Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1. Hasret, hüzün, keder,sızı, sancı, ağrı,ayrılık, özlem ve ölüm birer kelime sadece...

    Dile dokunduğunda acıtmıyor,kulağa vuruyor can yakmıyor.

     

    Bunlar sözler, sadece sözler, sadece sözler.

    Ağzımda kolayca yankılanıyorlar.

    Birçok kulağa çarpıyorlar.

    Belki birkaç kalbe de iniyor. Havada asılı duruyor sesler.

    Harflerin zincirine tutunuyor sözler.

    Dört harf 'ölüm' ve sadece iki hece. 'Ö-lüm'.

     

    Ölüm derken, kelimenin tam ortasında dil damağa değiyor.

    Bitirdiğinde dudak dudağa kavuşuyor. 'Ölümmmm..'

     

    Buluşuyor dil ve damak.

    Isınıyor dudaklar, birbirine kavuşuyor.

    Ama Ölüm öyle değil,

    dudakları ayırıyor birbirinden,

    soğutuyor dili damağı.

     

    Kolay ölüm... bu kadar kolay.

    Demesi kolay..

    Ya olması ölümün.

    Ya dudakları soğutması.

    Eşiğinde durmak son nefesin nasıl bir tükenmişliktir.

    Nice bir yangındır ömrün bir nefese daha yetmemesi..

    Ölümün kendisini ruhunla hecelediğin oldu mu hiç?

    Dudağınla değil ruhunla..

    Ayrılığı kıvrana kıvrana içtin mi hiç?

    Hasretin tam ortasında kala kalıp

    zamanın kırık cam parçaları gibi gırtlağına battığını hissettin mi?

     

    senaidemirci


  2. Anne karnında karanlıkta kalan bebeğe deseler ki: dışarıda aydınlık bir dünya var.Yüksek dağlarla dolu,büyük denizleri olan,dalgalanan, düzlükleri olan,çiçekleri açmış bahçeleri olan,yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve alevli güneşi olan ... ve sen bu mucizelerle yüzleşmek yerine,karanlıkta çevrilmiş oturuyorsun! Doğmamış bebek bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için ,hiçbirine inanmayacaktır..Tıpkı ölümü karşılarkenken bizim gibi.!!!


  3. OFELYA,BU FİKİRLER BENİ DELİ ETTİ!

     

    Hristiyanlığın, hayır Hristiyanlığın değil, İsa Peygambere ait gerçek dininin henüz neshedilmediği ve Hak yol olduğu günlerde Romalı müminler, acaba bizim çektiğimiz ruh işkencesini tadabildiler mi? Onlar dövüldüler, sövüldüler, kovuldular, sürüldüler parçalandılar, aslanların ağzına atıldılar; fakat bütün bunlardan hiçbiri yapılmadığı halde, kendi kendisine hâdiselerin bize reva gördüğü cefa şartına kadar yükselemediler.

    Zira küfür onlarda evveldi, memleketlerinin sahibiydi; onlar sonradan gelen hakikatin mensupları sıfatiyle minicik ekalliyet temsil ediyorlar ve gayet tabiî olarak (katakomp) larda yaşıyor, yer altı boşluklarında birbiriyle fısıldaşarak anlaşıyor ve tezatsız cefayı çekiyorlardı.

    Bizse, imandan sonra gelen ve minicik bir ekalliyet temsil ettiği halde ekseriyeti damaklı gemlerle sürüp.götüren küfrün, baştan başa sahibi bulunduğumuz ve her köşesini doldurduğumuz bir memlekette bize tâyin ettiği (katakomp) hayatını yaşamaktayız! C.H.P. kanunlarına göre vaziyet budur!

    20 milyon kişi toprağın üstünde, toprağın altından beter bir karanlık ve havasızlık içinde (katakomp) hayatlarının en korkunç ve tezatlısını yaşarken, bir milyon kişi, yine toprağın üstünde, zâhiren üstüne ve altına hâkim ve tapularına malik olarak ömür sürsün???

     

    “- Ofelya, beni bu fikirler deli etti!"

