Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adıdeğmez

Editor
  • Content Count

    186
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by adıdeğmez


  1. Şimdi de bu gece saat 00:10 itibari ile BBP Genel Başkan Yardımcısı, enkazdan 4 cesedin çıktığını ve Muhsin Yazıcıoğlu ile diğer bir kişiye hala ulaşılamadığıı bildirdi.

     

     

    Yüzkarası gittikçe büyüyor.

    Bir açıklama yapacak devlet büyüğü(!!!!!!!) yok mu yani.

    Acziyet bu kadar mı büyük, rezalet bu kadar mı diz boyu?


  2. İnna lillah ve inna ileyhi raciun.

     

    Hak Teala Yüce Allah, Muhsin Yazıcıoğlu'na ve beraberindekilere gani gani rahmet eylesin.

    Ailelerinin ve sevenlerin ve tüm İslam Aleminin başı sağolsun.

     

    ................................................................................

    .........................................................

     

    Böyle bir düzende yaşadığım için utanıyorum.

    Takdirdir, evet amenna amma tedbir almak da Hak Teala'nın Hakim ismine uymaktır.

    Evet, böylesi büyük bir insan, göz göre göre hayattan azat edildi.

     

    Sivil savunma ekiplerince bulunmak da ne demekmiş???

    Demekki, hiçbirimizin tedbir çerçevesince yaşama şansımız yokmuş.

     

    Yazıklar olsun.....


  3. 4-5 sene evvelinde, bir edebiyat dergisinde, Yahya Kemal'in şiirlerindeki anlatım bozuklukları diye bir yazı okumuştum.

     

    Aklımda kalanıyla,

     

    "Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol"

     

    dizesinde,

     

    "hiç yolcusu yokmuş gibi" demek yerine "yolcusu hiç yokmuş gibi" dizesi, edebi bakımdan daha doğru olacaktı, diye görüş bildirmişlerdi.

     

     

    Diğer bir örnekte,

     

    "Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan"

     

    dizesinde,

     

    şimşeğin, kendileri mi yoksa semtin mi olduğu belirsizleşmiş, bu yüzden anlatım bozukluğu olmuş, doğrusunun ise

     

    "Bir semte şimşek gibi atıldık yedi koldan"

     

    olacağını yazmışlardı.

     

     

    Birkaç tane daha örnek vardı fakat başta da dediğim gibi aklımda kalanı bu kadarla sınırlı.

     

    Yorum sizin...


  4. Bu Bediüzzaman Hazretlerinin keşfidir, yorumudur. Olup olmayacağını zaman gösterir.

     

    "Kuran hükümlerinin kuvvetlendirilmesi, milleti yenilemesi bu İKİNCİ BİNDEDİR. Bu davanın doğruluğuna adil şahid: Hz. İsa?nın (as) MEHDİ?NİN (ra) BU BİN İÇİNDE VAROLUŞLARIDIR. (Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 611)"

     

     

    "Resulullah (sav)?in ümmeti arasından çıkanlar pek kamildirler. Yani Resulullah (sav)?in irtihali (vefatı) üzerinden bin sene geçtikten sonra isterse az olsunlar. ARADAN BİN SENE GEÇTİKTEN SONRA, MEHDİ?NİN GELİŞİ DE BUNUN İÇİNDİR. Onun mübarek kudümünü (gelişini), Hatem?ür-rüsül Resulullah (sav) müjdelemiştir. Hz. İsa (as) dahi aradan bin sene geçtikten sonra nüzul edecektir (inecektir). (Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 440)"

     

     

    Zaten konu burada açıklanıyor:

    Hz. Muhammed (sav)?in vefatından bin sene geçtikten sonra, Hicri ikinci bin yılına girilir. İmam-ı Rabbani?nin yukarıdaki açıklamalarına göre ikinci bin yılı içerisinde Hz. Mehdi gelecektir.

     

     

     

    Konunun keşfi de İmam Rabbani Hazretlerinin manevi müridi Bediüzzaman Hazretleri tarafından detayıyla açıklanıyor.

     

     

     

    Büyüklerin hikmet noktalarında bize acziyet düşer -ki biz onların yanında zerre dahi değiliz.


  5. Bediüzzaman'ın bu fikri çok hatalı.

     

    Güzel kardeşim, farzedelim ki Bediüzzaman Hazretleri senin anladığın gibi anlatmış -ki haşa.

    Burada Bediüzzaman Hazretlerini "bu fikri çok hatalı" diye eleştirmek kimseye düşmez.

    Bize düşen, Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuda anlayamadığımız bir hikmeti olabilir diye kendi acizliğimizi göstermektir.

    Sonuçta, son asrın ulu'l azim velilerinden birini (hangi veli, nebi olursa olsun) tenkit etmek, bizim haddimizin dışındadır.

    Bediüzzaman Hazretlerini tenkit etme makamının sahibi, yine Bediüzzaman Hazretlerinin makamca eşdeğeri ya da üstünü velilerdir.


  6. ...Eski çınar şimdi noel ağacı...

     

    Burada Üstadın eski çınardan kastı, Osman Bey Hz. nin rüyasında gördüğü çınar yani Şeyh Edebali Hz. nin keşfi ve müjdesiyle Osmanlı Devletidir.

    Noel ağacı ise malumunuz, Batılılaşma yolu, özentiliği, taklitçiliğidir.

     

    Allah'u Alem, bizce anlaşılan budur.


  7. HZ. MEHDİ’NİN ÇIKIŞ ZAMANI BELLİ MİDİR? HADİSLERDE VE

    İSLAM ALİMLERİNİN AÇIKLAMALARINDA HZ. MEHDİ’NİN HANGİ DÖNEMDE

    ÇIKACAĞI HABER VERİLMİŞTİR?

     

    Hadislerde Hz. Mehdi’nin İslam ahlakını hakim etmek için, kıyamet kopmadan önce yeryüzüne mutlaka geleceği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra yine hadislerde verilen bilgilere göre, Hicri 1400′lü yıllar, Allah’ın izniyle Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne dönüşü, Hz. Mehdi’nin gelişi, Deccal’in çıkması ve Hz. İsa’ya yenilmesi, tüm dünyada insanların kitleler halinde İslam’a yönelmesi gibi büyük olayların gerçekleşeceği olağanüstü bir dönemdir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, hadis ve İslam alimlerinin açıklamalarında Hz. Mehdi’nin gelişiyle ilgili çeşitli tarih ve dönemler vardır.

     

    1. Her Yüz Senede Bir Müceddid Gönderilmesi

    Öncelikle Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklamak üzere bir “müceddid” yani “dini canlandıran, yenileyen” şahıs gönderileceğinden söz edilmiştir:

     

    Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuş: Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah HER YÜZ SENENİN BAŞINDA şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan karışmış batıl uygulamalardan) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) bir zatı gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

     

    Büyük İslam alimi İmam Rabbani’nin bu konudaki açıklaması ise şöyledir:

     

    HER YÜZ SENE BAŞINDA bu ümmetin uleması arasından BİR MÜCEDDİD GELECEK ve şeriatı ihya edecektir (canlandıracaktır). (Mektubat-ı Rabbani, 1/520)

     

    Bediüzzaman Said Nursi de bu konu hakkında şunları söyler:

     

    Ashab-ı Kütüb-i Sitte’den İmam-ı Hâkim’in Müstedrek’inde ve Ebu Dâvud’un Kitab-ı Sünen’inde, Beyhaki “Şuab-ı İman”da tahric buyurdular (meydana koydular): “HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN (DİNİ YENİLEYEN) GÖNDERİYOR…” (Barla Lahikası, s. 119)

     

    Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası’nda Hicri 1200′lü yılların “müceddidi”nin Hazreti Mevlana Halid, olduğunu söyler. Bu açıklamasının devamında, Risale-i Nurlar’ın da Hicri 1300′lü yıllar için bir “müceddid” hükmünde olduğunu şöyle ifade eder:

     

    Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk ederek Risale-i Nur eczaları (bölümleri) aynı vazifeyi görmüş… Kanaat verir ki -nass-ı hadis (hadisin açık ifadesi) ile- Risale-i Nur tecdid-i din (dini yenileme, canlandırma) hususunda bir müceddid hükmündedir. (Barla Lahikası, s. 121)

     

    Bediüzzaman Hicri 1400′lü yılların “müceddidi”nin ise Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir:

     

    Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli “lamlar” ve “mimler” ikişer sayılsa BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ’NİN ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ) OLABİLİR. (Şualar, s. 605)

     

    Bediüzzaman, İslam aleminin üzerindeki zulüm ortamının kendisinden “bir asır sonra” ancak Hz. Mehdi vesilesi ile dağıtılacağını söylemiştir. Kendisinden bir sonraki yüzyılda yani Hicri 1400′lü yıllarda Hz. Mehdi’nin yapacağı çalışmalarla, Müslümanların büyük sıkıntılardan kurtulup feraha kavuşacaklarını açıklamıştır.

     

    2. Hz. Mehdi “İkinci Bin”de Gelecektir

     

    Büyük İslam alimi İmam Rabbani, Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)’in vefatından 1000 (bin) sene geçtikten sonra Hicri ikinci binin içinde geleceğini bildirmektedir. Bu konuyla ilgili İmam Rabbani’nin pek çok açıklaması mevcuttur:

     

    Kuran hükümlerinin kuvvetlendirilmesi, milleti yenilemesi bu İKİNCİ BİNDEDİR. Bu davanın doğruluğuna adil şahid: Hz. İsa’nın (as) MEHDİ’NİN (ra) BU BİN İÇİNDE VAROLUŞLARIDIR. (Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 611)

     

    Resulullah (sav)’in ümmeti arasından çıkanlar pek kamildirler. Yani Resulullah (sav)’in irtihali (vefatı) üzerinden bin sene geçtikten sonra isterse az olsunlar. ARADAN BİN SENE GEÇTİKTEN SONRA, MEHDİ’NİN GELİŞİ DE BUNUN İÇİNDİR. Onun mübarek kudümünü (gelişini), Hatem’ür-rüsül Resulullah (sav) müjdelemiştir. Hz. İsa (as) dahi aradan bin sene geçtikten sonra nüzul edecektir (inecektir). (Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 440)

     

    Hz. Muhammed (sav)’in vefatından bin sene geçtikten sonra, Hicri ikinci bin yılına girilir. İmam-ı Rabbani’nin yukarıdaki açıklamalarına göre ikinci bin yılı içerisinde Hz. Mehdi gelecektir. İkinci binin başlangıcından içinde bulunduğumuz Hicri 14. yüzyıla kadar geçen üç yüz yılda Hz. İsa ve Hz. Mehdi gelmemişlerdir.

     

    3. Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi’nin,

     

    Hicri 1400′lü Yıllarda Geleceğini Haber Vermiştir

     

    Peygamber Efendimiz (sav) bazı hadislerinde Hz. Mehdi’nin geliş tarihi olarak da açıkça 1400 yılını vermiştir. Bu hadislerden biri şöyledir:

     

    İnsanlar 1400 senesinde Mehdi’nin yanında toplanacaklardır. (Risaletül Huruc-ül Mehdi, s. 108)

     

    Peygamberimiz (sav)’in, Hz. Mehdi’nin çıkış tarihi olarak hadislerinde açıkça Hicri 1400 tarihini vermesi, Hz. Mehdi’nin çıkışının çok yakın olduğunu bize bildirmektedir. (En doğrusunu Allah bilir)

     

    4. Bediüzzaman’a Göre Hz. Mehdi

     

    Hicri 1400′lü Yıllarda Görev Yapacaktır

     

    Bediüzzaman’ın da, farklı tarihlerde yaptığı açıklamaların hepsinde, Hz. Mehdi’nin geliş zamanı olarak Hicri 1400′lü yılların başlarına işaret edilmiştir. Bediüzzaman bir sözünde, Hz. Mehdi’nin Asr-ı Saadet döneminden 1400 sene sonra çıkacağını şöyle belirtmektedir:

     

    İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ asırlarında karib (yakın) zannetmişler. (Sözler, s. 318)

     

    Bediüzzaman’ın ifadesinde belirttiği, “sahabe döneminden 1400 sene sonrası” Hicri 1400′lü yılların başlarına, yani Miladi olarak 1979-1980 senelerine denk gelmektedir.

     

    Bediüzzaman, Hicri 1327′de Şam’da Emevi Camii’nde on bin kişiye verdiği hutbesinde, Hicri 1371′den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmakta, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, beklenen Mehdi’nin mücadele zamanlarına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin göreve başlaması ve inkarcı zihniyeti fikren mağlup etmesi ile ilgili olarak şu tarihleri bildirmektedir:

     

    Ta 1371 senesinden sonraki alem-i İslam’ın mukadderatına (kaderine) nazar eden (göz atan) Hutbe-i Şamiye’deki hakikatler… Evet şimdi olmasa da 30-40 sene sonra fen ve hakiki marifet (müsbet ilimler ve sanat, ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (medeniyetin iyiliklerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (hakikati araştırma meyli) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, s. 25)

     

    Bediüzzaman Şam’da yaptığı bu konuşmada, Hicri 1371 senesinden sonra yaşanacak gelişmelere dikkat çekerek, Hz. Mehdi’nin göreve başlamasının 1371 tarihinden 30-40 yıl sonra olacağını bildirmiştir. Bu tarih ise Hicri 1401-1411, Miladi olarak da 1980-1990 yılları arasıdır.

     

    Yine aynı konuşmanın devamında Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin, inkarcı fikir sistemini, fen, ilim ve medeniyetin imkanları sayesinde fikren susturacağını haber vermiştir. Bu fikri üstünlüğün tarihi olarak da 1371 tarihinden yarım asır sonrasını bildirmiştir. Bu da Hicri 1421, yani Miladi 2001 senesi demektir.

     

    Bediüzzaman’ın ahir zamanla ilgili bir diğer açıklaması da şöyledir:

     

    YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK (tan yerinin ağarması, Güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti) BAŞLADI veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib (sabaha karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık) de olsa, OTUZ KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK (fecr-i kazibden sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma) ÇIKACAK. (Hutbe-i Şamiye, s. 23)

     

    Bediüzzaman’a göre fecr-i sadık’ın çıkacağı yıllar:

     

    1371 + 30 = 1401 = 1981

     

    1371 + 40 = 1411 = 1991

     

    Bediüzzaman bu izahına göre Hakkın karşısında batılı temsil eden düşünce olan ateizmin ve materyalist felsefenin dağıtılmaya başlamasının 1981-1991 yıllarında, fikren tam anlamıyla susturulup dağıtılmasının ise 2001 yılında olacağına işaret etmiştir. (En doğrusunu Allah bilir.)

     

    Bediüzzaman Said Nursi’nin Hz. Mehdi’nin çıkışı hakkındaki bir diğer sözü ise şöyledir:

     

    Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda gelse… (Kastamonu Lahikası, s. 57)

     

    Bediüzzaman Said Nursi, “hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat” diyerek Hz. Mehdi’nin kendi döneminde henüz gelmediğini bildirmektedir. Ayrıca Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı devirden bir asır sonra geleceğini de haber vermektedir. Bediüzzaman Hicri 1300′lü yıllarda yaşamıştır. Kendisinden sonra gelecek asır olan Hicri 1400′lü yıllar Hz. Mehdi’nin çıkış zamanıdır.


