Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1. Bir adam yaratmak ın Hüsrev'i sonunda çıldırır.Çıldırır çünkü aklı bir cephane deposu gibi patlamıştır.Çünkü sahip olduğu akıl 19. asra mahsus efendilik taslayan,kalbine hükmeymeye kalkışan bir akıldır:

     

    '' Yaratıcı neymiş,yaratmaya kalkarak tanıdım.Yalancı İlah,doğrusunu tanıdı.Gölge artist öz sanatkarı tanıdı.Ben şimdi şu anda tanıyorum Allah'ı.İlminin,sanatının karşısında aklımı veriyorum.Aklım cephane deposu gibi patlıyor,kül oluyor.(istanbul1959)''

     

    N.Fazıl'ın ,aklın değişen yeri ve rolü üzerine bir vurgulamasıdır bu tecennüm aslında.Ve Hüsrev alabildiğine trajik bir tiptir bu duyuş tarzıyla.''Yeniler' e takdim edilen aklın zarfı,her şeyi bildiğini zannetmesi.Akıl,bilmediğini bilmiyor.Trajedi burada işte.Ya da komedi.Göz kendini göremiyor,üstelik göremediğini bilmiyor.Akıl ,sezgiyi inkar ediyor.Onu doğuran hissi küçümsüyor.Kalp gözleri kapalı,''makul'' olana müheyya bir döngü.

     

    Nazan Bekiroğlu-Mor mürekkep sf:59

    • Like 2

  2. BİZZAT SEN !

     

    Bize mürteci diyen!.. Sen, zaman kadar mücerret bir şeyi kokutmuş ve kainatı hareket noktasına kadar geriletmiş bir bedbahtsın...Hadiseleri ,basit tarih ve kemiyet sıralarına göre sınıflandırmaktan başka hiçbir teselli kalmamıştır elinde...

     

    Bizi,Komünist emellerine hizmet etmekle ve Komünistlere yeni tecelli zeminleri açmakla suçlandıran!Sen.bizzat (Stalin) e,en sadık adamı kadar değilde,öz yüreği kadar yakın bir bendesin!..Onun,en sadık adamına bile tavsiye etmekten çekineceği bir taktiği,kendi kendine,candan ve cabadan yerine getirmektesin!..

     

    Bizi, “kızıl ve kara irticacılar” tasnifi altında, artık bu memlekette hiçbir şeyi zıddından ayıklanamaz hale getirici bir karanlığa boğmak isteyen!..Sen ve yukarıdan beri gelen hepiniz Allahsız, milliyetsiz, Yahudi ,dönme ,mason ve komünistten biri, yahut bunlardan hepsi birdensiniz!...

     

     

    Vatanı misilsiz bir zulmete boğup,çocuklarımızın babası şeklinde ocağımıza yaklaştırdığınız can düşmanımıza ve can düşmanımız şeklinde gösterdiğiniz çocuklarımızın babasına karşılık ,bu oyununuzu sezecek ve sizi fert fert ve topluluk topluluk teşhis edebilecek son nur kıvılcımının sadece Büyük Doğu olduğunu sizde biliyorsunuz;ve telaşınız yalnız bu bilgiden geliyor.Korktuğunuz günlerin tahakkuku yakındır! ..O gün bütün renkler en ince (nüans) larıyla birbirinden ayırt edilecek ve bizden olmayanlar kezzapla silinecektir.Bundan korkuyorsun,değil mi,Allahsız???

     

    26 ocak 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


  3. Mağrur Öfke: Necip Fazıl

    Metin Önal Mengüşoğlu

       Ocak 2013

     

    Kendisiyle hayli hatırası bulunan birisi sıfatıyla Metin Önal Mengüşoğlu, bu zihin açıcı çalışmasında Büyük Doğu idealinin kurucusu, öncüsü, üstadı olan Necip Fazıl'la tanışmasından başlayarak onun şiirine, düşünce dünyasına, öfkesine, siyasi mücadelesine ve Müslümanlık anlayışına odaklanıyor.