     

    Haddiniz varsa "Müslümanım!" deyin! Kâfi değil; haddiniz varsa "Bizim ideolocyamız sadece Müslümanlıktır!" deyin! Yine kâfi değil; haddiniz varsa "Kanun, Allah’ın kanunudu; gerisi sadece havayla, cıvadır!" deyin!

    Biz, yine, 20 milyonluk kütlenin vicdanına remz olarak ele aldığımız Ofelya'ya hitap edelim:

     

    “- Haydi gel, seninle (katakomp) lara çekilip fisıldaşalım; ve orada Allah’ın, Kur'anın, Peygamberin ve Şeriatin büyüklüğünden ve üstünlüğünden bahsedelim! Ve bir milyon kurdun, her ân ilik ilik canını emdiği 20 milyon kuzunun haline ağlaşalım!...

    Ofelya, ah Ofelya, bu fikirler beni deli ediyor!

     

    24 kasım 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  4. KÜFÜR

     

    Adalet âbidesi Hazret-i Ömer’i zulüm heykeli diye alıp İran Şahına “Ömer’den daha zâlimdir!” diyen bir hareket liderini ve temsil ettiği hareketi İslâm diye kabul etmek küfürdür.

    *

    Televizyonda Hüseyin Rahmi nasipsizinin “Şıpsevdi”sini gösterirken bir din adamına rakı içirtmek ve bu hareketi elini başına götürerek ve Besmele çektirerek yaptırmak, romanda böyle bir sahne olsun veya olmasın, küfürdür.

    *

    Kültür Bakanlığının son günlerdeki bir tamimle, başta benim tiyatro eserlerim olmak üzere, vaktiyle bu bakanlık tarafından yayınlanmış milliyetçi ve mukaddesatçı eserleri piyasadan kaldırması küfürdür.

    *

    CHP sözcülerinin ruh, ahlâk, nizam, ideal ve bunların ufuk noktaları üzerinde ettikleri her lâf ve takındıkları her tavır küfürdür.

    *

    İslâm iddiasıyla ortaya çıkıp küfürle iktidar ortaklığına bakan ve ona ta’viz veren her davranış “küfre rıza küfürdür!” kaidesince küfürdür.

    *

    Küfür hakikati örtmek ve gizlemek mânasınadır; ve Şeriat ölçüsiyle mutlak hakikati inkârdan başlayarak, her zaman bu mânada olmasa bile, gaflet, dalalet, cehâlet, hamakat, hıyânet, cinayet vasıfları altında daha nice şubelere dağılmıştır.

    *

    Ne görüyorsanız ortalıkta bu şubelerden birine bağlayınız!

    Bakınız, bir mutlak ve tek, gerisi umûmî “Hak” diye bir varlık kalmış mıdır gönüllerde?..

    Rapor 6


  5. HARİM-İ İSMET

     

    Anadolu… Bozkurdun, bir dere kenarında sulara dalıp gözlerindeki tılsımlı ateşi seyrede ede, içli ve mütevekkil bir söğüt ağacına istihale ettiği mesut diyar…

     

    Anadolu… Türkün, gerçek ruh ve muhtevasını bulur bulmaz seyyarlıktan sabitliğe geçtiği ve ruh vataniyle içiçe yeryüzü vatanını kurduğu büyük mâna çerçevesi.

     

    Anadolu… Kıt’alar arası tarihî hesaplaşmaların geçit meydanı, medeniyetlerin sergi evi, mahrem ve muazzam Asyanın, Avrupa’ya bakan cumbası…

     

    Anadolu… Putların ve salîbin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekûn hilâle teslim eden ve onun dâvasını bütün dünyaya şâmil bir (aksiyon) halinde güden aslî ve asîl unsur kadrosu…

     

    Ve nihayet Anadolu… Tarih boyunca cihanın en büyük mâna ve madde imparatorluğuna dayanak vazifesini gördükten sonra, dört asırdır öksüz, mazlum, harap ve mahrum yaşayan; bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken an’anevî tahammül ve tevekkülünün üstünde çeyrek asırlık küfür binasının yükseltildiğine şahit olan misilsiz ukde merkezi...