  8. HEY HEY

     

    Bağında naz eder durur,

    Bülbülün gülüne hey hey!

    Sazından söz eder durur,

    Aşığın teline hey hey!

     

    Dizilirler öyle saf saf,

    Ne merhamet, ne aşk, ne af?

    Duymayagörsün iki laf,

    Alemin diline hey hey!

     

    İz bırakmışsan çamurda,

    Keramet bekle yağmurda;

    Maya bozulmuş hamurda,

    Gavurun dölüne hey hey!

     

    Tüm sevdalar zula oldu,

    Vuslat bile bela oldu;

    Leyla için leyla oldu,

    Mecnun'un çölüne hey hey!

     

    Döner durur bozuk plak,

    Dinliyorlar ablak ablak?

    Kurdun ensesine şaplak,

    Horozun çiline hey hey!

     

    Bir sürü bit, pire, kene,

    İstersen kovmayı dene;

    Zenginin malına çene

    Züğürtün haline hey hey!

     

    Beklenen hala gelmedi,

    Bekleyen hala gülmedi;

    Yıllardır insaf bilmedi,

    Kazığın beline hey hey!..


  9. Dünyaca bilinmelidir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı siyasetler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

     

    1 Kasım 1937 TBMM

    Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I, s.405

     

     

    ve sükut...


  10. Kendilerine Ahmed ve Muhammed Çelebi de denen Yazıcıoğlu kardeşler, 15. yüzyılda Gelibolu'da yaşamışlardır.

    Muhammediye adında, aynı zamanda Türkçe'nin de güzel örneklerinden olan çok değerli bir eser sunan Yazıcıoğlu Muhammed Bican Hz. ve kardeşi Ahmed Bican Hz., Hacı Bayram-ı Veli Hz.nden feyz almışlardır.

    Envâr'ül Âşıkîn / Aşıkların Nurları adlı eseri ise kardeşi Ahmed Bican Hz. kaleme almıştır.

     

    Envâr'ül Âşıkîn, Muhammed Bican Hz.nin (Meğarib'ül Zeman) adlı Arapça yazdığı eserinin, kardeşi Ahmed Bican Hz. tarafından Türkçe'ye tercümesi olarak belirtilmektedir.

     

    İnşallah, zaman zaman bu güzel kitaptan örnekler sunacağım...

     

     

     

    Peygamberler Sırası

     

    Hz. Âdem (A.S.)

     

    Allah'tan suret ve mana bakımından, onda mevcut bulunan ilahi tecellilere örnek oldu. Kendinde birçok ilahi sıfatlar topladı. Çünkü Âdem, insanlığın babası idi.

     

    Yani Âdem'de mevcut hakikat ve ruh, Allah'ın zât isminin nurundandır. Bunlardan biri Rahim, öteki Rahman'dır. Zira Allah:

     

    "Ey Âdem, ben seni rahmet için yarattım" buyurdu. Görülüyor ki Âdem, genel ve özel bir rahmete erişmiştir.

    O'nun nefsi, Allah'ın fiil isminin nurundandır. Zira bu Bedî ismidir. Yani Allah'ın, Âdem'i hiçbir yaratığa benzetmemiş olması, O'nun ilahi sanatlarda örnekliğindendir.

     

     

     

     

    Hz. Şit (A.S.)

     

    Hz. Şit (Hibetullah) Allah?ın armağanı olması ve Hz. Âdem'e benzeyişinden dolayıdır.

     

    Şit'e ait olan hakikat ruhu da zât isminin nurundandır. Allah'ın isimlerinden olan bu isim Melik ismidir. Çünkü Şit, atası Âdem'den sonra bu aleme mâlik olmuştur.

     

    Akıl ve kalp yönüyle de sıfat isminin nurundan nurlandırılmıştır. Bu isim El-Berr'dir. Hz. Şit, anne ve babasına sonsuz bir şefkat besliyordu. Çünkü Allah O'nu, Habil'e karşılık Âdem'e vermişti.

     

    Şit, nefsi itibari ile toplayıcı ve muğni olmak üzere ism-i fiilden iki isim almıştı. Babası Âdem'de mevcut bütün olgunluklar kendisinde mevcuttu. Allah dışında ne varsa onlardan müstağni idi.

     

     

     

     

    Hz. İdris (A.S.)

     

    Hz. İdris, göklere çıkıp, meleklere karışınca, onaltı yıl yemedi ve içmedi ve hatta hiç uyumadı. Yalın akıl haline geldi. Bu yüzden takdis makamında Hz. Nûh?un üzerinde yer buldu. Öyle ki Hz. İdris'in ruhi hakikatı, zât isminden olan Müteâli nurundandır. Bu yüzden Allah, O?na yüce bir makam verdi. Çünkü Allah, Kur'an'da şöyle buyuruyor.

     

    "Biz onu çok yüksek bir yere yücelttik."

    Meryem Sûresi 57. âyet.

     

    Nefsi, fiil isminin ikisindendir. Bunlardan ilki Râfî, öteki ise Bâsit'tir. Böylece yükseklere çıkıp, âlemi seyretmekle şereflendirildi. Böylece ferahladı ve huzura erdirildi.

     

     

     

     

    Hz. Nûh (A.S.)

     

    Hz. Nûh'un kavmi Allah'ı bir şeylere benzetmeye başlayınca ve putlara tapınca, Allah, Hz. Nûh'u onlara peygamber olarak gönderdi. Böylece Allah?ın cümle noksanlıklarda uzak olduğunu bilmeye davet edildiler. Çünkü Allah, zatında, sıfatında ve hareketlerinde şekil ve benzetmelerden uzaktır. Nûh Kavmi bu benzetmeleri yapınca, Hz. Nûh, Allah?ın böyle noksan sıfatlardan uzak olduğunu onla bildirerek Allah'ı tenzih ederdi. Böylece onlarda olan bu çarpıklıları düzeltti. Demek oluyor ki Hz. Nûh'un ruhu zât ismi nurundandır. Bu isim Selâm'dır. Çünkü kavminden inananları teşbihten ve boğulmaktan kurtardı. Zira Allah, Yüce Kitabında şöyle buyurmaktadır:

     

    "Ey Nûh, sana ve gemide bulunan müminlere bizden bir selâm ve bereketlerle in."

    Hud Sûresi 48. âyet

     

    Akıl ve kalbi de sıfat ismi nurundandır. Bu isim Şekûr'dur. Zira Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

     

    "Nûh, çok şükreden bir kuldur."

    İsrâ Sûresi 3. âyet

     

    Nefsi ise fiil isminin şu iki nurundandır. Birisi Muntakıym, öteki ise Hafız ismidir. Çünkü Nûh, Allah düşmanlarından intikam almış, onları, alçaklıkların en aşağısı olan cehenneme indirmiştir.

     

     

     

    Hz. Salih (A.S.)

     

    Geçmiş peygamberlerde, takdis, tenzih, tevhide ve rubûbiyyet mertebeleri tecelli edince, gayb anahtarlarından birini açıklamak gerekli hale geldi.

     

    Salih Peygamberin, bu yüzden, hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundan meydana geldi. Bu isim Mûheymin, manası ise Şâhit'tir. Allah, Salih?e kudretinin inceliklerinden de gösterdi.

     

    Aklı ve kalbi ise sıfat isminin nurundan hisselenmiştir. O isim de Muhsî'dir. Çünkü Hz. Salih, kavminin üç günde helak olacağını saymıştır.

