Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1. "Ben ne gibi bir cezaya mı müstahakım? Ömrüm boyunca dilimi tutmadığım için?İnsanların çoğunun değer verdiği şeylere aldırmadığım paraya, mala, hatipliğe ve memlekette durmadan ortaya çıkan türlü türlü rütbelere, entrikalara ve fırkalara bağlanmadığım için?.. Bu gibi faaliyetler altında yaşamayı kendime yakıştırmadığım, kendimi böyle bir hayat sürmeyecek kadar şerefli saydığım için... Kendimi böyle şeylere verecek olursam ne kendime, ne de size bir faydam olur diye onların hepsinden uzak kaldığım için?..faydalı şeyleri her vatandaşa öğretmeye kendimi vakvettiğim için.. Bütün bunlar için ben ne gibi bir cezaya mı müstahakım?.."


  2. Dinsizliğimden Kim Mesuldür?

     

    Ben 21 yaşındayım,şimdiye kadar hiçbir şeyi düşünmeden yaşamışım.Fakat şimdi beni düşündüren meselelerle karşılaşıyorum.Bu meseleleri mektebin bana öğrettikleri ile çözemiyorum.Bunların başı:Bu alemden başka ikinci bir alem var mıdır?Hayat yalnız bu yeryüzündeki midir?Yani öldükten sonra nereye gideceğiz,ne olacağız?İşte bunlara cevap bulamıyorum.Zira ben dinsiz olarak büyütülmüşüm.Beni yetiştiren ailem de bana dini bir terbiye verememiş.Zira onlarda laikliği bazı partili efendilerin anladığı ve tevil ettiği şekilde kavrayamadıklarından bunu dinsizlik addetmişler ve devletin dinsizliğe taraftar olduğunnu zannederek,polisin kapılarını çalmasından çekinmişler.(merkezden uzak yerlerde bu yolda haksız takibattan pek çok misaller getirebilirim.)Böylece ben,aciz bir surette her türlü manevi bağlardan azade,tıpkı su akıntısına kapılmış köksüz bir nebat gibi oradan oraya sürükleniyorum.Bugün şuna,yarın buna inanıyorum.İnancımı bağlayacak sağlam bir nokta bulamıyorum.Şimdi,bütün bunlardan kimi mes'ul tutayım?Ailemi mi?Hayır.Çünkü ailem cahildir,nasıl hareket edeceğini bilecek vaziyette olmadığı gibi hareket tarzını tayin edebilecek birinin bulmaya da muktedir değildir.

     

    Şu halde benim sahipsiz ve öksüz ruhumun ilk gıdalarını verememekten onları mes'ul tutamam.Bu mes'ul olsa olsa cemiyetin bu yolda çalışacak uzuvları,dolayısıyla devlettir.

     

    Ben cemiyetin kurbanıyım;yalnız kendimi kastedmiyorum.Benim gibi binlerce genç dinsizdir.İnandığı manevi kudret yoktur.Niçin okullarda bize dini terbiye verilmedi?Din kelimesinden bahsedince sanki küfür ediyormuşuz gibi ayıplanıyoruz.Nedir bu hal?600 senelik imparator aynı dini kabul ettiği halde nasıl yaşadı ve yükseldi?...

     

    23 mayıs 1946 BD


  3. DEVE-CÜCE-PİRE-DEV

     

    Bir deve gördüm.Hörgücünde şöyle bir yazı vardı: "Şiirde mânâsızlık meselesi''...

    Sordum: Ne bu yahu?

    Dediler:

    _Bu hakikatte bir piredir;yedirdiler içirdiler deve oldu! Bir pire gördüm.Konduğu yatak çarşafında şöyle bir yazı vardı:

    "Münekkidi olmayan Türk edebiyatı meselesi.."

    Sordum:Ne bu yahu?

    Dediler:

    _Bu hakikatte bir devedir;yedirmediler,içirmediler,pire oldu!

