil. O zaman Şeyh denilen bütün Suud reisleri veli mi? Bu ne saçma sapan tüme varımdır.

     

    Mürşid= İrşad eden, öğreten, öğretmen.

    Mürid= İrad eden, anlamaya çalışan.

     

    Ben Üstadımın elinde, musalladaki ölü gibi olmazsam, ne anlamı kalır hayatımın. Sonuçta, yollar Efendimizde (SAV) buluşur.

     

    Konuyu, "senin velin benim velimi dövemez" şekline getirmeyin.

    Kemend, Üstadımın elindedir. Tıpkı, Akşemseddin Hz. ni boynundan sürükleyip getiren Hacı Bayram-ı Veli Hz. misali gibi.

     

    ve Üstadımın bu konudaki görüşüne noktası noktasına biat eder, kendisinden bize şefaatlerini niyaz ederim.

     

    Anlayana...


  3. Ama aradan geçen yıllar gösterdi ki, NFK'nın manevi bir kimlik(şeyh) taşımadan, sayın Haluk Nurbaki'nin küfür ehli olduğuna karar verip, ona karşı belgeli, çirkin ithamlarının ve tehditlerlnin yalan ve boş olduğunun pek açık kanıtıdır. Tabi ki gören gözlere... Duyan kulaklara...

     

    1. Üstadımızın şahsi kimliği Es-Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Hz.'dir. Üstadımızı, Es-Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Hz'nin aynasından görebilene.

     

    2. (Şeyh) Neyh... Üstadımızın son yıllarını iyi takip edin, şahsi kimliğini olur ya görebilirsiniz.

     

    3. Çirkin itham... Ne kadar ayıp... İki insan arasındaki diyaloglar bunlar. Öyle ya siz de "bize iki kişi arasına karışmayın" diyorsunuz.

     

    4.Yalan ve boş... Size göre... Bizim için sizin görüşünüz hiçbir değer taşımıyor, önemli olan Üstadımız ne demiş... "Bir mürid, mürşidine bağlılıkta musalla üzerinde kendini imama teslim eden ölü gibi olmalıdır" fikri ile yola çıkıp, kraldan da kralcı olmak bize paye kazandırır hesabındayız. Siz nasıl bahsi geçen insan hakkında kraldan da kralcılık yapıyorsanız, bizim de Üstadımızın üzerine titremek en mühim gayemizdir.

     

    5.Merak etmeyin; kulaklarımız duyuyor, gözlerimiz görüyor.


  4. Ey Perihan Mağden adında ne idüğü belirsiz idük...

     

    Siz de son yarım asırdır bizi rahatsız ediyorsunuz, Müslim olmayan ülkelerde, haritadan, kendi yapınıza uygun, bir sürü orman-dağ-in vs. bulabilirsiniz. Hatta yaylaklarında kelaynaklar gibi süzülüp, "Yeti" gibi acaip sesler çıkartabilirsiniz de. Size serbestiyetin en alasını veriyoruz. Yeterki gidin bu ülkeden, tasınızı altın, toprağınızı soyadınıza uygun madenlerle donatalım. Neye inanıyorsanız, ona duyduğunuz hürmet için gidin bu ülkeden, bizi rahat bırakın.


  5. 16 çiftten toplam 32 nefsane biraraya gelmiş; 32 hafta düşünüp taşınıp, 32 çeşit şeytana sorup danışıp, 32 ay plan-proje uğraşmışlar; 32. ayın sonunda ortaya emsali az, salyalı mı salyalı, azgın mı azgın, cins bir mahluk doğurmuşlar.

    Ne var ki bu mahluğa bakıyorlar, besliyorlar, şekilden şekile sokuyorlar, yapıyorlar, ediyorlar ama olmuyor. Elde var koskocaman bir sıfır...

    .

    .

    .

    .

    .

