Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1. KOKU

     

    Seslerin çizgilerin renklerin hacim nisbetlerinin nefis sanatları var da ,kokuların acaba neden yok?

    Diyeceksiniz ki:

     

    -Kokuların da nefis sanatı var...Avrupa (parfümöri) lerinin kadın vücutlarına giydirdiği şekil şekil koku nefis sanat değil mi?

     

    Nefis mi bilemem ama bir nevi sanat !.Fakat ben bu kadarını hesaba katmıyorum.Kokuların sinir bayıltıcı tek cepheli tesirinden başka ,öbür güzel sanatlar gibi ,niçin bütün bir lügatçesi ve ifade kadrosu meydana getirilmemiştir...sualim bu noktada.!

     

    Öyle ya,yüzlerce insanı bir salonda toplayıp ,salona bir takım kokular yaymak suretiyle bütün bir ruh tahlili kurmak ve ve hayat hikayesi,dava hamlesi meydana getirmek mümkün mü? Koku denilen büyük ''mücerred''i müşahhaslar dünyasına çekebilecek ve ondan bir lisan süzecek (orkestral) terkip aletine malik miyiz?...Hayır

    Halbuki unsur unsur ,ne hususi kokular var dünyamızda !..Hele devrimizde,hele devrimizde!...Madde değil, mana kokuları !Geçenlerde rastladığım,vaktiyle lastik işinden milyonlar kazanmış bir karaborsacının ağzı,vücudunu kaplayan aşağılık lavanta dumanına rağmen zehirli kauçuk buharları kusuyordu.Akşamları moda caddesinde piyasaya çıkmaktan başka zevki olmayan şu (üniversite) li genç kız hala (Missüri) kokumuyor mu? Teliflerimizin kaçta kaçı Türkiye ve Anadolu kokar?

     

    Ve sen ey sefil gazete..! 1939 dan 1943 e kadar (Fon papen) insaçındaki ekşi (briyantin) kokuyordun! 1944 ve 1945 te İngiliz ve Amerikan ''Haberler bürosu'' nun (kokteyl) lerinden hususi bir koku süzmek istedin! Ve nihayet 1946 da kokuların kokusunu bulur gibi oldun!Çocuklara musiki dersi şeklinde talim edilen bir demokrasya havasının,ayak kokusundan müstekreh ve hakikatin ayağa düştüğünü ihtara memur bir hürriyet ! kokusu...

    Şimdi bu kokunun boğucu gaz kudretiyle,son günlerin imam ve ahlak mücahadecilerini ,irticai hortlatmak ve inkılabı baltalamakla suçlandırıyor ve bu halden yeni (rejim) ve hükümeti mesul saymaya kadar gidiyorsun!Kalemin,müdafa ettiğin inkılabın rakı kokmasına eş,fuhuş ve şenaat kokuyor!Kardan beyaz ve yağmur suyundan temiz Müslüman tülbendi kokan eski Türk evinden ,pencereleri açarak küfrün lağım kokularını ihraç etmek isteyenler ,sana, içinde mesut yaşadığın lağımda seni boğacaklarmış gibi bir korku telkin ediyor! Haklısın;zira lağımlara koku veren necaset (esans) ı bizzat sensin;sen içinden çıkarılmalısın ki,lağımlar (ma-i mukattar) a dönsün...

     

    Paygamberimiz,Alemlerin efendisi,güzel kokuları severdi.Bu da gösteriyor ki koku,iyi ve kötü herşeyin şahsiyet ifadesidir.Müslüman temizlik,güzellik,doğruluk kokar.Allah bizim üzerimizden melekleri mest edici bu kokuyu,sizin üzerinizden de,sıçanları bile gebertici o kokuyu kaldırmasın!Hesap günü birbirimizi kokularımızdan tanıyacağız ve ona göre hesaplaşacağız!