     

    Bütün develerimiz pire,bütün pirelerimiz deve oluyor...Fani siyaset tekerlemesi deve,ebedi cemiyet davası pire...Dallarda kötülük hikayesi deve,köklerde ahlak telakkisi pire..Salonda madde ve inkar kahkahası deve,tavan arasında ruh ve iman hıçkırığı pire..

     

    Lâf deve,akıl pire ...Dedikodu deve,sohbet pire...Münakaşa deve,hakikat pire...Gözbağcılık deve,ilim pire...Açıkgözlülük deve,liyakat pire...Hezeyan deve,san'at pire...

     

    İşte size develerin devesi:

    _"Allah ömürler versin efendim!.." Ve işte size pirelerin piresi: _"Allah akıllar versin efendim!.."

     

    Haydi gözlerini yum;ve dümdüz bir satıh üzerinde makasvari iki yol tasarla!

    Yolların birinden develer,öbüründen pireler geçsin!

     

    Ne görüyorsun? Develeri cüceler,pireleri develer güdüyor değil mi?

     

    İşte manzaramız!..

     

    8 Şubat 1946 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

    Necip Fazıl Kısakürek

    • Like 3

  4. BİR HÜKÜMET İSTİYORUZ!!!

     

    Hareketsizliğin,işsizliğin,ruhi memuriyetsizliğin,içtimai mesuliyetsizliğin ve her türlü pislik ve kötülüğün tarihi ve ananevi kaynağı olan kehvehaneleri,Şark hududundan Garp sınırlarına kadar kapatacak bir hükümet istiyoruz.

    İçkiyi tam ve mutlak şekilde yasak edecek bir hükümet istiyoruz ! Devlet geliri bakımından , gerekirse dışarıya ihraç edecek,fakat bizi onun tek damlasını kullanmayan bir cemiyet haline getirecek,yani icabında meyhaneciliği sarhoşluğa tercih edecek bir hükümet istiyoruz !

    Kumarı,bütün alet,edevat ve mekanıyla tahrip edecek bir hükümet istiyoruz !

    İzdivaç borcunu, en genç ve belli başlı bir çağda,askerlik mükellifiyetinden farksız tutacak ve ancak tahsil çağındaki gençleri ve özürlüleri tecilli sayacak bir hükümet istiyoruz !

    Fuhşu, bütün kibar ve süfli şekilleri içinde dibinden kazıyacak bir hükümet istiyoruz !

    Beyaz perdeye,baldır ve bacak mecmuacılığına,şehvet,cinayet,casusluk kitapçılığına kadar,şahsiyetsizlik,fikirsizlik ve hayvanlık temayülünün bütün tesir kutuplarını tuzla buz edecek bir hükümet istiyoruz !

    Halk arasında,göz göre göre köşe başlarında işeyenlerden,yere tükürenlerden,kusanlardan,elaleme sarkıntılık edenlerden,dilenenlerden;örnek kılıklar ve ifadeler altında yapmadığı kepazelik bırakmayanlara kadar,sokağı ve hayatı murakebe edeci bedii ve ahlaki zabıta müeyyidesini kuracak bir hükümet istiyoruz !

    Komünizma işportasının modası geçmiş reçeteciliğiyle,uyuzlaşan ırkçılık kaplanının oltacı Türkçülüğü tarzında,kolay,ucuz,açıkgöz ve kalpazan ideolocya oyunlarına bütün tecelli zeminlerini paydos edecek bir hükümet istiyoruz !

    Ve sonra , Devletimizin tarihte bütün kuvvet ve zaaf sebeplerini yani baştan tetkik ve tefahhus edecek ; ve ister ileriye , ister geriye,yani daima ileriye doğru sadece hak ve hakikate bağlanacak ve ”Kendimi kendimde keşfettim ! ” diyebilecek bir hükümet istiyoruz !…

    İş ve fikir budur ! Gerisi yalnız oyun ve teselli !..

