Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Miralay

Editor
  • Content Count

    301
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    15

Posts posted by Miralay


  1. Aslında arkadaş bana göre çoğu kimsenin içten içe dile getirdiği fakat, diline varmayan sözleri söylemiş.

    üstadın kitaplarının daha ucuz ve kaliteli bir şekilde halka ulaşması gerekiyor.

    Fakat ortada kabul edelim veya etmeyelim şöyle bir gerçek de var.

    üstadı çok satan ve herkesin elinden eline dolaşan dünya klasikleriyle bir tutmamak gerekir diye düşünüyorum.

    Çünkü onların satış rakamı Üstadın kitaplarından kat ve kat fazladır.

    Bu işler kapitalist dünyada malesef arz ve talep dengesine göre endekslidir.

    Üstadın kitapları ne kadar çok okunursa, o kadar ucuzlayacağını düşünüyorum.

    Zaten yönetici de bu sitenin B.D. yayınlarıyla hiçbir ilgisininin olmadığın belirtmiş.

    Benim söylediklerime gelince, bunlar olmadan bence Üstadın kitaplarının ucuzlamasını beklemeyin.

    Malesef bizim için kötü olan realiteyi her zaman göz önünde bulundurun derim.

    Saygılarımla


  2. İlginç hakikaten çok ilginç ve düşündürücü bir kitap diyebilirim.

    Üstadın şuana kadar okuduğum en güzel kitaplarından diyebilirim.

    Tabiki her kitabın konusu ve içeriği farklı olduğundan dolayı, insana verdiği lezzet de farklıdır.

    Ne bileyim, bu kitab çok ince ve küçük hacimli olmasına rağmen, insanı kendisine çeken birşeyler içeriyor.

    Konuyu fazla dağıtmadan kitaba gelirsek, Üstadın bu kitabı başlı başına sistemi mükemmel bir şekilde ironi tarzında eleştiriyor.

    Söylediği şeylerin düşündüğünüz zaman, insan hakikaten günümüzde bile yapılsa bir ülkenin gelişmesi için gerekli olan elzem şeylerdir diye düşünür.

    Zaten Üstadın vermek istediği mesaj da, budur bence!!

    Kitaptan ayrıca iktibas yapmaya gerek görmüyorum.

    Zaten arkadaşlar gerektiği kadar, alıntı yapmışlar.

     

    Bu eserle ilgili benim özel bir sorum olacak?

    Üstad bu eserle baktığımız zaman, sistemimizi iyice eleştiriyor.

    Hemde ironik bir şekilde. Bu kitabı okuyan herkes Üstadın ne demek istediğini net bir şekilde anlar.

    Eleştirilmesi yasak olan şahısları bile eleştiri var.

    Acaba diyorum Üstad bu yazdığı kitap yüzünden mahkumiyet kararı aldı mı???


  3. İslamın "Ölülerinizi hayr ile yad ediniz" emri, mücerret ölülere değil, yanlız kendi ölülerimize ait bir emir olduğu gibi, davalar dururken şahışlarla uğraşmamak ve gıybet ve teşhir küçüklüğüne düşmemek fazileti de ancak adi şahıs kadrosunda bahis mevzuudur. Yoksa nefsani hırs dışında, içtimai davalara sembol olmuş ve etiyle kemiğiyle cemiyet meselelerine karışmış insanlar için, belirttikleri meselenin izzet ve azameti nispetinde böyle bir yasağı yer olmamak şöyle dursun, aynı yasağı emir telakki etmek zoru vardır. İslamın en ince nüktelerinden biri olan bu inceliği anlayanlardır ki, "Nefs için değil, Allah için öfkelenmek" sırrına malik başlıca hassa olan İslami gayrete sahip ve bizdendirler. Belirttiğimiz şartların sınırı içinde, böyle ölüleri lanetle anmak; ve dirileri, topuğundan saçına kadar teşhir etmek, islami bir borçtur. (Vesikalar Konuşuyor- S-151)

     

    Bununla ilgili Üstad'ın söylediği şu cümle aklımdayken buraya ekleyeyim dedim. Konu sıcaklığını kaybetti ama...

    • Like 1

  4. Necip Fazıl Kısakürek'i "Üstad" yapan bunlardır bence.

    Olaylarda ve durumlarda eğilip bükülmemesi. bukalemun olmamasıdır.

    Aslında bence Üstadın burda söylediğinden çok, karşı tarafın bu kadar rahat bir şekilde rüşvet vermesi mana manidar geldi

    Hem de bunu, normal sıradan birisi değil, zamanın beğenelim veya beğenmeyelim bir ülkenin başbakanı teklif ediyor.

    İlginç ve trajikomik!!!


  5. "Şahsiyetimizi işte bu soysuz garp ziynetleri ile kaybetmeye başladık"

    Şahsiyet'in kelime manasına baktığımız zaman, belirgin özellik, kişilik anlamlarını içerdiğini görüyoruz.

    Evet bu bir camidir, hemde Osmanlı camisidir, fakat Üstadın bana göre vurgulamak istediği Osmanlının klasik, kendince belirgin üslublarının olmaması, tamamiyle batının taklitçiliğiyle ve bir caminin hristiyan mimar tarafından yapılmış olmasından dolayı, eleştirmektedir.

    Yoksa caminin mimari özelliğini beğenmediği için değildir.

    Kişiliğini ve belirgin özelliklerini bir kenara atıp, batıdan aldığı mimari ekolü, Hristiyan bir mimar tarafından İstanbul'un ve de Osmanlının kalbine yerleştirilmesinden dolayı eleştiriyor.

    Üstadı okuyanların bunu anlaması ve bu eleştiriyi abes karşılamaması gerekir.


  6. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum, zaman zaman benim aklıma takılmıyor değil hani.

    "Üstadı büyük yapan nedir?"

    Bu soru ilk etapda insana, Üstada körü körüne bağlılık izlenimi verebilir.

    Fakat, Üstad N.F.K'in hayatını, mücadelesini, yaptıklarını incelerseniz, şuan çoğu cemaatin ve partinin(İslami dava adına hizmet ettiğini söyleyen topluluklar) hemen hemen hepsinden daha fazla emeğininin geçtiğini görürsünüz.

    Şimdi bakıyorsunuz, Müslümanların milyonluk iri bir gazetesi var, fakat gündem oluşturma bakımından ve müslümanların dertleriyle dertlenme bakımından bir Büyük Doğu'nun yarısı kadar ses getirebiliyor mu?

    Aynı cemaatin, binlerce öğrenci yetiştirdiği okulları, dersaneleri, yurtları var?

    Bunlar bir Üstad kadar adam gibi adam yetiştiriyorlar mı?

    Hiç zannetmiyorum.

    Şimdiki hükümetin birçoğunun Üstadın yolundan geçtiği göz önüne alırsak, Üstadın aslında ne kadar büyük bir fikir mücadelesi yürüttüğünü görürüz.