     

    Nefsi ise Allah'ın fiil isimlerinden olan Fettah ve Kâbız ismidir. Fethetmesi, taştan deve çıkarması; Kâbız ise kavmi dünya lezzetlerine çok düşkün idiler, onları bu lezzetten ayırmasıdır. Onlar, helak olarak bu lezzetlerden mahrum kaldılar.

     

     

     

    Hz. İbrahim (A.S.)

     

    Evvelki peygamberlere verilen takdis, tenzih, tevhid ve tefrid mertebeleri ile rubûbiyyet mertebesi tamam olunca, ilâhi muhabbetten İbrahim Halilullah ortaya çıktı. Nemrud, nefsine bağlı olarak, İbrahim (A.S.)'e karşı çıktı. Peygamber olup olmamak üzere, onu tecrübe etmek için ateşe attı. Nemrud ateşi, İbrahim için bir nur bir bahçe oluverdi. Çünkü Hz. İbrahim?in hakikatı ve ruhu, Esma-ı Zât'tan Azîz isminin nurundandı. Allah, O'nu Azîz ismine layık kıldı. Allah katında yüce ve şerefli olan mertebelere erişti. Kafirler karşısında O'na kutsî âlemleri gösterdi.

     

    Aklı ve kalbi ise Halim isminin nuruyla nurlanmıştır. Zira Allah, Kur'an'da şöyle buyurmuştur:

     

    "Cidden İbrahim, çok içli ve yumuşak huylu idi."

    Tevbe Sûresi 114. âyet

     

    Bu sebepten, Hz. İbrahim her insana lütufkâr davranırdı.

     

    Nefsi, fiil isminin ikisindendir. Biri Rezzâk, öteki ise Reşid'dir. Allah, O'na rızk sebeplerini vermiştir. Bu yüzden rızıklara mahzar olmuştur. Reşid olması da şöyledir. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur:

     

    "And olsun ki biz, Musa'dan evvel de İbrahim'e hidayet vermiştik. Biz, O?nun buna ehil olduğunu biliyor idik."

    Enbiyâ Sûresi 51. âyet

     

     

     

    Hz. İsmâil (A.S.)

     

    Allah sevgisi Hz. İbrahim?de meydana çıkınca, Hz. İbrahim'de ruhunu tercih edip, tenini ateşe attı. Buna karşılık olarak da O'ndan iki peygamber olması Allah tarafından uygun görüldü. Canını mertçe ortaya koyan Hz. İsmâil, bunlardan birisidir. Öteki ise nefsini kırıp döken Hz. İshâk'tır.

     

    Buna göre Hz. İsmâil'in hakikatı Esma-ı Zâtiye'den Cebbâr isminin nurundandır. Çünkü O, Allah sevgisi için nefsini yenmiş, terbiye etmiş ve Allah'ın emrine teslim olmuştur. Bu teslimiyetinden ötürü Allah, bir koç göndermiştir.

     

    O'nun aklı ve kalbi, sıfat isminin nurundandır. Bu sıfat Halim ismidir. Çünkü İbrahim'in, Allah hükmüne karşı çok Hilmi vardı. Zira Allah Tealâ, Kur'an'da şöyle buyuruyor:

     

    "Biz, O'na uysal bir oğul müjdeledik."

    Es-Saffat Sûresi 101. âyet

     

    Nefsi, Allah'ın fiil isimlerinden, Mucîb, Hasîb ve Rakîb isimlerindendir. İsmâil, Allah'ın emrine uydu, babasının emrine boyun eğdi ve nefsinin hesabını yaptı.

     

     

     

     

    Hz. İshâk (A.S.)

     

    Hz. İbrahim muhabbet ateşine atılınca, nefsi, bütün nefislere kaynak ve cevher oldu. Bundan dolayı:

    -Bu âleme Hz. İshâk neslinden peygamber gelmeyecektir, dendi.

    Hz. İsmâil neslinden de Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) gelmiştir. Buradaki hikmeti sadece Allah bilir.

     

    Şunu iyi bilmeliyiz ki Hz. İbrahim'in ruhu vahdet sırrından mayalanmıştır. Nefsiyse, ilahi ahkâm sırrının çokluğundandır. Öyle olunca da Hz. İsmâil, vahdete mahzar oldu. Böylece de Hz. İshâk, çokluğa kaynak oluverdi.

     

    Hz. İshâk'ın hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. Mütekebbir ismi bunun kaynağıdır.

     

    Aklı ve kalbi ise sıfat isminin nurundandır ki o da Rauf ismidir. Hz. İshâk, müminlere karşı çok şefkatli idi.

     

    Nefsi de fiil isminin ikisinden kaynaklanır Birisi Vekil, ötekisi de Bais isimleridir. Bu yüzdendir ki mukaddes ruhların hazinelerine vekil idi.

     

     

     

    Hz. Yakub (A.S.)

     

    Dünyada peygamberlerin ruhları görününce, yani yeniden peygamberlerin gelmeleri gerekince, ilk önce Yakub (A.S.) geldi. Hz. Yakub, peygamberlerin hükümlerinin hazinesi idi. Hz. Yakub'tan on iki çocuk dünyaya geldi.

     

    Allah Teala, bu çocuklardan birisini ilahi cemali için ayna yaptı. Yakub, bu çocuğu görünce şaşırdı, hayrete düştü. Bu yüzden bu güzellik, gözünden kayboldu. Oğlu Yûsuf'tan ayrı düştü. Birçok meşakkat çekti. Çünkü aşk, sevginin meyvesi ve üzüntü de onun lazımıdır.

     

    Bu yüzdendir ki kâmil kimseler:

    -Aşk güzelliği, güzellik belayı, bela da üzüntüyü gerektirir, demişlerdir.

     

    Hz. Yakub'un hakikatı, zât isminin nurundandır. Bu isim Kebir ismindir. Çünkü O, İsrailoğullarının hazinesi ve peygamberliğin kaynağı idi.

     

    Aklı ve kalbi ise sıfat isimlerinin nurundandır. Bu isim de Vedûd ismidir. O yüzdendir ki oğlu Yûsuf'ta gördüğü ilahi güzelliği sevdi, ilahi güzelliği derin bir aşkla bağlandı.

     

    Nefsi de fiil isminin ikisinden nurlanmıştır. Bunlardan biri Hâlik, diğeri ise Bâri'dir. Çocuklarının çokluk sebebi budur.

     

     

     

    Hz. Yûsuf (A.S.)

     

    Hz. Yakub'da mevcut sevgi, ilahi nurlarını tecellisini gerektirince, Hz. Yûsuf, en güzel bir halle dünyaya geldi.

    Onun da hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. Bu yüzden Hz. Yûsuf, ilahi nurun yüzü oluverdi. Öyle kim kendisine bakarsa, O'na aşık olurdu. Öyle ki anası, babası, kardeşleri, kendisine bakıp aşık oldular ve ona secde ettiler.

     

    Akıl ve kalbi ise sıfat isminin nurundandır. Bu isim ise Kâdir ismidir. Bu yüzdendir ki Mısır'a hükmetmiştir.

     

    Nefsi ise fiil isminin üçünden nurlanmıştır. Bunlardan birisi Musavvir ismi olup, bu yüzden çok güzel yaratılmıştır. Diğer bir ismi Hafız ismidir. İşte bu yüzden hazinelerin korunması kendisine verilmiştir. Diğer üçüncü isim ise Afv ismidir. Bu yüzden de kardeşler,inin kendisine yaptıklarını afv etmiştir.

     

     

     

    Hz. Eyyûb (A.S.)