     

    12 Temmuz 1946 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

    Necip Fazıl Kısakürek

    • Like 4

  5. Diyanet işleri başkan yardımcısının bundan 3-4 ay öncesinde bu konuyla alakalı bir makalesini okumuştum.Gerçi bizim haber kanalları bu konuyu çok ilginç bulmuş olacak ki ana sayfalarındaki başlık tartışmaya değer bir konu olmuştu.''Diyanet'ten ilginç bir öneri'' buyurun okuyun bakalım ilginç olan ne imiş...

     

     

    Diyanet İşleri Başkan Yard. Kamil Yılmaz'dan hapşırana 'Çok yaşa' yerine ilginç öneri...

     

    spacer.gif

    Yılmaz, Diyanet Aylık Dergisi'nin Nisan sayısında yayımlanan 'Kardeşlik: Üzüntü ve sevinci paylaşmaktır' başlıklı makalesinde, aksırma durumunda insanın canının adeta iade edildiğini bunun karşılığında 'Allah sana rahmet etsin' denebileceğini söyledi.

    Yılmaz makalesinde şöyle dedi:

    "Aksırmak bazen sıhhatli olmanın alameti, bazen de hastalığın habercisidir. Allah Teala’nın verdiği bütün nimetler gibi sıhhat alameti olan aksırma için de şükredilmesi gerekir. Aksırma sırasında insana canı âdeta iade edilir. İnsanın aksıran bir mümin kardeşine "Allah sana rahmet etsin" demesi aslında onun farkında olduğunun beyanı ve bir ilgi ifadesidir".

    Yılmaz, yalnızlaşan günümüz insanının bugün, bu ilgiye eskisinden daha çok ihtiyaç duyduğuna, insanın kardeşinin farkında olması, derdini hissetmesi ve çareler aramasının bir sorumluluk olduğuna da dikkat çekti.


  6. Kitap Adı: Necip Fazıl'ın Şiirinde Ölüm Senfonisi

    Yazar: Ekrem Sağıroğlu

    Yayın evi: Esra Yayınları

     

     

     

    getimagev3o.jpg

     

     

    *******************

    Kitap Adı: Necip Fazıl Armağanı

    Yazar: Mustafa Miyasoğlu

     

     

    konakyayinlarimustafami.jpg

     

    Sosyal, siyasal ve estetik görüşleriyle bütün Türkiye'ye malolan eserleriyle Necip Fazıl'ın, imanlı, kültürlü ve şahsiyetli nesillerin yetişmesinde büyük bir yeri vardır. Yaşadığı dönemde çok etkili olmuştur.

    Tarihî kimliğimizden yola çıkan kültür ve sanat eserlerine ihtiyaç duyulduğu bir dönemde, Necip Fazıl gibi bir zevk, seviye, incelik ve iman şuuru ortaya koymuş ve şahsiyetimize ait her türlü değeri temsil etmiş bir şair ve mütefekkiri iyi anlamak zorundayız. Böyle bir gayreti göze almayan insanın, ne bu toplumda, ne de başka bir ülkede itibar göreceğini, kayda değer bir eser ortaya koyabileceğini sanmıyoruz

     

    *******************

    Kitap Adı: Necip Milletin Fazıl Şairi

    Yazar: Murat Kaya

    Yayın evi:Gonca Yayınları

     

     

    goncayayinlarimuratkaya.jpg

     

    On iki yaşımda iken hastanede annemi ziyarete gitmiştim. Annem bana, yanında yatan veremli bir kızın şiirlerini gösterdi ve,

    -Senin şair olmanı ne kadar isterdim, dedi.

    Ben o anda hastane odasının penceresinden savrulan kara ve uluyan rüzgâra bakarak içimden kararımı verdim: Şair olacağım!


  7. Kitap Adı: Aynı Göğün Uzak Yıldızları

    Yazar: Sıddık Akbayır

    Yayın evi:Asur Yayınları

     

     

     

     

    aynigogunuzakyildizlar1.jpg

     

    Efsanenin yalnızlığı' , neden büyük şairlere özgü ortak kader olur ?