    Elinde şimdiki imkanların çok azı olmasına rağmen!!!

    Sizce günümüz Müslümanlar, bu kadar imkanlarına rağmen, Üstad gibi fikir, aksiyon, şair, yazar, düşünür, adına ne derseniz deyin, Üstad gibi bir kişi niye çıkaramıyor.

    Milyonluk satan gazeteye bakın, kendi cemaatin içerisinden, kaç tane kaliteli köşe yazarı mevcut???

    Kendisinin milyonlar satmasına rağmen, hiçbir etkisi olmayan gazetenin gündem belirleyecek köşe yazarı olması biraz abesle iştigaldir.

    Fakat, bence günümüz Müslümanlarının en büyük problemi budur.

    Yazımdan sakın ha, o cemaate mensup kişiler gocunmasın,

    Kızım sana söylüyorum, geliniim sen anla, demek için birisini örnek gösterdim.

    Yoksa diğer cemaatlerin de, bu en iri olduğunu, en güçlü olduğunu söyleyen cemaatten bir farkları yoktur.

    Cemaatler güçlenme ve palazlanma konusunda bayağı başarılılar fakat malesef konu nitelikle Müslüman yetiştirmeye gelince, hepsi birden sınıfta kaldığını belirtmeliyiz.

    Bu kadar zırvadan sonra, arkadaşlar sizlere sormak istiyorum.

    Üstadı, bu kadar az gücüne rağmen, imkanına rağmen İslama ve niteliklikli adam yetiştirmede, bu cemaatlerin hemen hemen hepsinden daha başarılı olmasının nedeni nedir sizce???

    • Like 1

  7. İroni kelimesinin karşıt manasını taşıyabilme iddiasında bana kalırsa bu eser. Daha önce okumamış hatta arşivimdeki varlığına rağmen ihmal etmiş olmama üzüldüm. Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’nı anımsattı çok az bana. Ama maalesef kuru kuruya bu da Necip Fazıl’ın distopyası diyemiyorum. Tarkistan’la yüce Tark ulusuyla Aytark’ıyla tamamen her hücremizle bir zamanki bizi anlatmış çünkü Üstad. Tarkün ise tüm hatlarıyla onun beklediği gençlik. Kitabın analizini yapmayı diğer arkadaşlara bırakıp özellikle altını çizdiğim birkaç iktibası aktarıyorum sizlere.

     

    “(Hoparlörden boşalan müthiş alkış sesleri içinde Aytark parlamento kürsüsünde.

    Kocaman levha... «Egemenlik ulusundur». Sağında ve solundaki oturma yerlerinde Bakanlar...

    Mebuslar arada kaldığı için görülmüyor... Alkış, alkış... )

    (Aytark, alkış kesilir kesilmez heybetle doğrulur.)

    AYTARK — Şimdi Tarkistan Cumhuriyetinin bu yüzde yüz devletçi tutumuna aranızda tek kişinin bile muhalif olmadığını görmek ihtiyacındayım. Politikamıza «evet» diyenler ellerini kaldırsın!

    (Mebuslar tarafı... Mebusların yerinde kelli felli insanlar şeklinde yüzlerce teneke figür... Bir düğmeye basılmış gibi, madeni bir ses çıkararak hemen havaya kalkan eller... En önde oturanlardan birinin kolu kalkmaz... Aytark kürsüden.)

    AYTARK — Acaba bu el neden kalkmadı?

    (Plânlama Bakanı yerinden fırlayıp kürsünün arkasındaki bir raftan büyük bir yağdanlık alır, koşar, eli kalkmayan figürün yanına girer ve figürün şakağındaki delikten yağdanlıkla yağ döker. Figürün eli hemen havaya kalkar.)

    AYTARK — Demek yağı tükenmiş!...”

     

    “MEBUSLARIN BAŞI — Soylu Tark ulusunu yalnız devletçilik kurtarır!

    TARKÜN — Bahtsız Tark ulusunu, yalnız devletçiliğin böylesi batırır!..

    MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye «Efendi» ismini biz verdik!..

    TARKÜN — Biz isim değil, hakikat istiyoruz!..

    MEBUSLARIN BAŞI — Toprak reformunu getiriyoruz!..

    TARKÜN — Ekilmeyen toprağın reformu... Gömleği parçalayıp herkesin eline bir parça vermek, sonra da onu bütünleyecek ağa yerine devleti koymak.

    MEBUSLARIN BAŞI — Makineleşiyoruz. Kara sabana, çıkırığa, yel değirmenine paydos.

    TARKÜN — Makinenin beyni, yüreği ve ciğeri Batılıda kaldıkça karasaban yeğdir!

    MEBUSLARIN BAŞI — Dışarıya işçi çıkarıyoruz. Memlekete iş bilgisi ve döviz sağlıyoruz!

    TARKÜN — Bizim işsiz bıraktığımız İnsanları, dışarısı, ham beygir kuvveti diye alıp çalıştırıyorlar! Onlar arabacı, biz beygir...

    MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye açtığımız krediler, dağıttığımız basmalar?...

    TARKÜN — Krediler bizi yedi, basmaları da keçiler!..

    MEBUSLARIN BAŞI — Avrupai usullerimiz, modern aletlerimiz?

    TARKÜN — Hepsi Avrupalının oyuncakları... Kullanmasını bilmiyoruz!.. Vidası düşünce apışıyoruz! (Mebusların başı Tarkün'e dikkatle bakarak...)

    MEBUSLARIN BAŞI — Sen şehre git. Köy adamı değilsin!

    TARKÜN — Niçin?

    MEBUSLARIN BAŞI — Çok uyanıksın da onun için...

    TARKÜN—Demek köy sizce uykudakilerin yurdu.”

     

     

     

    “Heykelde, şahısların değil, fikir sembollerinin kafası bulunmalı... Fikir yerine şahısların etrafında toplananlar, şahıs güme gidince heykeline kaside okumaktan başka birşey yapamazlar. Buna zaten büyük fert müsaade etmez. En kötü patron, nefsini fikir ve hakikatin üstünde görendir. En iyisi de kafasını vicdanının koluna sıkıştırıp murakabe edebilen... “

     

    “Şimdi iş, dedelerimizin toprak muvazenesinden sonra onların ruh ve ahlâk dengelerini elde etmekte... Bu dâva, hepsi beş heceli İki kelimeye sığar: Allah, Peygamber...”

     

    Kitaplarla arası pek iyi olmayan arkadaşlara, ideal, fazla göz korkutmayan bir Üstad başlangıcı olacaktır zannımca. Sonunda incecik bir eserin nasıl bu kadar etkileyebildiğine de şaşıracaklarını garanti edebilirim.

     

     

    Okumadım ama, daha önce sanırsam, bu forumda olması gerekir, bu eserle ilgili açılan başlığı okumuştum.

    Orda, ne yalan söyleyeyim Üstad'ın beni en çok etkileyen, konuda kitaptan bazı bölümler paylaşılmıştı.