     

    22 aralık 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  2. Boş konuşuyoruz, boş!.. Bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon lâf, arayıp da bulamadığımız tek cümle için Arayıp da bulamadığımız, arayıp da bulur gibi olduğumuz, bulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız, elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz, tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için... O cümle nedir, o cümle?.. Ben o cümleyi bilmiyorum Fakat bütün mevcutlarla beraber, bütün cümlelerin, içinde eridiği ve yok olduğu tek bir kelime biliyorum. Her ân söyleyip de hiçbir ân hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek kelime: Allah

     

    --Gerisi boş, bomboş konuşmaktan, bir hastalıklı dırdırdan başka nedir ki?.. Keşke ben Allah kelimesinden başka, ağzından tek söz çıkmayan bir dilsiz olsaydım..


  3. Mazim çok eski sayılmasa da üç yıl olmuş n-f-k.com'la tanışmam.Maksat geçmişi yad etmek olduğundan eskileri hatılayıp mutlu olmak güzel.Site sakinleriyle tanışmam bir iftar günü oluyor.Taksim'de malum konakta verilen iftar yemeği.Gelenler bilirler çok güzel iftar günü olmuştu.Tabi o vakitler kimseyi tanımıyosun,nedir ne değildir bilmiyorsun.Zor şartlar altında da olsa gittiğim ve yeni kişilerle tanışma fırsatı bulduğum bir iftar programıydı.Üyelerin gerçektende sanalda görüldüğü gibi olmadığını ilk burda keşfetmiştim.(Aramızda kalsın yöneticileri de çok soğuk,uuuu buz gibi insanlar sandım ama benden duymuş olmayın öyle değiller.) :)

    Derken zaman biraz ilerledi ve Fatih'te yapılan Necip Fazıl sempozyumu ve ikinci buluşma.Çalışma koşullarım el vermese de bir şekilde izin alıp gittiğim bu program gerçekten şuana kadar yapılanların en iyisiydi diyebilirim.Neyse efendim sempozyum sonrası site hakkında görüşelim, yapılması gerekenleri paylaşalım diye kısa bir toplantı yaptık.Tabi o zamanlar benim nick'im leyl değil.Konuşma sırasında konu geldi gitti,geldi gitti benim nickime takıldı.İsmi lazım değil o kendisini biliyor sayın üyemiz ''bu nasıl bir nicktir,çok aradınız mı?bu ne ya''gibilerinden bir söz etti.Tabi aslında ben kırılmıştım ama söylemedim.Yeri gelmişken bunu da aradan çıkartayım dedim.Tabi ilk işim nicki değiştirmek oldu. :)

    Siteyle alakalı sıkıntılarım olduğunda yardımını esirgemeyen Kalemdar ve NFK-Fan 'a teşekkürlerimi belirtmeden geçemeyeceğim.

     


    Leyl hanımın varlığı beni mutlu kılıyor, paylaşımlarındaki azmini ve son zamanlarda yüzüne renk gelmesini yerinde buluyor ve yürekten kutluyorum..Çay sözüm var kendisine unutmuş değilim. Umarım kırmızı da olur, ne bu sulta sadece adminin rengi kırmızı proletaryanın böylesi


    Çay sözünü bende unutmuş değilim,beklemedeyim.Kırmızı olmak haddimize değil efendim onun için çok fırın ekmek yemem lazım. :)

    Velhasıl n-f-k.com ailesinin varlığı beni mutlu kılıyor...
    • Like 2

  4. BUNU İSTİYORUZ

     

    Aziz vatanı, aziz devleti, aziz anneyi, aziz hocayı, aziz kanunu, aziz bayrağı, aziz şunu, aziz bunu, izafî kıymetler borsasında ve (Spekülâsyon) cambazlarının elinden kurtaran bir heyecan…

    Marmaranın bütün suyunu kova kova Haymana çölüne taşıyacak; Memiş dayının nişastalık tek çuval buğdayını, milyonlarca tona muhtaç devlet (silo) suna cezbedecek bir heyecan…

    Yalancı şahidin, tesir altında hâkimin, kopyacı talebenin, rüşvet kumbarası memurun, cinnete hakikat mühürü basan âlimin, yüreğine inerek ölüşündeki sırra, (Morg) raporlarında asla madde tayin ettirmeyecek bir heyecan…