    Neden , Nâzım Hikmet'in ve Necip Fazıl'ın hayatları , şiilerinin önüne geçer ; neden , serüvenlerinde 'tek' ve 'yalnız' kalırlar ?

    Türk Düşünce hayatına yön veren , iki köklü ve farklı akım olan Marksizme ve İslâmi düşünceye bağlanışları bu iki büyük şairimizi bir yanda 'bayrak'laştırırken , öte yanda neden , 'doğru anlaşılamamak' gibi bir kaderde buluşturur ?

     

     

    ************

     

     

    Kitap Adı: Ordusunu Arayan Kumandan

    Yazar: Lütfü Şahsuvaroğlu

     

     

    158355.th.jpg

     

     

     

     

    Necip Fazıl Kısakürek, yani üstad yani "Büyük Doğu" kurucusu, müşiri, başyazarı yani "Büyük Doğu" cemiyeti töre ağası yani "Büyük Doğu" ordusunun kumandanı; Cumhuriyetle yaşıt olan sanat, fikir ve cemiyet hayatında çıkardığı dergiler, kurduğu cemiyetler ve etkilediği siyasetler göz önüne alındığında Türk düşünce tarihi, Türk siyaset tarihi, Türk edebiyat tarihi içinde vazgeçilmez bir konuma sahiptir. Onun 1976-1983 tarihleri arasındaki hayatında ben de vardım. "Büyük Doğu"nun son dönemecinde ve "Rapor"ların tamamında... Onunla Türk gençliğini bütünleştirecek, özellikle ülkücüler ve akıncılar mahfillerini "Büyük Doğu" yani tarihî olan hakiki büyük birliğe kalbedecektik. "Ordusunu Arayan Kumandan" olarak Necip Fazıl sanatkâr deruniliği ile siyaset yaratan kurmaylığını buluşturup Türk'ün ruh köküne dayanan yeni bir inkılap peşindeydi. Fakat ya orduları onu anlamadı yahut o, ordulara kumanda edemedi...


  8. Şeytan!!!

    Sen insanı bir doğruluğa teşvik etsende daha büyük iğriliklere sürmek içindir.Sen o dolandırıcısın ki ,bin liralık bir vurgun kaldırmak için bir liralık borcunu iade edersin....

     

    Şeytan!!!

    Sen bana hiçbir şey vermezsin ! Ben Allah'ı tokluğumun değil,açlığımın şiddetinden buldum.Senin kalayladığın her kabın altında hiçlik var,hiçlik,kemiyet,köpük,sayı,cila,hudut...Ben sonsuzu istiyorum! Ben doymuyorum!...Açım!...Onun için mahrumum...Mahrum olduğum için malikim...Ben ölmemek istiyorum!...Devletim,tek şarkının ,ahengin,mısranın içinde...Sen bana istediğimi veremezsin!...Sen kuvvetin değil,acizin sultanısın...Sen Allah'ın oyuncağısın...Bana,zamanın şeridini kusan motor lazım,oyuncak değil.....

    • Like 1

  9. Her okuduğumda ve izlediğim de beni dehşete düşüren bir piyes...Her okuduğumda farklı anlamlar ve manalar gördüğüm kitap....Şair'in kurtulma çabaları , can alıcı sorular ve kurtuluş...

     

    Mekanın vehmi...

    Niçin on metre ilerideki adam,baş parmağın kadar küçüktür? Onu küçülten mesafeler midir,senin örümcek kafandaki nisbet hastalığı mı?Halbuki herkes ve herşey ,kendi mekanında ,kendisine nazaran,hiç kimsenin aslını bilmediği bir hakikat ölçüsü içinde...


  10. Benim Efendim!

     

    Çocukluğumda ve ilk gençliğimde,masal gibi bir rüya ikliminden topladığım karanlık ve karışık haberlerin,apaydınlık ve dümdüz gerçeğini bana sen verdin...

    Şimdi bırakacak mısın beni,bir solucan gibi toprak üstünde sürünmeye ...