     

    Halbuki Anadolu; şehitler toprağı, gaziler bucağı, velîler ocağı;ve O'nun ,kainatın yüzü suyu hürmeine yaratıldığı beşer Nurunun ümmet yatağı...

    Neticede Anadolu, her taşında bir Yunus Emre’nin oturduğu, her yolundan bir Yunus Emre’nin geçtiği,Allah ve Peygamber bağlılarının yurdu ki, minareleri, evleri,kalbleri ,rüzgarları, kağnıları ve ırmakları hep “Allah Allah!” sesiyle coşar.

     

    Böyleyken Anadolu; ırmakları bile “Allah deyu deyu” akarken, tam 27yıldır kendi iradesiyle başa geçtiğini iddia eden en şeni ve mürtet küfrün esiri olmak gibi,hayal ve efsaneye sığmaz bir muhalin nasıl mevzuu olabilir?

     

    İşte biz bu Anadolu görüşümüz ve en üstün milliyetçilik halindeki bu Anadoluculuğumuzla,ona,kendi kendisini,kendi ukdesini,kendi mevzuunu anlatmaya,onun bütün sırlarını çözmeğe memur bulunuyoruz.Irmakları ''Allah'' deyu deyu akan vatanın mukaddes emanet çerçevesinin ''Harim-i İsmet''inde küfrü boğacağımız günler yakındır.O ki,düşmanın ''harim-i ismet''inde boğduğu yalaniyle''harim-i ismet''imize küfrü soktu;şimdi sıra onun aynı ''harim-i ismet''te boğulmasına gelmiştir.

     

    1 aralık 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  6. Üstad'ı tanımamda atılan ilk adım ortaokul yıllarıma dayanıyor.Ortaokul yıllarında hayat tarzını çok beğenip benimsediğim matematik hocasının,çocukluk hevesiyle tuttuğum şiir defterime yazdığı bir şiir.Üstadın benimsemem de yüreğime düşen ilk kor.Yazılan şiirin kime ait oluşunu araştırma sürecim kütüphane kütüphane dolaşma maceralarım....Ve Üstadı bulmuş olmanın sevinci...Aile ahalisinden nadide insanın Üstadı anlatması,benimsetmesi...Okuyuş ve bir daha kopamayış... :)

     

    Hım bu arada o şiir ???

    Ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar, kavuşmak nasıl olmaz, madem ki ayrılık var?

    • Like 1

  7.  

    Merhamet bestesi... Ah bu besteyi bir tutturabilsek. Benim istediğim, güneşin merkezindeki merhamet... Kuzuları da, yılanları da ısıtan merhamet... Isıtın, daha ısıtın!... Yılan şimşekleşinceye kadar ısıtın!... Görürsünüz; nasıl şimşek bir anda parça parça yere dökülür, sonra nasıl çizgi çizgi yumaklanıp bir kuzu olur! O ânı bulmaya bak! İş onda..


  8. HERKESE VE BANA GÖRE BEN

     

    Yardakçıya göre ben:

    — Vatansız, soysuz, inkılâp düşmanı!

     

    Su katılmamış (veledi zina) ya göre ben:

    —Bir (mum söndü) âleminde meydana gelmiş piç!

     

    Dinsize göre ben:

    — Softa, yobaz, kara mürteci, örümcek kafalı!

     

    Züppeye göre ben:

    — Garabet ve (orijinalite) olsun diye sofuluk taslayan bir (snob)!

     

    Meyhane ruhiyatçısına göre ben:

    — Namaz kılmaz, oruç tutmaz, rakı içer, kumar oynar, kadın düşkünü; bizzat yapamadıklarının müdafii ve bizzat bütün yaptıklarının münekkidi bir samimiyetsiz!

     

    (Babıâli) esnafına göre ben:

    — Kaskatı gurur heykeli! Majüskülle yazılacak bir (BEN)!..

     

    Dönmeye göre ben:

    — Hayatı rezaletlerle doluyken hak suretinde görünüp saf ve cahil dindarları istismara kalkan bir tüccar!

     

    Muhalefet murabahacısına göre ben:

    — Her tenkit ve tecavüzün üstündeki muazzam hedeflere saldıran ve her şeyden evvel muhalefeti gücendiren mel’un!