    16 çiftten toplam 32 nefsane tekrar biraraya geliyor; 32 çeşit şeytana sebebini sorup, 32'sinden de bomboş bir yanıt alıp, 32 ayrı tür, lehçe ve ulustan 32 ayrı derleme ağıt seçip, o gün bugündür biz niye "Can Yücel" gibi bir mahluk doğuramadık diye yas tutuyorlar...

     

     

    Bu da benim "www.acısözlüğüm.bilmem ne"...

     

     

    "Allah'ı, Allah Dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!...

    Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!.."


  6. Geçen hafta, mübarek türbelerinin bulunduğu kutlu belde Bağlum'a gitme muradına erdim. İnsanın içi manevi bir hava ile ister istemez buluşuyor, kaynaşıyor. Selamımı verdim, kendi zatımda inşallah sizlerin de selamını ilettim. Türbeyi, 4 sene evvel gittiğimden daha bir bakımlı halde buldum ki Allah türbedarından da razı olsun. Onunla da birkaç kelam ettik. Babası, kendinden önceki türbedarmış ve o da 3 yaşından beridir bu türbenin hizmeti için çabalarmış.

    Arvasiler geliyorlar mı dedim, gelmez olurlar mı, her sene otobüslerle, Van'dan, İstanbul'dan kalabalık halde gelirler dedi. Ne güzel diye düşündüm.

    Üstadımı sordum, onu gördün mü dedim. Gördüm dedi. Her zaman için gelir, ziyaret ve duasını ederdi, çok iyi biriydi dışardan görüldüğü kadarıyla diye de ekledi. Sonra Merhum Seyyid Ahmet Arvasi'nin de geldiğinden bahsetti.

    Bilirim ki Mürşid-i Kamiller, vefatlarından sonra da Yüce Rabbimizin izni ile keramet buyururlar. Cevabını bildiğim halde hemen sordum:

    -Efendi Hz. nin kerametleri hala zuhur ediyor mu?

    -Hangisini sayayım; dedi. Etrafına bir bak, şu canlılığa, şu tabiata, şu yeşilliğe... Burası eskiden çorakmış kardeşim, bir damla su bulunmayan çorak bir yer. Şimdi neden böylesi güzel, bir düşün; dedi.

    Allah türbedardan razı olsun, Efendi Hz nin ve Üstadımızın şefaatlerinden de bizi nasiplendirsin.

    Allah, bizi oraya götüren eniştemden de razı olsun.

     

    Yalnız, çok üzüldüğüm bir nokta, kim olduğunu daha sonra öğrendiğim, açıkçası zaman kaybını düşünerek gitmek istemediğim(iz) bir türbe daha vardı yukarıda. 4 sene evvel gittiğimde ziyaret etmiştim gerçi fakat ismi aklımda kalmamış. Allah, Ahmed Mekki Efendi Hz. nin de şefaatlarına nail eder inşallah. En kısa zamanda tekrar gitmeyi de.


  7. Osmanlı İmparatorluğu sultanı Yıldırım Beyazid bir ara içki ve eğlence alemlerine dalar. Bu mevzuda büyük veli Emir Sultan hazretleri ve Yıldırım Beyazid arasında bir şu konuşma geçer:

     

    Emir Sultan Hazretlerine Bursa Ulu Camii inşatını gezdiren Yıldırım Beyazid Buharalı veliye fikrini sorduğunda; “Bu caminin bir köşesine kendiniz için bir mayhane yaptırsanız hiçbir eksiği kalma” der. Bu cevap karşısında şaşıran padişah “Beytullah’ın etrafına meyhaneleri niçin kuracakmışım?” der. Veli’nin cevabı şu olur: “Asıl beytullah, Allah’ın halkettiği insan vücududur. Sen onu meyhane haline getirmekten çekinmiyorsun da, kendi yaptırdığın binanın etrafına meyhaneler açtırmaktan mı utanıyorsun?”

