Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1.  

     

    1347781317-348e7eb069e3df725d3b5767c159fff4.jpg

     

     

    Tuzla Aydınlı TOKİ konutları mevkiinde, Tuzla Belediyesi ve hayırseverlerin katkıları ile yapımına başlanan caminin temeli, dualarla atıldı.

     

     

     

    İslam dünyasının önemli fikir adamlarından olan Necip Fazıl Kısakürek'in adının verildiği caminin açılış törenine Tuzla Müftüsü Ahmet Silkin, Belediye Başkanı Dr. Şadi Yazıcı, Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği yönetimi ve vatandaşlar katıldı.

     

    TUZLA'NIN 56. CAMİSİ

     

    Necip Fazıl Kısakürek Camisi'nin temel atma töreninde konuşan Tuzla Müftüsü Ahmet Silkin, Tuzla’nın 56. camisinin inşa edildiğini ifade ederek, “Camilerimiz geçmişe ve geleceğe açılan pencerelerimizdir” dedi. Tarihimizde ve medeniyetimizde şehirciliğin cami merkezli kurulduğunun altını çizen Silkin, “Bizim medeniyetimizde şehirlerimiz, camilerimizin manevi havasından beslenir” şeklinde konuştu.

     

    Yapılan konuşmaların ardından okunan Kur'an-ı Kerim ve dualar eşliğinde caminin temel atma törenine geçildi.

    • Like 4

  2. Bir sigara kağıdını şu masaya koy, üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! Üç yüz sene sonra gel, yerinde bulursun. belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o. Bir sigara kağıdı kadar yaşayamıyoruz. kefenimizden evvel çürüyoruz. Duyuyorum! toprak altında milyonlarca kurdun, çıtır çıtır dut yapraklarını yiyen milyonlarca ipek böceği gibi, milyonlarca ölüyü yediğini duyuyorum.

     

    İnsanı diğer canlılardan ayrıran en büyük nimettir,''Düşünmek''...Ne muhteşem ne ulaşılması zor bir meseledir akıl...Düşünmek belkide en büyük imtihanımızdır.Bugüne kadar milyonlarca mevzu milyarlarca konu düşündük belkide.Peki Husrev gibi bu kadar ayrıntılı ve ölümü bu denli düşündünüz mü?Düşünülenin ayrıntısına hiç bu denli ulaşmışmıydınız.Herşey ölüm korkusu piyesinin yazılmasıyla başlamamış mıydı?Husrev'de belki bu kadar ayrıntı düşünmemişti.Hayat yaşanılan yalnızlıklar ,dost bildiklerinin ihanetleri mi bu kadar düşünmesine sebeb olmuştu..????

    (milyonlarca böceğin ölüyü çıtır çıtır yediğini) izaha,ayrıntıcılığa bakar mısınız...İtiraf ediyorum düşlediğim ölümde böyle bir sahne yoktu..


  3. 24 MADDEDE 24 YIL

     

    1-Anavatan düşman istilâsından kurtarıldı. (Bunu Türk milleti başardı.)

    2-"Hâkimiyet milletindir" düsturuyle Büyük Millet Meclisi kuruldu. (Milletin hâkimiyeti lâfı, duvarda, milletvekillerinin ensesi istikametinde kaldı.)

    3-Bir takım farklarla klâsik cumhuriyet şekli benimsendi. (Eşya dersleri kopyacılığından başka bir şey olmadı.)

    4- Din ile devlet birbirinden ayrıldı. (Yâni bütün kâinatla beraber devlet ve cemiyeti de kucaklayan din baltalandı)

    5-Medreseler ve şerr'î mahkemeler kapatıldı. (Zaten din olan bir yerde böyle bir tefrik olmaz; din olmayan yerdeyse hiçbir şey...)