    Hakikaten, Üstad bizi ve bizi medeniyet seviyesine çıkardığını iddia edenlere ironik bir şekilde çok güzel cevap vermiş.

    İnşallah bu hafta içerisinde, kütüphanemde mevcut olmayan bu Üstad'ın bazı yerlerini okuyupta çok beğendiğim eserini alma fırsatım olur.

    • Like 1

  8. Yetenek öğüten bir ülke, Türkiye. Yetenekleri de yeteneksizleştiren bir ülke hem de!

    Çaplı insan yetiştiremiyoruz: 'Ortalama' insanlar 'yetiştirmek'le yetiniyoruz ve bununla övünüyoruz bir de! Oysa 'ortalama' insanla gidebileceğimiz yer, 'ortalık malı' olmak, onun bunun 'şamar oğlanı' olmaktır sadece!

    Yetenek, eğitildikçe, üzerinde titredikçe gelişir; günyüzüne çıkar, zamanla çiçeklenir ve çiçek açar. Yetenek, boşlukta, kendiliğinden gelişmez. 'Uygun toprak'ta yetişir yetenek: Uygun olmayan topraklara ekilecek tohumlar, yeşeremez: Ürün de veremez, verim de.

    Peki, 'uygun toprak' nedir, 'yetenek tohumu', hangi topraklara ekilebilir, nasıl verim verebilir veya meyveye durabilir?

    YETENEK 'TOHUM'U VE BEŞ TEMEL DERİNLİĞİ

    Yetenek tohumunun yeşerebileceği 'toprak', en azından beş temel özelliğe sahip olduğu zaman verimli 'ürün' verebilir.

    Birincisi, kültürel veya irfânî derinliktir: Bu süreç, iç dünyanın terbiye, tezkiye ve tahkim edilmesiyle ilgilenir. Kişi, dünyaya nizâmât vermeye kalkışmadan önce, kendi iç dünyasını muazzam bir şekilde tanzim edebildiği zaman, zamanda ve mekânda güven verici, umut bahşedici, ufuk ve zihin açıcı bir yolculuğa çıkabilir ancak. Bu ilke, hiç şüphesiz, toplumlar için de aynen geçerlidir.

    İkincisi, tarihî derinliktir: Bu süreç, dış dünyanın tanınması ve keşfedilmesi meselesini mesele edinir. Tarihte yapılan yolculuğun derinliği, bir toplumunun talihinin zenginliğinin de teminatıdır.

    Üçüncüsü, fikrî / zihnî / entelektüel derinliktir. Fikrî derinlik, iç ve dış dünyada yapılan yolculukları çeşitli soyutlama süreçlerinden geçirerek geliştirir; elemeler yapar ve muhkem bir şekilde yeniden inşa eder. İnsanın akıl, duygu, sezgi, zevk, beğeni dünyasını, sürgit yeniler, tazeler; leziz ve nefis bir hayatın temellerini atar, tohumlarını eker.

    Dördüncüsü ve en önemlisi de, ahlâkî, manevî ve rûhî derinliktir. Bu süreçte, atılan temellerin, ekilen tohumların hayata ruh üfleyebilecek şekilde tatbik edilmesi mücahedesi ve mücadelesi verilir. Üç derinlikte ekilen tohumların 'zengin' meyveler verebilmesi için 'ağaçlar' sulanır, budanır, özene bezene bakılır, beslenir ve büyütülür.

    Beşinci derinlikse, dört derinliğin hâsılası olarak geliştirilen anlam haritalarındaki ve değerler manzumesindeki derinlik, çeşitlik, zenginlik ve bunlar arasındaki tutarlılık veya insicamdır. Beşinci derinlik sürecinde, 'meyveler' toplanmaya başlanır.

    MEDENİYET İDDİASI VE RÜYASI

    Bu beş yetenek direği ya da derinliği, aslında köklü, derinlikli ve çaplı bir medeniyet tasavvurunun kendisini farklı düzlemlerde ve şekillerde ifade etmesi, hayata ve harekete geçirmesi yolculuğudur.

    Dolayısıyla yetenek, başka dünyalara, medeniyetlere eklenmeye, eklemlenmeye çalışan bizim gibi vurgun yemiş, metamorfoz yemiş ve kaçınılmaz olarak sürgün yemiş ve tarihten sürgün edilmiş toplumlarda yalnızca öğütülen, tüketilen ve yok edilen bir hazinedir.

    Bu hazinenin keşfedilebilmesinin, gün ışığına çıkartılabilmesinin, özene bezene yetiştirilebilmesinin, yeşertilebilmesinin ve meyve verebilmesinin olmazsa olmaz şartı, bir toplumun sözkonusu beş derinlik veya sütun üzerinden bu dünya hayatında yaptığı yolculuğun sürgit hatırlanması ve hatırlatılması, benimsenmesi ve beslenip büyütülebilecek şekilde içselleştirilebilmesi, özümsenebilmesi ve taze bir ruhla yeniden diriltilebilme ve yaşatılabilme cehdi ve gayreti içinde olunmasıdır.

    'ASALAK'LAR VE 'SALAK'LARLA NEREYE KADAR?

    Medeniyet idealarını, iddialarını ve rüyalarını yitirmeyen toplumlar, yeteneklerin nasıl yetiştirilebileceğini de iyi bilirler.

    Medeniyet idealarını, iddialarını ve rüyalarını yitiren toplumlarsa, yalnızca yetenek öğütürler, yeteneklerini de, geleceklerini de öldürürler. Çünkü bu tür toplumlar, sadece başka toplumların / medeniyetlerin ürettiklerini tepe tepe tüketen 'asalak'lardan oluşan 'salak'ları 'oynarlar'. Figüranları ve 'palyaço'ları yani.

    Başkalarının onca çileyle, mücadeleyle, çabayla ürettiklerini tepe tepe 'aşırmak'tan ve tüketmekten başka bir şey bilmezler. Ve başkalarının ürettiklerini tükettikçe de, kendi enerjilerini, ruhlarını, birikimlerini, özgüvenlerini ve nihayet yeteneklerini tüketmekten başka bir şey yapamadıklarını da göremezler.

    BÜYÜYORUZ AMA ÇÜRÜYORUZ DA!

    Türkiye, ekonomik, siyasî, yani maddî bakımdan gelişiyor ve büyüyor. Ama kültürel, fikrî, ahlâkî, manevî ve rûhî bakımdan sürgit çözülüyor, çürüyor ve çöküyor.

    İnsana yatırım yapamadığımız, kendi insanımızı, 'insan tipi'mizi yetiştiremediğimiz sürece, aslında kendi sonumuzu hazırladığımızı, kendi kuyumuzu kazdığımızı ve kendi ayağımıza kurşun sıktığımızı nasıl ve ne zaman göreceğiz acaba, merak ediyorum doğrusu.