     

    Emin Sultan Hazretlerinin bu sert ikazından sonra Yıldırım Beyazid sefahat alemlerinden vazgeçip serhadde yönelmiş ve nice zaferlerin kahramanı olmuştur.

     

    Alıntıdır...

     

     

    Ben de böyle biliyorum.

     

    Üstadımın buyurduğu gibi kesin içti diyemem ama içmedi de diyemem, teferruatı Yüce Allah ile Yıldırım arasındadır.

    Nitekim, onun da felaketi Ankara Savaşı olmuştur.

    Sebebini ise içkiye bağlayıp, bu felaket "Rabbimizin gazabıdır" demek de istemiyorum.

    Yüce Rabbim bilir...

     

    Yavuz Sultan Selim Han Hz.nin ise büyük velilerden olduğu ve birçok kere kerametinin zuhur ettiği malumdur. İçki içme mevzusu bana göre tamamen nefretten doğan bir Şia oyunu, düzmecesei ve iftirasıdır.

     

    Müjdelerin en kutlularından birine malik Fatih Hz.nin ise içki içmeyeceği su götürmez bir gerçek ki o da Osmanlı Veli-Padişah şahsiyetlerdendir, tıpkı Ulu Hakan gibi.

     

    Hayatlarını İslam yoluna feda ve hibe etmiş, zamanın en değerli alimlerinden ilim almış ve birçoğu Mürşid-i Kamil elinde yoğrulmuş bu muhterem şahsiyetler için ellerinden gelebilecek tek şey, onlara olanca iftira atıp, mekanizmanın işlemesini sağlamaktır.


  8. 2002 yılında, Ankara'da tanışıp, Konya'da okuma şerefine nail olduğum, Sevgili Efendimin "Yeniçeri" adlı kitabından edindiğim en detaydan da detaylı ve en ince olan mana-î kelime "Yeniçeri'lik kaldırılmamalı, ıslah edilmelidir"...

     

    Bu mana-î kelime, Osmanlı Tarihini öğretmek için çabaladığım yiğenlerimin kulağına gergef gergef işlediğim en hassas kelimelerdendir.

     

    Ben "numune-i aciz" dahi, bu kitabın ne anlatmak istediği konusunda kati fikre varabiliyorsam, sen "fakr-u vicdan" ve "haset cömerti" Mustafa Armağan, neden yiğidin hakkını vermeyenlerin yağdanlığına soyunup, kendi beşeriyetinin yaşam kaynağı olan hak ve vicdanı çöpe atıyorsun.

     

    Neden, neden, neden...


  9. BU BAHÇEDE

     

    Bülbülün diline gül banıldı bu bahçede,

    Hasretin ateşi kül sanıldı bu bahçede.

     

    Sonsuzluğun rüyası hakikate dönüştü,

    O ki ab-ı hayata kanıldı bu bahçede.

     

    Ne yalandı ne günah bütün bu yaşanılan,

    Şeytanın silsilesi yanıldı bu bahçede.

     

    Nihayet sordu şeytan: Sultanınız kim ola?

    Yunus diye bir isim anıldı bu bahçede…

     

     

    Adıdeğmez / 2006


  10. İNSAN

     

    Ne hallere girer insan

    Gölgesinde senelerin.

    Kâh garip bülbüle lisan

    Kâh sultanı kenelerin.

     

    Kör nefse yıllarca ırgat,

    Hevesidir yinelerin.

    Çözemedi onu lügat,

    Kitabı bahanelerin.

     

    Den’i olur, deli olur,

    Hışmındadır iğnelerin.

    Nebî olur, velî olur

    Bütünüdür tanelerin.

     

    Azı çoğu yetmez ona

    Gözünde definelerin.

    Yaklaşınca büyük sona

    Yumruğudur sinelerin.

     

    Varını deşmez ruhuna

    Penceresiz hanelerin.

    Ve mahcuptur huzuruna

    Çıkınca Şahanelerin.