     

    Çile, İdeolocya Örgüsü, O ve Ben, Bir Adam Yaratmak, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu gibi ünlü, ama aslında okundukça keşfedilen yapıtlarını yorumluyor. Yeni bakışlar, anlayış akrabalıkları ve uzaklıkları üzerinden Üstadı nasıl anlayabileceğimizi gösteriyor. Düşüncenin, edebiyatın ve elbette kavganın ne olduğunu ve ne olmadığını bu metinlerden yola çıkarak kendi üslubuyla sorgularken eğri tutulan adalet terazisini de sorgulatıyor.</p>


  4. Zülf-ü kâküllerin amber misali

    Buy-u erguvan dan güzelsin güzel

    Kızarmış gonca gül gibi yüzlerin

    Şah-ı gülistan dan güzelsin güzel

     

    Yüzünde yeşil ben aşikar olmuş

    Çekilmiş kaşların zülfikâr olmuş

    Gözlerin aleme hükümdar olmuş

    Mihr-i süleyman dan güzelsin güzel

     

    Kurulmuş göğsünde bahçe-i vahdet

    Hatmolmuş kadrinle tûbayı hikmet

    Cemalin seyreden istemez cennet

    Sen huri gılman dan güzelsin güzel

     

    Gözlerin velfecri benzer imrân 'e

    Seni seven âşık olur divane

    Yanakların şûle, vermiş cihana

    Yüz mahı taban dan güzelsin güzel

     

    Çiğ düşmüş çayıra benzer yüzlerin

    Âşıkın öldürür şirin sözlerin

    Mısrın hazinesi değer gözlerin

    Zühre-i rahşan dan güzelsin güzel

     

    Sıdkı der suretim hattın secdegâh

    Cümle güzellere oldum pişegâh

    Güzeller tacısın yüzün padişah

    Yusuf-u kenan'dan güzelsin güzel

     

    Aşık-ı Sıdkı

    • Like 1

  5. Kitab bence tam Üstadın otobiyografi şeklinde geçiyor.

    Benim anlamadığım, Üstad burada hayatını anlatıyorsa, burada vefat eden Mine, Hatçe karakterleri kimler oluyor???

    Başka kitaba geçmeden bilen bir kişi bunu yanıtlarsa çok sevinirim.

     

    Kitap bittiğinde akla ilk gelen soru bu oluyor.''Üstad'ın otobiyografisi mi?''İçerik bakımından üstadın hayatının birçok sahnesinin yer aldığı bir gerçek ama kesin otobiyografisi teşhisini koymak yanlış olur kanaatindeyim.


  6. Yahudi ve mason kuklası olan, ve sadece işleri çöplük karıştırmak olan "gazeteci" adıyla havlayan numunelere bu ideoloji fikrîyle engel olamamak, onların maşa olarak kullanılması gerçeğiyle Menderes tarihindeki asılsız iftira tekerrürüne seyirci kalmak, sadece bir iki mısra şiir okuyarak aynı "ideoloji" ye hizmet ettikleri sanılan güçsüz ve zavallı karakterlerin de tekerürrünü görüp, anlayıp akıbetlerini beklemekteyiz.

     

    Tanzimattan bu yana gelmiş geçmiş herkeste bu davayı tutmaya müstaid biricik insanı arayan ve bulduğunu sanan, fikrî mücadelesi yalnız ve yalnız İslamiyet olan Üstad; her yanımızı sarmış çöpçüler krallarının arasındaki halimizi görseydi, bir pislik yığınının içine gömülmüş vücutlarımızın ve kafalarımızın nefes almaktaki çaresizliği karşısında aynı savaşa tutuşur, ortalığı yıkar geçirirdi. Üstümüze kürek kürek pislik atanların, kafalarını oraya gömmek yerine, ellerine nalburun anahtarını verip de, bizimle alakası yok diye kendilerini savunmaya kalkanların tarihin derin sularına gömülmüş, kahramanlık vasfından çok uzaklarda ve korkak şahsiyetler olduğu gerçeğini yüzlerine tokat gibi vurmuştu.

     

    Ey mektubun muhatabı! Okuyup vicdanı titreyen herkes! Titreyin ve kendinize gelin! Maşa olarak kullanılan zavallılar değil benim muhatabım! Çünkü onlar büyük bir kişilik aczinde, kendilerine verilen her komutu emir telakki edip, sahibinin fırlattığı boomerang peşinde salya akıtıyorlar. Boomerangı fırlatan o elin sahibi! Kim olduğunu biliyor ve sadece susuyoruz! Tarihin tozlu raflarındaki kitaplarda fotoğrafı bile basılamayacak kadar aciz ve zavallısın! Sana söylüyorum! Kim olduğunu bildiğimizi bil! Sen kişilik sahibi bir adama yakışır şekilde hareket etmeyerek sinsice adım atarken, biz KISAKÜREK soyadının asaletiyle bize yakışır şekilde susuyoruz! Aramızdaki bu fark hiç kapanmayacak!