    Açıkçası, bu gidiş, gidiş değil, bitiştir.

    http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/insana-yatirim-yapmadan-asl%C3%A2/35837?fb_action_ids=10151345652658648&fb_action_types=og.recommends&fb_source=other_multiline&action_object_map=%7B%2210151345652658648%22%3A432269946844910%7D&action_type_map=%7B%2210151345652658648%22%3A%22og.recommends%22%7D&action_ref_map=%5B%5D

    • Like 1

  9. http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Mehmet-Ali-Biranda-gore-basortusu-zarar-verici/899550/

    http://haber.gazetevatan.com/imam-hatipli-gencleri-fena-terletti/482311/11/Haber

     

    Üstad olsaydı, böyle haberleri çıkan, programında bu lafları eden, ayrıca bunlar son zamanlarda ettiği laflardır.

    Üstad böyle birisi öldüğü zaman, ne gibi laflar ederdi.

    Kendisini haksız yere tutuklatan, iftirasına sebep olan, gazetesini kapatılmasına sebep olanlar hakkında, onlar öldükten sonra ne gibi laflar ediyordu.???


  10. Sevgili Arkadaşlar,

     

    Toplantıya ne yalan söyleyeyim, unutmamdan dolayı katılamadım. :) :)

    Aslında o saatte internet başındaydım.

    Neyse konuyu fazla mecrasından saptırmadan konuya gelecek olursak, bence çok güzel bir düşünce olmuş.

    Sticker anladığım kadarıyla, Üstad'ın düşüncesini ve sözlerini içeren broşür şeklinde olacak.

    Burası bence güzel düşünülmüş. Ama, ben bu tip broşürlerin fazla etkili olacağını düşünmüyorum.

    Benim farklı bir önerim olacak, şimdilik belki basım şeklinde olmaz fakat, ileride başarılı olursak bildiğim dergi gibi, e kitap hazırlayabiliriz diye düşünüyorum.

    Zaten foruma baktığımız zaman, Üstad ile ilgili tartışılmayan konunun kalmadığı görülecektir.

    Üstadı yeni tanıyanlar tabiki olacaktır, fakat eski geçmiş yıllardaki konulara baktığımız zaman, bunu net bir şekilde göreceksiniz.

    Aklınızda takılan bir konu varsa, forumun arama motorundan, aynı konunun(genel manada) tartışıldığını ve açıldığını müşahede edeceksiniz.

    Forum bünyesinde aylık, 2 aylık, 3 aylık v.s olabilir, e dergi çıkarılabilir. Üstad ile ilgili, şiiri tartışılabilir. onunla ilgili gündemde Üstad varsa, o konu işlenebilir.

    Kitabı özet bir şekilde, okuyucuya aktarılabilir.

    Bu şekilde işlenen konunun daha faydalı olacağını düşünüyorum.

    Tabiki sizin konuştuğunuz, üzerinde anlaştığınız, diğer konular yapılmasın demiyorum.

    Onların yanında yapabiliyorsak, bu şekilde basit de olsa, 3 aylık da olabilir, 6 aylık da olabilir, Üstad ile ilgili bir e dergi çıkarabiliriz.

    Foruma da, derginin bir indirme linkini ekleriz,

    1.sayı, 2. sayı, v.s diye gider, hangi sayıyı indirmek isteyen oradaki linke tıklar.

    Toplantıya iştirak edemedim fakat, böyle bir öneri sunmak istiyorum.


  11. 10 sene önce kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği sözler artık söylenir oldu. ev hapsi falan nasıl gündeme getirilebilirdi ki adam asılsın mı asılmasın mı tartışması yapılırken. ama şimdi taviz üstüne taviz, verdikçe daha fazlasını isteyen bir güruh. geçen bir yazı vardı eski dehap ın vakti zamanında istediklerinin büyük çoğunluğu şu anda verilmiş durumda diye.

     

    bu gidişat öyle gösteriyor ki yakında malum şahsı(adını bila anmak istemiyorum) serbest bile bırakabilirler. iyice belli başlı hususları kanıksadık. zaten tepkilerimiz de alındı. herkes cebini düşünüyor. ab ye uyum sürece içerisindeyiz,vs,...

     

    bülent arınça gelince, bir insan bu kadar densiz olamaz artık. her mevzuda insanların damarına basarcasına yaptığı açıklamalar bardağı taşırdı. dedim ya densizlik noktasında şöyle tahmin ediyorum ki hükümet arınçı konuşturarak kamuoyunun önce bir nabzını yokluyor ve duruma göre politika ve demeçlerde bulunuyor...

     

    yoksa bu arınç beyinsiz değil...

     

    Sevgili kardeşim,

    Ben her zaman söylerim. Recep Tayyip Erdoğan'ın Akpartisini, aynı Merhum Adnan Menderes'in partisine çok benzetirim.

    Yaptığı şeylere baktığımız zaman, ondan bazı noktalarda farklı olsa da, fikir yönünden hemen hemen aynı parelelde olduğu görülürüz.

    Akpartinin yaptıklarına bakın Allah aşkına birisi bana, bu partinin fikriyatının Demokrat Partinin liberalizminden ne gibi farkları olduğunu söyleyebilir.

    Üstadın Benim Gözümde Menderes isimli kitabında bundan bol bol bahseder.

    "Hedefsiz gayret, Boşuna Zahmet, Boyuna Gaflet",

    Bunları söyledim diye sakın ha beni de Ak Parti düşmanı, veya karşıtı olarak algılamayın, ben bunu Üstad'ın Benim Gözümde menderes kitabını okuduktan sonra, günümüzde yapılanlara bakarak olayları karşılaştırıyorum.

    Benim söyleyeceğim, sadece Üstadın Menderes'e tavsiyesi gibi, bizi dinlemese bile ya da dinleyemese bile, Akparti'ye ve Başbakan'a bir nevi, tarihten ders almasını gerektiğini karınca kararınca ögütlemektir.

    Bence Akparti teşkilatının ve üylerinin Üstad'ın Benim Gözümde Menderes kitabını bol bol okumaları ve Üstad'ın Menderes'e yaptığı dost nasihatlara kulak asmaları gerekmektedir.

    Yoksa, akparti iktadardan düştükten sonra, bu sabun köpüğü yaptığı çalışmalar, bir anda kaybolup giderse şaşırmayalım.

    saygılarımla


  12. Bence bu olaylarda, Müslüman tarihi için faydalı şey, İran denen ülkenin maskesinin aşağıya kadar düşmesidir.

    Malesef, o da Müslümanlara bayağı pahalıya patladı.

    Allah Suriye'de ölen bütün kardeşlerimizi hakiki şehit mertebesine layık eylesin.

    Malesef bazı şeyler kansız olmuyor.

    İnşallah en kısa sürede zafer gelirde, çekilen zulümlerin tedavisine başlanır.

    Rabbim, şuan orada savaşanlara yardım etsin.