    6-İslâmî hak ve iş kanunu yerine İsviçre Medenî kanunu aynen tercüme ve tatbik edildi. (Millî hüviyetimizle bu kanun arasında, İsviçre ineğine nazaran Denizli horozunun bakım ve yem şartlarına benzer bir tezad doğdu.)

    7-Mekteplerden din ve ahlâk dersleri uçuruldu. (Ve genç adamın ruhu hiçliğe emanet edildi.)

    8-Kaçgöç kaldırıldı ve kadın açıldı. (Bütün mumlar söndü)

    9-Kadına tütün ameleliğinden hâkimlik makamına kadar her iş sahası sunuldu. (Ev ve aile ocağı güme gitti.)

    10-Millî serpuş olarak şapka kabul olundu. (22 yıldır şapka, ruhlar bir tarafa, kellelere bile uydurulamadı.)

    11-Millî yazı diye Lâtin harfleri alındı. (Kemiyette kolay okuryazarlığa karşılık, keyfiyette nadide ve çetin okuryazarlık kayboldu.)

    12-Hristiyan takvimine uyuldu. (Zaman ölçüsünde bile şahsiyete paydos dendi.)

    13-Bütün Garp muaşeret ve kılık edebi esas tutuldu. (Bu papağan marifeti ve maymun zerafetinden en çok Garplı tiksindi.)

    14-Bir millî iktisat ve sanayi kurmaya teşebbüs edildi. (Yedek parçalara kadar Avrupaya bağlı taklit ve uydurma tesis ruhu, bu vesileyle muhteşem bir suistimal ve istismar şebekesi meydana getirdi.)

    15-Şarap ve kumar kâğıdı imaline kadar her iş devlet elinde inhisarlaştırıldı. (Kötü işlerde bile şahsî teşebbüse yer kalmadı; ve içki, kumar, rezalet, Sodom-Gomore'yi geçti.)

    16-Memleket çelik hatlarla örülmek istendi. (Bunda hiçbir iktisadî hesap rol oynamadı; yalnız Demirağların sayısı arttı.)

    17-Ortaya, ezel günlerinin idarecilerini Türkler diye gösteren bir tarih tezi atıldı. (Veparayla tutulmuş Garp âlimleri bu tezi alkışlarken, tarih ilmi başını alıp Kafdağı'na kaçtı.)

    18-Türkçe adına, henüz insan gırtlağından çıkmamış ve insan kulağına çarpmamış hırıltılar uyduruldu. (Kurbağalarla akraba olduk.)

    19-Mekteplerden gramer dersi kaldırıldı. (Dönmelerin bozuk Türkçesi zafer kazandı.)

    20-Yüksek mektepler, devlet daireleri, resmî iş merkezleri, ecnebi mütehassıslara tevdi kılındı. (Ruhumuz bile müstemlekeleşti.)

    21-Kız ve erkek talebe arasında toplu öğretim kanunlaştırıldı. (Kız ve erkek talebeye, hocaların gözleri önünde birbirinin iştahını kabartmak sanatından başka bir şey sevdirilmedi.)

    22-Altı ok ve altı kelimeyle bir ideolocya bina edilmeye kalkışıldı. (6 derste Tango-Profesör Panosyan)

    23-Bütün bir dalkavukluk edebiyatı, yazılı ve sözlü nevileriyle, sahiplerini mebusluğa kadar ulaştırdı. (Ve Türk edebiyatı tihanda misilsiz bir sefalet derekesine düştü.)

    24-Avrupaya karşı daima sulhçu, emelsiz ve dâvasız bir siyaset; "Beni bana bırak, yeter!" politikası takip edildi. (İstiklâlimizi verenin, sonunda manen kölesi olduk.)

    İşte 24 yılın hikâyesi!

     

    31 Ekim 1947 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  4. ALTIPARMAK..

     

    Cihanın ideolocya manzumeleri..Teker teker batıl...Fakat hepsi fikir ve hakikat çilesine dayanıyor..Herbiri ,kendi batıllığı içinde,eksiksiz ve tezatsız bir mimari cehdi belirtiyor.Alın teri ,göz yaşı,ciğer kanı ve beyin uru,onların hisse senetleri...