     

    Şeyma Kısakürek Sönmezocak - Haber 7

    • Like 1

  7. Adnan Menderes'e gönderdiği 'gözüyaşlı' mektuplarla örtülü ödenekten para isteyen ve bu paralarla kumar oynadığı iddia edilen şair Necip Fazıl Kısakürek'in oğlu Mehmet Kısakürek, söz sırasının babasında olduğunu söyledi. Yaşanan tartışmalara gereken yanıtı babasının 1970'de yayımlanan, "Benim gözümde Menderes" kitabında verdiğini söyleyen Kısakürek, söz konusu savunmayı Habertürk'le paylaştı. Necip Fazıl, kitabında örtülü ödenekten para aldığını kabul ediyor ve Menderes'in, davasını sürdürmesi için 'biricik' insan olduğunu belirtip "Yardımını davamın hakkı olarak kabul ettim" diyor. İşte Necip Fazıl'ın kaleminden örtülü ödenek savunması:

     

    'Evimdeki halıları sattım'

    "Evet, örtülü ödenekten para aldım. Alırken de bir rejim ve hükümet meddahlığı vazifesini üzerime almadım. İşte Adnan Bey'de Tanzimat'tan bu yana gelmiş sadrazamlar ve başvekiller arasında bu davayı tutmaya müstaid biricik insanı buldum. Yardımını davamın hakkı olarak kabul ettim. Bütün aldıklarımı, mücadelesini ettiğim yolda harcadım. Evimdeki halılara kadar da bu uğurda satmaya mecbur oldum. Zira Adnan Bey'in "Bir kerede başla sonu gelir" diye ettiği her yardım, Demokrat Parti iktidarının menfî kutbu tarafından engellenince, kendisine bir ev yaptırılmaya başlanıp, birinci katı çıkmadan yüzüstü bırakılan bîçare gibi, elimdekini avucumdakini sarf etmeye, üstelik büyük bir borç altına girmeye mahkum oldum."

     

    'İradesiz ve sabatsız Menderes'

    "Örtülü ödenekten bana verilen paralar, şahsıma bir şey getirmek yerine, benim bütün imkanlarımı yedi bitirdi ve neyim varsa götürdü. Böylece Adnan Menderes, örtülü ödeneğiyle beni kullanmış değil, asıl ben onu idealim uğrunda kullanmaya teşebbüs etmiş, fakat iradesiz ve sebatsız karakteri yüzünden muvaffak bulunmuş olamıyorum. Benim, bir dava uğrunda bir nevi vergi hakkiyle alabildiğim, reklam parasına bile yetmez, gülünç meblağlara karşılık, kendisinden milyonlar devşirip şimdi gözünü oymaya bakan, ‘Büyük Doğu'yu' örtülü ödenek beslemesi olmakla suçlayan ve hesap vermeğe davet edilmeyen bazı gazetelerin hali, masumluk ve ulviliğimizin ters tarafından mükemmel bir ifadesidir."

     

    'İslami gayeye yol bulabilmek için'

    "Örtülü ödenekten bana verilenleri 147 bin lira olarak tespit etmişlerdi. Bu 147 bin liranın üzerine oturup "tamamlanmadıkça bir şey yapamam!" diye onu tasarrufuma geçirmiş olsam ve kendimi pahalıya satmayı bilseydim, o zamanlar oturduğum köşkü bana 100 bin liraya satmaya kalkan ev sahibime 'Evet!' demekle bugün yine dava ve gayeme mahsus olmak üzere birkaç milyonluk servet sahibiydim. Bugün, Feneryolu'nda, Bağdat Caddesi üzerinde beş bin mertekarelik bahçesiyle bu mülk 5 milyon lira değerindedir. Yani mahut 147 bin, sırf İslami gayeye yol bulabilmek için, olduğu gibi pişirdiğim yemeğe gitti, üstelik cebimde ve kilerimdekileri de silip süpürdü."

     

    'Büyük Doğucular kavrasın, iftihar ediyorum'

    "İşte, davamın baç hakkı olarak aldığım ve bunu iftiharla ilan ettiğim, fakat başta Adnan Bey'den milyonlar çimlenip de sonradan onu vatan haini diye teşhir eden namus yoksunu gazetelere nispetle, işimi bilemediğim, örtülü ödenek hikayesi bütün içyüzü ve mahrem karakteriyle bundan ibarettir ve bu hikayeyi ve iç yüzünü bütün ‘Büyük Doğu'cuların kavraması lazımdır."