     

    Akıllılık iddia etmeyenlere göre ben:

    —Tek kelimesi anlaşılamayan (abuk sabuk)cu!

     

    Akıllılık iddia edenler göre ben:

    -Deli!

     

    (Selâmet derkanarest)çilere göre ben:

    — Daima fincancı katırlarını ürküten patavatsız!

     

    Komüniste göre ben:

    — Kara kaplı kitabın, cesur, atılgan, sistemli, samimî; fakat kafası testereyle kesilecek (1) numaralı propagandacısı!

     

    Türkçüye göre ben:

    — Irkçılığa düşman, geri ümmetçi!

     

    (Sanat için sanat)çıya göre ben:

    — Ruhundaki büyük şair ve sanatkârı öldürmüş bir müntehir!

     

    Ve bazı müminlere göre ben:

    — Hakkında her şey söylenen, kavliyle fiilinin birbirini tutup tutmadığı şüpheli garip bir adam!

     

    Ve nihayet bana göre ben:

    — Tek müdafaa kelimesi olmayan ve şahsına her ne kadar süfliyet çamuru atılıyorsa hepsini gayesinin ulviyetinden bilen, buna rağmen gerçekten süflî şahsıyla bu kadar şerefe lâyık olmayan basit ve alelade adamcağız!

     

    9 ocak 1948 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  9. Şu aralar halimi izah edecek bir kelime aramama gerek olmadan o kelime gelip beni buldu..hem öyle sadece bugün olabileceğim bir kelime değil..Bir ömürlük seçtiğim bir kelime...''Aciz''

     

    Bir abimizin tavsiyesi üzere izlemiş olduğum bir filmin benim için en mükemmel en etkileyici yönü acizliğin sembolüydü.Bu kelime için nette arama yapmama gerek yok,hem öyle felsefi sözlerle anlatmaya da gerek yok...İnsan,Yetinmeyi bilmiyen,her defasında fazlasını isteyen ve aksine ne istediğini bilmeyen aciz,muhtaç varlık...

    • Like 1

  10. HEMEN DEĞİLSE NE VAKİT?

     

    Fert, sınıf, cemiyet ve vatan halinde başlarımızın üzerinden güneşler doğup batıyor.Ve biz topyekün nefislerimize 24 saatlik mühlet bahşetmiş, müteselli varlıklar,'Bugün veresiye yarın peşin...' arzında tepelerimize asmış ve yan gelmiş bulunuyoruz!

     

    Evet tepelerimizden güneşler doğup batıyor ve zaman, doğru başlanmış bir cümleyi daha tamamlamadan yanlış hale getirecek bir hızla akıp gidiyor. Duymuyor ve aldırmıyoruz...

     

    İnsan hayal meyal sezer gibi olduğu büyük ictimai muhasebecilik memuriyeti üzerinde, tertiplemekle mükellef olduğu bilançoyu, her gün ertesi gün tamamlamak üzere bir gün ileriye atar,gider.Ve asırlar sonrası gelir de o 24 saat vadeli yarın asla gelmez.

    Biz; günlerden bir gün, Allah'ın içimizde estirdiği deli rüzgarlar sonunda tüyeri diken diken olmuş, etrafına bir göz atar atmaz divaneye dönmüş, olanca rahat ve tesellisini kaçırmış, sırtına cemiyetin büyük semavi yükünü almış, uykularını kaybetmiş, 24 saatlik kısa gün kadrosunun cücelerince taşa ve tükrüğe boğulmuş tımarhanelik mustaripler...!Evet evet; tıpkı tımarhanelik mustaripler gibi kalabalıkların karşısına dikilmek, evlerin kapılarını çalmak, dükkanların kepenklerini vurmak, devlet ve cemiyet rehberlerinin yollarını kesmek, tiyatroda süflör ve kürsüde profesörün omuz başında durmak ve sadece bağırmak, çağırmak, tepinmek istiyoruz!