    • Like 1

  13. Devlete 2 türlü yük. Hem işini gücünü bırakıp gidiyor,ekonomiye katkısı ortadan kalkıyor hem de devlet kendisine masraf yapıyor. 1 kişiden 2 kişilik ve hatta kişinin iş durumuna göre belki de 3-4 kişilik kaybı olabiliyor devletin.

     

    askerlerin çoğu hizmet sektöründe rütbelilere hizmet ediyor.

     

    adamlar golf sahasının otlarını yolmak için "ot mangası" kuruyorlardı ve bu manga baharda hergün ot yolmaya gidiyordu. başlarında da "ziraat mühendisi" işin içinde ya...

     

    ekmek fırınının inşaatının başında "gemi inşaatı mühendisi" asteğmen vardı hem de hava üssünde. olaya bak, adam gemici,denizci... bir kere bunu hava asteğmen yapmışsın tutup bir de fırın inşaatından sorumlu tutmuşsun. böyle bir saçmalık nerde var? adam yazık "bilmediğim işlerden yediğim fırçalardan bıktım usandım" diyordu. gemi inşaatı mühendisi ya içinde inşaat kelimesi geçti mi bu adam bilimum inşaat işlerinden anlar,devam...

     

    askerlik bu işte...

     

    askerlik odur ki binbaşı gazinoda diye kantinde tost yapılmaz çünkü kokudan rahatsız olur...

     

    vs,vs,...

     

    Bu klasik çarpıklıkları dile getirmişsin, ama içerisinde yaşadığın zaman bana bunlar doğal bile geliyordu.

    Hemen hemen hiçbir amacı olmayan, tek amacı çoğunun şafağını bitirip evlerine gitmek isteyen ve bunlardan sorumlu olan komutanlardan başka bir ordu bekleme.

    Acaba diyordum kendi kendime sadece benim askerlik yaptığım yer mi sadece böyleydi yoksa, heryer mi?/

    Aldığım cevaplara göre, hemen hemen Türkiye'nin bütün askeri alanlarında manzara ne yazık ki aynıymış.

    Vatanın tehlikede oludğu bir zamanda herkes bana göre, içerisindeki sakladığı cevheri açığa çıkarır.

    Önemli olan tehlikede olmadığı zamanlarda, tehlikeye düşürmemek için tedbir almaktır.

    1 milyon tane piyade tüfeğine sahip askerle ancak siz 1950'lerde 1960'larda vatanı savunabilirdiniz.

    Şimdiki az ama öz bir vurucu kuvvetinize sahip olmanız icap eder.

    Bizim gibi şimdiki dünyada asker sayısıyla övünürsen, bu gibi sonuçlara alışacaksın.


  14. Ben yaptım herkes yapsın :shiny:

     

    En iyi askerlik bitmiş askerliktir. Şaka bir yana zor iş. Allahu teala askerdeki kardeşlerimizin yardımcısı olsun.

     

    Kimisi rahat oluyor,kimisi çetin şartlarda bu vazifeyi yerine getiriyor. Bu işin bir standardı olmayınca çok farklı ihtimaller var. Güzel bir vazife ama içindeki güzellikleri bitirmişler maalesef!

     

    Geçenlerde bir askerlik arkadaşımızl Facebook'ta konuşma fırsatımız oldu.

    Kendisi "Bölük Çavuşu" idi.

    Neyse konuya gelirsek, birkaç klasik hoşbeş sohbetten sonra askerlik anılarına geldi.

    Çocuk hala şunu diyordu, çavuş olmasına rağmen, "ciddi anlamda askerde psikolojim bozuldu"

    Geçenlerde haberlere de yansıdı, askerde son yıllarda intihar vakaları "şehit" olanlardan daha fazlaydı.

    Bence öncelikle devletin bu konuya eğilmesi ve "Mehmetçik" i gerçek anlamda vatan savunmasında görevli konuma getirmesi gerekir.

    Senin dediğin gibi güzel ve kutsal bir vazife fakat içerisinde güzellikleri bitirmişler.

    Bedelli iş bence insanlarda daha fazla adaletsizlik duygusunu körükleyecektir.

    Bu işte göreceli de olsa adaletin olması gerekir.

    Çünkü gerçek adaleti sağlamanız, özellikle de bizim gibi toplumlarda çok zordur.

    Neyse konuya gelirsek, bir yönüyle baktığımız zaman olumlu bir yönüyle baktığımız zaman olumsuz gördüğüm bir durumdur.

    Olumsuz yönü, sürekli "şehit" cenazeleri geliyorken, bazı insanların normalde rahat yapsalar bile bu şekilde bu görevden kaçmaları ikiliğe neden olur.

    Olumlu yönüne gelecek olursak, zaten söylediğim gibi bu insanlar askere de gitse, devlete yük olmaktan ve zaman öldürmekten başka hiçbir şey yapmayacaklar.

    Bence bunu engellemek için ülkenin bir an önce, profesyonel orduya geçmesi ve bu gibi tartışmaların ebediyyen raflara kaldırılmaları gerekir.

    Bu şekilde bir sistem oldukça her zaman biz bunu tartışıyor olacağız.


  15. Yanıt için çok teşekkürler fakat benim anlamadığım bunca yıl geçtikten sonra, durup dururken, ortada Necip Fazıl ile ilgili bir tartışma yokken, neden böyle bir tartışma başlatmış olabilirler?

    Üstad tamam, yaşadığı dönemde çok popülerdi, en iyi ve en etkili şair ve yazarlardan kabul ediliyordu.

    Fakat, şu dönemde Üstad'ı çok fazla gencin tanıdığını, daha doğrusu sadece şairlik kişilinden ayrı hakkıyla tanı(ya)madığını düşünüyorum.

    Doğrusu bana hakikaten tuhaf geldi.

    Ya da toplumda düşündüğümün tam tersi bir yöneliş var.

    İnşallah bu konuda ben yanılırım fakat, aklıma takılan neden böyle bir tartışma içerisine girilmek istenmiş olabilir diyorum.

    Aynı şekilde "Muhteşem Yüzyıl" ile insanların gönlünde büyüyen Osmanlı imajını kırmaya çalışanlar, bu tartışmalarla, Üstad'ı da, sevenlerin gözünde bakın hiç de sandığınız gibi iyi bir adam değil yaftasını yapıştırmaya çalışmak olabilir.

    Benim Üstad hakkında yazılan zırvalıklardan çok, bu düşünce kafamı kurcalıyor.


  16. Sevgili arkadaşlar tesadüfen bugünkü zaman'ın yazarlarını okuyordum.

    Normalde, gazetelerin yazarlarını pek okumam ama, ilginçtir Zaman'ın truva atlarında sayılan yazarın dünkü aba altından sopa göstermesinden sonra, bugünde, diğer yazarlar ne yazmış diye merak ettim.

    Anlaşılan Cemaat ile Hükümet arasında bu sıralar kara kediler dolaşıyor.

    Cemaat, tam bu olayların sırasında, kılıcını ve kalkanını çekti, ve hükümete aba altından sopa göstermeye başladı.