  11. ÖĞÜT (2003)

     

    Paris’i filmlerde gördüm

    Keza NewYork’u, Berlin’i

    Ve masallarda kemirdim

    Kral Arthur’u, Merlin’i.

     

    Paris, Berlin içimdeymiş,

    İçimdeymiş saf masallar

    Ve bir fasl-ı geçimdeymiş

    Nedenlerimle, nasıllar.

     

    Hakikat bir perde… Açık…

    Gözlerdeymiş tüm marifet.

    Fikir, kah sultan, kah kaçık;

    Fikir, sahibine iffet.

     

    Çocuk, masallara sahip;

    Ben de sahiptim bir zaman.

    Nasıl böylesi acaip

    Değişiverdi kahraman?

     

    Ben mi büyüdüm gerçekte?

    Gerçek mi bende büyüdü?..

    Ruhum, soluğunu çek de

    Üfleyiver o öğüdü:

     

    “Ölüm var!..” Ölüm gelmeden

    Hakikat gelir mi dersin?

    O değil mi ki lütfeden,

    Hakikati bana versin…


  12. KELİME

     

    Kelime, hep kelime,

    Sükut mu, ne kelime?

    Diyor ki dazlak fikir

    Vuracağım kelime.

     

    Kelime, hep kelime

    Tutturun da elime

    İster kibrit tutturun

    Köküme, temelime.

     

    Kelime, hep kelime,

    Ağrı girmiş belime.

    Ne gam… Ulaşayım da

    Arzuma, emelime.

     

    Kelime, hep kelime,

    Kusur bulma velime.

    Öyle konuşun canım

    Bakınız evvelime.

     

    Kelime, hep kelime,

    Güvenemem selime.

    Uzaklara götürsün

    Vurun da bamtelime.

     

    Kelime, hep kelime,

    Kelime lime lime.

    Başına çalacağım

    Alırsam tekelime…


  13. AŞILIR

     

    Yollar… Önü, ardı

    Dağ olsa aşılır!

    Yıllar… Bütün derdi

    Çağ olsa aşılır!

     

    Şeytanın sunduğu,

    Kör nefsin kandığı,

    Bülbülün yandığı

    Bağ olsa aşılır!

     

    Ateş, sağı-solu,

    Yolları tutulu;

    Bin örümcek dolu

    Ağ olsa aşılır!

     

    Hasretin cemresi,

    Yalanın zümresi,

    Dertlerin cümlesi

    Sağ olsa aşılır!

     

    Aşılır, aşılır

    Ne olsa aşılır!

    Aşılır, aşılır;

    O’na ulaşılır!..


  14. HAMİLE

     

    Zamanın her deminde kalleşçe saldırdırlar,

    Çıkar için ezdiler, sustular, kaldırdılar.

    Hep böyle devam etti, böyle devam etti hep;

    İnsanlık kimliğini hayvana çaldırdılar.

    Göbekleri işkembe kazanı, kusana dek,

    Nasırlı ellerini kenefe daldırdılar.

    Hamile gezmektense böyle, karınlarından

    Batı’ya yol gösteren Doğu’yu aldırdılar!..


  15. İSTANBUL

     

    Bugün yüreğimde vuslatın kaldı,

    Ağlıyorum yana yana İstanbul.

    Beni hasretine hatıran saldı,

    Yüreğim muhtaçtır sana İstanbul.

     

    Resminle avunmak istemez gözüm,

    Ruhunda gizlenmek istiyor özüm;

    Sanadır hitabım, sanadır sözüm,

    Cananın gelmiyor cana İstanbul!

     

    Eyyûp Sultandadır aşkın nefesi,

    Kalamış’ta tatlı huzur hevesi;

    Üsküdar’dan gelen kâtibin sesi

    Bir mûsîki çalsın bana İstanbul.