    Karaborsayı, meyhaneyi, kumarhaneyi, (genelev)i arsasız bırakacak; mektebi, kütüphaneyi, evi, sokağı dümdüz ve yepyeni bir torna tesviyesine tâbi tutacak bir heyecan…

    Kargaların bile kahkahalar attığı korkuluklardan aşağı vecizelerin, sahte yem borularının, yaldızlı kuvvet haplarının, kalpazan tesellilerinin, çakırcalı yasaklarının yüzüne tükürtecek; ve (doğru) dan, (güzel) den, (sonsuz) dan bir zerreciğe razı edecek bir heyecan…

    Hiç kimseyi, hiç bir bucakta tek başına bırakmayacak, herkesin peşine mukkaddes bir casus halinde gölgesini memur edecek bir heyecan…

    İnsan başını eşşek kafasından ayırt eden biricik kaygıyı, ebediyet kaygısını besleyecek bir heyecan…

    Mezardan ötesinin hesabını verecek bir heyecan…

     

    Ölmezliğimizi taahhüt altına alacak bir heyecan…

     

    Bunu istiyoruz!!! Ya verilsin, ya vereceklere yol açılsın!!!

     

    9 kasım 1945 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  5. Mü’min secdede vecd halinde kendinden geçmiş bir haldedir. O, an Mevla’sına en yakın olduğu andır. Miracının son merhalesine ulaşmıştır.

     

    Mu’min secdede iken Rabbinden bir hitap işitir. Mevla kuluna, Ey kulum! Secdeden başını kaldır da, yapmış olduklarından haber ver der. O musalli (namaz kılan) ikinci defa başını kaldırırsa da yinede utandığından yine yılan gibi yüzü üstüne düşer… Cenabı Hak ona tekrar hitap eder, başını kaldır ve izah etki yaptıklarını senden birer ve inceden inceye soracağım… Hakkin heybetli hitabı namaz kılan kimsenin ruhuna tesir eylediğinden ayakta duracak kuvveti kalmaz… O hitabın ağırlığıyla diz üstü oturur.

     

    Secde hali, lafızlarla izah edilemez. Cümleler onu izahtan acizdir. Secde hali kişinin manevi haliyle irtibatlıdır. Bu hal yaşanmadan tarif edilemez. Manevi bir ağırlığın altında ayağa kalkacak dermanı kalmayan Mü’min iki dizi üzerinde kemali edeple oturur haldeyken, Mevla’sıyla mulakamet eder. Rasulullah’( s.a.v)de orada hatırlar ona salata selam eder. Artik miracının sonuna gelmiştir. Son anini ganimet bilip Mevla’sından bazı isteklerde bulunur. Dünya ve ahiret islerinde kendisinin Rabbimize çok muhtaç oldugunu bilir. Her iki dünyasının iyiliklerle, güzelliklerle dolmasını Mevla’sından ister. Burada, Anne ve Babasını, Mü’min kardeşlerini unutmaz onları da hatırlar ve onlar icinde Rabbinden mağfiret talep eder.

     

    O yüce makamdan, Mevla’sından ayrılmak istemese de artik ayrılık vakti gelmiştir. Mevla’sından kemali edeple hal diliyle izin ister. O, ayrılık ani çok zor bir andır. Bunun tarifi mümkün değildir. Bu ayrılış o kadar zordur ki, bir annenin evladını kaybettiği acıdan daha zordur. Bu hali yasayanlar bilir. Yine Mevlana (ks) hazretlerinden bu ayrılık anını dinleyelim: Musalli (namaz kılan kimse) selam verirken, sağ tarafına enbiya ve büyük zatlar canibine yüzünü çevirir… Hal lisanıyla, Ey manevi sultanlar! Şefaat edin ki bu leimin ( alçak ve zelil olan) ayağı da, kilimi de çamura batıp, kalmıştır der…

     

    Nebiler (lisanî hal ile) derler ki: çare günü gitti. Çare orada, yani dünyada idi. Simdi o çare aleti kayboldu.