    Ne demek istediğimi şu yazarları okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız.

    Yazıları tamanı buraya eklemiyorum.

    Sadece linki atıyorum.

    İbrahim Öztürk imzalı bir yazı

    http://zaman.com.tr/basbakan-nasil-bir-universite-istiyor/2033479.html

     

    Mümtazer Türköne imzalı bir yazı

    http://zaman.com.tr/odtunun-tasi/2033507.html

     

    Bunları okuyun ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.


  17. Bu mektuptan parelelle, son günlerde gündemde olan bu konu hakkında, Üstadca ne söylemek gerekir.

    Bence Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Üstad'ın "Benim Gözümde Menderes" isimli kitabı, okumadıysa muhakkak okuması ve içerisinde Üstad'ın Menderes'e yaptığı uyarıları, sanki şimdi ona yapıyormuşcasına, dikkate alması gerekir.

    Son günlerde üniversiteleri karıştırmak isteyenlerin amaçları kesinlikle budur.

    Münferit sıradan, basit bir öğrenci eylemi değildir.

    Çünkü, bir başbakan bile ancak binlerce polisle ancak girebildi oraya, siz düşünün normal sıradan muhafazakar Anadolu çocuğu mektupta anlatıldığı gibi başına neler gelir neler.

    Aynı şekilde, bu azgın azınlığın karşısında duracak bir gençlik yetiştirmesi gerekiyor.

    Yoksa Allah göstermesin, bu azgın azınlık, Türkiye'deki sayılarına aldırmadan pervasızca saldırmaya devam edeceklerdir.

    Mehmet Akif Ersoy ne demişti:

    Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

    Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

    Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;

    Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

    Başbakanın kesinlikle bunu aklından çıkarmaması gerekir.

    Gücüne güvenip işleri boşlamadan, ayağı yere sağlam basan adımlarla...


  18. Başbakan'a Açık Mektup

     

    Sayın Başbakanım,

     

    Sayın Başbakanım diye başlıyorum mektubuma. Çünkü bizim kültürümüzde büyüklerine içinde saygı belirtisi olan bir ifade ile seslenilir. Makam sahibi olduktan sonra değerini kaybedenler gibi olmadığınız için siz hala benim saygı duyduğum bir büyüğümsünüz. Çünkü ODTÜ'de okuyan bir genç olarak ülkemdeki değişimin' farkındayım. Her aydınlığı yangın zannedip söndürmeye çalışan, karanlığa alışıp yıldızlardan bile rahatsız olan ve güneşi balçıkla sıvamaya çalışanlar varsın o saygıyı göstermesinler.

     

    Geçtiğimiz günlerde okulumu ziyaret ettiniz. Üzgünüm, "Başbakanımız okulumuza şeref verdiniz" yazılı bir pankart ile karşılayamadım sizi. Okulumdaki sol gruplar için öteki' anlamına gelen size karşı düzenlenen protesto adı altındaki vandalizmi gördünüz, benim sizi böyle bir pankart ile karşılamam halinde siz gittikten sonra başıma gelecekleri bir düşünün. Size kızıyorlar neden bu kadar çok polis ve araç ile geldi diye? Oysa demiyorlar ki ODTÜ'ye Başbakan bile ancak bu şekilde gelebiliyorsa, okulda sol gruplar için öteki' anlamına gelen öğrencilerin fikir hürriyeti acaba ne haldedir diye.

     

    ODTÜ, Türkiye'de her şeye rağmen ve herkese aykırı bir özerk cumhuriyet, kendi başına buyruk bir köy gibi davranmaktadır. Özgür bir ortam oluşturmakla övünmekteler ancak bu özgür ortam' sadece sol örgütler ve bazı hocalar için geçerlidir. Marjinal gruplar başka bir düşünceye karşı hiçbir şekilde tahammül göstermemekte, hoşgörü ile yaklaşmamakta ve şiddet göstermekten kaçınmamaktadırlar. Okulumuzda bunun örnekleri geçmişte sıkça yaşandı ve yaşanmaya devam etmektedir. Başka bir düşüncenin ODTÜ'de bulunma ve kendini ifade şansı yoktur. Severek okuduğumuz, takip ettiğimiz bir yazarı veya sevdiğimiz bir siyasiyi okulumuza davet edemiyoruz. Böyle bir şey olması durumunda hemen konferansı basıp davetliyi yumurta yağmuruna tutuyorlar. Kendilerinden olmayan herkese, haklarını savunduklarını iddia ettikleri tüm işçi ve emekçi çocuklarına, hatta zamanında başörtülü kızlara bile, bu marjinal öğrenciler tarafından şiddet ve sindirme politikası uygulanmaktadır. Bu c öğrencilerin tokalaşma şekline bile karışıyorlar. Kutlu Doğum Haftasında gül dağıttık diye mescidimizi ayakkabılarla çiğnemişlerdi. Hocalara kızmanızı kınayanlar var. Oysa okul yönetimi gibi hocalar da bu öğrencilerin arkasında durmakta ve onlara destek vermektedir. Bu hocalardan birinin derste başörtülü bir kıza, "Sen derse böyle gelirsen ben gelmem." deyip sınıfı terk ettiğini çok iyi hatırlıyorum. Sonra o arkadaşımız o dersi bırakmak zorunda kalmıştı. Okulumuza faşizm yaşattınız diyenler, polisin tavrını kınayanlar okulda başka düşüncelere ve mensuplarına yaptıklarıyla yüzleşmelidirler.

     

    Eylemlerindeki amaç, seslerini duyurmak, demokratik haklarını kullanmak değil, böylesi öğrenci eylemleriyle Sosyalist bir dünya inşa edene kadar ayakta kalabilmek. Bütün dertleri bu. Onlara göre, kafalarındaki ütopik dünyaya ait olmayan herkes ötekini, yani gericiliği ve faşizmi temsil etmektedir. Yazılı, sözlü ve yeri geldiğinde fiziki olarak mücadele edilmelidir. İstiyorlar ki, kendileri okulda her istediklerini yapsın, istedikleri kişiye ve düşünceye saldırsınlar, ama ne okuldaki güvenlik ne de polis okula girip onlara müdahale etmesin. Okulumuzda işlerine gelen her şey serbest ve istemedikleri her şey yasaktır. Kendi propagandalarını yapmak adına bazen yemekhaneyi işgal etmekten çekinmemektedirler. Bazı öğrencilerin gayri ahlaki davranışları yüzünden zaman zaman kütüphanede ders çalışmak bile güçleşmektedir. Okulda PKK ve Sosyalizm propagandası yapmak, gayri meşru ilişki yaşamak, alkol kullanmak tamamen ve sonuna kadar serbesttir. Okul yönetimi bunlara göz yummakta ve disiplin yönetmeliğini uygulamaya koymamaktadır. Bu yüzden ODTÜ'de okuyan her öğrencinin bunlara maruz kalma ihtimali bulunmaktadır.