     

    -Eğer hemen değilse ne vakit??? Bu aziz vatanın, bütün tarihi, bütün gelmesi, bütün geçmişiyle yeni baştan tefahhus ve muhasebesini emreden bir son vade anı yaşadığımızı ne vakit kavrayacağız? Yalnız bu anı duymak, bu anı şuurlaştırmak ve bu anın emrini yerine getirmek borcu önünde, en makbul fiil en faydalı iş dahi müflistir.Kitap kapatılabilir, fabrika susabilir, nakil vasıtası durabilir, hasta ölebilir, ölü bekleyebilir fakat bu borç daha fazla bekleyemez!

     

    Sesimizi insanlardan hiç kimse duymuyorsa mutlaka tarihin duyduğu ve bir gün duyuracağı emniyetle yükseltiyoruz: Eğer hemen değilse ne vakit?

     

    2 ocak 1948 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

    • Like 1

  11. DİNLE EY GENÇ ADAM!

     

    Genç adam! Senin için bir mefkûre inşâ ediyoruz.

     

    Ellerimizde baltalar, kazmalar, topuzlar; ve cetveller, pergeller, şakuller... Habire kesmek, habire yıkmak, habire ezmek; ve habire ölçmek, habire biçmek, habire ayarlamak borcundayız. Tükürükle çimentolaşmış yalancı direkler kesilir, pamuk ipliğine bağlı sahte çatılar yıkılır, (galvaniz)li tezekten uydurma mâbutlar ezilirken, çıkan toz duman içinde bir an yapıcılığımız göze görünmeyebilir. Yahut, plânının karşısında, gözleri ölü gözü gibi, donmuş kalmış bir mühendise de benzeyebilir, yapıcılık hummasından başka bir şey düşünmeyen bir tecrîde de mıhlanabiliriz. Aldanma! Mutlaka yapmak için yıkmanın ve mutlaka yıkmak için yapmanın ne demek olduğunu, Allah isterse sana göstereceğiz.

     

    Biz ki seni sağ kaburga kemiğimizin altındaki ciğerden, sol mememizin aşağısındaki yürekten, kızgın kafatasımızın içindeki beyinden daha aziz ve hayati bir varlık biliyor ve o çapta seviyoruz, sakın seni sık sık ele aldığımız, teşhir eder gibi olduğumuz, yaralar gibi göründüğümüz zaman bize kızma!

     

    Mukaddes emanetlerin, henüz kanında rüya gören doğmamış çocuklara doğru, bayraktarı olan seni, ne anne, ne baba, ne kardeş, ne de sevgili bizim kadar sevebilir. Müsaade et, hissî olmayalım ve sana afyon, (kokain), (eter) gibi değil kaynar su, ateş, kezzap gibi gelelim! Gâye, belki asırlardır, üstüne tabaka tabaka kir, küf ve pas yığılan kendi öz mâdenini sana göstermek, seni bu öz mâdeninin dâvâcısı kılmaktır.

     

    Sen, bir sebep değil, neticesin! Ve eğer bu gün, bir netice olarak bâzı iflâsların mahzun ve mazur tablosunu çiziyorsan, lânet olsun sana bu neticeyi aşılayan müessirlere!..

     

    Kıyasıya vurduğumuz, sebep; çıldırasıya koruduğumuz da netice, yani sen.. Dâvâya netice yolundan, cümle kapısından girmeyip de nereden dolanalım?..

     

    Senin, - ister farkında ol, ister olma - Mahşer günü bizden dâvâcı olmaman için, biz bu dünyada senden dâvâcı olacağız. Bunu anla, tahammül et ve bizi anne, baba, kardeş, sevgili derecesinin üstünde olmasa bile yanıbaşında sev!

     

    Bil ki murâdımız sensin!

     

    23 kasım 1945 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

    • Like 2

  12. KURTARICI HİKMET

     

    Marifet , makineyi yapan makineyi yapabilmekte… Yoksa onu ne satın almakta, ne işletmekte, hattâ ne de bazı entipüften örnekleriyle derleyip çatabilmekte… Böyle olmayınca; makine fikri ruhumuzun rih gibi incecik kumdan yataklarında plân ve metotla dökülemeyince, makine insan topluluklarını her sahada ezer, çarkları içinde öğütür ve olanca şahsiyet ve tamamiyetinden sıyırır. Bu sır, asrımızın en ince ruhî, içtimaî, siyasî ve iktisadî nüktesidir.