     

    Hz. Yakub'dan sevgi, Hz. Yûsuf'tan güzellik zuhûr edince, Allah'ı hükmü iradesi, başka bir peygamberin üzüntü yolunda, belalara uğrayacak bir peygamberin gelmesini gerektirdi. Zira muhabbete, sevgiye, bela ve üzüntü lazımdır.

     

    Böylece Hz. Eyyûb, dünyaya teşrif etti ve başına belalar geldi. Çünkü belalar, veliler içindir. Nitekim, Peygamberimizden şöyle rivayet nakledilmiştir.

     

    "Bela, Allah?ın kamçılarından bir kamçıdır. Onunla kullarını kendine yöneltir."

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim Ganiyy'dir. Bütün malı ve çocukları elden çıkmıştı. Hal Tealâ Hazretleri tekrar verdi ve Hz. Eyyûb'u iki defa gâniy (zengin) etti.

     

    Akıl ve kalbi sıfat isminin nurundandır ki o Sabûr'dur. Nitekim Hak Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:

     

    "Biz, onu hakikatten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu! Hakikat o, daima Allah?a dönen (bir zât) idi."

    Sâd Sûresi 44. âyet

     

    Nefsi, fiil isminin ikisinin nurundandır. Biri Vâsî ve biri Tevvâb'dır. Çünkü O?nun, bunca belaları karşılamaya gücü yetti. Hakk'a döndüğü için de Tevvâb ismine mahzar oldu.

     

     

     

    Hz. Şuayb (A.S.)

     

    Sevgi yolunda, her türlü belalara müptela olarak, Hz. Eyyûb gelmiş olunca, Hak Tealâ Allah'ı görmeye ve O'na kavuşmaya can atan başka bir peygamberin gelmesini diledi.

     

    Böylece Hz. Şuayb dünyaya geldi ve aşırı sevgisinden dolayı üçyüz yıl ağladı. Üç kere gözsüz oldu. Her yüzyılda bir kere gözü açıldı.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim Mâcid'dir. Onun için kavmine şerif oldu ve Peygamberin Hatibi ünvanını aldı.

     

    Akıl ve kalbi sıfat isminin nurundandır ki o Kerim'dir. Zira ümmeti için de onun keremi çoktu.

     

    Nefsi, fiil isminin ikisinin nurundandır. Biri Hüküm, biri de Muskıt'dır. Çünkü O, her vakit halka hükmederdi ve "Teraziyi ve ölçüyü iyi tartın" derdi.

     

     

     

    Hz. Mûsâ (A.S.)

     

    Allah sevgisi; Halil'in dostluğu, Hz. Yakub'un aşkı, Hz. Yûsuf'un güzelliği, Hz. Eyyûb'un sabrı ve Hz. Şuayb'ın şevki ile tamam olunca , bunlardan sonra, Allah'ın iradesi kâmil, ilahi sıfata sahip ve kâfileri kahredecek bir peygamberin gelmesini gerekli kıldı.

     

    Böylece Hz. Mûsâ dünyaya geldi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim Celil ve Aliyy'dir. Onun için düşmanlarını kahr ve helak etti. Yüce olduğu şudur ki Firavn ve kavmini helak edip, onların üzerine yüce oldu. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

     

    "Şüphesiz sen (başkalarından) yücesin."

     

    Aklı ve kalbi sıfat isminin nurundandır. O Âlim'dir. Çünkü O, Tevrat'ı çok iyi bilirdi ve Hz. İsâ'ya gelinceye kadar bütün peygamberler Tevrat ile hükmederlerdi.

     

    Nefsi, fiil isminin ikisinin nurundandır. Biri Muizz ve biri Müzill'dir. Zira müminleri yüceltir, kâfileri zelil kılardı.

     

     

     

    Hz. Hârûn (A.S.)

     

    Celâlî bir peygamber gelince, lütf-i ilahi, ondan sonra Cemâlî olan başka bir peygamberin gelmesini gerektirdi. Böylece Hz. Hârûn meydana gelip, Hz. Mûsâ'ya vezir oldu. Nitekim Hak Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:

     

    "Bana kendi ailenden bir de vezir ver.

     

    Biraderim Hârûn'u"

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin ikisinin nurundandır. Biri Zahir'dir ve biri de Batın'dır. Lütfü ile zahir, sırrı ile batın oldu.

     

    Aklı ve kalbi de sıfat isminin nurundandır. Bu isim de Gaffâr ismidir. Bu yüzdendir ki Allah ümmetlerinin günahlarını bağışladı.

     

    Nefsi, fiil isimlerinden ikisinin nurundandır. İlki Gafûr, öteki de Latif'tir. Bu yüzdendir ki ümmetinin hastalarını gizler, onlara lütufla yaklaşırdı.

     

     

     

    Hz. İlyâs (A.S.)

     

    Allah, Celâl ve Cemâl'in cilvelerini Mûsâ ve Hârûn'da belli edince, bunların eserlerini açıklamak için başka bir peygamberin dünyaya gelmesini istedi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. Onun için kavmi, çeşitli bitkilerden kendilerine versin diye muhtaç idiler.

     

    Aklı ve kalbi de sıfat isminin ikisinin nurundandır. Biri Vehhâb ve biri Muktedir'dir. Vehhâb'a mahzar olmasının sebebi, Cenab-ı Hakkın, Lübnan Dağı'na çıkmasına izin vermesindendir.

     

     

     

    Hz. Dâvûd (A.S.)

     

    Celâl ve Cemâl sıfatları kendilerine görünen peygamberlerin ömürleri dolunca, Allah sevgisi ile yanan ve çeşitli belalara uğrayan başka bir peygamberin gelmesi gerekti. Böylece Dâvûd dünyaya geldi. Hakikatı ve aklı, Zât isminin nurundandır ki Hakîm'dir. Nitekim Hak Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:

     

    "Ona hikmet ve fazl-ı hitap verdik."

    Sâd Sûresi 20. âyet

     

    Aklı ve kalbi, sıfat isminin nurundandır. O isim Kaviy'dir. Onun için mülk üzerinde kuvvetli idi. Nitekim Kur'an'da, Hak Tealâ buyurur ki:

    "Onun mülkünü de kuvvetlendirdik."

    Sâd Sûresi 20. âyet

     

    Nefsi, fiil isminin ikisinin nurundandır. Biri Mukaddim, diğeri de Müahhir'dir. Onun için Hz. Üriyâ'yı kutsal tabut önünde tuttu. Kendine geride bıraktı. İstiğfar edince de yeryüzüne halife oldu.

     

     

    Hz. Süleyman (A.S.)

     

    Hz. Dâvûd, Allah?ın kudretinden garipliklere şahit olunca ve belalar çekip, kırk yıl ağlayınca, ondan sonra mülkü daha büyük ve daha kuvvetli başka bir peygamber gelmesi gerekti. Böylece mülk mertebesi tamam olacaktı. Bu sebepten dolayı, Hz. Süleyman dünyaya geldi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim Azim'dir. Onun için dünya ehli üzerine muazzam oldu.

     

    Aklı ve kalbi, sıfat isminin nurundandır. O Metin'dir. Onun için saltanatı, hükmü ve ilmi muhkem sağlam oldu.

     

    Nefsi, fiil isminin dört tanesindendir. Biri Adil, bir Hâfız, biri de Râfi'dir. Herkese tam adalette bulunduğu için Âdil oldu. İnsanlardan ve cinlerden başkaldıranların hepsini sindirdiği ve zararsız hale getirdiği için Hâfız oldu. Tahta çıkıp yükseldiği için Râfi oldu. Allah?ım emri ile bütün halka hükmettiği için Mâlikül-Mülk oldu.

     

     

     

    Hz. Uzeyir (A.S.)