     

    ODTÜ'de sizi protesto etmelerine bakıp medya ve Türk kamuoyu buradan tüm ODTÜ öğrencilerinin veya üniversite gençliğinin size karşı olduğu çıkarımına varmamalı. Çoğunluğu okulumuz öğrencisi olmayan vatanına, halkına ve değerlerine yabancılaşmış ve yeri geldiğinde şiddet uygulamaktan kaçınmayan bu azınlık hiçbir şekilde ODTÜ'yü ve üniversite gençliğini temsil etmemektedir.

     

    Hatırlıyorum bir haziran akşamıydı. Bir balkondan kalabalığa şöyle sesleniyordunuz:

     

    "bugün İstanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır; İzmir kadar Beyrut kazanmıştır; Ankara kadar Şam kazanmıştır; Diyarbakır kadar Ramallah, Nablus, Cenin, Batı Şeria, Kudüs ve Gazze kazanmıştır."

     

    O akşam bu cümle zihnimde devam etmişti: Kudüs ve Gazze kadar ODTÜ kazanmıştır. ODTÜ'de başka bir düşünceye karşı şiddet göstermekten kaçınmayan bozguncuların zulmüne maruz kalanlar kazanmıştır. Bu mektubum aynı zamanda bu temennimin gerçekleşmesi ümidiyle size ve Tük kamuoyuna bir yardım çağrısıdır. Abartmıyorum, okulumuzda fikir hürriyetini bırakın can güvenliğimiz bile yok. Okuldaki bu öğrenciler ve örgütler için gerekenler derhal yapılmalı. Buradan tüm velilere sesleniyorum. Lütfen bize sahip çıkın ve okul yönetimine baskı kurun. Bu öğrencilere bir dur deyin. Başbakana gösterilen tepkiye bakıp çocuklarınızın başına neler geldiğini veya gelebileceğini bir düşünün.

     

    Gidemediğin yer senin değildir, diyorlar. Birileri kendilerini ODTÜ'nün sahipleri ilan etmiş, buraya istemediğimiz kimseyi sokmayız diyorlar. Bu mektubu yazdığım bugün okulumuzun en büyük amfisi olan 450 kişi kapasiteli U3 amfisini işgal etmişler ve ders işlettirmiyorlar. Bu, bir günde binlerce öğrencinin derslerinden olması demek ve bunu sadece bir günlüğüne yapmıyorlar. Gidemediğimiz yer bizim değilse, o zaman okulumuz da sınıflar da bize değil, sadece belli gruplara mı aittir? Görevi ODTÜ'de eğitim ve öğretimin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlamak olan okul yönetimi maalesef bu konuda herhangi bir şey yapmamaktadır.

     

    Ahmet Kutsi Tecer'in ilkokulda öğrendiğimiz bir şiirinden biliyorum ki:

     

    Orda bir köy var, uzakta

     

    O köy bizim köyümüzdür.

     

    Gezmesek de, tozmasak da

     

    O köy bizim köyümüzdür.

     

    O amfiye giremesem de, okulda kendimi, milli ve dini değerlerimi özgür bir biçimde ifade etmem yasaklanmış olsa da, o amfi de ODTÜ de tüm öğrencilerine, bu ülkenin tüm vatandaşlarına aittir. Her ne kadar biz kendi üniversitemizde rahatça gezip tozamıyorsak, bir araya gelemiyorsak, dersimizin, sınavımızın olduğu sınıflara giremiyorsak bile.

     

    Mektubumu bitirirken, saygı ve selamlarımı sunuyorum.

     

    İmza: Öz vatanında garip öz vatanında parya ODTÜ'lü bir öğrenci.

     

    http://www.habervaktim.com/haber/279719/odtulu-ogrenciden-erdogani-duygulandiran-mektup.html


  19. Medreseyi, ruhu sımsıkı muhafaza ederek ıslah etmek gerekti. Ayniyle, yeniçeri oçağında olduğu gibi... Bizse onları yıkmak ve yerine ne koyacağımızı şaşırmakla kaldık.(S-100)

     

    -Geç!!... Ben seni tutuklayan rejim ölçüsüne seni kafandaki rejim derecisnde inanmadığım için ziyaretine geldim. Seni mazlum gördüğüm için değil, asıl seni tutuklayan zihniyeti zalim bulduğum için...(S-106)

    • Like 1

  20. ODTÜde olanlar neyi anlatıyor? Birkaç yüz öğrenci, iktidarı protesto etmiş ve polisin aşırı müdahalesi ile iktidar, ortalığı kasıp kavuruyor mu? (Polisin aşırı güç kullanması, iktidarı oyuna getirmenin bir vasıtasıdır...)

     

    Bilhassa devam eden darbe ve darbe teşebbüsü davalarının anlattığını asla unutmayalım. Bu ülkede vesayetten demokrasiye geçiş için tarihî bir mücadele veriliyor. Zorda kalan vesayet direniyor. AK Partiyi kapatmaya bile teşebbüs edenler şu an sadece kısmî bir zaaf yaşıyorlar. Ellerinde kaos zemini hazırlama ve iktidarı zaafa uğratma adına sadece iki silah kaldı: PKK terörü ve üniversite olayları Çünkü halk tedirgin olmadan, huzur ve güveni sağlamada iktidar başarısız algısı yayılmadan, vesayet inisiyatif alamaz Onun için ODTÜde olup bitenler asla öğrenci protestosu değildir. Profesyonelce tezgâhlanmış tertiptir. Çünkü şiddet ve teröre başvurmak, öğrenci eylemi değildir. Masum öğrenci protestosu değildir. Nitekim dün ODTÜyü ateşe veren 300 kişiyi yönlendirenler belirlendi. Bu kişilerin marjinal sol terör örgütleri DHKP-C, MLKP, DSİH ve Dev-Yolun gençlik yapılanmaları içinde yer aldıkları tespit edildi.

     

    Kaldı ki 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 öncesinde, darbecilerin bu milletin gençliğini, masum isteklerin ardına takarak, darbe zemini hazırlama adına nasıl kullandığını artık biliyoruz. O günün vicdan sahibi gençleri de bugün, gençliğin geçmişte kamplara ayrılarak nasıl insafsızca kanlı bir oyunun malzemesi yapıldığını itiraf ediyor. Lütfen durun ve düşünün: İki darbe öncesinde bu ülkede toplam tam beş bin üniversite öğrencisi öldürüldü. 12 Eylül öncesinde aynı tabanca ile sabahtan devrimci bir genç, öğleden sonra ülkücü bir genç katledildi. Gençlik üzerinde oynanan kanlı darbe senaryoları, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik-dindar çatışmaları için de sahneye kondu. Metin Toker, solda-sağda vuruşanlar diye meseleyi saptıranların içindeydi. Hâlbuki vuruşanlar yok, vuruşturanlar vardı.