     

    Bunlara karşılık,bizim Altıparmağın haline bakın!Hiçbir fikir sisteminin ağzına almadığı altı kelime ezberlemiş.Kelimelerden herbirini de tepetaklak bir anlayışla sivri uçlu muştular halinde parmaklarına geçirmiş, kafamıza indirmekte...Cumhuriyetçi parmağı,firavunlar istibdadının ,milliyetçi parmağı garp takliçiliğinin ,devletçi parmağı zümre saltanatının ,halkçı parmağıda mezbahada koyunlara karşı kasap himayeciliğinin aletleri ...

     

    İdeolocyadan veya ideolocyasızlık felaketinden geçtim olsun;bakın siz,iş nerde bitirmişiz!

    Cihan ter mendilinde kan kurutarak selamet ideolocyası peşinde gezerken ,sen,ideolocya diye yutturduğun altı parmağınla vur,bizim kafamıza,vur!Suç ,onu indiren yumrukta değil,onu yiyen ve ebediyen yiyeceği hissi veren kafada ...

     

    20120916002746.jpg

     

    (Şu altıparmaklı ve her parmağın ucu sivri muştalı yumruğa bakın!Bu resmi Büyük Doğu ressamına uzun uzun tariflerle yaptıran Necip Fazıl Kısakürek...Yeni seçimlerin eşiğinde Altıok mümessiline karşı büyük aşkımız,burada da ayrı bir tezahür fırsatına kavuşmuş oldu.Bazen bir kamusluk laftan daha tesirli olan bu resmi C.H.P'ye yegane dürüst ''alamet-i farika''sı olarak takdim ederiz...)

     

    27 Ocak 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

    • Like 1

  5. AĞAÇ VE BÖCEK

     

    Varlık hudutsuz girift bir ağaç… Ve sen ey Kâinatın Efendisi; onun, hudutsuz girift köküsün! Bu köke bağlı gövde… Bu gövdeye bağlı ince dal… İnce dala bağlı yaprak… Yaprağın üstünde el ayası gibi lif lif bir ağaç haritası… Onun üstünde de küçücük bir böcek…

     

    Ben de buyum!.. Bütün insanlık budur!..

    Ve senin getirdiğin nizam ağacının en küçük yaprağında bir böcek olmaktan üstün paye yoktur!

    • Like 3

  6. Necip Fazıl'ın ünlü oyunu "Bir Adam Yaratmak" Beykoz'da sahnelenmeye başlandı.

    “Bir Adam Yaratmak” Ücretsiz Sergileniyor.

     

    379107-3-4-7ec1a.jpg

     

    15 gün boyunca Beykozlular için sergilenmeye devam edecek

    Normalde 3 perde olarak yazılmış bulunan oyun, seyircilerin sıkılmaması için bir perdeye indirgenmiş.

    Oyun, Anadolu Hisarı Ahmet Mithat Efendi Kültür Merkezi Feridun Karakaya Sahnesi’nde 30 Eylül tarihine kadar Beykozlular için sergilenecek.

    Oyunun seans tarihleri ve saatleri ise şu şekildedir:

    15 EYLÜL CUMARTESİ-15:00 ve 20:00

    16 EYLÜL PAZAR-15:00 ve 20:00

    19 EYLÜL ÇARŞAMBA-15:00 ve 20:00

    20 EYLÜL PERŞEMBE-20:00

    21 EYLÜL CUMA-20:00

    22 EYLÜL CUMARTESİ-15:00 ve 20:00

    23 EYLÜL PAZAR-15:00 ve 20:00

    26 EYLÜL ÇARŞAMBA-15:00 ve 20:00

    27 EYLÜL PERŞEMBE-20:00

    28 EYLÜL CUMA-20:00

    29 EYLÜL CUMARTESİ-15:00 ve 20:00

    30 EYLÜL PAZAR-15:00 ve 20:00

    Oyunda rol alan sanatçılar:

    Yönetmen & Başrol oyuncusu: Bora Seçkin. Diğer oyuncular: Cansu Uzun , Gül Akelli, Ali Nuri Türkoğlu, İbrahim Can, Selçuk Soğukçay, Özenç Otyam, Barış Yapıcı, Aydan Çakır, Fatih Aksüt, Sinan Ateş, Seyfullah Kartal ve Hülya Arslan.


  7. OLTA ve BALIK

     

    Yılbaşından birkaç gün evvel...Beyoğlu...Bütün caddeyi boylu boyunca gören bir nokta...Akşam...Işıklar tektük.. Bütün caddenin ışık demeti.Kuru ve pörsük cılız bir demet...Bu demetin içinde.kan yanaklı,yalnız birkaç gül...Bunlar piyango dükkânlarının.reklâm.ışığı.. Yaşadığını Hân eden yalnız onlar...Henüz meyhane ayık, gömlekçl çıplak, kuyumcu donuk,lokanta aç,eczahane hasta.. Evet.yaşayan yalnız piyango dükkânları...Her birinin camekânında göz önüne serilmiş bir servet tesiri ayrı bir tertip...Tertipler arasında müşterek nokta cazibesi...Ellişer ,onar,beşer liralık paralardan kalın desteler.. Fakat yalan...Destelerin içi kof...Üzerlerinde altın suyundan ince bir zar...Yâni üstüste muntazam bir istifle kabartılmış bir destenin son tabakası hakiki...Fakat hile...Camekânın karşısında bir halka insan...bir kat elbiseden on kat apartımana kadar dehliz hayal...Hazin hazin düşündüm.Halk ne anlaşılmaz şeyi yüzüne karşı haykıran aç olduğu nesneyi şeffaf bir duvar arkasında teşhir eden böylece hırsını nezaketsizce suratına çarpan aşağılık bir hileye hemen talim oluveriyor.Oltanın ucundaki yarım solucana esir koca balık.Zaten seni hep böyle avlamazlar mı ?

     

    1 Mart 1946 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  8. İNANMIYORUZ !

     

    Seneler senesi, şilteye kıtık doldurur gibi, içimize zehir zakkum tıkıyoruz. Şilte, ruhumuzun şiltesi, dikişlerinden sökülürcesine geriliyor, çatırdıyor, lif lif çözülüyor, duman duman çürüyor; biz yine tıkıyoruz, daha çok tıkıyoruz! Tıkadığımız şey nedir? Söyliyelim: Ruhumuzun en mahrem duygu kutbundan gelen inkâr sesine karşı, korkunç tırnaklarıyle dudaklarımızı yırtmış ve birbirine dikmiş olan “sus! Seni mahvederler!” korkusu!.. Korkuyoruz! Adımızın vatan ve inkılâp haini diye yaftalanmasından, üçayaklı sehpada amudî sallandırıldıktan sonra toprağa ufkî yatırılmaktan, aç bırakılmaktan, süründürülmekten korkuyoruz! Gün yüzlü minicik yavrumuza 100 gram süt bulabilmek için iç gömleğimizi Yahudi (Mişon) a satmaya mecbur oluruz diye korkuyoruz!

     

    Bakın siz, insanın inanmadığına sadece “inanmıyorum!” diye bilmesi ne kadar zorlaştırılmıştır. Gelin de söyleyin:

    - İnanmıyorum! Sadece inanmıyorum! İnandırmaya iyi niyetle istekliyseniz, çözün dudaklarımı, kaldırın damağımı, dindirin yüreğimin çarpıntısını ve konuşalım! Sonunda ya siz kendinizinkine inandırır, ya bizimkine inanmaya mecbur olursunuz!