    Bilip de cahil,anlayıp da unutkan,görüp de kör ,duyup da hissiz kalmanın felaketine düşmeyeyim..!

    ******

     

    Sabah namazlarına kalkamamanın.yığılıp kalmanın,sızıp silinmenin acısiyle döğündüğüm bir gece,güneşim doğmasına tam 23 dakika kala,sol elime ,tak,tak,tak,üç kere vurup beni dehşetler içinde yerimden fırlatan ve içinde tek telkin ve nefsimi aldatma hissi bulunması imkansız bu harika karşısında aklımı çatlatan sen değil miydin?

     

    Bu tecelli karşısında büsbütün köpekleşmiş,son nefesime kadar Kapı'nın köpek kulubesinde ve o köpeğe mahsus liyakat şartları içinde kalacağıma söz veren benim!!!!


  11. Üstad'ın son şiiri "Zehir" Türk Edebiyatını geçtiğimiz sayısında yayınlanmıştı. Ya son yazısı?..

     

    Onu büyük oğlu Mehmed Kısakürek'e sorduk:

     

    -Doğrusu, bundan böyle, O'nun kaleminden çıkma, bilinmeyen her şiiri, her yazıyı, her ifadeyi, "Onunla 40 yıl"ın hatıra damlalarıyla oluşan deryaya sallandırıp gömmek niyetinde değiliz, dedi ve ne bir fazla ne bir eksik elimizden geldiğinde noktasına virgülüne dek neşretmek azmindeyiz. Neşretmek borcundayız. Hatta yarım kalan olsa dahi.. Son satırına, son kelimesine son harfine kadar..

    Ve sualimize geldi:

    -O, ne yayınlanmak üzere yazılan bir makale, ne bir fıkra, ne de herhangi bir eser çalışması, muhatabına dahi ulaşamayan kısa bir hitabeden ibaret...

     

    Yüzünde henüz birkaç haftalık taptaze hatırlanan acılığı vesilesiyle birlikte anlatmaya başladı:

    Tarih 21 Mayıs Cumartesi. Ah, o gün!.. O gün, O'nun sağlığı çok yerinde olmasına rağmen aylardır süregelen ve gitgide müzminleşen hücre hayatında masasından, aylardır çakıla kaldığı iskemlesinden bir an koparabilmek. O'na bir "Boğaz havası" koklatabilmek için ne mükemmel fırsat... Boğazda Abdullah Lokantasında, basında 50. yılını doldurmuşların şilt töreni.

    Gider mi gider...

    Önce annem davranıyor:

    Gidecek misiniz?

    -Hayır, diyor; namıma Mehmed gider...

    Ve annem, bilerek veya bilmeyerek, zaman zaman dengeleyici ve moral aşılayıcı bir unsur halindeki mahut tavrını takınıyor:

    -Yazık... 100 yaşını geçmiş bir adam dahi ortada boy gösterirken... Sizin bu halde olmanız çok yazık.. Ve adamlara ayıp... Üstelik hiçbir sıhhi mazeretiniz yokken...

    Karışıyorum:

    -Çok iyi olur. Ben yanınızdayım ve sizi götürmeye hazırım... Gerekirse Ömer veya Osman da gelir.

    -Kes diyor; gerekirse sen yalnız gidersin!..

    -Pek yalnız gitmek istemiyorum. Benim yalnız gitmem abes olmaz mı?

    -Olmaz!Temsilcim olarak gidersin! Ve yazılı bir noktayı götürür, gerekirse okursun!...

    -Değer mi?

    Diyorum.

    Ve o, bütün gayemizin bir arabaya binip inecek kadar kısa da olsa, O'na bir nebze soluk aldırmaktan ibaret olduğunu anlıyor ve gideceksin gibilerden bir emre lüzum görmüyor.

    Ve bizim kendisi için düşündüğümüzü, O bana tavsiye ediyor:

    -Acaba karın bir Boğaz havasına ne der?.. Sor bakalım.

    isterse beraber gidin..