     

    Bu sefer musalli (mahzun bir halde) yüzünü soldan tarafa ve hısımı, akrabası cihetine çevirir. Onlar (lisanî hal ile) derler ki: Sus, efendi, cevabini Allah(cc)’a söyle, biz kim oluyoruz. Bizden elini çek ve ümidini kes… O Zavallı adam herkesten ümidini kesince iki elini birden duaya kaldırır ve söyle der: İlahi! Herkesten ümidim kesildi. Evvelde sensin, Ahir de sensin…


  6. Mesnevide Mevlana hazretleri namaz kılan mü’mini söyle izah etmiştir:

     

    Kurban kestiğin vakit, Allah’U EKBER dersin. Öldürülmeye layık olan nefsin zebhi (boğazlanması) sırasında da öyle diyorsun. Namaz kılanın cismi İsmail, ruhu da Hz. İbrahim gibidir ki, ruh AllahU EKBER demekle cismin zebhine (boğazlanmasına) tekbir getirmiş olur.

     

    AllahU EKBER diyerek miracının kapısını açan mü’min manevi yolculuğa başlar. Manevi sarhoşluk içinde vücudu kıyamda bir sütun gibi durmaktadır. Kıyam halindeki mü’min kâinattaki bütün dağların, tepelerin kıyam sevabını isler. Ruh taşımayan varlıkların Allah(cc)’i zikretmeleri kıyam halindedir. Mü’min elini göbeğinin altına bağlamış olduğu halde Rabbiyle mulakamet eder. Kurandan ayetler okur. Mevla’sına midesine haram lokma girmemesi için dua eder ve sohbet başlamistir. Surelerin anası olan Fatiha suresini okur. Her bir ayeti okurken derin bir tefekkure dalar. Ya Rabbi yalniz sana kulluk eder, senden yardım isteriz derken kendinden geçer. Bu durduğu ayetin ağırlığını dağlar bile çekemez. Bu ayet ona aciz bir kul olduğunu hatırlatır. Bu sure öyle derin manalara sahip ki tefsiri ile alakali hükümler ortaya konulsa 70 deve bu yükü çekemez. Okudugu sure öyle bir suredir ki Alemlerin Rabbi’nin ancak Allah(cc)’i olduğunu tasdik eder ve kalbindeki yüzlerce putu kırar. Mevlana Hazretlerinin tabiriyle onun ruhu İbrahim’i ruh olmuştur. Nefsinin tum putlarını kırmaya başlar. O, öyle bir süreçtir ki derin bir tefekkürle okuyan kimse ne nükleer güçlerden ne de süper güçlerden korkmaz. Mü’min namazda Fatihayı her rekâtta tekrar okur çünkü bu derin manalar onu olgunlaştıracak ve onu melekleştirecektir. Mü’min kendisinin hidayete tabi olanlarla birlikte, manevi nimetlerle mücehhez olan peygamberler, sıddıklar, şehitler ve velilerle birlikte olmak için dua eder. Yahudileri, Hıristiyanları, Putperestleri, tağutları kendisinden uzak eylemesi icin can-i gönülden dua eder ve Mevla’sına yalvarır.

     

    Mü’min kıyamını Fatiha suresi ile kapatmaz. Çünkü manevi bu tadı hiçbir şeyde bulamayacağını bilir. Kıyamını uzatır, onun emirlerine mutlak teslimiyetini ifade etmek icin bir sure daha okur. Mevla’sıyla sohbet eder tarifi mümkün olmayan manevi bir zevke gark olur. İlahi tecellilere mazhar olur ve içi dışı nurla dolar. Bu ilahi tecellilere daha fazla dayanamaz. Kıyam esnasında Mevla’sından öyle hitaplar işitir ki, mahcubiyetle iki kat olup rukuya varir. Onu rükûda tesbih ve takdis eder. Allah’(cc)’in zatından başka hiçbir gücün önünde eğilmediğini, Allah’(cc)’ dan başka hiçbir otorite tanımadığını bu ameliyle teyit eder. Ayni zamanda kendisi için rükû ya vardığı Rabbine bu haliyle şükretmektedir. Dört ayaklı rükû eder haldeki tüm mahlûkatın sevabına nail olur. Cunku onlar gibi rükû halinde Rabbini zikretmektedir. Bu halinden Mevla o kadar memnun olur ki, onun hamdını işitir. Mü’min Mevla’sından,’ başını kaldır ey kulum ben senden razı oldum hitabını işitir’. Rükûdan basını kaldırır semiAllahu limenhamideh Allah(cc)’i kendisine hamdedenin hamdini işitir der. Mevla’sından ne güzel bir müjde, ne güzel bir haber işitmiş olur.