    Halbuki gerçek mânada vatan ve inkılâp dostu, bu söze söyliyebilecek olandır! Üçayaklı sehpada değil, gerçek fikir meydanında amudî olarak heykelleştirilecek, yine odur! Tekel Bakanlığının sarhoşlardan kazandığıyle değil, akıllı ve vicdanlı mükelleflerin seve seve vereceği altınlarla kökleri gübrelenecek, hakikat, hâlisiyet ve samimiyet örneği yine o…

    Allâh -ki mutlak hakikatin habercisi- “Dinde ikrah yoktur” derken, inandığımıza inanmadığımızı ve inanmadığımıza inanmadığımızı söylemekten korktukça, çek kuyruğundan artık sen işlerin!.. 

     

    24 Mayıs 1946 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

    • Like 3

  9. KEMENT

     

    Hiçbir içtimaî sistem gösterilemez ki, hararetli ömrü bir mevsimden fazla sürsün… Solmak, pörsümek, paslanmak, çürümek, her mevcuda mukadder… Halbuki dâva, ebedîyi, fesat bulmazı, tegayyür kabul etmezi bulmakta… Yani her ân yeni olanı…

    Süreklilikle süreksizlik arası bu ukde, Allah’ın ruhumuza attığı kement… Korkunç imtihan!.. Alıştınız mı, otomatlaştınız mı, makineleştiniz mi yandınız! Vecd ve aşk başını alıp gidiyor.

    İslâm ile başka inanışlar arasındaki farkı belirtmek, yahut belirtilmesi vazifesini müslümana yüklemek için boynumuza atılan bu kement, onu boynunda hissetmeyeni boğar.

    Boğulmadık mı?

    • Like 1

  10. ŞÜKÜR

     

    Allah'ım, sana ettiğim şükürlerin başında şu var : Beni, yeniler ve ileriler içinde gözün göremeyeceği kadar yeni ve ileri olan İslâma bağladıktan sonra, onu, birçok göze, eskiler ve geriler içinde en eski ve en geri bir dâva diye gösterdin; ve böylece bana, herkesin kolayca hükmettiği bir mevzuda izahı en çetin ve kaba gözlere karşı dış görünüşün aksine en mahrem meselenin müdafaasını yükledin, böylece koşu dairesi üzerinde, sırf, aradaki kim bilir kaç devirlik mesafe yüzünden kaplumbağaların arkasından geliyor gibi görünen tazıya karşı kaplumbağaları kahkahalarla güldürdün!.

     

    Allahım, sana şükrederim!..

     

    18 NİSAN 1947

    • Like 1

  11. arkadaşlar ben başladığından beri dergileri her cumartesi oluyorum. yalnız ramazan ayında ilk cumartesi vermedi gazete dergi bende ramazan boyunca cumartesi günleri gazeteyi almadım vermiyordur diye. daha sonra ilk sayıyı ramazan dan sonra aldım kaçırdığım var mı diye merak ediyorum. bi bilen var mı?

    ramazandan sonra dört dergi almışım bugün dahil.

     

    Ramazan ayı boyunca verilmedi.Ramazandan sonra ki ilk cumartesi verilmeye başlandı.Ramazandan sonra dört dergi almışsanız elinizde eksik yok demektir...

    • Like 1

  12. ‘’Ben ne yaptım? Bir hududu zorladım. Bendimin dışına çıkmak isterken, kendime rast geldim. Meğer kul olduğumu anlamak için Allah’lık taslamalıymışım! Meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkışmalıymışım! Ben ne yaptım? En sağlam basamağı ayağımdan kaydırdım. Körlüğü zedeledim. şimdi görünen şeye nasıl bakayım? İnsan kaderini bir rüya gibi uykuda bulur. Bu rüyayı uyanık nasıl seyredeyim? Allah’la kalabalık arasında kaldım. boşlukta nasıl durayım?’’