     

    Resul’den müjdedir İslâm bayrağın,

    Fatih’ten yadigâr kutsal toprağın,

    Tarihlerde anlı-şanlı yaprağın,

    Her gözde bir başka râna İstanbul.

     

    Ufkun bana senden bir seyir versin,

    Gözlerimi yedi tepene sersin;

    Bir zaman değmiştin, yine değersin

    Uğrunda dökülen kana İstanbul.

     

    Kimmiş o, neymiş o sana haykıran,

    Aynaya bakmadan kalbini kıran!

    Beşyüz küsur yıldır iman fışkıran

    Ezanın hükmeder çana İstanbul!

     

    Öyle müjde oldun, öyle âr oldun,

    Öyle canan oldun, öyle yâr oldun,

    Ruhunda mukaddes bir diyar oldun,

    Fatih Sultan Mehmed Han’a İstanbul.

     

    Nice zalim, nice umut çalanı,

    Bugüne pisletip, dünde kalanı,

    Sultan kahramanı, kahbe yalanı,

    Seninle kavuştu şana İstanbul!

     

    Kahretme kendini böylesi derde,

    Elbet kalmayacak bedduan yerde!

    Uğramış yüreğin, yüreksizlerde,

    Bin iftira, binbir zân’a İstanbul!

     

    Şair seni yaşar, seni anlatır,

    Seninle güzellik bulur her satır;

    Varsın çocukların bilmesin hatır,

    Şefkati sımsıcak ana İstanbul!

     

    Bugün yüreğimde vuslatın kaldı,

    Beni hasretine hatıran saldı,

    Yine iki gözüm ufkuna daldı,

    Zamanda silinmez mâna İstanbul!..


  16. DİNLE

     

    Dinle Hakk'a varan bu yolculuğu

    Ferhat olup dağlar deliyorum der.

    Sağcılığa bakıp gör solculuğu

    Bin devir geriden geliyorum der.

     

    Sanmaki çıkmaza varır sokaklar,

    Bizi aşk, gündüzün koynunda saklar.

    Bir güneş doğar ki geceyi paklar,

    Karanlığı kalpten eliyorum der.

     

    Hakikat padişah, tahtı kurulur,

    Ölüm her fermanda yiğitler bulur.

    Kuzular kurtlarla karındaş olur,

    Bir hoş muhabbetle meliyorum der.

     

    Sandalcı, denize doğru kürekle,

    Kahraman müjdeyi ufukta bekle.

    Yavuz'dan emanet dev bir yürekle,

    Hakikat, yalanı çeliyorum der?


  17. Tarihin her devrinde bu olmadı mı?

    Üstadımıza da meşhur "kumarhane baskını olayı" ile iftira atılmadı mı?

    Vahideddin Han'a "vatan haini" damgası vurulmadı mı?

    Ulu Hakanımıza atılan iftiralar neydi peki?

    Ya 4.Murad Han'a addedilen iğrenç iftiralar...

    Ya da Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz. ile Şems-i Tebrizi Hz.ne atılan iftira...

    Hepsini geçelim, ya ümmetin Annesi Hz.Aişe (R.Anhüma) Annemize atılan iftiralar...

     

     

     

     

    Sözün özü, karşı tarafta İlhan Selçuk isminde 80'lik koministe diyet olarak Hüseyin Üzmez'imizi seçtiler; misilleme bu kadar adice oldu işte...

     

    Yazıklar olsun...

     

     

    Sonuna kadar arkandayız Hüseyin Üzmez Abi... Bizi kimse yıldıramayacak...