     

    Rükûdan başını kaldıran Mü’min hamd etmesinin Rabbimiz tarafından kabul edildiğini öğrenir öğrenmez, Ey Rabbimiz hamd sana mahsustur:

     

    Rabbenalekel hamd der, fakat daha fazla ayakta durma mecali kalmamıştır olduğu yere yığılır kalır secdeye kapanır…


  7. Çok güzel bir tesettür tanımı:

     

    -Tesettür;göğe yakın olma telaşıdır.Tesettür kadınlık izzetini örtüler ardında, mahremiyet bahçesinde inşa etme gayretidir.Tesettür kendini sıradan ve ucuz şehvetler içinde yağmalamaktan firar etmektir.Tesettür Allah'ın emrine uymaktır.

    • Like 1

  8. KOVADİS?

     

    Türk Ocağı merkezine Patrik Athenagorası davet eden Hamdullah Suphi Tanrıöver... Başlığının altında "doğruya doğru, eğriye eğri" ölçüsünü taşıyan, fakat hakikatte doğruya eğri, eğriye doğru demekten başka hiçbir şiar taşımayan "Vatan" gazetesinin geçen Pazar günkü sayısında, baş sahifesinin başköşesini süslettiğî şekilde, sözde memleket münevverlerinin Patrik cenaplarının mihveri etrafında halkaladıktan sonra, aynı "Vatan" gazetesine göre aynen şöyle hareket buyurmuşlardır:

     

    "Hamdullah Suphi Tanrıöver, bundan sonra, Patrik Athenagorasın gösterdiği yakınlıktan bahisle, Türk milletinin dinler ve milletler arasında yakınlık istediğini, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorluğundan da eski bulunduğunu, Bizansın bir yadigârı olduğunu ve aramızda konuşulan eğlencenin yabancı gelmediğini, tek emelin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğunu, her iki milletin tarih bakımından çok eski olduklarını belirtmiş ve büyük mazinin mahfuz kalacağını söyleyerek şöyle devam etmiştir:

    Kendilerinin işgal ettikleri makam çok büyüktür. İnandıkları ve İnandığımız yolda bütün Ortodoks âleminin faaliyette bulunması için, mânevi nüfusları en büyük âmil olacaktır!"

     

    Heeeeey, heeeeey, heeeeey, müslüman Türk topluluğu!!! "Türk Ocağı" gibi bir yaftanın altında veya maskenin arkasında, bu sözler senin yüzüne karşı nasıl söylenebiliyor? Cedlerinin râşedar şehadet parmakları halinde göklere uzattığı minarelerle çevrili, İslâmın Bizansa karşı tarihi zafer beldesinde, bir Hamdullah Suphi Tanrıövmez, resmen ve alenin, Patriğin mânevi sahabetine nasıl sığınır, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorluğundan eski olduğunu niçin söyler, Bizansın bir yadigârı olduğunu ne yüzle telâffuz eder, aramızda konuşulan Eğlencenin yabancı olmadığını, yani ana dilimiz gibi bizden olduğunu ne cesaretle iddia eder ve tek emelin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğu lâfıyla acaba neyi kasdeder? Patriklik makamını "çok büyük" sözüyle tazim eden Tanrıövmez, farkında mıdır ki, bu sözleri o da harp veya düşmanlık mevsiminde bulunmak şartı ile, ancak Türk düşmanı bir Yunanlı söyleyebilir? Amerika'daki dinler arası kongreye iştirak vesilesi ile Patriği tanıyan Hamdullah Suphi, yoksa Patriğin maiyetinde, Peygamber ve Şeriat farkı ihtilâfını kaldırıp, sadece Allah'ın varlığı ve birliği üzerine müesses yeni bir din (!) sevdasında mıdır ve bunun için mi eski ve malûm Türk Ocakları Reisi cübbesine bürünmeye lüzum görmüştür?