     

    ÜMRAN AVCI

    • Like 1

  8. İki gündür bir medya grubunda Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili bir takım çirkin iddialar var. Necip Fazıl'ın zamanın başbakanı Adnan Menderes'e yalvarıp yakarıp para istediğini, kumar oynadığını güya belgelerden bulup ortaya koyduklarını söyleyerek zafer çığlıkları atan insanların bu zavallı hali beni bayağı eğlendirdi.

     

    Yaptıkları haberciliği masum göstermeye yönelik söylemler içine giren, güya gerçekleri ortaya koyduklarını söyleyen bu gazetecilerin aslında ne yapmaya çalıştıklarını bu millet çok iyi biliyor!

     

    Muhafazakâr kesime "bakın üstadınız neymiş" kabilinden ince mesaj gönderme kaygısı ve bir de kuyruk acısı olan bir habercilik anlayışıyla karşı karşıya kaldık.

     

    Yüzüstü çok sürünen ve nihayetinde ayağa kalkan bu milletin böylesi pespaye haberlere itibar edeceğini sanan bir gaflet ve dalalet hali içindeler.

     

    Necip Fazıl Kısakürek gerek fikirleriyle, aksiyoner düşünce yapısıyla, ortaya koyduğu telif ve şiirleriyle bu ülkenin geleceği noktasında çok ciddi hizmetlerde bulunmuş zirve bir şairdir. Türk Edebiyatının Cumhuriyet dönemi Sultanü'ş Şuarası'dır. Yani şairler sultanıdır.

     

    Başbakandan maddi yardım talep etmesi noktasında iki gündür bu büyük şair adeta küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, Maraş'ın çok önemli ve köklü bir ailesine mensup, hiç kimseye eyvallahı olmayan, sözünü budaktan esirgemeyen duruşu olan bir mütefekkirdir.

     

    Velev ki aralarının çok iyi olduğunu bildiğimiz Adnan Menderes'ten maddi destek istemiş olsun, bunda yadırganacak ne var Allah aşkına?

     

    Bugün dahi medya grupları, gazeteciler hükümete yakın durmayı ne için tercih ediyorlar acaba? Yüz seksen derece dönüş yapanları da gördük yakın zamanlarda. Her iktidar kendi medyasını, kendi kalemlerini ve mütefekkirlerini korur ve gözetir. Bu bizim coğrafyamızda hiç de yabancısı olduğumuz bir mevzu değil ki!

     

    Osmanlı'da da Baki gibi, Fuzuli gibi birçok büyük şair dönemlerinin padişahlarına yazdıkları kaside ve gazellerin karşılığında çok ciddi payeler yanında büyük maddi yardımlar da almışlardır. Sanatla uğraşan bir kimsenin gündüzleri esnaflık, ya da çiftçilik yapması, maişet derdiyle kıvranması sanat adına bir kayıptır aslında ve bunu da en iyi Osmanlı padişahları görmüş ve takdir etmiştir.

     

    Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok şair ve sanatçıya Meclis tarafından bizzat maaş bağlandığını da biliyoruz. Mesela Âşık Veysel zamanın milletvekili Ahmet Kutsi Tecer tarafından keşfedilmiş ve kendisine maaş bağlanmıştır. Sonra milli şef zamanında özellikle kendi yandaşlarını paraya boğmalar, onlara devlet kademesinde yer açmalar, lüks ve sefahat içinde yaşatmalar öylesine fazladır ki yazsanız sütunlarınız yetmez.

     

    Çok değil beş on yıl geriye baktığımızda bile bu ülkeye yabancı, bu milletin hiçbir derdiyle tanışık olmayan sözde sanatçı geçinen ama sanat adına hiçbir icraatına şahit olmadığımız birçok kimsenin hükümetler ve belediyeleri eliyle himaye edilip paraya pula, mevki ve makama boğulduklarını, milletin parasının nasıl da boş ve beleş işlere harcandığını hüzünle ve acıyla hatırlıyoruz. Hala devlete bağlı birçok kurumda adı sanatçı olan yüzlerce insan boşu boşuna istihdam ediliyor!

     

    Ve ne yazık ki bu hiçbir şey üretemeyen sözde sanatçıların ideolojisine bakıldığında hep aynı zihniyeti bulursunuz her nedense! Onlara verilen parayı hiç kimse konuşmuyor!

     

    Necip Fazıl banka mı hortumlamış ne yapmış?