    Vakit öğleden sonra... Üst kattan haber:

    -Mehmed kalem kâğıt alıp gelsin!..

    Kalem kâğıt alıp çıkıyorum.

    -Otur ve yaz, diyor; yazacaklarını telefonda alâkalı birine not ettireceksin! O da, orada okur.

    Oturuyorum. Hiç bir nota bakmadan içinden geldiğince, O söylüyor, ben yazıyorum.

    Önce birkaç satırdan ibaret sanıyorum. Bir de bakıyorum ki sahife bitivermiş, içimden emeğinin lüzumsuzluğu geçiriyorum budalaca... Çünkü böylesine uzunca bir mesajı telefonda toplantının bir ilgilisine not ettirebilme imkânını görmüyorum. Ve onun muhtevasından ötürü, bir devlet teşekkülünün toplantısında alenen okunabilmesi şansını...

    Bir sigara yakmasından faydalanıp, içimden geçenleri naklediyorum.

    O güne 21 Mayıs Cumartesi gününe dek, yazdırıp da neşretmediği onca yazısı için, şu lafı hiç kullanmamış olan babam, sigarasından derin bir nefes çekip bana ne diyor biliyor musunuz. Aynen ne?...

    -Sen bitirmene bak... bir hatıra olarak kalır!..

    Bitiriyorum.

     

    Ve, tam 79 saat sonra, bir daha asla ele geçiremiyeceğim ve daima hasretiyle yanacağım "O'NUN SÖYLEDİĞİ, BENİM YAZDIĞIM DAKİKALAR"la birlikte bir hatıra olarak alıyoruz.

    İşte muhterem yarım asırlıklar,

    Rahatsızım. Gelemiyorum. Zaten 50 yılı çoktan dolduran meslek hayatımın nasıl geçtiği sorulsa "devamlı ve aralıksız bir manevi rahatsızlıktan ibaret" diyebilirim.

    Bizim şu son kalan yarım asırlıklar kadromuz içinde en belirli farika, sonrakilerden yeni harfler duvariyle sınırlı olmamızdır. Yeni harfler üzerinden herhangi bir akademik ve politik fikir belirtmeksizin hüküm vereyim ki, bu hareket ana-baba mahsulü yerine tüp-çocuk yetiştirmekten farksız olmuş göbekten aşağı cihazları işleyen ve yukarısı gittikçe dumura uğrayan nesiller peydahlanmıştır.

    Bugün basın hayatımızda, dünkü çıkartma kalemlere nisbetle, ne bir fıkracı ne bir ideolog, ne bir sanatkâr ne de kitaplık çapta eser verici bir kale kalmıştır.

    Tanzimattan beri gelen ters rotalar ruh ve fikir hayatımızı devamlı bir felce uğrattıktan sonra, nihayet 1983 senesinde yarımşar asırlık son bakiyeyi meydana koyuyor ve işte bu toplantı davanın en mahrem kesimini gösteriyor.

    Bir eczanede, her biri 50 gramlık bambaşka ilaçlar taşıyan şişeler arasında biricik vahdet noktası asıl sadece 50 gramlık kemmiyet ölçüsünden ibaret kalıyorsa, bizim de bir araya gelmek için böyle bir davet bekleyene ayrılık ve aykırılıklarımız büsbütün ortaya çıkıyor ve son bakiyenin son haleti nazara çarpıyor.

    Size uzun ömürler dilemekten ve ancak ruh adaleleri genç ihtiyarlara mahsus bir hüzün sahibi olmanızı tavsiye ve bu toplantıyı tertipleyenleri vesile oldukları ibret manzarası bakımından tebrik etmekten başka söylenecek bir şey yoktur.

    Mehmet KISAKÜREK ( Oğlu )


  12. Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

     

    Bahsettiğiniz şiir Çile:Tam otuz yıl şiiri sf:40

     

     

    Arkadaşlar bu O ve Ben adlı şiir kitabının içinde mi yoksa Üstad'ın başka bir kitabında mı ?