     

    Bütün maskeleri, bütün nesepleri ve içyüzleri İle beraber Çekip göstermek için, taraflarından tek bir karşılık bekliyoruz!

     

    Tanrıövmezin evinde, böyle bir beynelmilelcilik cerayanının ilk kadrosunu çizen toplantının "Vatan" sütunlarında gördüğümüz fotoğrafında, meşhur avdeti Ahmet Emin Yalman'ın da mânevi Bizans İmparatoru Haşmetlû 1. Athenagorasın solunda yer aldığını kaydetmek, dâvanın renk tonunu belirtmek bakımından faydalıdır!

     

    Kovadis Tanrıövmez? Hiç olmazsa "Türk milleti dinler arası yakınlık istiyor!" tarzında bir iftira selâhiyetinden ve (Türk Ocağı) oyunundan vazgeç de, git, dilersen kendine "Tanrıöver"in Eğlence karşılığını ruhanîlik ismi olarak seç ve Türklük, Türkçülük iddiasını başkalarına bırak!

     

    Yunanlılar, asılları kendilerinden olduğu halde, başımızda tuttuğumuz ve temsilciliğine göz yumduğumuz sizin gibi insanlar yüzünden mi yoksa Türk çocuklarını hor ve hakir görmeye yeltendiler?

     

    27 mayıs 1949 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  9. Dün dinlediğim bir radyo programında Yavuz Bülent Bakiler'in şiirini okudular.Çok beğenerek dinledim.Okuyanı bulamadım ama şiir anlamlı.

     

     

    Sen Sen Sen

     

    ” Dilime bu türkü, gönlüme bu sevda düştü düşeli yollardayım.Yüreğime çoktan cemre vurdum seni sevmek için baharı beklemeyeceğim ”

     

    Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden.,

    Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter.

    Hiç kimse aramasa sormasa beni

    Sen gelsen yeter...

     

    Huzur ellerinin güzelliğidir.

    Gözlerin karşımda mutluluk denizi.

    Her sabah soframızda ekmeğimizi

    Sen bölsen yeter...

     

    Yüreğim seninle yaylalar kadar serin

    Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam

    Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam

    Sen dolsan yeter...

     

    Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm.

    Bende sabır sende naz..

    Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz

    Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter...

     

    Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün,

    Sende karar kıldığını…

    Ve içimin şerha şerha yarıldığını,

    Sen bilsen yeter...

     

    Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi..

    Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek..

    Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek,

    Eğilsen yeter………..

    • Like 2

  10. Ya leyl ramazanda kaçırmadığıma çok sevindim. iyi haberin için teşekkürler. hala almaya devam ediyorum ama 27 ekim tarihinde kaçırdım kurban bayramına denk geliyodu. şu an elimde sadece o eksik bilgisayar ortamında tarama fotokopi kabul ederim :)tabi o tarihte iki tane alan varsa daha iyi olur :)

     

    Ne demek efendim önemli değil.27 ekimde verilenden malesef elimde bir tane var.Gönül isterdi ki fazla olsaydı da verseydik.Belki iki tane alan bir gönüldaş vermek ister.Tarama işini yapmayı çok istiyorum ama yoğunluktan şartlar el vermiyor.İnşallah halledersek sizede göndereceğim. :)


  11. Üstad her ne kadar niyetlerimi bilmiyorsunuz,bildirmek niyetin de değilim desede çıkan ayetlerden tahmin yürütmek zor olmasa gerek diye düşünüyorum.Üstadın cinnet mustatili kitabı ,fikir ve çile adamının hayatının en güzel örneği işte budur dedirtecek cinsten..Şu cuma günü mekanın cennet olsun üstad...