     

    Dergi çıkarmak için nazının geçtiği, fikirsel anlamda yanında durduğu, meselelerini paylaştığı başbakandan maddi yardım istemeyecek de kimden isteyecekti acaba?

     

    Yahudi lobilerinden mi, Amerika, Rus veya İngiliz lobilerinden mi hangisinden yalvara yakara yardım isteyecekti acaba? Zira o dönemlerde ülkesini terk edip Ruslara sığınan, Ruslara dayanan ve onlardan geçinen Nazım Hikmet'in yaptığı daha mı etik bir davranıştır?

     

    Ve bu yıkıcı haberi yapan gazeteci arkadaş ölmüş, ahrete intikal etmiş ve toplum nezdinde büyük saygınlığı olan, fikirleriyle kitleleri sürükleyen önemli bir şairi ( üstelik mahrem sayılabilecek -tabii gerçekse -mektuplarını ifşa ederek, kişilik haklarına saldırarak) böyle bir haberle aşağılayarak neyin intikamını almış oluyor acaba? Üstelik bu yalvardığını söylediği mektupları ispatlamış da değil!

     

    Özellikle "Büyük Doğu" Mecmuasında fikir cephesinde girdiği mücadeleleri, fikirleri nedeniyle defalarca mahkûm edilişi, çeşitli baskılara maruz kalışı hiç sebepsiz değildir! Necip Fazıl fikir cephesinde öyle büyük bir mücadele vermiştir ki bu düşünce ve fikirler filizlerini bugün vermiş ve ülke insanı Üstadın hayalini kurduğu günleri temaşa etmektedir.

     

    Bohem bir hayatı yaşadığı ilk gençlik yıllarından sonra Şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanışması onu farklı bir mecraya sürükler. Bu hayatında dönüm noktasıdır aslında.

     

    Tarihe geçmişiyle ilgili "Ben geçmişimi dürdüm, büktüm, çöpe attım. Çöpü karıştırmak köpeklerin işidir" diye bir de okkalı bir söz düşürmüştür ki aslında hala Üstatla uğraşanlara kapak olacak mahiyettedir.

     

    Muhabbetle Kalınız.

     

    Meryem Aybike Sinan- Haber7

    • Like 2

  9. Necip Fazıl'ın bir fotoğrafına bakıyorum; sanık kürsüsünde savunma yapıyor. İçim burkuldu. Kederlendim.

     

    Yıl, 1960. Yer, Yassıada duruşma salonu. 27 Mayıs darbesinin ardından cuntanın Yassıada'da kurduğu sözde mahkemede Necip Fazıl, anıt gibi dikildiği sanık kürsüsünde. Üzerinde açık renk bir pardesü. Siyah bir kravat bağlamış, beyaz gömleğine. Kükreyen bir aslan başı kadar haşmetli, ak saçlı başında vakar, metanet ve celal var. Gözleri, elindeki kağıtta:

     

    "Bütün aldıklarımı, mücadelesini ettiğim yolda harcadım. Ve sadece harcamakla kalmayıp, evimdeki eski koltuk ve halılara kadar da bu uğurda satmaya mecbur oldum. Zira Adnan Beyin "bir kere başla, sonu gelir" diye ettiği her yardım, Demokrat Parti iktidarının menfî kutbu tarafından engellenince, kendisine bir ev yaptırılmaya başlanıp, birinci katı çıkmadan yüzüstü bırakılan bîçare gibi, elimdekini avucumdakini sarf etmeğe, üstelik büyük bir borç altına girmeye mahkum oldum. Yani örtülü ödenekten bana verilen paralar, şahsıma bir şey getirmek yerine, benim bütün imkanlarımı yedi, bitirdi ve neyim varsa götürdü. Böylece Adnan Menderes, örtülü ödeneğiyle beni kullanmış değil, asıl ben onu idealim uğrunda kullanmaya teşebbüs etmiş, fakat iradesiz ve sebatsız karakteri yüzünden muvaffak bulunmuş olamıyorum. Benim, bir dava uğrunda bir nevi vergi hakkiyle alabildiğim, reklam parasına bile yetmez, gülünç meblağlara karşılık, kendisinden milyonlar devşirip şimdi gözünü oymaya bakan, Büyük Doğu'yu örtülü ödenek beslenesi olmakla suçlayan ve hesap vermeğe davet edilmeyen bazı gazetelerin hali, masumluk ve ulviliğimizin ters tarafından mükemmel bir ifadesidir."