     

    Şarkla Garp dünyaları arasındaki çatışmanın Şark hesabına iflâs günlerini eşiklendiren Tanzimattan zamanımıza doğru Avrupadan ne aldıksa hep bu dış, ezici, öğütücü, sömürücü, büsbütün mahrum bırakıcı ve bizi olanca şahsiyet ve tamamiyetimizden sıyırıcı düşman cephesiyle aldık.

     

    Bütün ıslahat tarihimiz, Meşrutiyetimiz, hürriyetimiz, müsavatımız, adaletimiz ve nihayet Cumhuriyetimiz, işte bu soy eserlerdendir.

    Marifet, makine misalinde olduğu gibi, bunlarda veya bunların dış çizgileriyle kopyasında değil, bunları meydana getiren müessirlerin bünyeleşmesindedir. Bizse, kendi içinde salâh ve aslına ircaını bekliyen öz bünyemizi feda ederek, her şeyden evvel bizde öz bünye hakkını idam eden yabancı bünye ifrazlariyle gıdalanmak istedik; ve buyurun, işte ne hale geldik!.. Zira ilk vazifesi tabiî bünye ifrazına mâni olmaktan ibaret bulunan bu yabancı ifrazlar, dışarıdan alınan ve böylece içeriden meydana gelmesine set çekilen sun’î (hormon) lar gibi, bir faaliyet zaafını büsbütün tatil edip yerine yabancıyı ve iradesi elimizde olmıyanı geçirmekten başka hiçbir şey ifade etmez. Bu da, insana, hastalığını bile hatırlatmıyan ve ıstırap dahi çektirmiyen sonsuz bir maraz, yani ölümdür. Biz de, tam 111 yıldır, bize ölüm getirenleri hayat getirmiş olmakla vasıflandırıyoruz.

     

    Bu kurtarıcı hikmette, bütün oluş dâvamızın tek şartiyle bütün olamayış tarihimizin tek müessirini çerçevelenmiş görerek netice hükmünü kaydedelim:

     

    Artık marifet, lâfta değil, hakikatte inkılâbı yapacak inkılâbı yapabilmekte… Sıra onun, yani bizimdir!

     

    6 ekim 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  13. NEREDEDİRLER ?

     

    Bize, akıllıkar değil,divaneler lazım ! Nerededirler?

     

    Bize ,deftere bakıp hesap çıkaranlar değil,defteri ve hesabı bir toplayışta kapatanlar lazım! Nerededirler?

     

    Bize,babasından lüpçüklükle öğrendiği hakkı sürükleyen ve süründürenler değil,kalbinde çileyle süzdüğü hakikati fışkırtan ve şahlandıranlar lazım ! Nerededirler?

     

    Bize,mafsal yerlerindeki maddi alışkanlıkla Kıbleye dönüp iskelet kıyamıyla duranlar değil,namaz hakikatinin ruh kıyamıyla doğrulanlar lazım ! Nerededirler?

     

    Bize,İslami ölçülerin kerrat cetveli ezbercileri değil,aşk habercileri lazım ! Nerededirler ?

     

    Bize,edebiyatı feda edip birkaç yıllık pis ömrü alıkoyan açıkgöz hasisler değil,pis ömrün topunu birden verip ebediyeti sağlayan gözü kapalı cömertler lazım ! Nerededirler ?

     

    Bize,arkasından gittikleri adamın hususi tıynetini münakaşa edenler değil,umumi istikametini görenler ve öyle yürüyenler lazım!Nerededirler ?

     

    Bize,sahiplik mevkiinde bulunanlar değil,bu toprağın gerçek sahipleri lazım! Nerededirler ?

     

    Bize,lafta değil,hakikatte Müslümanlar lazım ! Nerededirler?

     

     

    29 eylül 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

    • Like 2

  14. Müslüman Muharririn Vasiyeti

     

    Vasiyetim 11 maddeliktir:

     

    1.Cenazemde namazımı kılacak olanlardan başka kimseyi İstemiyorum!