  12. Akşama kadar olduğum yerde mıhlı kaldım. Gece... Hususî bir abdest aldım, kıbleye döndüm, diz üstü oturdum. Elimde Kur'ân... Bir Fâtiha ve on bir ihlâs okudum. Kâinatın Efendisine bağlı olan Altun Halkanın ruhaniyetlerine bürünmeye çalıştım. Böyle bir kisveyle Allah'a yalvardım:

     

    -Rabbim. İşte elimde Kitabın!.. Üç şeyi bilmek ve üç notka hakkında Kitabından emir almak istiyorum.Müslümanlıkta fal şirktir.Bense senin Kitabını nefsanî tecessüs iştahlarına âlet edecek insan değilim. Fakat sana bağlı işlerde senden yol arayan ve işaret bekleyen bazı büyüklerin yaptığı gibi, ancak senin yolundaki davranışlarıma ve halime ait, yine senden işaret bekliyorum. Her üç niyetim için birer defa Kur'ân'ı açacak ve sağ sayfanın üstündeki ilk âyeti, zahirî mânasiyle cevap kabûl edeceğim.Gaibi senden başkasının bilmediğine inanıyorum ve senden ancak niyaz ettiğim mânada işaretler bekliyorum. Lûtfet !

     

     

    Ve Allah'ın kitabını, üç kere, üç niyetime göre açtım.

    Birincisine çıkan cevabın zahirî mânası:

     

    ''Şimdi sana dedikleri gibi,senden evvelki ümmetlere de hiçbir resul gelmedi ki,onun için sihirbaz ve mecnun dememiş olsunlar!''

     

    (Zariyat Sûresi - 52'inci âyet meâli)

     

    İkincisine çıkan cevabın zahirî mânası:

     

    ''Senden onun saatini sorarlar;de ki,onu ancak Allah bilir;belki de yakındır!''

    (Azhap Sûresi - 63'üncü âyet meâli)

     

     

    Üçüncüsüne çıkan cevabın zahirî mânası:

     

    ''Öbür peygamberlere vahyettiğimiz gibi ,sana da emrimizden bir ruh vahyeyledik.Sen,Kitap ve iman nedir,bilmezdin.Fakat biz o kitabı ve imanı bir nur eyledik ki,kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola çekelim...''

    (Şûra Sûresi - 52'inci âyet meâli)

     

     

    Niyetlerimi bilmiyorsunuz; ben de bildirmek niyetinde değilim.Fakat muratlarıma bunlardan daha uygun birer cevap, daha isabetli birer tecelli olamazdı.

    Başım, duvardaki lekenin üstünde, hep bunları düşündüm ve öylece sızdım.Uykumda yağmur sesleri...


  13. SIÇANI GEBERTİNİZ !

     

    Bu dünya da öyle unsurlar vardır ki,birinin hakimiyeti,mutlaka öbürünün mahkumiyetiyle kaimdir.Işığın girdiği yerde karanlığa hiçbir hisse yoktur.

    Işığın doldurduğu odada,karanlığa fırsat kollama ve nöbet bekleme hakkı düşünülemez.Birbirine zıt dünya görüşleri de aynen böyledir.İslamiyet,hakim olduktan sonra müşriklere hayat ve fikir hakkı tanıdı mı?İslamiyet gibi mutlak kurtuluş kefaletçisi,ulvi ve münezzeh misali bırakalım da,örneklerin adilerini ,hatta batıllarını ele alalım:

     

    Fransız İnkılabı,krallık idaresinden kimlerin varlık hakkını kabul etti?

    Hatta şu erzel ve esfel komünizma ne yaptı?Çarlık ve burjuvazya muhitinden kimlerin yanı başında seyirci olarak muhafaza etti?Nasizma ve faşizma nasıl iş gödü?Düşmanlarını,halk iradesi etrafında ki mücadelede serbest mi bıraktı?