     

    Efendim öncelikle O ve Ben Üstad'ın şiir kitabı değil otobiyografi kitabı...

     

     

    ''Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel,

    Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel."

     

    Çile:Allah dostu başlıklı şiiri sf:81

     

    “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

    “Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”

     

    Çile :Mürşid şiiri sf:82

    • Like 2

  13. Çok ince bir nokta..Önemli bir mevzu..İşte edep işte haya....

     

    HAS İSİM:

     

     

    Varlığın Tâcına dair, Zonguldak'ta yazdığım yazı şöyle başlıyor:

    -Yâ (M..........!)

    Noktalı yerde O'nun ismi, hâs ismi... Mukaddes hâs isim... Yâni mukaddes isme, nida siygasiyle hitap ediyordum.

    - Onu çıkar oradan, buyurdular; Allah'ın Resulüne hâs ismiyle ve nida siygasiyle hitap olunmaz.

    - Niçin efendim?

    - Haya meselesi!.. Allah bile Kur'ânında, Sevgilisine, hâs ismiyle nida ederek hitap etmedi.

     

    Büyük sır karşısında yandım, kül oldum. Bizzat Allah'ın haya gösterdiği sır...

    - Kur'ânın hiç bir yerinde böyle bir hitap yok mu?

    Kısa ve sert:

    - Hiç bir yerinde!..

    Gerçekten "de ki" mânasına "gûl" kelimesiyle başlayan bir çok âyette, bu hitaptan sonra isim gelmediği, gözümün önünden geçiverdi. Buna karşılık, birçok tefsircinin "de ki yâ M......!" diye kullandıkları klişelerdeki kabalık içimi burkuttu.

     

    Allah Kur'ân'da hiç bir defa sevgilisine hâs ismiyle, nida edatıyle "Ya M....!" diye hitap etmedi. Bunu biliyor musunuz? Eritici bir edep ve hayâ tecellisi... Halbuki en eski çağlarda bile, derin aşk ve yüksek ilim devrine yakın tefsircilerden çoğu şu müstesna gaamızayı, inceliği görememiş, ham ve kaba kalmış ve bazı ayet başlarında "De ki ..." hitabından sonra "Ya M.....!" diye, O'nun hâs ismini kullanmak cü'retini göstermiştir."De ki..." emrinden sonra bizzat Allah'ın kullanmadığı ismi nasıl kullanırlar ve sırrı çiğnemiş olmaktan nasıl ürpermezler?.. Anlayın, Kur'ân tefsirine mahsus ehliyet ne demektir!

    • Like 1

  14. YALI VE İÇİNDEKİLER

     

    Anneannem beş vakit namazında ve her ân Allah ve Resulünün bahsinde yaşayan; ve günün 24 saatini ya ağlamak, ya düşünmek, ya dua etmekle geçiren mübarek kadın... Ayak parmağından saçına dek kar gibi beyaz tülbent kokan, kemik üzerine deri cilâsı çekilmiş denecek kadar zayıf, çocuklarına delice düşkün, tek başına oturduğu köşelerde bile saçı başı örtülü, yalnız Kur'an okumayı bilen ve Allah'ın kelâmından başka hiç bir yerde harflere nazar etmemiş olan bu örnek kadın benim için ne büyük mesele... Ama ne yapayım ki, bahsinin yeri bu kadar...

    Bir gün dalgın dalgın pencereden bakışını gördüğüm ümmi kadına sormuştum:

    — Anneanne ne düşünüyorsun? Cevap vermişti:

    — Allahı düşünüyorum! Ne düşüneceğim?

    Ciğerime kadar ürpermiş ve kendi kendime demiştim:

    — Keşke bizim ilmimiz, bunun ümmiliğinin ayak tozuna erişebilse...

    Paydos! Bu kadınların nesli kurutulmuştur!

     

    (Maalesef böyle bir nesli acı şekilde kurutmuşlar.Böyle bir nesilden daha haber alınamadı...Ne yazık bizlere)

×
×
  • Create New...