     

    İşte bu cümleleri okumuş Necip Fazıl, kendisine ve Büyük Doğu'ya yapılan 'örtülü ödenek beslemesi' suçlamasına savunmasını yaparken..

     

    ÖRTÜLÜ ÖDENEK DAVASI

     

    Türkiye gerçeklerini doğru algılayıp anlamada, taşları yerine koymada, 27 Mayıs darbesine ve Yassıada sözde mahkemesine bakmak önemlidir.

     

    Yassıada, tarih sahnesi olduğu kadar, bir tiyatro sahnesiydi o günlerde. Dünya güçlerinin buyruğuyla, o çadır mahkemesinde, milli irade kırıldı; Cumhurbaşkanı, Başbakan; Bakanlar, milletvekilleri ve Genelkurmay Başkanı, Necip Fazıl'ın savunma yaptığı o kürsüden tek tek geçtiler.

     

    Yassıada'da Başbakan Adnan Menderes'e açılan örtülü ödenek davası görüşülüyordu. Menderes, örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmekten yargılandı. 13 oturum sürdü ve 2 Şubat 1961'de suçlu olduğu yönünde karara varıldı. Yürürlükteki kanunda örtülü ödenekteki kaynakların Başbakan tarafından sınırsız olarak ve kayıt tutulmadan harcanabileceği açıkça belirtildiği halde, bu sözde mahkeme 10 yıllık Örtülü Ödenek kayıtlarını istedi. Menderes, bir kısmı da Kıbrıs'ta kurdurduğu Türk Mukavemet Teşkilatı için harcandığı sonradan ortaya çıkan bu harcamaları açıklamadığı için bu dava sonucunda 4, 877,780 (Dört milyon sekiz yüz yetmiş yedi bin yedi yüz seksen) lirayı zimmetine geçirmekten suçlu bulundu ve paranın tahsili için Aydın'daki arazilerine el kondu.

     

    Örtülü ödenek davası konuşulurken savunma tarafı, Amerikan gizli servisinin Türk istihbarat servisine para vererek Menderes'in telefonlarını dinlettirecek kadar teşkilata hakim olduğunu iddia etti. Menderes ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, suçlunun o dönemin MİT müsteşarı Behçet Türkmen olduğunu iddia etti. Necip Fazıl Kısakürek, işte bu örtülü ödenek davasında suçlanmış, sözkonusu mahut mahkemede kendini savunmak zorunda kalmıştı..

     

    Yassıada'da sahnelenen sömürge mahkemesinde, 27 Mayıs cuntasının yargıç kürsüsüne oturttuğu Salim Başol ve Altay Ömer Egesel, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'ya idam cezası verirken "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!" diyerek kukla olduklarını itiraf etti.

     

    Tarih, cuntayı ve atadığı mahkeme heyetini, ipleri dünya güçlerinin elinde olan kuklalar, duruşmaları da menfur bir siyasi oyun olarak kaydetti. Tarih, aynı zamanda, cuntacıların emrine giren medyayı da bu oyunun soytarısı olarak kaydetti..

     

    Tarih, milletimizin gür ve ödünsüz sesi Büyük Doğu'nun kimlere karşı, nasıl mücadele ettiğini ve onun mücahit kalemi Necip Fazıl Kısakürek'in Yassıada mahkemelerinde yaptığı şanlı savunmasını da kaydetti.

     

    Necip Fazıl, Müslüman bir kalem, mücahit bir yazar olarak geçti, tarihin sayfalarına.. Bugün onu 'satılık kalem' ve Büyük Doğu'yu 'besleme basın' olarak niteleyen medya, aslında 27 Mayıs'ta, cuntayı destekleyen, Yassıada mahkemelerini meşrulaştıran yayınlarıyla idam kararlarını savunan İtittihatçı Masonik basının yayın politikasını sürdürüyor. Çünkü 1960 basını, üstad ve Büyük Doğu hakkında aynı nitelemelerle yayın yapmıştı..

     

    Mustafa Yürekli - Haber7


  10. ALEVSİZ YANGIN

     

    Bu sinsi bir yangındır; bazı maddelerin için için yanıp kavrulması gibi bir şey... Evet; ismine «inkılâp» buyurdukları namütenahi gerilik ve hudutsuz cahillik müessesesi, mah­cup ve mazlum «ileri» ve «doğrun nun eliyle ve açıkça ateşe verilemeyince, kendi kendisine, ra­kipsiz ve müdahalesiz ölüme mahkûm bulunmak gibi bir sefalet içinde, durduğu yerde çürüyüp kokmuş, oturduğu mahalde kavrulup bitmiştir. Fa­kat dışarıdan bakıldığı zaman opun bütün duvar­ları sanki yerinde, olanca eşyası guya faaliyet köşelerindedir. Ammâ bu duvarlar ve eşya, ifade

    et­tikleri maddelerin içi boş kabuklarından başka bir şey' değil...