     

    Olamaz efendim,olamaz! İki parti arasında karşılıklı hayat hakkı telakkisi,ancak küçük ıslah ve program farklarıyla birbirinden ayrılıp esasta bir olan teşekküllere mahsusdur.Halk Partisi bunlardan biri olabilir mi?

    O,bu vatanı yoktan var etmiş olmak iddasında,halis ve muhlis bir vatan hainidir.Ya böyledir yahut da (muhal farz) bunun tam aksi.İkisi ortası mümkün mü?Tam aksi ise yerini alması ,değilse yerin dibine geçmesi lazımdır.Madem ki yerinden,bizzat halk eliyle yere atılmıştır;mutlaka yerin dibine geçirilmesi içindir bu...Binaenaleyh bu memlekette,soylu millet kedisiyle tam 27 yıl bir fare gibi oynayan bu veba dolusu sıçanın ,kurtulan,kurtarılan ve artık kediliğini takınan milletin gözleri önünde bıyık burmasına tahammül edilemez!Onun,içi kanımızla dolu şişkin karnı,mutlaka pençemiz altında delinmelidir.

     

    Demokrat Parti! Son şansın, seni sıçandan intikam almak için seçen milletin iradesine tercüman olarak ve bu mevzuda C.H.P azmanı bazı şeflerini bertaraf ederek,veba sıçanını kanun yoluyla gebertmektir.Bunu yapamaz ve Halk Partisi gibi bir şekavet yatağının demokrasya haklarına uzak manasını takdir edemiyecek olursan,nihayet 1954 de tasfiye edilmeye mahkum olduğunu ve o güne kadar bir C.H.P dümdarı gibi zaaftan zaafa sürüklenip gideceğini bil!!!

     

    8 aralık 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  14. (SODOM) VE (GOMORE)

     

    İki şehit... Bir cemiyet... Tarihin pek uzak veya çok yakın, bir devrinde yaşamış... Yaşamış, yaşamakta ve yaşayacak... Karanlık, akrep, zehir ve şeytan yaşadıkça böyle beldeler ve cemiyetler de yaşayacak... Ve bir gün tepelerine inen semavî gazapla nam ve nişanları silinecek...

     

    Kadınları herkesin malı... Fuhşun, her köşe başında sar'a deprentileri... Hayvanlarının başı yularlı da çocukları başı boş... Ak sakallı büyük baba ve iki büklüm büyükanne, evlerin en utanılan süprüntüsü... Fikir kuvvetlilerin tahtaravanı önünde yürüyen dalkavukluk borazanı... İlim, delilerin fermanına vesika aramaya memur dosya... Kimsenin kimseye ve hiç bir şeye tahammül ve imanı yok... Çehrelerde, burunların sağ tarafı başka, sol tarafı başka adamın... Çehrelerde takallüs, teşennüt, inkâr ve istihza, müthiş bir felâket tuğrası... İnsan orada yalnız son nefesini verirken tabiî ve samimî...

     

    Halkın vicdanı ve aksülâmel hassası, her tarafı gıcıklanan, mıncıklanan, tırmıklanan, fakat hiçbir noktası kıpırdamayan, dağ gibi şişmiş bir ceset... Yalan şehirlerin suyu... Hile, şehirlerin ışığı... Riya, şehirlerin havası... Taklit, şehirlerin mâbedi... Köylüsü ne kendisine, ne de şehirliye; şehirlisi ne kendisine, ne de idarecilerine; idareciler ne kendisine, ne de hakka inanıyor... Parasının, terazilerinin, maddî ve manevî bütün kemmiyet ve keyfiyet ölçülerinin ayarı bozuk... Tüccarı kıtlık kıyamet gününün simsarı... Büyük hırsız, (Lût) gölünde yılan balığının kaya balığı peşinde gezmesi gibi küçük hırsızın takipçisi... Düşünmek, hatırlamak, söylemek, yol aramak, sırları kucaklamak, ilk sevap ve günahı anmak yasak...

     

    Nihayet gökten ateş yağdı ve (Sodom) ve (Gomore) yandı; yandı yandı kül oldu.

     

    16 kasım 1945 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

×
×
  • Create New...