     

    2.Cenazeme çiçek gönderilecek olursa, onları, cami aptestbanelerini tenzih fikriyle meyhane ve kerhane aptesthanelerinin kuburlarına atsınlar!

     

    3.Cenaze alaylarında çalınan bandomızıkadan, bir C. H. P. hatibinin din aleyhindeki nutkundan fazla tiksindiğimi biliniz!

     

    4.Mezar taşım, yerden bir karış yüksekliğinde ve gayet sade olacak, üzerinde de tek kelime yazı bulunmayacak., Eğer istediğim gibi yazılabilseydi şöyle yazın derdim :

    13ubat1948.jpg

     

    5.Gusul, kefen, tabut, dua, cemaat, tezkiye, merasim, defin, Kur’an; ve daha neler, neler; bana yalnız Şeriat'in yap dediğini yapınız, ve yapma dediğini yapmamak şöyle dursun, yap demediğini yapmayınız !

     

    6.Mezarımda sözüm ona bir fikir ve sanat adamının, sözüm ona bazı kıymetlerim ve faziletlerim hakkında nutuk vermeğe başladığını görürseniz, hemen ağzını tıkayınız ve ona deyiniz ki: “Bu sözleri söylemekle, biçare Ahmed’in geçmiş ve gelecek bütün cedlerine ve torunlarına ağız dolusu sövmek arasında fark yoktur!,, Ah, yalnız sükûtu; büyük, derin, muhteşem, hikmet ve gufran sükûtunu istiyorum!

     

    7.Allahın rızasından başka muradı oimıyan bir kaç Müslümanı davet ediniz; onlardan, toprağımın yanı başına çömelmelerini rica ediniz ve yetmiş bin Tevhit kelimesi okuyup Allahın beni affetmesi için adıma niyet ve hediye etmelerini isteyiniz!

     

    8.Çocuklarıma benden beş on kuruş kalacak olursa, bunları borçlarıma yatırsınlar; geriye de -muhal farz - bir kuruş bile artsa, bunu, kanun yolların

    dan üzerlerine çevirdikten sonra, aralarında Şeriat ölçüsüne göre paylaşsınlar! Allah'ın lâneti,. hakkını bu ölçüye göre almaya razı olmıyacak olan mirasçımın üzerinde olsun...

     

    9.Düşüncenin, duygunun, ilmin, sanatın, insanın, cemiyetin son hikmet noktasını, Allahın bir ve Peygamberinin hak olduğunda bulduğum günden evvel, eğer Şeriata aykırı birşey söyledim ve yazdımsa bunlardan hiç biri benim değildir! Bunları inkâr ediyor, bunlardan istiğfar ediyorum! Ve son söz olarak şu kadar söylüyorum ki, düşüncenin, duygunun, ilmin, sanatın, insanın, cemiyetin son hikmet noktasını Allahın bir ve Peygamberinin hak olduğunda bulmıyanlar beni sevmesin ve kendilerini bir fare ölüsünden daha murdar tanıdığımı bilsin...

     

    10.Bana Kur’an okuyunuz!

     

    11.Benim için “çok günahkârdı ama Allaha ve Sevgilisine, iliklerine kadar bağlıydı...» deyiniz!

     

    13 şubat1948 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

    • Like 2

  15. Yaşadığımız dünya kumar,eroin,cinayet,hırsızlık,bu ve bunun gibi mevzulardan kurtulmak için çırpınmakta.Bütün insanlığın Reis beyin fikirlerine öyle ihtiyacı var ki.....Üstad bu konuları Reis bey'de bütün gerçekliğiyle ortaya koymaktadır..Bütün insanlığa seslenmek,haykırmak gerekiyor..''Hey millet ,durun ve dinleyin, bir mesajınız var.Dinleyin Reis Beyi size kurtuluşu gösteriyor.!!!''.........

     

    İşte kurtulmamız gereken baş mevzularda biri KUMAR....