  13. Dostların görüşmelerinden üzülüyorum; çünkü onlar benim kötü huylarımı bana güzel gösteriyorlar ..Dostlar ayıbımı kemal,hüner görürler,dikenimi gül,yasemin gösterirler .Yüzsüz pervasız serbest düşman nerede ?Onları istiyorum seviyorum,ta ki bana ayıplarımı göstersinler...Sadi

    • Like 1

  14. İHLÂS

     

    Dua, dua, dua… Boyuna dua edelim… Hiçbir dua çevrilmez. Elverir ki, edebilelim… Boyuna isteyelim… Hiçbir istek döndürülmez… Elverir ki, isteyebilelim… Mâlik, mahruma vermez olur mu?.. Bunun için yaratıldık. İsteyelim!.. Elverir ki, istemeyi bilelim… Ümmetin, sahabîlerden sonra en büyük ferdi İmam-ı Rabbânî hazretleri, “Allah, vermeyeceğini istetmez” buyuruyor. Bu ölçüdeki hikmeti sezenler, bir şeye malik olmak için o şeyi istemenin yeter olduğunu anlarlar. Ama istemenin istemek olması için dudakların yetmeyeceğini anlasalar…

     

    Ey İhlâs!.. Senin olduğun yerde hiçbir şey eksik değildir!

    • Like 1

  15. İktidar Bizde Olsa Ne Olur?

     

     

    Kadın evine döner. İçki yasak. Kumar paydos. Kahvehane yok. Fuhş imkânsız.Yeni baştan programlaştırılıncaya kadar sinema namevcut…Her fert, devlet emrinde vazifeli murakabeli, semereli.

    20 yaşından sonra bekâr erkek bulunamaz.

    Çocuk doğurma seferberliği.

    Bütün hapishaneler boşaltılmış, herkes serbest bırakılmış ve “dileyen bundan sonra dilediğini yapsın ve görsün!” denmiştir.

    Adam öldüren yarım saat içinde muhakeme edilir ve hemen öldürülür.

    Hırsızlık edenin kolu kesilir.

    Sokağa tükürmenin bile cezası, en aşağı, suratına tükürülmektir.

    Devlet mekanizmasında rüşvet, suistimal, iltimas, ele geçtiği zaman failine Ölümü cana minnet bildirecektir.

    En küçük suç mâna ve edasına göre, devlet ve cemiyet bütününe ve bu bütünün dayandığı mukaddesat köküne ihanet sayılabilir ve cezası hemen ölüm olabilir.

    Devlet reisi, tesir altında kalan hâkimle, Allahı inkâr eden adam arasında fark görmeyecektir.

    Bütün kanunlar, tek kaynaktan ve millî bünyenin içinden doğacaktır.

    İçtimaîleşmeyen için nefes almak bile imkânsız olur.

    Hususî şekilde yetiştirilmiş 100.000 mefkûreci genç, köy ve köylü kalkınması işine verilecek, bunlar bütün nefs ve hayatlarını köye gömen fedailer olacak.

    Garbın müsbet bilgilerini ve fen harikalarını vatana getirip burada mayalandıracak, Türkleştirecek ve ananeleştirecek, yine fedaî çapında 10.000 mefkûreci…

    Şahsî servet, kara mazisi bakımından evvelâ topyekûn devlete geçecek ve sonra oradan dağılacağı şekilde fertlerin olacak…

    Servet ve sermaye dehhâmesine yüzdeyüz mâni ve ana köke bağlı iktisadî nizam…

    Hiç bir fert dilenemez ve hiç bir fert ötekini istismar edemez.

    İçinde tek aç olan sokak, tek aç olan semt, tek aç olan şehir, baştan başa hastadır.

    Terbiye zabıta ve müeyyidesi. Temizlik zabıta ve müeyyidesi. Sıhhat zabıta ve müeyyidesi. Zarefet ve incelik zabıta ve müeyyidesi.