     

    Boşlukta mekân işgal etmek iddiasına giriştiği ândan başlıyarak tam 27 yıl süren alevsiz bir yangın, bu sahte hacimlerin içini silip sü­pürmüştür. Öyle ki,bugün şapkaları,kendi ken­disine,herhangi bir kıyas unsuru ortada bulunmak­sızın bizzat komiklik ve şahsiyetsizliğin remzi: yeni harfleri, en ileri cehil vasıtasının ta kendisi;

    kanunları, kargaşalık ve adaletsizliğin bilfiil nâzımı; her türlü serbestlik ve başıboşlukları, fuhşun dahi midesini bulandırıcı bir aşağılığın kusmuk sahası;garplılaşmak iddiaları, öz nefsinden mahcup garbın, kahkahaları zaptedilmiş hâilevi istihza mev­zuları; din düşmanlıkları da, nihayet içinde su kaldığını sezdikleri biricik istismar çeşmesi olarak kendilerince münafıklığa tahvili kolay bir son ma­rifet haline gelmiştir.

     

    21 yıl müddetle ve -İlâhi hikmete dikkat ediniz!- hiçbir dış müessirin kıyas ve ifşa gayreti olmaksı­zın kendi nefsi İçinde kavrula kavrula bu hale ge­len şanlı inkılâplarının, sadece bir kav ve posa hacminden ibaret heyulâi kütlesi önünde herhangi bir köylü, çakmağını çakacak kadar cür’at göster­miş olsaydı, şimdi bu hacimlerin yerinde sadece bir kül sathı görecektik. Fakat Allah bu eseri, ken­di içinde, kendi kendisine, kendi öz şartlarına

    boğ­durmak istedi. Bundan böyleyse, alev makinesi kul­lanmaya değil, sadece (projektör) tutup, alevsiz yangının sahibini ne hale getirdiğini göstermeğe bir küçük lüzum kalmıştır; o kadar!.. Allah bu ese­ri, kendi dışlarında bir müdahale ve müessir yü­zünden sukut etmek şerefinden bile mahrum kılmistir.

     

    29 Aralık 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  11. Üstadın roman tadındaki tek kitabı olan aynadaki yalan içerik ve özellik bakımından farklı ve çok anlamlıdır.Batılı dediğimiz adamın İslamiyet hakkında bilmek ve öğrenmek istediği her sorunun ve cevabının mevcut olduğu bir eser.Sadece batı adamının mı bilmek istediği mi mevcut bize bir şey yok mu diyenlerin de sorularına cevap bulabileceği bir şaheser.

     

    İslamiyette kadın:

     

    îslâmiyette kadın, erkeğin bütün hassasiyet ve ceh-dini mihraklaştıran bir remzdir. O olmasa zürriyet olmaz gibi kuru bir madde ölçüsü bir tarafa, o olmasa erkek ve erkeklik olmaz. İslâmiyet kadını örter ve Hristiyanlık açarken,

    hakikatte biri onu mefkûreleştirmekte, öbürü de bayağılaştırmaktadır. Nitekim Hristiyanlığın ruh rejiminde kadından kesilmek, Îslâmiyette ise ona doymak vardır. Kadından kesilmenin bâtıl dini, ahlâk ve hassasiyetini aşıladığı cemiyette kadını kasaplık bir et yığını gibi çengele asmak tezadına düşerken, İslâmiyet kadına gerçek mahiyeti veren hak din olarak onu örter, böylece kadına gerçek değerini vermiş olur ve arada tezat diye bir şey bırakmaz. Fakat bu nükteden, incelikten kim anlar?..

    • Like 1

  12. YILBAŞI

     

    İki gün sonra, küfür, da­lâlet, ihtilâç, ıstırap, şaş­kınlık ve perişanlık dün­yasının yılbaşı gecesidir. Bu yılbaşı gecesini de, sa­bahsız bir geceye bürülü beşeriyetin, her ânını aynı gecenin başı sayabilecek olan his dalâletine bağlıyabilirsiniz. İnsanlar, bu gece, bir türlü çözemedik­leri ve Hakka yöneltemedikleri zamanı,kâmil bir yıl hesabiyle ademe göm­mek marifetini göstermiş olmak bakımından çıldıra­caklar; hakikatte cenaze marşından farksız gulgulelerle tepineceklerdir. Bu vaziyeti, insan ruhundaki garabetlerin en büyük mi­marlarından biri olan

    Nasreddin Hocaya dillendir­mek isterdik. Fakat bu ka­dar müthiş bir dalâlet kar­şısında, değil koca nükte­danın, eşeğinin bile tenez­zül edip tek adım atmıyacağını sanıyoruz.