     

    Hz. Süleyman hükmü ile mülkün imarı tamam olunca, ölmek ve dirilmek gibi ahiret işlerinden çok şeyler gören, hem de çok yakinen bunları gören bir peygamberin gelmesi gerekti. Nitekim Hak Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:

     

    "Böyle yapmamız, seni insanlara ibret nişanesi kılmamız içindir."

    Bakara Sûresi 259. âyet

     

    Böylece Üzeyr dünyaya geldi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin ikisinin nurundandır. O isimlerden biri Evvel, biri Âhir'dir. Onun için, hayat ile önce kendi halini gördü. Ondan sonra ikinci hayatını gördü ve Âhir oldu.

     

    Aklı ve kalbi, sıfat isminin ikisinin nurundandır. Biri Semî'dir, biri Basîr'dir. Allah'ın kelâmını işittiği için Semî'dir. Ölümünden sonra ikinci hayatını gördüğü için de Basîr oldu.

     

    Hak Tealâ Hazretleri, Semî ile ilgili olarak şöyle buyurur:

     

    "Hayır, yüzyıl (ölü) kaldın."

    Bakara Sûresi 259. âyet

     

    Nefsi, fiil isminin nurundandır. O isim Vâlî'dir. Çünkü O'nun ilahi kudret kemâlini görmeye velâyeti vardır.

     

     

     

    Hz. Yûnus (A.S.)

     

    Hak Tealâ Hazretleri, kudretinden örnekleri Hz. Uzeyr'e gösterince, bundan sonra korunan; deniz karanlıklarında oturup, balığın karnında vatan tutan başka bir peygamberin gelmesi, Allah makamında gerekli oldu.

     

    Böylece Hz. Yûnus dünyaya geldi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim Vâcid'dir. Karanlıkların yok olmasında nurâni vücud bulduğu içindir.

     

    Aklı ve kalbi, sıfat isminin nurundandır. O isim Gafûr'dur. Allah'tan O'na rahmet hasıl oldu. Boğulmaktan ve ayrılık zindanından kurtuldu.

    Nitekim Hak Tealâ buyuruyor:

    "Bunun üzerine biz de onun bu duasını kabul ettik, kendisini gamdan, selâmete erdirdik. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız."

    Enbiyâ Sûresi 88. âyet

     

    Nefsi, fiil isminin ikisinin nurundandır. Biri Mukit, biri de Nâfi'dir. Balığın karnında ikamet edip, mana zevki ile beslendiği için Mukit oldu. Kavmi ile buluşup, kavminin kendisinden faydalanmasına yardımcı oldu.

     

     

     

    Hz. Zekerriyâ (A.S.)

     

    Emr-i İlâhî, Hz. Uzeyr'e Allah?ın fazlı ile dirilmek, cömertliği ile de Hıfz tamam olunca, canlarını Allah'a kavuşma yolunda feda edecek iki peygamberin gelmesini gerektirdi.

     

    Böylece dünyaya Hz. Zekerriyâ ve Hz. Yahyâ geldiler.

     

    Hz. Zekerriyâ'nın hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim, Kayyûm'dur. Allah sevgisinde kâim ve sabit olup, istikamet doğru olduğu için böyledir. Öyle ki iki kısma ayırdıkları halde sabretti.

     

    Aklı ve kalbi, sıfat isminin nurundandır. O Hamîd'dir. Mahmûd olduğu için, ruhunu ve nefsini Hak yolunda harcadı.

     

    Nefsi, Allah'ın zât isminden ikisinin nurundandır. Biri Muhyî, diğeri ise Mecîd'dir. Şanı ve şerefi yücedir.

     

    Hak Tealâ Hazretleri, O'na nida etti:

     

    "Sana bir oğlan bağışladım, adını Velî koydum. Hem babasının ilmine vâris olsun, hem de O'nun ismini yaşatsın."

     

    Böylece O, Muhyî ve Mecîd ismine mahzar oldu.

     

     

     

    Hz. Yahyâ (A.S.)

     

    Hz. Zekerriyâ, ruhunu ortaya atıp, nefsini feda edince, kemâl üzere olan bir peygamberin gelmesini emri ilahi gerekli kıldı. Böylece bu aleme, dünyaya Hz. Yahyâ geldi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. O isim Hakk'dır. Davada ve manada sabit olduğu için bu isim verildi.

     

    Aklı ve kalbi sıfat isminin üçünün nurundandır ki biri Vâris, biri Şehîd, biri de Bâkî'dir. Babasının ilmine sahip olduğu için Vâris oldu. Âlem-i Gayb'da, hem de Allah yolunda şehit olduğu için Şehîd oldu. Hak Tealâ Hazretleri tanıklık verdi ki:

     

    "Hz. Yahyâ hiç günah işlemedi, fakat beni severdi. Ben de onu severdim."

     

    Böylece sevene, sevgilisi yolunda öldürülüp, sevgiliye kavuşmakla, bâkî olması mutlaka lazımdır.

     

    Nefsi, sıfat isminin nurundandır ki o Velî ismidir. Hatta Hz. Yahyâ da nefsani fiillerden hiçbir şey sâdırle meşgul olmadı.

     

     

     

    Hz. İsâ (A.S.)

     

    İlâhî ve dünyevî mertebe tam olgunluğa erince, ilâhî irade, bunlardan sonra ölüleri dirilten, birçok ilâhî delilleri mucize olarak gösteren başka bir peygamberin dünyaya gelmesini gerekli kıldı.

     

    Nitekim Allah, Kur'an'da şöyle buyurur:

     

    "İşte Allah böylece ölüleri diriltir, size âyetlerini gösterir."

    Bakara Sûresi 73. âyet

     

    Böylece Hz.İsâ dünyaya geldi.

     

    Hakikatı ve ruhu, zât isminin nurundandır. Biri Vâhid ve biri Habiyr'dir. Vahid oluşu, Cismânî ve Rûhânî alemde Vâhdâniyetten dolayıdır. Habir oluşu ise zâhir ve bâtın ilimlerini bildiği içindir.

     

    Nitekim Hak Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:

     

    "Hani sana kitabı (yazı yazmayı), hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretmiştim."

    Mâide Sûresi 110. âyet

     

    Nefsi, fiil isminin üçünün nurundandır. Biri Muhyî, biri Mümiyt (öldüren) ve yarasa yapıp, üfleyerek dirilttiği için de Hâlık'dır.

     

    Ölüleri dirilttiği için Muhyî (dirilten), kâfirleri öldürdüğü için Mümiyt (öldüren) ve yarasa yapıp, üfleyerek dirilttiği için de Hâlık'dır.

     

     

     

    İlâhî kemâl, insani hakikatlerde, gayb âleminin manasında ve yeryüzünde tamam olunca, ilâhî irade, bunlardan sonra bir peygamberin gelmesini gerektirdi. O Peygamber, öyle bir peygamberdir ki bütün olgunlukları toplamış ve Rasûl olup, bütün ayetler kendisinde bir arada bulunmuştur. O, Hz. Muhammed Mustafa'dır (S.A.V.). Allah'ın sevgilisidir.Dünyada ve mana aleminde bütün mertebeleri topluca ve ayrı ayrı kendinde toplamıştır.

     

    Âlem-i mülkte, dünyada peygamber olduğu gibi, ilâhî alemde ve ruhlar aleminde de peygamberdir.

     

    Hz. İsâ'nın işi bittiği tarihten altı yüzyıl geçince, peygamberlerin sonuncusu ve Râsullerin Efendisi, Peygamberimiz dünyaya teşrif etti (571).