    Kılıkta, edada, yapıda, şehirde, her yerde ve işde şahsiyet.

    “En aşağı hayvan, taklitçidir” telâkkisi.

    Politikasız tarih, gerçek ilim, saf sanat.

    Namütenahi hak ve hakikat esareti içinde namütenahi hürriyet.

    Tek hak ve hakikat noktası etrafında tam sınıfsızlık.

    Tek hak ve hakikat noktası etrafında tam halkalanış ve fırkasızlık.

    İman, lisan ve kan birliği; ve yabancı unsurlardan tam ayıklanış.

    Din adamları, cemiyetin en derin, en bilgili, en ince, en yumuşak, en zarif, en zevkli şahsiyetleridir ve yalnız vecd ve aşkla doludur.

    Din adına açılacak, bilgisiz, ahmak, karanlık ve kaba ağız hemen bir paçavra gibi yırtılır.

    Mazinin bütün putları ve putlaştırmalarıyle büyük ibret müzesi…

    Hayırsız adada, tâ alınlarından kızgın damgayla mühürlü, bilmem kaç bin zatı muhterem…

    Ve yeni ahlâk, yeni iman, yeni nizam, yeni dünya görüşü, yeni plân ve eski din…

    Bunlar olur; ve bunlar olmadıkça hiçbir şey olamaz!

    En cahil çobanın bile tahteşşuurunda hasretini çektiği inkılâp budur!

    İnkılâp budur!

     

    12 Mart 1948 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

    • Like 1

  16. Milli Gazete yazarı Mustafa Miyasoğlu bugün piyasaya çıkan Mehmed Akif Ersoy'un yakıldığı ifade edilen Kur\'an Meali'ni köşesinde bu satırlarla tanıttı.

     

    MEHMED ÂKİF'İN KUR'AN MEALİ

    Mahya yayıncılık tarafından yayınlanan Kur\'an Meali, belki de bu yılın en önemli yayın olayı sayılsa yeridir. Çünkü yakıldığı bilinen bu mealin elde kalan üçte biri yayınlanmıştır!

    Mehmed Âkif 1926 yılında Mısır'da başladığı tercümeyi, dört yıl boyunca üzerinde çalışarak 1932 yılında tamamladığı biliniyor. Bu sıralarda Türkiye'de Türkçe Ezan zorunlu hale getirilmiş, Ezanın aslî şeklinin okunması yasaklanmıştı. Bu yasak 1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidara gelinceye kadar geçerli oldu ve DP'nin ilk icraatlarından biri, Ezanın aslî şekliyle okunabilmesinin serbest hale gelmesiydi. Türkçe Ezan serbest olduğu halde, namaz kılanlardan pek çoğunun bunu ezan saymamasından ötürü camilerde namaz kılınırken ayrıca Ezanın aslî şekli cami içinde gizli-açık okunuyordu, ama yönetim bunu hiç bağışlamamıştı.

    Bu anlayışın Kur\'an'ın aslı yerine tercümesinin okunacağı şayialarına hak verdirmesi elbette tabii idi. O yüzden Mehmed Âkif, yaptığı tercümenin bu amaçla kullanılacağından haklı olarak endişelenmişti. Yaptığı tercümeyi teslim etmekten vazgeçerek sözleşmeyi feshederek kaygısını bizzat kendisi şu şekilde ifade etmişti:''Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lâkin onu verirsem, namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allah'ımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam."

     

    Mehmed Âkif'in Türkiye'ye dönerken yakın dostlarından Mehmed İhsan Efendi'ye, "Mısır'a dönersem kitabı senden teslim alırım, dönemezsem yakın!" vasiyetine rağmen saklanmıştı. Bu metin, M. İhsan Efendi'nin ölümünden sonra özgün tercüme ile birlikte onun kendi eliyle çoğalttığı nüsha da bir heyet tarafından yakıldı. Yakılmasına sebep de 27 Mayıs darbesinin yapanların tek parti diktatörlüğüne benzer bir şekilde Türkçe Ezan ve ardından da Mehmed Âkif'in korkusu olan Türkçe Namaz gibi bir sapkınlığa girebilecekleri endişesiydi.