     

    Dinle bak bu konuda ne diyor reis bey:

    -Kumarda ..... lira kaybettin, Düşün, bu parada ne kadar insan ve emek hakkı var... Eğer, bir hamal, sırtında elli kiloluk yükü bir kilometre ötesine iki buçuk liraya taşırsa, bu hamalın iki yüz kilometrelik emeği... Tam yedi yüz on beş ekmek parası... Bir hastahane dolusu insanın acısını dindirecek ilâç tutarı... Bayram sabahı, boynu bükük, bilmem kaç öksüzün kundura bedeli... Şu kadar kefen, yahut kundak bezi; bu kadar ah, vah, yahut oh, eh karşılığı... Çocuklar! Bütün bu hak sahiplerine acıyan, bütün bu emeklere içi sızlayan, parasını nasıl bir zara, bir kâğıda teslim eder?

     

    İşte bir tanesi daha Cinayet( adam öldürme) :

     

     

    -Nasıl öldürürsün?... Göz! Renk renk dünyaları, en yakın zerreyi, en uzak yıldızı gören göz... Ona nasıl toprak doldurursun? Kalb dediğimiz, bütün gücümüzü veren esrarlı tulumbayı nasıl kırar, parçalarsın? Bunları yapmayı bırak bir tarafa; bunları yapmak imkânı var ya; işte yalnız imkânı var diye nasıl döğünmez, yırtınmaz, tepinmezsin?...


  16. KIRAAT KİTABI

     

    ''Uludağ yüksektir'' derken Uludağı ilk defa keşfetmiş gibi eşekce bir emniyet içinde abuk sabuk laf ederler:

    -Dünya çapında şairimiz yok,romancımız yok,mütefekkirimiz yok,bestekarımız, (aktör)ümüz yok.mimarımız yok!....

    Evet yok; zira 7 yaşında ki çocuğa okutmak için kendi çapımız da bir kıraat kitabımız yok ....

     

    (Mark Orel) in çizmesinde tek çivisi eksik olsaymış.Roma medeniyet bütünü tam olamazmış....Öyle.!...(Mark Orel)in çizmesinde tek çivi,bütün Roma medeniyet bütününü tutan ,belki en uzak, fakat bir bakıma en yakın teferruat halkası...(Bütün) bütün olduğunu,işte o en uzak ve hurda halka üzerinde hülasa edecektir.

     

    (Eskimo)lu çocukların bile fok balıklarına ve sabahsız gecelere dair annesinden dinlediği ninni,onun kıraat kitabıdır.(Eskimo)lara kadar gerilerseniz bu işi yalnız annelerin elinde bırakabilirsiniz.Fakat kendi kendinizi tepeden tırnağa bir tartaklayacak olursanız,aynı işi annnelerin elinde bile körlettiğinmzi

    fark edemez misiniz?

     

    (Kanser ) hastasının altın dişe özenmesi gibi (klasikleri) tercüme ettiren -ki bu tercümelerin iş ve fikir madeni tenekedir.-Maarif ölçümüz ,bir kıraat kitabının şamil manası ve temel değeri üzerinde bizimle konuşabilmek ehliyetinde midir? Değildir; çünkü bize şöyle diyecektir:

    -(Okul)lara git de gör ,(okuma) kitabımız var mıymış ,yok muymuş!...

     

    İntihar,sinema,(futbol) ,fuhuş,kumar,sarhoşluk,iltimas,dalkavukluk,karaborsa,yalancılık,cinayet,hırsızlık,yedisinden yetmişine kadar,kendi kıraat kitabını her gün biraz daha ezberlete dursun......Ortada dağ gibi yükselen,ufuk gibi kucaklayan,gök gibi yutan kötülük ,mekteplerde kıraat kitabı olmayışına karşılık,bu işi menfi tarafından başı boş hayatın deruhte etmesinden....

     

    Fabrika yapmayın, işlemez; kanundan bahsetmeyin,önlemez;demokrasi bahsini açmayın,olamaz;Türk san'atkar ve mütefekkirini beklemeyin,gelemez;zira kıraat kitabımız yoktur!.Bütün bir milleti,ruhunu dayadığı bütün kaynaklarla 7 yaşında ki çocuğa göre cici cici renklendirecek,şekillendirecek , seslendirecek kıraat kitabı!...Hani?...

     

    18 ocak 1946 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 

×
×
  • Create New...