     

    Bir İslâm büyüğünün harikulâde bir sözü vardır: «Zaman kadar nadir, on­dan daha bol, onun kadar kıymetli, ondan daha de­ğersiz acaba ne var? Ha­yat mikyasımız ve ebedî varlık fırsatımız olan za­man (ki, kaybolan tek ânı dünyanın hâzineleri veril­se geri dönmez) herkesin en küçük hasislik duyma­dan sarfettiği ve asla tüke­neceğinden gocunmadığı biricik hazinedir!»

     

    İşte busözün hailevî hakika ifadede, hele bizim yılbaşı gecelerinden anladımız şey,ne parlak ve ne eşssiz bir misaldir!

    İçecekler,kusacaklar,kumar oynayacaklar,yutulacaklar; ve 1951 sabahı uyandıkları zaman, katin peşin ve merhametsiz fermanı karşısında en küçük bir ürperti bile duymıyacaklardır. Üst haftalarca birbirlerine soracaklar:

     

    -Yılbaşı gecesini; nerede geçirdiniz? Nasıl,eğlenebildiniz mi?

     

    Türk köylüsünün sefalet ve hastalıktan kavrulduğu,Türk şehirlisinin mevsimden mevsime bütün fikri ve müeyyidelerini kaybettiği ;ve üstelik Türk bayrağının anavatana binlerce kilo metre mesafede, her bakımdan öksüz bir marifete memur edildiği ve içeride ve dışarıda yalnız bunun edebiyatiyle geçinildi bir hengâmede, yeryüzüne Allah'ın en büyük belası halinde Üçüncü Cihan Harbi inmek üzereyken bu yılbaşı gecesi, ne diyelim, her zamanki (dramatik) komedyasmın artık son haddini idrak etmiş değil midir?

    Binaenaleyh; ne duruyorsunuz baylar ve bayan­lar?..Bundan daha büyük bir eğlence fırsatı doğamaz!!!

     

    (Hadiselerin Muhasebesi) Be-De

    29 ARALIK 1950 BD dergisi

    • Like 2

  13. MEDENİYETLERİN HALİ

     

     

    Yirminci asrın ikinci yarısına girdiğimiz ve yer yüzünü korkunç bir tezat inkıbazı içinde kan ve tere batmış gördüğümüz bu hengâmede, sınaî ve hayali bütün putlariyle bütün medeniyet iddiacıları, artık bağlılarını elden

    ka­çırmış, hattâ bizzat öz nefsinden şüpheye düşmüş bulunmanın canhıraş buhranını yaşamakta... Vah­şilerin yonttuğu heykellerden fabrika bacalarına kadar putlaştırılmış hangi istinat (sembol)ü varsa, hepsi birden müflis ve kendi Öz nefsinden musta­rip... Bunlar, sükûti bir çığlıkla haykırıyorlar:

     

    — Kurtarıcımızı bekliyoruz!

     

    Ve ufuklarda, kurtarıcıdan, kurtarıcının yaklaş­tığını sezdirici bir ayak sesi veya gölgeden bile eser yoktur. Ve sınaî ve hayalî bütün putlar,şimdi birbiriyle savaşmakta, gıdalarını birbirinin kanı­nı emmekten başka bir sahada bulamamaktadır.

     

    Yer yüzünü kâmil şifaya ulaştırıct gerçek mede­niyet (sembol) ü olan ezelî ve ebedî medeniyet kadrosu, bulunmak için aranmaya muhtaç değildir. Onun ismi îslâmiyettir; ve bu mutlak kurtarıcı, bu­gün, canhıraş çilesini belirttiğimiz Garp dünyası­nın vurduğu sillelerle, bütün şahsiyet ve hüviye­tinden mustarip hale getirilmiş bazı Şark milletle­rinin, tıpasını açamadıkları ve çöplüğe attıkları bir hayat iksiri halinde beklemektedir.

    Allahım; sen bizi ne çetin bir işe memur kıldın;..

     

    5 ocak 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

×
×
  • Create New...