     

    Haberin tamamı:http://www.haber7.com/kitap/haber/922991-mehmed-akifin-kayip-kuran-meali-cikti

     

    .


  17. YENİDEN KEŞFOLUNMAK

     

    Cebimizde olduğu halde farkına varmadığımız, unuttuğumuz ve bilmediğimiz bir şeyi keşfetmek, başkalarının ceplerindeki şeyleri keşfetmekten çok daha zor. Gelin de,cebinizdeki delikten astarın dikiş yerine kaymış kasa anahtarını, dışarıda İstanbul'dan Şimal Kutbuna kadar her tarafta arayın; hem bulamayacak, hem de her aradıkça bir kat daha kaybetmiş olacaksınız.

     

    Bizim bütün davamız ve devamız, bu misal içinde hülasâlanıyor.

     

    Biz, herşeyimizi, herşeyimizi yeni baştan keşfetmek ve herşeyimizle, herşeyimizle yeni baştan keşfolunmak zorundayız.

     

    Evvelâ Doğuyu ve Batıyı keşfetmek...Kendi kendimizi keşfetmek...Ruhumuzu ve maddemizi keşfetmek...Maden damarlarımızdan evvel duygu ve düşünce damarlarımızı keşfetmek...Dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı keşfetmek...İman ve inkâr hedeflerimizikeşfetmek...Dinimizi, dilimizi, tarihimizi, siyasetimizi keşfetmek..

    Anadoluyu, Rumeliyi, isterseniz İstanbulu, Boğaziçini, Adaları keşfetmek

    ...

    Nasrettin Hoca'nın teker teker üzerlerine işedikten sonra, 'Buna değmiş, buna değmemiş!'diye yine teker teker yediği meyvalardan, öz meyvalarımızdan, hiçbirine hiçbir şey değmemiş olduğunu keşfetmek...

     

    Sürek avına çıkar gibi, bütün madde ve ruh kıymetlerimizi çepçevre sardığımız, bunların tahlilini,terkibini,

    nisbetini,mukayesesini yaptığımız ve her şeyi bir kıymet hükmüne bağladığımız gündür ki:

     

    Keşfolunmuş olacağız!

     

    Keşfolunmanın arkasından da kurtulmuş olmak gelecektir..

     

    25 Ocak 1946 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

    Necip Fazıl Kısakürek

     

    • Like 2

  18. HABİB BABA

     

    Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır,fakirdir,gariptir.Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir.Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.

    Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.

    'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'

    Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...

    'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker.Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...

    'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'

    Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.

    'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'

    Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.

    Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...

    Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:

    'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.'

    Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır...

    Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...

    Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:

    'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.'

    Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.

    Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'

    Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.

    'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;

    'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...

    'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...'

    Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:

    'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir...


  19. ŞÜPHE

    Her şeyden şüphe ediyorduk; her şeyden...

    Gördüğümüz eşyadan, duyduğumuz sesten, aldığımız kokudan, tuttuğumuz maddeden, her şeyden... Hattâ şüphe eden akıldan!.. O kadar şüphe ettik ki, nihayet şüphesizi bulduk... Ey şüphe eden ahmak, şüpheyi bilseydin imanı anlardın!..

     

    - Şüphe çölünü aşacak kadar kuvvetli olduğunuza inansaydım, size, Allah'ı bulmanız için şüphe edin derdim.

     

    Allah, varlığını ispat yolunda hiçbir delil gayretine düşülmediği vakit, büsbütün belirir.

     

    Şüphenin de Hâlikindan şüphe etmek, delilin de Halikını delile bağlamaya kalkışmak?.. Olur iş mi?..

     

    (1947 BD)

×
×
  • Create New...