     

    Nitekim Hak Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:

     

    "Ey ehl-i kitap, size -kitaptan gizlemekte olduğumuz şeylerin birçoğunu meydana çıkaran, birçoğundan da geçiveren- peygamberimiz gelmiştir. Size Allah'tan hakiki bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah rızasına uyanlar, onunla selâmete erer, yollarına doğrultur, onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, kendilerini dosdoğru bir yola iletir."

     

    Maide Sûresi 15. âyet

     

    Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) nur olunca, Hak Tealâ katıda bir yerlere ulaştı. O'nun hakikatı, hakikatlerin hakikatidir. İsmi, İsm-i A'zam'dır. İlâhî esmayı ve sıfatları kendi isminde toplamıştır. Ruhu, Allah'ın zâtının nurundandır. Aklı, ilâhî zât isimlerinin nurundandır. Kalbi, bütün sıfat isimlerinin nurlarındandır. Nefsi, fiil isimlerin hepsinin nurlarındandır.

     

    Allah, O'nu peygamberliğe ve Rasûllerin Efendisi yapıp, âlemlere rahmet olarak gönderdi.

    Nitekim Hak Tealâ şöyle buyurdu:

    "Biz, seni (Habibim), âlemlere (başka bir şey için değil) ancak rahmet için gönderdik."

    Enbiyâ Sûresi 107. âyet

     

    Hak Tealâ, bütün peygamberlerin kıssasını ona haber verdi.

     

    Ondan sonra Hak Tealâ Hazretleri O'na:

     

    "Uluların sabrı gibi sabreyle!"

     

    buyurdu.

     

    Nitekim Kur'an-ı Kerim'de ilgili olarak:

     

    "O halde azim sahipleri olan Peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret."

    Ahkaf Sûresi 35. âyet

     

    Ülûl-Azimden murad bazı ulu peygamberlerdir. Hz. Nûh, kavminin ezalarına; Hz. İbrahim, Nemrud'un ateşine ve Hz. İsmâil'i kurban etmeye; Hz. İsmâil, kurban olmaya; Hz. Yakûb, Hz. Yûsuf'un ayrılığına ve O'nun yüzünden gözsüz kalmaya; Hz. Yûsuf, kuyuya ve zindana sabretti. Hz. Eyyûb, çeşitli belalara sabretti. Hz. Mûsâ, kavminin eziyetlerine; Hz. Dâvûd, hatası yüzünden kırk yıl ağlamaya; Hz. Yûnus, balığın yutmasına; Hz. Yahyâ, Allah yolunda şehit olmaya; Hz. İsâ, bir kerpici bir kerpiç üzerine koymaya sabretti ve:

     

    "Dünya bir köprüdür. Ondan geçiniz, onu onarmayınız." dedi.

     

    Eğer:

     

    -Bütün peygamberler, Hakkı her mertebede gördükleri halde, halkı O'na nasıl davet edebilirler?

     

    -Hak Tealâ Hazretleri kendi ile peygamberleri arasında bir nurani perde koydu. O perdeler sebebi ile halkı davet ederler.

     

     

     

    Bazıları der ki:

     

    -Hak Tealâ, peygamberlere ruhlar aleminde şöyle vasiyette bulundu.

     

    "Ben sizi dünyada, kullarıma peygamber olarak gönderdim. Onlara, bazı fiiller isnad ederek gazab etmeyin. Benden bir perde arkasında bulununuz. Aynı şekilde onların bana isnad ettikleri fiillerden dolayı da rıza göstermeyin. Onlarla da aranızda manevi bir perde bulundurun. Siz halkın içinde Hakkı ve Hak'da halkı görmeniz gerekir. Ben size bunu tavsiye ederim."

     

     

    Allah'tan başka hiç kimse peygamberlerin sırrına eremez. Onu bilemez.

    Ey İlâhî esrarı arayan kimse!

    Baştan sona kadar inkar ve batıla sapmadan, insaf ve ibret yolu ile sana beyan ettiklerime dikkat et. Sonunda belki ulvi ve yüce hikmeti anlamak ve en sonunda Ma'rifet Şarabını içmek gerekecektir. Çünkü peygamberlerin şeriatlarını, davranışlarını beyan ettim. Güzel itibar edip, ibret almak gerektirir:

     

    "And olsun, onların kıssalarını açıklamakta salim akıl sahipleri için birer birer ibret vardır."

     

    Yusuf Sûresi 111. âyet

     

     

     

    ENVÂRÜ'L ÂŞIKÎN

     

    Türkçe'ye Tercüme: Yazıcıoğlu Ahmed Bican Hz. (K.S.)

     

    Arapça: (Meğarib'ül Zeman) Yazıcıoğlu Muhammed Bican Hz. (K.S.)

     

     

     


  11. ÜSTAD

     

    Erol Başçı

     

    Aynı kıza sevdalı rakip gibi O ve Ben

    Çöle inen nur için, meftunuydu çilenin

    Sabır taşıydı adın, ben habbedeki şuben

    Kaç para umurunda, hesaplaşma bilenin

     

    Yazdıkça sanıyordum, sildikçe doluyormuş

    İhtilaller yaşamış yorgun kafa kağıdı

    Ruhla aramızdaki mektubat kolu yormuş

    Gece geçirmemiş el, yazmaz şafak ağıdı

     

    Bütün bir ömür meğer bir adam yaratmakmış

    Sürgün fışkırsa eğer, tohum mu yeniçeri ?

    Toprak katmasa değer hasadın zar atmakmış

    Aynadaki yalan sır, göstermeyen içeri


  12. Üstadça.

    Üstadane.

    Üstadvari.

     

    Her yol aynı kapı.

    Her kapı aynı bahçe.

    Her bahçe aynı saray...

     

    Şiirlerinizi beğeni ile okuyorum.

    Devam, hep devam...

     

    Bu arada sizden küçük bir ricam, şiirlerinizi tek başlık altında toplarsanız, tarafımızca, şiirlerinize ulaşmak daha kolay olacaktır.


  13. Bilmukabele, bizden de size selamet duaları olsun murai_muhib kardeşim. Allah razı olsun.

     

     

     

    * OTEL ODALARI

     

    Kimine gül bağı, kimine vatan;

    Kimine cehennem, kimine mahşer!

    Nemli yatağında zamanı satan

    Nice nice ömür ve nice beşer...

    .

    .

    .

    Burada aynalar vicdan aksinde,

    Bir kefede hicran, bir kefede sen.

    Gözyaşı? Hasretin her lekesinde;

    "Zamanı var" derler, uzanıp silsen.

     

    Yürek bir sıkımlık, can bir sıkımlık;

    Nefes bile hüsran, cinnet bile hak!

    Gördüğün yalnızca bir sefil kılık,

    Kolaysa aynaya tebessümle bak!

     

    Gecelerle yalnızlığın bir olur,

    Soğuk duvarlara hüznünü yazar.

    Ne sana türbedar, ne kabir olur;

    Otel odaları cesetsiz mezar!..

     

     

    29 Nisan - 5 Mayıs 2004

     

    *ilk üç mısra Ankara'da tamamlanıp, son mısra Konya, Otel Mevlana'da yazılmıştır.


  14. eyvallah Harun kardeşim.

     

     

    N’APAYIM

     

    Duvarımda tablo tablo gariplik,

    Dert denen marangoz çaktı, n’apayım!

    Ömür ki üç günlük, hayat ki iplik;

    Emirdi Allah’tan, haktı, n’apayım!

     

    Çıldırdım bu kadar muzur evinde,

    Huzurum tükendi huzur evinde;

    Alemin, bal-börek hazır evinde,

    Bana tımarhane baktı, n’apayım!