  18. Ziya Gökalp’in öldüğü geceyi Üstad şu şekilde naklediyor:

     

    Ziya Gökalp’in ALLAH’a karşı tavrına ait bir müşahade…

    Tarihin ve kimsenin bilmediği bir hadise … Benim kırk yıllık bir hatıram…

     

    Bundan kırk kusur yıl önce Abdulhak Hamid’in evinde bir hanımefendi ile tanıştım bu hanımefendi ömrü Avrupa'da geçmiş ne Ziya Gökalp’i tanıyan ne Türkiye'yi Türk Edebiyatını bilen biri …

     

    Ben Abduldak Hamid’e Ziya Gökalp’in dinsizliğinden bahsederken birden bu hanımefendi doğruldu ve şunları söyledi:

     

    "İstanbul’a gelişlerimden birinde hastalandım ve Fransız hastanesinde yattım bitişiğimdeki odadan garip sesler geliyordu bu sesleri çıkaran hastanın kim olduğunu sordum meşhur Ziya Gökalp dediler mebusmuş-profesörmüş ismini yeni duyuyordum öldüğü gece başını duvarlara çarparak sabaha kadar ALLAH’a galiz kelimelerle sövdü o kadar fena oldum ki bu hal karşısında odamdan çıkıp başka bir yere sığındım öğrendiğime göre ALLAH’a inanmazmış…"

     

    Hem ALLAH’a inanma hem O'na söv, duyulmamış görülmemiş şey …

     

    (Sahte Kahramanlar; s.74-75)


  19. Real Madrid futbol kulübü ailece Papa ziyaretine gider, İspanyol medyası ertesi gün "işte futbol din dayanışması" manşetini atar. Dünyada, hatta ülkemizde, gol attıktan sonra ya da oyuna girmeden önce, çoğu yabancı uyruklu sporcu haç işareti yapar, kimse birşey demez, birşey denmesine de gerek yok zaten, inandığı kendinedir. Peki neden bu ülkenin has Müslüman-Türk çocukları, maç öncesi dua etse, gol attıktan sonra secdeye varsa, kutlu doğum haftası için güzel mesajlar verse inandığı kendine olmuyor? Din, spora da karışmışmış... Be hey vicdansızlar, be hey arlanmazlar, bu kadar hazımsızlığı Hülagü'nün orduları bile göstermezdi. Yazıklar olsun size...


  20. Eğer şiirin tam metni yukarıdaki iki örnek ise bu şiir bir kalıba sığdırılmamış, yani hece ölçüsünden yoksun. Üstad'ın da hece ölçüsü ile yazdığını bildiğimizden dolayı, bu ölçüsüz şiiri Üstad yazmamıştır diyebiliriz.

     

    Şiirin basit ve sade bir dille yazıldığı ortada. Mehmet Akif Ersoy, yaşadığı zamana göre şiiri sadeleştirse de bu zamana göre bu şiir Mehmet Akif Ersoy'un şiirlerine oranla çok sade ve basit kalıyor, bu yüzden bu şiiri Mehmet Akif Ersoy'da yazmamıştır diyebiliriz.

     

    Kim yazdı ise güzel bir benzetme ve hiciv yapmış...


  21. BOZULUR

     

    Gün gelir iki gözde fer

    Ufukta desen bozulur.

    Mutlakiyet büyük zafer

    Bozulmaz desen bozulur.

     

    Bozuluşa at bir nâra,

    Sana gelir vara vara.

    Pinti ellerinde para,

    Cebinde kesen bozulur.

     

    Var mıdır kaderi kıran?

    Yendim deyip de haykıran?

    Varlığa diller çıkaran,

    Yokluğa küsen bozulur.

     

    Eşyanı gözünle yersin,

    Bu benim, benimdir dersin,

    Öyle üstüne titrersin,

    Nafile, özen bozulur.

     

    Kaybedersin de çapını,

    Bulamazsın hiç kabını.

    İçince nefs şarabını

    Kalbinde mezen bozulur.

     

    Ara, bozulmazı ara,

    Gelmeden büyük nazara.

    Girince bir gün mezara

    Kurduğun düzen bozulur.

     

     

     

     

    Bu arada Allah razı olsun sezefinu kardeşim güzel dileklerin için...

×
×
  • Create New...