     

    İşte bizim kuşak, 68 kuşağı denilip solun bir kısmının hâlâ sahiplendiği kuşak, aslında bir yalan efsanesi Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda hepimiz halkın gariban çocuklarıydık. İdeolojik bir kamplaşmanın arkasından birbirimize düşman hale getirildik. Ne içindi? Ne elde ettik? Sadece darbecilerin ekmeğine yağ sürdük.

     

    Solcular halk devrimi yapacaktı ama halk destekleri yoktu. Silahlı kuvvetlerin içindeki cuntacılarla iş tuttular. Kimi asıldı, kimi işkencelerde can verdi, kimi yıllarca mağdur edildi. Sağcılar devletin polisi, jandarması, emniyet kuvvetleri var demedi, yaklaşan komünist darbeyi önlemek için vatan kurtarmaya koştu. Solcu gençlerin yaşadıkları acıları, işkenceleri, mağduriyetleri onlar da yaşadı.

     

    Bir gün bu ülkede kozmik belgeler elde edilince, istisnasız solda ve sağda gençlik derneği, birliği gibi görünen bütün kuruluşların içindeki cunta elemanları öğrenilecektir. On binlerce idealist gencin, her darbe öncesinde, tepede toplasanız yüz kişiyi geçmeyen liderler tarafından yönlendirildiğini herkes görecektir.

     

    Lütfen artık şiddeti ve terörü, iktidar oyununda, üniversite öğrencilerinin idealist duruşuna kimse yıkmaya kalkmasın. Darbecilerin tetikçilerine, siyasi hesap adına kimse öğrenci muamelesi yapmasın. Oyun, sadece AK Partiyi bitirme planının devam ettiğini anlatmıyor. AK Parti yönetiminin unutmaması gereken şudur: Yalnız kalırsanız, pusuda bekleyenlerin işini kolaylaştırırsınız...

     

    http://www.zaman.com.tr/odtu-bitirme-plani-bitmedi-/2033062.html


  21. İlk başta bu projede çalışan bütün ekibi canı gönülden kutlamak istiyorum izninizle!!

    Ama, birşey de hatırlatmak zorundayım, Üstad'ın tabiriyle "makineyi yapan makine" yap(a)madıkça, istediğimiz kadar, montajlama sanayiyi geliştirelim, sonunda gene adamlara mahkumuz.

    Tabiki yanlış anlamayın, bu olayı küçümsemiyorum.

    Bilmiyorum farkında mıydınız?

    Geçenlerde sözde yerli yapım olarak piyasaya sunulan, Ankaların uçus kontrol bilgisayarı İsrail malı çıktı, diye haberler geçmişti.

    Biz kabul edelim veya etmeyelim şuanda ince teknolojik cihazlar yap(a)mıyoruz.

    İsrail ile kriz çıktığı zaman, haberlere şöyle bir cümle geçti,

    Bunu sürekli kahvelerde veya sokakta konuşurduk, fakat doğruluğu hiçbir zaman teyit edilemezdi.

    Fakat, bu kriz vesilesiyle bizim uçakların hiçbir zaman, Amerika ve İsrail'e kitlenemediğini öğrendik.

    İçindeki yazılımdan dolayı, Allah göstermesin yarın birgün savaş çıktığı zaman, dost ülke statüsünde görünecek ve onlara ateş edemiyecekmişiz.

    Sözde dünyanın en güçlü ordularından birine sahibiz değil mi??/

    Acı ama, gerçekler bunlardır.


  22. Konuyla alakası olduğu için paylaşma gereği duyuyorum.

    Bugünkü Zaman Gazetesi yazarlarında olan, İbrahim Öztürk, konuya değinmiş

     

    Komik üniversite, hokkabaz profesör

    Yazının başlığı merhum Necip Fazıla ait! Döneminin bilim camiasını fikirsiz, esersiz, çilesiz ve idraksiz bulduğundan Gençliğe Hitabesinde bu yakıştırmayı tercih etmiş.

    Peki bu konu nereden çıktı? Anlatayım. Türkiye bu hafta büyük bir başarının altına imza attı. Uzaya kendi uydusunu fırlattı. Türkiye bu uyduyu yüzde 80 oranında bir yerli katkı ile başardı. Yani yerli mühendislerinin alın teri, emeği, bilgisi ve teknolojisi ile. Senden bir numara olmaz yaveleriyle büyütüldüğümüz ülkemizin bu tür başarılara hava, su kadar ihtiyacı var. Göktürk-2 gözetleme uydusunu TÜBİTAK ve TUSAŞ yapıp başardı. Arkasında da Başbakanın iradesi var.

     

    Biz bu ülkede bir darbe ortamının bütün bileşenlerini yerine oturtup beyin yıkamak için, işin sözde bilimsel ayağında Ergenekon iradesinin tertip ettiği Erke Dönengeci salaklıklarını da gördük. Yakıtsız çalışan makine üretildi, enerjiye, petrole son! Benzer bir palavrayı da topladığı paraları cebe indirip ortalıktan tüyen Jet Fadılın araba şovu ile yaşamıştık.

    http://zaman.com.tr/komik-universite-hokkabaz-profesor/2032180.html

    • Like 1

  23. müslümanlar olarak her cepheden saldırı altındayız. günümüz de ise 30-40 sene önce müslümanların tepkiyle karşılayacağı şeyleri yapar olduğunu görmek bunun en bariz örneği. 29 ekimde sanayide esnaf camına bayrak asıyorsa rafa kalkmış olan çoğu değerimizin artık raflardan da kaldırıldığının işaretidir. ortada biz varız ama kemmiyet hesabıyla, ya keyfiyette kaç kişiyiz?

     

    Evet kardeşim haklısın.Dün akşam tesadüfen Ulusal Kanal'a denk geldim.Her zamanki gibi, kendilerinden olmayanlardan başka herkese atıp tutuyorlardı.İlginçtir ki, Astegmen Kubilay'ın öldürülmesinin yıldönümüymüş.Tabiki adamlar bunu kaçırır mı? Ama bu sene gördüğüm kadarıyla geçen senelere göre, daha fazla katılım olması için ellerinden geleni sergilemişler.Neyse adamların dediğine göre, onbinlerce kişi bu organizasyona katılmış.Fazla uzatmadan asıl konuya gelecek olursak, mitingde mitinge katılanlara günün anlam ve önemi ile ilgili neler söylemek istediğini soruyor sipiker, dikkatimi çeken aralarında yaşlı, başörtülü teyzelerin ve hanımların da olmasıdır.Cumhuriyet mitinglerinde de, başörtülülerden vardı, ilginçtir, senin dediğin 29 Ekim'de dindar muhafazakar kesimin, kraldan daha çok kralcı olması, insanı asıl kahreden de bu oluyor.Bence bu halk, laik kesimden daha çok laikliği ve rejimin değerlerini kanıksamış da, biz farkında değiliz.Çevremize baktığımız zaman, bunu net bir şekilde görürüz.

    • Like 1
×
×
  • Create New...