     

    Bu binbir akıllı dolu mezara,

    Ne bilerek düştüm, ne de kazara;

    Ufkum donduruldu, hep o manzara;

    Deliler dünyayı yaktı, n’apayım!..

     

    Uygarlığa küfür etme diyorlar,

    Sonra afiyetle onu yiyorlar!

    Küfrümün aslını hiç bilmiyorlar,

    Kravat boynumu sıktı, n’apayım!


  15. Güzel kardeşim. Mesele beni sevip sevmemen değil. Bunun için ne halaybaşı olur ne de yas tutarım. Kimseyi İslam adına yargılamadım. Bu makamda da değilim. Kendi adıma yargılayabilir miydim? Pekala. Koskocaman bir liste gönderir, sizin tabirinizle ortalığı bulandırmayı da bilirdim. Amma görüyorum ki kimseyi İslam adına yargılamayın diyen siz, yine İslam adına beni yargılıyorsunuz. Mesele sen haklı çıktın, ben haklıyım meselesi değil. Bekleyelim, görelim diyorum.

    Herhangi bir partinin sempatizanı, destekçisi, yakını, elebaşısı, can yoldaşı, bayrak asıcısı vs. si de değilim. Bir kere olmam şart değil. Kimsenin kenesini de kanlandırmıyorum. Haklısınız, isteyen istediği partiye oy verir ama bırakınız da isteyen istediği partiye oy versin.

    Askerliğimi Antalya'da yapacağımı daha önce forumlarda bildirmiştim.

     

    Bundan gayrısı benim adıma koskocaman bir sükut?.


  16. Söz hakkı dönüp şahsımıza gelmişken, kendimce sayın Oktay'ın sualini kısa ve öz olarak cevaplayıp, konuyu yine kendimce noktalıyorum. Zaman, herşeyi gösterir. Bekleyelim, görelim.

     

    Beni madem takip ediyorsunuz, şu cümleleri kullandığımı da görmüşsünüzdür.

     

    "Karşınızda belli bir partinin sempatizanı yok; bütün partiler kritiğimize açıktır."

     

    Yeterince açıktır umarım.

     

    Selametle....


  17. Diğer padişahlar "ulu" değil diye bir tespitimiz olmadı.

    Kelime oyunu yapıp da kendinizi oyalamanıza gerek yok -ki zaten kelimenin kullanılmasında bir sakınca yok.

    Kelime sadece padişahın büyüklüğünü remzetmek için kullanılmıştır. Her babayiğit çıkıp da bir devrin batmasını, Allah'ın izni ile, 33 sene engelleyecek bir "ulu"luğa da sahip değildir.

    Bunu siz de başarsanız, eminim ki adınız "ulu" olmasa da size de "kutlu, mutlu, umutlu hakan" gibi sıfatlar takılabilirdi.

    Daha "Ulu Hakan"ın anlatamadığımız birçok maddi ve manevi harikalıklarını ve keşiflerini de saymadığımız halde iken sadece, tarihten bir örnek bile neden "ulu" sıfatını hakettiğini bize gösteriyor.

     

    Kelimenin anlamı üstünde zaten.

    Erdemleri bakımından çok büyük olan.

    Peki erdem nedir?

    Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, diye adlandırır o gözünüzü kaçırmadığınız TDK.

    Siz bir de TDK'nın verdiği açıklamalar ile "Ulu Hakan"ı gözden geçiriniz. Olur ya "kelime manayı boğan bir gömlek" diyen Üstadımız gibi, siz de o kelimeyi birgün "paralarsınız".

     

    Sizin bu kelime oyununuz ile varacaksak bir yerlere, o zaman meclise dilekçe verelim. Derhal Uludağ'ın, Ulu Cami'nin, Ankara Ulucanlar'ın, hatta Ulu Manitu'nun dahi adları değiştirilsin. Ulu isim ve soyisimli gerçek ve tüzel kişilerin hepsi Uludağ'a gönderilip, soğuktan dondurulsun. Bu mudur isteğiniz?

    Bu kadar basit değil...


  18. Herşeyi anlarım ama anlamadığım tek şey, neden bastıra bastıra Said-i Kürdi yazdığınızdır. Said-i Nursi veya Bediüzzaman da yazabilirdiniz nihayetinde. Sizden Hazret sıfatını da beklemiyorum açıkçası, çünkü köy görünüyor.

    Siz de tehlikeli boyutlarda ırkçılık sezdim. Yanılmıyorumdur umarım.

     

    Bu arada, Ulu Hakan II.Abdülhamid Han (K.S.) Hazretleri hakkındaki malumatlarınız oldukça istismar edilmiş kaynaklardan. Kızıl Sultan kaynaklarının, despot ideolojinin dayatması sonucu elinize ulaştığını ve yalan söyleyen tarih utansın gibi klişeleşmiş bir cümleyi, kaynaklarınıza karşı kullanmanızı ve silkinmenizi öneririm. Bu kadar basit değil.


  19. Cümlemi tekrarlayayım ve merhum başbakanımızı belirteç altına alayım.

    "Öncelikle, Adnan Menderes'in sağda alternatifi yoktu."

     

    Sağda alternatifi olmayan ve kapkaranlık bir dönemin apak başbakanı olan merhum Adnan Menderes ve onun partisi DP'nin, bugün alternatifi oldukça bol olan ve merhumun çağına kıyasla "keyfiyyet mümessili" bir sağdan, elbetteki küfrün bu son deminde, bel kırıcılığı makamını istemek; en azından bu makamda, bir şekilde kendini belli eden bir kudretin olduğunu sezmek -bilmek dahi demiyorum- bize tabii bir haktır.

     

     

    Üstad ne güzel buyurmuş, aynen yazdığınızdan aktarıyorum.

     

    ''İslâm stratejisini patikalarda ve çıkmaz sokaklarda hebâ eden Millî Selâmet Partisi'ne karşı tavrım da, özlediğim parti veya için için yetişme muhitlerini körleştirmekten başka bir rol oynamaması bakımından en büyük takdirle karşılanacağına, iç ve gizli maktâları göremeyenlerce üzüntülere ve şahsım hakkında şüphelere yol açtı.

     

    İster gençlik safları, ister parti blokları arasında gûya mânamızdan izler taşıyıp da o izler adına bize nâdanlık gösterenlere topyekûn cevabımız, eski Yunan'ın (Attik) devresinde (lirik) şiirin babası (Pindaros)un, hem de (Perikles) çığırının pırlanta cemiyeti hakkında söylediği bir sözdür:

    - "Meğerse ben, bütün bir ömür, katırlara saman yedirmek dururken yemliklerine çiçek doldurmuşum! Vâh emeklerime!"

     

     

    Bu kadar kızmayınız, hiddetlenmeyiniz. Zira karşısınızda belli bir partinin sempatizanı yok; bütün partiler kritiğimize açıktır.


  20. Allah razı olsun Gökanım..

     

     

    UZAK DİYARLARIN MEÇHULÜ

    -Uzak diyarların meçhulü gelsin,

    Darağacı meçhul sever- dediler.

    -Kolaysa boynundan ilmiği çelsin,

    Nerde öyle aslan nefer- dediler.

    Bilmem o erlerden ne istediler?

     

    Secdesinde gözü kaldı namerdin,

    Sorgusu alındı tek tek her ferdin.

    Allah'ım sabrı ve şükrü sen verdin,

    "Ölüm ki bizlere zafer" dediler.

    Bilmem o erlerden ne istediler?

     

    "Sonsuza götürür bizleri bu yol,

    Uçurur semada dizleri bu yol,

    Sebil sebil sunar gizleri bu yol,

    "Bu yol ki cennete sefer" dediler.

    Bilmem o erlerden ne istediler?

×
×
  • Create New...